Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
atlantis, kayıp, uygarlık

Atlantis - Kayıp Uygarlık

Eski 06-10-2009   #1
Verus_TR
Varsayılan

Atlantis - Kayıp Uygarlık



ATLANTİS VE TUFAN - BÖLÜM 1

Hazırlayan: Kemal Menemencioğlu
"Ve Rab gördü ki, yeryüzünde adamın kötülüğü çoktu, ve her gün
yüreğinin düşünceleri ve kuruntuları ancak kötü idi ve Rab dedi,
Yaratığım adamı ve hayvanları, sürünenleri ve göklerin kuşlarını
toprağın yüzü üzerinden sileceğim, çünkü onları yaptığıma pişman
oldum Fakat Nuh, Rab’ın gözünde inayet buldu"
Eski Ahit, Tekvin Bap 6
Tufan
Bir çok eski metinde ve halen eski geleneklerini koruyan toplulukta kadim geçmiş ile ilgili ortak bir efsane vardır Yıllardır belirli temalar kulaktan ağza dolaşıyor, çeşitli eserlere işleniyordu Bunlara göre, bir zamanlar dünyada farklı bir düzen varmış Bilmediğimiz ülkeler, kalabalık şehirler ve farklı kültürler varmış Bir gün kıyamet kopmuş Yanar dağlardan fışkıran alevli lavlar gök yüzüne kadar yükselmiş ve külleri güneşi örterek dünyayı karanlıklara boğmuş, sonra küller yeryüzüne yavaş yavaş yağmış Gökler kararmış, havalar soğumuş, şimşekler çarpışmış, kasırgalar insanları, ağaçları ve evleri uçurmuş, büyük depremler yerleri sarsmış Ondan sonra sular basmış, sanki bütün okyanus karaya binmişti, dağları yutacak büyüklükte dalgalar karalara yumruk gibi inmiş Şehirler sular altında kalmış, insanlar toplu halde boğulmuş Tonlarca su gök yüzünden yağmış Suların çekilmesi, gök yüzündeki kara lav bulutlarının dağılması ve yağmurun kesilmesi bazı yerlerde bir hafta sürmüş, bazı yerlerde kırk gün Felaketten kurtulanlar dehşet içinde etraflarına bakmışlar Kimisi gemilerdeydi, ama bunların pek azı, belki de tek bir gemi ile kurtulmuşlardı Nuh, Utnapiştem, Manu, Deukalion, Cemşid, Bergelmer, Coxcox, Yao, tek bir şahısa verilen değişik adlar mı, yoksa her biri ayrı kişiler miydi? Bilemeyiz Yeryüzünde değişik efsanelere göre tufandan kurtulanlar mağaralara inmişlerdi, yüksek dağlara, ağaçlara tırmanmışlardı, suda yüzen odunlara tutunarak kurtulmuşlardı (1)

Böyle bir felaket gerçekten oldu mı? Yoksa anlatılanlar hayal ürünü mü? Her şeyden önce unutmamak gerekir ki, yakın zamana kadar Troya (Truva), Pompei, Herkülüm, Knossus, Sodom, Gomorah şehirlerinin sadece efsanelerde yer aldıkları inanılırdı

1738 de Vesuvius Volkanın lavları kazılarak altında Herkülüm şehri bulundu 1748 de Herkülüm'ün yanı sıra Pompei şehri on metrelerce lav altında keşfedilmişti Vesuvıus yanar dağın ani patlaması, bu iki şehri 24 saat içinde sıcak küllerin altında gömüştü Pompei'de günlük hayatlarını yaşayan Romalılar ebediyen heykelleşmişti Kimisi mücevherlerini toplarken, kimileri cenaze töreninde veya kaçarken lavlara yakalanmıştı Bir Roma askeri üstüne karşı sadaklığını göstererek, ölümcül bir inatla nöbet tutarken heykelleşmişti Devasal yapılı bir adam karısını ve ön dört yaşındaki çocuğunu taşırken alevler içinde çökerek ebediyen lavlarla kalıplaşmıştı

1868'de Heinrich Schliemann Troya'ı Batı Anadolu sahilinde Hisarlık tepesinde yaptığı kazıda bulduğunda bütün dünya şaşırmıştı ve en az 2800 yıllık Homeros destanları masal olmadığı anlaşılmıştır MÖ 14 asırlarda Troyalılar kayıp, zengin ve ileri Anadolu uygarlıklarını Grek istilacılara karşı direnerek korumuşlardı, ancak 11 senelik bir savaştan sonra Grekler hileye başvurarak, şehir surlarının içine girmeye başarmışlardı ve Kral Piram'ın Troya şehri yakılarak yerle bir edilmişti Dilere destan Helen, Odysseus, Akhilleus, Paris, Hektor ve Kassandra’nın dramları ne denli gerçeğe uydukları bilinmemekte, ancak tarihçiler kabul ederler ki bu savaş Greklerin Anadolu istilasının başlangıcıydı

1900 senesinde, Arthur Evans'ın Girit adasında yaptığı kazılarda Minoan uygarlığı ortaya çıkarmıştı (2) Son bulgulara göre Girit bir zamanlar büyük bir Minoan uygarlığn merkeziydi, ve Thera (Santorini) adasındaki yanar dağın patlaması ile bu medeniyet tamamen yok olmuştu Masal sanılıp jeolojik araştırmalar sonucu ortaya çıkan bir de Sodom (Sedum) ve Gomorra şehirlerini yok eden felaketin buluşu da vardı Lut kavimin ani bir felaketle üzerlerine taş yağarak yok oluşu, Kuran'da ve Tevrat'ta hemen hemen farksız bir şekilde yazılır Hatta, Kuran'da bu şehrin harabeleri ibret olarak yol üstünde görüldüğünü de belirtir (Hıcr: 15/76-77) Haran'ın oğlu ve Hz İbrahim'in yeğeni Hz Lut yerleştiği Sodom şehrinde her türlü ters ilişki yaygınmış Öyle ki, iki melek gelen felaketi haber vermek üzere, Haz Lut'un evinde misafirliğe geldiğinde, halk Hz Lut'un kapısına dayanarak onların kendilerine, çarpık ilişki de bulunmak için, teslim edilmelerini istemişlerdi ve Hz Lut onlara karşı direnmiş, onların yerine kızlarını vermeye önermişti Melekler Hz Lut'a Sedum ve komşu şehri Gomorra'nın günahlarından dolayı Tanrı tarafından tamamen yok edileceğini bildirdikten sonra, Hz Lut karısı ve iki kızını alıp hızla Sodom'dan kaçmıştı, ancak verilen ikazlara uymayan karısı şehrin akıbetini görmek için arkasına döndüğünde, aniden heykelleşerek bir tuz sütununa dönüşmüştü

Erich Von Daniken'e göre Hz Lut'u ziyaret eden melekler aslında uzaylıymış ve bu şehirleri nükleer bir silahla yok etmişler Hz Lut'un karısıda patlama anındaki radyasyonlar tarafından yok olmuştu Ancak, jeolojik incelemeler bu şehirlerin nükleer bir patlama değil, doğal bir afetten yok olduğunu gösteriyor Ürdün vadisinde ve Ölü Deniz kıyısında bu şehirlerin bulunduğu yerin MÖ 1900 civarlarında volkanik patlamalar eşliğinde aniden çöküp suların dibine indiği tespit edildi (3) Gomorra'nın anlamı "su altında kalan toprak"tır 2 asırda İskenderiyeli Astronom ve coğrafyacı Claudius Ptolemaios, ölü denize "Sodom Denizi" olarak yazmıştı Ondan önce coğrafyacı Strabo şöyle yazmıştı, "Yerlilerin bu bölgede vaktiyle 13 şehrin bulunduğu konusunda söylediklerini gerçek olarak kabul edebiliriz Denilir ki, Sodom'un surları halen duruyor Söylentilere göre, şehirleri büyük bir yer sarsıntısı ile oynadı, denizden alevler fışkırdı, ve kükürtlü sular öyle şiddetli yağdı ki taşlar bile tutuşmuştu Şehirler ya yerin içine gömülmüş, ya da yerlileri dehşet içinde kaçmışlardı" (4)

Bunların haricinde unutmamak gerekir ki, bir zamanlar Halikarnaslı (Bodrumlu) Herodotos (MÖ 484-420) için "yalanların babası" denilirdi, şimdi ise, kendisi için "tarihin babası" denilir Venedikli Marko Polo (1254-1324) yaptığı 25 senelik Doğu seferinden döndüğünde, yazdığı seyahatnameyi kimse inanmamıştı Ölüm yatağında arkadaşları onun yalanlarını itiraf etmesini istemeleri üzerine, "gördüklerimin yarısını yazmadım" demişti Buna benzer bir çok örnek göstermek mümkündür (5)

Bir görüşe göre Tufan, Dicle ve Fırat nehirlerin taşması ile ortaya gelen bölgesel bir selden türemiş bir efsanedir Böyle bir sel felaketinin Sümer devrinde ortaya çıktığı Mezopotamya vadisinde yapılan kazılarla kanıtlandı Ancak, bu bölgesel bir felakettir, oysa evrensel bir sel felaket veya tufanın olduğunu gösteren kanıtlar da vardır Denizlerden uzak karalarda, ve hatta dağların tepelerindeki deniz canlıların fosillerini başka türlü nasıl açıklarız? Avrupa, Asya, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika gibi Mezopotamya'dan uzak yerlerde Tufan efsanesinin bulunmasını nasıl açıklanır?

Tufan efsanelerden en ilgi çekiciler arasında Gılgameş destanıdır Gilgameş destanı Tevrat ve Kuran'da anlatılan tufan hikayesine yakın bir benzerliği vardır 1849 yılında Musul'a yakın Kuyuncuk'da İngiliz Austen Henry Layard tarafından yapılan kazılarda Assur başkenti Nineveh ortaya çıkmıştı Bu efsanenin tabletleri, Nineveh şehrinin sarayında bulunan hükümdar Assurbanibal'ın (MÖ 688-626) 30,000 "ciltlik" toprak çivi yazısı kütüphanesinde keşfedilmişti Bunlar George Smıth tarafından tercüme edilerek gün ışına çıkarıldığında, geniş yankılar uyandırmıştı (6) Bu efsanenin izleri Sümer kayıtlarında da gözükerek MÖ 3000 seneye kadar mevcut olduğu varsayılmaktadır Batı dünyasının en eski edebiyat eseri sayılan bu destanından Tufan konusunu içeren birkaç metin veriyoruz: "O günlerde insanlar durmadan arttı, yeryüzü dolup taştı ve yabanıl bir boğa gibi böğürdü, yüce tanrı da bu homurtudan tedirgin oldu Homurtuyu işiten Enlil, tanrıların danışma toplantısında şöyle konuştu, `İnsanoğlu çıkardığı bu kargaşalık çekilmez hale geldi Gürültü patırtıdan gözümüze uyku girmez oldu Bunun üzerine, tanrılar, insanoğlunu yok etmek konusunda anlaştılar" Sonraki metinlerde aynı Tevrat'ın Tekvin bölümünde yazdığı gibi, Tanrı Ea, Ut-napiştam'ı uyarıyor ve büyük bir gemi yapmasını; bu gemide bütün hayvanlar türlerin birer çiftini taşıması için odalar bulundurmasını bildirilyor Aynı Tekvin'de olduğu gibi geminin ölçüleri üzerinde önemler durularak ayrıntılı bilgiler veriliyor Destanın devamı şöyle: "Tan yeri ağarmaya başlarken ufuktan bir kara bulut ağdı Bu bulut, fırtınanın efendisi Adad'ın bulunduğu yerde gürledi Fırtınanın habercileri Şullat ve Haniş, dereyi tepeyi geçerek başı çektiler Daha sonra, uçurum tanrıları ortaya çıktı Nergal, alttaki suları tutan bentleri yıktı Savaş tanrısı Ninurta, setleri yerle bir etti Cehennemin yedi yargıcı, Anunnaki, meşalelerini kaldırıp ülkeyi kurşuni alevlerle boğdu Fırtına tanrısı, gün ışığının yerine karanlığı koyduğunda, ülkeyi bir çömlek gibi kırıp döktüğünde, umutsuzluğun yol açtığı bitkinlik gök kubbeye değin yükseldi Bütün gün boyunca bora azıttı durdu Yol aldıkça kudurdu, halkın üzerine düşman gibi saldırdı Kardeş kardeşi görmez oldu, insanlar gökyüzünden bile görülmüyordu Altı gün, altı gece boyunca yeller esti Sel, bora ve su taşkınları yeryüzünü kasıp kavurdu Yedinci gün ağardığında güneyde esen fırtına dinmeye yüz tuttu, deniz yatıştı Tufanın da hızı kesildi Yeryüzüne göz attığımda her yanı sessizliğin kaplamış ve bütün insanların da çamura dönüşmüş olduğunu gördüm sonra oturup ağlamaya başladım"(7)"

Her nedense, felaketi garip bir şekilde unutmuşlardır"
Platon, Kanunlar III


Kitlesel Hafıza Kaybı
Immanuel Velikovsky (1895-1979), tarih, biyoloji, hukuk ve psikanalizi Moskova, Vienna, Berlin ve Edinburgh üniversitelerinde okumuştu 1950'de yazdığı "Çarpışan Dünyalar"( adındaki eserinde büyük ilgi toplamıştı Bu kitapta ortaya atılan göksel mekanizma tezleri büyük çapta Carl Sagan, Isaac Asimov ve başka bilim adamları tarafından çürütülmüştü (9) Ancak, ortaya attığı bir çok orijinal tezlerde bir gerçek payı vardır Dr Velikovsky tufanla ilgili yazmaya tasarladığı eserlerini yetiştiremedi Onun kitlesel hafıza kaybı ile ilgili tezi konumuz açısından ilginçtir Kendisi psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud'den bizzat ders alarak, Freudcu açıdan hafıza kaybı olayını, bireysel açıdan ziyade toplumsal açıdan değerlendirmişti

Kendi kozmolojik tezlerine göre geçmişte yer aldığını inandığı ve kapsamlı bir şekilde belgelediği felaketlerinin örtbas edilmesini bu şekilde açıklıyordu: "Çocukların ve bazı durumlarda büyüklerin geçirdikleri en korkunç olaylarının unutularak ve silinerek şuurdan bilinçaltına itildiği, insan zihni ile ilgili, tespit edilmiş bir gerçektir Bunlar bilinçaltında garip korkular şeklinde yaşamaya ve ortaya çıkmaya devam ederler"


"İnsan geçmişinde en korkunç olaylardan biri yeryüzünün tutuşması idi Bununla birlikte gökyüzünde peyda olan korkunç görüntüler, binlerce volkanlar tarafından fışkırılan lavlar, yerlerin erimesi, denizlerin kaynaması, kıtaların batması, uçan kızgın taşlarla topa tutulan ilkel bir kaos, yarılmış arzın gümbürdemesi ve kül kasırgaların kükremesi idi"

"Platon'a göre, Solon'la görüşen Mısırlı rahibin varsayımına göre ateş ve selden oluşan felaketlerinin unutulmasının sebebi, o felaketlerde okumuş insanların bütün yapıtları ile birlikte yok olmasına bağlıydı Ve ayrıca, bu felaketler, "sizce fark edilmedi çünkü kurtulanlar kendilerini yazı ile ifade etmeye fırsat bulamadan ölmüşlerdi" Buna benzer bir fikir İskenderiye'de Philo tarafından da savunuldu O birinci asırda şöyle yazmıştı, "Sürekli birbirini kovalayan su ve ateşten felaketlerden dolayı nesiller birbirine olaylar serisini nakledememişlerdir"

"Felaket hatırlardan silinmişti Bunun sebebi yazılı kayıtların bulunmayışı değildi, fakat bütün milletlerin, bilginleri ile beraber bu kayıtlarda açıkça belirtilen kozmik kargaşalar yerine onlarda alegorik ve mecazi anlam okumalarına yönelen karakteristik davranıştı

"Geçmişle ilgili en ürkütücü olayların, hem kişilerin, hem milletlerin hayatlarından silindiği veya bilinçaltına gönderildiği bir psikolojik fenomendir Sanki unutulmaması gereken olaylar yok olmuş gibidir Bunların kalıntılarını ve tahrif edilmiş kayıtlarını tekrar hayata döndürmenin tek kişide hafıza kaybını tedavi etmekten farklı bir işlem değildir" (10)

"İnsan aklı kolayca büyük bir felaketin inancına kapılabilir Büyük, küçük tüm hayvanların
Güney Patagonya'dan, Brezilya'dan, Peru'nun Cordillera'sına kadar yok olması için, ancak
yerkürenin tümüyle temelinden sarsılmış olması gerekir"
Charles Darwin, Türlerin Kökeni

Atlantis
Plutarkhos (46-126), yazdığı "Hayatlar" eserinde Solon (MÖ 640-560)'a yer vermişti Bu büyük Atina'lı kanun koyucusu, şair ve gezgin Grek'lerin "Yedi Bilgeler”den biri olarak anıldı ve onun kanunları demokrasinin kurulmasında temel oluşturmuştu Solon yaşlığında etrafındaki fazla ilgi ve kanunların yaratığı yoğun tartışmalardan kaçmak için on sene süren gezilerini Mısır'da başlamıştı Plutarkhos bu konuda şöyle yazıyor, "Mısırlıların en bilgili rahipleri olan Heliopolis'li Psenophis ve Sais'li Sonchis'in altında eğitim gördü ve felsefe tartıştı Platon'a göre kayıp kıta Atlantis'i onlardan öğrenip, Greklere bir şiir halinde anlatmaya çalışmıştı, ancak bu girişimden vazgeçmişti Sebep olarak Platon'un dediği gibi vakti olmadığından değil, fakat fazla yaşlılıktan dolayı bu girişimin ona fazla geleceğindendi"

Atina'lı filozof Platon (Eflatun, MÖ 429-347) Timaios ve Kritias adındaki diyaloglarında (konuşmalar) efsanevi kayıp uygarlık Artlantis'in öyküsünü dile getirmişti, ancak onu bitirmeden ölmüştü O zamanlardan bu yana Atlantis tartışma konusu olmuştur Kimisine göre bu öyküyu Platon uydurmuştu Oysa, tarihte gelmiş geçmiş en büyük filozof olarak görülen Platon'un, yazdığı 25 diyalog halinde eserlerinde, Sokrates başta olmak üzere gerçek kişilerin yer aldığı ve konuşmaların ve olayların gerçeğe uygun olarak yazdığı görülmüştür Atlantis öyküsünde herhangi bir siyasi veya felsefi görüş savunulmuyor, o halde Platon'un böyle fantastik bir hile yapması için hiç bir neden olmadığı gibi, bu diğer yazılarındaki mantık ve gerçekçiliğe ters düşerdi Ayrıca tarihçi Halikarnas'lı Herodotos (MÖ 484-420), gezilerinde kendisine Mısırlılar tarafından kadim tarihleri konusunda Solon'a anlatılanlara benzer şeylerin anlatıldığını kaydetmişti

MÖ 421 yılın Ocak ayında, Sokrates'in Atina'daki evinde dört kişi bir araya gelmişti Bunların başında Platon'un hocası meşhur filozof Sokrates'in kendisi Tanınmış Atina'lı devlet adamı ve yazar Kritias, Lokris'li zengin ve asil bir filozof ve astronom olan Timaios ve Syrakruz'lu bilgin Hermokrates Aralarında geçen konuşma Platon tarafından kaleme alınarak Timaios ve Krıitıas

adlı eserlerinde yer almıştı Bu iki diyalog'dan Atlantis konusundaki bölümleri kısmen aşağıda aktarıyoruz Bazı metinlerin başlarında görülen sayı ve harfler Platon diyaloglarında kullanılan "Stephanus" ayraçlarıdır, ve yorumlarda ilgili metinleri kolayca bulmaya yarar

(20e) "KRİTİAS `O halde, Sokrates size anlatacaklarım garip gelebilir, oysa bu öykü, Yedi Bilgeler’in en bilgesi olan Solon'un söylediği gibi, baştan başa gerçektir Solon, şiirlerinde belirttiği gibi, büyük dedem Dropides'in akrabası ve yakın dostuydu(21b) Size bir yaşlı adamdan dinlemiş olduğum bu eski öyküyü anlatacağım Kritias [Kritias'ın aynı isimde dedesi ve Dropides'in oğlu], o zamanlar, dediğine bakılırsa, doksanına basmak üzereydi, bense on yaşlarında, ya vardım, ya yoktum Apaturios'lar bayramının Kureotis günündeydik Geleneklerimize göre, babalarımız, biz çocuklar için, şiir okuma yarışmaları düzenlerdiler Birçok şairlerin çeşitli şiirleri okundu; Solon'un şiirleri o zamanlar daha yeni sayıldığından çoğumuz onlardan okuduk Arkadaşlarımdan biri ya gerçekten zevk aldığı için, yahut da Kritias'ın hoşuna gitsin diye, Solon'un, kendisince yalnız insanların en bilgesi olmakla kalmadığını, şiirdeki değeriyle de bütün şairlerin en asili olduğunu söyledi (21c) Çok iyi hatırlıyorum, ihtiyar bundan pek hoşnut oldu ve gülümseyerek dedi ki: öyledir, Amymandros, Solon sadece vakit geçirmek için şiir yazmıştı, bu işe ötekiler gibi sarılsaydı, Mısırdan getirdiği öyküyü bitirseydi, buraya dönüşünde karşılaştığı zorluklar, ve ülkedeki karışıklar yüzünden şiiri ihmal etmek zorunda kalmasaydı bence ne Hesiodos, ne Homeros, ne de her hangi başka bir şair onunla boy ölçüşemezdi (21d) Amymandros, "Peki ama, Kritias, bu şiirin konusu ne idi?" Kritias'ın yanıtı,"Bu şiirin öyküsü bu ulusun şimdiye kadar başardığı en büyük, en ünlü olmaya değer işin öyküsü idi; fakat zaman ve kahramanlarının ölümü onun bize kadar gelmesine engel oldu" Öteki, "Bu öyküyü bize baştan anlatın, Solon bu konuda neler diyordu ve onu gerçek bir olay olarak kabul etmesi için ona bu öyküyü kim aktarmıştı?", diye sordu

(21e) "`Solon'un anlattığına göre Mısır'ın deltasında, Nil'i ikiye ayrın yerde Saitikos denilen bir bölge vardı; bu ülkenin en büyük şehri de, kral Amasis'in memleketi olan Sais'ti Halkına göre şehirlerini kuran bir tanrıçaydı; onun Mısır dillerinde adı Neith'dir, ve o Helenlerin Athena tanrıçası ile aynıdır Şimdi, bu halk Atinalıları pek severler ve onlarla her nasıla akrabalıkları olduğunu söylerler Solon onların ülkelerine varınca büyük bir ilgi ile karşılandığını söylemişti (22a) Onların en bilge rahiplerine geçmiş zamanları sorduğu zaman, ne kendisinin ne de başka bir Helenin bu konuda hemen hemen hiçbir şey bilmediğini anladı Bir seferinde de, onları eski şeyleri anlatmaya yönlendirirken, bizce bilinen en eski olayları anlatmaya koyulmuştu Onlara ilk insan olarak anılan Phoroneus'tan, Niobe'den, tufandan kendilerini kurtaran Deukalion ve Pyrrha'dan, onların doğuşu hakkında anlatılan mytoslardan ve onların soylarından söz etti (22b) Bu olayların geçtiği tarihleri belirlemeye çalışarak anlatmıştı

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık

Eski 06-10-2009   #2
Verus_TR
Varsayılan

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık



ATLANTİS VE TUFAN - BÖLÜM 1' in DEVAMI


"`Bunun üzerine, aralarında yaşı oldukça ilerlemiş bir rahip ona "Ah Solon, Solon," demiş, "siz Helenler çocuksunuz, ulusunuzda yaşlı bir Helen yok" Bunun üzerine Solon:"Bununla ne demek istiyorsunuz?" diye sormuş Rahip, "Hepinizin ruhları çok genç," diye yanıt vermiş, "çünkü kafanızda eski bir geleneğe dayanan, öteden beri edinilmiş ne bir bilgi, ne de zamanla pekiştirilmiş bir ilim var Bunun sebebi sana anlatayım (22c) İnsanlar birçok şekilde yok eden felaketler olmuştur, daha da olacaktır En büyük kıyametler ve tufanlar ateşle ve sudan gelmişti, ama farklı sebeplerle meydana gelen daha küçük felaketler de vardır Örnek olarak, sizin ulusunuzda da, bir gün babasının koşu arabasını (gök yüzünde) koşturup onu aynı yoldan süremeyince yeryüzündeki her şeyi yakan, kendisi de yıldırımla vurulup ölen Helios'un oğlu Phaeton'un öyküsünde gerçekten bir (22d) masal gibi anlatılır, ama gerçek şudur ki, dünyanın etrafında dönen gök cisimleri bazen yollarından saparlar yeryüzüne düşerler, uzun aralıklarla meydana gelen çarpışmalarından kaynaklanan tutuşmalar yeryüzündeki her şeyi yakıp yok eder O zaman dağlarda, yüksek, kuru yerlerde oturanlar, şehirlerde, deniz kenarlarında oturanlara kıyasla daha çok yok olmaya maruzdurlar Fakat, her zamanki kurtarıcımız olan Nil, taşarak bizi bu felaketten de kurtarıyor Bunun aksine tanrılar, bir tufanla dünyayı yıktıkları zaman yalnız dağlardaki sığırtmaçlarla çobanlar kurtuluyor, ama sizin şehirlerin ahalisini nehirler alıp denize sürüklüyor Halbuki bizde sular hiçbir zaman ovalara yükseklerden gelmiyor, her zaman tabii bir şekilde toprağın altından çıkıyor İşte bu yüzden mabetlerimizin arşivlerinde korunan kayıtlar dünyanın en eskileridir Fakat gerçek şudur ki: kendilerini kaçıracak kadar şiddetli bir soğuğu da, yakıcı bir sıcağı da olmayan her yerde, her zaman az veya çok insan vardır (23a) Hem sizde olsun, bizde olsun, yahut da adını duyduğumuz dünyanın her hangi bir tarafından olsun, asil, büyük, yahut da başka bir bakımdan ilgiye değer bir şey meydana gelmişse bütün bunlar, en eski çağlardan beri burada, mabetlerimizin arşivlerinde duruyor Böylece de korunmuş oluyor Oysa, sizlerin ve başka ulusların kayıtları, ve gerçekten bütün uygarlıklarınız gökten bir veba gibi devre devre yağan suların etkisi ile yok olmuştur; içinizden okuyup yazması olmayanlarla cahillerden başkasının bu felaketlerden kurtulamamıştır (23b) O zamanda, sizler her şeyi yeniden başlamak zorundaydınız, çünkü ne ulusunuzun ne de başka yerlerin geçmişini bilmeyen küçük çocuklar gibi olmuştunuz Bize demin anlattığın soy kütüklerine gelince, Solon, bunlar çocuk masallarından başka bir şey değildir Her şeyden önce, siz tek bir tufanı hatırlıyorsunuz, oysa ondan önce birçok tufan olmuştur (23c) Sonra insanlar arasında görülen en güzel ve en asil soyun bir zamanlar ulusunuzda yer aldığını bilmiyorsunuz Kentinizi ahalisi ve sizin soyunuz felaketten kurtulan bir kaç kişiden gelmiştir Sizler bunları bilmiyorsunuz, çünkü felaketten kurtulabilenler, birçok nesiller boyunca, hiçbir yazı bırakmadan ölüp gittiler"

(23d)"`Solon'un anlattığına göre, bunları duyunca şaşakalmış, rahiplerden eski ataları hakkında bütün bildiklerini anlatmalarını rica etmiş Bunun üzerine ihtiyar rahip cevap vermiş: "İstediğinizi yerine getireceğim, Solon, bunu senin hatırın için olduğu kadar yurdunuzun hatırıiçin yapacağım(23e) kutsal kitaplarımıza göre, bizim ilin kuruluşundan beri sekiz bin yıl geçmiştir Demek oluyor ki sana dokuz bin yıl önceki yurttaşlarının kurumlarını, onların en şanlı başarılarını kısaca anlatacağım (24e) Gerçekten eski kayıtlar, ilinizin, büyük Atlas denizinin ötelerinden gelip Avrupa ve Asya’ya küstahça saldıran koskoca bir devleti durdurduğunu yazıyor (25a) O zamanlar Atlas okyanusu geçilebiliyordu; çünkü sizin Herakles sütunları dediğiniz [Cebelüttarık boğazı] o boğazın önünde bir ada vardı Bu ada Libya ve Asya’nın ikisinden daha büyüktü O zamanlar oradan başka adalara, ve onların da karşılarında uzanan ve gerçek denizi çevreleyen büyük kıtaya [Amerika?] ulaşılabiliyordu Çünkü sözünü ettiğimiz boğazın iç tarafı [Akdeniz], girişi dar bir limana benzer, dış tarafı ise büyüklüğü ile gerçek bir denizdir [Okyanus] Etrafını çeviren kara parçası da gerçekten kıta denilebilecek bir topraktır İşte bu Atlantis adasında, hükümdarlar, hakimiyetini bütün adaya, öteki adalara, hatta kıtanın [Amerika?] bazı parçalarına kadar uzatan büyük, hayranlığa değer bir devlet kurmuşlardı Bundan başka boğazın iç tarafında, bizim tarafta, Mısır'a kadar Libya'nın, Tyrhenia [Batı İtalya] ya kadar da Avrupa’nın hakimi idiler (25b) Bir gün bu devlet bütün kuvvetlerini bir araya toplayarak sizin yurdunuzu, bizimkini, boğazın iç tarafındaki bütün ulusları boyunduruğu altına sokmak istedi İşte o zaman, Solon, iliniz fazilet ve kuvvetini dünyanın önüne serdi Cesaretten, savaş bilgilerinden yana öteki illerin hepsinden üstün olduğu için Helenler’in başına geçti; ama ötekiler bırakıp çekilince tek başına kalan, (25c) böylece en tehlikeli duruma düşen iliniz saldırganları yendi ve bir zafer anıtı dikti, şimdiye kadar hiç kölelik etmeyenleri ve bizim gibi diğerlerini kölelikten kurtararak Herakles sütunlarının iç tarafında oturanları serbestliğe kavuşturdu Ama bundan sonra korkunç yer sarsıntıları, tufanlar oldu (25d) Bir korkunç yağmurlu gün ve bir gecenin içinde, bütün savaşçılarınız birden bir vuruşta toprağa gömülüp yutuldular Atlantis adası da, aynı şekilde, denize gömülerek yok oldu İşte bunun içindir ki, ada çökerken meydana getirdiği sığ bataklıklar yüzünden o deniz bu gün bile, geçilmez, dolaşılmaz bir haldedir"

(25e) "`İşte Sokrates, ihtiyar Kritias'ın Solon'dan duyup bana anlattıkları kısaca bunlardır(26b) dün buradan çıkar çıkmaz hatırlayabildiklerimi arkadaşlarıma anlattım Alt tarafı da bu gece düşüne düşüne aklıma geldi; çocuklukta öğrendiğimiz şeylerin şaşılacak kadar aklımızda kaldığını söylerler Sahiden çok doğruymuş Bana gelince, dün duyduklarını anlat deseler, hepsini hatırlayabilir miyim, bilmem Ama, ta eskiden duyduklarımdan bir şey unutuversem doğrusu buna çok şaşarım (26c) O zaman ihtiyarı dinlemek çok hoşuma gider, bundan çocukça bir sevinç duyardım; o da ardı arası kesilmeyen sorularıma o kadar iyi yürekle cevap verirdi ki anlattığı şeyler, çıkmaz, silinmez bir yazı gibi kafama yerleşip kalmış Ayrıca, dostlarımıza da, bu konuda konuşulup söyleyecek şeyleri olsun diye, bu sabah bütün bunları anlattım'

"SOKRATES: `Burada uydurma bir masalı değil, gerçek bir hikayeyi ele almamızın önemi de büyüktür'(11)

Timaios'de Atlantis konusunu içeren metinler bu kadar Atlantis konusunun devamı Kritias isimli diyalog'da bulunuyor Burada konu ikinci gün tekrar aynı şahısların toplanması ile Kritias tarafından ayrıntılı bir şekilde işleniyor, ancak eser tamamlanmadan ani bir şekilde sona eriyor Öyküyü Kritias'den devam ediyoruz:

"Kritias: `Her şeyden önce şunu aklımıza getirelim ki, Herakles'in sütunlarının iç tarafında yaşayan kavimlerle dışında yaşayanlar arasında savaşın üzerinden dokuz bin yıl geçtiği söyleniyor İşte şimdi size uzun uzadığa bu savaşı anlatacağım Bu yanda komutayı elinde tutan, savaşın ağırlığı başından sonuna kadar çeken, bizim şehirmiş Öte yandan da savaşı idare edenler

Atlantis adasının krallarıymış O ada ki, söylediğimiz gibi, Libya’dan, Asya'dan daha büyük olduğu halde, yer depremleri sonunda suya gömülerek, burada açık denize çıkmak isteyen gemilerin geçmesine engel bir balçık yığından ibaret kalmış[Burada birçok satırlar konunun dışında, eski Yunanistan'ın halini açıkladığı için çıkarılmıştır] Dokuz bin yıl içinde, o günden bugüne kadar bunca yıl geçti, birçok büyük tufanlar olmuştur Bütün bu zaman içinde, bütün bu olaylar sırasında yükseklerden kayan topraklar, başka yerlerde olduğu gibi, geçtiği yerlerde söze değer bir parça bırakmayarak, ilin her ucundan denize yuvarlanmışlar, döne döne derinliklerde kaybolup gitmişlerdir Bugün kalan topraklar, o zamankinin yanında tıpkı küçük adalarda fark edileceği gibi, kadid haline gelmiş bir hasta vücuduna benzer Yumuşak ve verimli toprakların hepsi çökmüş, geriye ancak ilin bir iskeleti kalmıştır

"`Ama, meselenin özüne girmeden önce, Helen adlarının barbarlara verildiğini görerek şaşmamanız için, size, anlatacağım bir nokta daha var Bunun sebebini şimdi öğreneceksiniz Solon bu hikayeden kendi şiirleri için faydalanmağı düşündüğünden, adların anlamlarını araştırdı, bu adları ilk defa olarak yazmış olan Mısırlıların, onları kendi öz dillerine çevirmiş olduklarını gördü Bu sefer kendisi de, her adın anlamını ele alarak, onu kendi dilimize çevirdi ve öylece yazdı Solon'un bu el yazmaları dedemin elinde bulunuyordu, şimdi de bendedir, onları daha çocukken ezberledim Onun için bizdeki adlara benzer adlar duyarsanız hiç şaşmayın: sebebini öğrendiniz

"`Bakınız bu uzun hikaye aşağı yukarı nasıl başlıyordu Tanrıların kendi aralarındaki toprak seçiminden konuşurken, bütün dünyayı küçük büyük parçalara ayırdıklarını, kendi adlarına tapınaklar kurup kurbanlar kesilmesini adet haline koyduklarını daha önce söylemiştik İşte Poseidon da, böylece payına düşen Atlantis adasının şimdi size söyleyeceğim bir yerine, ölümlü bir kadından olan çocuklarını yerleştirdi Denize bakan tarafta, adanın ortasında, boydan boya bir ova uzanıyordu, bu ova bütün ovaların en güzeli, en verimlisi olarak biliniyordu Ortalarında, aşağı yukarı elli stadion (200 metre) uzaklıkta, her yanı orta yükseklikte bir dağ görünüyordu Bu dağda o kökü topraktan gelme adamlardan biri oturuyordu Adı Euenor'du, Leukippe adında karısıyla yaşıyordu Bir tek kız çocukları oldu Kleito gelinlik çağına varınca anasıyla babası öldüler Poseidon bu kızı çok beğendiğinden onunla birleşti, kızın oturduğu tepenin etrafını bir sıra denizden, bir sıra karadan yapılmış ve en büyükleri en küçüklerini içine alan, halkalardan ikisini denizden, üçünü karadan oluşturdu ve onlara adanın ortasından başlayarak, her taraftan aynı uzaklıkta bir dire şekli verdi; Böylece oralara insanların ayak basmasına olanak bırakmamış oluyordu, çünkü o zamanlarda gemiden de, gemicilikten de kimsenin haberi yoktu Ortadaki adayı kendi eliyle güzelleştirdi, bir tanrı olduğu için bunda hiçte zorluk çekmedi Topraktan biri soğuk, biri sıcak, iki kaynak çıkardı, çeşit çeşit, bol bol yiyecekler yetiştirdi Beş kere ikiz erkek çocukları oldu Onları büyüttü ve Atlantis adasını on parçaya ayırarak ilk ikizlerden önce doğana, anasının eviyle dolaylarındaki toprak payını verdi; bu pay en geniş, en iyi toprak parçasıydı; Onu bütün kardeşlerinin üstüne kral olarak getirdi Ötekilere de idare edecek birçok adam, geniş topraklar bağışlayarak, birer hükümdarlık verdi Hepsine birer ad taktı En yaşlıları, Kral Atlas adını aldı; bütün ada ile Atlantikon denilen deniz, adlarını bu ilk kraldan aldılar Kendisinden sonra doğan kardeşinin payını adanın Herakles sütunları tarafından, bugün orada Gadeiros ülkesi denilen yere doğru uzanan ucu düşmüştü Bu hükümdarın Helen'lerce Eumelos, yerlilerin dilin de Gadiros'tu; bu yere verilen ad da her halde bundan gelmiş olmalı Poseidon ikinci ikizlerden birine Ampheres, ötekine Evaimon adını verdi Üçüncü ikizlerden ilk doğan Mneseus, arkasından gelen de Autokhthon adlarını aldılar Dördüncü ikizlerden ilk dünyaya gelene Elasippos İkinciye Mesot: beşinci ikizlerden birincisine Azaes, ikincisine de Diaprepes adları verildi Poseidom'dan bütün bu oğulları ve onların çocukları birçok nesiller boyunca bu memlekette yaşadılar Daha önce de söylediğim gibi onlar, Okyanusunun daha birçok adaları üzerinde de hüküm sürüyorlar, ayrıca egemenliklerini bu tarafa, boğazın içlerine, Aigyptos [Mısır] ile Tyrhenia'ya kadar yürütüyorlardı

"`Atlas'ların soyu gitgide çoğaldı ve egemenliğin şerefini korudu İçlerinden hep en yaşlıları kıral oluyordu Krallık her zaman çocukların en büyüğüne kaldığından, krallıkları nesillerce sürdür Kendilerinden önce hiçbir kral soyunda görülmeyen, kendilerinden sonra da kolay görülmeyecek olan pek büyük zenginlikler topladılar Kendi şehirlerinin bütün kaynaklarından faydalanıyorlardı Yayılmış olan kuvvetlerinden ötürü, birçok şeyler dışarıdan alıyorlar, fakat yaşayışları için lüzumlu olan şeylerin çoğunu kendi adalarında elde ediyorlardı En başta, ocaklardan çıkarılan, eritilebilen yahut eritilmeyen bütün madenler, ve en çok, bugün ancak adı kalan, ama o zamanlar kendi de bilinen bir nevi maden geliyordu Adananın birçok yerlerinde çıkarılan oreikhalkon adında bu maden, o zaman bilinen madenlerin, altından sonra en değerlisiydi Bunun gibi ada, dülgerlerin işine yarayan ve ormandan çıkan her şey de bol bol yetişiyordu Ada hem evcil, hem de yaban hayvanlarının yeterince besliyordu Hatta fil cinsine bile orada bol rastlanıyordu; çünkü ada ada, yalnız bataklıkların, göllerin ve ırmakların kenarında, yahut dağlarda, ovalarda otlayan bütün öteki hayvanlara değil, yaratılışta hayvanların en büyü, en doymak bilmeyeni file de bol otlaklar sağlıyordu Bundan başka, şimdi dünyanın her tarafında çıkan bütün kokulu şeyler, kökler, otlar, ağaçlar, çiçeklerden yahut meyvalardan çıkarılan özler adada pek de güzel yetişiyordu Ayrıca meyve ağaçlarıyla yemek için kullandığımız, bazılarından un yaptığımız ve çeşitlerine zahire adını verdiğimiz bütün toprak ürünleri de yetiştiriliyordu Bizce içki, yiyecek maddeler ve kokular veren ağaç nevinden meyveleri, zevk ve eğlencemize yarayan o kabuklu, muhafazası güç meyveyi [Hindistan cevizi?], akşam yemeklerinden sonra hazımsızlık çekenlerin mide ağırlıklarını hafifletmek, onlara rahatlık vermek için kullandığımız bütün bu sevilen yenişleri, o zamanlar güneş gören bu kutsal ada, görülmemiş güzellikte, sayısız denecek kadar bol yetiştiriliyordu Ada halkı, topraktan elde ettikleri bütün bu zenginlikleri tapınaklar, kral sarayları, limanlar, gemi tezgahları yaptılar İlin başka yerlerini de aşağıda anlatacağım sırayı güderek güzelleştirdiler [Platon'un Atlantis öyküsünün devamı ayrı bir bölümde verilecektir] (12)

"Dünyanın uygar toplulukların hepsi eski çağlardan bazı şeyler öğrenmişlerdir
Aynı bütün yolların Roma'ya çıkması gibi büyük uygarlıklar da Atlantis'i işaret
etmektedirler"
Ignatius Donelly

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık

Eski 06-10-2009   #3
Verus_TR
Varsayılan

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık



ATLANTİS VE TUFAN - BÖLÜM 1' in DEVAMI

Atlantoloji
Platon'un Atlantis efsanesi tarih boyunca çeşitli yankılar uyandırdıysa, ancak 1882'de Ignatus Donnelly (1831-1902) isminde bir reformcu Amerikan senatörün "Atlantis, Tufan Öncesi Diyar"(13) isminde eserinin baskısı ile yeni bir boyut kazanmıştı Daha önce bu konuda bilimsel açıdan kayda değer bir eser yazılmadığı gibi, günümüzde bu konunun başyapıtı olarak yerini korumaktadır Kitap ilk çıktığında, okyanusun iki tarafında büyük ilgi yarattı Hatta, Bu eseri okuyan İngiliz başbakanı Gladstone, Atlantis'i bulmak için bir keşif seferi düzenlemeye önermişti Ancak, bu öneriyi meclisten geçiremedi Donnelly'in eseri gerçekten büyük ve titiz bir araştırmaya dayanıyor, ve Platon'un klasik Atlantis tezini doğrulamaya çalışıyor Kitabın ilk bölümünde Donelly, ortaya attığı fikirleri şöyle sıralıyor:

"1 Bir zamanlar Akdeniz’in girişi karşısında ve Atlas Okyanusunda Atlantik bir kıtanın kalıntısı olan büyük bir ada vardı Bu ada kadim dünyada Atlantis olarak bilinirdi

"2 Platon tarafından bu ada konusunda yazılanlar masal değil, gerçek tarihtir

"3 Atlantis insanların ilkel bir durumdan uygarlığa eriştiği yurttu

"4 Zamanla o yüksek nüfuslu ve güçlü bir ülke oldu, Oradan göçen halklar Meksika körfezi, Mississippi nehri, Amazonlar, Güney Amerikanın Büyük Okyanus sahilleri, Avrupa ve Afrika'nın batı sahilleri, Baltık, Karadeniz ve Hazar Denizi civarlarında uygar topluluklar kurdular

"5 O gerçek tufan öncesi yurttu; Aden (Cennet) Bahçesi; Hesperides bahçeleri; Elysian yaylaları; Mesomphalos; Olympos; Kadim ülkelerin Asgard'ı; evrensel olarak belleklerde kalan, ilkel insanlığın barış ve mutluluk içersinde yaşadığı bir yurttu

"6 Kadim Grek, Finikeli, Hindu ve İskandinav tanrı ve tanrıçaları Atlantis'in kralları, kraliçeleri ve kahramanlarıydı Mitolojide onları içeren olaylar gerçek tarihi olayların belleklerde karıştırılarak aktarılması idi

"7 Eski Mısır ve Peru Mitolojisi Atlantis'in esas dini olan Güneş Dinin kalıntılarıdır

"8 Atlantis'in en eski kolonisi muhtemelen Mısır'dı Onun uygarlığı da Atlantis'in kopyasıdır

"9 Avrupa'da bronz çağı aletler Atlantis'dendi Atlantisliler ayrıca demiri ilk işleyenlerdendi

"10 Bütün Avrupa alfabelerinin anası olan Finike alfabesi Atlantis kökenlidir Ayrıca bu alfabe Atlantis'den Orta Amerika'daki Maya'lara aktarıldı

"11 Atlantis, Ari, veya Hint-Avrupalı ırkların yurtları olmakla beraber Sami (Yahudi ve Arap) kavimlerin ve muhtemelen Turanlıların (Türklerin) ana yurduydu

"12 Atlantis korkunç bir doğal felakette nüfusun çoğunla yok oldu

"13 Felaketten gemiler ve sallarla kurtulan birkaç kişi dünyanın dört yanına günümüze kadar kalan tufan öykülerini yaydılar"

Yukarda saydığımız ilkeleri kanıtlamak için Donelly, Congress kütüphanesinde ve Smithsonian Enstitüsünde yaptığı araştırmalara dayanarak 500 sayfalık kitabında eski ve yeni dünya arasındaki etnik, mitolojik, dini, dil, sanat, mimari, tarım, evcil hayvan benzerliklere işaret eden 650 kanıtı toplayarak bunların ortak bir kaynaktan geldiğini belirtmişti Ayrıca, jeoloji, deniz coğrafyası, bitki ve hayvan türlerindeki kanıtlara değindi 1883'de "Ragnarök, the Age of Fire and Gravel"(14) adındaki eserini yayınladı Bu kitapta tufandan da önce, bir felakette dünyaya bir kuyruklu yıldızın çarptığını iddia etmekteydi (Platon'un Phaeton'u)

Atlantis konusu 1888'de yayınlanan ve Teosofik Cemiyetinin kurucularından Madame Helena Petrova Blavatsky tarafından kaleme alınan "Gizli Doktrin" (15) adlı eserinde işlenmişti Blavatsky'nin iddialarına göre Atlantis dördüncü kök ırkın yurduydu Kök ırk tezine göre, birinci kök ırkını oluşturan ilk insanlarının yurdu kuzey kutbuymuş; ikinci kök ırkın yurdu Kuzey Asya'daymış; üçüncü kök ırkın yurdu Büyük Okyanus'ta Mu (Lemurya) adında batmış bir kıtada bulunuyormuş; dördüncü kök ırkı Atlantislilermiş; ve beşinci kök ırkı, bizim genel olarak bildiğimiz insanlık ve bilinen tarihte yer almaktadır Her ırk bir kıyamet sonucu yok olmaktadır, bu kıyametten kurtulan birkaç kişi, yeni ırkın prototipini belirlermiş

Blavatsky'e göre altıncı kök ırkın prototipi şu anda belirlenmektedir ve yedinci kök ırkı ile devre tamamlanmış olacaktır Her kök ırkta ayrıca yedi alt-ırkı varmış ve onların her birinde yedi dal ırkı varmış Atlantisli yedi alt ırkları sırasıyla şunlardır: Mu asıllı Rmoahaller, Tlavatliler, Toltekler, Turanlılar (Türklerin ataları), Samiler, Akkadlılar ve Moğollar Teosofik görüşle Atlantis konusu 1914 yılında W Scott-Elliot', "The Story of Atlantis" adlı eserinde daha ayrıntılı olarak işlendi

Atlantis birçok kurgu romanının konusu olmuştur Jules Verne, HG Wells ve Conan Doyle gibi tanınmış yazarlar onu romanlarına işlemişlerdi Bunun dışında medyum kanalı ile Atlantis konusunda türlü fantastik kitaplar kaleme alınmıştır Bunların haricinde klasik tezden uzaklaşıp Atlantis’in İsveç'te, İsrail'de, Kuzey Kutbu'nda, Spitzbergen adasında, Amerika'da, İspanya'da, Tunus'ta, Kafkasya'da, Almanya'da ve son olarak Thera veya Santorini (16) adasında ve daha nice yerlerde olduğunu iddia eden eserler yazıldı Bir gözlemciye göre (30 yıl önce) Atlantis konusunda 20,000 kitap yazılmıştır

Donnelly'nin varisleri arasında İskoçyalı Lewis Spence (1874-1955) önemli bir yer işgal eder Mitoloji ve folklor konusunda bir uzman olan Spence aynı zamanda birçok dilli ana dili gibi konuşan bir dil uzmanıydı Eserleri arasında şiir ve mitoloji kitapları, bir okültizm ansiklopedisi; Mısır, Meksika, Peru, Babil, Kelt vs uygarlıkları üzerinde 40 küsur kitabı vardır Atlantis konusunda birçok kitap yazdığı gibi, Mu hakkında bir kitap da yazmıştı Spence, "the History of Atlantis"(17) adında eserinde Atlantis'in tarihini çeşitli folklor, mitoloji ve tarihi kayıtlara dayanarak ortaya çıkarmaya çalışmıştı ve Donnelly'nin gözlemlerine yenilerini eklemişti "The Occult Sciences in Atlantis" (18) adlı eserinde Atlantisliler’in gizli ilimlerini diğer uygarlıklardaki kalıntılarından belirlemeye çalışmıştı İkinci Dünya Harbi sırasında yazılan "Will Europe Follow Atlantis"(19) kitabı sübjektif bir açıdan konuyu elle alarak, uygarlığın çöküşü tekrar Atlantis felaketini andıran büyük bir felakette yol açabileceğini ortaya atmıştı Spence, "The Occult Causes of the War" kitabında aynı konuya deyinerek Nazilerin şer güçlerle ittifak kurduklarını ileri sürmüştü Ayrıca, "The Problem of Atlantis" ve "Atlantis in America" kitaplarını da yazdı

Atlantoloji konusunda önemli bir eser Atlantis’i Maya kültürü açısından inceleyen Stacy-Judd'un "Atlantis-Mother of Empires"(20) aynı dönemlerde yazılmıştı

Spence'in her ne kadar Nazilerden nefret ettiyse de, Almanya ve Avusturya'da bazı Naziler Spence'in kitaplarına önem veriyorlardı ve Atlantis'in "üstün Ari ırk"ın beşiği olduğu konusunda fikir beyan ediyorlardı Nazilere karşı olan Antroposofi'nin kurucusu Avusturyalı okültist Rudolf Steiner Atlantis konusunu kitaplarında işlemişti, ancak kaynak olarak kendi duyu-üstü yeteneklerini veriyordu Avusturyalı Kosmolog Hans Hoerbiger'in tezleri Hitler tarafından benimsenmişti ve Atlantologlardan taraftar toplamıştı Bunların arasından HS Bellamy, "The Atlantis Myth" (21) adlı kitabı yazmıştı Bellamy, Hoerbiger'in görüşlerine dayanarak ayın aslında dünyanın yer çekimi tarafından yakalanmış bir gezegen olduğunu ileri sürmüştü Ayın aniden dünya tarafından yakalanması ve yörüngesi dünyağa gittikçe yaklaşması, onun yer çekimi dünyanın ekvatorü etrafında denizin kabarmasına yol açmasına neden veriyormuş İşte bu su kuşağı Atlantis'in aniden batmasına ve deniz altında kalmasına sebep olmuş Otto Muck isminde bir Alman kaşifinin yazdığı "Atlantis Über Alles" (22) bu konuda yazılmış en iyi kitaplardan biridir Otto Muck'a göre Atlantis felaketinin en akla yatkın izahı 11,000 yıl önce büyük bir göktaşı (asteroid) yeryüzüyle çarpışmasıdır İkinci bölümde göreceğimiz gibi böyle bir olay için oldukça fazla kanıt var

Atlantis konusunda yazılan klasik eserler titizlikle, mantıkla ve büyük araştırmalara dayanarak hazırlanmıştır Atlantis'in kanıtları ortadadır, bunları incelemeden inkar etmek bilime ters düşer Ne yazık ki, mitoloji, etnoloji, antropoloji, jeoloji, deniz coğrafyası, astronomi gibi nice konuları bilmeyenler, bu konuları içeren kanıtlara karşı alaycı bir şekilde inkar etmektedirler, inkar ederken de verdikleri nedenler hayret edilecek derecede gelişi güzel, ve bilimsel düşünceden yoksun olmaktadır Batıda, bazı çevrelerde bilimsel ideolojide bu keyfi "akademik" zihniyeti sürerken, Soviyet bilim adamları Atlantis konusunda daha sıcak bakmışlardır Bu Rus bilim adamları arasında VA Obrutchev, N Lednev ve E Hagemeister, ya doğrudan Atlantisi kabul ediyorlar, ya da en azından varlığının bilimsel olağanını onaylıyorlar (23)

"Bermuda Şeytan Üçgeni"in (24) yazarı Charles Berlitz, Amerika'da meşhur Berlitz lisan okullarını açan şahısın torunudur Herhalde bu sebepten olacak ki, 37 dilli bilmektedir Dalgıçlık ve deniz altı araştırmalarında uzman olan Charles Berlitz, Atlantoloji konusuna iki önemli eser bırakmıştır "The Mystery of Atlantis" (25) ve kısmen "Mysteries from forgotten Worlds" (26), ayrıca Bermuda Şeytan Üçgeni konusunda diğer kitaplarında Atlantis konusunu kısmen işlemiştir (27) Berlitz'in Atlantoloji'ye katkısı konunun güncelliğini koruyarak, bu konuda çok ilginç denizaltı bulguları açıklamasından kaynaklanır

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık

Eski 06-10-2009   #4
Verus_TR
Varsayılan

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık



ATLANTİS VE KANITLARI- BÖLÜM 2

"Atlas zorlu bir baskı altında kaldı
Dünyanın bittiği bir yerlerde,
Güzel sesli akşam perilerin karşısında
Dimdik durup ayakta tutuyordu göğü
Başı ve yorulmaz kolları üstünde
Akıllı Zeus'un ona ayırdığı kader bu"
Hesiodos (28)
Kral Atlas
Atlantis'in efsanesinin bir hayal ürünü olduğunu savunanlar onun tek dayanağının Platon olduğunu iddia ediyorlar Platon'un yetiştirdiği Aristoteles ise, bu öykünün masal olduğunu inanlar arasındandı Oysa, bu öyküye inanan Platon'un başka talebeleri de olmuştur Mesela, Platon'dan 33 sene sonra ölen Crantor, Sais'teki Mısır rahiplerinin bazı Greklere Atlantis tarihini üzerinde yazan iki demir sütunu gösterdiklerini yazmıştı Akademi öğrencileri arasında asi olarak tanınan Aristoteles, bilime büyük katkılarda bulunduğu halde, bazı yanlışları yüzyıllardır bilimi geri tutmuştur Aristoteles göktaşları inkar ederdi, ona göre gök yüzü mükemmeldir ve taşlar toprak elementin hakim olduğu yerküreye aittir Ayrıca, Pythagoras'un öğrettiği güneş merkezi (heliocentric) sistemi yerine dünya merkezi (geocentric) sistemini öğretmekle kilisenin Galeleo'ya karşı suçlanmalarına malzeme olmuştu

Plutarkhos'a göre Sais şehrinde Solon'a ders veren rahibin adı Sonchis idi İskenderiyeli Clemens'e göre bu aynı zamanda Pythagoras'a ders veren Mısırlı rahibin adıymış, bunların aynı kişi olmaları arada geçen süre açısından pek mümkün olmayabilir Proclus'a göre Solon Sais şehrinde rahip Pateneit, Heliopolis şehrinde rahip Ochlapi ve Sebennytus şehrinde rahip Ethimon tarafından ders almıştı

Platon'un hem Kritias, hem de Solon'la akrabalığı vardı Ayrıca, kendisi de Mısır'ı ziyaret ederek birkaç yıl kalmış ve inisiye olmuştu Onun için, bazı Atlantologlar onun Atlantis konusunu yazmadan önce, bu konuda bilgileri topladığı fikrindeler Ancak, Platon'un açıkladığı öykü, benzer öykülerle ilginç bağlantıları vardır Greklerin ve hatta Avrupa'nın en eski edebiyatı Homeros'un İlyada'sı ve Odysseia'sı, ve Hesiodos'un Theogonia'sıdır Homeros Atlantis'in adını aldığı, ve Platon'a göre onun ilk krallarından olan Atlas hakkında şunları söylüyordu, "Denizlerin göbeğinde bir adada, bol ağaçlı bir adada, bir tanrıça bulunmakta, kötü yürekli büyücü Atlas'ın kızı Bütün denizlerin diplerini gören Atlas, yeri ve göğü birbirinden ayıran sütunları omzunda taşır" (30) Atlas konusunda (Homeros'ta tek söz edilen yer) bu kısa satırlarda onun deniz dipleri iyi bildiğini yazıyor Bu onun yurdunun, deniz dipleri boyladığı anlamına gelen kadim bir hatıra olabilir mi? Kızı Calypso'un (Karaib adalarının Kalipso müziği adını ona borçludur) hüküm sürdüğü Ogygia adası Atlantis arda kalan bir ada olduğu düşünmek de mümkün Grekçe'de Atlantis, "Atlan'ın kızları" anlamına gelir Atlas'ın kızlarından biri Maya'dı Atlantalog Stacy-Judd'a göre bu Meksiko-Yucatan'daki Mayaların Atlantis bağının bir göstergesidir Plutarchus'a göre Ogygia adası İngiltere kıyılarından beş günlük bir deniz seferi mesafesinde idi

Atlas'ın dünyanın ucunda (batıda) yerle göğü ayıran sütunları tutuğu konusuna gelince, eski inançlardaki birçok mitolojilere göre, yaratılışta yer ve gök ayrılmıştı Tufanda gök yere inmişti Tevrat'ta bu konuda şöyle yazar, "Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattıVe Allah dedi: Suların ortasında kubbe olsun, ve suları sulardan ayırsın Ve Allah kubbeyi yaptı altında olan suları, kubbe üzerinde olan sularda ayırdı; ve böyle oldu Ve Allah kubbeye Gök dedi" (31) O halde, kadim kozmoloji açısından Atlas'ın sütunları tutmakla tufanı oluşan sel sularını bir daha yeryüzüne inmesini önlemektedir

Hesiodos ve başka Greklerin mitoslarında Atlas bir Titan'dı Titanlar, Gök tanrısı Üranus ve toprak tanrıçası Gaia'nın birleşmesinden gelen yarı tanrı melez ve dev bir ırktı Onlar merkezleri olan Othrys dağından Olympus dağındaki tanrılara karşı savaş açtılar ve yenildiler Zeus onların her birine bir ceza vermişti Titan Prometheus insanlara ateş yakmaya öğrettiği için (ışık getirdiği için), cezası Kafkas dağlarında ebediyen karaciğerinin kartallar tarafından parçalanıp yenilmesiydi Diğer Titanlar yer altında Tartaros'e mahkum oldular Atlas ise dünyayı sanıldığı gibi sırtında değil, göğü tutan sütunları taşımakla cezalandırılmıştı Titanlar ve savaşları Platon'un kadim Atlantis Akdeniz savaşı ile benzer yanları vardır Ayrıca ileride göreceğimiz gibi, Tevrat ve başka kutsal kitaplarda anlatılan tufan öncesi dünyaya benzer yanları da var

Homeros destanının ilginç yanı yıllardır denizlerde, evinden uzak yaşayan Troya savaşının kahramanı Odysseia sürekli Atina'nın koruyucu Tanrıçası Athene tarafından deniz tanrısı Poseidon'a karşı himaye edilmesidir Poseidon'de Platon'a göre kadim Grekler'in düşmanı Atlantis'in kurucusu ve Atlas'ın babasıdır Bu da, Troya'nın aslında Atlantis'e bağlı olduğu konusunda bazı iddiaları desteklemektedir

Hesiodos'a göre Atlas "beyaz adam" Yapetos'un oğludur Yapetus'un kardeşleri de Kronos, Hyperion, Okyanus, Tethys ve Themis Yapetus Nuh'un üç oğullarından biri olan ve aynı şekilde beyaz adam anlamına gelen Yafes (Yafet) ile aynı olabilir Tevrat’ı yorumlayanlara göre, o Avrupalıların ve Türklerin atasıdır Belki de, Atlas mitos'u en kadim çağlarda kökenleri vardır, onun öyküsünün bütünü belki de Hesiodus'un zamanlarında da unutulmuştu Belki de, bir çok mitoslarda olduğu gibi, bunları Grekler kendilerinden önceki Pelask ve diğer Akdeniz kavimlerinden almışlardı

Efsanelere göre Atlas Batıda Hesperides adalarında yaşamaktaydı Bu adalar Hesperos gezegeni olan Venüs'ün batıda gün batımında gözüken yüzdür Efsaneye göre, Atlas'ın oğlu Hesperos yıldızları astronom olan babası gibi gözlemek için Atlas dağına tırmanmış Rüzgar onu alıp gök yüzüne götürmüş Bu bakımdan Tevrat 'da Enok ve Kuran'da İdris'e benzer Atlas'da üzüntüsünde Venüs gezegenine onun adını vermiş Atlas'ın kızlar peri Hesperidler, Homeros'a göre batının en son durağında bu adalarda hüküm sürerler Bu da, Atlantis'i anımsatır Grek efsanelerinde Herakles'in dev yapısı, hayvan postaları, kullandığı kaba güç ve elinde taşıdığı sopa ile bir mağara adamına andırıyor Aynı Sümer efsanelerde kral Gilgameş'in dostu Enkidu gibi Mitolojide Herakles'e ceza olarak on iki görev verilmişti Bu görevlerin çoğunda Herakles canavarlarla boğuşup, kaba güçle onları yeniyordu Diodorus'a göre Herakles kadim bir çağda, Hindistan'ı vahşi ve saldırgan hayvanlardan temizlemişti Herakles'in on birinci görevi Hesperides adalarında Ladon isminde bir yılanın koruduğu altın elmaları almaktı Bu elmalar vaktiyle toprak tanrıçası Titaea tarafından Zeus'a hediye edilen bir ağaçta büyüyorlardı Zeus bu ağacı Hesperides adasına koyarak Hesperidlerin (kızlarının) korumasına teslim etmiş Ancak onların elmaları sürekli yemelerinden dolayı, yılanı ağacı korumaya görevlendirdi Bu öyküdeki Adem ve Hava öyküsüne benzerlikleri ilginçtir Herakles Hesperides adasına gittiği zaman Atlas ile karşılaşır Atlas göğü yerden ayıran sütunları taşımaktadır ve Herakles altın elmaları sorduğunda Herakles'in bir süre sütunları tutmasını, o arada kendisinin de altın elmaları alıp ona teslim edeceğini söyler Bunu Herakles kabul eder Atlas da söz verdiği gibi altın elmaları getirir, ancak döndüğünde sütunları tekrar omuzlamaktan kaçınır Herakles omzundaki kemeri düzeltmek bahanesi ile yükünü bir süre için Atlas'a devretmeye teklif eder Bu basit hileye kanan Atlas sütunları tekrar yüklenir, ama Herakles yükü tekrar kabul etmeyip yoluna devam eder ve altın elmaları tanrıça Athena'ya adar Burada ezoterik olarak Poseidon-Atlas-Atlantis'ten Athena-Greklere bir devir gözükmektedir

Altın elmalar konusu Konkiskador'ların Peru’yu fethetmeleri ile yeniden gündeme geldi Onlar, İnka kralının sarayındaki bahçesinde, üzerinde altın meyveler asılı olan suni bir ağaç buldular Hemen onu söküp İspanya'ya gönderdiler Orada diğer İnka sanat eserleri gibi İspanyol krallının hazinesi için eritildi (32)

700 km uzunluğunda Atlas dağları Fas'tan Cezayir'e uzanır Tarihçi Halikarnassus (Bodrum)'lu Herodotos (MÖ484-420) Platon'dan önce yaşıyordu Herodot yazdığı tarihinde Atlas dağları hakkında şöyle yazıyor, "Her yanı sarp ve sivri bir dağdır, o kadar yüksektir ki, derler, tepeleri görülmez, doğusunu saran bulutlar, gerçekten, yaz kış dağılmazlarmış Yerliler bunun bir gökyüzü direği olduğunu söylerler Yerliler adlarını bu dağdan almışlardır Gerçekten bunlara Atlant'lar denir Canlı bir şey yemezler ve rüya görmezler"(33) Atlas da dağların hemen ardından Herakles sütunları (Cebellütarık), onun ardından Atlas Okyanusu geliyor Belki de Atlantis'de gerçek Atlas Dağların batması ile Kuzey Afrika'daki Atlas dağları sonradan isimlerini aldı Herodotos'a göre Herakles (Herkül) mitosunu Grekler Mısır'dan almışlardı Ona Mısırlı rahipler, Herakles'in Amasis'den 17,000 sene önce yaşadığını anlatmışlar Diodorus'a göre Herakles Hindistan'da bir kralmış ve astronomi örenmek için (Atlantis'teki) kral Atlas'ın yanına gelmiş

Son olarak Gilgameş efsanesine dönelim, "Bu bulut fırtınanın efendisi Adad'ın bulunduğu yerde gürledi" Fırtına efendisi Adad'ın bulunduğu yer neresiydi?

"Sıcak iklim hayvan ve bitki artıklarının kutup bölgelerinde bulunması,
mercan ve palmiyelerin kuzey kutupunda bulunması böyle değişimler,
ancak yerkürenin, ya dönüş hızındaki bir aksaklığın, ya da coğrafik veya
astronomik ekseninin yönünde doğan ani bir hareketten doğabilir"
Velikovsky, "Earth in Upheavel"
Atlantis'in Bilimsel Kanıtları
11,000 sene önce büyük bir uygarlık var mıydı? Bu uygarlık hemen hemen hiç iz bırakmadan yok oldu mu? Böyle bir olay şüphesiz insan belleğinde derin bir iz bırakırdı Felaketten kurtulanlar çocuklarına o korkunç günleri anımsatırdı, onlarda aynı şekilde çocuklarına anlatırlardı Atlantis öyküsünün kalıntılarını dünyanın her tarafında görmekteyiz Kimi yerlerde Avalon, Asgard, Aztlan, Aden gibi kayıp ülkeler öykülerde, efsanelerde yer alır, kimi yerlerde doğrudan doğruya tufan anlatılır Ancak efsaneler kendi başlarına yeterli değildir Bunları destekleyecek bilimsel kanıtlar da gereklidir Gerçi bu yazıyı yaklaşık on yıl önce yazdık ve bu arada bu yazıda bulunmayan çok ilginç yeni kanıtlar ortaya çıkmıştır Vakit bulursak ileride bunları da ilave ederek revizyona tabi tutarız

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık

Eski 06-10-2009   #5
Verus_TR
Varsayılan

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık



ATLANTİS VE KANITLARI - BÖLÜM 2' nin DEVAMI

"Atlas zorlu bir baskı altında kaldı
Dünyanın bittiği bir yerlerde,
Güzel sesli akşam perilerin karşısında
Dimdik durup ayakta tutuyordu göğü
Başı ve yorulmaz kolları üstünde
Akıllı Zeus'un ona ayırdığı kader bu"
Hesiodos (28)
Kral Atlas
Atlantis'in efsanesinin bir hayal ürünü olduğunu savunanlar onun tek dayanağının Platon olduğunu iddia ediyorlar Platon'un yetiştirdiği Aristoteles ise, bu öykünün masal olduğunu inanlar arasındandı Oysa, bu öyküye inanan Platon'un başka talebeleri de olmuştur Mesela, Platon'dan 33 sene sonra ölen Crantor, Sais'teki Mısır rahiplerinin bazı Greklere Atlantis tarihini üzerinde yazan iki demir sütunu gösterdiklerini yazmıştı Akademi öğrencileri arasında asi olarak tanınan Aristoteles, bilime büyük katkılarda bulunduğu halde, bazı yanlışları yüzyıllardır bilimi geri tutmuştur Aristoteles göktaşları inkar ederdi, ona göre gök yüzü mükemmeldir ve taşlar toprak elementin hakim olduğu yerküreye aittir Ayrıca, Pythagoras'un öğrettiği güneş merkezi (heliocentric) sistemi yerine dünya merkezi (geocentric) sistemini öğretmekle kilisenin Galeleo'ya karşı suçlanmalarına malzeme olmuştu

Plutarkhos'a göre Sais şehrinde Solon'a ders veren rahibin adı Sonchis idi İskenderiyeli Clemens'e göre bu aynı zamanda Pythagoras'a ders veren Mısırlı rahibin adıymış, bunların aynı kişi olmaları arada geçen süre açısından pek mümkün olmayabilir Proclus'a göre Solon Sais şehrinde rahip Pateneit, Heliopolis şehrinde rahip Ochlapi ve Sebennytus şehrinde rahip Ethimon tarafından ders almıştı

Platon'un hem Kritias, hem de Solon'la akrabalığı vardı Ayrıca, kendisi de Mısır'ı ziyaret ederek birkaç yıl kalmış ve inisiye olmuştu Onun için, bazı Atlantologlar onun Atlantis konusunu yazmadan önce, bu konuda bilgileri topladığı fikrindeler Ancak, Platon'un açıkladığı öykü, benzer öykülerle ilginç bağlantıları vardır Greklerin ve hatta Avrupa'nın en eski edebiyatı Homeros'un İlyada'sı ve Odysseia'sı, ve Hesiodos'un Theogonia'sıdır Homeros Atlantis'in adını aldığı, ve Platon'a göre onun ilk krallarından olan Atlas hakkında şunları söylüyordu, "Denizlerin göbeğinde bir adada, bol ağaçlı bir adada, bir tanrıça bulunmakta, kötü yürekli büyücü Atlas'ın kızı Bütün denizlerin diplerini gören Atlas, yeri ve göğü birbirinden ayıran sütunları omzunda taşır" (30) Atlas konusunda (Homeros'ta tek söz edilen yer) bu kısa satırlarda onun deniz dipleri iyi bildiğini yazıyor Bu onun yurdunun, deniz dipleri boyladığı anlamına gelen kadim bir hatıra olabilir mi? Kızı Calypso'un (Karaib adalarının Kalipso müziği adını ona borçludur) hüküm sürdüğü Ogygia adası Atlantis arda kalan bir ada olduğu düşünmek de mümkün Grekçe'de Atlantis, "Atlan'ın kızları" anlamına gelir Atlas'ın kızlarından biri Maya'dı Atlantalog Stacy-Judd'a göre bu Meksiko-Yucatan'daki Mayaların Atlantis bağının bir göstergesidir Plutarchus'a göre Ogygia adası İngiltere kıyılarından beş günlük bir deniz seferi mesafesinde idi

Atlas'ın dünyanın ucunda (batıda) yerle göğü ayıran sütunları tutuğu konusuna gelince, eski inançlardaki birçok mitolojilere göre, yaratılışta yer ve gök ayrılmıştı Tufanda gök yere inmişti Tevrat'ta bu konuda şöyle yazar, "Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattıVe Allah dedi: Suların ortasında kubbe olsun, ve suları sulardan ayırsın Ve Allah kubbeyi yaptı altında olan suları, kubbe üzerinde olan sularda ayırdı; ve böyle oldu Ve Allah kubbeye Gök dedi" (31) O halde, kadim kozmoloji açısından Atlas'ın sütunları tutmakla tufanı oluşan sel sularını bir daha yeryüzüne inmesini önlemektedir

Hesiodos ve başka Greklerin mitoslarında Atlas bir Titan'dı Titanlar, Gök tanrısı Üranus ve toprak tanrıçası Gaia'nın birleşmesinden gelen yarı tanrı melez ve dev bir ırktı Onlar merkezleri olan Othrys dağından Olympus dağındaki tanrılara karşı savaş açtılar ve yenildiler Zeus onların her birine bir ceza vermişti Titan Prometheus insanlara ateş yakmaya öğrettiği için (ışık getirdiği için), cezası Kafkas dağlarında ebediyen karaciğerinin kartallar tarafından parçalanıp yenilmesiydi Diğer Titanlar yer altında Tartaros'e mahkum oldular Atlas ise dünyayı sanıldığı gibi sırtında değil, göğü tutan sütunları taşımakla cezalandırılmıştı Titanlar ve savaşları Platon'un kadim Atlantis Akdeniz savaşı ile benzer yanları vardır Ayrıca ileride göreceğimiz gibi, Tevrat ve başka kutsal kitaplarda anlatılan tufan öncesi dünyaya benzer yanları da var

Homeros destanının ilginç yanı yıllardır denizlerde, evinden uzak yaşayan Troya savaşının kahramanı Odysseia sürekli Atina'nın koruyucu Tanrıçası Athene tarafından deniz tanrısı Poseidon'a karşı himaye edilmesidir Poseidon'de Platon'a göre kadim Grekler'in düşmanı Atlantis'in kurucusu ve Atlas'ın babasıdır Bu da, Troya'nın aslında Atlantis'e bağlı olduğu konusunda bazı iddiaları desteklemektedir

Hesiodos'a göre Atlas "beyaz adam" Yapetos'un oğludur Yapetus'un kardeşleri de Kronos, Hyperion, Okyanus, Tethys ve Themis Yapetus Nuh'un üç oğullarından biri olan ve aynı şekilde beyaz adam anlamına gelen Yafes (Yafet) ile aynı olabilir Tevrat’ı yorumlayanlara göre, o Avrupalıların ve Türklerin atasıdır Belki de, Atlas mitos'u en kadim çağlarda kökenleri vardır, onun öyküsünün bütünü belki de Hesiodus'un zamanlarında da unutulmuştu Belki de, bir çok mitoslarda olduğu gibi, bunları Grekler kendilerinden önceki Pelask ve diğer Akdeniz kavimlerinden almışlardı

Efsanelere göre Atlas Batıda Hesperides adalarında yaşamaktaydı Bu adalar Hesperos gezegeni olan Venüs'ün batıda gün batımında gözüken yüzdür Efsaneye göre, Atlas'ın oğlu Hesperos yıldızları astronom olan babası gibi gözlemek için Atlas dağına tırmanmış Rüzgar onu alıp gök yüzüne götürmüş Bu bakımdan Tevrat 'da Enok ve Kuran'da İdris'e benzer Atlas'da üzüntüsünde Venüs gezegenine onun adını vermiş Atlas'ın kızlar peri Hesperidler, Homeros'a göre batının en son durağında bu adalarda hüküm sürerler Bu da, Atlantis'i anımsatır Grek efsanelerinde Herakles'in dev yapısı, hayvan postaları, kullandığı kaba güç ve elinde taşıdığı sopa ile bir mağara adamına andırıyor Aynı Sümer efsanelerde kral Gilgameş'in dostu Enkidu gibi Mitolojide Herakles'e ceza olarak on iki görev verilmişti Bu görevlerin çoğunda Herakles canavarlarla boğuşup, kaba güçle onları yeniyordu Diodorus'a göre Herakles kadim bir çağda, Hindistan'ı vahşi ve saldırgan hayvanlardan temizlemişti Herakles'in on birinci görevi Hesperides adalarında Ladon isminde bir yılanın koruduğu altın elmaları almaktı Bu elmalar vaktiyle toprak tanrıçası Titaea tarafından Zeus'a hediye edilen bir ağaçta büyüyorlardı Zeus bu ağacı Hesperides adasına koyarak Hesperidlerin (kızlarının) korumasına teslim etmiş Ancak onların elmaları sürekli yemelerinden dolayı, yılanı ağacı korumaya görevlendirdi Bu öyküdeki Adem ve Hava öyküsüne benzerlikleri ilginçtir Herakles Hesperides adasına gittiği zaman Atlas ile karşılaşır Atlas göğü yerden ayıran sütunları taşımaktadır ve Herakles altın elmaları sorduğunda Herakles'in bir süre sütunları tutmasını, o arada kendisinin de altın elmaları alıp ona teslim edeceğini söyler Bunu Herakles kabul eder Atlas da söz verdiği gibi altın elmaları getirir, ancak döndüğünde sütunları tekrar omuzlamaktan kaçınır Herakles omzundaki kemeri düzeltmek bahanesi ile yükünü bir süre için Atlas'a devretmeye teklif eder Bu basit hileye kanan Atlas sütunları tekrar yüklenir, ama Herakles yükü tekrar kabul etmeyip yoluna devam eder ve altın elmaları tanrıça Athena'ya adar Burada ezoterik olarak Poseidon-Atlas-Atlantis'ten Athena-Greklere bir devir gözükmektedir

Altın elmalar konusu Konkiskador'ların Peru’yu fethetmeleri ile yeniden gündeme geldi Onlar, İnka kralının sarayındaki bahçesinde, üzerinde altın meyveler asılı olan suni bir ağaç buldular Hemen onu söküp İspanya'ya gönderdiler Orada diğer İnka sanat eserleri gibi İspanyol krallının hazinesi için eritildi (32)

700 km uzunluğunda Atlas dağları Fas'tan Cezayir'e uzanır Tarihçi Halikarnassus (Bodrum)'lu Herodotos (MÖ484-420) Platon'dan önce yaşıyordu Herodot yazdığı tarihinde Atlas dağları hakkında şöyle yazıyor, "Her yanı sarp ve sivri bir dağdır, o kadar yüksektir ki, derler, tepeleri görülmez, doğusunu saran bulutlar, gerçekten, yaz kış dağılmazlarmış Yerliler bunun bir gökyüzü direği olduğunu söylerler Yerliler adlarını bu dağdan almışlardır Gerçekten bunlara Atlant'lar denir Canlı bir şey yemezler ve rüya görmezler"(33) Atlas da dağların hemen ardından Herakles sütunları (Cebellütarık), onun ardından Atlas Okyanusu geliyor Belki de Atlantis'de gerçek Atlas Dağların batması ile Kuzey Afrika'daki Atlas dağları sonradan isimlerini aldı Herodotos'a göre Herakles (Herkül) mitosunu Grekler Mısır'dan almışlardı Ona Mısırlı rahipler, Herakles'in Amasis'den 17,000 sene önce yaşadığını anlatmışlar Diodorus'a göre Herakles Hindistan'da bir kralmış ve astronomi örenmek için (Atlantis'teki) kral Atlas'ın yanına gelmiş

Son olarak Gilgameş efsanesine dönelim, "Bu bulut fırtınanın efendisi Adad'ın bulunduğu yerde gürledi" Fırtına efendisi Adad'ın bulunduğu yer neresiydi?

"Sıcak iklim hayvan ve bitki artıklarının kutup bölgelerinde bulunması,
mercan ve palmiyelerin kuzey kutupunda bulunması böyle değişimler,
ancak yerkürenin, ya dönüş hızındaki bir aksaklığın, ya da coğrafik veya
astronomik ekseninin yönünde doğan ani bir hareketten doğabilir"
Velikovsky, "Earth in Upheavel"
Atlantis'in Bilimsel Kanıtları
11,000 sene önce büyük bir uygarlık var mıydı? Bu uygarlık hemen hemen hiç iz bırakmadan yok oldu mu? Böyle bir olay şüphesiz insan belleğinde derin bir iz bırakırdı Felaketten kurtulanlar çocuklarına o korkunç günleri anımsatırdı, onlarda aynı şekilde çocuklarına anlatırlardı Atlantis öyküsünün kalıntılarını dünyanın her tarafında görmekteyiz Kimi yerlerde Avalon, Asgard, Aztlan, Aden gibi kayıp ülkeler öykülerde, efsanelerde yer alır, kimi yerlerde doğrudan doğruya tufan anlatılır Ancak efsaneler kendi başlarına yeterli değildir Bunları destekleyecek bilimsel kanıtlar da gereklidir Gerçi bu yazıyı yaklaşık on yıl önce yazdık ve bu arada bu yazıda bulunmayan çok ilginç yeni kanıtlar ortaya çıkmıştır Vakit bulursak ileride bunları da ilave ederek revizyona tabi tutarız

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık

Eski 06-10-2009   #6
Verus_TR
Varsayılan

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık



ATLANTİS VE KANITLARI - BÖLÜM 2' nin DEVAMI

Platon Atlantis'te sıcak ve soğuk suların yerden fışkırdığını yazmıştı Bu olay volkanik bölgelerde olduğu gibi, Atlantis dağlarının su üstünde kalmış tepeleri olduğu varsayılan Azor adalarında da görülür Platon, Atlantis'te kırmızı ve siyah taşlardan duvarlar inşa edildiğini yazmıştı, halen bu renklerde volkanik taşlar Azor kıyılarında görülür Ayrıca insanların dünyanın yassı olduğunu ve denizin (Atlas Okyanus) dünyanın sonundan boşluğa aktığı inanıldığı bir devirde, Amerika kıtasının keşfinden 2000 bin yıl önce, Platon açıkça Amerikan kıtalarının varlığını dile getiriyordu

Platon Atlantis'in atların yurdu olduğunu ifade etmişti Binlerce sene evvel atların ilk soylarının Amerika'da bulunduğunu ve sonradan bu kıtadan yok olup Asya'da varlığını sürdürdüğü bilinir Ayrıca, Atlantis de fillerin bulunduğunu da yazmıştı Çeşitli kızılderili medeniyetlerin kalıntılarında fil kabartma motifleri halen açıklanamamıştır Paleontologlar Amerika'da mamut kemikleri ilkel insanların yontma taş silahları ile birlikte bulmuşlardır Ancak fillerin soyları, atlar gibi tufan sonrası bu kıtalardan silinmişti Platon'un Atlantis öyküsünde tarif ettiği kabuğu sert meyve Hindistan cevizi olabilir, bu meyvede ancak adalarda yetişir

Mısırlı rahip "Sonchis"in anlattığı gibi Greklerin atalarının Atlantis ile savaşmış olmaları belki de olanaksızdır Greklerin Yunanistan'ı istila etmeleri MÖ 1900 yıllarına rastlar Proto-Grek Pelasklar ise daha önceleri muhtemelen Kafkasya'dan Anadolu'ya ve Akdeniz kıyılarına göç etmişlerdi Onlardan önceki yerliler konusunda fazla bir şey bilmiyoruz, ancak bunlar Sonchis'in anlattığı topluluklar olabilir Ayrıca Sonchis'in anlattığı gibi Mısır'ın böyle bir felaketten sıyrılma olasılığı gözükmüyor Tanrıça Athena'nın adı ise Neith'in anagramıdır (harflerin yer değiştirmesi ile çıkan farklı sözcük)

Platon'un öyküsü açısından diğer ilginç bir izlenim, Atlas Okyanus'un kıyılarında çok eski yerleşim ve uygarlık bölgeleri oluşudur Kuzey Amerika'daki yapıtlara ve Peru'da Nazca yapıtlarına benzer esrarengiz yapıtları buralarda görmek mümkündür Son zamanlarda yapılan bir araştırmaya göre, bu kıyılardaki megalit (büyük taş) yapıtlar, sanıldığından çok daha eskidir

20-30 bin sene evvel oralarda yerleşmiş olan Aurignak adamı, taş devrin en güzel mağara resim örneklerini Fransa ve İspanya'da bırakmıştır Kromanyon adam ölülerini yüzleri batıya çevrili gömerlerdi Eski Mısırlıların "ölüler diyarı" Amenti, Batıda bulunmuyordu Bu motif aynı şekilde bir çok Batı mitolojilerinde yerleşiktir Batının ölüm diyarı olması güneşin battığı yer oluşundan mı? yoksa Atlantis felaketinin bir anısı mıdır?

Velikovsky'nin doğal felaketleri daha yakın bir tarihte saptaması, onun Eski Ahit'te İbrani peygamberlerin kitaplarını harfiyen doğrulaması çabasından kaynaklanıyor, bunun sebebi de, belki onun politik ilişkilerinden kaynaklanıyor (34) "Çarpışan Dünyalar" adlı kitabında (1950) Velikovsky Atlantis felaketinin aslında Girit adası yakınlarında Thera (Santorini) adasının, MÖ 1450 yıllarında bir volkanik patlamada havaya uçmasından kaynaklandığını iddia etmişti Velikovsky'e göre Platon Atlantis tarihi için 9000 yıla bir sıfır fazla koymuştu, ve asıl zaman Solon'un Mısır ziyaretinden 900 yıl önceymiş Thera adasında meydana gelen bu felaket beraberinde üzerinde yerleşmiş şehri yok etmişti Bu patlama aşağıda anlatacağımız Krakatoa yanardağı patlamasından dört misli daha şiddetliydi Onun meydana getirdiği felaket Minoan uygarlığının sonu olduğu düşünülüyor Velikovsky "Ages in Chaos"(35) isminde kitabında Thera patlamasının Haz Musa'nın İsrail oğullarını Mısır'dan çıkartmasıyla aynı zamanda rastladığını, ve Mısır'a gelen cezaların volkanik zincir patlamaların etkileri olduğunu inandırıcı bir şekilde kanıtlamaya çalışmıştı Thera-Atlantis tezi 1960 yılında Yunan Sezmolojist, Angelos Galanopoulos tarafından yeniden ortaya atıldı ve Platon'un öyküsü ve Thera olayı arasında 19 ortak nokta olduğu ortaya atıldı(36) Ancak bu ortak noktaların çoğu başkaları tarafından çürütüldü Her şeyden önce, Platon Atlantis'in yerini açıkça belirti, Atlas Okyanus'da yer aldığını ve Atlantis'in evrensel bir tufan'da batan kıta büyüklüğünde bir ada olduğunu belirtiyordu Şüphesiz rahip Sonchis'in belirttiği gibi birçok felaketler olmuştur, ancak bir tufan farklı çapta bir olaydır

Belki de, Velikovsky'nin yazdığı en önemli eser "Sarsılan Dünya"dır (48) Bu eserde Velikovsky birçok bilimsel araştırmalara dayanarak, kanıtları bir bir inceleyen bir detektif gibi dünya geçmişindeki akıl almaz felaketleri saptamaya çalışmıştı Onun üzerinde durduğu felaketler MÖ 776 ve MÖ 687 arasında, M Ö 1500 civarlarında ve MÖ 3200 yıllarındakilerdi Ancak MÖ 10000 civarlarındaki tufan ve ondan önceki genel felaketler konusunda ilginç veriler de toplamıştır Velikovky'e göre Kuzey Kutup ve Gronland civarında bulunan mercan kayalık kalıntıları, Güney Kutup ve Gronland'ın buzları altında bulunan sıcak iklim bitki örtüleri, o yerlerin bir zamanlar tropik bölge olduklarını gösteriyor Aynı şekilde Afrika ve Güney Amerika kıtalarında görülen geniş buzul izleri, ancak Dünya ekseninin yer değiştirmesi ile açıklanabilir Böyle bir olay ancak astronomik / meteorolojik bir dış etkiden kaynaklanabilir Velikovsky'e göre hemen hemen bütün önemli sıra dağları nispeten yakın devirlerde aniden oluştu Çoğunda acı içinde çırpınan balıkların kalıntıları ile serpilmiştir Zaten fosilleri oluşturan nedenler ancak felaket şartlarında olabilir Normal şartlarda canlı artıkları eriyip yok olur Himalayalar ve Tibet bir zamanlar deniz altını oluştururken, aniden yükseldiği saptanmıştır Aynı şekilde Amerika ve Afrika'da birçok yeni kara parçaları oluştu(37) Ayrıca Atlas Okyanus'un dibindeki sıra dağların üzerinde bulunan buzul izleri, bu dağların bir zaman deniz üstünde olduklarını işaret ediyor

Dünyanın her tarafında bulunan toplu hayvan mezarlarına dikkat çeken Velikovsky Bunların bir genel felakette sular tarafından sürüklenip, kayalar üzerinde parçalandıklarını, üzerlerine suların taşıdığı taşlar yığılıp, üst üstü gömüldüklerini kaydetmiştir Binlerce parçalanmış hayvan cesetlerinin bir arada oluşunu başka türlü nasıl açıklarız? Bu tip toplu mezarlarda zaman zaman insan cesetlerinin de bulunması, bu felaketin oldukça yakın bir dönemde olduğunu gösterir Peking yakınlarında Choukoutien'deki bir toplu hayvan mezarında yedi parçalanmış insan iskeleti bulunmuştur Bunlar üç ayrı ırka aitti, Beyaz, Eskimo ve Melanesyalı Bu toplu mezarlarda farkı coğrafi bölgelerin hayvanlarının bir arada oluşu, suların onları uzak bölgelerden sürüklediğini gösteriyor Bu felakette sayısız hayvan türü yok olmuştur Paleontolojik bulgulara göre felaketten önce hayvan nüfusu oldukça kabarıkmış ve son buzul çağın sonunda (MÖ 10000 sene) 40 milyon hayvanın ani bir ölüm gördükleri ileri sürülmüştür

Böyle bir felaket olabilir mi? Her şeyden önce bilmemiz gerekir ki bizim yeryüzünde hayatımız sanıldığı kadar güvenli değildir Tarih boyunca doğal afetler, önemli toplu ölümlere sebep olmuştur Bir sene içersinde dünyada hemen hemen her ay olan bu afetlerde ölenlerin sayısı akıl durdurucudur 1883'de Sumatra ve Java arasında Krakatoa adında ıssız bir adada bir yanardağ patladı Bu patlama 2 bin mil ötede Avustralya'da insanları uykularından uyandırdı Şok dalgaları dünyanın etrafında 7 kez döndü Dev dalgalar köyleri sildi, gemileri kibrit çöpü gibi karaya oturttu Dalgaları 4500 mil uzaklara kadar ulaştı Havaya 13 kübik mil lav püskürtüldü Bunlar dünyanın etrafını kuşatarak gökyüzünü kararttı, aylardır dünya iklimi soğumuştu, çünkü bu tür volkanik bulutlar güneşten gelen ısıyı keser Felakette 62000 kişi öldü

526 yılında Antakya'da 250000 kişi, 1042 yılında Tebriz, İran'da 40000 kişi, 1556'da Çin'de 830000 kişi, 1908'de Messina, Sicilya'da 200000 kişi, 1923 Tokyo civarlarında 200000 kişi ve 1976'da Çin'de 700000 kişi şiddetli depremlerle hayatlarını kayıp ettiler Sellere gelince Çin'de 1887'de Huang Ho nehrin taşıması en az iki milyon insanın ölümüne yol açtı Aynı nehrin 1931'de taşıması 4 milyon insanın ölümüne yol açtı (38)

Atlantoloji açısından, nispeten yakın zamanlarda iki ilginç felaket kayda değer 1692 yılında Jamaika adası, bir korsan merkeziydi Ani bir zelzelede limanı Porto Prince'in büyük kısmı 1600 kişi ile birlikte denizin dibini boyladı Dev dalgalar karaya oturdu Halen deniz altında eski şehrin kalıntılarını bulmak mümkün 1755 yılında, 1 Ekim azizler günü dini törenlerin ortasında, Portekiz'in başkenti ve liman şehri Lizbon büyük bir depremle neredeyse yerle bir olmuştu Binlerce bina tamamen yıkıldı ve felaketten kaçan halkın üzerine 15 metre yükseklikte deniz dalgaları indi Lizbon 1531 yılında da çok büyük bir depremle yerle bir olmuştu Deprem aynı anda Avrupa'da, Karaipler de ve Kuzey Afrika'da duyuldu Şiddetli deniz dalgaları Amsterdam limanında gemilerin iplerini kopardı Donnelly felaketi şöyle anlatıyor, "Yer altından bir şimşek sesi geldi, hemen ardından şiddetli bir deprem şehrin büyük kısmını yerle bir etti Altı dakikada 60000 kişi can verdi Korunmak için bir alay insan yeni mermer rıhtımın üzerinde toplandı Ancak, o birdenbire üzerinde bütün insanlarla birlikte sulara gömüldü ve bir tek ölü beden su yüzüne çıkmadı Ona yakın demirlenmiş bir çok insan dolu gemiler ve tekneler bir su girdabının içinde yutuldular Tek bir tekne veya gemi parçası geri dönmedi Rıhtımın bulunduğu yer şu anda 600 fit (200 m) su altındadır Depremin kapsadığı alan çok genişti Humboldt derki Avrupa'dan dört misli büyük bir alan aynı anda sarsılmıştır Baltik'ten Karaibler, Kanada'dan Cezayir'e kadar yer sarsılmıştır Fas'ın bir kaç kilometre yakınlarında 10000 kişilik bir köyü toprak açılarak yutmuştu Büyük olasılıkla bu depremin kaynağı Atlas Okyanusunun ortasındaydı ve binlerce yıl önce Atlantis'in batmasına sebep olan felaketin yankısıydı" (39) (Bu dönemi incelerken, ister istemez Kuzey-Anadolu fay hattı ve devinimleri akla geliyor 1752 yılında İzmit depremi olmuştur ve 1766 yılında büyük İstanbul depremi olmuştur Unutmamak gerekir ki ondan 250 yıl önce 1509 yılında yeniden büyük bir İstanbul depremi olmuştur Aynı şekilde 1531 de büyük Lizbon depremi olmuştu Yukarıdaki yazıyı ele alırsak görürüz ki 250 yıl önce sadece Türkiye'de değil bütün dünyada büyük sarsıntılar olmuştur Joseph Goodavage Astroloji Uzay Çağı Bilimi kitabında şöyle yazıyor: "Isaac Newton, tuhaf konularda araştırma yapmıştır, Hermes'i inceledi ve simya üzerinde geniş bir kütüphanesi vardı Grek mitolojisi ilgisini çekmişti ve Grek tanrılarının kayıp ve unutulmuş bir uygarlığın gerçek kişileri olabileceğini belirtmişti Newton teoloji ve kadim gizemcilik konusunda bir milyon kelimeden fazla ve diğer ezoterik konularda 500 bin den fazla kelime yazmıştı İnsan tarihinde büyük değişikliklere yol açan 250 yıllık güçlü devinimlerden söz etmişti Bu devinimleri hesaplarken Arap astrolojisindeki Arap noktaları esas olarak almıştı Esasın bize cebri de veren Arapların matematikleri Newton'un zamanındaki matematikten çok üstündü Onların matematik sistemleri Arap noktalarını da içermekteydi, ki menşei meçhuldür Gariptir ki Spengler Tarih ve Devimler eserinde, Pluto gezegenin 248 yıllık yörüngesinin önemi vurgulamaktadır Pluto gezegenin perhelionu (güneşe en yakın dönüşü) devinimleri 250 yıllık aralıklarla oluşan psiko-kültürel değişiklikleri belirlemekte ve eş zamanlılık göstermektedir iki önemli araştırmacı Lamprecht ve Bradford, Sprengler'in fikirlerini desteklemektedir Newton Pluto kadar uzak ve küçük bir gezegenin etkilerini önceden belirlemiş olabilir mi? (Pluto 1930 yıllında keşfedildi)" Kitabının ayrı bir bölümünde Goodavage şöyle yazıyor: "Felaketleri önceden tespit etmede bilimsel yöntemlerin araştırılmasında yüzde yüz güvenilir bir kurala göre: Büyük depremler her zaman güneş tutulmalarını takip eder ve çoğu zaman önemli gezegen kavuşumları ile birlikte olurlar Astrolojik kehanetlerin birinde Newton, İngiltere'den oluşan en ilginç doğal olaylar dizisini önceden bildirdi Ölümünden 23 yıl sonra 1750'nin ilk üç ayında Aurora Borealis'in (Kuzey Işıkları) göklerde ani ve şaşırtıcı bir gösterisi ile başlayacaktı Kehanetine göre Kuzey Işıkları yıkıcı rüzgarlarla birlikte gelen büyük fırtınalar takip edecekti sonra büyük bir deprem dalgası Londra'da büyük hasar ve can kaybına yol açacak Neredeyse çeyrek yüzyıl sonra Kuzey Işıkları İngiliz toprakları üzerinde parladılar Ondan sonra saatte 100 millik öldürücü rüzgarlar geldi Korkunç bir deprem salgını çığlık atan Londralıları canlı canlı evleri ve yataklarında gömdü")

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık

Eski 06-10-2009   #7
Verus_TR
Varsayılan

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık



ATLANTİS VE KANITLARI - BÖLÜM 2'nin DEVAMI

Okyanusya civarlarında 1780 yılında keşfedilen Falcon adası, 1894'de denizin dibine çökerek yok oldu Tomas'a göre "Cook adaları arasında Tuanaki son asırın ikinci yarısında 13000 yerlisi ile Büyük Okyanus'ta battı Bir sabah balıkçılar sandalları ile denize açıldılar, döndükleri vakit adaları yoktu" 1819 yılında İndus nehrinin ağzında, depremler eşliğinde büyük bir yer parçası suların altına gömüldü Suların üstünde sadece evlerin tepeleri, oranın bir zamanlar kara parçası olduğunu gösteriyordu

Atlas Okyanus'u bir çok volkanik hareketlerin sık sık yer aldığı bir yerdir 1957'de yanar dağlar eşliğinde yeni bir ada Azorların yakınlarında ortaya çıktı Azor adalarının dağları volkaniktir İslanda'da faaliyette yanardağlar hemen hemen eksiksizdir Yeryüzünde toprağın aşağı veya yukarı hareket etmesi doğal ve hemen hemen her yerde görülür Fransa her sene 3 milimetre batıyor, Hindistan da Ganj nehri ve Himalayalar arasında yer, her sene 181 milimetre yükseliyor, Güney Amerika'da Ant dağlarının Amerikan'nın keşfinden itibaren 60100 metre yükseldiği saptandı (40) Türkiye'nin kıyılarında kaç tane su altı şehri vardır? Toprak, su seviyesinin altına indiğinde, hemen su örter Ege Deniz'inde Thera-Santorini adası MÖ 1500 sene önce patladığı zaman yeraltında boşalan tonlarca magma yüzünden ada çökmüştü Kısmen sulara gömüldü Atlantis için aynı şey olduğunu düşünenler var

Otto Muck'a göre büyük bir gök taşının Atlantis civarlarında düşmesi ile yüzlerce yanardağ patlamış ve ardından adanın altında oluşan boşluğun çökmesi adanın batmasına sebep olmuştu, çarpışmanın verdiği hareketle denizler karaya inmişti ve dünyanın dört bir yanında tufan olmuştu(40a)

1988'de San Fransisco'da bir toplantıda bir araya gelen Amerikan Jeofizik Birliğinde Rochester Üniversitesi Jeolog'u Asish Basu, günümüzde bilim çevrelerce en çok konuşulan tezlerden birini ortaya attı Bu teze göre 66 milyon sene önce bir asteroid Hint Okyanusuna düşmüştü, çarpışma neticesi zincirleme yanardağ patlamaları olmuştu Yüz binlerce sene süren bu patlamaların ardından, yarattıkları bulut perdeleri dünya ısısını düşürmüştü ve bir buzul çağ başlamıştı Neticede dinozorların nesli tükenmişti Hindistan'da bulunan bir kuvars taşının yoğunluğu, ancak böyle bir çarpışmanın eseri olabilirdi Newsweek'e göre, "Bazı paleontologlar halen hem asteroid tezini, hem de yanardağ tezini inkar ediyorlar, onlara göre yavaş iklim değişiklikleri dinozorların neslinin tükenmesine neden verebilir Ancak yakın zamanlarda asteroid tezini savunanlar artmaya başladı Onların iddiaları yeryüzünde bulunan bazı asteroid kraterleri ile güç kazanmıştırgökbilimciler yörüngeleri dünyaya yakın kesişen 1000 asteroid olduğunu söylüyorlar (41)

Yukarda aktarılan olayın benzeri, Otto Muck tarafından yıllar önce Atlantis konusunda ortaya atılması oldukça anlamlıdır Şimdi yaşlı Mısırlı rahibin Solon'a anlattıklarına dönelim Kritias 22c'de Phaethon (fayton) öyküsünün aslında bir gök cisminin yeryüzüne düşerek büyük bir felakete sebep vermesi anlamında olduğunu belirtir Bu da, kadimlerin ağzından bize, mitolojik öykülerinin nasıl mecazi anlamda tarihi ve bilimsel olayları örttüğünü gösterir Rahip ayrıca yeryüzünde bir çok felaket olduğunu, insanların birçok kere yok olduklarını yazar Kısacası Atlantis'i meydana getiren sel tufanından önce başka genel kıyametler ve tufanların olduğunu açıklıyor

Yeryüzü sürekli bir göktaşı, meteor yağmuru altındadır Bir günde ortalama 200 milyon göktaşı yağmaktadır Bunlardan sadece bir milyonu bir yıldız kayması görüntüsü yaratabilecek büyüklükte Hemen hemen hepsi atmosferde sürtünmeyle yanıp kül oluyor Ancak, zaman zaman bir göktaşı yere düşmektedir, hatta insanların ve evlerin üzerine düştüğü olmuştur Hitit Kralı 2 Mursilis kayıtlarında rakibi Efes kralının üzerine gök tanrısı Teşup'un bir göktaşı düşürtüp öldürdüğünü yazmıştı

MÖ 467'de Efes'e düşen bir at arabası büyüklüğündeki göktaşı sonradan heykeltıraşçılar tarafından tanrıça Artemis'in şekline getirildi Aztek mabetleri de göktaşların düştüğü yerler etrafında inşa edilirdi Mekke'de Kabe'nin üzerindeki kara taşın bir göktaşı olduğuna inanılır Bütün bunlara rağmen Aristoteles göktaşlarını inkar ediyordu 1790'da Güney Batı Fransa'ya bir meteor yağmuru yağdı Buna rağmen Fransız Akademisi göktaşları getirenleri küstahça kovuyordu ve bu olayı, "fiziksel olarak imkansız" olarak değerlendiriyordu Ancak, 1820'de onların varlığı kesin olarak kanıtlandı (42) Ayrıca, Milattan önceki devirlerde dünyaya daha fazla meteor yağdığı tespit edildi Güneş sisteminde serseri mayın gibi dolaşan bu parçacıklar düştükçe azaldığı sanılmaktadır

Aya yapılan ilk teleskop gözlemleri, yüzeyinin binlerce kraterle delik deşik olduğunu gösterdi Son bulgulara göre bütün yakın gezegenlerinde aynı izler görülüyor Bu ışık altında şüphesiz dünyamızı farklı bir şekilde yorumlamamız gerekir 1939 yıllında yapılan kazılar Arizona kraterinin sönmüş bir yanardağın ağzı değil, fakat dev bir meteor, daha doğrusu bir asteroid'un çarpışması ile meydana geldiğini kanıtladı Varılan neticeye göre 20 bin sene önce kuzeyden saniyede birkaç kilometre hızla, bir ve iki milyon ton ağırlığı arasında bir gök cismi yerle çarpışarak 300 kilometre çapında bir alanda bütün canlıları yok etmişti ve yeri taşı delerek bir kilometreden fazla derinliğe gömülmüştü Teksas’ta Odessa grup kraterlerin aynı zamanda meydana geldiği sanılıyor O halde ya gök cismi atmosfere inerken parçalanarak bir kaç göktaşı oluşturdu, ya da grup halinde dünyanın yörüngesine indiler Bunların yeryüzüne tesirleri felaket türünden olmaları gerekir (43)

Asteroidler, ilkin 1802'de keşfedilen, Mars ve Jüpiter arasında bir yörüngeye yerleşmiş olan milyonlarca taş ve metal parçalarıdır Onların patlamış bir gezegenin parçaları olabileceği düşünülmektedir Asteroidlerin bazıları oldukça büyük ve yörüngeleri eksantrik olduğundan dünya ile çarpışma olasılıkları zaman zaman oluyor Aslında dünyanın geçmişinde asteroidlerle bir değil, birkaç kez çarpış olması güçlü bir olasılıktır Hatta bu durumda, çarpmaması bir mucize olur Yeryüzünde bütün asteroid kraterleri, Arizona krateri kadar belirgin değildir Bazıları su ile dolup göl oldular, bazıların arazinin kumlu olmasından dolayı izleri silindi Unutmamak gerekir ki yeryüzünün yüzde 708'I denizlerle kaplıdır Deniz dibinde mutlaka kraterler vardır Atlantolog Egerton Sykes'a göre Atlantis'i batıran meteor yağmuru Karaib taraflarında düşmüştü Oralarda bazı meteor kraterleri bulmak mümkün Belki yakında bu konudaki bulgular Atlantis öyküsünü aydınlatır

11,000 sene önce böyle bir felaketin olduğuna konusunda izleri ve kanıtlar vardır Bilindiği gibi, son buzul çağın sonu 10,000 sene önceydi O zamanlardan önce bütün Kuzey Avrupa kalın bir buz örtüsü altındaydı Dünya su miktarının büyük kısmı buz halinde kara üzerinde oturduğu için su seviyesi daha düşüktü Deniz coğrafyası buluntularına göre Atlas okyanusuna boşalan nehirlerin izleri deniz diplerine kadar devam ediyor ve bir zamanlar su altında olan kıyıların şu anda deniz altında olduğunu gösteriyor Amerikan Jeoloji Cemiyetinin 1936 yılında yayınladığı bir bildiriye göre Atlas Okyanusun'da deniz seviyesi tertiary çağından günümüze dek iki buçuk kilometre kadar inme ve yükselme göstermişti (44) Bazı jeologlar ve deniz coğrafyacıları bir zamanlar Atlas Okyanusun'da bir kıta olduğunu kabul ediyorlar, ancak onun Platon'un verdiği tarihten önceki bir devirde bulunduğu konusunda karar vermeyi tercih ediyorlar

R F Walworth ve G W Sjostrom'e göre son buzul çağında su seviyesinin düşük olması Atlantis'in varlığı için yeterli bir sebeptir (45) Bu iki araştırmacıların geniş bir araştırmaya dayanan tezlerine göre periyodik gelen zincir volkanik patlamaları dünyanın geçmişinde uzun buzul çağlar yaratmıştır Bazı jeolojik izlere göre buzlar bütün kıtaları kaplamıştır, su seviyeler inip yükselmiştir Halen güncelliğini kazanan ve Donelly tarafından ortaya atılan bir teze göre, Atlantis'in batması ile daha önce onun yüksek dağları tarafından engellenen sıcak Gulf Stream akıntısı Kuzey Avrupa'ya ulaşarak buzların erimesine yol açmıştı Halen yolunda devam eden bu sıcak hava akımı Avrupa'nın ısısını bulunduğu enleme rağmen ılımlı tutmaktadır Oysa, aynı enlemde bulunan Rusya'daki şehirler çok daha soğuk iklimlere sahiptir

Kuzey Sibirya'da buzlar altında on binlerce donmuş mamut cesetleri vardır Geçen asır sonlarında bu mamutlar'dan en az 20000 çok iyi durumda fil dişi çıkartılarak piyasaya sürüldüğü kaydedildi Bu mamutların toplu bir felakete kurban oldukları ortadadır Ani bir donmadan ölen bu mamutlardan bazıların ağızlarında halen yemekte oldukları otlar bulunduğu görülmüştür Karbon 14 testler onlar yaklaşık 12,000 sene evvel öldüklerini gösteriyor Profesör Frank C Hibben'e göre son buz çağın sonuna gelen bu devrede sadece Kuzey Amerika'da 40 milyon hayvan ölmüştü Amerika'da Niagara şelalelerin 12500 yıl evvel meydana geldiği hesaplanmıştır Cordilleras dağlar yaklaşık 10,000 sene evvel meydana geldiler karbon 14 testlere göre şu anda Bermuda civarlarında deniz altında olan geniş bir bölgede 11,000 sene önce sedir ormanları vardı Aynı şekilde İngiltere’ye yakın Kuzey Denizi, İrlanda ve Gronland yakınlarında deniz diplerinde binlerce sene önce denizin dibini boylamış ormanlar görülür Unutmamalı ki karbon 14 testlerinde çıkan neticelerde biraz kayma olabiliyor, onun için bütün bu olaylar aynı anda meydana gelmiş olabilir, ancak olayların çoğu Atlantis'in batış tarihine uyuyor (46)

Tomas şöyle yazıyor, "And sıra dağlarının nispeten yakın, insanların gemiler kullandıkları bir dönemde aniden yükselmiş olması gerekir Eğer bunu reddedersek, Büyük Okyanus'tan 300 kilometre uzaklıkta ve 3800 metre yükseklikte Titicaca gölünde bir deniz limanın bulunmasının açıklanması olanaksız olur Rıhtımlarda gemi halatlarının halkaları o kadar büyük ki onlar sadece deniz aşırı gemiler için kullanılabilirdi Bu Ant dağlarındaki limanda halen deniz yosunu kalıntıları bulmak mümkündür Bir çok yükselmiş kumsal sahil şeridi de var Titicaca gölünün güney kısmı halen tuzludur"

Atlas Okyanusunun ortalarında Platon'un işaret ettiği yerde deniz altında nispeten sığ olan geniş bir arazi vardır Bunun adı Orta Atlantik Çıkıntısı (Mid-Atlantic Ridge) dir Bazı Atlanatologlar, onu batmış kıtanın kalıntıları olarak kabul ederler 1949 yılında Colombia Universiteden Professör M Ewing bu düzeyde yaptığı araştırmalarda 4 ile 55 kilometre arasında deniz dibinde bir kumsal sahil şeridi bulundu Kum ancak atmosfer şartlarında erozyonla meydana gelir, su altında oluşması mümkün olmadığına göre bu plajın battığı kaçınılmaz (47) Atlas Okyanusunun dibinde geniş alanların lavla kaplı olduğu görüldü Fransız jeolog Pierre Termier'e göre su altından alınan lav örnekleri cam basalt lav türündedir ve ancak su dışındaki atmosferik basınç altında katılaşabilmektedir Eğer su altında katılaşsaydı kristal halini alırdı Ayrıca Termier bu lavların katılaşmalarından kısa süre sonra suya girdiğini tespit etti Bu lavların 15,000 sene içinde suda çözülmeleri gerektiğini belirilerek, onların Platon'un öyküsüne kuvvetli bir kanıt olduğu kaydediliyor (48)

Edgar Cayce okumalarında Atlantis'in yakınlarda tekrar yükseleceğini söylemişti İlkin 1968 Karaipler’de Bimini adası yakınlarında bir Atlantis mabedinin ortaya çıkacağını söylemişti 1968 yılında, bu kehaneti incelemek üzere Edgar Cayce Vakıfı (ARE) Bimini civarlarında bir uçakla keşif gezisi düzenledi Neticede su altında bir megalit (büyük taş) duvar veya yol bulundu O zamandan beri Bimini yolu arkeolojik incelemelere tabi tutuldu Yakınlarında yivli mermer bir sütün parçası ve harç ile sıvanmış bir kiremit parçası bulundu Bimini yolunun insan işi olduğu şüphesiz, bir gözlemcinin dediği gibi, "Doğa kare şeklinde taş yaratmaz, ve taşları da sıra halinde dizmez" Deniz seviyesinin son buzul çağında yükselmesini göze alarak burasının en az 8 bin yıl önce deniz seviyesinin üstünde olduğu hesaplanmıştır

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık

Eski 06-10-2009   #8
Verus_TR
Varsayılan

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık



ATLANTİS VE ADEMOĞULLARI - BÖLÜM 3

"Ben Haz İdris'e dedim ki, etrafımda dolanan bir ruh gördüm Bana atalarımdan
olduğunu belirterek ismini söyledi Onun ölüm tarihini sordum, bana kırk bin sene
önce olduğunu söyledi Bizim inançlarda Adem'in ne zamanlar yaşadığını sordum
O da, `Hangi Adem'i soruyorsun, Yakın olan Adem mı?' diye sordu Haz İdris
Buyurdu ki, `Doğrudur ' "
İbn'ül Arabi, Fütühat-ı Mekkiyye (1)
Adem ve Ademoğulları
Adem, üç semavi din tarafından ilk insan olarak bilinir Fars-Sanskrit kökeninde bulunan "adamas" sözcüğü Türkçe'de "adam", erkek olarak yerleşmiştir (2) Bu gösteriyor ki Adem sözcüğü oldukça yaygındır İbranice'de "kızıl toprak" anlamına gelen Adem, ilk insanın Kızılderili olduğu kanısını uyandırmıştır Ayrıca, Atlantaloglar arasında Atlantis'in toprağının verimli, voklanik ve demir oksitli oluşundan dolayı kırmızı renkte olduğunu düşünenler de var Kızılderili, Amerika'nın keşfinden çok önce Grekler tarafından (Atlantisliler gibi) deniz ulusları olan Finikelilere ve Giritlilere denilirdi Fenikeli (Phoinikia) Grekçe'de Kızılderili anlamına gelir Ayrıca Mısırlılar kendilerinin aslen Kızılderili olduklarını söylerdi Blavatsky'e göre, "Gizli Doktrin öğretir ki, Ad-i ilk konuşan insanlara verilen adını Adam, Sanskritçe Ada-Nath'dır, ve Ad-İswara gibi ilk önder anlamına gelir Aynı şekilde Ad (ilk)'le başlayan her hangi bir Sanskrit sözcük bu anlamı içerir" (3)

Fenikelerin tanrısı Adonis etrafında, Anadolu ve Orta-Doğu'da yaygın bir kült oluşmuştu Batı Anadolu'da Frigler ona Attis derlerdi Sami dillerde Adonis sözcüğü efendi veya önder (hükmeden) anlamını aldı İbraniler Tanrı anlamıa gelen "Yahweh" sözcüğü boş yere kullanıp on emirlere karşı gelmemek için onun yerine aynı kökenden "Adonay" sözcüğü kullanırlar

Adem konusu, tarih boyunca çeşitli spekülasyonlara yol açmıştır Tevrat’ta verilen bilgilere göre, Adem'in ilk oğulları, Habil ve Kabil (Kaini) idi Kabil öz kardeşi Habil'i öldürdüğü için lanetlenmişti ve Tanrı tarafından yüzüne bir işaret konularak kovulmuştu Cennet Bahçesi Aden'in doğusunda uzak bir yerde kendine Nod adında bir şehir kurmuştu ve evlenerek çocuk sahibi olmuştu Onun soyundan Filistin'de Kenanlılar ortaya çıkmıştı Tevrat'ta bu çelişkili metin (Tekvin, Bap 4) "Adem öncesi" ırkların (Pre-Adamities) varlığı konusunda birçok varsayımlara yol açmıştı Adem ve Havva'nın oğlu, Kabil'in kendisine karı bulması, hatta şehir kurması aksi takdirde nasıl açıklanır? Ezoterik anlamda din kitaplarında anılan Adem, ilk insan değildi, fakat Atlantis'te ortaya çıkan yeni bir ırkın prototipi idi, ondan önce başka "Adem"ler de vardı Adem, o halde, belirli bir insan proto-genotip'e verilen bir unvandı Doğal olarak, ortaya çıktığında diğer aborijin/yerli insan türlerine göre daha gelişmiş olduğunu varsaymak gerekir Bu sebepten dolayı, Kutsal Kitaplar onun ortaya çıkışı ile, insan prototipin ilk yaratıldığını belirtmişlerdir

Donelly'e göre cennet bahçesi, Aden, Atlantis'ti "Aden" sözcüğü "Atlan" kelimesinde türemişti ve Adem sözcüğü "Atlantis ırkı" Ad'lardan türemişti Tevrat'ta Kenan ülkesinin (Filistin) Aden'in doğusunda olmasının belirtilmesi (Tekvin Bap 4/16) oldukça anlamlıdır Bu gösteriyor ki, Aden, cennette değil de, yer yüzünde bir bölgedir, ve insanların ana yurdu olan ve tufan öncesi bir yer olan Aden, batıda yer almaktaydı O halde, Atlantis öyküsü üç “semavi” dinde yer alan öykülere açıklık getirmektedir, ve onlara tamamen uyumludur

İbranilere göre, ilk insanın kızıl topraktan meydana gelmiş olması ve Platon'un Atlantis'le Amerika arasındaki ilişkinin üzerinde önemle durması, tufan öncesi kayıp ülke ve Amerikalar arasındaki yakın bağı işaret etmektedir Atlantoloji'nin en kuvvetli kanıtları Amerika'lardan geliyor Orta Amerika'nın muhteşem uygarlıkları beyaz adamın gelişi ile, dizili iskambil kağıtları gibi yıkılı verildi

İspanyol konkiskadoru Cortez Meksika'ya istila ettiği zaman, yerliler onu çok iyi karşıladılar, Çünkü efsanelerinde çok eski devirlerde beyaz "tanrılar" gemilerle doğudan gelmişlerdi ve onlara uygarlık öğretmişlerdi Sonra, tekrar döneceklerine söz vererek doğuda yurtlarına dönmüşlerdi Kızılderililer köse oldukları halde "tanrılar" aynı Cortes'in yüzbaşısı Pedro de Alvarado gibi sakalı, sarı saçlı, beyaz tenli ve mavi gözlüydü Kızılderililer onu tanrıları Kuetzalkoatl sanarak önünde secde ettiler Peru'ya istila eden Pizarro'da aynı sebepten dolayı, bir avuç adamla 10 milyon nüfuslu İncalara karşı kolay bir zafer kazanmıştı, onların tanrıları Virakoşa'nın adı "beyaz adam" anlamına geliyordu

Ergeç Kızılderililer doğudan gelen bu istilacıların uygar, insancıl ve öğretici "beyaz tanrılar"la hiç bir ilgileri olmadığını öğrendiler Onların vermeye değil, çalmaya geldiklerini gördüler Kısa bir sürede, din maskesi ile beyaz adam, kızıl adamın altınlarını, gümüşlerini, ve kıymetli taşlarını soyacak; sanat eserlerini, heykellerini, edebiyatlarını yok edeceğini; kültürlerini silmek için elinden geleni yapacaklarını göreceklerdi Kızılderililere ruhsuz bir boşluk çökmüştü, tarih boyunca gurur duyduğu ananeler küstahça ayak altında ezilmişti Yeni gelen bu acımasız insanlar, onun kutsal topraklarına yerleşiyorlardı; onun kucak açtığı doğayı tahrip ediyorlardı Eski, çok eski uygarlıkları sönüyordu İspanyol Krallı II Philip'e, Peru'daki İnkalar ile ilgili rapor veren Manico Serra de Leguicamo, onların beyaz adam gelene kadar suç ve ahlaksızlık bilmediklerini, fakat sonradan beyaz adamı örnek alarak, hızla değiştiklerini yakarmıştı, "orada kötülük yoktu, şimdi neredeyse iyilik kalmadı" (4)

Atlantis'nin en kuvvetli kanıtlarından biri Meksikalı Azteklerin kendilerine Azt'ler olarak tanımlamaları ve batıda "Aztlan" adında "sula çevrili ve büyük bir dağın bulunduğu bir ülke" den geldiklerini belirtmelerinden kaynaklanıyor Atantis tezine karşı olanlar, Azteklerin 12 asırda geldiklerini işaret ediyorlar Ancak onlar, ne Azteklerin bir deniz kültüründen geldiklerini, ne de "Aztlan"ın nerede olduğu konusunu açıklama getiremiyorlar (5) Kristof Kolombo'nun Amerika'ya ilk indiği yere yakın, Atlan adında bir yerleşim bölgesi varmış Ayrıca Peru'da Atlan isminde bir liman vardı İspanyollar Meksika'ya girdikleri vakit Atlan isminde beyaz yerlilerin bulunduğu bir yerleşim bölgesi buldular Kızılderili dillerde "atl" su anlamına gelir ve "atlan" le biten pek çok yer ismi vardır

Kuran'da söz edilen Ad kavmine gelince, M Asım Köksal'ın Peygamberler Tarihi şöyle yazar,"Ad kavminin yurtları; Hudramevt'e ve Yemen'e kadar uzanan yerler olup Allah'ın yerlerinden, en genişi, en otlu, sulu, bol nimetli olanı idi Başkalarına verilmeyen boy bos, güç kuvvet de, onlara, verilmişti Onlar, inatçı bir zorbanın emrini tutup ardından gittiler de: `Kuvvetçe, bizden daha güçlü kim varmış?" diyerek yer yüzünde büyüklük taslamağa, memleketlerinde azgınlık ve fesatlarını artırmağa, halka zülüm etmeğe başladılar"(6)

Bundan sonra Hud peygamber'in ikazlarına dinlemeyerek Tanrının gazabına uğradılar Bir kara bulutun ardından gelen kasırgada yok oldular Halen kadim megalit (büyük taş) harabelere Araplar "işte Ad kavimden arta kalanlar" diye gösterirler Soy kütükleri Tekvin'de Nuh oğlu Ham'ın soyundan Ad olarak gösterilen bu kavime gelen felaket Atlantis tufanından sonra olması gerekir Ancak onlar, tufandan kurtulanlar arasında olup, Nuh soyundan ayrı bir kavim olabileceklerini de hesaba katmamız gerekir Bu durumda onların iri lanetlenmiş Titan-Nefilim soyundan olup, Atlantisli atalarının "Ad" ismini kullanmaları doğaldır

Türkçe'de "ata" sözcüğün Atlantis'le ilgili ilkel bir anı içerebilir Linguist ve Anlantolog Charles Berlitz aşağıdaki cetveli (7) hazırlamıştır:

Bask - ait

Quechua - taita

Türkçe ve Türk dilleri - ata

Dakota (siyu) - atey

Nahuatl - tata

Semiole - initati

Zuni - taççu (tatçu)

Malta - ta

Tagalog - tatay

Welsh - tad

Roumani - thatha

Fiji - tata

Samoa - tata

Ayrıca, Latince'da Pater söcüğü unutmamak gerekir Grek mitolojisinde "titan" aynı kökten geldikleri kanısındayız İlerdeki sayfalarda göreceğimiz gibi büyük olasılıkla titanlar Atlantis'in yerlileriydi Tamamen varsayımlara dayanarak, Türkçe'de "ata" sözcüğü Atlantis'li Ad'lara dayanan bir soy kütüğün göstergesi olabilir mi? Ada sözcüğü Atlan'dan türemiş olabilir mi? Bu konuda bir varsayım ileri atmaktan ileri gidemeyiz Aynı şeyi Poseidon'a kutsal olan ve bazılarına göre soyları Atlantis'te gelişen at için denilebilir mi? Atın ilkel türleri Amerikalarda bulunduğu halde, onlar oradan binlerce sene önce yok oldular İspanyollar Amerika'ya ilk atları getirdikleri zaman yerliler ilk başta, İspanyolları yarı at yarı insan bir yaratık sandılar


Tekvin'e göre, Adem'in yaratılışından tufan'a kadar 10 nesil geçmişti Her neslin başında bir önder (patriarch) vardı Bunların birincisi Adem ve onuncusu Nuh'tu Onların yaşları gümümüzdeki insanlara göre oldukça fazlamış Bu konuda Metuşelah 966 senelik ömrü ile rekoru tutuyor Bazı araştırmacılar bu yılların aslında ay hesabı olduğu kanısındalar Platon'un kaydettiği Atlantis'in batış tarihini bu kameri hesapla düşürmeye çalışanlar da olmuştur Ancak, Tekvin'in yazarı veya yazarları onları yıl olarak gösterir Tekvin'e göre tufandan sonra insanın yaşama süresi yıl itibari ile, gittikçe azaldı Platon'un Atlantis’inde 10 kral olması ve Berosus'un tarihinde tufan öncesi 10 kral olması, geçen yüzyıllarda Batı dini çevrelerde gözden kaçmadı, ve Platon'un öyküsü Tevrat’la karşılaştırıldı Bir çok benzerlikler çeşitli din adamları tarafından Platon'un öyküsün kutsal kitapları doğruladığı görüşüne sevk etti

Tekvin'de diğer bir bölüm oldukça anlamlıdır, "Ve vaki ki toprağın üzerinde adamlar çoğalmağa başladı, ve onların kızları doğduğu zaman, Tanrı oğulları adam kızlarının güzel olduklarını gördüler, ve bütün seçtiklerinden kendilerine karılar aldılar Ve Rab dedi, Ruhun adam ile ebediyen çekişmeyecektir, çünkü o da ettir, bunun için onun günleri yüz yirmi yıl olacaktır Tanrı oğulları insan kızlarına vardıkları, ve bu kızlar onlara çocuk doğurdukları zaman, o günlerde hem de ondan sonra, yeryüzünde Nefilim (devler) vardı, bunlar eski zorbalar, şöhretli adamlardı" (Tekvin Bap 6)

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık

Eski 06-10-2009   #9
Verus_TR
Varsayılan

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık



ATLANTİS VE ADEMOĞULLARI - BÖLÜM 3' ün DEVAMI

Bu yazımızda biraz olta atacağız belki de zaman zaman sizce fazla uçuk ve fantastik gelebilecek olasılıklarla flört edebiliriz, ancak asıl amacımız bir şekilde gerçekleri ortaya çıkarmaktır Kitabi Mukaddes'te (Eski Ahit ve Yeni Ahit/İncil) Enok kitabından yer yer söz edilir Asırlardır saklanan ve kutsal metinler külliyatından çıkarılan bu kitabın iki farklı nüshası vardır, biri yakın zamanlarda bir Rus manastırında bulunarak Slavonik dilde muhafaza edilmiştir Adı "Enok'un (Haz İdris) Sırlar Kitabı"dır( 8 ) Bu kitapta Enok'un Tanrı tarafından göğe kaldırıldıktan sonra cennet ve cehennem katlarında gördüklerini ve sonradan 360 kitap yazdığını anlatmaktadır İkinci ve çok daha uzun kitap ise "Enok’un kitabı"dır Burada Nefilimlerin devler olduklarını ve tufandan önceki çöküş devrinde onların insanoğlunun yiyeceklerini tükettiklerini ve bunlar da yetmediğinde insanları yediklerini yazıyor Bu kitapta, bu çeşit atıflar, dini çevreleri rahatsız etmişti (San Augustine "Tanrının Şehri") ve kitabın 1772 yılında James Bruce tarafından bir Habeş manastırında bulunana dek, eski ahit külliyatından çıkarılmasına, yüzyıllardır ortandan kayıp olmasına sebep vermişti (9) Bu kitaba göre Samael tarafından idare edilen melekler Hermon dağına inerek insanlara büyü, savaş, kozmetik gibi yasak sanatları öğretiler Daha sonra başmelek Mikhael'in önderliğinde dört baş melek Rafael (İsrafil) Mikayil, Cebrail ve Uriel onları bağladılar yeraltına inen bir çukura atılar Bundan böyle bu dört başmeleğe "Denetçiler" denildi ve onlar dört istikameti, Doğu, Güney, Batı ve Kuzeyi uykusuz gözleriyle gözetlediler Harut ve Marut gibi düşmüş melekler efsanesi böyle gelişti ve daha sonra Legemeton gibi Haz Süleyman'a addedilen büyü kitaplara malzeme oldular Bu da ayrı bir hikaye Belki de Blavasky'nin dediği gibi kutsal metinlerin ezoterik şifrelerini çözmede 7 anahtar kullanmamız gerekir Tekvin'de söz edilen varlıklar melek değil de fiziksel olmalı ki Ademoğullarının kızları ile ilişki kursunlar ve çocukları olsun

Ademoğulları ile birleşerek bir melez ırkı doğuran Tanrı oğulları kimdi? Gerek Tevrat'ta gerek Ölü Deniz'de bulunan Esen kayıtları anlatıyor ki, insanoğulları kadim bir devirde bir genetik aşılanma gördüler Bu o kadar açıkça ifade edilmiştir ki bazı arkeolojik ufologlar uzaydan astronotların (tanrıların) gelip insan evrimini geliştirmek için böyle bir işlemde bulundukları olasılığı ciddi ciddi ele almışlardır Her ne kadar bu yazarlar, kendi tezlerini doğrulamak için bir takım asılsız benzetmeler ortaya atmışsa, Tanrı oğullarının kim oldukları konusunda, kimse tatminkar bir çözüm getirememiştir ve binlerce sene önce, uzaydan gelen ve insandan daha gelişmiş, ancak yinede humanoid (insan türününden) olan varlıkların, insan evrimini hızlandırmak için bir genetik aşılama yapmaları modern mitoslardan da biridir Böyle bir tez doğruysa, o zaman onların insanlarla ortak bir kaynak paylaşmaları gerekir, aksi takdirde onların ne humanoid olmaları, ne de Ademoğullarının kızlarından çocuk yapmaları olasılığı vardır Bu da spekülasyonlar için yeni sahalar açmaktadır, ancak bütün bunlar, tabii ki, birer varsayımdır

Kayıtlar insanı kolayca böyle bir düşünceye sevk ediyor Tanrı oğulların (Beni Elohim) yaratığı bu melez ırk, Grek mitolojisinde Titanlar'a benzer Platon'un belirtiği gibi bir "tanrı" olan Poseidon yerli bir kadınla birleşerek Atlas ve diğer Titan kardeşlerini doğurdu Platon'a göre, Atlantis'i yöneten sınıfta tanrı soyu vardı, ancak zamanla tanrı soyu insan soyuna nispeten azalmıştır ve Atlantis'de bir çöküş, bir dejenerasyon başlamıştı Onlar "yüce ideallerinden sapmaya" başladıkça, sonları hazırlanmaya başlanmıştı Burada kullanılan "tanrı" sözcüğü ele alırken, unutmamak gerekir ki, farklı kültürlü bir toplumdan çevrilmiş bir terimdir Platon tek bir Tanrı'yı öğretirdi, küçük harf başlıklı "tanrı" sözcüğü ise büyük harf başlıklı "Tanrı" ile aynı şey ifade etmez

Irk kavramları, İkinci Dünya Harbinden sonra tabu bir konu haline gelmiştir Ancak, materyalist bir temele dayanan ve Üçüncü Reich mitosunu oluşturan "herenvolk", "ırk saflığı" gibi görüşler yerine, bu kadim görüşlerde melezliğin işlendiğini görüyoruz Ancak, Nuh soyu için, ırk saflığını korumak gibi adetlerin varlığı metinlerde gözükmektedir Bu, hem Yafeti bir kökenden gelen Ariler için, hem de Sami bir kökenden gelen İbraniler için geçerli olmuştur Musevilerin ırkları dışında evlilik yapmaları tabu olduğu gibi, Ariler de benzeri uygulamaları Hindistan'da yürüterek kast sistemini oluşmuşlardır En üstte Ari soyundan Brahminler vardı Onların diğer kastlerle evlenmeleri bir tabudu Hatta, en alt tabakayı oluşturan Sudralar dokunulmazdı Bu adet de, Nuh soyundan olmayan kavimlerinin varlığını ima etmektedir

Ezoterik açıdan, bedeni esas alan "ırkcılık" tezleri geçersizdir Çünkü beden ruhun bir aracıdır Reenkarnasyon yolu ile ruh farklı ırklara, kültürlere enkarne olmaktadır ve böylece deneyimleri zenginleşmektedir Ancak, makro düzeyde, kitlesel açıdan ruhsal evrime paralel olarak gelişen ruha daha uyumlu bir araç sağlamak üzere insan bedeninin de bir evrimden geçirmesi söz konusudur Bu sebeple Nazilerin zorla, kan dökerek empoze etmek istedikleri ırksal evrim, aslında doğal ve birazda planlı ve bilinçli (eugenics) yöntemlerle, ırk ayrımına yer vermeden ileri ki yılarda gerçekleşecektir

O halde, bazı kadim öğretilere göre, soyumuzda her türlü karışımdan geçen biz insanlar, aslında melez bir ırkız, ve hemen hemen her birimiz, her ırktan olanımız, tarih öncesi unutulmuş göçler sayesinde, bu sözde "tanrıların" kanını az veya çok taşımaktayız Ancak, Nuh peygamberi ile ilgili kayıtlar bu tür bir aşılamayı desteklemekle birlikte, aynı zamanlarda farklı türden bir mütasyonu da kutsal kitaplarda ele alındığını görüyoruz


" O günlerde Nuh gördü ki, dünyanın ekseni eğildi, ve felaket yaklaşıyordu
O zaman ayaklarını kaldırarak dünyanın ucunda büyük babasının babası,
Enok'un (İdris) bulunduğu yere götürdü Ve Nuh acılı bir sesle üç kez haykırdı:
Dinle, dinle, dinle, söyle dünyada neler oluyor? Yeryüzü zorlanıyor ve şiddetli
bir şekilde sarsılıyor"
Enok'un Kitabı (64/ 1-3)
Nuh ve Nuhoğulları
Genelde, insan tarihinin 10,000 sene önce biten son buzul çağın gerilemesiyle başladığı inanılır, tabii burada taş devrinden başlayan yükselişten söz ediyoruz Atlantis'in olması gerektiği çağda dünyanın büyük kısmı buzlarla örtülü olmalıydı Bu buzlar hemen hemen Kanada'nın ve Kuzey Avrupa'nın çoğunu kapladığı gibi Güney Amerika'nın bazı kısımlarını örtüyordu Demek oluyor ki, dünyanın etrafında ince bir kuşak uygarlığı barındıracak durumdaydı Aslında dünyanın şimdiki durumu bundan iyi olmakla beraber yine de, onun yuvarlak oluşu ideal iklim açısından güneşi bazı yerleri fazla, bazı yerleri az ısıtmaya ve aydınlatmaya yol açıyor Ancak, buzul çağı ile ilgili bilmediğimiz birçok şey vardır Buzul çağların neden olduklarını bilim adamları saptayamamıştır Bir takın hipotezler ortaya atılmıştır Güneşte periyodik olarak ısı gücün azaldığı veya güneş sistemi zaman zaman soğuk alanlara girdiği ortaya atılmıştır Ayrıca son buzul çağında tropik iklimlerin bitki ve hayvan çeşitlerinin bulunması iklim kuşaklarının yer değiştirdiği tezini güçlendiriyor

Bilindiği gibi İbranilerin kutsal kitapları arkeoloji ve tarih açısından genelde oldukça güvenilir kaynaklar oldukları saptanmıştır Ancak kronolojik kayıtlar daha eski çağlara indikçe güvenilirliği de aynı oranda azalmaktadır Dünyanın Tevrat'ta belirtildiği gibi 6000 yıl önce yaratılmadığı ve en az dört buçuk milyar yıllık ömrü olduğu artık herkes tarafından biliniyor Oysa, 1654 yılında, Ussher adında bir İrlandalı Başpiskopos, Tevrat'taki verilere dayanarak yaratılışın MÖ 4004 yılında, 26 Ekim sabahı, saat dokuzda başladığını iddia etmişti Bazı metin ve hadislere dayanarak, dünyanın yaratılış süresi olan 6 günü, her günü 1,000 veya 50,000 yıl ile çarpsak yinede alınan netice tatminkar değildir O halde, eski İbrani metinlerinin Kuran'da belirtildiği gibi tahrifata uğradığı kanısına varmak mümkündür Oysa, mecazi açıdan, Kuran'da da belirtildiği gibi, Yaratılışın sürdüğü 6 günün, aslında farklı anlama geldiği, ilerdeki bölümlerde ele alınacaktır "Gün" denildiği zaman belirli bir devreyi (bir siklüsü) tamamlayan bir süre düşünüldüğü ortaya çıkıyor Kutsal kitaplarda (Kuran, İncil ve Bhagavad Gita) bu bazen 1000 yıl olarak ifade edilmektedir ("Tanrının nezrinde bir gün bin yıl gibidir"), 6 gün için daha farklı yaklaşımlar da söz konusu Bu konuyu kapsamlı olarak "Siklüsler" adlı bölümde ele alınacağız

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık

Eski 06-10-2009   #10
Verus_TR
Varsayılan

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık



ATLANTİS VE ADEMOĞULLARI - BÖLÜM 3' ün DEVAMI

Aynı şekilde, Atlantoloji açısındanda, Nuh tufanı MÖ 2500 veya 3000 değilde, MÖ 10000 civarında olması mümkündür Bu tarihlerde, büyük olasılıkla, önce açıkladığımız gibi dev bir asteroid'ın yeryüzü ile çarpışması, ya dünyanın yörüngesini güneşe daha yakın getirmişti, veya eksenini değiştirerek yine buzul alanları yaratıp eski buzul alanın erimesine yol açmıştır Böylece, kutuplarda yer değişme iklim değişliklere de yol açması gerekir Kutuplarda buzların altında bulunan ormanları, aksi taktirde nasıl açıklarız İlginçtir ki, gerek Enok'un kitabında gerek Herodotus' un Mısır rahiplerinden duyduklarında ve nice eski kayıtta böyle bir eksen değişikliği olduğu açıklanıyor Mısırlı rahiplerin Herodotus'a anlattıklarına göre Güneş bir zaman batıdan doğuyormuş be doğuda batıyormuş ve dünya birkaç kez eksen değiştirmiş

Çarpışma yerinin büyük olasılıkla Atlas Okyanusunda, belki de Meksika körfezinde olması okyanusdaki kara parçaları volkanik patlamalar eşliğinde denizin dibine sürükledi Amerika kıtasında incelemeler oranın belirsiz bir geçmişte, büyük bir meteor yağmuruna tutulduğun göstermiştir Aynı şekilde Büyük Okyanusta bir zamanlar böyle bir meteor yağmuruna maruz kalmıştır Gökten gelen felaketin sonucunda Atlantis kıtası batmıştı, bazı dağ tepeleri de okyanus ortasında adalar olarak kalmıştır Bir taraftan kara parçaları çökerken, başka kara parçaları yükselmeye başlamıştı, bunların arasında Ant dağları, Cordilleras dağları, Himalayalar, Pamir dağları ve Kafkas dağlarını sayabiliriz Hayvan sürüleri, doğa örtüleri ve insanlar toplu olarak öldüler İnsanların uygarlık anıtları yeryüzünden silindi

O halde, insan tarihin dünya geçmişi açısından bu kadar kısa bir süre önce başlamasına şaşmamak gerekir İnsanlar her şeyi yeniden başlamaları gerekirdi Bu öykünün doğru olmadığını savunanlar, Platon'un belirttiği tarihten çok sonra yazı ve uygarlığın geliştiğini belirtiyorlar Ancak mevcut arkeolojik bulgulara dayanarak MÖ 8-9 bin yıl önce Konya yakınlarında Çatalhöyük'te gelişmiş şehircilik olduğunu gösteriyor (10) Yazının nispeten yakın tarihte gelişmesi, onun bir felaket öncesi uygarlıkta bulunmaması anlamına gelmez Yaşlı Mısırlı rahip bilginin yazının unutulması konusunda verdiği açıklamalar bu konuda yeterlidir Arkeolojik buluntular, uygarlık gereçlerini, bilim ve sanatları gittikçe daha geri bir tarihe atıyor

Binlerce yıl önceki bu felaketten bir kaç insanın kurtuluşu, tarih boyunca unutulmayan bir öykünün konusu olmuştur Daha önce belirttiğimiz gibi, bu öykü dünyanın her tarafında korunmaktaydı Şüphesiz, bunun sonucu olarak diğer felaketlerde olduğu gibi, bir çok hayvanların nesli tükenmişti Bilimsel bir varsayıma göre, bu devirde (11 bin sene önce) 40 milyon hayvan aniden öldü

Nuh peygamberinin bu devirde yaşadığını varsayımına dayanarak onunu bu felakette hazırlıklı olduğu belirtiliyor Gemisinde ailesi ile birlikte hayvan neslinin seçkin çeşitlerini de almış Büyük olasılıkla, o devirde bol çeşitleri olan vahşi ve dev cüsseli hayvanlar yerine evcil hayvanların felaketten kurtulmaları, ve gelecekte insan yararına nesillerini devam etmeleri öngörülmüştü Ayrıca, Kutsal metinlerde açıkca belirtilmediği halde, tarıma elverişli bitkilerin ve meyve ağaçların filizleri de taşındığını kabul edebiliriz bu konuda bazı belirtiler vardır

Ancak, dünyanın her tarafında yaygın olan tufan mitoslara dayanarak, öyle sanıyoruz ki, dünyanın çeşitli yerlerinde başka kurtulanlar da vardı Onlar, "ikinci Adem" olarak değerlendirilen Nuh'tan farklı olarak hazırlıklı değillerdi Kurtulmaları genelde şans eseriydi Bu kurtulanlar arasında Ad soyundan olanlar da vardı, dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan "Adem öncesi" ve tanrı soyundan aşılanmamış, aborijin ırklar da vardı Bu yüzden Nuhoğulları ve Ad'lar ırklarının "saflığını" korumak için türlü yöntemler aldılar, ve tarih boyunca görülen ve çeşitli kutsal kitapta yazılan (aborijin) yerlilerle ilişki yasağı sürdürüldü Ancak, bu uygulanma doğal olarak pek başarılı değildi

1947 yıllında, Ölü Denize yakın Kumran mağrasında bulunan rulo yazıtlar, İbrani kutsal edebiyatın en eski örneklerini oluşturuyor Bulunan bir yazıta göre Haz Nuh farklı bir fiziğe sahipti Öyle ki, babası Lamek onun kendi oğlu olduğunu karısı Bartenoş'un yemin ve ısrarlarına rağmen inanmamıştı Haz Nuh'un "Bakıcılar, Kutsal Olanlar veya devler" in soyundan gelmediğini ancak "meleklerden her şeyi öğrenen" büyükbabası Enok (Haz İdris)'a danıştıktan sonra inanmıştı (11)

Kumran'da bulunan bu yazıtların Haz İsa'dan yüz sene önce yazıldığı dikkate alınırsa onların değeri anlaşılır Her ne kadar Enok'un kitabı San Augustin tarafından belirtiildği gibi kadimliğinden dolayı tahrifata uğramışsa da, Kumran yazıtları ile ilginç benzerlikleri vardır Orada Haz Nuh ile ilgili şunları yazılıyor: "Bir süre sonra, oğlum Mathusala, oğlu Lamek için bir eş aldı O ondan hamile oldu ve bir çoçuk doğurdu O çocuğun etti kar gibi beyaz ve gül gibi kırmızıydı, saçları yün gibi beyaz ve uzun, gözleri güzeldi Gözlerini açtığı zaman evi güneş gibi aydınlat ı Ve babası Lamek ondan korktu ve koşarak Mathusala'ya gitti ve şöyle konuştu, Ben başka çocuklara benzemeyen bir oğul doğurdum O insan değil gibi, fakat gökyüzü meleklerinin çocuklarına benziyor O bizden farklı bir yapıda ve hiç bir şekilde bize benzemiyor Ve şimdi, babam sana gerçeği öğrenmek için atamız Enok'a gitmeni yalvarırım, çünkü onun yurdu meleklerledir" (Enok'un kitabı 105/1-6) O halde, eski kayıtlar tufanla silinen eski dünyadan, Nuh ve soyu yeni bir insan prototipi olarak kurtulduğunu belirtiyor Bu soyun eski Kızılderili ademoğulları ve melez dev ırk yerine beyaz ırk olduğu görülmektedir

Daha önce belirtimiz gibi, Blavatsky'e göre Atlantisliler dördüncü kök ırka mensuptu, üçüncü kök ırk'ta Lemuryalılar'dı (Mulular), her bir ırk bir felaketle yok olduğu gibi, kurtulanlar, bir sonraki ırkın atalarını oluşturup yeni bir ırk oluşturmuşlar Bizim de beşinci kök ırktan olduğumuz söylenir ve altıncı kök ırk oluşmaktadır

Tevrat'ta göre, Nuh'un gemisi Ararat dağında demirlendi Her ne kadar bu bize olasılık dışı gibi gelse, jeolojik kanıtlar o bölgenin bir zaman su altında olduğunu gösteriyor Civarda bol miktarda deniz fosilleri ve tuz kristalleri vardır Van göllünün tuzlu olduğu ve deniz balıkları bulunduğu bilinir Bunun dışında Ararat'ın tepesinde doğru veya yanlış gemi kalıntıları bulunduğu söylenir Zaman zaman, bu parçalar incelenmek üzere indirilmişti (12) Bu konuda ilginç iddialar var, çeşitli belgeler ve fotoğrafları içeren kitaplar yazıldı Keşif heyetlerinin araştırmaları düzenlendi

Bu iddiaların gerçek olup olmadığını bilmiyoruz, ancak kutsal kitaplardaki her öykünün arkasında bir gerçek payı vardır Nuh'un üç oğlu Yafes, Ham ve Sam'dan bütün ırkların türediği inanılır Yafes'ten “beyaz” ırk, Sam'den Araplar ve İbraniler dahil olmak üzere Sami ırkı, ve Ham'dan Kuzey Afrikalılar türediği yazılır Tevrat'ta bu üç oğlun soylarını ayrıntılı olarak açıklıyor Bu soy isimleri aslında bir çoğu Anadolu'da olmak üzere bir çok kavim ve halkların isimlerinden başka bir şey değildir

Bu konuda birinci asırda yazılan Flavius Josephus'un İbraniler tarihi ayrıntılı bilgi veriyor (13) Josephus bu konuda şöyle yazıyor, "Nuh'un oğulları üçtü, tufandan yüz sene önce doğan Sam, Yafes ve Ham, [Tufan'dan sonra] dağlardan vadilere ilk inip ev kuranlardandı Tufanı anımsayarak alçak arazilere inmekten büyük korku duyanları da ikna ederek önderlik yaptılar (1-4-1)" Onlar biliyorlardı ki yaşlı Mısırlı rahibin belirttiği gibi bir tufan olduğu zaman, dağlarda yaşayanlar kurtulur ve vadi ve ovalarda yaşayanlar silinirdi İlginçtir ki, Orta-Amerika kızılderilileri, gelen ilk beyaz adamlara, piramitlerin tufandan korunmak, yükseklere tırmanmak maksadıyla yapıldığını söylemişlerdi

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık

Eski 06-10-2009   #11
Verus_TR
Varsayılan

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık



ATLANTİS VE ADEMOĞULLARI - BÖLÜM 3' ün DEVAMI

Josephus'un tarihi, Tekvin'deki verilere dayanarak Nuhoğulları için şöyle yazıyor: "Nuh'un torunları anısına kurdukları devletlere kendi isimlerini verilmiştir Yafes'in yedi oğullu vardı, onlar ilk başlarda Toros ve Amanus (Klikya) dağlarında yerleştiler, sonra Asya'ya doğru Tanais nehrine kadar, ve bir kolu Avrupa'da Kadiz [İspanyada Cebelültarık'ın ağızında ve Atlas Okyanus kıyısında bir şehir]'a kadar yol aldı ve daha önce başkaları bulunmayan ülkelerde yerleşerek, kendi adlarını verdiler Yafes'in oğlu Gomer Grekler'in Galata [Ankara çevresinde bir Kelt Devleti, ayrıca Fransa'da aynı halk Gal'ler] dedikleri fakat o zamanlar onlar Gomerliler olarak bilinirdi Magog, Magogitleri kurdu, onlara Grekler İskitler derlerdi Yavan ve Madai'a gelince, Madai'dan Madianlar geldi Onlara'da Grekler Medes [İranlı bir kavim] derlerdi Oysa, Yavan'dan İyonyalılar ve bütün Yunanlılar gelmiştir Thobel, Thobelitleri kurdu, onlardan da bütün İberler gelir Mosocheniler Mosoch tarafından kuruldu onlara şimdi Kapadokyalılar (Göreme, Nevşehir) denilir Halen onlarda eski adlarını gösteren Mazaca (Kayseri) şehri vardır Anlayana bu gösterir ki, bütün devlet bir zaman o ismi taşırdı Thiras aynı zamanda hükmettiği halklara Thiraslılar derdi, ancak Grekler onların adlarını Trakyalılar olarak değiştirdiler Yafes'in soyundan ilk yerlileri olan devletleri adedi çoktur Gomer'in üç oğlundan Aschanax, Aschanakslılar gelmişdir, artık onlara Grekler tarafından Rhegin [Güney İtlaya'da]'ler denilir Aynı şekilde Riphath'da Riphalılar Paphlagonlar [Anadolu'da Karadeniz kıyısında yaşayan bir topluluk] ismi türedi Grekler'in Frigler (Batı Anadolu'da bir devlet) dedikleri Thrugramma'dan türeyen Thrugrammalılar'dı Yavan'ın üç oğullundan Elissa, Eliselilere adını verdi, onlara şimdi Aioller (Batı Anadulu'da) denir Tharslar'dan Tarsus ismi alındı, ki bu Klikya'nın eski adıydı Bunun belirtisi şöyledir, onların en kayde değer şehirlerin ismi Tarsus'dur bu adda theta yerine Tau harfini değiştirmek suretiyle elde edilmiştir Cethimus, Cethima adasını almıştır, ona şimdi Kıbrıs denilir Bu nedenle İbraniler adalara ve deniz kıyılara Cethima derler Kıbrıs'ta bir şehir eski adını belirtisi korumuştur, o da Grekler tarafından Citius denilir, fakat yerliler tarafından Cithim denilir"

"Ham'ın çoçukları Suriye, Amanus ve Libanus dağlarına kadar yayıldılar Chus'tan Habeşliler geldi Halen'de günümüzde onlara kendileri ve başkaları tarafından Kuşit'ler denilir Mestre ismi halen Mısır'da oturanlara Mestre'liler olarak korunmuştur Phut Libya'nın ilk yerlisiydi Grek coğrafya'cılar oradaki nehrin ve yerin ismi Phut'tan değiştiğini kaydetmişlerdir Şimdeki ismini Mesraim'in oğullarından biri olan Lybyos'tan almıştır Sabas, Sabileri kurmuştur"

"Sam, Nuhu'un üçüncü oğullunun beş oğullu olmuştur Onlar Fırat nehrinden Hint Okyanusa kadar olan bölge'de yerleştiler Elam Pers'lerin (İran) atası olan Elamlıları kurdu Ashur Nineve şehrinde oturdu ve halkına Assuriler dediArphaxad, şimdi Keldani'ler denilen Arphaksadlılar'ı kurdu Aram, şimde Suriyeliler fakat önceden Aramiler denilen topluluğu kurdu Laud, şimdi Lidyalılar (Batı Anadolu'da) fakat önce'den Lauditler olarak bilinen devleti kurdu Aram'ın dört oğulundan Uz Teachonitis ve Şam’ı kurduUz Ermenistan'ı kurdu (1-6)" Josephus bundan sonra Arphaxad'ın soy kütüğün inceleyerek Haz İbrahim'e kadar getiriyor Bilindiği gibi kutsal kitaplara göre, Haz İbrahim'in bir oğullundan İbraniler, diğer oğulundan Araplar türemişti

Kayıtlara göre, Atlantisliler Nuh yönetiminde bir dağa yerleştiler Bu dağ Tekvin'e göre Ararat dağı, Kuran ve Suryani Tekvin'ine göre Cudi dağı ve diğer tradisyonlarda farklı dağlardı Unutmamak gerekir ki olay çok eskidir ve kulaktan ağza geçerken ve yazıtlar kopyalanırken insanlar sürekli bildiği ve onlara yakın olan yerlerin isimlerini yerleştirmeye yönelirlerdi Atlantis felaketinden diğer kurtulanlar dağlık bölgelerde yerleştiler Kafkas dağları, Pireneler ve Atlas dağlar onların odaklandığı yerler olduğu kanısındayız Burada yerleşmiş olan Kafkasyalılar, Basklar ve Berberler aynı soydan geldiği anlaşılıyor

Ararat dağına yakın olan Kafkas dağları büyük göçlerin başladığı bir yerdir "Beyaz" ırka Batıda kokazik (kafkasyalı) denilmesi oldukça anlamlıdır Ömer Büyükata'nın değerli çalışmaları (14) bu konuyu ayrıntılı bir şekilde aydınlatıyor Ona göre Apas kelimesi ve Yafes (Japhet) ile aynıdır, hatta Bask ve Pelask aynı kelimenin zamanla değişmeye uğramasından kaynaklanıyor Toponymy (bölge ve yer isimleri)'e dayanarak Büyükata bu göç yerleri belirtiyor Pelasklar, Akdenizin Grek öncesi yerlileri idi ve Yunan kültürünü büyük çapta etkilemişlerdi Dünyanın en kadim dillerinden birine sahip olan Basklar, Atlas dağlarında yaşayan Berberler ile akrabalıkları vardır Cohane'e göre Berber, İber kelimesinden kaynaklanıyor(İber-İber) Aynı şekilde, Britanya (İnglitere) ve Breton (Batı Fransa) aynı kelime kökenindendir(Britler), ve çok eski çağlarda megalit (büyük taş) inşatlar yapan gelişmiş bir İberik akımın kalıntıları İnglitere, Batı Fransa, İrlanda gibi Atlas Okyanus sahili ülkelerde görmek mümkündür (15) Son bulgulara göre bunların sanıldığından daha eski oldukları ortaya çıkmıştır

Sekiz senelik bir araştırma sonucu kitabını yazan Cohane, toponomi'e dayanarak dünyayı saran bir kadim kültür kalıntısı konusunda ilginç neticelere varmıştır Birbirinden yakın neticelerine varan Büyükata ve Cohane'nin çalışmaları şaşılacak benzerlikler arz ediyor Ancak, ne yazık ki Batı edebiyatı, Kafkasya konusunu ihmal etmektedir Roma çağında Kafkasya İmparatorluğa bağlı bir eyaletti, adıda aynı İspanya'nın antik adı gibi "İberia"dı Kafkasyalıların eski adı Adigeler'di Başka bir değişle, Ad'lardı

Atlas Okyanusun sahilinde yerleşmiş olan Baskların dilleri Orta-Amerika'da Maya diline çok yakın bir benzerliği vardır Bask efsanelerine göre ataları mağaralarda saklanarak felaketten kurtulmuşlar Baskların eski bir adeti Kızılderili uygarlıklarındaki gibi 20'lerle saymaktı Bu adet halen Fransızların 80 rakamı 4 adet 20 ile dille getirmeleri şeklinde kalmıştır Baskların "jai alai" ismindeki top oyunları Mayaların "pok-a-tok" oyunlarına benzer Kan grupları da diğer Avrupalılardan farklıdır (rh negatif ve AB ve O grubu ağırlıklıdır)

Baskların MÖ 10,000 sene Avrupa'yı batıdan istila eden Kro-Magnonların bir kalıntısı oldukları inanılır Kro-Magnonların beyin kapasiteleri (1600cc) bugünkü insanlardan (1400cc) daha büyüktü Bu günkü insanlardan daha iri ve boyludular (182-195 cm) (16) Bu insanların belki en son türleri Kanarya adalarında bir zamanlar yaşayan Guançlardı, soylarını İspanyollar tamamen tüketildi Guançlarda ölülerini mumyalama gibi birçok kadim gelenekleri mevcuttu ve değik fiziksel özelliklere sahip oldukları söylenir Aynı şekilde Peru ve Paskalya adalarında yaşayan "Uru" lar yakın zamanda yerliler tarafından tamamen öldürüldü Bu ada halkları günümüzün insanlarına göre iri ve boyludular

Atlas Okyanusun Batı sahilleri şu anda Keltler adında sonradan gelme halklarla çevrilidir Bunlar İskoçyalılar, İrlandalılar, Galler, Cornwallılar ve Bretonlardır Konuştukları diller Kafkas dillerine benzerlik gösterir Onların binlerce sene evvel Kafkasya'dan göç ettiklerine dair efsaneleri vardır Atlas Okyanusuna geldikleri zaman kendilerine benzeyen İberlerle hemen kaynaşmışlardı Keltlerin izlerini Anadolu'da da bulmak mümkündür, bir zamanlar Ankara yakınlarında bir Galata devleti vardı (17) İskoçların çaldığı tulumun (bagpipes) ve Bretonlar'ın çaldığı biniou'a benzeri müzik aleti, Basklar'da ve Karadeniz sahilinde Kafkas soyundan olan Laz'larda tulum halen çalınır

Amerika kıtasından gelen tarım ürünler çoktur Yüzlerce bitki arasında patates, domates, çilek, salatalık gibi ürünler beyaz adam gelmeden evvel Amerika'da, çoğu And dağlarında yetişiyordu Soframıza kurduğumuz sebze ürünlerin yarısı Amerika'ların keşfine borçluyuz Gerçekten Amerikan uygarlıkların sofraları gelen İspanyollara nispeten daha zengin olduğu saptanmıştır Bu ürünlerin birçoğunun vahşi çeşitlerin bulunmaması onların çok kadim çağlardan yetiştirilip geliştirdiğini gösterir Avustralya gibi Atlantis İmparatorluğun ağından uzak olan ülkelerde tarımsal ürünlerin yoksunluğu Darwin'in de dikkatini çekmişti

Donnelly'e göre bu ürünlerin kaynağı Atlantis'ti ve o, bu ürünlerin gelişmesi gerektiği on binlerce yıllık evrimin orada gerçekleştiği kanısında Yeni dünyayı bir kenara bırakıp eski dünyada tarım ürünlerin yayıldığı başka bir bölgede de görüyoruz Edmond de Molin'i aktaran Ömer Büyükata, "Gerçekten; meyve ağaçları, dünyanın bu mümtaz derecede çeşitli meyve türlerine rastlanılmaz Sicilya' dan daha mutlu olan Kolkhide (Batı Kafkasya) eski bolluğundan bugün hiçbir şey kaybetmemiştir Burada en çok göze çarpan şey meyve ağaçları arazisi olmasıdır Hatta Kandül ve başka bitki bilginlerine göre Kolkhide, meyve ağaçların anavatanıdır Onların kanılarına göre elma, armut, erik, kiraz, dut, kiraz badem ağaçları, frenküzümü, bağ, turp ve birçok sebze çeşitleri hep buradan, bu vadilerden etrafa yayılmış bulunduğu gibi, bu ürünler en ilkel ve en çok kendi kendine yetişir bir halde yalnız burada bulunurlar"(18) Bir varsayıma göre tufandan kurtulan bir gemi, insanoğullunun evcilleştirdiği hayvanları ve tarım için elverişli bitki ve ağaç türlerini bu bölgeye yakın bir yere taşıdı, bu gemiye Nuh'un gemisi denilirdi

Türkçe'nin kızılderili dillerle benzerlikleri bilinir, bu konuda bazı araştırmalar vardır Atlantoloji ve Mu konusu işleyenler arasında ile ilgili özellikle Haluk Cemil Tanju'nun "Orta-Asya Göçlerinde Turunçderililer" (19) ve Kazım Mirşan'ın anlaşılması zor "Akınış Mekaniği, Altı Yarıq Tiğin" (20) kitapları ilginçtir Ayrıca Dr Hamit Zübeyir Koşay birkaç yıl Basklar arasında bulunduktan sonra Türkçe ve Baskça arasında bir bağ kurmuştur (21) Diller kısa sürelerde büyük değişikliklere uğradığı için binlerce sene evvelki durumu için bir şey söylemek zor

Norveç'li Thor Heyerdahl yaptığı araştırmalarında haklı bir ün kazanmıştır "Kon-Tiki" (22), "Aku Aku" ve "Polenesya'ya Deniz Yolları" adlı eserlerinde anlatılan, Peru'dan Paskalya adalarına ilkel bir deniz salında yaptığı yolculukta, eskiden böyle bir yolculuğun olasılığını kanıtlamıştı Onun gerek arkeolojik, dilbilimi ve mitolojik araştırmaları eski çağlarda beyaz adam anlamına gelen "Urukehu" adında bir halkın Peru uygarlığını yaratıklarını, ancak melezler ve oranın yerlileri tarafından kovulduktan veya bilinmeyen bir sebepten dolayı göç ettiklerinde, Paskalya adalarına yerleştiklerini belirtmişti Urukehular sonradan Paskalya ve Hawaii adalarında aynı akibete uğradıktan sonra nesli yok olmuştu Yeni Zelanda da aynı şekilde Urewera ülkesinin dağlarında bir zamanlar Turehu adında beyaz bir ırk varmış Bu ırklar And dağlarında Titicaca gölü civarında yaşayan ve muhtemelen Uruguay'a ismini veren "Uru"larla aynı oldukları inanılyor Heyerdahl'a göre Urukehuların boyları iki metre civarlarında olup, genelde kızıl saçlı ve bazen sarışındılar Gerek Peru'da gerek de Paskalya adasında yapılan mezar kazıları bu tezleri doğrulayan cesetler bulundu Ayrıca Paskalya adasındaki dev heykellerin kafa üstleri kırmızıya boyanıyordu Paskalaya adalarında on yedinci asırda çıkan bir ayaklanmada yerliler "uzun kulaklılar" denilen bu halkı yok ettiler Kurtulan tek bir "uzun kulaklı" soyunu sürdü, ve Thor Hyderdahl bazıları kızıl saçlı olan ve önceden Avrupalı sandığı torunları ile geçirdiği ilginç anıları kitaplarında aktarmıştır Bu kavimin adı kulaklarını uzatmak için uyguladıkları bir deformasyon yönteminden ileri geliyordu ve uzun kulak kültü, Uzak Doğu'da, özellikle Kamboçya'daki esrarengiz Anghor medeniyetine Buda heykellerinde görülmektedir Paskalya adalarında bulunan yazıt örneklerindeki harf karakterleri Sümer yazıtları ile hemen hemen aynı oldukları gözetilmiştir Bu çok ilginç bir olaydır, arkeologlar her zaman ki gibi açıklayamadıkları olaylar karşısında sessizliklerini korumaktadırlar

Ergenekon efsanesine göre ilk Türkler demirciydi Sarp dağlarla çevrili bir arazide bulunuyorlardı Dağları eriterek ve delerek bu doğal hapisten kurtulmuşlardı, ki bu yüksek bir teknoloji anımsatıyor Çin kayıtlarına göre eski Göktürkler (Tükmenler) genelde kızıl kestane saçlı ve bazen sarışındı, gözleri yeşil veya maviydi İran'daki Türkmenlerde de aynı şey söz konusu Kullandıkları runik görünüşlü alfabe de düşündürücüdür Yine de, bu konuda demode ve şoven ırkçı tezleri yeniden hortlatmak amacınca değiliz, bu görüşlerimize tamamen ters düşer Diğer topluluklar gibi Türkler çok karışmıştır, özellikle Anadolu ve Trakya Türkleri Günümüzün insanı her yerde melezdir, ancak kadim çağlarda insanlar bu denli karışmamışlardı

Türk adının kökeni Urukehu veya Turehularla bir olabilir mi? James Bailey'nin araştırmalarına göre dünyanın muhtelif yerlerinde demir mağaraları bulunur Karbon 14 testlere göre Güney Afrika'da bir mağara MÖ 41250 senesinde işleniyordu Bailey'e göre binlerce yıl önce Tunç çağı denizci madencilik firmaları dünya'nın çeşitli yerlerinde demir ve başka madenler için kazı yapıyorlardı ve mağara duvarlarında "şirketlerinin logolarını" bırakıyorlardı Bunların arasında gamalı haç (svastika), haç, güneş sembolü, çifte balta, helezon ve paralel iki dalga en yaygın olanlar arasındaydı Türklerin ilk ataları Ural-Altay dağlarında kadim ve kayıp uygarlığın madencilik kolonisi olabilir mi? Felaket geldiğinde ondan kurtulanlar arasında olup, yeni yurtları Orta Asya'da yayılmış olabilirler mi? Yoksa, Yafes oğullarının bir kolları mı idiler? Tanrıçaları "Turan" olan ve Troya'dan (Truva, Tür-va ?) Etrurya'ya (İtlaya/Tyrhenia) göç ettikleri söylenen ve şehirleri Tarkon tarafından kurulan Etrüskler (E-türk ?) ve ile bir bağlantıları var mıydı?

Bir denizci halkı olan Etrüsklerin Anadolu’dan geldiklerini ve Lidya'dan giden bir koloni oldukları Herodotus tarafından kaydedildiği halde, günümüzde bu ihtiyatla karşılanır Her ne kadar Lidyalıların baştanrıları Tarku adına taşıyorsa, Halikarnaslı Diyonysos iki toplumun arasındaki farkları işaret etmişti Heykel ve resimlerindeki çekik gözlü moğul-kokazoid figürler, at, şavaş ve güreş motifleri bir Türk köken tezine yol açmıştı, ancak bunu kanıtlayacak ciddi delil olmadığı gibi, dilleri de henüz çözülememiştir Ayrıca Türklerin kökeni en az Etrüsklerin kökeni kadar çözülmemiştir Elli yıl önceye kadar, Batı'da Türklere belirli bir hüviyet tanınırken ve Sümeroloji ile ilgili kitapların çoğunda Sümerlerin Turan asıllı olduğunu yazarken, günümüzde Türklerin adeta kökleri olmadığı yolundaki görüşler yaygındır Ancak, bundan alınmamak gerekir, çünkü varsayımcılığa karşı olan bu akım, diğer toplumları da aynı işleme tabi tutuyor

Bir iddiaya göre Lidyalıların bir kolu İtalyaya giderken, diğer bir kolu Klikya'ya (Güney Doğu Anadolu) giderek Toroslara ve Tarsus şehrine adlarını vermişler, onlara Trakheiotlar denilirdi ve adları Trakyalılara benzerlik arz eder Diğer bir kolu da İspanya'ya giderek Tartessus (Eski Ahit'te Tarşiş) ismini vermiş, ancak Tartessus'un çok eski olduğu, kökenleri taş devrine uzandığı anlaşılıyor

Her ne kadar İtalya'da Turin ve Torino gibi bir sürü ilginç şehir isimi varsa ve Roma ve Romulus efsanesi, Asena efsanesine şaşılacak benzerliği varsa Tabii ki, şüpheli bir yöntem olan toponymy'e (yer isimleri) dayanarak ve şoven duygulara kapılarak böyle bir sonuca varmak, bu konuda spekülatif bir varsayımı ileri sürmekten öteye gitmez Daha somut sonuçlara varmak uzmanların işidir Ama bazı ilginç bağlantılara işaret etmekten kendimizi alıkoyamıyoruz

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık

Eski 06-10-2009   #12
Verus_TR
Varsayılan

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık



ATLANTİS VE ADEMOĞULLARI - BÖLÜM 3' ün DEVAMI

Örneğin, İsviçre'de Zurih kentinin eski adı Turikon idi ve civarında ona benzer yer adları da varmış Donelly şöyle yazıyor "Strabo (MÖ 63 - MS 21) Turduli ve Turdetaniler konusunda şöyle diyor "Bütün İberler arasında en bilgili bunlardır; onlar yazı sanatı kullanıyorlar; eski tarih anılarını kaydeden kitapları var, ayrıca altı bin senelik bir geçmişleri olduğunu iddia ettikleri şiir ve şiir olarak yazılmış kanunları var" Ayrıca, eski Mısır kayıtlarına göre, Anadolu sahil halkları denizciydi ve korsanlık yaparlardı Onlara Tukrianlar denilirdi Altı topluluğun birliğinden oluşmuş bu halklar Ramses III ile savaşmışlardı ve aralarında Tokhariler ve Thekerler de vardı Onlarla Lübnan'ın kadim ve esrarengiz şehri Tyre ile bağlantı kuranlar var Gerek Tyre, gerekse de Tartessus denizcilerin barındığı liman şehirleriydi

Sahara Çölünde yaşayan Tuaregler de Atlantis ile bağlantıları olduğu varsayılmıştır Peter Kolosimo "Timeless Earth" kitabında şöyle yazıyor "Comte de Charencey (1832-1916) `Histoire légendaire de la Nouvelle-Espagne'adlı kitabında "Berber, Tamaçek (Tuareglerin dili), Euzkara (Baskların dili) ve kadim Gal dilinde bazı sözler kesinlikle Kuzey ve Güney Amerikadaki Kızılderili dillerine akrabalığı vardır" (23) Vahşi çöl hayatına dönüşmüş, kendine özgü katı kuralları olan ve pek konuşmayan Tuargeler'in çok eski Finike kökenli yazıları ve alfabeleri vardır Erkeklerin yüzlerini örttüğü ve asillerin daima mavi giydikleri bu toplum, bir zamanlar çölün hakimleriydi Bir zamanlar Sahara Çölünde büyük bir göl vardı, Libya'da çok eski, esrarengiz şehir kalıntılarının duvar resimleri o zamanın zengin bitki örtüsüne ve hayvan çeşitlerine şahittir

Tevrat'ta göre Kral Nemrud, Babil kulesini inşa etmesinden önce insanlar tek bir dil konuşurmuş ancak onun yıkımı ile birden herkes farklı bir dilde konuşmaya başlamış ve birbirini anlamamaya başlamıştır Batıda konuşulan diller genelde üç büyük gruba ayrılır: Hint-Avrupalı diller grubu, Sami diller grubu ve Ural-Altay / Finno-Ugarik, Turan diller grubu Bazı dil bilimciler (diffusionist) bütün dillerin ortak bir dilden geldiği kanısındalar, ancak bu tez halen tartışmalı olmakla beraber pek rağbet görmez

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık

Eski 06-10-2009   #13
Verus_TR
Varsayılan

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık



Eevet sonunda bitirdim Çok uzun görünebilir ama gerçekten okurken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz Eğer okursanız çok şey öğreneceğinize ve çok zevk alacağınıza eminim biraz zaman ayırıp okursanız çok sevinirim

Bu bilinmeyen yer için hatta birçok kişi için buranın varolmadığına inanılan yer hakkında çok bilgi eriyor bu kaynak gerçekten okumakta yarar vardır

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık

Eski 09-30-2009   #14
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık






Kayıp Kıta Atlantis

Tarihin kadim zamanlarinda büyük bir uygarlik vardi Insanligin ulasmis oldugu en yüksek uygarlik seviyesine ulasmis olan "Mu" Uygarligi Mu'nun çevresi de yavru uygarliklarla çevriliydi Bu yavru uygarliklardan biri de Atlantis Uygarligi'ydi Bugün, her iki uygarlik hakkinda "efsanevi" tanimlamasi yapiliyor olsa da onlarin varliklari bilimsel arastirmalar ve arkeolojik bulgularla her geçen gün biraz daha gerçeklik kazaniyor Onlarin varligina kanit arayanlar için bir kaç örnek verebiliriz: Eflatun, Atlantis'le ilgili ilk yazdigi eseri Timea (Timaios) ve daha sonra MÖ345 yilinda "Kritias"I yazdigi zaman kaynak olarak MÖ7 yy'da yasamis atasi politikaci Solon'u gösteriyordu Solon MÖ 590'da Misir'a gitmis ve Misirli rahiplerden kadim bilgiler edinmisti Bu bilgiler Atlatis'de yasam seklinin yani sira Misir Uygarligi'nin köklerinin Mu ve Atlantis'e dayali olduguna iliskindi Bu büyük ada ülke Solon'un anlatimlarina göre, Solon'un dogumundan 9 bin sene önce çok güçlü bir krallikti ve buradan gelen isgalci kabileler, Akdeniz kiyisindaki tüm ülkelere yayilmislardi


Ve Solon rahiplerden birsey daha ögrenmisti; uzun yillar boyu Misir'in bati ülkeleriyle baglantisinin kesilmis oldugunu Bunun nedeni Atlantis'in deprem ve su taskinlari sonucu batmasinin ardindan, Atlantik Okyanusu'nun, Atlantis'in varoldugu kabul edilen bölgesinde, denizin bir çamur ve yosun tabakasiyla geçit vermez olusuydu Bu durum baska tarihçiler tarafindan da anlatilir Rusya'da St Petesburg Müzesi'nde bulunan ve bilinen en eski papirüslerden olan bir papirüsde ise, Ikinci Hanedan Firavunlarindan Sent'in, onlara bilgeligi getiren atalarinin, anavatanlarini arastirmak üzere bir arastirma grubunu Atlantik Okyanusu'na gönderdigi yazilidir Arkeolojik açidan bu konuya iliskin önemli bulgular ise, Eski Truva'da Dr Schliemann tarafindan bulunan ve ithaf yazisinda "Atlantis Krali Kronos"dan yazili "Baykuslu Vazo" ve yine üzerinde ayni yazi bulunan"Kus Sfenksi"dir Kanit olarak; çözülmüs Naacal Tabletleri'ndeki anlatimlar, Misir Uygarligi'nin hiyerogliflerinden elde edilen bilgiler, Maya yazitlari, efsaneleri, ilahileri de gösterilebilir Jeolojik kanitlar ise, Kuzey Atlantik Okyanusu'nun dibi ya da yataginin biçimidir Buradaki veriler "bölgesel çökmeye" isaret etmektedir Bugünkü teknolojiyle Kuzey Atlantik bölgesinde Atlantis'in haritasi da çikarilmistir Jeolojik olarak da kabul edilen diger kanitlar ise söyle siralanabilir: Amazon Denizi'nin yok olusu, Missisippi Vadisi'nin kurumasi, St Lawrence Vadisi'nin kurumasi, Florida'nin ortaya çikisi, Kuzey Amerika Atlantik kiyi hattinin genel olarak genislemesi… Bunlarin hepsi de büyük bir kütlenin denize batmasi ve batma nedeniyle deniz dibinde olusan büyük çukura çevre sularin dolmasini kanitlar niteliktedir Ayrica jeologlar, Brest ile ABD'nin kuzeyi arasindaki alanda 15 bin yil öncesine ait açik havada katilasmis olan lav parçalari kesfetmislerdir
Atlantis'in, efsane mi, gerçek mi oldugu, Rönasans döneminde de kafalari en çok mesgul eden sorulardan biri durumundaydi Özellikle 17 ve 18 yy'da bu tartismalar oldukça yogunluk kazanmisti


Atlantis, Dünya Edebiyati'nin devleri tarafindan da tartismisti Bu tartismalarin sonucunda onun varligina tüm kalpleriyle inanan yazarlar; Montaigne, Bafflon ve Voltaire olmuslardi
Atlantis vardi ve batti? Peki neden? Neden çok basit, sadece küçücük bir kelime; "ego" Bugünkü biz Dünya çocuklarina ne kadar da yakin gelen bir sözcük degil mi? Hemen hemen tümümüzün içini kemiren, bizi olmadik yollara, asklara, yasamlara ve hirslara sürükleyen o çoklukla kontrol edemedigimiz yönümüz içimizdeki yaramaz çocuk ego Peki Atlantislileri bu ego'nun en uçlarina sürükleyen ve onlari yokolusa götüren nedenler nelerdi? Aslinda bu nedenler bugün yasadiklarimizdan hiç de farkli degildi? Insanlari, geçmiste toplu yokoluslara götüren hatalar günümüzde hala tüm hiziyla devam ediyor? Peki devam etmek zorunda mi? Bu sorunun yaniti tabii ki "Hayir" Simdi, bu "Hayir"i gerçeklestirmek için Atlantis'in tarihine bir göz atalim
(Asagidaki bilgiler Eflatun'un "Kritias", Akasa Yayinlari'nin "Galaktik Insan", Ruh ve Madde Yayinlari'nin "Kahin" isimli kitabinda Edgar Cayce'nin, 1000'e yakin kisiye yaptigi -önceki yasamlara döndürme seanslari- sirasindaki Atlantis dönemine iliskin okumalarindan elde edilmistir)



Dünya'nin unutulmus tarihinin önemli bir bölümünde, Dünya üzerindeki hakimiyet dinozorumsu ve sürüngenimsi irkin kurmus oldugu uygarliklardaydi Bu irklar bugünkü Dünya insanlariyla kiyaslanacak olurlarsa üstün bir zekaya sahiptiler Ama kötü bir yanlari vardi, kendileri disindaki fiziksel varliklara yasam hakki tanimiyorlardi Bu nedenle, 900 bin yil kadar önce, o dönemlerde karada yasayan, memeli deniz öncelleri dedigimiz varliklarin ( yunuslar ve balinalar) ve Dünya spiritüel hiyerarsisi'nin de destegi ile Dünya'dan yokedildiler Ve bu yokedilisten bir süre sonra Dünya'da insan irki var olmaya basladi Dünya insanlari ilk kolonilerini, Pasifik Okyanusu üzerinde bulunan, Lemurya Kitasi (MU) denilen yerde kurdular Insanin bes irkinin bu kitada yaratildigi ve sonralari Dünya'ya yayildiklari söylenir Ilk koloninin kuruculari olan bu insanlar, hayatin tüm düzeylerinde demokratik ilkelerin geçerli oldugu bir Lyra/Srius uygarligi olusturdular Sonraki 850000 yil boyunca Lemuryalilar bir dizi yavru imparatorluklar kurarak Dünya'ya yayilmaya basladilar Bu yavru imparatorluklarin en önemlisi, Atlantik Okyanusu'nun ortasinda bulunan kocaman bir ada olan Atlantis idi Atlantis'in batisinda Kuzey ve Orta Amerika, dogusunda ise Avrupa ve Kuzeybati Afrika yer aliyordu Yüzölçümü bugünkü, Avrupa ve Rusya'nin birlesik yüz ölçümlerine esitti Poseidon, Atlantis'in kurucusuydu Atlantisliler, babalari oldugunu kabul ettikleri Poseidon için bir tapinak yapmislardi Her bes ve her alti yilda bir insanlar burada toplanir ve bogalar kurban ederek tapinagin sütünlarina islenmis kutsal yazilara riaet için yemin ederlerdi Atlantisliler topraktan gelmis insanlardan, Euenor'un kizi Kleito'yu anneleri olarak kabul ederlerdi Insanlari; kültüre, bilime, sanata oldukça düskündüler Kibar insanlardi

Atlantis'de çogunluk kizil irktaydi Yönetim sekli ise, sosyalist egilimli bir monarsiydi Toplumda din adamlarinin sayisi hayli fazlaydi Din adamlari, o devrin en bilgili kadin ve erkekleriydiler Hekimlik,vicdani ahlaki degerlerin danismani olarak görev yapiyorlardi Atlantis varoldugu dönem boyunca üç imparatorluk dönemine ayrilmisti "Galaktik Insan" Kitabi'nda Atlantis'in yükselisini ve düsüsünü incelerken söyle bir anlatima yer veriliyor; "Atlantis'in tarihinin üç imparatorluga ayrildigini görürüz Ilk tarihi dilime "Eski Imparatorluk "denir (MÖ 400000 yildan 25000 yila kadar uzanir) Eski Imparatorluk, Lemurya ile ayni zamanlarda var oldu ve nihayet Lemurya'nin yikimini planladi Ikinci tarihi dilime, "Orta Imparatorluk" denir (M Ö 25000 yildan 15000 yila kadar uzanir) ve o, Dünya Gezegeni'nin ilk gerçek hiyerarsik yönetimine sahne olmustur Son tarihi devreye ise "Yeni Imparatorluk" denir O Atlantis tarihinin son 5000 yilini kapsayan nihayi çatisma ve yikimin öyküsünü içerir (MÖ 15000 yildan 5000 yila dek uzanir) "Santesson kitabinda ise Atlantis'deki yasam, Eflatun'un yazdiklarindan yola çikarak Atlantis'i söyle tasvir edilir; "Atlas soyundan gelenler, Atlantis'e hakim olmayi sürdürdüler On bölge yöneticisi, birbirlerinden sadece askeri islerle ilgili ayrintilar bakimindan ayriliyorlardi Atlantis krallarinin her biri kendi ülkesinde hükümdardi, ama hepsi merkezi adadaki Poseydon Mabedi'nde dikili, Orisalk'tan yapilmis bir sütüna, ilk on kral tarafindan kazilmis bir isarete itaat ederlerdi Atlant krallarinin ilk yasasi, birbirlerine karsi silah kullanmamak, hücuma ugramalari halinde birbirlerine yardim etmekti Atlantis'in dogal kaynaklari sanki sinirsizdi Kiymetli madenler çikariliyor, kokulu bitkilerden kokulu özler damitiliyordu Köprü ve kanal agi, ülkenin çesitli bölgelerini birlestiriyordu Kitanin altinda bulunan tas ocaklarindan çikarilan beyaz, siyah ve kirmizi taslar, evlerin ve sair yapilarin yapiminda kullaniliyordu Her bir araziyi çevreleyen duvarlar yapiyorlar, bu dis duvarlari bakirla kaplarken, sehri tahkim eden iç duvarlari orsalk, orta duvarlari ise kalayla kapliyorlardi Merkezi adada kurulu sehirde saraylar, mabetler ve halka ait diger binalar kurulmustu Merkezde altin bir duvarla kusatilmis bir mabed bulunuyordu Bu mabed, Kleyto ile Poseydon'a adanmisti… Bahçe ve koruluklarda sicak su kaynaklari akiyordu

Çesitli tanrilara adanmis birçok mabet, insan ve hayvanlar için arenalar, hamamlar ve bir hipodrom vardi Pek büyük limanlardan kalkan gemiler, Dünya'nin her yerine gidiyordu Bölge halkinin nüfusu o kadar yogundu ki her yerde sesleri isitiliyordu Merkezi sehrin etrafinda, sarp yükseklik ve güzelliklerinden dolayi ünlü daglarin korudugu çok genis bir ova uzaniyordu Ovada senede iki kez hasat yapiliyordu Bu büyük imparatorluk Helen Devletleri'ne en kudretli ve sanli olduklari bir devirde hücum etti Ve böylece bilgelik ve biat yolundan sapti Ölçüsüz alanlara sahip olan Atlantis krallari, tüm Dünya'yi zapt etmek azmindeydiler" Bundan sonraki bölüm, "Kritias"in orjinalinde söyle devam ediyor; "Zeus, Iste o zaman bir vakitler erdemli olan bu soyun bahtsizligini farkederek, onlarin aklini basina getirmek, onlari uslandirmak için cezalandirmaya karar verdi Bütün tanrilari, evren'in ortasinda kurulu ve oradan durmadan degisen her seyi gören en kutsal evinde bir araya topladi; onlara dedi ki…" Eflatun'un "Kritias"I burada sona eriyor Sonrasi malum…

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.