KRDNZ
|
Afrika'nın Keşfi
A F R İ K A ' N I N
K E Ş F İ
Portekiz Kralı Joao, 1411 yılında Kastilya Krallığı'yla olan geleneksel dostluk anlaşmasını kutlamak için şövalye göreneklerine uygun olarak tüm yıl sürecek bir turnuva planladı Bu turnuvaya Avrupa'nın her yanından şövalyeler çağrılacaktı Kralın ergenlik çağını geçmiş en büyük üç oğluna da halkın önünde at üzerinde mızrakla yapılacak yarışlarda şövalyelik ünvanı kazanma hakkı verilecekti Ama kralın hazine memurunca uyarılan üç prens, babalarını bu pahalı turnuvadan vazgeçirdiler Turnuva yerine, Hıristiyanlığın korunması için yapılan Haçlı seferlerine katılmayı ve Cebelitarık'ın karşı yakasında, Afrika'da güçlü bir Müslüman ticaret merkezi olan Ceuta'ya bir Haçlı seferi düzenlemeyi önerdiler Genç Prens Henrik, bu hareketin planlanmasına yardım etti
Portekiz keşiflerinin öncülüğünü yapan Prens Henrik
Henüz on dokuz yaşında olan Prens Henrik'e bir donanma oluşturma görevi verildi İki yıl süren hazırlıkların tamamlanmasının ardından Portekiz ordusu Ceuta'ya (Civita) saldırdı Portekizliler o gün öğleden sonra kenti yağmalarken Prens Henrik kentin zenginliğini görmüş ve Afrika'dan elde edilebilecek hazineleri düşünmeye başlamıştı bile Ceuta'daki en büyük ganimet, Sahra Afrikası'ndan ve Hindistan'dan gelen malları taşıyan kervanlardı Un, tuz, pirinç gibi temel gıda maddelerinin dışında Portekizliler, biber, tarçın gibi baharatları satan dükkanlarla da karşılaştılar Ceuta'daki evler Uzakdoğu'dan gelmiş zengin halılarla kaplıydı Elbette bunlann yanında altın, gümüş ve değerli taşlar da vardı
Portekizliler burada küçük bir garnizon oluşturup geri döndüler Prens Henrik yeni bir Müslüman saldırısına karşı savaşmak için bir kez daha Ceuta'ya gönderildiğinde, burada birkaç ay kalıp kervan ticaretine ilişkin birçok şey öğrendi Müslümanların yönetimi altındayken Ceuta'da kervanlarla gelmiş altın, gümüş, baharat, ipek, bakır satan yüzlerce dükkan vardı Ceuta bir Hıristiyan kenti olduktan sonra kervanlar buraya gelmez olmuştu Portekizliler kâr getirmeyen ölü bir kente sahip olmuşlardı Oysa onlar Afrika'ya hazineler için gelmişlerdi Bunu elde etmek için önlerinde iki yol vardı şimdi: Ya kâfir dedikleri Müslümanlarla anlaşacaklar, ya da iç bölgeleri işgal edeceklerdi

Portekizlilerin Afrika'daki ilk hareketi Ceuta kentini ele geçirmek oldu O güne dek Müslümanların elinde bulunan kent, önemli bir ticaret merkeziydi Portekizliler burayı bir üs olarak kullanıp Afrika'nın bilinmeyen iç bölgelerine ilerlediler
Prens Henrik, Ceuta'ya getirilen hazinelerin kaynağı olan iç bölgeler hakkında bilgi toplamaya başladı "Sessiz ticaret", yani insanların birbirlerinin dillerini bilmedikleri zaman işaretle yaptıkları ticarete ilişkin bazı öyküler dinledi Fas'tan yola çıkıp Atlas Dağları'nı aşarak Senegal Irmağı kıyılarına yirmi günde ulaşan Müslüman kervanları tuz, mercan ve ucuz işlenmiş ürünler taşıyordu Çeşitli altın madenlerinin yakınlarında yaşayan yerli kabileler, Fas'tan gelen bu maddeleri altınla değiş tokuş etmek için ortaya çıkıyorlar, istedikleri malların yanına bir torba altın bırakıp gidiyorlardı Daha sonra da tüccarlar ya altını alıp gidiyorlar, yani mallar karşılığında verilen parayı beğeniyorlar, ya da az buldukları altın karşılığında onlar da mallarını azaltıyorlardı Faslı tüccarlar bu yöntemle altın topluyordu Bu şaşırtıcı alışveriş Prens Henrik'in umutlanmasına neden olmuştu Bunların yanı sıra Haçlı seferini sürdürmeyi de istiyordu Fakat Kral Joao'nun böyle bir seferi yasakladığını öğrenince Portekiz'e geri döndü

Prens Henrik Portekiz'e döndüğünde, kraliyetin başkenti Lizbon yerine, güneybatıdaki Sao Vicente'ye gitti Eski coğrafyacılar bilinmeyene açılan denizyolunun başlangıcındaki bu yere mistik bir değer yüklemişlerdi Batlamyus ve Marinus'un buraya verdikleri "Kutsal Dağlık Burun" adını Portekizliler kutsal demek olan Sagres olarak değiştirmişlerdi Sagres'te Prens Henrik "Denizci" lakabını aldı Kaderini astrologlardan öğrenme adetinde olan Prens Henrik onlara göre büyük ve şerefli fetihler yapmak ve her şeyden önemlisi diğer tüm insanlardan saklanan gizleri ve olayları keşfetmekle görevlendirilmişti
Prens Henrik, Sagres'te keşif ve fetih için gerekli olan hazırlıkları yapmaya başladı Eski, işe yaramaz haritalar yerine, gerçekçi haritalar çizdirme' ye koyuldu Burada ayrıca yeni denizcilik aletleri ve ilk defa yapılmaya başlanan karavela tarzı gemiler de deneni yordu Prens Henrik'in Afrika çevresinden dolaşıp Hindistan'a ulaşacak bir denizyolu bulmak amacında olup olmadığı tam olarak bilinemiyor Ancak şu bir gerçek ki bilinmeyene karşı büyük bir ilgi duyuyor Afrika'nın, hiç bir haritada yer alma yan güney bölgesinin nasıl olduğunu merak ediyordu Atlas Okyanusu'ndaki Kanarya, Azor ve Madeira Adaları (madeira tahta demektir) büyük bir olasılıkla 14 yüzyılda Cenovalı denizcilerce keşfedilmişti Prens Henrik'in buralara gitmekteki amacı sömürgeleştirme ya da yatırım değil, keşifti Adamları 1420 yılında Madeira Adası'na çıktıklarında yollarını temizlemek için ormanı yakmak zorunda kaldılar
Bugün Afrika haritasına baktığımızda Bojador Burnu'nu bulmak için büyüteç kullanmak gerekiyor Bu burun, batı kıyısında, Kanarya Adalarfnın hemen güneyinde, kıtanın batıya doğru uzanan büyük çıkıntısının ucunda neredeyse farkedilemeyecek kadar küçük bir çıkıntıdır Burundaki kum tepecikleriyse iyice yaklaşmadan görülemeyecek kadar alçaktın ayrıca güçlükle geçilecek akıntılar vardır Bununla birlikte Bojador Burnu Portekizli denizcilerin geçip de hayatta kalmayı başardıkları diğer engellerden daha zorlu değildi Gelecek yüzyıllarda Ümit Burnu ya da Boynuz Burnu gibi Avrupalı denizcilerin geçeceği türden dağlık burunlardan geçme riskiyle karşılaştırıldığında göze alacakları risk de çok küçüktü Ama bu burun onlar için bir tabu niteliğindeydi Bunun ötesine geçmeye cesaret edilemiyordu Tarihçi Gomes Zurara gemilerin neden Bojador Burnu'nu geçmeye cesaret edemediklerini şöyle anlatır: 'Gerçeği söylemek gerekirse: bu ne korkaklıktan, ne de kötü niyetten kaynaklanan bir şeydi Bu tavır, bu konuya ilişkin yaygın ve çok eski bir söylenti yüzündendi Bu söylenti İspanyol denizciler tarafından ortaya atılmış ve nesiller boyunca sürmüştü  Bunca tehlikeye atılmış, büyük işler başarmış kişilerin hiç birinin bu riski göze alamadığını söyleyemeyiz Bu kişiler sonuçta hiç bir başarı ve çıkar elde edemeyeceklerini, bir işe yaramayacağını düşünerek ve çok açık olarak gördükleri tehlikeden çekinerek geri durmuşlardır Denizcilere göre burnun ötesinde hiç bir canlı yaşamamaktaydı Deniz öyle sığdı ki kıyı bölgesi ancak bir kulaç derinliğindeydi ve korkunç akıntılar vardı Öyle ki burnu geçen hiç bir gemi asla geri dönemezdi Bizim denizcilerimiz onun yalnızca kendisinden değil, gölgesinden de korkardı "
Sagres'teki evinde Prens Henrik, korku engeli aşılmadıkça fiziksel engellerin de aşılamayacağını düşünüyordu Bojador Burnu'nu geçmeden, ulaşmak istediği bilinmeyen yerlere ulaşamayacağını da biliyordu 1424 ve 1434 yılları arasında Prens Henrik bu korku verici buruna on beş araştırma ekibi gönderdi Araştırma gezisinden dönen herkes daha önce kimselerin gitmediği bu yerlere neden gidilemediğini açıklamak için bir bahane uyduruyordu Efsanevi burunda su, tepelerden şelale gibi dökülen kırmızı kumlarla birleşir, sardalyeler sığ sulardaki girdaplarda kaybolurdu Çöl olarak uzanan kıyı şeridinde hiç bir hayat belirtisi görünmezdi Bu, dünyanın sonunu gösteren bir manzara değil de neydi?
Prens Henrik, burnun geçilemez olduğuna inanmıyordu 1434 yılında Gil Eannes komutasında bir grup denizciyi, daha büyük ödüller vaadıyla Bojador Burnu'na yolladı Eannes, burna yaklaştığında tehlikelerden uzaklaşmak için batıya, okyanusa yöneldi Yeniden güneye döndüğünde burnu ardında bırakmış olduğunu farketti Afrika kıyılarına çıktığında kendisini çok ıssız, cehennemin kapısı olmaktan uzak bir bölgede bulmuştu 
Korku engelini ortadan kaldıran Prens Henrik'in yolu açılmıştı Gemileri her yıl biraz daha ileriye gidip, bilinmeyenlere ulaşıyordu Prens 1435 yılında Eannes ve Alfonso Baldaya'yı yeniden sefere yolladı Birlikte elli fersah ilerlediler İnsan ayak izleri ve develer gördüler: ama hâlâ tek bir insana rastlayamamışlardı 1436'da Baldaya yeniden yola çıktı Bu kez prens ondan oradaki yerlilerden birini bulup getirmesini istemişti Baldaya yolculuğu sırasında büyük bir ırmağın ağzına ulaştı Vardığı yerin Senegal olduğunu düşünüyordu Senegal, altınla yapılan sessiz ticaretin merkeziydi Geldiği yere Rio de Ouro (Altın Irmak) adını verdi Senegal aslında beş yüz mil daha güneydeydi
Afrika'nın batı kıyısının keşfi, her yıl yeni adımlarla sürüyordu: ama elde edilen ticari kazanç yetersizdi 1441 yılında prensin iki adamı Branco Burnu'nun 250 mil aşağısına ulaşıp burada iki yüz kadar yerli buldular 1444'te Eannes bu insanları köle olarak satmak üzere ülkesine götürdü Zurara, tanık olduğu ilk köle ticaretini şöyle anlatıyor: "Anneler çocuklarını kollarından kavrayıp yere atıyor, sonra da kendi bedenleriyle onlara siper oluyor, onlardan ayrılmamak için her türlü işkenceye boyun eğiyorlardı "
Afrika'dan gelen bu insanların ticareti Prens Henrik'e karşı olan toplumsal bakış açısını değiştirmiş, o zamana dek keşifleri yersiz harcamalar olarak görenlerin sesi kesilmeye başlamıştı Bu ticaret artık birçok kişinin kazanç sağlamayı umduğu bir iş olarak algılanıyordu Diniş Diaz'ın, Yeşil Burun'u dolaşıp, Afrika'nın batı ucuna ulaştığı 1445 yılında kıraç ve verimsiz kıyılar geçilmiş oldu Bu tarihten sonra Portekiz karavelaları ticaret amacıyla Batı Afrika'ya gidip gelmeye başladılar 1457'de, tıpkı Kristof Kolomb, Amerigo Vespucci gibi yabancı kral ve prenslere hizmet veren Venedikli bir kaptan olan Alvise de Cadamosto, bir kaza sonunda Yeşil Burun Adaları'nı keşfetti Senegal ve Gambiya Irmak'larından giderek karanın altmış mil kadar içine girdi Buralarda karşılaştığı ilginç kabile geleneklerinden, tropik bitkilerden, fil ve su aygırlarından daha sonraları çok söz eden Cadamosto ardından birçok kişinin buralara gelmesine yol açtı
1460 yılında Prens Henrik Sagres'te öldüğünde Bab Afrika kıyılarının keşfi daha yeni başlamıştı Boş ve asılsız korkular yerini sürekli ve düzenli bir çalışmaya bırakmıştı Henrik'in ölümü keşif çalışmalarının kısa bir süre için durmasına neden oldu 1469 yılında Prens Henrik'in yeğeni Kral V Alfonso, parasal sıkıntı içinde kalınca keşifleri kazançlı bir işe dönüştürecek bir çare buldu Bir yöneticiyle o güne dek hiç duyulmamış bir anlaşma yapıldı Fernao Gomes adında zengin bir Lizbonlu, gelecek beş yıl boyunca her yıl Afrika kıtasının üç yüz milini keşfetmeye söz verdi Karşılığında da Gine ticaretinin tekelini ele geçirdi ve krala belirli bir yüzde vermeye başladı
Gomes'le yapılan anlaşmanın sonucu olarak Afrika'nın birçok yeri; Palmas Burnu'ndan kıtanın güneybatısına kadar uzanan bölge, Benin Körfezi Gine Kıyısı'nın doğu ucu ve ekvatora kadar uzanan bölge birbiri ardısıra keşfedilmişti Gomes, Prens Henrik'in denizcilerinin yapabileceğinden çok daha fazlasını çok daha kısa bir sürede gerçekleştirmişti Gomes'in sözleşmesi bitince kral, bu ticaretin tüm haklarını oğlu Joao'ya devretti 1481'de kral olan 2 Joao, Portekizlilerin deniz seferlerinde yeni bir sayfa açacaktı
Kral 2 Joao döneminde Portekiz, Afrika kıyılarından gelen hazinelerle zenginleşmişti Karabiber, fildişi, altın, hatta köle yükleri öylesine önem kazanmıştı ki, Gine Körfezi'ndeki limanlara kendi adlarını verdiler Yüzyıllar boyunca bu sahillere Fildişi Sahili Altın Sahili gibi isimler verildi Kral 2 Joao, Altın Sahili'nin ortasına "Elmina Kalesi" adındaki yerleşim yerini inşa ettirerek bölgedeki Portekiz varlığını güçlendirdi Sierra Leone ve Timbuktu'ya kadar uzanan keşif yolculuklarını destekledi 1480 yılında Diego Cao Kongo'ya ulaştığında taştan işaretler bırakma geleneğini başlattı Haç şeklinde olan bu işaretler ilk keşfedilmişliğin ve Hıristiyan inancının işareti sayıldı
Keşiflerin ticari sonuçlar doğurması bir süre sonra bu süreci tersine çevirdi Artık keşif yapmak ticaret için gerekli olmuştu neredeyse Bu amaçla Kolomb, Hindistan'ı bulmak için batıya yönelirken bir başka denizci de Afrika'nın güney ucundan dolaşıp Hindistan'a ulaşan bir yol açmayı sürdürüyordu Bu Vasco de Gama'ydı Bu süreç aslında sömürge imparatorluklarına giden yolun başlangıcıydı Nitekim, Afrika'da son bilinmeyen bölgelerin keşfi de sömürgeci ülkelerin kaşiflerine kalacaktı
Afrika'ya 1820'de başlayan beyaz göç, giderek artıyor ve örgütlü hale geliyordu Bu göç Avrupa'da nüfusun artmasından, makineleşmenin gelişerek işsizliğe yol açmasından ve sanayileşmenin kırsal kesimdeki zenaatçılığı çökertmesinden kaynaklanıyordu İrlanda'da olduğu gibi kıtlık ve açlıklar ya da Almanya ve Avusturya-Macaristan'da olduğu gibi toprak köleliğinin kaldırılması, köylülerin göçüne yol açan ana nedenlerdi Yine 1850'lerden başlayarak yapılan keşifler sonunda haritalarda bilinmeyen toprakları gösteren beyaz lekeler kaybolmaya yüz tutmuştu Kaşifler, özellikle dinsel ve bilimsel amaçların güdümündeydi Öte yandan romantik bir serüven olarak da görülüyordu keşifler
Afrika'nın içlerine dek giren öncü kaşiflerin başında İskoçyalı David Livingstone gelir Livingstone bir kaşif olduğu kadar bir misyonerdi de Onun yolculukları, keşif amacı taşıdığı kadar, keşfettiği bölgelerdeki insanlara Hıristiyanlığı ulaştırma amacını da taşıyordu 1842 yılının yazında Kalahari Çölü'nde beyazların o güne değin gidebildiği en kuzey noktaya ulaştı Bir yandan da yerel diller ve kültürlerle ilgili bilgisini artırıyordu Livingstone 1853'te Makololo topluluklarının yaşadığı Zambezi yakınlarındaki Linyanti'den kuzeybatıya doğru yola çıktı Yanında küçük bir Afrikalı grup vardı ve malzemeleri sınırlıydı Livingstone bu yolculuğunda köle ticaretinin önüne geçmeyi ve yasal ticaretin yaygınlık kazanmasını amaçlıyordu Makololo topluluklarıyla ilişki kurabilmek için Atlas Okyanusu kıyılarına ulaşan bir yol bulmayı deneyecekti Zor bir yolculuktan sonra batı kıyısındaki Luanda'ya ulaştı 20 Ekim 1854'te dönüş yolculuğuna başlayarak 11 Eylül 1855'te Linyanti'ye vardı Bu başarısının ardından yolculuklarını sürdürdü Doğuya doğru yaptığı yolculukta Zambezi'de karşısına çıkan çağlayanlara kraliçesi Victoria'nın adını verdi 1856'da İngiltere'ye döndüğünde bir kahraman gibi karşılanacaktı
Livingstone, 1858 yılında Orta Afrika'nın keşfini tamamlamak amacıyla yeniden yola çıktı Keşif ekibinde aralarında kardeşi Charles ve Edinburghlu bir doktor olan John Kirk de olmak üzere altı Avrupalı ve on Afrikalı vardı Bu yolculuk daha önce tek başına yaptığı yolculuklarla karşılaştırılamayacak kadar iyi düzenlenmişti Ama bir süre sonra ekipteki Avrupalılar arasında çıkan anlaşmazlıklardan dolayı içlerinden bazıları gruptan ayrıldı Zambezi Irmağı'nda gemiyle yolculuğu sürdüremeyen Livingstone Portekiz topraklarından geçmeden Rovuma Irmağı yoluyla Nyasa Gölü çevresindeki bölgeye ulaşmayı da başaramadı Yine de o bölgeye ulaşan ilk Britanyalıydı Bu denemeden sonra ülkesine dönen Livingstone, Afrika'ya ancak 1866 yılında geri gelecekti Bu sefer de amacı Orta Afrika havzasını ve Nü Irmağı'nın kaynağını keşfetmekti Keşif ekibine yalnızca Afrikalı ve Asyalıları alarak doğu kıyısındaki Mikindani'den yola çıktı Ne var ki Portekiz topraklarından ve Nyasa Gölü'nün kuzeyinden geçmeden Tanganika Gölü'nün çevresindeki bölgeye ulaşma planı, bölgedeki Angoni kabilesinin saldırısına uğrayınca gerçekleşmedi Gruptan ayrılıp Livingstone'u terk eden bazı kişiler cezalandırılmaktan korktukları için onun öldüğü haberini yayıyorlardı Oysa bu sırada Livingstone, Nyasa Gölünün güney ucundan yolculuğunu sürdürüyordu Yolculuğu sırasında iki göl keşfetmişti; ne var ki hastalanmıştı da
Bu sırada herkes uzun süredir kendisinden haber alınamayan Livingstone'un başına gelenleri merak ediyordu New York Herald gazetesi, Henry Morton Stanley adındaki bir İngiliz'i özel muhabir olarak görevlendirerek Livingstone'u aramak için Afrika'ya gönderdi Ocak 1871'de Zengibar'a ulaşan Stanley, martta çok iyi donatılmış bir kervanla yola çıkarak hastalığın ve savaşın hüküm sürdüğü kırsal bölgede ilerlemeye başladı Kasımda Ujiji'ye ulaştı Yiyeceği ve ilaçları tükenmek üzere olan Livingstone'u orada buldu Araştırmalarına birlikte devam eden iki kaşif Tanganika Gölü'nü birlikte araştırdılar Stanley 1872'de bölgede çalışmalarını sürdürmek isteyen Livir gstone'dan ayrılarak İngiltere'ye döndü Livingtone'un 1874'te ölümünden sonra Afrika'da keşif yolculuklarına çıkan Stanley, bulduğu bazı çağlayanlara da onun adını verdi Gerek Portekizliler, gerekse Afrika'ya sonradan gelen diğer Avrupalılar, bu yaşlı kıtanın bilinmeyen yörelerini keşfettilerse de, bunu çoğu zaman bilim aşkıyla değil, para ve güç sahibi olabilmek için yaptılar Afrika, imparatorlukların sömürgesi olmaktan yakın geçmişe dek kurtulamadı
Kaynaklar
Braudel, F , A History of Civilizations, Penguin Books 1993
Boorstin, DJ , Keşifler ve Buluşlar, İş Bankası Kültür Yayınlan Çeviri: Fatoş Dilber, 1996
Said, E , Oryantalizm, İrfan Yayınevi, Çeviri: Nezih Uzel, 1995
(Gökhan Tok TÜBİTAK Bilim ve Teknik, Ocak 2001 Sayfa: 88-93)
__________________
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, 'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Ey ŞaiR! Bana Yağmurdan bahsetme, yağdır
|