Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
cahit, hüzün, sıtkı, şairi

Bir Hüzün Şairi: Cahit Sıtkı

Eski 10-04-2009   #1
GöKKuŞaĞı

Bir Hüzün Şairi: Cahit Sıtkı




Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanamadın olacak
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında

TESELLİYİ ŞİİRDE ARADI
CAHİT SITKI TARANCI


Cahit Sıtkı Tarancı’nın doğduğu ev şimdi müze


Şairlerin mevsimleri vardır, Cahit Sıtkı’ya da Ekim’i yakıştırırlar Mısralarının güz ve hüzün kokması bir yana, böylesi bir Ekim günü (4 Ekim 1910) doğar, yine bir Ekim günü (13-Ekim-1956) toprağa bırakırlar
Hüseyin Cahit, Diyar-ı Bekir Cami-i Kebir Mahallesinde Akkoyunlu, Artuklu ve Osmanlı çizgileri taşıyan 3 asırlık bir köşkte (bir ara hastaneydi şimdi müze) doğar Avlulu, havuzlu, oturaklı, ferah ve müzeyyen bir binadır bu Salonlar, kilerler ve 14 yüksek tavanlı, oda Güneyde kış köşesi, kuzeyde yaz köşesi Bahara doğuyu ayırmış, sonbahara batıyı münasip bulmuşlar
Albenili kasr, siyah bazalt taşından yapılmıştır, mimarı yer yer ak mermerler de kullanır, dantel gibi oturtur yuvasına
Ev kalabalıkçadır, gün boyu aşçılar, seyisler koşturur Dadılar, lalalar, halayıklar
Babası Bekir Sıtkı eşraftandır Şehirde Pirinçcizade namıyla marufturlar
Bu saray parçasında sık sık meclisler kurulur, edebi sohbetler dem tutar O devrin Diyarbakır’ı zaten çok nezihtir, Arabi Farisi bilmek, aruzdan, vezinden anlamak meziyet sayılmaz Peki evin bir kütüphanesi? Herhalde yani, sorduğun şeye bak
Şimdi düşünelim, varoşun izbelerinde doğan, kitap bulamayan, destan dinlemeyen, ozan tanımayan, sütten kesilir kesilmez ekmek kavgasına başlayan ve beş gazoz kapağı için arkadaşının kafasını yaran biri şair olabilir mi?
Olur ama nadirattan!
Konak çocukları maça 1-0 önde başlar

GURBET ÖYLE ACI Kİ
Niye öyle yaparlar bilinmez Cahit’i el kadar tıfıl iken İstanbul’a yollar, Saint Joseph’e yazdırırlar Zikrolunan mektep pek kasvetlidir, çocukcağız mösyü misyonerlerin elinde bunalmaya başlar Zaten mariz olan ruhu iyice kararır, içine kapanmaya başlar Annesi Arife Hanıma hüzünlü mektuplar yazar
Babasına yolladıkları daha bir ağdalıdır, uzun peşrevlerden sonra “tamamen duygusallaşır” Yok şu tarihe kadar şunca lira yollanmazsa şöyle olurmuş da filan
Zaman zaman kendine de mektuplar atar Enim konum bekler ve zarfı heyecanla açar Hatta anlatırlar bir keresinde yerde bir kız fotoğrafı bulur, yanına şiirler ilave eder kendine yollar Hoş, aşkın en dertsizi hayaldeki değil midir? Kalem elinde nasıl olsa, uydur uydur yaz!
Cahit Sıtkı karakterinin şekillendiği yıllarda kesif bir Batı bombardımanına tutulur, yat kalk Moliere, ye iç Lamartine! Rimbaud ve Mallarme kusturasıya kadar!
Haliyle Frenk dili ve edebiyatının tesiri altında kalır Bilhassa Baudelaire, Verlaine çocuğu peşine takar
Cahit, Saint Joseph’e hiç ısınamaz, nitekim ani bir kararla Galatasaray Lisesi’ne kaçar İşte ahbabı akranı Ziya Osman Saba ile burada tanışır, birbirlerinin şiirlerini hikayelerini okurlar
Bir gün cesaretini toplayıp Servet-i Fünun’un kapısını çalar (1930), Halit Fahri’nin (Ozansoy) önüne 20 tane şiir koyar İçinden biri seçilir ve yayınlanır İmzasını gördüğü gün içi içine sığmaz, adeta göklerde uçar
Cahit Sıtkı “Sanat için sanat” umdesine bağlı kalır ve çoşkulu mısralara imza atar Üslubu sadedir, girift, müphem, muğlak mecazlardan kaçar Mevzuları hayatın içinden seçer Yazdır, kıştır, bahardır, doğumdur, okuldur, düğündür Bir de vefat tabii Kaçılmaz hakikat
Ki her nefis onu tadar

ÖLÜM KORKUSU OLMASA
Cahit ölümden pek korkar, kabir kefen dendi mi sıkıntılar basar, ağıtlar yakar Bazen isyan çizgisinde dolanır, validesine dahi sitemler serzenişler yollar:
“Anne sana kim dedi yavrunu doğurmayı?/ Sanki karnında fazla yaramazlık mı ettim?”
Cumhuriyetin ilk yıllarıdır, değerler alt üst olmuştur, insaf izan alabora Aydınlar bağnaz, yobaz ve aymazdırlar Açar ağızlarını, gözlerini yumar, ecdada hakaret yağdırırlar Basit 23 Nisan şiirleri yazanlar malı götürür, Cahit’i yok sayarlar Osmanlıya söverek yükselmeyi o da bilir ama böyle bir yola asla sapmaz
Kafası karışıktır, boşa koyar dolmaz, doluya koyar almaz
Evet, Cahit Sıtkı da sistemin ürünüdür, lakin istenildiği gibi kupkuru bir materyalist olmaz
Şaşırdım kaldım nasıl atsam adım;
Gün kasvet gece kasvet
Bulutlar, sisler içinde bunaldım;
Gök mavisine hasret
***
Olmuyor seni düşünmemek Tanrım,
Ummamak senden medet
Suyun dibine vardı ayaklarım;
Suyun dibinde zulmet
***
Kalmadı ümidin soluk ve cılız
Işığında bereket
Ve ölüm, kapımda kişner, sabırsız
Bir at oldu
Cahit, ölüm ve ötesini çok düşünür, kabir ve mahşer üzerine pek kafa yorar İyi de akıl bir yere kadar
Ey her gün gölgesini omzumda duyduğum el,
Gölgesi kendisinden bin kere beter ölüm
Her gece karanlıkta karşıma çıkan heykel,
Herkes gibi bana da bir gün mukadder ölüm
Eğer bir alimin dizi dibine çökebilse, bir mutasavvıftan ilim ve edep öğrenebilse Anadolu yeni bir Yunus’la tanışabilir ama olmaz
Yine de mısralarında tekke şairlerini andıran bir hava hissedilir ufaktan
Otuzlu yılların yazar çizer takımı gündüz Babıali’yi mekan tutar, gece Beyoğlu’na takılırlar Bu çevre Diyarbakır’dan çok farklıdır, sigara yakmayanı, alkol kullanmayanı dışlar
Yazarlık para eden bir zeneattır, yersin içersin artar, hatta seni “Avrepo”lara bile yollar Nitekim Cahit de Fransa’ya gider, bitmeyen eğitimini Sciences Politiques’te tamamlamaya karar kılar (1938-1940) Ayrıca Paris Radyosu’nda Türkçe spikerlik yapar

ZİRVEYE ÇIKARAN ŞİİR
Tam düzenini kurmuştur ki 2 Cihan Harbi kopar Vapur, şimendifer çalışmaz olur, sınırları tomofillere otobaslara kapatırlar İsviçre’ye geçebilmek için bir velespit alır, günlerce pedal basar Neticede sağ salim vasıl olur vatana
Askerliğini yaptıktan sonra bir süre İstanbul’da babasının işlerini kovalar Sonra Ankara’ya gider, AA, TMO ve Çalışma Bakanlığı’nda mesai yapar
Henüz ünlü değildir, 1946 yılında CHP’nin açtığı şiir yarışmasında birinci olunca şöhreti yakalar (Ne yalan söyliyeyim “1946 ve CHP” deyince “şiir edebiyat” değil, “baskı dipçik” geliyor aklıma)
Onu zirveye taşıyan manzumeyi hepiniz biliyorsunuz:
EvetYaş 35, yolun yarısı eder

Ecelden kim kaçmış ki!
Nedense Cahit Sıtkı’nın hep şiirinden dem vurulur, halbuki hikayeciliği de sağlamdır, hem Hüseyin Rahmi’ye “vay canına” dedirtecek kadar Genelde sokaktaki vatandaşı anlatır Aylak, hayalperest, ürkek, tasavvurlarını tahakkuk ettiremeyen bir adam Günübirlik dertler, borç harç, yuva hasreti, muhallebicide rast gelinen küçük kızlar, kaçamak bakışlar
Hikayelere pat diye girer, günümüz tabiriyle bodoslama Öyle şairane tasvirlere de sapmaz, hani kahvede konuşurcasına
“Gerçekten uyandığıma inanabilmek için gözlerimi oğuşturunca ne görsem!
Cahit Sıtkı, kırkına kadar bohemce yaşar Zamanla bekarlık tak eder canına Bir sıcak ev, bir müşfik hatun, bir tas çorba hasreti benliğini sarar
Bu akşam ilk olarak ağladım
Bekar odamın penceresinde
Hani ev bark, hani çoluk çocuk?
Ne geçti elime bu hayatın
Meyhanesinde, kerhanesinde?
Yatağım her gece böyle soğuk
Saadet bu ömrün neresinde?
Sonunda gözünü karartıp yuvasını kurar, üç mes’ud yılın ardından hastalanır O çok korktuğu ölümün adım adım yaklaştığını hisseder ama parmağını bile kıpırdatamaz Vücudu felç olmuştur zira Son bir ümitle alıp Viyana’ya götürürler, ancak tabutla döner yurduna
Ve bir namazlık saltanatı olur taht misali musalla taşında!


YOLCUDUR ABBAS!
‘Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun, işte oldu akşam
Kur bakalım çilingir soframızı,
Dinsin artık bu kalb ağrısı
***
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce
***
Bas kırbacı sihirli seccadeye
Var git / Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan,
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan

SEN İSTANBUL BİLİR?
Beşiktaş’taki sevgili tamam Peki Abbas? Lambanın cini gibi gösterilen Abbas, Cahit Sıtkı’nın emir eridir Mardin Midyatlı bir delikanlıdır bu Saf, temiz, cefakar
Cahit Sıtkı o gece de sofrasını kurdurtmuş, Çakırkeyf olmuştur Emir erine takılır: “Abbas Sen İstanbul bilir?”
-Bilir komutan!
-Göndersem gider?
-Gider komutan!
-Şimdi ben sana bir edrese verecek Sen Karaköy gidecek, tramvay binecek, Beşiktaş inecek Orada bi gız var, beni sevgili Kaçıracaksın, getirecek!’
Sabah ne görse iyi Abbas tahta bavulunu hazırlamış, yola çıkmak için destur bekliyor
Demek ki kırklı yıllarda yedek zabitlere bile “emir eri” sunarlar Bu çocuklar evinizi süpürür, çamaşırınızı yıkar, mezenizi hazırlar Kafaya alabilir, dalganızı da geçebilirsiniz Vatan borcu n’apsın? İçlerine atar, sabırla gün sayarlar
Sistem böyle bir şeydir işte, şair de olsa akıntıya kürek çekemez insan!


Hava güzel n’apsın?
Cahit Sıtkı’nın edip olacağı bellidir ama katiyetle iyi bir talebe olamaz Girdiği mektepleri (Mülkiye, Ticaret) tamamlayamaz Tembeldir, sebatsızdır, dersleri sallamaz
“Mülkiye’deyim Olağanüstü bir Nisan günü Zil çalmış, içimde bir pirelenme Bu havada Sadık Sami’den medeni hukuk dinlenir mi? Çimlere uzandım, bir yandan sigaramı tellendiriyorum Aradan bir çeyrek geçti geçmedi, yanı başımda bir ses: “Ne o Cahit Bey, derse girmeyecek misiniz?” İstifimi bozmadım: “Hayır efendim, hava o kadar güzel ki!” Numaramı not defterine yazıp başını sallayarak uzaklaşan kişi, müdür yardımcımız Zeki Bey’di”

Ortaya karışık
Bugün cuma;
Büyükannemi hatırlıyorum,
Yere düşen ekmek parçasını
Öpüp başıma götürdüğüm günler!
O zaman inandığım gibi,
Sahiden bir öbür dünya varsa eğer,
Orada da cumaysa bugün,
Başında bulutlardan beyaz örtüsü,
Büyükannem namaz kılmaktadır,
Namahrem eli değmez seccadesinde;
Mekke-i Mükerreme’den getirilmiş
Dilerim duasında unutmasın beni;
Günahkâr olduğumu hatırlayarak
***
Ne vefasız geçmişten hayır var
Ne gelecekler imdada koşar
Çoktandır tekneyi aldı sular
Çoktandır ümitler sende ölüm
***
Affan Dede’ye para saydım
Sattı bana çocukluğumu
Artık ne adım var ne yaşım
Bilmiyorum kim olduğumu
Hiçbir şey sorulmasın benden
Haberim yok olan bitenden
Bu bahar havası bu bahçe
Havuzda su şırılşırıldır
Uçurtmam bulutlardan yüce
Zıpzıplarım pırıl pırıldır
Ne güzel dönüyor çemberim
Hiç bitmese horoz şekerim
***
Herkes gibi teselliye muhtaç olsaydım eğer,
Derdim ki: “Elbet bir ağlayanım olur benim de;
Ramazan geceleri Yasin okuyanım,
Baharda kabrime menekşe getirenim de



İRfan Özfatura


__________________
Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar
Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar
NFK





GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali
GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.