Şengül Şirin
|
Türkiye-Tarihi-Ekonomisi-Doğal Yapısı
Bir Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi olan Türkiye Cumhuriyeti'nin hem Asya'da, hem de Avrupa'da toprağı vardır Üç yanı denizlerle çevrili olan Türkiye'nin genel görünümü kabaca bir dikdörtgeni andırır Doğu-batı doğrultusunda Asya kıtasının batı kesiminden, Avrupa kıtasının güneydoğu kesimine doğru sokulan bu toprakların uzunluğu yaklaşık 1 600 km, genişliği ise 600 km kadardır Adını, bu topraklara Asya'dan gelerek yerleşen Türkmenler ile öteki bazı halk topluluklarının daha sonraki kuşaklarını oluşturan Türkler'den alır
Kuzeyde Karadeniz, doğuda Rusya ve İran, güneydoğuda Irak ve Suriye, güneyde Akdeniz, batıda Ege Denizi, kuzeybatıda da Yunanistan ve Bulgaristan'la çevrili olan Türkiye' nin deniz ve kara sınırları uzunluğunun toplamı 11 000 kilometreyi aşar Ülke yüzölçümünün yaklaşık yüzde 97'si Asya kıtasında, yüzde 3 kadarı da Avrupa kıtasındadır Türkiye'nin Asya kıtasındaki toprakları Anadolu (755 688 km2), Avrupa kıtasındaki toprakları ise Trakya (23 764 km2) olarak adlandırılır Çanakkale ve İstanbul boğazlarıyla Marmara Denizi bu topraklan birbirinden ayırır
Yaklaşık 8 333 km olan deniz sınırlarının yüzde 78'ini Anadolu kıyıları, yüzde 13'ünü adaların kıyıları, yüzde 9'unu da Trakya kıyıları oluşturur Bu sınırların üçte biri Ege Denizi kıyısındadır Kara sınırlarının uzunluğu ise yaklaşık 2 753 kilometredir Kara sınırlarının en uzunu 877 kilometreyi bulan Suriye sınırıdır Bunu 610 km uzunluğundaki Sovyetler, 454 km uzunluğundaki İran, 331 km uzunluğundaki Irak, 269 km boyunca uzanan Bulgaristan sınırı izler Kara sınırlarının en kısa olan bölümü 212 km uzunluğundaki Yunanistan sinindir Bu sınırlar içinde yer alan ülkenin en kuzey noktası Sinop ilindeki İnceburun, en doğu ucu Kars ilinin güneydoğusunda, Türkiye'nin hem Sovyetler'e, hem de iran'a komşu olduğu nokta, en güney noktası Hatay ilinin Yayladağı ilçesine bağlı olan ve eskiden Beysun adıyla anılan Topraktutan köyünün güneyi, en batı noktası da Gökçeada'nın batı ucunu oluşturan Avlaka Burnu' dur Kara sınırlannm kıyıya ulaştığı noktalar Anadolu'da Artvin ilindeki Sarp köyü ile Hatay ilindeki Güvercinkaya, Trakya'da Kırklareli ilindeki Rezve Deresi ağzı ile Edirne ilindeki Enez'in batısında Meriç Irmağı ağzıdır
TÜRKİYE'YE İLİŞKİN BİLGİLER
RESMİ ADI: Türkiye Cumhuriyeti
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli, çok partili cumhuriyet
YÜZÖLÇÜMÜ: 779 452 km2
NÜFUS (1992): 58 584 000
BAŞKENT: Ankara
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): istanbul (6 620 241), Ankara (2 559 471), İzmir (1 757 414), Adana (916 150), Bursa (834 576), Gaziantep (603 434), Konya (513 346)
BAŞKENT: Ankara
DOĞAL YAPI: Ülkenin yarısından fazlası, yükseltisi 1 000 metreyi aşan, yüksek alanlardan oluşur Yaklaşık üçte biri orta yükseklikteki ovalar, yaylalar ve dağlar, yüzde 10'u da alçak alanlarla kaplıdır En yüksek ve dağlık alanlar doğu kesimde yer alır Kuzey kesimi Kuzey Anadolu Dağları, güney, doğu ve güneydoğu kesimleri deToroslar engebelendirir Ülkenin en yüksek noktası Ağrı Dağı'nın 5 137 metreye erişen doruğudur Başlıca geniş düzlükler Çukurova ile Konya ve Harran ovalarıdır Kaynaklandığı ve denize döküldüğü kesimler ülke sınırları içinde olan en uzun akarsu Kızılırmak'tır (1 353 km) En büyük doğal göl, 3 713 km2 alan kaplayan Van Gölü'dür Atatürk baraj gölü (817 km2) ise ülkenin en büyük yapay gölüdür Türkiye'nin en büyük adası olan Gökçeada' nın yüzölçümü 279 km2'dir
BAŞLICA ÜRÜNLER: Buğday, arpa, şekerpancarı, ayçiçeği, pamuk, baklagiller, haşhaş, üzüm, incir, turunçgiller, şeftali, fındık, antepfıstığı, zeytin, çay, yumurta, deri, balık, krom, bor mineralleri, zımpara taşı, linyit
SANAYİ: Dokuma, gıda, demir-çelik, dayanıklı tüketim mallan, motorlu araçlar, çimento, şeker, kâğıt, plastik, kimyasal maddeler, orman ürünleri
EĞİTİM: İlköğretim zorunlu ve devlet okullarında parasızdır
Büyük bölümü Asya'da yer alan Türkiye, yüzölçümü açısından Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Suudi Arabistan, Endonezya, İranr, Moğolistan ve Pakistan'dan sonra bu kıtanın dokuzuncu büyük ülkesidir 1987'de Avrupa Topluluğu'na tam üyelik için başvuruda bulunan Türkiye, topraklarının büyük bölümü Asya'da olan Rusya sayılmazsa Avrupa'nın en büyük ülkesi olan Fransa'dan daha geniş bir alanı kaplar
Asya ile Avrupa arasında doğal bir köprü oluşturan Türkiye toprakları tarih boyunca birçok uygarlığın beşiği olmasıyla tanınır İklim ve doğal kaynaklar açısından yerleşmeye çok elverişli olan bu topraklarda yaşayan birçok halkın farklı dönemlerdeki kültürlerine ait çeşitli izlere ülkenin hemen her köşesinde sıkça rastlanır Kıyılarındaki liman kentlerine ulaşan önemli kervan yollarının da etkisiyle oluşan zenginliği ele geçirmek isteyen birçok güçlü devletin saldırısıyla yıkıma uğrayan ülke, bu zenginliklerin çok çeşitli olmasının sağladığı üstünlük nedeniyle yaralarını kısa zamanda onararak yeni uygarlık değerleri yarattı Dünyada gıda maddesi üretimi kendi gereksinmesini karşılayan ender ülkelerden biri olan Türkiye, coğrafi konum açısından önemini günümüzde de korumaktadır Yaz mevsimi başlarında Akdeniz kıyısında denize girilirken Toroslar'ın yüksek yamaçlarında kayak yapılabilen ve doğu kesimi yer yer karla kaplı olan Türkiye, doğal güzellikleri ve tarihsel zenginlikleriyle büyük bir turizm potansiyeline sahiptir
Doğal Yapı
Ortalama yükseltisi 1 131 metre olan Türkiye, yüksek bir ülkedir Orta kesimi çukurluk olan ve kenarlara doğru gidildikçe yükselen ülkenin kıyılarında genellikle fazla genişlemeyen alçak düzlükler yer alır Akarsu vadileriy-le derin biçimde parçalanmış orta yükseklikteki dalgalı düzlüklerden oluşan yaylalara daha çok ülkenin orta kesiminde rastlanır Karadeniz kıyısına paralel olarak uzanan Kuzey Anadolu Dağları ile Akdeniz kıyısına paralel olarak uzanan Toroslar, ülkenin kuzey ve güney kesimlerinde yay biçimli yüksek dağ dizilerinden oluşur Bu dağ dizilerinin yükseltisi doğuya doğru gidildikçe artar Doğu Anadolu Bölgesi'nde birbirine yaklaşan Kuzey Anadolu Dağları ve Toroslar'a bağlı dağ sıraları düğümü andıran bir görünümün ortaya çıkmasına yol açar Ülkenin en yüksek alanları bu bölgededir Güneydoğu Toroslar yayının güneyinde yer alan Güneydoğu Anadolu Bölgesi, önemli bir yükseltiye rastlanmayan eşik alanlar ile yayla ve ovalardan oluşur Ülkenin batı kesiminde ise dağlar denize dik olarak uzanır Bir elin parmaklarını andıran bu dağlar çöküntü alanlarıyla birbirinden ayrılır Bu kesimde genellikle doğu-batı doğrultusunda akan ırmakların taşıdığı alüvyonların birikmesiyle oluk biçimli çukur alanlarda oluşan ovalar ülkedeki en verimli tarım alanlarındandır Türkiye'nin Trakya'daki toprakları fazla yüksek sayılmaz Kuzey ve doğu kesimi Istranca (Yıldız) Dağları, güney ve güneybatı kesimi Işıklar (Ganos) ve Koru dağları tarafından engebelendirilen bu toprakların orta ve batı kesiminde alçak dalgalı düzlükler yer alır Orta kesiminde Ergene Havzası bulunan Trakya, yüzey şekilleri açısından bir çanağı andırır
İlk jeolojik zamanlarda oluşan kıvamlanmalarla belirmeye başlayan ülke toprakları sonraki jeolojik dönemlerde aşınmış, göl ve denizlerle kaplanmış, kırıklar boyunca yer yer çökmüş ve yükselmiştir Ağrı, Süphan, Nemrut, Erciyas ve Hasan dağları gibi sönmüş yanardağlar magmanın bu kırıklardan yeryüzüne çıkması sonucunda oluşmuştur
Türkiye'de, son jeolojik dönemde geliştiği sanılan iki büyük kırık kuşağı bulunmaktadır Bunlardan birincisi, Anadolu'nun içlerinden Yunanistan'a kadar uzanan Kuzey Anadolu kırık kuşağı, ikincisi ise Karlıova'dan Akdeniz'e doğru uzanan Doğu Anadolu kırık kuşağıdır Bu kırık kuşaklan ile çevresi etkinliğini sürdürmekte olan önemli deprem bölgeleridir Bu bölgeler içindeki Erzincan'da 1939' daki bir deprem 33 bine yakın insanın yaşamını yitirmesine yol açmıştı
Kıyıların açığında irili ufaklı birçok ada vardır Birkaç kayalık dışında Karadeniz adadan yoksundur Akdeniz kıyıları açığında da önemli ve büyük bir adaya rastlanmaz Türkiye'nin en büyük adaları Ege ve Marmara denizlerindedir Bunlardan başlıcaları Gökçeada, Marmara Adası, Bozcaada, Uzunada ve Alibey (Cunda) Adası'dır
Yüzey şekillerinin çeşitlilik göstermesi yaşam koşullarını önemli ölçüde belirler Ülkenin kıyıdan uzak iç kesimi ile yüksek doğu kesimi denizlerin etkisine kapalıdır Bu kesimlerde yağış az, doğal bitki örtüsü cılız, iklim serttir Buna bağlı olarak kıyı kesimleri ile suyu bol ovalık kesimlerde sık olan yerleşim yerleri, yarı kurak ve yüksek kesimlerde oldukça seyrektir
Akarsular ve Göller
Türkiye'den kaynaklanan akarsuların büyük bölümü denizlere ulaşır Özellikle İç Anadolu Bölgesi ile Doğu Anadolu Bölgesi'nin bazı kesimlerinden doğan akarsular ise denize kadar ulaşamaz ve kapalı havzalarda sona erer
Akarsu kaynakları açısından zengin bir ülke olan Türkiye'nin önemli özelliklerinden biri de, Atlas Okyanusu ve Hint Okyanusu havzalarını birbirinden ayıran su bölümü çizgisinin buradan geçmesidir Türkiye'de akarsuyu olmayan coğrafi bölge yoktur En çok su taşıyan akarsular Doğu Anadolu Bölgesi'nden kaynaklanır En az akarsu kaynağı bulunan bölge ise Güneydoğu Anadolu'dur
Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 60'ından kaynaklanan sular Atlas Okyanusu havzasını oluşturan denizlere boşalır Bu suları toplayan başlıca akarsulardan Çoruh Irmağı, Yeşilırmak, Kızılırmak ve Sakarya Irmağı Karadeniz'e; Susurluk, Gönen ve Kocabaş çayları Marmara Denizi'ne; Ergene ve Meriç ırmakları ile Gediz, Küçük Menderes ve Büyük Menderes ırmakları Ege Denizi'ne; Dalaman, Eşen, Aksu ve Manavgat çayları ile Seyhan, Ceyhan ve Asi ırmakları Akdeniz'e dökülür Bu toprakların yüzde 24'üne yakın bölümünün suları Dicle ve Fırat ırmakları aracılığıyla Hint Okyanusu havzasının bir bölümünü oluşturan Basra Körfezi'ne ulaşır Ülke sınırları dışında bir kapalı havza olan Hazar Denizi'ne ulaşan Kura ve Araş ırmaklarının su toplama alanı ise yüzde 3 kadardır Ülkenin değişik bölgelerinde yer alan çeşitli kapalı havzalara su gönderen alanların toplamı ise yüzde 13 düzeyindedir Suları denize ulaşmayan bu topraklardan çıkan akarsuların ulaştığı en önemli kapalı havzalar Tuz ve Van gölleri ile çukur kesimlerinde bazı bataklık ve su birikintilerine rastlanan Konya Ovası'dır
Türkiye'den doğan akarsuların başlıca ortak özelliği, taşıdıkları su miktarının mevsimlere göre büyük değişiklik göstermesidir Karların erimesine bağlı olarak akarsuların hemen tümü ilkbaharda kabarır ve yer yer taşkınlara yol açar Akarsulardan büyük bölümünün suları yaz sonunda en alçak düzeye iner Ama bazı bölgesel farklılıklara bağlı olarak akarsu rejimleri değişiklikler gösterir! Örneğin, daha çok kar sularıyla beslenen Doğu Anadolu Bölgesi ile her mevsim yağışlı olan Doğu Karadeniz bölümündeki akarsuların su düzeyi, yüksek kesimlerinde görülen uzun süreli donlar nedeniyle kışın azalır Öte yandan ülkemizin büyük bölümündeki sular yazın kuraklık ve buharlaşmanın yoğunlaşması sonucunda kuruyacak kadar azalır ve yer yer de kururken, Akdeniz Bölgesi'nde karstik kaynaklardan beslenen bazı akarsuların su düzeyinde önemli bir azalma görülmez Her mevsim bol yağış alan Karadeniz Bölgesi'n-den doğup denize dökülen küçük akarsuların rejimleri ise öteki bölgelerde yer alan akarsulardan oldukça farklıdır Dağlık olan bu bölgede eğim fazla olduğundan yağışlardan sonra sel biçiminde akarak çevresine zarar veren akarsular, yağışlar kesilince cılızlaşır
Büyük bölümü derin ve yamaçları sarp olan vadilerde akan akarsular, öteki amaçların yanı sıra elektrik enerjisi elde etmek için barajlar kurulmasına çok elverişlidir Bu akarsuların hemen tümü taşıdığı alüvyonları özellikle aşağı çığırına yığarak, tarım alanı olarak değerlendirilen kıyı ve delta ovalan oluşturmuştur Bazı barajların kurulması ve yazın suların azalması nedeniyle akarsularımız suyolu ulaşımına olanak tanımaz Oysa eskiden Fırat Irmağı ile Kızılırmak, Sakarya Irmağı, Meriç Irmağı ve Tarsus Çayı'nın ağız kesimlerinde ulaşım yapıldığı bilinmektedir Günümüzde yalnızca Bartın Çayı gibi bazı küçük akarsuların ağız kesimi küçük teknelerle ulaşıma elverişli durumdadır
Türkiye'de 200'den çok doğal göl vardır Bu göllerden yaklaşık yarısının yüzölçümü 5 km2'den küçüktür En büyük göller, başta Van Gölü olmak üzere Tuz, Beyşehir ve Eğridir (Eğirdir) gölleridir En derinleri Van, Çıldır, Burdur ve Hazar gölleri, en sığları ise Tuz, Akşehir, Ulubat (Apolyont) ve Manyas gölleridir Türkiye'de haritalarda gösterilemeyecek kadar küçük göller de vardır Bunların büyük bölümü buzul ve volkanik kökenli göller ile lagünlerdir
Bazı bölgeler göl açısından oldukça zenginken, bazı bölgelerde hemen hiçbir göle rastlanmaz En az göle rastlanan yöreler Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerindedir Marmara Bölgesi'nin Trakya kesiminde de çok az göl vardır Birçok çukur alana rastlanan İç Anadolu Bölgesi ile kıyılarında çok sayıda lagün (denizkulağı) bulunan Ege Bölgesi gol açısından yoksul sayılmaz En çok göle rastlanan yöreler Doğu Anadolu, Akdeniz ve Marmara bölgelerindedir Çok sayıda gölün yer alması nedeniyle Akdeniz Bölge-si'ndeki Antalya bölümünün kuzey kesimi Göller Yöresi adıyla anılır Ülkede büyük bölümü kapalı havza oluşturan birçok bataklık ve su birikintisi ile mevsimlik olarak göl haline gelen çukur alanlar vardır Özellikle göçmen kuşlar için önemli bir dinlenme ve beslenme alanı olduğunun bilinmesine karşın, bataklıkların bir bölümü tarım toprağı kazanmak amacıyla kurutulmaktadır
Göllerden bir bölümünün suları tatlı, bir bölümünün suları ise az tuzlu, tuzlu ve acıdır Fazla suları bir gideğenle denize, akarsuya ya da bir başka göle boşalan göllerin suları tatlıdır Dışa akışı olmayan kapalı havza konumundaki göllerin suları ise arazinin yapısına bağlı olarak tuzlu ya da acıdır Denizle su alışverişi içinde olduğundan birer kıyı gölü olan lagünlerin suları az tuzludur Suları tatlı olan başlıca göller Beyşehir, Eğridir ve İznik gölleridir Van Gölü'nün sularının acı olmasının nedeni, bileşiminde soda bulunmasıdır Tuz ve Burdur gölleri ile Acı Göl'ün suları ise tuzludur
Türkiye'de 100'den çok yapay göl vardır Doğal göller 9 000 km2'ye yakın bir alan kaplarken, yapay göllerin toplam yüzölçümü yalnızca 3 000 km2 kadardır Yapay göller, akarsular üzerinde çeşitli amaçlarla kurulan baraj ve setlerin ardında suların birikmesi sonucunda oluşmuş baraj golleriyle göletlerdir En büyük yapay göller Atatürk, Keban ve Ka-rakaya baraj gölleridir Atatürk baraj gölü ülkenin üçüncü büyük gölüdür
Suları tatlı olan akarsular ile göllerin tümünde balık yaşar Bu göllerden bazılarında kerevit de bulunmaktadır Lagünler balık açısından oldukça zengindir Suları tatlı olmayan bazı gölleri besleyen akarsuların ağız kesimlerinde de balığa rastlanır Baraj göllerinde balık da yetiştirilmektedir
İklim
Türkiye, üç farklı iklim tipinin etkisi altında kalır Genel olarak orta iklim kuşağı içinde yer almakla birlikte bazı kesimlerinin denize uzak oluşu, yükseklik ve dağların kıyıya paralel olarak uzanışı gibi nedenler bu farklılığa yol açar Akdeniz Bölgesi'nin tümüne yakım ile Ege Bölgesi'nin asıl Ege bölümü ve Marmara Bölgesi Akdeniz ikliminin etkisi altındadır Akdeniz ikliminin en genel özelliği yazların sıcak ve kurak, kışların da ılık ve yağışlı geçmesidir Kar yağışının da görüldüğü Marmara Bölgesi'nde yazlar daha az kurak, kışlar ise serin geçer
Karadeniz ve Marmara bölgelerinin Karadeniz'e komşu olan kıyı kesimi her mevsim yağışlı olan bir iklimin etkisi altında kalır Yazın çok sıcak, kışın da çok soğuk olmayan
ve değişime uğramış Akdeniz iklimi özellikleri gösterdiği kabul edilen bu nemli iklim tipi, Karadeniz iklimi ya da orta kuşak iklimi olarak adlandırılır Özellikle doğu kesiminin çok yağış almasının başlıca nedeni, Karadeniz üstünden geçerken nemlenen hava kütlelerinin Doğu Karadeniz Sıradağlarının kıyıya bakan yamaçlarında yükselirken soğuyarak yoğunlaşmasıdır Sibirya ve Rusya bozkırlarından gelen soğuk hava kütleleri Kafkaslar tarafından engellendiğinden Karadeniz'in doğu kıyılarında kışlar oldukça ılık geçer
Denizden uzak iç kesimleri ise kara iklimi etkiler Oldukça^ yüksek ve engebeli olan iç kesimleri etkileyen bu iklim tipi, bozkır (step) iklimi olarak da adlandırılır Karadeniz Bölgesi'nin kıyıya uzak kesimleri, Ege Bölgesi' nin İçbatı Anadolu bölümü, Akdeniz Bölgesi' nin Göller Yöresi ve kıyıya uzak öteki kesimleri ile İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin tümü bozkır ikliminin etkisi altındadır Bu iklimin en belirgin özelliği fazla uzun sürmeyen yazların oldukça sıcak, kar yağışlı kışların da uzun ve sert geçmesidir
Az yağış görülen bu iklim tipinde yıllık ve günlük sıcaklık farkları büyüktür Bozkır ikliminin etkisi altında kalan bölgelerde sıcaklık ve yağış açısından bazı farklılıklar görülür Kışlan en soğuk ve en uzun, buna karşılık yazlan en kısa olan bölge Doğu Anadolu'dur Doğu Anadolu Bölgesi'nin kuzeydoğu kesimi ile Doğu Karadeniz bölümünün doğu ve güneydoğu kesimi en çok yazın yağış alır Oysa Doğu Anadolu Bölgesi'nin büyük bölümüne en çok ilkbaharda ve kışın yağış düşer İçbatı Anadolu'nun bir bölümü, Göller Yöresi ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en çok yağış aldığı mevsim kıştır İç Anadolu Bölgesi ile komşu bölgelerin kıyıdan uzak kesimlerine yağışın en çok düştüğü mevsim ise ilkbahardır Başta İç Anadolu olmak üzere yazlan çok sıcak geçen Güneydoğu Anadolu ülkenin en kurak bölgeleridir
Bitki Örtüsü ve Hayvan Varlığı
Türkiye, yüzey şekilleri ve iklim koşullarına bağlı olarak doğal bitki örtüsü açısından komşularına göre zengin bir ülke sayılır Toplam olarak 10 bin kadar bitki türü saptanan ülkede çok çeşitli bitki topluluklarına rastlanır Türkiye'de doğal bitki örtüsü ülkeyi etkileyen iklim tipleriyle uyum içindedir
Akdeniz ikliminin etkilediği bölgelerin tanıtıcı bitki örtüsü makidir Makiler, Akdeniz ikliminin uzun yaz kuraklığına uymuş olan sürekli yeşil, genellikle sert ve geniş yapraklı çalı ya da bodur ağaçlardan oluşur Ülkemizde "delice zeytin" adıyla da anılan yabani zeytinin yayılma alanlarının genel olarak Akdeniz ikliminden etkilenen bölgelerin sınınnı belirlediği kabul edilir Aşın otlatma ve yangın gibi etkenlerle makinin ortadan kalkmasından sonra toprak açısından oldukça yoksullaşan alanlarda yetişen seyrek bitki örtüsüne garig adı verilir Kuraklığa makiden daha dayanıklı olan kermes meşesi, ladin ve kekik birer garig türüdür Akdeniz bitki toplulukları arasında ormanlar da geniş alanlar kaplar Bazı kesimlerde kıyıdan başlayan ormanlara, yer yer 600-800 metreye kadar çıkan maki topluluklarından sonra rastlanır Akdeniz or-manlan daha çok kızıl çam, sedir ve kara çamlardan oluşur Makiler bu ormanlann yangınlarla ya da insan eliyle yok edilmesi sonucunda ortaya çıkmış olan bir bitki örtüşüdür Ege Bölgesi'nin kuzeybatı kesiminde fıstık çamı topluluklarına, Muğla ili kıyılannda da yer yer orman oluşturan sığla (günlük) ağaçlarına rastlanır
Ilıman ve nemli bir iklimin etkisi altında kalan Karadeniz Bölgesi'nin kıyı kesimi doğal bitki örtüsü açısından çok zengindir Kıyının hemen ardında birdenbire yükselen dağların denize bakan yamaçları bol yağış aldığından gür ormanlarla kaplıdır Karadeniz kıyısı boyunca alçaklarda daha çok meşe, gürgen, kestane ve kayınlardan oluşan ormanlara rastlanır Batı Karadeniz bölümünün orta kesiminde kara çam toplulukları kıyıdan başlar Kıyı kesiminde yalancı makilerle fındık ve çay bahçeleri de geniş alanlar kaplar Denize bakan yamaçların orta yükselti kuşağında geniş-yapraklı (meşe, kestane, kayı n ve gürgen) ve iğneyapraklılardan (köknar ve ladin) oluşan karışık ormanlar yer alır Yükseklerde ise saf ladin ormanlarına rastlanır Karadeniz ormanları, orman altı bitki toplulukları açısından da oldukça zengindir Başlıca orman altı bitkisi olan ormangülleri, Karadeniz ikliminin etkisi altında kalan tüm yörelerde görülür Kuzey Anadolu Dağları'nın iç kesime bakan yamaçları doğal bitki örtüsü açısından kıyı kesimine göre oldukça yoksuldur Bu yamaçlarda soğuğa ve kuraklığa dayanıklı meşeler ile kara çam ve san çam toplulukları vardır
Deniz etkisinden uzak iç ve yüksek kesimlerde rastlanan doğal bitki örtüsü bozkır görünümündedir Çalılıklar ve otsu bitkilerden oluşan bu bitki topluluğu Türkiye'nin büyük bölümünü kaplar Bu bitki örtüsü çölü andıran topraklar ile tuzlu topraklarda ve orta yükseklikteki dalgalı düzlüklerde farklı görünümdedir 1 200 metre yüksekliğe kadar rastlanan bozkırların büyük bölümünün ormanların yok edilmesi sonucunda oluştuğu sanılmaktadır Bozkırlar su ve rüzgâr aşındırmasına açık olduğundan çölleşmeye en elverişli alanlardır İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri orman açısından oldukça yoksuldur Bu bölgelerdeki dağlık alanlarda yer yer meşe topluluklarına, yüksek kesimlerde az da olsa kara çam ve sarı çam ormanlarına rastlanır Farklı bölgelerdeki dağların bazı kesimlerinde 1 800 metreden sonra, bazı kesimlerinde ise 2 800 metreden sonra ormana rastlanmaz Orman üst sınırı denen bu yükseltiden sonra özellikle Karadeniz, Doğu Anadolu ve Akdeniz bölgelerindeki dağlarda Alp tipi çayır alanları yer alır Yayla olarak değerlendirilen bu yüksek çayırlar hayvancılık açısından büyük önem taşır Doğu Anadolu Bölgesi'nin kuzeydoğu kesiminde yer alan yüksek yaylalardaki geniş çayırlar yaz sonuna kadar yeşilliğini korur
Türkiye'de yaşadığı saptanan yabanıl memeli hayvan türünün sayısı 100'den fazladır Bunlardan başlıcaları ayı, kurt, çakal, sansar, yabankedisi, yarasa, tavşan, fare, sincap, kirpi, köstebek, yaban domuzu, geyik, yunus ve Akdeniz fokudur Türkiye'de 400'e yakın yerli ve göçmen kuşun görüldüğü bilinmektedir Bunların başlıcaları karabatak, balıkçıl, leylek, flamingo, ördek, kaz, atmaca, şahin, akbaba, bıldırcın, keklik, sülün, turna, martı, güvercin, baykuş, ağaçkakan, kırlangıç, serçe, çalıkuşu, bülbül, karga ve saksağandır
Ülkenin çevresindeki denizlerde hamsi, barbunya, istavrit, gümüş balığı, izmarit, lüfer, kalkanbalığı, levrek, mercan, palamut, sardalye, tekir, orkinos, köpekbalığı, ahtapot, kalamar, ıstakoz, karides, midye ve istiridye yaşar Akarsu ve göllerde rastlanan başlıca tatlı su canlıları alabalık, sazan, sudak, turnabalığı ve kerevittir Ülkemizde kurbağa gibi amfibyumlar ile kaplumbağa, kertenkele ve yılan gibi sürüngenler de yaşar
Bu topraklarda çok eskiden beri yaşadığı bilinen aslan ve kaplan gibi yabanıl hayvan türlerinin soyu aşırı avlanma nedeniyle tükenmiştir Aynı tehlikeyle karşı karşıya olan yabanıl hayvan türlerinin korunması için bazı Önlemler alınmaktadır
Doğal Kaynaklar
Bitkisel Üretim Ülke yüzölçümünün yaklaşık dörtte biri ekim yapılan tarla alanlarından oluşur Devlet İstatistik Enstitüsü'nün (DİE) 1988'e ilişkin verilerine göre bu tarlalardan elde edilen bitkisel ürün miktarı 54 milyon tona yakındır Ekim ve üretim açısından tahıllar, tahıllar arasında da buğday ilk sırayı alır Özellikle Konya ilinin İç Anadolu Bölgesi sınırları içinde kalan düzlüklerinden büyük miktarlarda ürün alındığından, bu yöre "Türkiye'nin tahıl ambarı" olarak tanınır Karadeniz Bölgesi'nin kıyı kesimi dışında, bitkisel üretime elverişli olan hemen her kesimde buğday ekilir 1988'de 18,7 milyon hektarlık tarla alanının 13,8 milyon hektarında tahıl ekimi yapılmıştı
Aynı yıl Türkiye'nin toplam tahıl üretimi 31 milyon tona yakındı ve bunun 20,5 milyon tonu buğday, 7,5 milyon tonu arpa, 2 milyon tonu mısır, 280 bin tonu çavdar, 276 bin tonu yulaf, yaklaşık 158 bin tonu pirinçti Tahıllardan sonra en çok baklagillerin (2,2 milyon hektar) ekimi yapılır Daha çok Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu bölgelerinde yetiştirilen baklagillerden en çok üretilenler mercimek, nohut ve fasulyedir Tarla bitkileri içinde ekim alanı en az olanlar sanayi bitkileri (1,4 milyon hektar), yağlı tohumlar (935 bin hektar) ve yumru bitkilerdir (282 bin hektar)
Bu alanlardan 1988'de 11,5 milyon ton şekerpancarı, 4,3 milyon ton patates, 1,3 miyon ton soğan, 1,1 milyon ton ayçiçeği, 1 milyon ton çiğit, 650 bin ton pamuk ve 219 bin ton tütün elde edilmişti Tarla bitkilerinden pamuk, tütün, nohut ve mercimek Türkiye'nin dışarıya sattığı ürünler arasında yer alır Çukurova pamuk üretimiyle ünlü olmakla birlikte, bu ürün genellikle Akdeniz ve Ege bölgelerindeki ovalarda; bir başka önemli ürün olan tütün ise daha çok Ege, Marmara ve Karadeniz bölgelerinde yetiştirilir
Sebze üretimine ayrılan bahçelerin kapladığı toplam alan 612 bin hektardır Sebze üretimi toplamı 15 milyon tonu aşar (1988) En çok yetiştirilen sebzeler domates (5,2 milyon ton), karpuz (3,3 milyon ton), kavun (1,9 milyon ton), hıyar (800 bin ton), patlıcan (730 bin ton) ve lahanadır (510 bin ton) Türkiye' nin tüm bölgelerinde sebze ekimi yapılır
Türkiye'deki 553 milyonu aşkın meyve ağacından 487 milyonu meyve veren yaştadır Meyve ağaçlarının kapladığı toplam alan 1,5 milyon hektardan çoktur Başlıca meyvelerin 1988'deki üretim miktarları şöyleydi: 2 milyon ton elma, 740 bin ton portakal, 410 bin ton armut, 403 bin ton fındık, 360 bin ton limon, 350 bin ton incir, 328 bin ton şeftali, 310 bin ton mandalina, 284 bin ton kayısı ve 175 bin ton erik Türkiye'de meyve yetiştirmeyen bölge yoktur 590 bin hektarlık bir alanı kaplayan bağlardan 1988'de elde edilen üzüm miktarı 3,3 milyon tondur Kuru üzüm ve incir ile fındık dışarıya satılan önemli ürünler arasındadır Bağların en yaygın olduğu yöreler Ege, Marmara, Akdeniz ve İç Anadolu bölgelerindedir Zeytinliklerin kapladığı alan 856 bin hektardır Bu alan içinde yer alan 79 milyon meyve veren yaştaki ağaçtan 1988'de elde edilen zeytin miktarı 1,1 milyon tondu Bu ürünün yaklaşık yüzde 20'si sofralık, yüzde 80'i ise yağlık zeytindir Tipik bir Akdeniz bitkisi olan zeytin daha çok Ege, Akdeniz ve Marmara bölgelerinde yetişir
Yalnızca Doğu Karadeniz bölümünün kıyı kesiminde çay üretimi yapılır Bu kesimde çay üretimine ayrılan alanların toplamı 86 bin hektarı aşar 1988'de bu alanlarda yaklaşık 753 bin tondu
Hayvancılık Bazı bölgelerinde geniş çayırları, dağların yüksek kesimlerinde sulak yaylaları bulunan Türkiye, hayvancılık açısından oldukça büyük olanaklara sahip bir ülkedir Ama modern yöntemlerin kullanılmasını sağlayacak yatırımların gerçekleştirilememesi nedeniyle hayvansal üretimde verim düşük düzeyde kalmakta ve hayvancılık gerilemektedir
DİE verileri incelendiğinde toplam hayvan sayısının 1981'de 88 milyona yakınken 1984'te 68,5 milyona düştüğü görülür Et, süt, deri, yün, yapağı ve kıl üretiminde de aynı düşüşlere rastlanır En çok yetiştirilen hayvan koyundur Onu sığır, kıl keçisi, Ankara keçisi, eşek, at ve manda izler Kümes hayvancılığı, arıcılık ve ipekböcekçiliğinde durum biraz farklıdır Hayvancılığın bu dallarında az da olsa üretim ve verim artışları gözlenmektedir 1988'de toplam tavuk ve horoz sayısı 58 milyondan çok, hindi sayısı 3 milyona yakın, elde edilen tavuk yumurtası sayısı ise 6,8 milyar düzeyindeydi Aynı yıl yaklaşık 43 bin ton bal, 2 500 tona yakın balmumu ve 2 000 ton yaş koza elde edilmiştir Hayvanların beslenmesinde kullanılmak amacıyla 1988'de 275 bin hektarlık alanda, çoğu yonca olmak üzere önemli miktarda yem bitkileri üretilmiştir
Balıkçılık Türkiye su ürünleri açısından zengin bir ülkedir Ama bu zenginlik gerektiği biçimde değerlendirilmediğinden üretim miktarları düşüktür
1987'de avlanan tüm deniz ürünlerinin toplamı 580 bin tondan fazlaydı Deniz balıkçılığının yüzde 90'a yakın bölümü Karadeniz'de gerçekleştirilmekteydi (1985) Denizlerde avlanan balıkların yüzde 55'i hamsi, yüzde 19'u da istavrittir Kolyoz, palamut, sardalye, lüfer ile midye ve karides avlanan öteki deniz ürünleridir 1987'de elde edilen tatlı su ürünlerinin toplamı yaklaşık 42 bin tondur Avlanan başlıca tatlı su ürünleri sazan, alabalık, kefal, tur-nabalığı, yılanbalığı, yayınbalığı ve kerevittir Balıkçılığın son yıllarda gelişmeye başlayan bir dalı da gölet ve havuzlarda yapılan kültür balıkçılığıdır
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de sualtı canlıları da aşırı avlanma ve zehirli atıklar yüzünden yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır Örneğin, sanayi ve kent atıklarının boşaltıldığı İzmit Körfezi ile İzmir Körfezi'nin iç kesimi canlı yaşamı açısından günümüzde ölü bir deniz parçası halindedir Başka bazı kıyı kesimleri ile birçok akarsu ve göl de hızlı bir biçimde aynı duruma gelmektedir Zehirli atıkların sulara karışmasının yanı sıra aşın ve denetimsiz avlanma su ürünlerinin gerektiği gibi değerlendirilmesini engelleyen ve balıkçılıkla geçinenleri yoksulluğa iten nedenler arasında yer almaktadır
Ormancılık Türkiye yüzölçümünün yüzde 25,9'u (201 993 km2) ormanlarla kaplıdır Ama gerçekten orman sayılabilecek alanla-nn toplamı ülke yüzeyinin ancak yüzde 11,4'ünü (88 565 km2) kaplar Çünkü orman-lann yansından fazlası oldukça bozuk bir durumdadır
Hemen hemen tümü devlet mülkiyetinde olan ormanların yüzde 3'ünden az bir bölümü koruma alanı olarak ayrılmıştır; geri kalanında üretim yapılır Ormancılık çalışmaları Orman Genel Müdürlüğü tarafından yürütülür Tomruk, kâğıtlık odun, lif-yonga, maden direği, sanayi odunu ve tel direği ile yakacak odun temel orman ürünleridir Yakacak odunun Türkiye'de kullanılan enerji kaynakları arasında hâlâ önemli bir yeri vardır Sırık, çubuk, reçine, defne yaprağı, şimşir ve sığla yağı ise odun dışı yan orman ürünlerini oluşturur DİE verilerine göre 1988'de elde edilen, yakacak odun dışındaki temel orman ürünlerinin toplam miktarı yaklaşık 7,5 milyon m3, yan ürünlerinin miktarı da 12 bin ton kadardı Aynı verilere göre yakacak odun üretimi de 5 milyon tonu aşmaktaydı Oysa bazı tahminlere göre, kaçak kesimler de hesaba katıldığında yakacak odun üretimi bu miktardan çok daha fazladır
Doğal ve kültürel değerler açısından çeşitli zenginliklere sahip olan birçok alanın korunması ve bu alanlardan halkın yararlanması amacıyla bazı çalışmalar yapılmaktadır Bu çalışmaları yürüten kurum Orman Genel Mü-dürlüğü'ne bağlı Milli Parklar Dairesi Başkanlığadır
Türkiye'de günümüze kadar kurulmuş olan 21 ulusal park vardır Kapladığı toplam alan 260 bin hektarı aşan ulusal parklardan ilki olan Yozgat Çamlığı Milli Parkı 1958'de, sonuncusu olan Nemrut Dağı Milli Parkı ise 1988'de hizmete girmiştir Bunlardan en küçüğü Balıkesir ili sınırları içinde 64 hektarlık bir alanı kaplayan Kuş Cenneti Milli Parkı (1959), en büyüğü ise tümüne yakını Tunceli ilinde yer alan ve 42 bin hektarlık bir alanı kaplayan Munzur Vadisi Milli Parkı'dır (1971) Ulusal parklardan başka ülkenin çeşitli kesimlerinde, eşine ender rastlanan ve soyu tükenmekte olan doğal bitkiler ile yabanıl hayvan topluluklarının korunması için ayrılmış alanlar vardır Bu 18 doğal koruma alanının toplam yüzölçümü 25 bin hektardan fazladır Bunların başlıcalarından biri, uluslararası çapta önem taşıyan ve 17 200 hektarlık bir alanı kaplayan Sultansazlığı Tabiatı Koruma Alanı'dır (1988) Ayrıca birçok yörede 300'den çok orman içi dinlenme yeri vardır Bazılarında 4 000'i aşkın geceleme birimi bulunan orman içi dinlenme yerleriyle, doğal ve ulusal parklardaki kamp yerleri doğayla başbaşa eğlenmek ve dinlenmek isteyenlere hizmet verir Soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan bazı av hayvanlarının korunması ve üretilmesi amacıyla düzenlenmiş olan 100'den fazla alan ve istasyon vardır Avlaklarda yaşayan tüm yabanıl hayvanlar ile av hayvanlarının korunması, denetlenmesi, ve avcılığın düzlenmesi çalışmaları Orman Genel Müdürlüğü tarafından sürdürülür Bu kurum sportif balıkçılık amacıyla orman içi sularda balık yetiştirilmesi için kurduğu istasyonlarda alabalık ve aynalı sazan üretir Pekin ördeği üretimi çalışmaları da yapan bu kurumun ürettiği yavru balıklar kültür balıkçılığında ve baraj göllerinin balıklandırmasında da kullanılır
Yeraltı Kaynaklan Türkiye yeraltı kaynaklan açısından fazla zengin bir ülke sayılmaz Ülke topraklarında varlığı saptanmış olan metal cevheri ile sanayi ve enerji hammaddesi yataklarının toplam dünya rezervleri içindeki payı ancak binde 3 düzeyindedir Kişi başına maden üretimi ise dünya ortalamasının yaklaşık üçte biri kadardır
Yeraltı kaynakları Osmanlı döneminde yabancılar ile azınlıklara ait bazı şirketler tarafından işletiliyordu Anadolu'nun batı kesiminde yer alan boraks, cıva, krom, kurşun, kükürt, linyit ve zımpara taşı ile Zonguldak' taki taşkömürü yatakları Osmanlı Devleti'n-den birtakım ayrıcalıklar elde etmiş olan bu şirketlerin elindeydi Yabancı şirketler ilkel yöntemlerle gerçekleştirdikleri üretim sonucunda çıkarttıkları cevherleri sanayi hammaddesi ve enerji hammaddesi gereksinmesini karşılamak amacıyla Batı Avrupa ülkelerine gönderiyordu Cumhuriyetin ilanından sonra, özellikle 1930'larda ülke ekonomisinin ulusal kaynaklara dayalı olarak geliştirilmesini öngören bazı önlemler alındı Bu önlemlerden biri de yabancı şirketlerin elindeki madenlerin satın alınarak ulusal şirketler tarafından işletilmesiydi 1935'te maden arama ve işletme hakları yeniden düzenlendi ve bu doğrultuda çalışmalar yürütmek amacıyla Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) ile Eti-bank kuruldu Bunun sonucunda 1940'lann sonuna kadar madencilik alanındaki üretim dört kat arttı Aynı yıllarda MTA'nın Raman Dağı ile Garzan'da petrole rastlaması üzerine petrol arama ve petrol üretimi çalışmaları hız kazandı Bu çalışmaları yürütmek üzere 1954'te Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) kuruldu Günümüzde ülkenin değişik kesimlerinde kamuya, özel kesime ve yabancılara ait birçok şirket yeraltı kaynaklarımızın aranması ve çıkartılmasına ilişkin etkinliklerde bulunmaktadır
Türkiye'deki başlıca metal cevherleri alüminyum, bakır-kurşun-çinko-pirit, cıva, demir, krom ve manganezdir Alüminyum cevheri yataklarına daha çok Adana, Antalya, Hatay, Konya, Malatya ve Muğla illerinde rastlanır Bakır-kurşun-çinko-pirit cevherlerine en çok rastlanan iller Artvin, Balıkesir, Elazığ, Giresun, Kastamonu, Kayseri, Malatya ve Niğde'dir Başlıca cıva cevheri yatakları Balıkesir, İzmir, Konya, Niğde ve Uşak ille-rindedir Adana, Aydın, Balıkesir, Elazığ, Kayseri, Malatya ve Sivas en çok demir cevheri bulunan illerdendir Türkiye'nin dışarıya sattığı mallar arasında ön sıralarda yer alan krom cevheri en çok Adana, Elazığ ve Muğla illerinden çıkarılır Başlıca manganez yatakları ise Artvin, Gaziantep, Muğla, Trabzon ve Zonguldak illerindedir
Sanayi hammaddelerinden en önemlileri bor mineralleri, fosfat, kükürt, magnezit, mermer, lületaşı ve zımparataşıdır Bor minerallerine Balıkesir, Bursa, Eskişehir ve Kütahya; fosfat yataklarına Mardin; kükürt yataklarına İsparta; magnezit yataklarına Çankırı, Erzincan, Eskişehir ve Konya; mermer yataklarına Afyonkarahisar, Balıkesir, Denizli, Giresun, Hakkâri, İzmir, Kırklareli, Kırşehir, Konya, Kütahya, Muğla, Sivas ve Yozgat; lületaşı yataklarına Eskişehir; zımpa-rataşı yataklarına da Aydın, Denizli ve Muğla illerinde daha çok rastlanır
Bitümlü şist, asfaltit, linyit, taşkömürü, toryum, uranyum ile jeotermal kaynaklar, doğal gaz ve petrol Türkiye'de varlığı saptanan başlıca enerji hammaddeleridir En büyük rezervli linyit yatakları Doğu Anadolu, Ege ve
Marmara bölgelerindedir Taşkömürü yataklarının büyük bölümü Zonguldak Hindedir En zengin uranyum yatakları Manisa, Uşak ve Aydın illerinde, toryum yatakları ise Eskişehir Hindedir Türkiye'nin başlıca doğal gaz kaynaklannın Trakya havzası ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde olduğu bilinmektedir En büyük rezervin bulunduğu Trakya'daki Hamitabat'ta üretim yapılmaktadır Petrol rezervlerinin tümüne yakını Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndedir Bu bölgede yerli ve yabancı birçok şirket tarafından petrol üretimi yapılmaktadır Jeotermal enerji kaynakları daha çok Ege, Marmara, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde yoğunlaşmış durumdadır
Ayrıca bak ANADOLU; AKDENİZ; AKDENİZ BÖLGESİ; EGE BÖLGESİ; EGE DENİZİ; KARADENİZ; KARADENİZ BÖLGESİ; MARMARA BÖLGESİ; MARMARA Denîzİ; İç Anadolu Bölgesî; Dîcle IrmağI; Doğu Anadolu Bölgesî; Firat Irmağl Güneydoğu Anadolu Bölgesİ; Kizilirmak; Kuzey Anadolu Dağlari; Sakarya Irmağl Toroslar; Tuz Gölü; Ulusal Parklar; Van Gölü
Nüfus
1990'da yapılan nüfus sayımının geçici sonuç-lanna göre Türkiye'nin nüfusu 56 969 109'a ulaşmıştır 1985 sayımına göre Türkiye nüfusunun yüzde 10'u Trakya, yüzde 13,1'i Karadeniz, yüzde 19,4'ü Marmara ve Ege, yüzde 9,2'si Akdeniz yüzde 7'si Batı Anadolu, yüzde 24,1'i İç Anadolu, yüzde 4,8'i Güneydoğu Anadolu ve yüzde 12,4'ü Doğu Anadolu'da yaşamaktaydı Gene aynı sayım sonuçlarına göre Türkiye nüfusunun yüzde 48,90'ı kırsal, yüzde 51,10'u kentsel alanlarda yaşıyordu
Osmanlı İmparatorluğu döneminde toplanacak vergilerle askere alınacak nüfusu saptamak ve toprak-nüfus ilişkisini belirlemek amacıyla çeşitli dönemlerde nüfus sayımlan yapılmıştır Pek başarılı olmayan bu nüfus sa-yımlannm ilki Rumeli ve Anadolu'daki Osmanlı topraklarında gerçekleştirilen ve yalnız erkeklerin sayıldığı 1831 sayımıdır Türkiye Cumhuriyeti'nde çağdaş tekniklerin kullanıldığı ilk nüfus sayımı 1927'de yapılmıştır Bunu 1935'teki ikinci nüfus sayımı izlemiştir Bu tarihten sonra 1990'a kadar, sonu sıfır ve beş ile biten her beş yılda bir nüfus sayımı yapılması çıkartılan bir yasayla öngörülmüş ve 1990'a kadar uygulanmıştır 1990'da yasada gerçekleştirilen bir değişiklikle nüfus sayımlarının 10 senede bir yapılması kararlaştırılmıştır
Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Türkiye' nin nüfusu 11-12 milyon dolaylarında tahmin edilmekteydi 1927 sayımında 13 648 270 olarak belirlenen nüfusun büyük çoğunluğu kırsal alanda yaşamaktaydı Yıllarca süren savaşlar ve salgın hastalıklar nedeniyle genç nüfusun toplam içindeki payı çok azdı Erkeklerin sayısı da kadınların oldukça gerisindeydi 1990'a gelindiğinde nüfus yaklaşık dört kat artmış, toplam nüfus içinde genç nüfus egemen duruma gelmiştir Günümüzde Türkiye nüfusunun en önemli özelliklerinden biri genç olmasıdır
Cumhuriyetin ilk yıllarından 1960'a kadar Türkiye'de nüfus artırıcı bir politika egemen olmuştur Bu politikanın kökleri ekonomiyi olumsuz etkileyen bir nüfus azlığının söz konusu olduğu Osmanlı dönemine kadar uzanmaktaydı Sürekli savaşlar, salgın hastalıklar ve halk sağlığına ilişkin önlemlerin yetersizliği nüfus artış hızını olumsuz etkileyen etmenlerin başlıcalarıydı Türkiye'nin kalkınmasında o yıllarda tarımsal üretimin artması temel alınmaktaydı Tarımsal üretimse bütünüyle insan gücüne dayanıyordu Ayrıca yeni kazanılmış olan bağımsızlığın korunması için gerekli olan askeri gücün temel öğesini o yıllarda da insan gücü oluşturuyordu Bu koşullar cumhuriyet hükümetlerini nüfus artırıcı bir politika izlemeye yöneltti Bu politika bir yandan doğumları artırmak, öte yandan ölümleri azaltmak yönünde yoğunlaştı Doğumları artırmak için beş ve daha çok çocuklu ailelerden "yol vergisi" almamak; altı ve daha çok çocuklu ailelere ikramiye ve madalya vermek gibi özendirici yollara başvuruldu Gebeliği önleyici ilaç ve araçların satılması yasaklanırken, kürtaja ağır cezalar kondu Ölüm oranlarını azaltmak amacıyla salgın hastalıkların önünün alınması için yoğun bir çabaya girildi Nüfus artışını özendiren bu politika 1960'lara kadar sürdürüldü
Uygulanan nüfus politikaları 1945'ten sonra Türkiye'nin nüfus artış hızını yüzde 2,5'in üzerine çıkarmıştı 1960'lara gelindiğinde bu kez nüfus patlaması sonucu hızla büyüyen nüfusun ekonomik ve toplumsal gereksinimlerini karşılamakta zorluklar belirmeye başladı Ekonomik büyümenin istenilen düzeye erişmemesi ve genç kuşaklara ekonomiye olumlu katkıda bulunacak iş olanaklarının sağlanamaması nüfus sorununu yeniden güncelleştirdi Bu kez eskiden uygulanan nüfus artışını özendiren politikanın yerine nüfus artışını azaltıcı politikalar aranmaya başlandı Değişen nüfus politikası çerçevesinde gebeliği önleyici ilaç ve gereçlerin satışı ve kullanımıyla bu konuda eğitim etkinlikleri serbest bırakıldı 1965'te çıkartılan Nüfus Planlaması Hakkında Kanun ailelerin istedikleri kadar çocuk sahibi olabileceklerini, daha fazla çocuk sahibi olmak istemeyenlerin gebeliği önleyici önlemler alabileceklerini öngörüyordu Ama nüfus artış hızını azaltıcı politikalar 1983'e kadar pek etkili olmadı Bu tarihte çıkartılan bir yasa ile belli koşullarda gebeliğin önlenmesi ve kısırlaştırma serbest bırakıldı Nüfus planlaması doğrultusunda yoğun bir eğitim ve propaganda çalışmasına girişildi
Hızlı nüfus artışı nedeniyle Türkiye Avrupa'nın en genç nüfusuna sahip ülkelerinden biridir Türkiye'de genç nüfusun (0-25 yaş) 1970'te toplam nüfus içinde payı yüzde 57,3'ten 1980'de yüzde 58,7'ye çıkmıştır Aynı yıllar içinde ekonomik açıdan çalışabilir durumda olan 15-25 yaş arasındaki nüfusun toplam nüfus içindeki payı yüzde 43,2'den yüzde 48,9'a yükselmiştir Bu durum gençlere ilişkin, iş bulmaktan eğitime kadar, çözülmesi gereken bir dizi sorunu da gündeme getirmiştir
1927'de toplam nüfus içinde kırsal kesimde yaşayanların oranı yüzde 83,62 (11 412 185), kentte yaşayanların oranı ise yüzde 16,38'di (2 236 085) 1990'a gelindiğinde kentsel alanda yaşayanların toplam nüfus içindeki oranı yüzde 59'a (33 666 967), kırsal alanda yaşa-yanlannki ise yüzde 41'e (23 302 142) ulaştı Kentsel işlevleri açısından cumhuriyetin ilk yıllarında belirli bir düzeye erişmiş yalnız iki kent, İstanbul ve İzmir varken bu sayı günümüzde çok daha artmış durumdadır Kentsel nüfusun toplam nüfus içindeki bu artışına 1950'den sonra hız kazanan köyden kente göç olgusu neden olmuştur Ama bu olgu başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere birçok kentte büyük nüfus yığılmalarına ve sağlıksız gecekondu bölgelerinin oluşmasına yol açmıştır
Ekonomi
Planlı bir karma ekonominin yürürlükte olduğu Türkiye yeni sanayileşen ülkeler arasında sınıflandırılmaktadır Özellikle son 10 yıl boyunca devletin ekonomideki yerini ve rolünü sınırlayıcı politikalar izlenerek, pazar güçleri ve ilişkilerinin önemi artırılmıştır 1989'da Türkiye'de gayri safi milli hasıla (GSMH) 170,679 trilyon Türk Lirası (79,554 milyar ABD Dolan), kişi başına GSMH ise 3 730 000 Türk Lirası (1 432 ABD Dolan) dolayındaydı
Osmanlı Devletinden Devralınan Yapı Tür -kiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu'ndan bütünüyle çökmüş bir ekonomik yapı devralmıştı Ağır dış borçlar altında ezilen, yan sömürgeleşmiş bu ekonomik yapı 19 yüzyıl boyunca batılı güçlerin sürekli ekonomik baskılan sonucu ortaya çıkmıştı Başta İngiltere olmak üzere batının sanayileşmiş kapitalist ülkeleri ile önce serbest ticaret ve borçlanma ile başlayan ekonomik ilişkiler sonunda imparatorluğun batının bir açık pazarı olmasına yol açmıştı Osmanlı ekonomisi tarıma dayanıyordu Sanayi ise küçük işletmelerden oluşuyordu Sanayinin önemli bölümü yabancılar ile azınlıkların denetimindeydi Dış ticaret ise bütünüyle azınlıkların elindeydi Türk ve Müslüman tüccarlar ağırlıklı olarak iç ticaretle uğraşmaktaydılar
II Meşrutiyet'in ilanını (1908) izleyen yıllarda siyasal iktidarı elinde tutan İttihat ve Terakki Fırkası, ulusal bir kapitalizm kurma doğrultusunda bazı adımlar atmıştı "Milli ekonomi" görüşüyle yola çıkan İttihat ve Terakki yöneticilerinin ekonomik bağımsızlığa ilişkin görüşleri, devletin egemenlik haklarını zedeleyen, yabancı ülkelere tanınmış ayrıcalıkların kaldırılmasıyla sınırlıydı Bunun sonucu olarak, yasal ayrıcalıklar ve siyasal istekler içermemesi koşuluyla dış borçlanma özendiriliyordu Ayrıca I Dünya Savaşı yıllarına kadar yerli sanayiyi koruyucu bir gümrük politikası da izlenmemişti Bu ekonomik yaklaşım, 20 yüzyıl başlarındaki Osmanlı toplumunun koşullarında sanayinin gelişmesini engelleyen etmenlerdendi Ayrıca 1908'i izleyen 14 yılın üst üste gelen isyan ve savaşlarla geçmesi alınabilecek önlemleri de etkisiz kılmış ve ekonomiyi tümüyle iflasa sürüklemişti Kurtuluş Savaşı sona erdiğinde, ekonominin belkemiğini oluşturan tarımsal üretim savaş öncesine göre yarı yarıya azalmıştı
1923-29 Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti'yle siyasal ve yönetsel tüm bağlarını koparmış genç bir devletti, ama ekonomik yönden geçmişle ilgili tüm bağlar atılamamış-tı 1923^29 arasında Türkiye'nin izlediği ekonomi politikalarının belirlenmesinde, devralınan ekonomik miras ve 1908 sonrası uygulanmaya çalışılan ulusal kapitalizmi kurma eğiliminin sürmesi önemli rol oynamıştır Korumacı ve yerli sanayiyi özendirici bir politika milli ekonomi görüşünün temel yönelişiydi Amaçlanan, devlet desteğiyle yerli ve ulusal bir sermaye sınıfı yaratmaktı Bu, çağdaşlaşmanın ve gelişmenin temeli olarak görülüyordu Ne var ki, bu yaklaşımın önündeki en büyük engel Lozan Barış Antlaşması'nın bazı maddeleriydi Bu antlaşma yeni Türk devletinin siyasal ve ekonomik bağımsızlığı yönünden son derece önemli olan kapitülasyonları kaldırmakla birlikte, Osmanlı borçlarının yaklaşık üçte ikisini Türkiye Cumhuriyeti'nin üstlenmesini de öngörüyordu Ayrıca Lozan Antlaşması'na ek olarak imzalanan Ticaret Sözleşmesi beş yıl süre ile Türkiye'nin yabancı ülkelere karşı uygulayabileceği ekonomi politikalarını dondurmasını, bazı özel koşullar dışında dışalım ve dışsatım yasaklarının kaldırılarak yenilerinin konmamasını ve 1916 gümrük tarifelerinin beş yıl süreyle değiştirilmeden uygulanmasını getiriyordu Böylece beş yıl süreyle Türkiye'nin gümrük gelirlerini artırmaya ya da sanayiyi dış rekabetten korumaya dönük bir politika izlenmesi engellenmekteydi
Şubat 1923'te yeni Türk devletinin izleyeceği ekonomi politikalarını saptamayı amaçlayan İzmir İktisat Kongresi toplandı Bu kongrenin amaçlarının başında Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara ile sağlıklı bir bağ kuramamış olan İstanbul ve İzmir'deki Türk-Müs-lüman sermaye çevrelerinin yeni yönetim kadrolarıyla bütünleşmesini sağlamaktı Bunun yanında dış dünyaya, Kurtuluş Savaşı'nı yöneten önder kadroların toplumdaki tüm kesimlerin yalnız siyasal değil, ekonomik istekler açısından da meşru temsilcileri oldukları gösterilmek isteniyordu Ayrıca kongre, yabancı sermaye çevrelerine Osmanlı Impara-torluğu'ndan devralman liberal ekonomi politikalarında ve yabancı sermayeye karşı tutumda köklü değişiklikler olmayacağını da sergilemeyi amaçlıyordu
İzmir İktisat Kongresi, "mesleki temsil" ilkesine göre örgütlendi Buna göre kongreye çiftçi, tüccar, sanayici ve amele (işçi) temsilcileri katıldı Kongrenin en örgütlü kesimini tüccarlar oluşturmaktaydılar Bu kesim kongreden, tekellerin kaldırılması, hükümetin de ortak olacağı bir ticaret bankasının kurulması, deniz ticareti ile gümrük işlemlerinin yeniden düzenlenmesi, yabancı sermaye girişinin yeniden biçimlendirilmesi, yabancı sermayenin Türkler'le ortaklığa zorlanması gibi birçok karar çıkardı Kongrenin ikinci etkin grubunu oluşturan çiftçilerin kongreye kabul ettirdikleri kararların başında aşann (öşür) kaldınlması ve tanmsal kredi olanaklarının artırılması geliyordu Kongreye katılan sanayiciler, sanayinin gümrük yoluyla dış rekabetten korunmasını, sanayi bankasının kurulmasını,
Teşvik-i Sanayi Kanunu'nun yeniden düzenlenmesini içeren kararlar aldırdılar Öte yandan, işçilerin ücretlere ve çalışma koşullarına ilişkin isteklerinin çoğu tüccar ve sanayici gruplarınca reddedilirken, sekiz saatlik işgünü, ücretli hafta tatili, amele yerine işçi denmesi gibi bazı istekleri kabul edildi
Kongreye egemen olan hava, ekonominin kendi kuralları içinde işlemesine devletin hiçbir biçimde karışmamasıydı Devlet büyük altyapı yatırımlarını üstlenecek ve özel girişimi geliştirecek önlemler alacaktı Bu ekonomi politikasının temelinde, devlet desteği ile yeni bir ulasal sermaye sınıfı yaratmak ve bunların yabancı sermaye ile oluşturacakları işbirliği ve ortaklıkla ülkenin sanayileşmesini gerçekleştirmek yatıyordu Bazı zorunlu sınırlamalar dışında İzmir İktisat Kongresi'nin aldığı kararlar 1930'a kadar Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomi politikalarını biçimlendirdi
Cumhuriyet döneminin 1923-29 arasını kapsayan bu ilk yıllarında ulusal ekonomiyi geliştirmek için çeşitli alanlarda adımlar atıldı Tarımda pazara yönelik üretimi özendirmek ve kapitalizmin gelişmesine ayak bağı olan engelleri ortadan kaldırmak amacıyla bir dizi önlem alındı Yurtdışından getirilen tarım araçlarının Ziraat Bankası aracılığıyla üreticiye gümrüksüz dağıtılması, tarım kredilerinin artırılması, 1926'da yürürlüğe giren Medeni Kanun'la temel üretim aracı olan toprakta özel mülkiyetin yasal olarak güvence altına alınması ve toprağın alınıp satılabilmesinin kolaylaştırılması bu önlemlerin Önde gelenleriydi Bu doğrultuda atılan bir başka önemli adım devlet gelirleri içinde büyük bir yeri olan aşarın 1925'te kaldırılması oldu Aşar Osmanlı Devleti'nin vergi olarak çiftçinin ürününün onda birini almasıydı Ürün olarak alınan bu verginin kalkmasıyla üretici devlete verdiği ürünü pazarda satma olanağını kazandı
1923-29 döneminde ulusal girişimcilerin ve ulusal sanayinin yaratılıp geliştirilmesi doğrultusunda atılan adımların başında 1925'te Sanayi ve Maadin Bankası'nın kurulması gelir 1932'ye kadar etkinlikte bulunan bu banka, kendisine devredilen Hereke, Feshane, Bakırköy Bez, Beykoz Deri ve Kundura fabrikalarını uygun koşullarda özel sektöre devredinceye kadar işletmek, özel sektöre kredi sağlamak, özel sektörle ortaklık kurmak gibi amaçlar için kurulmuştu Ayrıca 1927'de Teş-vik-i Sanayi Kanunu'nun kapsamı değiştirilerek sanayicilere çok geniş bağışıklık ayrıcalık ve özendirme olanakları tanındı Ama tüm çabalara karşın sanayinin tarım ürünlerini işleme, madencilik ve dokuma alanlarına yoğunlaşması engellenemedi Sanayi temel tüketim mallarını bile üretemiyor, bu tür malların çok büyük bölümü dışalımla karşılanıyordu
Cumhuriyet yönetimi yabancı sermayeyi belirli koşullarda özendirmeyi ilke olarak benimsemişti Ama yarı sömürge Osmanlı ekonomisinden arta kalan ve yaşamsal önemi olan bazı yabancı tekel ve işletmelerin kamulaştırılmasından da kaçınılmadı Önce yabancı sermayenin elinde bulunan çeşitli demiryolu hatları kamulaştırıldı Ardından 1926'da Türk limanları arasında denizyoluyla yolcu ve yük taşıma hakkı (kabotaj) yabancılara yasaklandı Bu atılımları Osmanlı döneminin olumsuz ekonomik miraslarından biri olan Reji İdaresi'nin satın alınarak kamulaştırılması izledi Kibrit, alkol, ispirto, petrol ve şeker başta olmak üzere bazı malların dışalımı ve ticareti yerli ya da yabancı tekellere bırakıldı
1924'te kurulan Türkiye İş Bankası yerli ve yabancı sermaye ile cumhuriyetin siyasal kadroları arasında yakın ilişkilerin oluşmasında
önemli bir rol oynamıştır Genel müdürlüğüne İmar Vekilliği'nden (Bayındırlık Bakanlığı) ayrılan Celal Bey'in (Bayar) getirildiği bankanın kurucuları etkin siyasetçiler ile zengin tüccarlardı İlk yönetim kurulu ise tümüyle milletvekillerinden oluşuyordu İş Bankası ile ilişkili siyasetçiler sermaye çevreleriyle devlet arasında önemli bir köprü oluşturdular Bunlar birçok ekonomik kararın sermaye çevrelerinin istekleri doğrultusunda yönlendirilmesinde çok etkili olan bir baskı grubu rolü oynadılar
1920'lerin sonuna gelindiğinde uygulanmakta olan ekonomi politikasının özellikle sanayide başarılı olmadığı görülmeye başlandı Özel kesime öncelik veren sanayileşme politikası temel tüketim mallarının yerli üretimini bile sağlayamamıştı Ticaret, bankacılık ve benzeri alanlarda elde edilen kârların ya da tarımsal ürün fazlasının sanayi yatırımına dönüştürülememesi başlıca sorundu Ticarette kısa dönem kârlarının yüksekliği sanayiye yatırım yapılmasını engelleyen bir Öğeydi İzmir İktisat Kongresi'nden sonra cumhuriyetin siyasal kadrolarının devlet yardımıyla sermaye birikimini sağlama çabalan başarılı olmamıştı Bu nedenle, bir bölümü siyasal kadrolardan kaynaklanan yerli sermaye sınıfının oluşması ve yabancı sermaye ile eşit koşullarda işbirliği içine girip sanayileşmeyi sağlaması da gerçekleşmemişti
1930-39 1929'da batı dünyasında patlak veren büyük ekonomik bunalımın etkisiyle Türkiye'nin yurtdışına sattığı tarımsal ürün fiyatlarında büyük düşmeler oldu Bu, devlet gelirlerinin azalmasına yol açtı Ayrıca aynı yıl Osmanlı borçlarının ilk taksidinin ödenmeye başlanması, bunalımın devlet gelirleri üzerindeki olumsuz etkisini daha da artırdı 1929'da Lozan Barış Antlaşması'nın getirdiği ekonomik sınırlamaların kalkmasıyla devlet gümrük vergilerini yükseltme olanağına kavuştu Sanayileşmede uğranılan başarısızlık ve Büyük Dünya Bunalımı'nda hemen hemen bütün ülkelerde devletin ekonomideki etkisinin artması Türkiye'de de 1923-29 yılları arasında uygulanan liberal ekonomi politikalarından uzaklaşılmasında etkili oldu Ayrıca 1930'da Atatürk'ün emriyle kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası geniş halk yığınlarında var olan hoşnutsuzluğun ne kadar yaygın ve ciddi olduğunu göstermişti Yönetici kadrolar ciddi bir ekonomik atılım dönemine girilmemesi durumunda önemli siyasal sorunlarla karşılaşacağı düşüncesindeydiler
1930-39 dönemi korumacı ve devletçi ekonomi politikalarının izlendiği yıllar olmuştur Bu dönemin temel niteliği kapitalistleşme sürecini hızlandırmak için devletin ekonomik etkinliğinin yüksek bir düzeye ulaşmasıdır
Bu dönemde Türkiye ekonomisi devlet eliyle ulusal bir sanayileşme deneyimine girişti Başlangıçta korumacı önlemlerle dış ticaret alanında daha etkin bir rol üstlenen devlet giderek yatırımcı, işletmeci ve denetleyici olarak ekonomiye egemen oldu 1930-39 yılları arasındaki bu dönemi, yalnız korumacı önlemlerle yetinilen 1930-31 yılları, devletçi uygulamalara geçişin gerçekleştiği 1932 yılı ve devletçiliğin uygulandığı 1933-39 yılları olarak bölümleyebiliriz
1930 sonrası yabancı sermayeye karşı önemli bir tavır değişikliği içine girildi Bunalım koşullarında azalmış bulunan özel dış yatırımlara karşı olumsuz bir tavır alındı Madencilik kesimindeki yabancı işletmeler ile yabancı şirketlerin hisselerini devlet satın aldı Yabancı şirketlere ait tekeller ve İstanbul'da yabancı şirketlerin yürüttüğü belediye hizmetleri de kamulaştırıldı Bu dönemde İngiltere ve Rusya''dan az miktarda dış kredi alındı
Tarımsal üretim ile ticaretin de devletçe desteklenmesi ve denetlenmesi yoluna gidildi Bunun gerçekleştirilmesi için ya buğdayda olduğu gibi devlet kuruluşları pazara doğrudan alıcı olarak girdi ya da tarımsal hammaddeyi kullanan sanayinin büyük bölümünü elinde tuttuğu için, örneğin şekerpancarı ve pamuk fiyatlarını belirleyebildi Yurtdışına satılan tarım ürünlerinde denetim tarım satış kooperatifleri aracılığıyla sağlanıyordu Sanayide ise fiyat kontrolleri ve hükümete verilen çeşitli yetkilerle denetim kurulmaktaydı Tüm bu denetimlerin yanında dönemin en belirleyici yanı devletin doğrudan yatırımcı ve üretici işlevler yüklenmesidir
Devletin bu tür etkinlikleri 1934'te uygulanmaya başlayan Birinci Beş Yıllık Sanayi Pla-nı'yla düzenlenmiştir Devlet tarım ürünlerinin işlenmesini, madenlerin değerlendirilmesini sağlayacak ve dışalımla sağlanan sanayi ürünlerinin yerini alacak yatırımlara girişti Sanayileşme öncelikle dokuma, şeker gibi tüketim mallarıyla o yıllarda önem verilen eğitim ve yapım işlerinin iki temel maddesi olan kâğıt ve çimento üretiminde yoğunlaştı 1930'ların sonlarında Türkiye artık "üç beyazlar"!, yani un, şeker ve dokumayı dışarıdan almaya gerek duymayacak duruma gelmişti
Devletçi ekonomi politikalarının uygulandığı 1929-39 yılları Türkiye'nin sanayileşme doğrultusunda en büyük adımları attığı yıllar olmuştur Ayrıca bu sanayinin ekonominin öz gücüyle gerçekleştirilmiş olması önemlidir
Bu dönemde dış ticaret açığı da ortaya çıkmamıştır
1940-50 Türkiye 1939'da çıkan II Dünya Savaşı'na girmemesine karşın, savaşın yarattığı güçlüklerden oldukça etkilendi Bu nedenle 1940-45 yılları arasında uygulanan ekonomi politikaları savaşın yarattığı iç ve dış koşullarca belirlenmiştir Dışalım bu dönemde yarı yarıya azaldı Öte yandan yetişkin nüfusun önemli bir bölümünün askere alınması, özellikle tarımsal alanda büyük üretim düşmelerine yol açtı Savaş nedeniyle savunma harcamalarının bütçeye egemen olması sanayi yatırımlarının ertelenmesini gerektirdi Kısaca, 1940-45 yıllan ekonomik gelişmenin durduğu ve gerilediği bir dönem oldu
1940-45 yıllan arasında devletçilik daha katı bir biçimde uygulanmıştır Bu dönemde devlet savaş nedeniyle özel girişim ve ticaret etkinlikleri üzerinde daha sıkı bir denetim kurmaya yöneldi Bu amaçla 1940'ta çıkartılan Milli Korunma Kanunu'yla çalışan kesime ücretli iş yükümlülüğü, ücretlerin sınırlandırılması, çalışma süresinin uzatılması gibi hükümler getirildi Aynca bu yasa hükümete özel işletmelere geçici el koyma, iç ticarette en yüksek, dışandan alınan mallardaysa en düşük fiyatlan belirleme, temel tüketim mallarının vesikayla (karneyle) dağıtımı gibi önlemler alma yetkisi de veriyordu Ne var ki, piyasa denetimine gidilen her alanda karaborsanın, istifçiliğin, rüşvet ve iltimasın önüne geçilemedi 1942'de savaştan doğan aşın kârları devlete aktarmak amacıyla hazırlanan Varlık Vergisi yürürlüğe girdi Bir kere için alınacak olan bu verginin miktarını saptama yetkisi komisyonlara verilmişti Yasa metninde ırk ve din aynmı bulunmamasına karşın, Varlık Vergisi uygulamasında toplanan verginin yandan çoğunu azınlıklar ödedi Varlık Vergisi'nin büyük ölçüde dışında tutulan ta-nm kesimiyse 1944'te çıkartılan Toprak Mahsulleri Vergisi ile vergilendirildi
Savaş sonrası dünyada ve Türkiye'de yeni bir ekonomik ve siyasal yapılanma döneminin başlangıcı olmuştur Türkiye'de 1946 yılı tek parti yönetiminden çok partili parlamenter sisteme geçiş yılıdır Yasal ve siyasal alanda gerçekleşen değişiklikler, devlet sektöründe baş gösteren para sıkıntısı, iş çevreleri, çiftçiler, aydınlar ve siyasetçilerce yürütülen sert muhalefet, 1946 sonrasında devletin ekonomiye müdahalesinin sınırlandırılmasında etkili oldu Ayrıca savaş sonrasında yakın ilişkilerin kurulduğu batılı devletler, Türkiye'de de kendi ülkelerindekine benzer bir ekonomik yapının yerleşmesini istiyor ve bu yönde değişik kanallardan etkide, hatta baskıda bulunuyorlardı Bu etkilerin büyük bölümü 1947'den sonra alınmaya başlayan dış yardımlar nedeniyle ekonomik yönden kazanan ABD'den geliyordu Böylece daha önce uygulanmakta olan korumacı, dış ticaret dengesine dayalı ve içe dönük ekonomi politikalarından adım adım uzaklaşılmaya başlandı Özel sermayenin daha önce kendisine kapatılmış bazı alanlarda etkinlikte bulunmasına izin verildi Döviz ve hammadde dağıtımında devlet işletmelerine tanınan öncelikler azaltıldı Dışalım serbestleştirilerek yabancı sermayenin gelmesi için çalışmalara başlandı 1947'de Türkiye Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve 1948'de Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü' ne üye oldu Bu dönemde önce Truman Doktrini, ardından Marshall Planı çerçevesinde yardım alınmaya başlandı
1950-60 Bu döneme damgasını vuran Demokrat Parti, 1950 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'ni yenilgiye uğratarak iktidara gelmişti Demokrat Parti devletin ekonomik etkinliğinin kamu yararı olan dallar ve temel sanayi kollarıyla sınırlı kalmasını öngörmekteydi Devletin ekonomik etkinliklerinin amacı ulusal ekonomiyi geliştirmek ve halkın zorunlu gereksinimlerini karşılamak olacaktı 1950'nin ilk yıllarında ekonomide hızlı bir gelişme süreci başladı Bunda, tarımın makineleşmesi, tarımsal üretim artışı, dış borçlanma kaynaklarının genişlemesi, Kore Savaşı nedeniyle dünya pazarlarında tarımsal ürün fiyatlarının yükselmesi rol oynamıştır Tarımsal üretimdeki artışı, yeni toprakların işletmeye açılması, tarımda ileri teknolojinin kullanılmaya başlanması ve doğal koşulların elverişli gitmesi sağladı Tarım kesimindeki bu gelişmeler öbür kesimleri de etkileyerek sanayi ve hizmet sektörlerinde de önemli gelişmelere yol açtı 1950-53 yıllarında sanayi, ulaştırma (limanlar ve karayolları), enerji ve öbür alanlarda geniş çaplı yatırımlar yapıldı
1954, savaş sonrasında görülen hızlı büyümenin durduğu ve ekonominin bunalıma doğru sürüklendiği yıl oldu Kötü doğa koşulları nedeniyle tarımsal ürünün düşmesi, yavaş yavaş ekilebilir alanların sınırına ulaşılması, Kore Savaşı'nın sona ermesiyle dışarıya sattığımız mallara talebin azalması dışsatımla elde edilen gelirlerde bir düşme yarattı Dış gelirlerin, dışalımdaki artışa uygun bir gelişme gösterememesi, dış ticaret açığının hızla büyümesini ve dış borçlarla ABD yardımının da bu açığı karşılayamamasını doğurdu Bunun sonucu olarak 1955'ten sonra dışarıdan alınan hammadde, makine ve donanım, yedek parça gibi mallarda başlayan kıtlık daha çok özel sermaye yatırımlarını sekteye uğrattı Ekonominin içine girdiği bu bunalım Demokrat Parti hükümetini dışalımı kısıtlamak, dışarıdan lüks mal alımını önlemek gibi dış ticareti denetleyici ekonomi politikalarına yöneltti Yeni kredi bulmada karşılaşılan güçlükler, dışarıdan alman tüketim mallarının büyük ölçüde devlet yatırımlarıyla ülke içinde üretilmesi eğilimini güçlendirmişti Milli Korunma Kanunu yeniden yürürlüğe konarak birçok malın fiyatı devletçe denetlenmeye başlandı Katı bir biçimde uygulanan bu önlemler bir süre için fiyat artışlarını durdurdu Ama kâr düzeyleri hükümetçe belirlendiği ve saptanan fiyatlar özel sermaye kesimlerine yeterli gelmediği için üretimi engelleyen tıkanıklık yeniden görülmeye başlandı Ayrıca alman tüm önlemlere karşın dış ticaret açıkları süreklilik kazandı
Bu durum karşısında Demokrat Parti hükümeti 1958'de ekonomik bunalıma son vermek amacıyla köklü ekonomik önlemler alma yoluna gitti Türk parasının değeri dolar karşısında büyük oranda düşürüldü Uygulanmakta olan kontrollü dış ticaret politikasından uzaklaşıldı Milli Korunma Kanunu uygulamaları durduruldu Kamu işletmeleri ürünlerine zamlar yapılarak bütçe açığının daraltılmasına gidildi Başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin önerileri doğrultusunda gerçekleştirilen bu önlemler, bu ülkelere olan dış borçların ertelenmesini ve yeni kredilerin alınmasını sağladı Bu önlemlerle fiyat artışları büyük ölçüde engellendi Dışalımda tüketim mallarının payı azaltılarak yatırım ve ara malları payının artırılması üretimin de artmasını sağladı
1960-80 Demokrat Parti'nin iktidardan uzaklaştırılmasıyla sonuçlanan 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesini izleyen yıllar Türkiye ekonomisinde yeni bir genişleme sürecinin başlangıcı oldu Bu dönemin eh belirgin özelliği 1980'e kadar ekonomi politikalarının planlama tabanına oturtulmuş olmasıdır 1963'ten başlayarak uygulanan beş yıllık kalkınma planları bu dönemin yatırım politikaları üzerinde belirleyici olmuştur Üretim yapısını veri alan bu planlar, ekonominin her yıl belli bir hızla büyümesini temel amaç edinmişti Planların bir başka özelliği de sanayiye öncelik vermeleriydi Uygulamada kamu yatırımları beş yıllık plan çerçevesinde hazırlanan yıllık programlara uyum göstermek zorundaydı Özel girişimlerinse, devletçe sağlanan çeşitli özendirici ve desteklerden yararlanabilmek için, gerçekleştirdikleri yatırımların plan hedeflerine uygunluğunu ilgili kamu kuruluşlarına onaylatmaları gerekiyordu
Genel görünümüyle bu dönemde de daha önce uygulanmış olan dış ticarette korumacı, dışarıdan alınan malların ülke içinde üretilmesini amaçlayan, iç pazara dönük bir ekonomi politikası yürütüldü Ama sanayileşmenin yönelişi ve yatırımların dağılımı açısından tamamen farklı bir yapılanma vardı Bu dönemde dışarıdan alınan malların ülke içinde üretilmesine yönelik sanayileşmede radyo, televizyon, buzdolabı, otomobil, çamaşır makinesi gibi dayanıklı tüketim malları öne çıktı Bu malların dövizin kıt olduğu ve dış ticaret açığının önemli boyutlara ulaştığı bir dönemde dışarıdan getirilmesini serbest bırakmak olanaksızdı Böylece bu mallar büyük oranda yabancı sermayenin katılımıyla ülke içinde üretilmeye başlandı Başlarda bu malların yurtdışından getirilen parçalarının Türkiye'de bir araya getirilerek piyasaya çıkarılması biçiminde gelişen dayanıklı tüketim malları sanayisi giderek daha fazla yerli üretimle ve çevresindeki yan sanayi ile çağdaş sanayi görünümü kazandı Ne var ki, bu kesim temel girdiler ve teknoloji yönünden dışa bağımlıydı Ayrıca üretimin hem niteliği, hem de niceliği batıda üretilenlerden geriydi Bu nedenle de dışsatım olanakları yok denecek kadar azdı Dışarıdan alınan malların ülke içinde üretilmesi biçimindeki sanayileşme kamu kesiminde de izlendi Devlet yatırımları demir-çelik, bakır, alüminyum, petrokimya ürünleri ve yapı gereçleri gibi temel ara mallarına yöneldi Ama bu politika ekonominin dışa bağımlılığını ve dış ticaret açığının büyümesini engelleyemedi Bunun başta gelen nedeni büyük boyutlara ulaşan yatırımlar için ülke dışından gerekli makinelerin getirilmesiydi Ayrıca geleneksel tarım ürünlerinden oluşan dışsatım Türkiye'nin gereksindiği dövizi sağlamaktan uzaktı Gerçekleştirilen sanayileşmenin yakıt olarak petrole dayanması hem dışa bağımlılığı, hem de dış ticaret açığını büyüten bir başka etmendi
1962-80 arasında izlenen bu ekonomi politikasının sürdürülmesi önemli miktarda dış kaynak gerektiriyordu Kısa ve uzun dönemli borçlanmalar, dış yardım ve ülke dışındaki işçilerin gönderdikleri dövizler 1976 sonlarına kadar ekonominin olağan işleyişini sağladı Ama 1968'den başlayarak Uluslararası Para Fonu'ndan Türk parasının değerinin düşürülmesi ve dış ticarette korumacı politikadan vazgeçilmesi yönünde öneriler gelmeye ve baskılar uygulanmaya başlandı 1970'te bü öneriler doğrultusunda Türk Lirası'nın değeri ABD Dolan karşısında yüzde 60 oranında düşürüldü Dış ticarette daha serbest bir ortam yaratıldı Ne var ki, bu önlemlerin umulan sonuçları verebilmesi 12 Mart 1971 askeri müdahalesinin ardından grev ve toplusözleşmelerin askıya alınmasıyla sağlanabildi Bu önlemler dış kredilerin artırılmasını ve dış ticarette yaşanan tıkanıklıkların bir süre için aşılmasını getirdi
Petrol fiyatlarındaki ani yükselmenin 1974'te dünyayı sürüklediği ekonomik bunalım Türkiye ekonomisini de olumsuz yönde etkilemişti Türkiye'nin o yıllarda içine sürüklendiği siyasal bunalım ve üst üste gelen seçimlerin yarattığı seçim ekonomisi ortamı, hükümetlerin bunalıma karşı önlem almak yerine, bunalımın ülke ekonomisine yansımasını ertelemek yönünde hareket etmesine neden oldu Dünya piyasalarında petrol fiyatı üç katına çıkarken Türkiye'de petrol ve petrol ürünlerinin fiyatları devletçe desteklenerek hemen hemen aynı düzeyde tutuldu Gerekli kaynaklar maliyeti yüksek dış borçlanmayla sağlanmaya çalışıldı Ne var ki, bunalıma çözüm aramak yerine erteleyerek yaratılan bu yapay refah ortamı 1977'de büyük bir ekonomik bunalımın patlak vermesine yol açtı
1977'de dışsatım önemli ölçüde gerilerken dışalımda büyük bir artış oldu Dış ticaret açığı o yıla kadar yaşanılan en yüksek düzeye ulaştı Daha önce uygulanan yanlış dış borçlanma ve kredi alma politikaları tüm dış kaynakların tıkanmasına yol açtı Böylece yemeklik yağdan, petrole kadar birçok temel gereksinim mallarında kıtlık ve yokluk başladı Bunalımdan çıkmak için Uluslararası Para Fonu gibi kuruluşların önerilerinin bir bölümü uygulanmaya başlandı Öte yandan ekonominin içine düştüğü karmaşadan fiyat denetimleri ve polisiye önlemlerle çıkılmaya çalışılıyordu 1977 ve 1978'de Türk parasının değeri üst üste düşürüldüyse de umulan sonuç sağlanamadı Daha da kötüsü ekonomi hızlı bir enflasyona sürüklendi Bunalımdan en çok kent ve köydeki geniş emekçi kitleleri etkilendi, Fiyat denetimleri temel tüketim mallarındaki büyük fiyat artışlarını durdurama-maktaydı Sendikalarda örgütlü işçiler yüksek enflasyon karşısında sendikal mücadeleyle ücretlerindeki düşüşü engelleyip var olan gelir düzeylerini koruyabilmeye çalışıyorlardı Böylece grevlerin yaygınlaştığı bir döneme girildi
Dönemin hükümeti ekonominin içine girdiği ve günden güne derinleşen bu bunalımdan 24 Ocak 1980'de açıklanan önlemler paketiyle çıkma yoluna gitti 24 Ocak Kararları olarak adlandırılan bu önlem paketi Türkiye'nin daha sonraki toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşamını belirlemiştir
24 Ocak Kararları'nın temel öğeleri Türk parasının yabancı paralar karşısındaki değerinin günlük kurlarla serbestçe belirlenmesi; dışalımda uygulanan sınırlamaların kaldırılması; işçilerin ve öbür emekçi kesimlerin ücretleri ile tarımsal ürünlerin taban fiyatlarındaki artışların sınırlanmasıydı Ayrıca dolaşımdaki para denetlenerek yurtiçi talep düşürülecek, ucuz kredi, vergi iadesi gibi çeşitli kolaylıklar sağlanarak dışsatıma öncelik verilecekti Kamu İktisadi Teşebbüsleri'nce üretilen malların fiyatlarının yükseltilmesi ve bu kuruluşlardan bazılarının özelleştirilmesi de öngörülüyordu
Uluslararası Para Fonu'nun yönlendirmesiyle gerçekleştirilen 24 Ocak Kararları'nın yeni dış kaynaklar yaratması umuluyordu Ayrıca bu kararlarla korumacılığa dayanan ve dış pazarlarda etkin olmayan bir sanayi yerine, dünya fiyatlarıyla rekabete girebilecek ve giderek korumaya gerek duymayacak bir üretim yapısı hedefleniyordu
Ekonomik bunalımın temel öğelerinden biri olan dış ticaret açığını gidermeyi amaçlayan 24 Ocak Kararları dışsatımın artırılmasına çok önem vermekteydi Bu doğrultuda bir dizi ekonomik önlemin ve dışsatımı özendirici uygulamaların yanı sıra dışa açık, dışsatıma yönelik yeni bir sanayileşmeye de gidilmek isteniyordu Ücretlerin düzeyi bu yeni sanayileşme açısından önem taşımaktaydı Sermaye çevreleri Türkiye'nin yüksek ücretlerle dış pazarlarda rekabet edemeyeceğini öne sürmekteydi Ayrıca sağlanacak düşük ücret düzeyi ülkeye çekilmek istenen yabancı sermayenin gözünde Türkiye'yi daha çekici kılacaktı
1980 Sonrası 12 Eylül 1980'de gerçekleştirilen askeri müdahale grev, toplusözleşme ve sendikal etkinlikleri yasaklarken, temel hak ve özgürlükleri de sınırladı Bu ortam 24 Ocak Kararları'nın uygulanmasını kolaylaştırdı Enflasyonda büyük bir düşüş sağlandı Dışsatım hızlı bir biçimde arttı Ama dışalımın serbest bırakılması dış ticaret açığının sürekli büyümesine yol açtı Ekonomik büyüme önemli ölçüde dış kaynaklara dayandırıldığı için dış borçlarda büyük artışlar oldu Enflasyon 1985'ten sonra yeniden hızla tırmanmaya başladı 1986'dan sonra üst üste gelen seçimlerde uygulanan seçim ekonomileri enflasyonun yükselmesinde ve süreklilik kazanmasında önemli bir etmendi
Tarım
Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Türkiye'nin tarıma dayalı bir ekonomik yapısı vardı Özellikle 1970 sonrasında sanayileşmenin gelişmesine bağlı olarak ekonomi içindeki ağırlığının azalmasına karşılık, tarım hâlâ ekonominin önemli bir kesimi olma Özelliğini korumaktadır Çalışan nüfus içindeki payı yüzde 50 olan tarım kesiminin milli gelir ve dışsatım içindeki paylan da yüzde 20 dolayındadır Türkiye'de tarım ürünlerini işleyen gıda, içki, tütün, dokuma, deri-kösele gibi sanayi dallan sanayi içinde bugün de ağırlığını korumaktadır Bu, tarımın sanayinin hammadde üreticisi olarak da ekonomide önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir
Türkiye dünyada gıda maddeleri üretiminde kendi kendine yeterli az sayıdaki ülkeden biridir Türkiye tarımının özelliklerinden biri, doğal koşulların sağladığı olanaklar nedeniyle bitki çeşidinin çok zengin olmasıdır
Ayrıca, Türkiye fındık, kuru üzüm, incir, kayısı, antepfıstığı, kavun, karpuz, şekerpancarı, ayçiçeği üretiminde dünyada ön sıralarda yer alan ülkelerdendir
Cumhuriyetin ilk yıllarında tarımsal üretimin artırılabilmesi için özellikle vergi, kredi ve toprak mülkiyeti konularında önemli kararlar alınmıştır Ama köylerden tüketim merkezlerine ulaşımın güç olması, kentsel nüfusun azlığı ve tarım ürünlerini işleyen sanayinin cılızlığı pazara yönelik üretimin yeterince gelişmesini engellemiştir Ayrıca karasabana dayalı ilkel ekip biçme yöntemleri üretimin sınırlı kalmasına yol açmıştır Bu yapı, demiryolu ulaşımına yakın olan yerler dışında kalan bölgelerde geçimlik üretimi yaygın kılmıştır
Tarımda atılım 1950'lerde gerçekleşti Kredi olanaklarının genişlemesi, traktör sayısının hızla artması, karayolu ulaşımının geliştirilmesi ve tarım ürünleri fiyatlarının desteklenmesi tarımda değişimi hızlandırdı Tarımsal gelişmeye asıl damgasını vuran olgu traktör sayısındaki artışa bağlı olarak işlenen toprakların artmasıydı Tarım topraklarının genişlemesi büyük ölçüde ya tümüyle kamu mülkiyetinde olan ya da köy birimlerinin ortak kullanımında bulunan arazinin özel kişilerce işlenmesi biçiminde gerçekleşti Daha önce olduğu gibi başta buğday olmak üzere tahıllar en büyük paya sahip olmakla birlikte, şekerpancarı, pamuk, çay gibi sanayi bitkilerinin üretimi de önemli ölçüde arttı Ayrıca pazara açılma sürecinin yaygınlaşmasıyla meyve ve sebze üretiminde de önemli artışlar oldu Tüm bu köklü değişime karşılık, tarımsal işletmelerin yaklaşık 3/4'u küçük ya da çok küçüktür
1950'lerde tarımsal üretim artışının kaynağı tarıma yeni açılan alanlarken, ekilebilir toprakların sınırına ulaşıldığı 1960'larda makine ve ileri tarımsal girdileri kullanan yoğun tarım teknikleri önem kazandı 1960'lar ve 1970'lerde daha önceki dönemlere oranla bir verim artışı gözlendi Özellikle sanayi bitkilerinde yüksek verimlilik sağlandı Bunda, kapsamı 1975'te 19 ürüne ulaşan destekleme alımlarının da rolü vardı 1975'ten sonra Türkiye ekonomisinin içine girdiği bunalımın etkisiyle tarımsal üretimin büyüme hızı düşmeye başladı 24 Ocak Kararları'yla ekonomi için önemli bir yük oluşturmaya başlayan destekleme alımları azaltıldı Ayrıca yapay gübreye sağlanan devlet desteğinin çekilmesi gübre fiyatlarında büyük artışa, bunun sonucu olarak da gübre kullanımında düşmeye neden oldu Tüm bu gelişmeler 1980-83 arasında tarımsal üretimde azımsanmayacak bir düşüş yarattı
Günümüzde tarımsal üretimin ağırlıklı bölümünü bitkisel üretim oluşturmaktadır Hayvan sayısının yüksek olmasına karşın verimliliğin düşük olduğu hayvancılık çok önemli bir gelişme potansiyeline sahiptir
Sanayi
1930'larda uygulanmaya başlanan devletçi politika sanayileşmede önemli adımların atılmasını sağladı Devletçi sanayileşme politikasının temel amaçlarından biri yurtdışından alınan mallan ülkede üretmekti Bu dönemde en önemli gelişmenin yer aldığı dokuma sanayisi 1930'lann sonunda ülke tüketiminin yüzde 80'ini karşılayacak düzeye erişti Ayrıca şeker üretimi dışalıma son verdirecek, çimentoysa tüketim fazlası yaratacak duruma gelmişti Gene bu dönemde ülkenin ilk demir-çelik fabrikası Karabük'te kuruldu Sanayileşmedeki hızlı gelişme II Dünya Savaşı yıllarında yavaşladı Savaşın getirdiği bazı zorunlu harcamalar sanayileşmeye yönelik yatırımların hızını kesti
1950'lerde sanayi tarımdaki değişime ve kentleşmeye bağlı olarak genişleyen iç paza-nn etkisiyle canlılık kazandı 1950 sonrası özel kesimin geliştirilmesine öncelik verilerek bu kesime kamu-özel ortaklıkları yoluyla sermaye aktarımına gidildi Aynca sanayinin gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla ulaşım, enerji ve haberleşme gibi altyapı yatırımları hızlandırıldı Ülke içindeki yatırımların sermaye sorunlarını çözmek amacıyla 1950'de Türkiye Sınai Kalkınma Bankası kuruldu Bankanın amacı, yabancı ve yerli özel sermayenin Türkiye'de kurulan sanayi ortaklıklarına yardım etmek ve bu konuda özendirici çalışmalar yapmaktı Gene 1950'nin başlann-da devlet işletmelerinin özel sermayeye devri söz konusu edildiyse de bu gerçekleştirilemedi Özel sektör oldukça güçlenmesine karşın genişleyen iç talebi karşılayabilecek bir gelişme gösteremedi Bunun sonucu olarak devlet işletmeleri üretimlerini genişletmek durumunda kaldı Bu dönemin bir başka özelliği de tüm özendirme ve çabalara karşın yabancı sermayenin umulan oranda gelmemesiydi
1960'tan sonraki planlı dönemde sanayileşmeye büyük önem verilerek dışarıdan alınan mallann ülke içinde üretilmesine öncelik tanındı Bu dönemin başında, Türk ekonomisinin yapısı, devlet ve özel girişimin yan yana bulunduğu bir karma ekonomi olarak tanımlanmaktaydı Kamu kesimi ürettiği işlenmiş ya da yan işlenmiş mallarla özel kesimin girdi gereksinimini karşılıyor ve bu kesimin gelişmesine olanak sağlıyordu Bu dönemin 1960-72 yılları arasındaki bölümünde özellikle sanayinin tüm dallarında önemli gelişmeler görüldü 1970'lerin sonuna doğru yaşanılan ekonomik bunalım sanayinin gelişmesini büyük oranda sekteye uğrattı 24 Ocak Kararları'yla uygulanmaya başlanan dışsatıma dönük sanayileşme politikası yeni bir dönemin başlangıcı oldu Dışsatıma tanınan olanaklar sanayicilerin gözlerini ülke dışındaki pazarlara çevirdi Bunun sonucu olarak 1980 sonrasında maliyet ve nitelik sorunlarının çözümüne öncelik verildi Yeni üretim tekniklerinin kullanımı ile ürün niteliğinin artırılıp maliyetinin düşürülmesi yoluyla dış pazarda rekabet olanakları arandı Uygulamanın ilk aşamasında sanayileşmenin özel girişimciliğe bırakılması yoluna gidildi Daha sonraysa var olan devlet işletmelerinin özel yerli ve yabancı sermayeye satılmasına yönelindi
Bu gelişmelerin sonucu olarak sanayinin ülke ekonomisi içindeki önemi ve ağırlığı arttı 1950'de ülke içinde yaratılan gelirde sanayicinin payı yüzde 13 iken 1989'a gelindiğinde yüzde 32'ye çıkmıştı
Sanayi sektörü kendi içinde yapım (imalat) sanayisi, madencilik ve enerji olarak üç ana kesime ayrılır, ama sanayi dendiğinde ilk akla gelen yapım sanayisidir
Yapım Sanayisi Sanayi kesiminde üretilen ürünlerin tümü insanlarca tüketilen ürünler değildir Bunların ancak bir bölümü tüketicinin yararlanmasına elverişlidir Kalan bölümü ise insanın biyolojik ve öbür gereksinimlerini karşılayacak nitelikte malların üretilmesi için gerekli ürünlerdir Bu nedenle imalat sanayisinde üretilen malları, tüketim mallan, ara mallan ve yatırım mallan olarak üçe ayırırız Tüketim mallan insanların gereksinimine doğrudan cevap verebilecek nitelikteki mallardır Bunlar tüketilme sürelerine bakılarak dayanıklı ve dayanıksız olarak ikiye ayrılır Genellikle bir kerede tüketilen ürünlere dayanıksız tüketim mallan, uzun süre yararlanmaya elverişli olanlara da dayanıklı tüketim mallan denir Yatırım mallan bireylerin gereksinimlerini karşılamak amacıyla talep ettikleri mallan üretmek için kullanılan çeşitli araç ve gereçlerdir Bir başka deyişle, tüketim mallannı ve öteki mallan üreten araç ve gereçlere yatırım mallan adını veriyoruz Ara mallan ise gerek tüketim, gerek yatırım mallan üretimi için gerekli olan maddelerdir Örneğin bir elbiselik kumaş tüketim malı, bunu üreten makine yatırım malı, pamuk ipliği ise ara malıdır
Sanayileşme cumhuriyetin kuruluşundan beri hep önde gelen hedef olmuş, dışsatım ve ulusal gelir içindeki payı sürekli bir artış göstermiştir Çağdaşlaşmanın ve ekonomik gelişmenin ölçütü olarak alman sanayileşmenin 1980'e kadarki genel gelişme çizgisi, dışa-ndan alınan tüketim mallarının ülke içinde üretilmesinde yoğunlaştı 1930'larda ara malı üreten fabrikalar kuruldu 1960'tan sonra başlayan planlı ekonomide ise dayanıklı tüketim malına yönelindi 1962'de Türkiye yapım sanayisinin toplam üretiminin yüzde 61,6'sı tüketim malları, yüzde 27,5'i ara mallan ve yüzde 10,9'u yatırım mallarıydı 1963-72 döneminde gerek nicelik, gerek nitelik açısından imalat sanayisinin tüm dallarında büyük gelişme gerçekleşmiştir 1972'de yapım sanayisi içinde ilk dört sırayı gıda, dokuma, metal eşya ve makine yapım dallan almaktaydı Aynı yıl tüm işyerlerinin yüzde 25'i gıda, yüzde 21,3'ü dokuma, yüzde 19,7'si metal eşya ve makine yapım dallanndaydı 1989'da ise yapım sanayisinde tüketim mallan toplam üretimin yüzde 38'ini, ara mallan yüzde 43'ünü, yatırım mallan da yüzde 19'unu oluşturuyordu
Türkiye'de yapım sanayisi oldukça hızlı gelişmektedir Ama yatırım mallan dalında yeterli gelişme sağlandığı söylenemez Bu nedenle Türkiye sanayisi makine, donanım, teknoloji ve birçok temel girdi açısından dışa bağımlıdır
Madencilik Yeraltı zenginlikleri açısından varlıklı sayılabilecek durumda olan Türkiye' de maden rezervleri henüz tam olarak saptanabilmiş değildir Cumhuriyet öncesi dönemde maden üretimi hemen tümüyle yabancı şirketlerin elindeydi Cumhuriyetin ilk yıllarında da madenler yabancı şirketlerin elinde kaldı Devletçiliğin benimsendiği 1930'larda taşkömürü ve bakır madenleri kamulaştınla-rak yeni kurulan Etibank'a devredildi 1935'te işletmeye elverişli cevher yataklarının bulunması ve rezervlerinin saptanması amacıyla Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) ve bu kuruluşun bulacağı madencilik alanlarında üretim yapmak üzere Etibank kurulmuştu Ama tümüyle dışarıya satılan ve dünya pazarlarını elinde tutan tekellerce üretilen boraks, krom ve manganezde kamulaştırma yoluna gidilmedi Yalnızca küçük yerli krom işletmeleri kamulaştırıldı 1933'te Divriği'de bulunan demir cevheri yatakları, kuruluşundan sonra Etibank'ça işletilmeye başlandı 1945'te Raman Dağı'nda bulunan petrol 1960'larda düzenli işletilmeye başlandı
Bugün Türkiye'de kamu ve özel kesim kuruluşları madencilik sektöründe etkinlikte bulunmaktadır Kamu kuruluşları taşkömürü, linyit, bakır, kükürt, cıva, demir cevheri, kurşun, tuz ve krom üretiminde özel kesime oranla çok daha büyük paya sahiptir Özel kesim ise asbest, antimon, barit, bor tuzları, çinko, lületaşı, manganez, zımpara taşı, mag-nezit, mermer, sodyum sülfat, dolomit üretiminde egemendir
Enerji Türkiye enerji üretim ve tüketimine batı ülkelerine göre çok geç başlamıştır İlk elektrik üretimi 1902'de bir yabancı işletmenin Tarsus'ta kurduğu hidroelektrik santralda gerçekleştirildi İstanbul 1914'te, Adapazarı 1923'te elektriğe kavuştu Bu tarihte Türkiye'de yalnızca bu üç kentte elektrik vardı Cumhuriyet döneminde her kent ve kasabanın elektriklendirilmesi için yoğun bir çaba içine girildi 1923-33 arasında 105 kent ve kasaba elektriğe kavuştu
Türkiye enerji kaynağı yönünden oldukça zengindir Kömür, linyit, asfaltit, bitümlü şist, petrol, doğal gaz ve su kaynaklan gerekli enerjinin tümünü üretmeye yetecek potansiyele sahiptir Buna karşılık enerji üretimi ile tüketimi arasındaki fark sürmekte, tüketimin ancak yüzde 56'sı yurtiçi kaynaklardan karşılanmaktadır Enerji üretiminde yüzde 40 payla linyit ilk sırayı almakta, onu yüzde 23'le hidrolik enerji, yüzde 9'la da petrol ürünleri izlemektedir 1990'da toplam 57,5 milyar kilowatt-saat olan elektrik üretiminin yüzde 60'ı termik, yüzde 40'ı da hidroelektrik santrallardan sağlandı Kurulu güç kapasitesi ise 16 300 megawatt dolayındaydı
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|