Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
doğuşu, tarihi, yazının

Yazının Doğuşu - Yazının Tarihi

Eski 10-23-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Yazının Doğuşu - Yazının Tarihi



Yazının Doğuşu - Yazının Tarihi


Yazının Doğuşu - Yazının Tarihi

Zaman: İÖ 3300?
Mekân: Mezopotamya


Harflerin babası olan sen, onlara gerçek sahip olduklarının tam karşıtı olan bir güç verme isteğinle yönlendiriliyorsun Belleğin değil, hatırlatmanın bir iksirini icat ettin ve öğrencilerine bilginin görüntüsünü sunuyorsun Çünkü onlar bilmeden pek çok şeyi okuyacaklar ve çoğunlukla bilmedikleri şeyleri biliyor gibi görüneceklerdir SOKRATES'E GÖRE MISIR KRALININ, YAZININ İLAHİ YARATICISI THOTH'A SÖZLERİ

Yazı nasıl başladı? Konuşma özel bir öğretim gerektirmeyen evrensel bir insan yeteneği olduğu halde, yazı, insan tarihinde görece yeni bir gelişmedir ve özel, bilinçli bir öğretim gerektirir 18 yüzyıldaki Aydınlanma Çağı'na kadar yazının en gözde açıklaması ilahi kökenli olduğuydu

Günümüzde bilimadamlarının çoğu ilk yazının, elimizdeki eski Mısır, Hint, Çin ve Orta Amerika yazılarında muhasebeye pek rastlanılmasa da muhasebeden doğduğunu kabul ederler Buna rastlanılmamış olması o uygarlıklarda bürokratik kayıtların bozulabilir maddeler üzerinde tutulmadığı anlamına gelmemektedir

Diğer bir deyişle, ÎÖ dördüncü binyılın sonlarında "uygarlığın beşiği" Mezopotamya'nın ilk Sümer kentlerindeki ticaret ve yönetimin karmaşıklığı yönetici seçkinlerin bellek güçlerini aşacak noktaya ulaşmıştı Ticari işlemleri tartışılmaz ve sabit bir biçimde kaydetmek gerekli olmuştu O zaman yöneticiler ve tüccarlar, "Bunu yazıya dökelim mi?" ya da "Bunu yazılı olarak alabilir miyim?"in Sümerce'sini söyleyeceklerdi

Bazı bilimadamları bu soruna bilinçli bir çözümün ÎÖ 3300 yıllarında Uruk (Kitabı Mukaddes'teki Ereh) kentinde bilinmeyen bir Sümerli tarafından getirilmesinin yazıyı doğurduğuna inanırlar Yine bazıları bunun bir icat değil, rastlantısal bir buluş olduğu fikrindedirler Çok kimse de yazıyı ani bir ilham ürünü değil, uzun bir süre devam eden bir evrimin sonucu olarak görür

Pek tanınmış bir kurama göre yazı kilden "fişler"in sayılması sisteminden çıkmıştır Basit disklerden amacı bilinmeyen karmaşık sivri biçimlere kadar değişik "fişler", Ortadoğu'nun arkeolojik alanlarında bulunmuştur Bu kurama göre bu üç boyutlu fişler yerine kil üstünde iki boyutlu sembolleri yazıya giden ilk adımdı

Büyük güçlüklerden biri "fişler"in Sümer çivi yazısının ortaya çıkışından sonra uzun bir süre devam etmesidir Bir diğer güçlük de, kil bir tablet üzerinde iki boyutlu bir sembolün üç boyutlu "fiş"ten daha çok değil, daha az ileri bir kavram olarak görülmüş olabilmesidir "Fişler"in yazının çıkışma yol açtığı değil, onun çıkışına eşlik ettiği daha muhtemeldir

Bazı bilimadamlarına göreyse, yazının tam olarak ne zaman ortaya çıktığı sorusu bilimsel bir soru değildir Asıl bilimsel soru, bugüne kalan en eski yazı örneklerinin ya da yazının "ata"sı sayılabilecek örneklerin hangi tarihten kaldığıdır Bir başka bilimsel soru da, yazının hangi toplumsal koşulların ürünü ve hangi toplumsal gereksinimlerin karşılığı olarak ortaya çıktığı olmalıdır






(Solda) Proto-yazı mı? Fransa'da Pech-Merle'de bir mağaradaki bu simgeler herhalde 20000 yaşındadır Anlamları bilinmiyor (Sağda) İÖ 1200 yılından Çin "Kehanet kemikleri" Simgelerden bazıları modern Çin karakterlerine benzemektedir

"PROTO-YAZI"

"Fişler" dışında "proto-yazı" denilebilecek sayısız örnek vardır Örneğin Güney Fransa'da mağaralarda bulunan Buzul Çağı sembolleri herhalde 20000 yaşındadır Lot'ta Peche-Merle'de bir mağarada Buzul Çağı'nda çizilmiş bir el ve kırmızı noktalar vardır

Bu ne demektir? "Ben hayvanlarımla buradaydım" mı? Yoksa burada daha derin bir sembolizm mi vardır? Başka resimlerde atlar, bir geyik kafası, bizon ve bazı simgeler vardır Kertilmiş kemikler herhalde ay takvimleri işlevini görüyordu

"Proto-yazı", bugün kelimeyi kullandığımız anlamda yazı değildir Ünlü yazı araştırmacısı John DeFrancis "tam" yazıyı "herhangi bir düşünceyi iletmek için kullanılan grafik semboller sistemi" olarak tanımlamıştır Bu tanıma göre "proto-yazı" Buzul Çağı mağara sembollerini, Ortadoğu arkeolojik "fişler"ini, Pikt sembol taşlarını, İnka quipus düğümlerini ve uluslararası ulaşım sembolleri, otoyol simgeleri, bilgisayar "ikonları" ve matematik sembolleri ile müzik notalarını içerir Bu sistemlerden hiçbiri "bütün düşünceleri" ifade edemezlerse de, özel iletişimde her birinin yararı vardır

İnsan düşüncesini bütün genişliğiyle ifade etmek için, konuşulan dille yakından ilişkili bir sisteme ihtiyacımız vardır Çağdaş dilbilimin (ve yapısalcılığın da) kurucusu Ferdinand de Saussure'in yazdığı gibi, dil bir kâğıda benzetilebilir "Kâğıdın bir yüzünde düşünce, diğer yüzünde ses vardır Bir makas alıp kâğıdın bir yüzünü öteki yüzüne zarar vermeden kesmek nasıl mümkün değilse, bir dilde de sesi düşünceden ya da düşünceyi sesten ayırmak mümkün değildir"



Modern hiyeroglifler, "proto-yazı"nın çağdaş biçimidir Bunların anlamları bilinmektedir, ancak alfabetik harflerin aksine sınırlı kullanımları vardır (Sağda) Tutankhamon'un mezarından iki altın göğüslük Yukarıdaki bokböceği (kheper olarak okunur) Tutankhamon'un prenomeni Nebkheprure'nin bir kısmını oluşturan bir rebus'tur Şahinin pençelerindeki "ankh" simgesi (haçlı) bir piktogram olup "hayat" anlamına gelmektedir

YAZININ GELİŞMESİ

İlk "tam" yazı sistemi sayılabilecek sembollerin genellikle piktogramlar olduğu düşünülür: Bir tencere, ya da bir balık ya da ağzı açık bir baş (yemek kavramını ifade için) Bunlar ÎÖ 4 binyılın ortalarında Mezopotamya ve Mısır'da, ondan kısa bir süre sonra İndus Vadisi'nde ve bazı Çinli arkeologların (kuşkulu) iddialarına göre daha önce de Çin'de bulunmuşlardır

Bunların ikonluğu çoğunlukla kısa zamanda o kadar soyutlaşmıştır ki, bizler için artık tanınmaz haldedirler Aşağıda Sümer piktogramlarının çivi yazısına nasıl dönüştüğü görülmektedir:

Ancak piktogramlar resmedilemeyen kelimeleri ve bunları oluşturan parçaları ifadede yetersizdi Yalnızca piktografik, sınırlı "proto-yazı"nın aksi olarak "tam" yazının gelişmesi için gerekli olan rebus ilkesiydi Latince'de "nesnelerle" anlamına gelen sözcükle ifade edilen bu radikal fikir, fonetik değerlerinin piktograf sembolleriyle temsil edilmesine imkân verir



Böylece İngilizce'de önünde 4 (four) olan bir arı (bee) resmi "before"u (önce) temsil edebilir Bir arı (bee) ile bir tepsi (tiay) resmi "betray" (ihanet) olarak okunabilir Mısır hiyeroglifleri rebus'lerle doludur; örneğin R(a) ya da R(e) olarak telaffuz edilen güneş simgesi O, firavun Ramses'in hiyeroglif hecesinin ilk sembolüdür Sümer tabletlerinden birinde soyut "parasını iade" sözcüğünün bir saz ile temsil edildiğini görüyoruz Bunun nedeni "iade" ile "saz"in Sümer dilinde aynı fonetik gi değerini paylaşmalarıdır

Konuşma ve düşünmeyi tümüyle ifade edebilen bu "tam" yazı icat edildikten -ya da bir rastlantı sonucu bulunduktan ya da evrimle oraya gelindikten-sonra, bulunduğu Mezopotamya'dan bütün dünyaya yayılmış mıdır?

En eski Mısır yazısının tarihi İÖ 3100, İndus Vadisi'ninki (çözülmemiş mühür taşları) İÖ 2500, Girit'inki (çözülmemiş Lineer A yazısı) İÖ 1750, Çin'inki ("kehanet kemikleri") İÖ 1200, Orta Amerika'nınki (çözülmemiş Zapotek yazısı) ÎÖ 500 yıllarından kalmadır ve bu tarihlerin hepsi yaklaşık tarihlerdir

Bu temele dayanarak belirli bir yazının sembollerinin değil de, yazı fikrinin bir kültürden uzak kültürlere ağır bir tempoyla yayıldığını söylemek mantıklı görünmektedir Baskı fikrinin Çin'den (Girit'te bulunan İÖ 1700 yılına ait ve "baskı" gibi görünen esrarengiz Phaistos diskini saymazsak) Avrupa'ya erişmesi 600-700 yıl sürmüştür Kâğıt fikrinin Avrupa'ya yayılmasının daha da uzun sürdüğü gözönüne alınırsa yazının Mezopotamya'dan Çin'e çok daha uzun bir sürede gitmiş olmaması için bir neden yoktur

Yine de, fikrin iletilmesi konusunda somut kanıtların yokluğunda (ki, Mezopotamya ve Mısır gibi daha yakın uygarlıklarda bile) bilimadamlarının büyük bir kısmı yazının eski dünyanın büyük uygarlıklarında birbirinden bağımsız olarak geliştiğini düşünmeyi yeğlemektedirler, iyimserler ya da en azından anti-emperyalistler, insan toplumlarının zekâ ve yaratıcılıklarını vurgulayacaklardır

Tarihe daha muhafazakâr açıdan bakan kötümserler ise insanların varolan şeyi mümkün olduğu kadar aslına sadık kalarak kopya ettiklerini, yeniliklerini mutlak ihtiyaç duyulan durumlarla sınırlayacaklarını kabul edecektir Ne de olsa bu sonuncusu Yunanlılar'ın (İÖ 1 binyılın başlarında) alfabeyi Fenikeliler'den alışlarını ve bu arada Fenike yazısında olmayan sesli harf simgelerini eklemelerinde tercih edilen açıklamadır

İS 1 binyılda Japonlar'ın da Çin karakterlerini almaları gibi başka yazı alma örnekleri de vardır Paskalya Adası'nın rongorongo yazısı -ki, ada yeryüzünün her yerden en uzak iskân edilmiş noktasıdır- çözülürse bu Paskalya Adası sakinlerinin yazıyı kendilerinin yardımsız mı icat ettikleri, yoksa yazı fikrini kanolarında Polinezya'dan mı getirdikleri ya da adayı ilk 17 yüzyılda ziyaret eden Avrupalılar'dan mı aldıkları sorusuna ışık tutacaktır Eğer rongorongo'nun Paskalya Adası'nda yardımsız icat edildiğim kanıtlayabilirsek, o zaman yazının bir tek değil, birkaç kökeni olduğundan sonunda emin olabileceğiz

Yazıyla uygarlık ve kültürel gelişme arasında dolaysız bir ilişki olduğu öne sürülür Bununla birlikte 20 yüzyılda yapılan antropolojik araştırmalar son derece karmaşık bir ruhsal ve kültürel sisteme sahip bazı toplulukların yazı olmadan da varlıklarını sürdürebildiklerini ortaya koymuştur

Bütün bunların sonucunda son söz olarak şunu söyleyebiliriz: Yazı her zaman ticaretin ve ekonomisinin belli bir düzeye geldiği ve görece geniş bir coğrafya üzerinde merkezi bir yönetimin kurulduğu topluluklarda bir zorunluluk olmuştur





Mezopotamya'dan kil "zarf" ve kil "fiş"ler "Zarf"ın üzerinde "fiş"ler tarafından herhalde içindekileri belirtmek için yapılan izler yazının gelişmesindeki bir aşama olabilir (Sağda) İÖ 3000 yılına ait bir Sümer rebus'u Sol üst köşedeki "saz", "iade" için bir rebus'tur



Bir piktogram ne zaman piktogram değildir? MC Escher'in Meiamorphosis lll'ü, 1967-68



__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Yazının İcadı

Eski 10-23-2009   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Yazının İcadı



Yazının İcadı

Harfler bir ülkeden öteki ülkeye,bir ulustan öteki ulusa geçerken bir başka gezi daha yapıyor Taşların üzerinde papirüse ,papirüsten mumlu levhalara,mumlu levhalardan parşömene ve parşömenden de kağıda geçiyorlardı Kumlu toprağa ekilen bir ağaç,killi ve bataklık bir alana ekilen ağaçtan nasıl değişik şekilde büyürse;harfler de taştan kağıda geçen süreçte öylece görünüşlerini ve biçimlerini değiştirdiler Taş üstünde dik ve dümdüz yükseliyor,kağıdın üzerinde yuvarlaklaşıyorduBalmumu üzerinde de yıldız biçiminde kıvrıldılarBalçık üstünde çivileştiler,yıldız iğne biçimi aldılarHele kağıt ve parşömen üzerinde sürekli kıllık ve biçim değiştirdiler

Yazı yazmak için çok çeşitli araçlar kullanılmıştırHiç elimizden düşürmediğimiz kağıt kalem dünün icadıdırBiraz daha öncelere,ilk insanların resimlerden yazının henüz doğmakta olduğu çağlara dönersek o zaman yazı yazmanın inanılmayacak kadar zor olduğu görülürÇünkü o günlerde bu iş için gereken araçlar yoktuHerkes,ne ile neyin üzerinde nasıl yazacağını kendisi düşünüp bulmak zorundaydı

O dönemin araçları arasında taş,koyunun kürek kemiği,balçık yaprağı,çanak çömlek parçaları,yırtıcı hayvan derileri ve ağaç kabukları gibi şeyler hep bu dönemde kullanılıyorduBütün bunların üzerine sivriltilmiş bir kemikle ya da çakmak taşıyla kaba bir resim çiziktirmek mümkündü

İslam Peygamberi Hz Muhammed, kutsal kitap Kuran-ı Kerim'i koyunları kürek kemiği üzerine yazdırmıştıEski Yunanlılar ,halk toplantılarında oylarını şimdi yapıldığı gibi kağıt üzerine değil de,çanak çömlek(ostrakon)lar üzerine yazarak verirlerdi

Papirüs bulunduktan sonra bile birçok yazarlar,yoksulluk yüzünden yazılarını çamak çömlek parçaları üzerine yazmak zorunda kalmışlardıEski yunan bilginlerinden birinin kitap yazmak için evindeki bütün çanak çömleği kırdığını anlatırlargörevle Mısır'da bulunan eski Romalı asker ve memurlar;bir aralar,papirüs yetersizliğinden hesap pusulalarını çanak çömlek parçaları üzerine yazmışlardır

Ama palmiye yaprakları ile ağaç kabukları yazı yazmaya çok daha uygunduPapirüs bulunmadan çok önce bunların üzerine iğne ile yazı yazılmaktaydıHindistan'da ,bir çok kitap palmiye yaprakları üzerine yazılmıştıYaprakların kenarları bir ölçüde kesildikten sonra iplikle dikiliyorduBu kitabın kenarları altınla yaldızlanır ya da renk renk boyanırdıBöylece çok güzel bir kitap meydana gelmiş olurduOrmanca zengin olan ülkelerde kayın ve ıhlamur ağacı kabuklarından yapılmış yapraklar üzerine yazı yazılırdı

Bununla birlikte çok eski çağlardan itibaren bir yazı yazma yöntemi vardır;onu bügün de kullanmaktayız Bu taş üzerine yazı yazmadır

Taştan kitap,kitapların en uzun yaşamlısıdırBunda 4000 yıl önce, eski Mısır mezar tapınaklarının duvarlarına yazılmış olan upuzun hikayeler günümüze kadar gelmiştir

Çamurdan Kağıda Doğru
İnsanlar çok eskiden beri taştan daha hafif,ama onun kadar dayanıklı bir" nesne" aradılar

Tunç üzerine yazmayı denedilerBir zamanlar sarayları ve tapınaklarını süslemiş olan üzerleri yazılı tunç levhaları bugün de görmek mümkündürBazen bu levhalardan birinin bütün bir duvarı kapladığı da olurduLevhanın iki yüzüne yazı yazılmışsa,levha bir zincirle asılırdı

Anlatırlar;Fransa'da Blois kentinde ,tunçtan bir kilise kapısı vardırBu kilise kapısı bir kitabı andırırKapının üstünde Kont Etienne ile Blois kenti arasında yapılmış bir antlaşma yazılıdırBu antlaşma gereğince halk,Kont'un şatosu etrafına bir duvar çekmeyi kabul ediyor;buna karşılık Kont da şaraptan aldığı vergiyi halka bağışlıyorduŞarabı içenler çoktan dünyadan göçtüler, etrafındaki duvar yıkıldıBuna karşılık tunç kapının kanadı üzerinde kazılmış olan antlaşma hala durmaktadır

Bir ilginç yazı yazma yönetimi daha vardı:

Bir zamanlar Dicle ile Fırat boylarında yaşayan Asurlularla Babilliler çok eskiden kullanmışlardıKoyuncuk'ta,eski başkent Ninova yıkıntıları arasında Austen Henry Layard adlı bir ingiliz,Asur hükümdarı Asur Banibal'ın kitaplığını bulduBu,içinde bir yaprak kağıt bile bulunmayan çok ilginç bir kitaplıktırBu kitaplığın bütün kitapları lüleci çamurundandı

Lüleci çamurundan oldukça büyük ve kalın levhalar hazırlanırdıYazıcı yazısını üç köşeli sivri çomağıyla bu levhaların üzerine yazardıÇomak,çamurun içine batırılıp hızla çekilince kalın başlayıp incecik kuyruk halinde biten bir iz meydana gelirdi Babilliler ve Asurlular böylece çok çabuk yazı yazarak çivi yazısının düzgün ve incecik satırlarıyla levhaları (tabletleri) doldururlardıBu iş bittikten sonra daha dayanıklı olması için çömlekiye verilirdiEski Asurlular da çömlekçiler kitap pişirirlerdiBöylece taş gibi dayanıklı kitaplar oluşurdu

Asurlular balçık üzerine yalnız yazı yazmazlar,basma da yaparlardıDeğerli taşlardan,kabartma resimlerle süslü merdane biçiminde mühürler kazırlardıBir antlaşma yaptıklarında bu merdaneyi balçık tablet üzerinden geçirirlerdiBöylece table üzerinde çok iyi seçilebilen bir mühür çıkardıBasmalar üzerindeki desenler bugün bu yolla yapılmaktadırRotatif basma makinesi de bu türde çalışmakta ve yazılar merdanenin üzerinde bulunmaktadır

Papirüs Bulunuyor

Mısırlıların icat ettikleri kitap ise çok gariptiUzun,çok uzun ve yüz metrelik bir şerit düşünün:Bu şerit kağıttan yapılmışa benzerse de bu genelde "acayip" bir kağıttıElinize alıp ışığa tutarsanız,incecik bir çok çapraz çizgilerden yapılmış karelerden meydana geleceği görülecektirBir parçasını koparırsınız,gerçekten de tıpkı hasıra benzeyen bir takım-eritlerden örülü olduğu kolayca anlaşılırGörünüşte bu kağıt;sarı,parlak ve perdahlıdırBalmumu levhalar gibi kolay kırılabilir de

Üzerindeki satırlar şeridin uzunluğunca değil de,dikine ;onlarca,hatta yüzlerce sütünlar halinde yazılmıştırEğer satırlar şeridin uzunluğunca yazılmış olmasaydı,her satırı okumak için şeridin bir başından öteki başına kadar gidip gelmek gerekirdi

Bu garip kağıt kendisinden daha garip bir bitkiden elde ediliyorduNil kıyılarının bataklık yerlerinde çıplak,uzun gövdeli ve tepesinde püsküllü olan yine garip görünüşlü bir bitki yetişmekteydi

Bu bitkinin adı papirüstüDil bilim olarak da kelime bir çok dilimize geçmiştirPapier(Almanca ve Fransızca),paper(İngilizce) olarak dünya dillerinde örnekleri vardır(Bu konuda daha ayrıntılı bilgiyi icatlar bölümünce bulabilirsiniz)

Yazı Yazmada İlk Araçlar

Mumu bilmeyenimiz yokturBalmumundan bir kitabı görenlerimiz ise çok azdırYağ gibi eritilebilen bir kitap,tuğla kitaplardan da ,şerit kitaplardan da çok daha yadırgatıcıdır

Romalıların icat ettiği balmumundan kitapların neredeyse geçen yüzyılın başarında,Fransız devrimine kadar kullanıldığını bilenler pek azdır Balmumundan kitap bizim cep defterimiz büyüklüğünde birkaç levhadan yapılmıştırHer levhanın ortasında buraya sarı ya da siyaha boyanmış balmumu doldurulurduBu levhaların iki köşesinde delikler vardırBu deliklerden geçirilen kurdelalarla,levhalar birbirine bağlanarak bir kitap halini alırdıBirinci ve sonuncu levhanın dış yüzeylerinde balmumu bulunmazdıBöylece kitap kapandığında balmumu iç yüzündeki yazıların silinmesinden korkulmazdı

Bu levhaların üzerine neyle yazılıyorduKuşkusuz,mürekkeple değilBu iş için bir ucu sivriltilmiş,öteki ucu yuvarlaklaştırılmış çelik kalemler kullanılıyorduKalemin sivri ucu ile yazar,yuvarlak ucu ile de düzeltir ya da silerlerdiİşte bizim silmek için kullandığımız lastiklerin ilklerinden biri de buyduBalmumu yazı tahtaları çok ucuzduDolasıyla karalamalar,notlar günlük hesaplamalar bunların üzerine yazılıyorduRoma'ya uzak Mısır'a getirilen papirüs pahalıydıBu yüzden de yalnız kitap yapmakta kullanılıyordu

Ancak şimdi kurşun kalemin ve ucuz kağıdın ortaya çıkışından sonra balmumu levhalardan vazgeçilebildiOysa,bir kaç yüzyıl öncesine kadar hiçbir öğrenci kemerinde bir balmumu levha olmadan edemezdi

Daha papirüsün en parlak döneminde ona zorlu bir rakip türemiştiParşomen!!!

Çok eski zamanlardan beri çobanlıkla geçinilen uluslar yazılarını evcil ve yaban hayvanı derileri üzerinde yazarlardıAma derinin yazı yazmaya uygun bir madde;yani parşomen haline gelebilmesi için iyice terbiye edilmiş olması gerektiBakın bu nasıl olmuştu:

Anadolu Yine Önde

Eski Mısır'ın iskenderiye kentindeki kitaplıkta bir milyona yakın papirüs tomarı bulunuyorduBu kitapığın zenginleşip büyümesinde,Ptolome Sülalesi'nden gelen Firavunlar çok çalışmışlardı Böylece İskenderiye kitaplığı uzun yıllar boyunca dünyanın en önde gelen kitaplığı olduFakat bir süre sonra bir başka kitaplık,Anadolu'daki Bergama kenti kitaplığı onunla yarışmaya başladıO sırda hükümdarlık eden Mısır Firavunu,Bergama kitaplığını acımasızca cezandırmaya karar verdi ve ülkesinden papirüs gönderilmesini yasakladıBergama hükümdarı da buna karşılık şöyle bir önlem düşündü:Yurdunun en usta adamlarını yanına çağırıp koyun yada keçi derisinden papirüs yerini tutacak ve yazı yazmaya yarayacak bir madde hazırlamarını buyurduİşte o günden sonra Bergama ,Dünyaya parşomen satan bir yer haline geldiYunanca "pergament adını alan Parşomen,doğduğu kentin(Pergamon) adını alarak böyle icat olmuştuKısa bir süre sonra Parşomeni katlanabileceği ve defter haline getirilebileceği anlaşıldıAyrı ayrı yapraklardan dikilmiş kitap da böyle ortaya çıktı

Zamanla Mısır'da Papirüs daha az üretilmeye başlandıHele Araplar Mısır'ı aldıktan sonra Mısır'dan Avrupa ülkelerine olan papirüs gönderilişi büsbütün durduİşte ancak o gün parşomen kesin bir zafere ulaştı

Bu,pek de olumlu bir zafer değildiRoma imparatorluğu,bu olaydan bir kaç yüzyıl önce kuzayden ve doğudan gelen yarı ilkel kavimlerce yıkıma uğratılmıştı

Bitmez tükenmez savaşlar bir zamanlar zengin olan kentleri ıssız bir duruma getirmiştiHer geçen yıl yalnız bilginlerden değil,okuma-yazma bilenlerinin sayısını da azaltmıştıParşomen,kitap kopya etmeye yarayan biricik araç olarak kaldığında,onun üstüne yazı yazacak kişi de hemen hemen kalmamış gibiydi

Romalı kitapçıların büyük kopya işlikleri çoktan kapanmıştıYalnız kral saraylarında,ağdalı bir dile mektuplar yazan yazıcılar kalmıştıBundan başka,kuytu ormanlar da ya da ıssız vadilerde kaybolmuş manastırlarda sevap işlemek için kitap kopya eden keşişlere de rastlamak mümkündü

Kitap Kitap!!!

O çağlarda kullanılan mürekkep de Romalıların ya da Mısırlıların kullandıkları mürekkepten ayrıydıParşomen üzerine yazmak için deriye iyice sinen ve silinmesi kolay olmayan,özel dayanıklı bir mürekkep icat olunmuştuBu mürekkep,bugün de bir çok mürekkeplerin yapıldığı gibi mazı soyundan(mürekkep kozası), demirsülfattan ve reçineden(yada Arap zamkından) yapılırdıİşte artık kağıdın icat edilmiş olduğu günlerden kalma eski bir elyazmasında bulunan ve ozaman ki mürekkeplerin nasıl yapıldığını anlatan bir reçete:

"Mazıları bir Ren şarabı içine atarak güneşe ya da sıcak bir yere bırakınızElde edilcek sarı suyu bir bezden südükten sonra ve mazıları da ezdikten sonra bu suyu başka bir şişeye doldurunuzBunu,unla karıştırmış,demir sülfat katınızsık sık,bir kaşıkla karıştırınızGüzel bir mürekkep elde etmiş olursunuzMazıların yeter derecede,Ren şarabınında mazıların içinde kaybolacak miktarda olması gerekirİstediğimiz ölçüyü tutturabilmeniz için demir sülfatı azar azar koyunuzMürekkebi kalmenizle kağıdın üzerinde bir deneyinizİstediğiniz kadar siyah olmadığını görürseniz,koyutlmak için bir reçine tozu katınız,sonra da dilediğinizi yazınız!"

Bu eski mürekkebin şaşırtan bir özelliği vardıO mürekkeple yazıldığından önceleri yazının rengi çok soluk olurduAradan bir süre geçtikten sonra yazı kararırdıBizim şimdiki mürekkeplerimiz ise ,içlerine boya katabildiğimiz için daha iyidirBu nedenle de bunları yalnız okuyan değil,yazan da iyi görebilir

Bir dönemer nasıl papirüs parşomene yenildiyse,eninde sonunda parşomen de yerini hepimizin bildiği kağıt'a bırakmak zorunda kaldı

Çinliler Kağıdı Yapıyor

Kağıdı ilk yapanlar,Çinlilerdir2000 yıl kadar önce ,daha Avrupa'da Yunanlılar ve Romalılar ünlü Mısır papirüsleri üzerine yazı yazarken,Çinliler kağıt yapmayı çoktan biliyorlardı

Kağıt yapmak için bambu lifleri,bazı otlar ve eski paçavralar kullanılıyorduBunları,bir dibek içinde suyla karıştırıp hamır haline getiriyorlardıBu hamurdan da kağıt yapılıyordu

Burada kalıp olarak incecik bambu kamışıyla ipekten kafes şeklinde örülmüş çevreler kullanılıyorduKalıbın üzerine kağıt kurumadan biraz dökülüp,liflerin birbirine yapışması ve keçe haline gelmesi için kalıp her tarafa eğilirdiSu,kafesin deliklerinden akar,kafesin üstünde de ıslak kağıt tabakası kalırdıBu tabakayı dikkatle kaldırır,bir tahtanın üzerine serer ve güneşe kurutulardıSonunda bu kurutulmuş kağıt yapraklarından bir tomarını tahtadan yapılmış bir baskı aracının altına koyarlardı

Kağıt Asya'dan Avrupa'ya gelinceye kadar birçok yıllar geçtiBu iş bazı aşamalardan geçti:

704 yılında Araplar,Ortaasya'da Semerkant kentini aldılarOrada ellerine geçirdikleri bir çok ganimet arasında kağıt yapmanın sırrını da alıp ülkelerine götürdülerBu yolla Arapların eline geçen kağıt nedeniyle Sicilya,İspanya ve suriye gibi ülkelerde kağıt fabrikaları kurulduSuriye'nin Avrupalıların Bambiç diye adlandırıldıkları Manbiç kentinde de bir fabirka kurlmuştuArap tacirleri karanfil,biber ve güzel kokular gibi doğu mallarıyla birlikte Avrupa'ya Manbiç kağıdı da götürüryorlardıKağıtların en iyisi bütün tabakalar halinde satılan Bağdat Kağıdı sayılıyorduMısır'da çeşitli kağıt türleri yapılmaktaydıBunların arasında çok büyük tabakalar halinde yapılan "İskenderiye kağıdı" ndan tutun da,güvervin postalarında kullanılan küçücük tabakalara kadar her türlü kağıt vardı

Bu tür kağıt eski paçavralardan yapılmaktaydıSiyah benekli bir rengi vardıIşığa tutulduğunda,yer yer paçavra parçaları bile görülüyordu

Avrupa'nın kendi kağıt fabrikaları ya da o günlerin deyimiyle" kağıt değirmenleri" görülünceye kadar aradan yüzyıllar geçtiArtık XIII yüzyılda bu tür kağıt değirmenlerini görmek mümkündü

Baskının Önderi

Bu sıralarda Almanya'nın Mayence kentinde Johanm Gensfleich Gutenberg adlı bir adam kendi bastığı kitabı;yani,baskı makinesiyle basılan ilk kitabı gözden geçirmekteydi

Harflerin biçimiyle kitabın düzenli elyazması kitapları çok andırıyorduFakat aralarındaki fark yine de uzaktan bile görülüyorduSiyah ve okunaklı harfler törene çıkmış askerler gibi düzgün ve dimdik duruyorlardıYazıcının(hattat) yazı kalmeyile savaşa tutuşan baskı makinesi çok kısa zamanda onu alt ettiÇünkü elle ancak uzun yıllar süresice yapılan kocaman eserler,baskı makinesinde bir kaç günde bastırabiliyordu

Git gide el yazması bir kitapla baskı makinesinde basılan bir kitap arasındaki benzerlik gittikçe azaldıYavaş yavaş harfler yazmak çok zorduOysa,baskı makinesi bunu kolayca yapabiliyorduBöylece kocaman,kalın kitapların yerini baskı makinesinde basılmış ,harfleri okunaklı küçük kitaplar aldı

Elyazması kitaplardaki her resmi,ressamlar yapmak zorundaydıBaskı makinesinden basılan kitaplarda ise elle yapılan resimlerin yerini gravürler aldıYazı yazan makine,yani baskı makinesi,aynı zamandan resim yapan makineye dönüştüBöylece birkaç saat içinde yüzlerce gravür" yapmak" mümkün oluyordu

Bütün bunlar kitapları ucuzlattıGünümüzün kitaplarında gördüğümüz başlıklar,iç kapaklar,dış kapakklar,gömme başlıklar,bizi hiç şaşırtmazSayfa başındaki sayılar bize çok doğal görünürKelimeleri virgülleri gördüğümüzde de "Bu da ne oluyor" diye şaşırmazsınız herhalde

Oysa kitaplarda iç kapağın başlığın ,gömme başlıkların ve virgüllerin olmadığı dönemler vardı

Bütün bunların ne zaman ve niçin ortaya çıktığını kesin olarak söylemek bile mümkündür Sözgelişi ,dış kapak 1500 yılında şu nedenle ortaya çıkmıştır:Eskiden kitaplar basılmaz yazılırdıBunlar büyük bir çoğunlukla satış için değil,ısmarlama olarak yazılırdıçBu yüzden kitap yazanın kitabı reklam etmesine hiç gerek yoktu

Basımevleri için durum daha da farklıydıBir basımevi yüzlerce,binlerce sayıda kitap basılıyorduHem bu basttığı kitaplar ısmarlama olarak değil,doğrudan doğruya satış içindiBu kitaplara alıcı bulmak gerekliydiBunun için kitabın adını,birinci sayfayabüyük harflerle basmak gerekiyordu

İşte böylece kitap kapağı ortaya çıkmış olduO dönemde kitabın ilk sayfası kitapçı dükkanının kapısına asılırdıBu,kitabın çıkışını bildiren bir ilan demekti

Kitabın çıkışıyla,şu ana kadar eldeettiğimiz bilgilerin çoğunu bu yolla elde etmiş oldukKitaplar belki elektronik bir ortama geçebilirŞu an hali hazırda e-books dediğimiz teknolojik aletler kullanılmaktaAncak bir geçek var ki,yazının ölümsüzlüğüBelki sözcüklerin,belki de düşüncelerin eninde sonunda vücut bulacağı ve kullanacağı yazılardırGeçmişin zorluklarıyla geleceğimize pencere açarsak,yazının icadını aklımızdan çıkarmayalım

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Yazı Nedir?

Eski 10-23-2009   #3
Şengül Şirin
Varsayılan

Yazı Nedir?




Yazı Nedir?

Yazı, en genel tarifiyle, ağızdan çıkan seslerin, dolayısıyla sözcüklerin, kulak yada jest yardımı olmaksızın, gözle görülebilen, bazen de dokunulabilen işaretler halinde biçimlendirilerek kaydedilmesini sağlayan araçtır

İletişim Araçları ve Fikir Yazıları

insanoğlu varolduğundan beri, duygu ve düşüncelerini başka kişilerle paylaşabilmek için, çok çeşitli iletişim yolları bulmuştur Bunların ilk örnekleri arasında, günümüzde dahi pek çok toplum tarafından kullanılan görsel işaretleri, yani ateş, duman ve ışığı ya da akustik işaretler olarak adlandırdığımız, davul ve ıslık çalmayı gösterebiliriz Ancak bütün bunlar zaman ve alan açısından sınırlanmıştır Yani mesaj verildikten hemen sonra kaybolurlar ve tekrar edilmedikleri sürece başa alınma olanakları yoktur Ayrıca, hepsi sadece az ya da çok birbirine yakın bölgede bulunan kişiler arasındaki iletişimde kullanılabilirler Alan ya da zamanla kısıtlanmamış bir yol arama ihtiyacı, insanları çeşitli nesnelerin belirli bir sıraya göre yanyana dizilmesinden oluşan "nesne yazısı", daha çok hayvancılıkta kullanılan "sayma çubukları", yine belirli aralıklarla düğümlenmiş iplerden meydana gelen "quipu düğüm yazısı", bir mesaj vermek üzere kaya üzerine yazılan veya çizilen resimler anlamına gelen, "pitrogramlar ve pitroglifler" gibi iletişim sistemlerine götürdü Ancak bunlar da, nisbeten kalıcı olmalarına karşın, belirli durumlarda, kısıtlı sayıda mesajı iletebilirler ve daha önemlisi yanlış ya da farklı algılanma olasılıkları çok yüksektir

Genel olarak "fikir yazısı" olarak adlandırdığımız bu sistemler içinde, kendine Eski Önasya Dünyası'nda geniş yayılım alanı bulan, token veya Latince adıyla calculi (hesap taşları) adı verilen küçük kil semboller, yazıya geçiş sürecinde ayrı bir yer tutar Kilden yapılıp, pişirilerek sertleştirilmiş ve çoğunlukla üzerleri şekillere ayrılmış, çeşitli formlardaki bu calculi veya hesap taşlarının herbiri farklı bir nesneye karşılık geliyor ve ticareti yapılan malların türü ve ölçüsü hakkın da bilgi veriyordu Diyelim ki, Sümer'deki Uruk şehrinden biri, Elam'ın Susa kentindeki başka birine üç testi susam yağı göndermek istiyor Bunun için Sü-merli yağ yerine kullanılan sembollerden üç tane alıp, bunları bir ipe geçirerek bağlıyor, bir başka kil topağı ile de mühürleyip, malının güvenliğini sağlıyordu Bazen de bu sembolleri yumuşak ve nemli bir kil topağıyla sararak, içi görünmeyen bir top haline getiriyor ve her tarafını mühürlediği bu topun üzerine içindeki sembol sayısı kadar da şekillerini basıyordu Malı getiren kişi, bu "makbuz"u Susa'daki kişiye iletmek zorundaydı Böylece oradaki ticaret ortağı, ilk bakışta malın türü, miktarı ve gönderen kişi hakkında bilgi sahibi oluyordu Şüphelendiği bir durumda ise, topu kırarak, içindeki sembollerle elindeki malı karşılaştırabilirdi

"Hesap taşları", çeşitli diller kullanan toplumlar arasında, uzak mesafelerde anlaşılabilmesi nedeniyle, özellikle ticarette son derece kullanışlıydı Bu sembollerin, daha sonra yazıya geçildiği dönemlerde de, aynı şekilleriyle kil tabletler üzerine çizilmiş olduğunun saptanması ile, önemleri daha da artmıştır

Uruk Tabletler

Bugüne kadar edinebildiğimiz bilgilerle, yazı MÖ 4 binde, Güney Mezopotamya'da, ya da Sümer'de icat edilmiştir Yazının elimize geçen ilk örneklerini oluşturan kil tabletler ise, aşağı Fırat bölgesinde, bugünkü adı War-ka olan Sümer şehri Uruk'ta yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır IV A yapı katına ait bu tabletler üzerinde yapılan çalışmalar, bu yazıda kullanılan işaretlerin olasılıkla, konuşulan dille ilişkili olduğunu ortaya koymuştur

Uruk IV A buluntuları arasında, üzerinde birkaç işaret olan, bir grup küçük tablet vardır Bu tabletlerin üzerinde delik ve ip parçalarının bulunması, bunların calculfler gibi, gönderilen mallar üzerinde, bir çeşit etiket olarak kullanıldıklarını göstermektedir Daha büyük boyuttaki bir grup tablet ise, çoğunlukla tek bir mesaj ve malın cinsine ait yazı işaretleri ve miktarını gösteren sayı işaretleri içerirler, idari kayıtlar içeren bu tür metinler üzerinde, olasılıkla mala ait değerler ve şahıs isimleri birarada yazıldıkları için,bu tabletleri içerik açısından sınıflamak zordur Çoğunlukta olan diğer metinlerde ise, tablet yüzeyi birden fazla mesaj içerebilmesi için bölümlere ayrılmıştır Bu grup tabletlerde bölümlerin birbirleriyle ilgili olduklarının tahmin edilmesine rağmen, bu ancak birkaç tablet üzerin de kanıtlanabilmiştir Bu tabletlerde, ön yüz olduğu kabul edilen tarafta, mallar la birlikte bulunan miktar gösteren sayı işaretleri, arka yüzde toplanarak verilmiştir Bunun yanısıra bazı tabletlerde bu toplama işleminin yapılmaması, toplam sayının her zaman bir önem taşımadığına işaret etmektedir

Uruk III yapı katı tabletleri ise sayıca daha azdır ve Uruk IV'te az rastlanan bazı yazım türleri, bu dönemde daha yaygın olarak kullanılmaya başlanır Ayrıca diğer Mezopotamya yerleşimlerinden Cemdet Nasr da bu dönemle çağdaş belge verir Bu dönemde artık etiket tabletler ve sadece bir kayıt içeren küçük boyutlu tabletlere rastlanmaz Birden fazla mesaj içeren belgeler ise, öncekilere oranla daha karmaşık yazımlarla ifade edilmeye başlanmıştır

Uruk tabletlerinin % 85'ini şehir tapınaklarına girip çıkan yiyecek ve tekstil kayıtları oluşturmaktadır Bunlardan Sümer'in daha geç dönem tarihinden tanıdığımız, Uruk'un çevresindeki bazı yerleşim merkezlerini saptayabilmek mümkün olmaktadır (Kuzeyde KİŞ ve Eşnunna, Iran dağları yakınındaki Aratta, bugünkü adı Bahreyn olan Dilmun vs) Metinlerin % 15'i ise, çeşitli ticaret malları, hayvanlar ve görevli isimleri içeren sözlük listeleridir Kâtiplere, yazı sistemini öğretmek için kullanılan bu listelerin, 600 yıl sonraki dönemde de bulunması, geleneğe olan bağlılığı göstermesi açısından ilginçtir Bu devamlılık sayesinde, okunması oldukça güçlük çıkaran pek çok erken dönem işareti tanımlanabilir hale gelmiştir Genelde, resimlerle ifade edilen erken dönem yazılarının anlaşılmasının kolay olduğu şeklinde bir izlenim vardır, ancak çoğu zaman mesele bu kadar basit değildir Bir öküz veya bir başak tanesi kolayca farkedilebilir, ancak bazen resim olarak tanımlanamadıkları gibi, sözlük tabletlerine başvurulmasına rağmen, anlamları belirlenemeyen, pek çok işaret vardır

Toplam sayıları 5000'in üzerinde olan Uruk IV ve III tabletlerinin tek bir tanesinin dahi, tarihi, dini veya edebi belge içermemesi, bir rastlantı olarak değil, açıkça bu dönemde bu tür belgelerin kaydedilmemiş olması ile açıklanabilir Bu gerçek, yazının bu tür kayıtları tutmak için icat edilebileceği olasılığını tamamen ortadan kaldırır Tam tersi, tarihi ya da edebi belgelerin asla böyle kolay bir sistemle yazılamayacak olmaları, yazının geliştirilmesini zorunlu kılmıştır

Uruk IV A ve onu izleyen Uruk III tabletlerinin az ya da çok soyut işaretlerin yanısıra, pek çok doğal "resim-işaretleri" de içermesi, bu dönemden önce yazının tamamen resim işaretlerinden oluşan bir devreden geçtiğini kesinleştirmektedir Ancak maalesef bugüne kadar elimize, yazının bu ilk dönemlerine ait herhangi bir buluntu geçmemiştir Buna olasılıkla yazının dayanıklılığı az olan, tahta, deri,balmumu, fildişi ya da kemik gibi bir madde üzerine yazılması neden olmuştur

Sümer Resim-Yazısı

Şehir devletlerinin hüküm sürdüğü Sümer, ekonomik gücünü tarım ve buna bağlı ticaretten alıyordu Nitekim Uruk tabletleri de, bu gerçeği doğrulamaktadır, îlk zamanlarda kullanılan basit resim işaretleri de, tıpkı fikir yazılarında olduğu gibi çağrıştırma yoluyla, ekonomik ihtiyaçların karşılanması için yeterliydi Bu resim işaretlerini daha sonraki dönemlerden ayıran en büyük fark, henüz dildeki öğelerin yazıya aktarılmamış olmasıdır Herhangi bir dilin kurallarıyla sınırlı olmadıkları için, gören herkes tarafından kolayca anlaşılabilirler Bu tür resim yazılarını, bugün örneğin havaalanlarında kullanılan çok çeşitli logolarla karşılaştırmak mümkündür Tuvalet, bagaj ya da restoranı çağrıştıran logoları anlamak hiç bir dilbilgisi gerektirmez

îlk dönemde ihtiyacı karşılayan resim yazılarında, gösterilmek istenen nesnelerin sembolik çizimleri yapılıyordu Örneğin öküz bir öküz başıyla, tahıl bir başak tanesiyle, gün ise doğmakta olan bir güneşle tasvir edildi Ancak yönetime dair resmi kayıtların giderek artması, daha önce önemli görünmeyen bir problemin ortaya çıkmasına yol açtı Somut fikirlerin bu yolla kolayca anlatılabilmesine karşın, soyut fikirleri yansıtmak oldukça zordu Gerçi bir öküzü ifade etmek için bir öküz başı çizmek yeterliydi ama hayvanın ölü mü yoksa canlı mı olduğu, ya da tapınağa getiriliyor mu yoksa tapınaktan çıkarılıyor mu olduğu nasıl anlatılacaktı? Ya da, bu hayvanı tapınağa teslim eden kişinin adı yazılmak istenirse ne yapılacaktı?

îlk zamanlarda, geçici bir çözüm olarak, fikirlerin birleştirilmesi yoluna gidildi Yani bir ayak resmi sadece ayağı değil, aynı zamanda "koşmak, yürümek, durmak" fiillerini, yıldız da aynı şekilde, göğü ve kutsal varlıkları ifade etmek için kullanılıyordu Bazı durumlarda da, birkaç resim biraraya getirilerek, anlamlar çeşitlendiriliyordu Örneğin, ağız resmi, suyu ifade eden dalga tasviriyle yanyana çizildiğinde "içmek", yine ağız, bir parça ekmekle çizilmişse "yemek", düşüncesini akla getiriyordu Bu tür kavramların iletilmesine yardım eden bu yol, kesin bir ifade taşımadığı için, anlaşılması da bunu gören kişinin yorumuna ve hayal gücüne bırakılıyordu Ayrıca, az önce bahsettiğimiz gibi, tamamıyla soyut olan kavramları, ya da şahıs ve yer isimlerini bu şekilde göstermek olanaksızdı

Bu dönemden itibaren yazı, bir anlamda gerçek bir yazı sistemi olma yolculuğuna çıkmıştır Bugün "çivi yazısı" ya da "çivi yazılı belgeler" tanımlamaları, henüz yazının gerçekten çivi yazısı halini almadığı bu dönemler için de kullanılır Çivi yazısının gerçek anlamda bir yazı sistemi haline gelmesi ise, ancak bu dönemden sonra, hem biçimsel, hem de içerikte geçirdiği bir dizi aşama sonucunda olmuştur

Diğer Erken Dönem Buluntu Merkezleri

Yazının başlangıcına dair ilk belgelerin Uruk IV ve bunu izleyen Uruk III yapı katlarından geldiğinden daha önce bahsetmiştik Kuzeyde bir yerleşme merkezi olan Cemdet Nasr ve Susa'da bulunmuş Proto-Elam tabletleri ise Uruk III tab-letleriyle çağdaş diğer yazılı belge gruplarını oluştururlar Uruk IV-III katları yaklaşık MÖ 3300-2900 yılları arasına tarihlenir Aralarında hem benzerlikler, hem de farklılıklar bulunan bu üçlü tablet grubundan Uruk ve Cemdet Nasr tabletlerinin Sümerce yazıldığı kabul edilirken, Susa tabletleri, hakkında halen çok az şey bilinen, Elam dilinin ilk örnekleri olarak görülmektedir

Uruk, Cemdet Nasr ve Ur şehirlerinden gelen tabletler, herhangi bir tarihi belge içermezler Tarihi belgelere ilk örnek, Erhanedan Dönemi IHII'e, yani yaklaşık MÖ 2600'lere tarihlenir Bu dönemle aşağı yukarı çağdaş olan belgeler ise, Şuruppak'tan (Fara) gelmektedir Şuruppak ve onu takip eden Abu Salabih ve Ebla tabletleri, Sümer yazısının gelişimini hem işaretlerdeki form, hem de kullanımdaki esneklikte göstermeleri açısından ilginç örnekler oluştururlar

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Çivi Yazısı

Eski 10-23-2009   #4
Şengül Şirin
Varsayılan

Çivi Yazısı



Çivi Yazısı

a) İçerikteki Gelişim:

İfade edilmek istenen kavramlarda, var olan kayıt sisteminin yetersiz kalması, yazının gelişmesinde çok önemli bir adım atılmasına neden oldu Bu, kullanılan dilin, ilk olarak aktif bir biçimde yazıya geçirilmesi olayıdır Bu aşamada, Sümer dilinin çoğunlukla tek heceli kelimelerden oluşmasının da büyük payı vardır Böylece, çizilen her işarette, tasvir edilen nesne değil, bu kelimenin ses değeri ön plana çıkarılmıştır Daha iyi anlaşılabilmesi için, bunu somut olarak örnekleyelim Örneğin, Sümerce dağ kelimesi KUR, su A, ağız ise KA olarak okunurdu Şimdi KURAKA diye özel bir isim yazılmak istendiğini varsayalım Bunun için katip, önce bu ismi oluşturan resimleri yan yana çizdi

Sonra bunu gören kişilerin resimsel özelliklerine aldanıp, "Dağın suyu içilir" gibi, yanlış şekilde algılamalarını önlemek için de, kelimenin başına, bunların ses değerleri ile okunması gerektiğini gösteren bir uyarı işareti koydu Determinatif (belirtici) adını verdiğimiz bu işaretler, daha sonra çivi yazısının ilerleyen evrelerinde, kadın, erkek, nehir, ülke, şehir vb özel isimlerinin başına , bazen de sonuna konarak, yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı, îşte bu gelişmeye, yani kelimelerin içerdikleri ses değerleri ile okunmaya başlanmasına, "fonetizasyon aşaması" veya "ses-leşme evresi" diyoruz Bu aşama, Uruk III b evresine, yani yaklaşık MÖ 3 binin başlarına rastlar

ilk zamanlarda belki de kaçınılmaz bir zorunluluk sonucunda ortaya çıkan, resimlerin içerdikleri ses değerlerinin kullanılmaya başlanması ile, çok daha kesin mesajlar verilebileceği çabuk kavranmıştır Bu dönemde ortaya çıkan, önemli bir özellik te, anlamı göz önünde bulundurulmaksızın, kelimelerin sadece ses değerlerindeki benzerlik veya eşitlik nedeniyle, başka kelimelerin yazımında da kullanılmaya başlanmasıdır Örneğin, Sümerce "ok" anlamına gelen Tl işareti, aynı ses değerine sahip olduğu için, "hayat" kelimesine de, aynı işaretle yazım olanağı sağlamıştır Elbette Sümerce okumayı bilen biri, bu iki kelime arasındaki "eş değerli-lik"ten haberdar olduğu için, "ok" işareti ile gösterilmiş bir logogramın, metnin içeriğine göre, "hayat" olarak okunması gerektiğini fark edecektir Bunu Türkçe'de birden fazla anlamı olan kelimeler, "at", "yüz", "alay" ile karşılaştırabiliriz

Kelimelerin fonetik olarak ifade edilebilmeleri, geç dönemlerde çok daha fazla işlerlik kazanan, hecelerin kullanılabilmesini olanaklı kıldı Böylece, ayak resmiyle gösterilen mastar halindeki "gitmek" fiilinden öte, "gidiyorum" gibi çekimli formlar da yazılabildi Bu yenilik gittikçe kuvvet ka zanmasına rağmen, eski logogramları, yani tek işaretli kelimeleri, tamamen ortadan kaldıramadı Kullanışlılığından dolayı, bu logografik yazı, silindir mühürler, heykeller ve steller üzerinde çivi yazısının gelişiminin sonuna kadar korundu Fakat, özellikle fiillerin ifadesinde, yeni fonetik hece yazısı, eski yöntemin yerini aldı Bazı kelimelerin aynı işaretle yazılabilmelerine karşın, yine anlamı aynı olan kelimeler için değişik işaretler de yaratıldı Örneğin, Sümerce'de GU, hem "boyun", hem de "öküz"anlamına gelen bir kelimedir Böylece GU, iki farklı işaretle yazılabildi Bu "çok işaretlilik" (polysemie) ile daha geç dönemlerdeki kullanımlarla da birlikte, GU tam 14 farklı işaretle yazım olanağı buldu Bundan başka işaretler, "çok seslilik" (polyphonie) kazandılar Örneğin, tek başına kullanıldığında, "gün" anlamına gelen, aynı yazımla, BABBAR okunup "beyaz" rengini ifade eden, UD işareti, kelime içindeki yazılımlara göre, ud, pir, tam, par, lah, lih hece değerlerini de kazanmıştır

Şimdi belki, bu uygulamayla, bir metnin okunuşunun son derece zorlaşabileceği sorusu akla gelebilir Bu konuda en büyük yardımcı, belirli dönemlerde ve belirli metin gruplarında kısıtlı sayıda işaret kullanılmış olmasıdır Ayrıca çoğu zaman metnin içeriği ve her işareti izleyen bir diğeri, nasıl doğru okunması gerektiğini kendi gösterir

Böylece MÖ 3 binde kullanılan kelime yazısı, yerini daha gelişmiş bir kelime -hece yazısı sistemine bıraktı O zamana kadar hiç bir işareti olmayan, kelime ve isimler de bu şekilde yazılabildi Daha önemlisi, aynı yolla, gramere ait özellikler de yaşam buldu

Çivi yazısı hece sistemine dayanan bir yazı sistemi olduğu için, sesli harflerin (vokaller) birer işaretle gösterilebilmelerine karşın, sessiz olanlar, (konsonantlar) bu şekilde yazılamaz; bunlar mutlaka bir sesli ile birlikte belirtilmek zorundadırlar Bu hece işaretleri de 3 grup altında toplanır

1) Sesli+sessiz = iğ, ud, at vb

2) Sessiz+sesli = ta, gu, bi vb

3) Sessiz+sesli+sessiz = tal, pir, kum vb

b) Biçimsel Gelişim:

îlk zamanlar yazı, Çince'de olduğu gibi, yüzleri sağa dönük işaretlerle, sağ üst köşeden başlayarak, aşağıya doğru yazılırdı Buna inanmamızı sağlayan neden ise, piktografik dönemde, doğadan alınmış işaretlerin olasılıkla doğal görünümleri yönünde yazılmış olmaları gerektiğinden kaynaklanmaktadır Bu, tablet bölümlerinin sağdan sola sıralanması, bölümler içindeki işaretlerin ise, yukardan aşağıya yazılması anlamına gelir Sonra tam olarak bilemediğimiz, ancak olasılıkla tabletin tutuluş şekli gibi pratik bir nedenle, işaretler öyle bir pozisyonda yazıldılar ve belki de okundular- ki, daha önceki işaret yönlerinden 90° sola döndüler Böylece, sağdan başlayarak, yukarıdan aşağıya doğru yazılan sütunlar, soldan sağa doğru ve alt alta yazılan satırlar haline geldi Ancak, bu değişimin ne zaman meydana geldiği, kesin olarak saptanamamaktadır Bir süre sonra ne olduğunu bilemediğimiz, ancak olasılıkla doğada çabuk tahrip olabilen, ilk yazı malzemesinin yerini kil alınca, bu madde üzerine resimlerin çizilerek değil, baskı yolu ile daha kolay yapıldığı fark edildi Böylelikle, resim karakterleri için ucu üçgenleştirilmiş bir kamış olan, stylus kullanılmaya başlandı Kilin topaklanması nedeniyle, yapılması zor olan yuvarlak hatlar ise, düz çizgilerle gösterildi, îlk zamanlarda kâtipler, bu çizgileri türlü şekillerde biraraya getirerek, eski resim formlarını korumaya çalıştılar Ancak işaretlerin çok karışmasına ve yazının zorlaşmasına neden olan bu uygulamadan kısa sürede vazgeçildi Sonuçta kalemin kil üzerine bastırılıp, hafifçe geri çekilmesiyle çivi görünümünü andıran işaretler, resim yazısının tahtına oturdu, îlk önce her yöne basılan bu işaretlerin, zamanla, yine pratik nedenlerden dolayı, çivi başı sağa dönük olanlar terkedildi Böylece yaygın olarak kullanılan yatay, dikey ve eğik çivilere, köşe çengeli denilen bir çeşidin de eklenmesiyle elde edilen işaretler, istenildiği gibi kullanılmaya başlandı Bu işaretler, zamanla mümkün olduğunca basite indirgendi ve ilk dönemlerde 1000 kadar olan sayıları, giderek 500-600'e kadar azaldıÇivi yazısı, yaklaşık MÖ 2700 yıllarında, gerek biçimsel ve gerekse içerik gelişimini geniş ölçüde tamamladıktan sonra, ilk olarak, hece işaretleri, determinatifler ve logogramlarla yazılan, tam ve gerçek anlamda bir yazı sistemi oluştu

Çivi Yazısının Önemi

Gerek ticari nedenler, gerekse yapılan askeri amaçlı seferlerle yayılım alanı genişleyen çivi yazısı, çeşitli kültürler arasındaki alışverişi sağlamakta en büyük etken olmuştur Önemli merkezlerde oluşan arşivler bunu bize açıkça göstermektedir Ebla'ya kadar yayılmasından sonra, Akkad'lı Sargon ve Naramsin'in seferleriyle alanı genişleyen ve Asur Ticaret Kolonileri ile de Anadolu'ya giron çivi yazısı, bu bölgeyi de çivi yazılı kültürün bir parçası haline getirerek, Anadolu'nun tarihi çağlarını başlatmıştır Mari, Boğazköy ve Ugarit'in yanısıra, bir başka önemli ticaret merkezi olan Emar'da (Meskene) Hitit, Hurri, Semitik ve Batı-Semitik uluslar karşılaşmış ve en önemlisi artık çivi yazısı maddi gereksinimleri karşılayan bir kullanımdan çıkarak, bir kültür aracı haline gelmiştir Bunu en iyi gösteren örneklerden biri, Asur kralı Tukulti-ninurta'nın yaklaşık MÖ 13- yy sonunda, 2000 yıllık bir devlet olan Babil'e son vermesiyle belirginleşmiştir Oradaki kültür birikimini temsil eden Babil arşivlerini Asur'a taşıyarak burada büyük bir kitaplık oluşturmuş ve bir anlamda Güney'deki merkezin Kuzey'e kaymasına neden olmuştur Ancak Babil'in siyasen ortadan kalkmasıyla kültürün yok olmadığını ve yerinde kaldığını BabiFde Tukulti-ninurta'nın fethinden sonra yazılan 12 tabletlik Gıl-gamış Destanı, açıkça göstermektedir

Bu kültüre özellikle Anadolu'da son veren, Deniz Kavimleri olmuştur Hitit Devleti'nin çöküşüyle, Anadolu bu kültürden kopmuş ve çivi yazısı büyük kültürler için etkisini kaybetmiştir Geç Hitit Devletleri döneminde Hitit hiyeroglifleri önem kazanmış, aynı zamanda Arami ve Fenike alfabeleri kullanıma geçmiştir Büyük limanlarda da çivi yazılı uygulamalar kalkmış ve yine alfabetik yazı sistemleri kullanılmaya başlanmıştır Böylece çivi yazısı sonunda çıktığı yer olan Ba-biPe dönmüş ve önemini yitirmekle birlikte milada kadar yazılmaya devam etmiştir Çivi yazısıyla yazılmış en son belge MS 75 yılına tarihlenmektedir

Çivi Yazısı Hakkında Genel Bilgiler
a) Yazı Malzemesi Olarak Kil ve Kullanım Şekilleri:

En geleneksel kil malzemesi, tablet adını verdiğimiz, uçları hafifçe yuvarlatılmış, kare veya dikdörtgen olanıdır Çoğunlukla önyüz, arkayüze oranla biraz daha bombelidir ve tablete yandan bakıldığında bir mercek görünümünü andırır Bu özellik, kırık bir tablet parçasıyla karşılaşan bir uzmanın tablet yüzlerini saptamasında en büyük yardımcıdır Bir tabletin bölümlere ayrılması ise, Uruk IV A döneminden beri bilinmektedir Tablet üzerinde daha belirgin çizilmiş boyuna çizgiler, sütun veya kolon olarak adlandırılır ve ancak bir kolona ayrılan bölüm bittikten sonra, diğerinin yazımına geçilir En çok kullanılan tek, iki veya üç kolonlu tabletler-dirBunun yanısıra, Ebla'da 15 kolonlu tabletlere de rastlanmıştır Tabletin önyüzündeki kolon sayısı, arka yüzde de aynıdır Ancak, örneğin, 3 kolonlu bir tabletin ön yüzünün yazımı bittikten sonra, tablet bir kitap sayfası yönünde değil, uzunluğu yönünde çevrilmiş ve bu sefer yazmaya en sağdaki kolondan başlanmıştır Böylece III Önyüz kolonunun arkasına IV Arkayüz kolonu yazılmıştır Tablette enine yapılan çizgiler ise, paragraf çizgisi olarak adlandırılır ve işlev açısından modern kullanımdaki paragraf görevini üstlenerek, bir metni kendi içinde bölümlere ayırırlar Genellikle bir tabletin yazımı bittikten sonra, arka yüzünün son kolonunun altına, yazının bittiğini gösteren, iki çizgi çekilir ve kalan boş bölüme kolophon adını verdiğimiz, bir özet bilgi yazılır Bu bölümde, tabletin içeriğinden bahsedilip, eğer metin birden fazla tablet üzerine yazılmışsa, kaçıncı tablet olduğu da belirtilir ve bazı durumlarda kâtip adını da yazar

Bazen, yer kalmadığında tabletin kenarları da kullanılabilir

Maddesi kil olan yazıtların, oval, dairevi, konik, silindir ve prizma biçimli olanları da vardır Verilen form, sadece dönem değil, metnin ait olduğu tablet grubuyla da yakından ilişkilidir Örneğin, Eski Babil ve öncesine ait öğrenci tabletleri, çoğunlukla yuvarlaktır Bunun yanısıra, Ur III dönemine ait tarım tabletleri ve Isin'de bulunmuş Eski Babil idari kayıtları da, yuvarlak tabletlere yazılmıştır Elbette üzerine yazılacak metnin uzunluğu da, şeklinin saptanmasında rol oynamıştır Tabletlerin boyutları da çok çeşitlidir Ortalama bir tablet, avuç içine sığacak büyüklükte iken, üzerinde sadece iki satır olan bir Eski Babil tableti, 1,6 x 1,6 cm, idari bir kayıt içeren Sargon öncesi bir Ebla tableti ise 36x33 cm boyutlarındadır

Çivi biçimli konik yazıtların içeriği, ev satım belgeleri ve yapı yazıtlarıyla sınırlanmıştır Prizma şeklinde olanlar ise, Sargon öncesi dönemden Eski Babil dönemine kadar, normalde tablet üzerine yazılan sözlük metinleri ve bazı Sümerce edebi metinlerde kullanılmışlardır Böyle bir form seçilmesinin nedeni ise kesin olarak bilinmemektedir Eski Babil döneminden sonra ise, yine 6 veya 8 yüzlü prizmalar, çoğunlukla kral yazıtları için kullanılmıştır

Mezopotamya'da icat edilen bir yazı sistemi için kil ve kamış kalem stylus, en doğal yazımalzemeleridir Özellikle kil gibi dayanıklı bir yazı maddesinin seçilmesi, tabletlerin binlerce yıl toprak altında koruna-bilmesini sağlamıştır Çünkü bu tabletler yazıldıktan sonra, güneş altında bırakılarak kurutuluyor, içeriği daha önemli olanlar ise yüksek ısıda fırınlanıyordu Önemli bir kısmının ise, tesadüfen yandığını söyleyebiliriz Çünkü pek çok tablet, savaşlarda yakıp yıkılan şehirlerin kitaplık ve arşivlerinden gelmektedir Bu tabletlerin günümüze kadar korunmalarını, bir anlamda o dönemdeki tarihi felâketlere borçluyuz

b) Diğer Yazı Maddeleri:

Kilin bütün pratikliğine rağmen, içeriğinin önemine göre çivi yazısı başka maddeler üzerine de yazılmıştır Bunlar içinde kilden sonra en yaygın kullanılan malzeme taştır Bu örnekler, rölyefler, heykeller, plastik eserler, taş levhalar ve taş kaplar üzerindedir Stylus yerine ise özel bir taşçı kalemi kullanılmıştır Taş üzerindeki yazılar, olasılıkla kâtip tarafından tebeşir gibi bir maddeyle taslağı yapıldıktan sonra, özel ustalar tarafından kazınıyordu Altın, gümüş, bronz ve kurşun gibi metal örnekler ise, ilke olarak taş yazıtlara benzeyen, fakat malzemeye uygun tekniklerle yazılmışlardır Bu tabletlerin en güzel örneklerinden birini, 1986 yılında Hattu-şa'da ortaya çıkarılan, bronz antlaşma tableti oluşturmaktadır Tam tablet biçimli olanlarının yanısıra, yine kaplar ve bronz heykeller üzerine de örnekler vardır Bunlar dışında tahta veya fildişi tabletler de çok ilginç bir malzeme olarak kullanılmıştır Bir çerçeve şeklinde olan bu Tahtaların yivlenerek çizilen içlerine balmumu dolduruyorclu Yakın zamana kadar sadece Nimrud'cla (Kalhu) rastlanan örneklerden başka, Güney Anadolu'daKaş ören yerinin yakınlarındaki Uluburun koyunda yapılan gemi batığı araştırmalarında bulunan bir tahta tablet, şimdilik ilk ve tek Anadolu örneğini oluşturmaktadır Bunun yanısıra, sadece Geç Asur döneminde kullanılmış, perdahlı pişmiş toprak üzerine fırça ile boyanarak yazılan örnekler ele vardır Bu çivi yazısının kazınarak veya basılarak yazılmadığı tek örnektir

c) Styluslar:

Stylus\ann ise, kamış örneklerinin yanısıra kemik, fildişi ve bronzdan yapılmış olanları da vardır Bunlar, büyük olasılıkla günlük yazımlar için kullanılmamışlardır Uçları da düz, yuvarlak, üç olmak üzere, çeşitli şekillerde kesilmiştir Yuvarlak uçlu olanlar, ilk tablet örnekleri üstündeki, sayıların yazımları için kullanılmışlardır MÖ J7yy Kski Babil dönemi tabletlerinde ucu üçgen sıylus'lar kullanılırken, Asur kitaplığından gelen tabletler, clüz uçlu olanlarla yazılmışlardır

d) Zarflar:

Yazılan tabletler eğer mektup ise bir başkasına göndermek, ekonomik içerikli iseler ele, güvenlik amacıyla zarllanmışlar-clır Bu uygulama daha Dr III döneminde başlamış ve özellikle idari metinlerde kullanılmıştır Krali depolara giren veya çıkan malların listesi yapılarak, üzerinde aynı bilgilerin varolduğu kil zarf, metnin üzerine sarılmıştır Ayrıca sorumlu olan kişi ele üzerini mühürlemiş, gereküğineJe ele zarf, kırılıp açılarak bilgilerin tutarlılığı kontrol edilmiştir Böyle bir önlemin nedeni, yumuşak kilden yapılan zarfın üzerinde, olası bir sahtekârlığı önlemektir

Eski Babil ve Eski Asur dönemi mektupları ise, işlev açısından bugünkü zari kullanımına daha benzerlik gösterir Çünkü üzerlerine gönderilen kişinin ismi yazılmış ve bir de mühürlenmişlerdir Bu tür zarflı mektupların en güzel örnekleri, Anadolu'daki Asur ticaret kolonilerinin merkezi olan, Kayseri yakınındaki Kaneş'clen (Kültepe) gelmektedir

e)Mühürler:

Bütün Eski Önasya dünyasında, yazının başlangıcından beri önemli bir yeri olan mühürler, günümüzde apayrı bir uzmanlık birimi haline gelmiştir Bu nedenle çok değişik tipoloji içeren mühürler hakkında, bu kapsamda detaylı bir bilgi vermek olanaksızdır Çivi yazısı, özellikle bunların silindir ve damga mühür biçimli olanlarına uygulanmıştır Mühürlerin bulla adını verdiğimiz, kil baskıları ise, orijinallerinden daha çok sayıda ele geçmiştir Mühür yapımında kullanılan malzeme ise, çoğunlukla taştır Daha kısıtlı sayıda, değerli taş ve madenlerden yapılan örnekler de bulunmuştur Mühürler üzerinde özellikle kral isimlerinin yazılmış olması, bize tarihleme açısından büyük kolaylık sağlar Çivi yazılı damga mühürlerin en güzel örneklerini ise, Hitit toprak bağış belgelen vermektedir

Nasıl Çözüldüler?

Şimdiye dek çivi yazısının Sümer'de doğup, Önasya dünyasında işlerlik kazanarak, Pers dünyasına kadar yayıldığından bahsettik Çivi yazısı ve bu sistemle yazılan dillerin çözüm hikâyesi ise, tam ters noktada başlamış, yani bilmeceye ilk ışık tutan Eski Persçe yazıtlar olmuştur

grup üç dilli (Eski Persçe, Elamca, Babilce) kısa yazıt ve Nakş-i Rüstem yazıtlarını yayınlamış ve çivi yazısının soldan sağa yazıldığını da doğru olarak farketmiştir l686'da Perse-polis'i dolaşan Engelbert Kâmpfer ise, her ne kadar çözümüne bir katkısı olmasa da, yazıya o dönemden beri anıldığı adı olan Latince cuneatae "çivi biçimli" benzetmesini yakıştırmıştır

Eski Persçe'nin çözümü için gerekli olan yeterli sayıdaki yazıtı Carsten Niebuhr biraraya getirmiştir 1765'te Persepolis'e gidip üç hafta kalarak aldığı net ve doğru kopyalar, daha sonra çözümde büyük rol oynadı Bir kısmının ilk defa yayınlandığı metinlere dayanarak Niebuhr, ilk olarak yazıtların üç farklı versiyon içerdiğini söylemiştir Niebuhr'un kopyalarını ilk kullanan Doğu Bilimcisi Olav Gerhard Tychsen, şimdi bizim Eski Persçe'de kullanıldığını bildiğimiz bir yatay çivinin kelime ayracı olarak kullanıldığını ve yazı sisteminin üç ayrı dil içerdiğini farketti 1802 yılında Friedrich Münter, üç dilli yazıtların Ahamenid krallarına ait olduğunu anladı Yine Tychsen'den bağımsız olarak kelime ayracını farkede-rek, ilk versiyonun alfabetik, ikincisinin hece sistemi ve üçüncünün de ideografik olarak yazıldığını söyledi Tam olarak gerçeği yansıtmasa da bu doğru yönde atılmış bir adımdı Münter aynı zamanda üç dilin de aynı şeyi anlattığını ileri sürdü ve metinde geçtiğini tahmin ettiği "kral" ve "kralların kralı" ifadelerini doğru yerinde buldu Onu bu tahmine götüren, gelişimde yepyeni bir kapının aralanmış olmasıdır

Münter'in en büyük buluşu, ilk versiyonun bölgenin dili olan Ahamenid sülalesi krallarına ait olması gerektiği ve bunun da iran'da o dönemde yaygın olan Zerdüşt dininin kutsal kitabı Zent-Avesta'nın diline yakın olabileceğini düşünmesi oldu Daha önce 1771 yılında A Duperron Zent-Avesta'nın çevirisini yapmış ve bir gramer eskizini de ortaya koymuştu Onu izleyen Silvestre de Sacy îran eski eserleri üzerine yayınladığı bir kitapta Nakş-i Rüstem'deki Sasani kralına ait bir yazıtı incelemiştir Hellenistik dönemden sonra Rönesansı izleyen Keşif Çağı'ndan sonra Avrupalı gezginler, Ahamenid sülalesi dönemine ait Persli kralların kayalara oyulmuş kabartmalarını ve yazıtlarını ziyaret etmeye başladılar Çivi yazılı yazıtlar hakkında birşeyler yazan ilk kişi, 1621'de kopya ettiği 5 çivi yazısı işaretini bir mektupla Şi-raz'dan Napoli'deki bir arkadaşına gönderen, Pietro della Valle olmuştur 1666'yı izleyen yıllarda Jean Chardin, Perse-polis ve diğer yerleşimleri dolaşmış, burada kopya ettiği bir

414 satırdan oluştuğu bölümünün kopyalanması, Rawlin-son'un on yılına mal oldu Bu yazıt sayesinde Eski Pers dili ve yazı sistemine Grotefend'den çok daha emin ve bilinçli bir şekilde eğilme şansını yakalayan Rawlinson, çalışmalarını hızlı bir şekilde sürdürdü ve bu çabalarının sonucunu, yine Yunan tarihinden yaptığı karşılaştırmalarla, Darius'un egemenliği altındaki halkların ve kralların isimlerini metindeki yerlerinde saptayarak aldı Avesta dili ve Sanskritçe hakkındaki bilgileriyle, Eski Persçe'nin bu dillerle olan ilgisini farketmesi, kelime anlamlarını ve gramatikal özellikleri bulmasına yardım etti Rawlinson'un 1846 yılında Bisutun anıtı Eski Persçe bölümünün çözümünü tamamlayarak yayınlaması, bilinmeyen dillerin çözüm araştırmalarında bir dönüm noktası oluşturdu

Bu başarı Rawlinson'u 1844-47 yılları arasında, bu sefer anıtın Elamca ve Babilce versiyonlarını kopyalamaya sevk etti Ahamenid dönemi Elamca'sının 123 karakter içermesi nedeniyle, alfabetik olmadığı belliydi Elde çözülmüş Eski Persçe metin olduğu için, önce orada geçen isimler Elamca'ya uygulanmaya çalışıldı Ancak dillerdeki fonetik yapı değişik olduğu için, örneğin bugünkü bilgimizle, Yunanca Hystas-pes isminin Eski Persçe vi-i-sa-a-ta-a-sa-pa-ha-ya-a, Elamca mMi-is-da-âs-ba, Babilce mUs-ta-as-pa şeklinde yazıldığı göz önüne alınırsa, bu işin sanıldığı kadar kolay olmadığı anlaşılır Ayrıca Eski Persçe'ye yardım eden Avestan ve Sanskrit dilleri örneğinde olduğu gibi, maalesef Elamca'nın hiç bir akrabasının saptanamaması, zorluğun bir başka yönünü oluşturuyordu Daha önce Grotefend'in de erkek şahıs isimleri önüne gelen dikey bir çivi ile ifade edildiğini belirlediği Elam çivi yazı sistemi, ancak bir başka uzman olan Edward Hincks ile birlikte daha çok Babilce versiyon üzerinde yoğunlaşan Rawlinson'un not defterleri ve çalışmalarını verdiği Edwin Norris tarafından, 1855 yılında çözümlenebildi Norris'in büyük bir başarıyla, Rawlinson'un saptadığı 40 özel ismi 90'a çıkarabilmesine rağmen, bu dilin halen bilinmeyen pek çok yönü vardır

Rawlinson ve Hincks'in çalışmalarını Babilce üzerinde yoğunlaştırmakta haklı sebepleri vardı Çünkü bu dilin, geçen yıllar içinde Mezopotamya'da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan sayısız tabletlerle ilişkili bir dil olma olasılığı yüksek görünüyordu Çözüm için yine Ahamenid yazıtlarından yola çıkılmalı ve Bisutun anıtında saptanan özel isimler bu versiyondaki yerlerinde aranmalıydı Ama bunu yapmak ta söylendiği kadar kolay olmadı Herşeyden önce yazıda 300'den fazla işaret vardı ve kelime ayracı kullanılmamıştı Bugün bizim varlığını bildiğimiz, kelimelerin kimi zaman fonetik, kimi zaman logografik, kimi zaman da her ikisinin karıştırıldığı yazımlarla ifade edilmeleri, onları her seferinde şaşkınlığa uğratıyor ve bir çözüm sistemi bulabilmelerini zorlaştırı-yordu Bu noktada Grotefend'in çözdüğü Xerxes yazıtının Babilce versiyonu biraz kolaylık sağladı Yine Grotefend'in saptadığı erkek isimleri önünde kullanılan determinatifle isimler ayrıştırılabilince, Eski Persçe'sinde 4 işaretle ifade edilen, "kral" kelimesi için sadece l, "büyük" ifadesi için de 2 işaret kalıyordu Bunun nedeni Babilce sarru "kral" kelimesi yerine, bunun Sümerce'den alınmış logografik şekli LUGAL'in kullanılmış olmasıdır, rabû "büyük" ise, Sümerce-si olan GAL'in arkasına, rabû şeklinde okunması gerektiğini gösteren, fonetik tamamlayıcısı u ile birlikte yazılıp, G AL-u şeklinde yazıya geçirilmişti Bisutun yazıtında ise matu "ülke", yine Sümerce KUR ile yazılmış, bunun çoğul hali KURKUR şeklinde tekrarlanmışken, bir de Sümerce çoğul eki MES eklenmişti Bütün bunların bir anda farkına varılması hemen hemen imkânsızdı

Çözümün böylesine tıkandığı bir noktada, ilk olarak 1845'te Isidor Löwenstein, dikkatleri bu dilin Semitik olabileceği noktasına çekti Ama bu yazıda, bilinen diğer Semitik diller Arapça ve ibranca'da olduğu gibi, vokallerin önem taşımadığı bir sistem olduğunu öne sürerek, sadece bir r harfi için 7 değişik işaret saptaması, onu yanlış bir yola soktu Onun hipotezindeki bu hatayı farkederek işaretlerin sessiz harfleri değil, sesli ve sessiz harflerin birarada yazıldığı heceleri yansıttığını saptayan, Hincks oldu ve 1850 yılında bu görüşünü açıkladı Hincks, ab, da gibi basit hecelerin yanısıra, mur, kân gibi kompleks hecelerin de varolduğunu, bunların yeri geldiğinde mu-ur veya ka-an şeklinde de yazılabileceklerini, daha önemlisi bazı işaretlerin bir hece değerine karşılık gelmelerinin yanısıra, tek başlarına bir kelime yerini tuttuklarını ve işlevindeki geniş alanı keşfettiği determinatif olarak kullanılabileceklerini de kanıtladı

Önemli bir başka keşfin sahibi de Korsabad'da Sargon'a ait sarayın kazısını yürüten, Botta oldu Botta, elindeki sayısız malzemeyi kullanarak, bir metnin içinde aynı kelimenin, hem tek bir işaretle logografik, hem de açık şekliyle hece işaretleriyle yazılabileceğini gösterdi Onun bu buluşuyla, nihayet logografik kelimelerin gerçek okunuşlarını saptamak mümkün olabildi

Çözüme son bir önemli katkı, yine Rawlinson'dan geldi O da farkedilmesi hiç te kolay olmayan, bir hecenin birden fazla hece değerine sahip olabileceği idi Biraraya getirdiği bütün bu ipuçlarıyla, Bisutun'un Babilce versiyonunu da 1851 yılında yayınladı Yazıtta saptadığı işaret değerlerinin çoğu bugün de geçerlidir ve kullandığımız işaret listelerinin temelini teşkil ederler

Babil ve Asurlular'ın dillerinde sayısız belge, özellikle sözlük listeleri bırakmış olmaları, giderek çivi yazısının daha iyi tanınmasını sağladı Paleografi adını verdiğimiz, işaretlerin farklı dönemlerde geçirdikleri değişimleri inceleyen bilim dalının ilk çalışmalarını başlatan da, yine Hincks oldu

Konuya uzak kalan bilim adamları ise, çağdaş yazı sistemlerinde bulunmayan, çok değerlilik ve logografik kullanımları şüphe ile karşılıyor ve bu yeni bilim dalına pek güvenmiyorlardı Bunun üzerine Londra'daki Royal Asiatic Society, çözüm sisteminin geçerliliğinin kanıtlanabilmesi için, Asur'da bulunmuş, Asur kralı I Tiglat-pileser'e ait, döneminin faaliyet ve olayları hakkında bilgi veren, 793 satirli sekiz yüzlü kil prizmayı kullanmaya karar verdi (Bkz Resim VI) Bu sırada Rawlinson, Hincks'in yanısıra, yine iki uzman olan Oppert ve Talbot ta tesadüfen Londra'da bulunuyorlardı Bu uzmanların herbirine metnin birer kopyası verildi ve özellikle birbirleriyle ilişki kurmamaları rica edilip, çözümlerini kapalı zarflar içinde teslim etmeleri istendi Yapılan karşılaştırmalar sonucunda dört çözüm de önemli oranda birbiriyle tutarlılık gösterince, çivi yazısı çözüm sistemini bilimsel olarak yayınlayabilmek için hiç bir engel kalmadı

19- yy'm ikinci yarısı ve 20 yy başlarında yapılan araştırmalar, Assiroloji'yi değerli bir filolojik bilim dalı haline getirdi Mezopotamya'nın yanısıra, Anadolu'da da başlatılan kazı çalışmaları, yine bu yazı sistemi ile yazılmış, ancak farklı diller içeren binlerce tableti gün ışığına çıkardı Ancak Babil ve Asur, daha doğrusu Akkad çivi yazısının kanıtlanmasından sonraki evreler için, deşifre etmek veya çözmek deyimlerini kullanmak pek doğru olmaz Çünkü bir yazı sisteminin okunabilmesi ile içerdiği dilin anlaşılabilmesi arasında çok büyük bir fark vardır Bunu hiç yabancı dil bilmeyen bir Türk araştırmacının Çince ve ingilizce karşısındaki konumuna benzetebiliriz Yazı sistemi hakkında hiçbirşey bilmediği Çince karşısında çaresiz kalırken, dilini anlamasa da, Latin alfabesi ile yazılmış olduğu için, ingilizce'yi en azından okuma şansına sahip olacaktır Bu noktada uzmanlar ve bilim adamları artık iki önemli anahtarın kendilerine yardımcı olmasını beklediler Çift, üç veya daha çok dilde yazılmış tabletlerin bulunması ve okunabilen dilin yaşayan başka dillerle olan akrabalık ilişkilerinin ortaya çıkarılması

Nitekim Babilliler tarafından, rahip okullarında, benzetme yerindeyse, Ortaçağ Latincesi gibi öğretilen Sümerce'nin, daha o dönemde ölmüş olmasına rağmen, sayısız dini, mitolojik ve edebi metinlerde Babilce çevirileri ile kopya edilmesi ve sözlük listeleri ile gramere ait özelliklerinin de kaydedilmiş olması, dilin anlaşılmasında kolaylık sağladı Son yıllarda sayıları artan çift dilli metinlerle hakkında giderek daha fazla bilgi sahibi olduğumuz Hurrice ise, ilk dönemlerde ancak Tuşratta'nın Mısır'a gönderdiği Hurrice mektubunun içerik açısından ona benzerlik gösteren Akkadça mektuplarıyla yapılan karşılaştırmalarla biraz okunabildi Onunla yakınlığı saptanan Urartuca'nın anlaşılmasına ise, kısmen yapılan karşılaştırmalar, kısmen basmakalıp tekrarlanan logografik ve fonetik yazımların bir arada kullanılmış olması, kısmen de bulunan Urartuca-Asurca çift dilli yazıtlar yardım etti

Hititçe metinlerin okunması ise, diğerlerine oranla çok daha sansasyonel oldu 1906 yılında Boğazköy'de başlayan kazılarla ortaya çıkarılan onbinlerce tablet, Eski Babil yazı sistemi kullanılmış olduğu için, kolayca okundu Ancak kullandığı dil, hiç te çivi yazısı kullanan diğerlerine benzemiyordu Bulunan çift ve üç dilli metinler ve sözlük tabletleri de, diğer metin gruplarında çok seyrek geçen sözcüklerin, özellikle gramatikal yapılarının, anlaşılmasına yardımcı olamıyordu Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıç yıllarında Profesör Bedrich Hrozny, Hititçe metinler üzerinde çalışmaya başladı Yaptığı bazı etimolojik çalışmalar ve benzer kelimeler, şaşırtıcı bir şekilde onu bu dilin bir Hint-Avrupa dili olabileceği düşüncesine götürdü Aslında bu görüş, daha önce, 1902 yılında, Tell-el-Amarna'da bulunan 2 Hititçe tablet üzerinde çalışan, JA Knudtzon tarafından da öne sürülmüş, ancak bu buluş, diğer bilim adamları arasında kendine hiç yandaş bulamadığı için, ciddiye alınmamıştı Hrozny'nin özellikle üzerinde durduğu bir cümlede, Hititçe watar "su" (Almanca "Wasser", ingilizce "water") ve Hititçe ed- "yemek" (Almanca "essen", Latince "edere") kelimelerini saptaması, onu daha cesaretlendirdi Burada hemen şunu belirtelim ki, dillerarası akrabalıkların saptanmasında, sadece kelimelerin yarattığı çağrışımlar, tek başlarına belirleyici bir kriter oluşturamazlar Günümüzde de bu bağları kurabilmek isteyen pek çok kişinin yanılmasına yol açan bu metod, nitekim ilk çalışmalarında bulduğu doğru karşılıkların yanısı-ra, Hrozny'e de hata yaptırdı Herşeye rağmen değerini azaltmayacak bu buluşunu 1915'te Berlin'de sundu ve 1917 yılında da bir kitapla yayınladı Kitabın eksik ve hatalı yönleri de 1920 yılında bir Hint-Avrupa bilimcisi olan Ferdinand Sommer tarafından tamamlandı

Bugün halen yoğun biçimde sürdürülen kazı çalışmaları ve filolojik araştırmalar, her çivi yazılı dilin ayrı bir bilim ve uzmanlık dalı olarak gelişmesini sağlamıştır Bilinmeyene karşı duyulan bu ilginin yoğunluğu ,her geçen gün bilgi birikimimize yeni ürünler katan araştırmalarla, hiç şüphesiz halen çözülememiş ya da hakkında çok az şey bildiğimiz yazı sistemleri ve dillerin de gün ışığına çıkarılmasına olanak tanıyacaktır




__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Sümerce

Eski 10-23-2009   #5
Şengül Şirin
Varsayılan

Sümerce



Sümerce

Kökenleri belli olmayan ve bugüne kadar dil aileleri içinde başka akrabası saptanamayan bir dil konuşan Sümerler, bölgede yaşadığını bildiğimiz en eski toplumdur MÖ 3 bini izleyen dönemlerde, çivi yazısının, güney Mezopotamya'daki Akkadlar ve Suriye'deki Eblalılar'a iletilmesini sağladılar Sümerlerin Erhanedan Dönemi III, Akkad'lı Sargon'un (MÖ 2334-2279) hakimiyeti ile sona erdikten sonra, hem dilde, hem de politik açıdan güçlü bir Akkad etkisi görülmeye başlanır Bu hanedanın da yaklaşık MÖ 2200'lerde çöküşüyle, Sümerce yine yönetimde kullanılan dil olarak yerini almış, ancak bundan sonra gelecek yıllar içindeki tüm krallar, artık kendilerini Sümer ve Akkad kralları olarak tanıtmışlardır Başta MÖ 2004 yılında Ur olmak üzere, önemli Sümer şehirlerinin birbiri ardına düşmesinden sonra, yaklaşık MÖ 18 yüzyılın başlarında Sümerce, yerini kesin olarak Akkadça'ya bırakmıştır Ancak konuşulan dil olarak güncelliğini yitirmesine rağmen, yazım kolaylığı ve geleneksel edebiyat dili olması nedeniyle pek çok anıtsal yazıt, edebi metin ve Sümerce sözlük listelerinde kopya edilmeye devam etmiştir

Sümerce agglutinativ (bitişken) bir dildir Türkçe'de olduğu gibi, her kelime değişmeyen, ancak ön- veya son eklerle işlerlik kazandırılan bir veya birden fazla hece ile ifade edilir Örneğin, DÜ "inşa etmek", ÎDÜ "o inşa etti", NUMUDÜ "o inşa etmedi" Özellikle çoğu edebi metnin kopyalandığı dönem olan, Eski Babil dönemine gelindiğinde, paralel metinlerde farklı ön ve sonekler kullanılmış olması ise, Sümerce gramerinin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır

Sümerlerin bıraktıkları belge grupları içinde edebi, mitolojik metinler ve destanlar en önemli yeri tutar Bunlar içinde özellikle "Gılgamış Destanı", çivi yazısının yayılımıyla, diğer dillere de çevrilmiş, tufan hikayesi bölümü ise, bütün kutsal kitaplarda da aynı şekilde anlatılarak, binlerce yıl boyunca korunmuştur

Akadça

Sümerce'den sonra bölgede geçerli dil olan Akkadça, bugünkü Arapça ve ibranca'nın dahil olduğu Semitik dil ailesinin üyesidir Sargon döneminde kullanılan Eski Akkad lehçesinden sonra Akkadça, Asurca ve Babilce olmak üzere iki temel lehçeye ayrılmıştır Bu lehçeler de zaman ve coğrafi alanları içinde geçirdikleri değişikliklere göre, Eski, Orta ve Yeni başlıkları altında, incelenir Akkadça kelimeler, temel olarak alınan 3 konsonant ve bir kök vokaline, başka vokaller eklenmesi veya konsonantların çiftlenmesi ve sonra da bu kelimenin çatısına ön ve sonekler getirilmesiyle oluşturulurlar (Örn sbt (kök vokali a), Mastar hali, sabatum "yakalamak", isabbat "o yakalar", isbat "o yakaladı", sabat"ykala" Yani, aslında her sesin bir hece ile ifade edildiği çivi yazısı, Akkadça'nın dil yapısına uygun değildir Bu nedenle, önemli ölçüde kelimelerin fonetik olarak ifade edilmesiyle birlikte, buna ek olarak Akkadlı katipler, Akkadça kelimeleri yazmak için, Sümerce logogramları da kullandılar Örn Akkadça "koyunlar" anlamına gelen immeru kelimesini Sümerce şekliyle UDU MF^ olarak yazdılar ; ya da iki dili karıştırarak, Sümerce "büyük" anlamına gelen GAL kelimesinin sonuna Akkadçası olan rabûrmn sonunu ekleyerek bunu GAL- u şeklinde ifade ettiler

Sümer hece sistemini benimseyen Akkadlar, kendi dillerine uygun yeni hece değerleri de yaratarak, "çok seslilik" (polyphonie) ve "çok işaretlilik"(po/y^m/^) sistemlerini geliştirdiler Örn Sümerce SU "el" işareti Akkadça okunuşu qadu ile birlikte, su'nun yanısıra, "qad, qaf hece değerlerini de yazıya kazandırmıştır

MÖ 2 binde diplomatik yazışma dili olan ve yaklaşık 2500 yıl süreyle Eski Yakın Doğu kültürüne aracılık eden Akkadça yazılı belgeleri, doğal olarak kendine çok geniş bir yayılım alanı bulmuştur Bu yayılım sonucunda Akkadça'nın merkezi lehçelerinin yanısıra "çevre" (peripbeml) dialektler de ortaya çıkmıştır Susa, Boğazköy, Alalah, Nuzi, Ugarit ve Amarna'da ortaya çıkarılan bu belgeler, Akkadça yazılmış olmalarına karşın çeşitli lokal dillerin etkisi altında kalmışlardır

Eblaca

Yakın bir geçmişte, 1964 yılında bugünkü adı Tel Mardih olan Ebla'da yapılan kazılar, Suriye'de, MÖ 3 bin yılda, çivi yazısının burada konuşulan dile de uygulandığını ortaya çıkardı Bu dilin bir Proto-lbrani dili ve Batı-Semitik dillerinin öncüsü olduğu kabul edilmektedir Abu Salabih tabletlerinden anlaşıldığına göre, Sümer'le çağdaş olan ve ticari ilişkilerinin yanısıra Sümerlerin edebi geleneklerini de önemli ölçüde benimseyen Eblalılar, kendi ekonomik kayıtlarını tutmak için de Sümer hece işaretlerini kullanmışlardır Tabletlerin % 80'inin Sümerce, sadece % 20'sinin Ebla dilinde yazılmış olması, metinleri kolayca anlamamızı sağlamakta, ancak bu dil hakkında yeterince bilgi sahibi olabilmemizi önlemektedir Metinlerde karma bir sistem izlenerek, çoğu isim, fiil ve sıfatlar Sümerce, edat, zamir, bağlaç ve özel isimler ise Ebla dilinde verilmiştir

Elamca

Başkenti Susa olan Elam, Pers körfezinin kuzeyi ve aşağı Dicle arasında kalan, kabaca bugünkü iran'la sınırlayabileceğimiz bölgedir Elam'ın eski dönem tarihi de Sümer ve Akkad uygarlıklarının tarihleri ile çağdaştır Yüzyıllar boyu Batı Asya'nın önemli krallıklarından biri olarak hüküm süren ve MÖ 640 yılında Asur imparatorluğu tarafından tarih sahnesinden silinen Elam'ın yazı tarihi de ilginç süreçlerden geçmiştir

Proto-Elam olarak adlandırdığımız, Susa'da ortaya çıkan yerli piktografik yazının tarihi Uruk tabletleri kadar eskidir Metinler, Uruk'taki çağdaşları ile yapılan karşılaştırmalar sonucunda kısmen okunabilmiş, ancak dilin özellikleri ve piktogramdan hece yazısına doğru bir geçiş, tam olarak saptanamamıştır

Akkad hanedanı döneminde, Susa katipleri, bir süre Sümer yazısını kullandılar, ancak çok geçmeden Elamlı bir istilacı olan Puzur - Insusinak, Proto-Elam özelliklerine dayanan yerli bir yazı üretti Çok az deşifre edilebilen bu yazının da ömrü çok kısa olmuş ve bundan sonraki 600 yıl süresince, sadece 4 metin dışındaki bütün belgeler Babilce yazılmıştır

Orta Elam döneminden itibaren ise, tekrar Elam dilinde yazılan çivi yazılı metinlerin başladığını görüyoruz Bu dönemde Babil'den kısıtlı sayıda işaret alınarak, fonetik Elam-ca kelimeler, logografik olarak ifade edilmiştir 80'den fazlasının hece işareti olduğu bu yazıda, toplam karakterlerin sayısı, 113'tür

Elam dilinin akrabaları da saptanamamıştır Hem dil, hem de kullandıkları çivi yazısı sistemi hakkındaki bilgilerimiz, Babilce ve Eski Persçe ile birlikte yazılmış üç dilli Ahamenid sülalesi yazıtlarıyla belli ölçüde artmaktadır Bu dillerin yardımıyla, kabaca bir gramer ve kelime haznesi oluşturulabil-mesine karşılık, lengüistik (dilbilimsel) değeri diğer dillere oranla çok daha az bilinir Batı Iran bölgesi dışında fazla önem ve yaygınlık kazanmayan bu dille günümüzde uğraşan bilim adamlarının sayısı da oldukça azdır

Hurrice

MÖ 3 binden itibaren prenslikler halinde yaşayan Hurri toplumu, MÖ 16 yy sonlarına doğru, bölgeye gelen îndo-Ari kökenli savaşçı toplumla bir devlet örgütü haline gelmiş ve bu devlete resmi bir ad olarak Mittani devleti denmiştir Mittani, daha çok bölgeye verilen coğrafi bir isim olarak korunurken, halkın çoğunun Hurrili olması nedeniyle, bu isim kullanılmaya devam etmiştir Yaklaşık MÖ 1340'larda Hititler tarafından zayıflatılan Mittani devleti, önce Asur împaratorluğu'nun vasali olmuş, MÖ 1270 yılında ise, Asur kralı I Salmanassar tarafından siyaset sahnesinden atılarak, bir Asur eyaleti haline gelmiştir

Bölge, kuzeybatı Mezopotamya'da bugünkü Mardin civarını kapsamaktadır Hurriler, Yakın Doğu'da özellikle ilk defa eğitimli at yetiştirmeleri ve arabalı savaşı yaygınlaştırmaları nedeniyle önemli bir yer tutarlar Hititlerin başkenti Hattuşa'da bulunan, Mittani'li at yetiştiricisi Kikkuli'nin yönetmelik metninde geçen ve kesinlikle Hurrice olmayan bazı teknik terimler ise, ancak belli Sanskritçe öğelerle açıklanabil-mektedir

Hurriler çivi yazısını Akkadlardan aldılar Ancak ne Semitik, ne Hint-Avrupa dilleriyle ve ne de Sümerce ile yakınlığı olmayan dillerinin, sadece yine ölü bir dil olan Urartuca ve bugün yaşayan bazı Kafkas dilleriyle akrabalıkları saptanabilmektedir

Bu dilde yazılmış belgelerin çoğunluğu yine Hattuşa'dan (Boğazköy) kaynaklanmaktadır Daha önce çoğunlukla Hititçe ritüel metinlerde geçen, anlaşılması zor Hurrice bölümlerin yanısıra, 1983 yılında Boğazköy'de bulunan Hurrice-Hititçe çift dilli metinler, bu dil ve grameri hakkındaki bilgilerimizi oldukça geliştirdi Yine Boğazköy'de Babil Gılgamış Destanı'nın Hurrice çevirisine ait fragmanlar, Akkadça-Hurrice çift dilli metinler ve Hurrice kelimelerin karşılıklarını Sümerce, Akkadça ve Ugarit dilinde veren okul metinleri, Ugarit'te de bu 4 dildeki kelimeleri paralel kolonlar halinde veren bir sözlük metni bulundu Ayrıca Ugarit alfabesiyle yazılan ve Sümerce-Hurrice kelimeler içeren metinler de vardır Mari ve Amarna arşivleri de Hurrice metinler içerir Bunlardan 1877 yılında Tell el Amarna'da bulunan MÖ 15 yy sonu 14 yy başına tarihlenen, Mittani kralı Tuşratta'nın Mısır kralı III Amenophis'e gönderdiği uzun mektup, bu dilde yazılmış en önemli kaynaktır Çift dilli olmamasına rağmen, Tuşratta'nın yazdığı diğer Akkadça metinlerin yardımıyla okunabilir duruma gelmiştir Son yıllarda Çorum'un güneyindeki Ortaköy'de yapılan kazı araştırmaları da Hurrice ve Hurrice-Hititçe tablet buluntuları vermiştir

Son yıllarda yoğunluk kazanan araştırmalarla özellikle gramer ve sentaktik yapısının belirgin hale gelmesiyle birlikte, bulunan tek dilli Hurrice bir yazıtın anlaşılabilmesi oldukça zordur

makla birlikte,az sayıda kil tablet ve madeni örnekler de vardır Yine bigraph bir toplum olan Urartular, kendilerine özgü bir hiyeroglif yazı sistemini de kullanmışlardır Bunun nedeni de Geç Hitit şehir devletlerinden Tabal'de hiyeroglif kullanılması ve Urartular'ın onlarla temas halinde bulunmalarıdır Bu örneklere çoğunlukla keramik kaplar üzerinde ve az sayıda mühürlerde rastlanmıştır

Ugarit Dili

Suriye sahilindeki Ugarit'de (Ras Şamra) yapılan kazılar sonucunda, yaklaşık MÖ 14 yy'a tarihlenen ve sayıları 1000'i aşan kil tabletler bulundu Sümer-Babil çivi yazısına dış görünüşleriyle benzeyen, fakat kesinlikle alfabetik olan bu yazıda sadece 30 işaret vardır ve bir de kelime ayracı kullanılmıştır Bu işaretler daha geç dönemlerde ortaya çıkan, ibrani ve Fenike Semitik alfabelerinde olduğu gibi, sadece sessiz harflerle ifade edilen harfleri yansıtırlar, ancak Ugarit alfabesinde 3 tane de sesli harf kullanılmıştır Her ne kadar işaretler, çivi yazısına benzerlik gösterse de, soldan sağa ve stylutfla kil üzerine yazılmalarından başka hiç bir ortak yanları yoktur

Ugarit'de Ugarit dili ve Babilce yazılmış ekonomik içerikli belgelerin yanısıra bulunan mitolojik metinler, teoloji çalışmalarına da kaynaklık etmiştir

Eski Persçe

Çivi yazısından sadece dış görünümüyle etkilenen yarıalfabetik yazı sistemlerinden biri de Eski Persçe'dir Bu yazıda kullanılan dil, MÖ 6 yy ortalarında, Persler'in Ahamenid sülalesinin resmi diliydi Dönemin yazıtları, çoğunlukla Eski Persçe, Elamca ve Babilce olmak üzere 3 dilde yazılmıştır Olasılıkla o devirde Arami alfabesinin Ön Asya'da hakim dil olması, yazının alfabetik değer kazanmasına, ancak aynı zamanda Elamla olan manevi bağlar, çivi yazısı formunun benimsenmesine neden olmuştur

Yazıda toplam 41 işaretin, 36'sı hece işareti, 5'i ise ideog-ramdır 3 sesli harf ve yine kelime ayracı da kullanılmıştır

En önemlisi Bisutun'daki Darius'un yazıtı olan kaya yazıtlarının yanısıra, altın, gümüş ve taş tabletler, bir kaç mühür ve kap üzerinde yazılar ve çok az sayıda kil tablet ele geçmiştir Buna neden, günlük pratik amaçlar için, çoğunlukla Elam çivi yazısı veya Aramca'nın kullanılmış olmasıdır Eski Persçe, III Artaxerxes'ten sonra (MÖ 358-338) tamamen terkedilmiştir

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.