Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hikayeleri, politika

Politika Hikayeleri

Eski 08-15-2009   #1
TiFus
Icon4

Politika Hikayeleri



Nükte / Fikri Zikir Olanın Durumu!


Amerika Birleşik Devletleri yönetimi, CIA`nın istihbarat raporu üzerine Irak`a çullanmış, Saddam idaresini devirmişti ama, ummadığı biçimde de batağa saplanmıştı Yıllar geçtikçe hem dünyada, hem de ABD`de hoşnutsuzluk artıyordu Derken, CBS televizyonu, ülkenin yanlış istihbarata kurban gittiğini, Irak`a çullanmayı gerektirecek durum olmadığını kamu oyuna açıklayıverdi

Amerikan Yöneticisi, CIA`nın yetkilisini çağırdı Ona;
``Bizi batağa düşüren istihbaratı nasıl edindin?`` diye sordu

CIA yetkilisi, soruyu;

``Sığınma hakkı isteyen bir Irak`lının beyanını esas aldık!`` diye cevapladı ``Çalıştığı fabrikada, tehlikeli silahlar üretiliyormuş!``

Amerikan yöneticisi, elini masaya vurup;

``İşte çıktı belgeler ortaya!`` diyerek gürledi ``Aslında, Irak`ta, tehlikeli olabilecek hiç bir silah üretilmiyormuş! Köstebek kılıklı herife nasıl oldu da inandınız?``

CIA yetkilisi;

``Biz istihbaratız Beyefendi Her şeye kolay inanmayız!`` diyerek cevap verdi ``Ama, kendi fikrini zikir edinenlere karşı da yapabileceğimiz fazla bir şey yok

__________________
TiFus-Sokak Sanatı
GECELER ÇOK KATI KALMADI HİÇ TADI !
GECE GÜNDÜZ MÜCADELE İŞTE SOKAK SANATI

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Politika Hikayeleri

Eski 08-15-2009   #2
TiFus
Varsayılan

Cevap : Politika Hikayeleri



Bu Millet Benimle Gurur Duyuyor

Müdürün emriyle günlük havalandırma ertelenmişti Mahkümlar için hiç de olağan olmayan bu durum, hepsinin koğuş pencerelerine hücum etmesine neden olmuştu 5 kısmın tamamen boşaltılması ve gardiyanların hiçbir şey söylememeleri, koğuş ağalarının olanlara bir anlam verememeleri, çeşitli dedikoduların çıkmasına yetmişti bile
- Hazırlanın beyler, nakil başlıyor
- Ne nakli aslanım, 5 kısım imamevi olacakmış
- Adalet Bakanı teftişe gelece kmiş
- Ne teftişi haybeciler, hapishaneleri özelleştiriyorlar Onun için bu hazırlıklar
- Hapishane özelleşirse ne olacak?
- Bize gün doğacak be dayı
- Niye ki?
- Yahu, özelleştirmeden buraları alan adam tasarruf genelgesi nedeniyle erken terhis yapacak Adam enayi mi, bizi beslemek için para harcasın?
Koğuşlarda söylenenler şehir efsanelerine dönmüştü Oysa durum hiçte öyle değildi Yeraltı dünyasının en azılısı, sevgilisi takip edilerek yakalanmıştı Bu haberi duyan müdür, bir taraftan Ağabeye karşı kusur işleme korkusuyla zangır zangır titriyor, bir taraftan da alacağı dolarları düşünerek seviniyordu Soruşturma boyunca susma hakkını kullanarak hiçbir bilgi vermeyen Ağabey ise, tutuklu olarak konulacağı hapishaneyi bazı bürokratlar sayesinde ayarlamış, yardımcılarından Hamdi’yi koğuşları düzenlemesi için müdüre göndermişti bile 5 kısmın boşaltılmasının amacı buydu Ağabey içerde de, dışarıdaki kadar hür olacaktı
Hamdi yanında getirdiği adamlarla iki gündür, 5 kısmın tefrişi ile uğraşıyor, Ağabeyinin rahat etmesi için elinden geleni yapıyordu Bu durum hiçbir zaman değişmemişti Ağabeyin her tutuklanmasında, hapishane yeniden donatılıyor, içerde kuş sütü bile eksik edilmiyordu Ağabeyin geliş saati yaklaştıkça Hamdi’nin telaşı da artıyordu
- Daha bitmedi mi ulan haybeciler? Birazdan ağabey gelecek
-Bitti ağam, bitti
-Bitmezse siz bitersiniz zaten Daha etraf döşenecek oğlum, acele edin
Diye emirler veren Hamdi, Ağabeyin yatağının yerini işaret etmeyi ihmal etmiyordu
-Yatak buraya kurulacak
Diyerek kapı arkasını işaret etti
- Tamam ağam
- Mutfak takımlarını buraya yerleştirin
- Baş üstüne ağam
Bir içmimar havasıyla sıralıyordu emirleri Hamdi
- Buraya masa ve oturma gurubunu koyun
- Emredersin ağam
Adamlar hızla eşyaları yerleştirmeye başlayınca Hamdi aklına bir şey gelmiş gibi koridora fırladı Koridor Ağabeyin adamlarıyla doluydu Hamdi’nin çıktığını görenler esas duruşa geçtiler Aralarından muzaffer bir kumandan edasıyla yürüyen Hamdi, yan koğuşa girdi Termosifon, küvet, çamaşır makinesi, lavabo ve klozet monte edilmiş, bornoz ve havlular asılmış, nargile de küvetin baş tarafındaki yerini almıştı Gözü havluların asılı olduğu yere takılan Hamdi, kükremiş bir aslan gibi bağırmaya başladı
- Hangi pezevenk koydu ulan bunları buraya!
Adamlar ne olduğunu anlamaya çalışırlarken Hamdi bağırmaya devam ediyordu
- Konuşsanıza ulan göt oğlanları!
İşi çözememişti adamlar Biri cesaretle öne atıldı
- Emret ağam, ne hatamız var hemen düzeltelim
Hamdi adamın suratına okkalı bir şamar indirdi Yere yıkılan adama bakmadan, eliyle havluları gösteriyordu Yere yıkılan anlamıştı işi Bunu nasıl yaptıklarına kendi de şaşırmıştı Hışımla ayağa kalktı, kırmızı ve beyaz renklerden oluşan havluyu alıp ceketinin içine gizledi Hamdi memnun olmuştu Adamın suratına doğru uzattığı eliyle, yanağına iki ufak tokat atarak ödüllendirdi onu
- Aferin ulan aslanım Bir milliyetçi adam, bu renk havlu kullanır mı?
- Bizi bağışla ağam Eşeklik etmişiz
Ağabeyin gelişi yaklaştıkça sinir katsayısı artan Hamdi, geldiği hızla Ağabeyin yatak odası olarak kullanacağı koğuşa girdi Adamlar, ağabeyin giysilerini yerleştiriyorlardı Takım elbiselerin daha yeni alındığı -belki de birileri tarafından hediye edildiği- belliydi Hamdi koğuş kapısından kafasını dışarı çıkararak bağırdı
- Halitttttt… Ulan Halit… Sağır mı oldun, eşek oğlu eşek
Hızlı ayak sesleriyle kapıda bitmişti Halit
- Emret ağam!
- Ayakkabıları unutmadınız ya
- Unutmadık ağam Getirdik
- Kaç çift aldınız
- Hepsi otuz dokuz çift
Hamdi yine köpürmüştü Halit’e tekme tokat girişti Yere yıkılan adama, hem küfür ediyor, hem de vurmaya devam ediyordu
- Ne halt ettin ulan sen Eceline mi susadın Bilmiyor musun ki ağabey on üçü ve katlarını sevmez
- Dikkat etmemişim ağam Şimdi alırım bir çift daha
- Vakit mi var oğlum Neredeyse gelecek ağabey Bir çifti arabaya koy, geri götür
- Emredersin ağam
Odaya bir kez daha göz atan Hamdi’nin yüzünde, rahatlamış insanların ifadesi vardır şimdi Hamisi, varlığının sebebi ağası için yapmayacağı hiçbir şey yoktur onun Elini cebine atar, sigarasını çıkarır
- Bana müdürü çağırın ulan göt oğlanları
- Hemen ağam
Koltuğa oturur Ayaklarını sehpaya koyar Müdürü, ayağına çağırmanın verdiği zevkle, ağzından çıkan dumanları halka şekline getirmeye çalışmaktadır Koridordaki hızlı ayak sesleri müdürün koşarak gelmekte olduğunun işaretidir Hapsedildikleri yerin en yetkilisi, bir sözüyle, koşarak gelmektedir Müdür kapıda dikilmiştir bile Hamdi gözlerini ağzından çıkan dumandan ayırmadan konuşur
- Bana bak Müdür, sen de bu adamlar gibi laçkalaştın mı?
Müdür korku içindedir
- Ne yanlış yaptım ben
- Ağabeye tutuklu muamelesi mi çekiyorsun
Müdürün yüzü gözü dağılmıştır Yaptığı hatayı anlamaya çalışmaktadır Hamdi en aşağılayıcı tavrıyla devam eder
- Pencerelerde demirler hala duruyor, bakıyorum söktürmemişsin
- Kim demiş söktürmemişim Aç pencereyi de bak bakalım, demir var mı orada?
- Buradan görünüyor oğlum, oraya gitmeye gerek var mı?
-Onlar demir parmaklık değil, demirleri söktük, ama anlaşılmasın diye cama demir motifi çizdirdim
Hamdi ağır ağır kalktı koltuktan Pencereye gidip, elini camın üstünde okşar gibi gezdirdi Mütebessim bir ifade ile geri döner Yine ağır adımlarla yürüyerek müdürün yanına gelir Elini kaldırır, müdür yiyeceği tokadı düşünerek gözlerini kısar Hamdi yavaşça müdürün suratına indirir elini, yanağından makas alır Müdür, mahkumların yanında yapılan bu davranışla iyice ezilmiştir
- Aferin be müdürcük
Hızla bir gardiyan gelir Nefes nefesedir
- Geliyor Müdürüm
Hamdi hızla koridora çıkar Arkasından gelen müdürü çekiştirerek önüne alır
- Koş Müdür, koş Kapıda sırala adamlarını Ben burada olacağım Koş hadi, uç bakayım
Müdür koşarak gider Hamdi ve diğerleri esas duruşa geçmişlerdir Ayak sesleri gelmeye başlar Herkes tek sıra olmuş, gözlerini yere dikmiş, sessizce beklemededir Ağabey kapıda görünür, adamlarının önünden teftişe gelmiş komutan gibi geçmektedir Ağabey son adamı geçince, Hamdi’nin sesi duyulur
- Rahat…
Adamlar sağ ayaklarını açıp, kollarını arkada birleştirirler Ağabey etrafı teftiş ederken, sırtındaki paltoyu tek hareketle yere atar Paltonun düşmemesi için Halit uçarak atlar Ama geç kalmıştır Ağabey geri döner ve yerdeki Halit’in üstüne basar
- Ulan köpek Bir paltoya sahip olamazsan, bizi nasıl koruyacaksın
Halit’e arada bir tekme atar
- Haklısın ağabey Ben köpeğinim senin
- Ulan, bu paltoyu ödeyebilir misin sen
- Haşa ağam, biz kimiz ki
O sırada gardiyanlardan biri elinde tepsi ve içinde kahve fincanıyla gelir Ağabey, Halit’in üstünden kalkar ve ikili koltuğa oturur
- Buyur Ağabey
Ağabey cebinden 100 dolar çıkarır Gardiyan, Ağabeyin elini büyük bir saygıyla öper Adamlardan biri, çay kaşığıyla kahveyi kontrol eder Diyarbakırlının zehirlenmesinden beri bu kural hiç değişmemiş, hiç kimse Ağabeyi bu tuzağa düşürememiştir
- Berberi çağırın bana
Herkes birbirine bakar Tedirginlik artmıştır Ağabey kuşkulanır
- Kim gitti berberi çağırmaya?
Diye bağırır Hamdi yanına yaklaşır
- Daha gelmedi ağabey
- Ne demek gelmedi ulan köpek Ağasından sonra dama giren berber nerede görülmüş?
- Haklısın ağabey Hala adliyedeymiş
- Ne işe yarar bu avukatlar Bizim tutuklanmamıza mani olamıyorlar, kıçıkırık bir berberin tutuklanmasını yaptıramıyorlar Bunların okuduğu okulun da, bunları okutan hocaların da…
Çok sinirlenmiştir Ne yapacağını bilemez Volta atmaya başlar Durur Etrafa bakar
- Telefon nerede?
“Şimdi yandık” diye geçirir içinden Hamdi Başını önüne eğer
- Telefon nerede dedim, duymadınız mı köpek herifler
Hamdi başını kaldırmadan cevap verir
- PTT hat vermemiş ağabey
- Benim istediğimi söylemişler mi?
Hamdi yaklaşan tehlikeyi sezmiş ve sessiz kalmayı yeğlemiştir
- Cevap versene, köpek herif Benim adımı vermişler mi?
Hamdi korkuyla cevaplar
- Evet ağabey…
- Ona rağmen vermemişler, öylemi?
Kimse cevap vermez Yine köpürür Ağabey Ayağa kalkar Hamdi’nin üstüne doğru yürür
- Bana ha… Büyük reise ha…
Hamdi cebinden cep telefonlarını çıkarır
- Bunları getirdik ağabey
- Şu mahpushanede cep telefonu olmayan mahkum var mı? Yok Benim onlardan farkım yok mu ulan?
Hamdi sessiz, olacakları beklemektedir
- Ulan köpekler, en zibidi mahkumda cep telefonu var Ben ceple idare edecek olsaydım, odama hat çektirin der miydim?
Sessizlik Kimse cevap vermez
- Müdürü çağırın bana Çabuk gelsin, kırarım ayaklarını…
Herkes çıkar Ağabey yalnız kalmıştır Kuşlarının kafesine önünde durur
- Yine baş başa kaldık çocuklar… Bizi koğuşa koyunca hapsettiklerini zannediyorlar… Oysa biz, dışarıda da hapiste değil miyiz? Siz, altın kafesinizde, ben altın döşemeli odamda, hapiste değil miyiz? Tek farkı var buranın, benim çiftlikten Gök görünmüyor… Karşımızdakini kollamaktan, göğe baktığımız yoktu ki zaten
Kapı çalınır
- Gel…
Müdür girer
-Beni emretmişsin ağabey…
-:Senin masada kaç telefon hattı var
-Bir hat var ağam
- O hattı buraya çek
- Savcı bu konuda tedbir aldı ağam
- Bana komple mi hazırladı ulan bu savcı?
- Çok değişik bir adam, bana yapmadığı eziyet yok O zaman hapishanede kimde cep telefonu varsa toplayacaksın Benden başka bir Allah’ın kulunda telefon bulursam, seni kulaklarından asarım Anladın mı ulan?
Anlamıştır Müdür Başka şansı var mıdır? Müdür muaviniyken tanımıştır Ağabeyi O zaman babalar arasında adı yeni duyulan bir adamdır ağabey Adamları, koğuş ağasını dövmüşler ve koğuşun idaresini ele almışlardır Mahkumlar arasında itibar kaybeden müdür, bu işi düzeltme görevini vermiştir kendisine Dört gardiyanı yanına alarak gitmiştir koğuşa Sonra, gardiyanların arasında kendinden geçmiş bir durumda geri getirilmiştir Müdür odasına O gün, bu gün, saygıda kusur etmemiş, onun sayesinde de müdürlüğe terfi ettirilmiştir
- Yemekleri yapmaya her gün sabah sekizde bir kadın gelecek, biliyorsun değil mi?
Ağabeyin sesiyle hayal dünyasından geri gelmiştir Müdür
- Biliyorum ağam…
- Zorlanırsan, kadını imamevine sok
- Jandarma terslik yapıyor
- Oğlum, komutanla değil, aşağıdakilerle hallet işini Ne lazımsa çocuklar verir sana Merak etme sen
- Bilirsin ağam, ben sana her şeyimi borçluyum Senin emirlerini yerine getirmek boynumun borcu
- Yarın sabah bütün mahkumları dışarıda topla Bana bir kürsü hazırla, onlarla konuşacağım Sonra kendileriyle ballı, kaymaklı, sucuklu, pastırmalı, sütlü, portakal sulu bir kahvaltı yapacağız… Kürsüye bayrak asmayı unutma… Tamam mı Müdür?
- Anlaşıldı ağam
- Hadi bakalım işinin başına Bu vatana borcumuzu ödemek için hiç durmadan çalışmalıyız
Müdür el öper ve çıkar Ağabey cep telefonunu alır, çevirmeye başlar O sırada ayağa kalkmıştır Aynada kendini görür Ayna, odaya girişte sola asılmıştır Ağabey bu durumu fark edince var gücüyle bağırır
- Kim ulan bu aynayı asan salak!
Hamdi koşarak girer içeri
- Buyur ağabey
- Oğlum, sen benim ölmem için mi çalışıyorsun?
Hamdi şaşırmıştır
- Sana canım feda ağabey Emret, kendimi öldüreyim
- Beni öldürdükten sonra mı kendini öldüreceksin, pezevenk Bu ayna ne arıyor ulan burada? Girenin kim olduğunu görmeyelim, herifçioğlu elini kolunu sallayarak içeri girsin, beni temizlesin diye mi buraya astırdın bunu?
Hamdi, aynayı yerinden alıp, kapının tam karşısına asar
-Affet ağam Aceleden hata yapmışım Cezama razıyım Sen emret yeter
Ağabey düşünür…
- Sağ kulağını istiyorum Ama kavanoza, ilaçlı suya koy getir İbret olsun millete
- Emredersin ağabey
- Mühendisi yolla bana
Hamdi, ağabeyin elini öper ve çıkar
Kapı vurulur Mühendis diye çağrılan genç girer
-Beni emretmişsin ağam
- Yarın, ahaliye bir nutuk atacağım Dışarıda kürsü kurulacak Sen, ses tertibatını ayarla Tek cızırtı olmayacak Her cızırtıda bir sigara söndürürüm, ona göre
- Ne zaman falsomu gördün ağam
Mühendis el öperek çıkar Meydancı girer Kulağı sargıyla sarılmıştır Ağabeye Kavanozu uzatır Ağabey onu alnından öper
- Aslanım benim Bunun karşılıksız kalmayacağını biliyorsun değil mi Duygulandırdın ulan beni Senin hakkını nasıl öderim ben?
- Canımı iste, gözümü kırparsam namerdim ağabey
- Kokoreç hazır mı?
- Neredeyse hazır ağabey
- Berber?
- Geldi ağam
- Oda servisi hazır mı, buldun mu birini?
- Kapıda bekliyor, beğenirsen işe başlayacak
- Gelsin, bir görelim
Hamdi, oda servisi için geleni içeri alır Bir oğlandır bu Çocuğa, ağabeyin elini öpmesini işaret eder Çocuk gelir el öper, kırıtmaktadır
- Adın ne senin
- Fatih
Ağabeyin yüzü allak bullak olmuştur
- Ne? Fatih mi? Nereden buldunuz ulan bunu
Hamdi şaşırmış ve korkmuştur
- Müdür tavsiye etti
Ağabey, oğlana bakar
- Bu ismi sana verende, hiç mi milli şuur, vatan sevgisi, tarih bilgisi yok oğlum… Kim koydu sana?
- Bizim köyde oldu efendim
- Onu sormuyorum ulan, adını kim koydu
- Babam efendim
- Olur mu ulan böyle baba?
Hamdi’ye döner ağabey
- Al bunu götür, adını değiştir, imam bul, kulağına üflesin, iyice ezberlesin, sonra başlasın oda servisine
- Adı ne olsun ağam
- Ne bileyim ulan Vaziyetine uygun olsun… Civan olur, Tanju olur, Selim olur Fatih olmaz, Mehmet olmaz, Efe, Mert, Aslan olmaz… Anlaşıldı mı?
- Anlaşıldı ağabey
- Büst geldi mi?
- Geldi ağabey
- Yarın sabah erkenden onu kürsüye koyun Ben buradan nutuk atarken herkes büstüme dönük olarak dinleyecek beni Anlaşıldı mı aslanım?
- Anlaşıldı ağabey
Oğlana döner
- Sen de anladın mı?
Durur Yutkunur…
- Şuna çabuk bir isim bulun ulan Ne diyeceğimi şaşırıyorum Oğlum mu, diyeyim, kızım mı, diyeyim? Hadi durmayın
Hamdi ve oğlan çıkar Ağabey telefonu çevirir
- Bu sefer hata yapıp kapamadın herhalde avukat bey…… aferin sana, yoksa öbür parmağını da kırarım … Ne oldu hisse devri… Hala direniyor mu herif… Yok ulan, yok Beni dinle Sağ elinin ilk üç parmağını kesin… Evet, başparmaktan başlayarak kesilecek ki, imza atamasın pezevenk… Parmak bastırırız sonra olur biter… Bu hafta bitmeli bu iş… Bu gece dışarı çıkmak istemiyorum Okşan’ı al, saat 11’den sonra buraya getir… Ben müdürle konuşurum, sen merak etme Hadi bakayım aslanım
Telefonu kapar Zile basar Kapıda korumalar ve Hamdi durmaktadır Ayakla basılan ve yere monte edilmiş olan düğme, dışarıda kapının üstündeki ampulü yakarak işaret vermektedir Ampulün yandığını gören Hamdi kapıya vurur, ağabeyin “gel” emrini duyunca içeri girer
- Bu gece yengen gelecek Şimdi ben istirahat edeceğim Saat tam 11’de duşu hazır isterim O saate kadar kimse rahatsız etmesin beni
- Tamam ağabey
Hamdi çıkar Ağabey aynada yüzünü seyreder Kendi kendine konuşur
- Aslanım benim Yine ortalığı birbirine kattın Anlasınlar senin gücünü Önünde diz çöksünler… Oğlana bak ulan Fatih ismini kullanmaya cesaret ediyor Fatih kim, sen kimsin? Bu ülkede bundan böyle bir tek Fatih var… O da benim… Güç bende şimdi
Sağ kolunu “Hitler” selamı verir gibi kaldırır Aynadan seyreder Kaz adımlarıyla geri döner ve yatağa bırakır kendini
*
Berber, koltuğu içeri sokmuş ağabeyi traş etmektedir Elinde kahve tepsisiyle oğlan içeri girer Siyah pantolon ve beyaz gömlek giymiş ve bir servis elemanına dönmüştür Önce masa örtüsünü serer Sonra kahvaltıyı hazırlar Peçete bile unutulmamıştır Berber işini bitirir
- Saatler olsun ağabey
Ağabey 100 dolar verir berbere Berber eşyaları alarak çıkar Ağabey masaya oturur Zile basar Hamdi girer
- Emret ağabey
- Okşan’ı aldı mı avukat
- Saat altıda aldı ağabey
Oğlanı işaret eder
- Bunun adı ne oldu
- Civan yaptık ağam
- İmam üfledi mi kulağına
- Her şey senin istediğin gibi, örf ve adetlerimize uygun yapıldı ağabey
- Mahkumlara kahvaltı dağıtıldı mı?
- O işte bitti
- Dua ettirildi mi?
- Hep bir ağızdan dua ettiler ağabey
- Duymak isterdim be oğlum
- Seni uyandırmaya cesaret edemedik
- Kim ettirdi duayı
- Bizim imama yaptırdım
- Nasıl bir dua yaptırdı
- Allahıma ham dolsun, ağabeyimiz sağ olsun, afiyet olsun
- Bu dualarla ayakta duruyoruz Ne yapıyorsak, bu millet için yapıyoruz zaten
- Kürsü hazır mı?
- Hazır
- Heykeli koydunuz mu yerine?
- Evet ağam
- Ses düzeni?
- Hazır
- Millet nerede?
- Kahvaltıdan sonra hepsi, heykelin karşısında, esas duruşta bekliyorlar ağam
Ağabey ayağa kalkar, pencereye gider, dışarıya bakar Heykel ve kürsüyü görür Yerine oturur
- Mikrofonu verin
Mühendis elindeki Mikrofonu ağabeye verir
- Buradan açılıyor ağabey Konuşma bitince, içerdeki sesleri duymasınlar diye tekrar eski yerine getirmek gerekir
- Hadi bakalım, uyar milleti de başlayalım nutka
Mühendis mikrofonu açar, deneme için konuşmaya başlar
- Deneme, ses kontrol, ses kontrol…
Aşağıdan alkış sesleri yükselir
- Kader mahkumu sevgili arkadaşlarım İşte beklediğiniz an geldi Varlığımızı
muhtaç olduğumuz ağabeyimiz sizlere seslenecektir Buyurun sayın ağabeyim
Ağabey kalkar camın önüne gelir Kimse görmediği halde, ceketini ilikler
Öksürür ve konuşmaya başlar Sevgili dostlarım Aranıza tekrar gelmekten
duyduğum mutlulukla sizlere sesleniyorum Allah bana zeval vermesin Dün
müdürünüzle yaptığım ikili görüşmeden, sizlerin nelerden şikayetçi olduğunuzu,
hangi hizmetleri istediğinizi öğrenmiş bulunmaktayım Dün itibariyle cep
telefonlarınızı toplatmamım sebebini, size daha sonra anlatacağım Ama ne yapıyorsam, sizin iyiliğiniz için olduğunu bildiğinizi bilmekten ne kadar gurur duyduğumu bilmenizi isterim Yarından itibaren sizi huzuruma sırayla kabul edeceğim Aş, iş ve eş durumundan dolayı uradan gitmek isteyenlerin genel sekreterime, basın danışmanıma, genel müdürüme, yazı işleri müdürüme ve koruma müdürüme adını, soyadını, koğuşunu ve tayin olmak istediği mahpushaneyi yazdırmasını istiyorum Hepinizin gözlerinden öperim, sevgili kader mahkumu kardeşlerim Sizler, önce Allah’a sonra bana emanetsiniz
Alkışlar, bağırışlar birbirine karışır Ağabey, kaş göz işaretiyle nasıl diye sorar Mühendise O da mikrofonu kapayarak cevap verir
- Çok etkili bir nutuktu ağabey
- Söyle şunlara da fizyoterapist ile basın danışmanını alsınlar içeri
Mühendis çıkar Ağabey ayağa kalkar Gömleğini çıkarır Koltuğa oturur, başını arkaya yaslar, gözlerini kapar ve bekler Kapı açılır, elinde dosyalarla basın danışmanı Ve arkasında fizyoterapist girer
- Günlük haberler okunmaya hazırdır sevgili ağabeyim
Fizyoterapist hemen alın masajıyla işe koyulmuştur
- Önemli haberler var mı?
- Sekiz gazetede üç haber çıkmış sizle ilgili
- Haber yapmayanlara bu gece cevap verilsin Ekip oluştursunlar Binaların önünden geçerken sekizer el ateş edilecek Anlaşıldı mı ulan
- Anlaşıldı ağabey
- Devam et
- İhracat ve İthalat Bankasına devlet el koydu
Sinirle ayağa fırlar Masaya vurur
- Kaçırdık ulan voliyi Biz el koyacaktık, devlet el koydu Bu bürokratların ipiyle kuyuya inilmez Bunlarda namus kalmamış be Bana söz vermişlerdi, el koymayacaklardı Çantayla para verdik heriflere, bir de kurana el bastırdık Namussuz herifler Ahlak kalmadı bu toplumda Devam et
- Şike komisyonu sizi dinleme kararı almış
- Tabii, ben de onlara hangi hakemi, hangi maçı, hangi başkanı, kaça, nerede ve
nasıl aldığımı anlatacağım çünkü Aptal bunlar yahu Ulan her şey gözleri
önünde oluyor, şahit olanları çağıracaklarına, yapanları çağırıyorlar Olur,
görürsem söylerim Devam et
- Almak istediğiniz kuruluşun hisseleri anormal şekilde artmış
- Hayırlı bir haber bu

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Politika Hikayeleri

Eski 08-15-2009   #3
TiFus
Varsayılan

Cevap : Politika Hikayeleri



Avcı Kekliği

Hayy Hak,
Hak dostum Hak

Efendim, bir varmış bir yokmuş Allah’ın kulu çokmuş Develer tellal iken, pireler berber iken, bir kişinin yediği, binlerce kişinin baktığı amma kıyametin gene de kopmadığı bir memleket varmış

Bu memleket kaf dağının ardında değilmiş Yeri belliymiş Yeri belliymiş de; nereye gittiği belli değilmiş Bu memleketin adını ben demeyeyim size, siz bulun söyleyin kendinize

Bu memleketi yönetenler in; vızır vızır arıları, kovan kovan balları, İran’dan gelme halıları, her işe burunlarını sokan karıları varmış

Ve dahi bu memleketin; kalabalık şehirleri, orta halli kasabaları, kendi haline terk edilen köyleri varmış İşte bizim kıssamız da bu köylerden birinde geçer

Bu köy; kendi halinde, suya sabuna dokunmayan, küçük, şirin bir köymüş Bu köyün ahalisi ava çok meraklıymış; ille de keklik avına…

Ha bir de; bu köyde, özü sözü doğru, dili dualı, ak sakallı; Derviş Baba namıyla bilinen, bir ihtiyarcık yaşarmış

Derviş Baba, ahalinin bu keklik avı merakına pek bi içerlenirmiş amma, onların merakının derecesini bildiğinden sesini de çıkaramazmış pek

Köyde hemen hemen her evde bir avcı kekliği bulunurmuş Avcı kekliği dediğin ne ki; güzel ötüşlü kafeste yaşamaya alıştırılmış dişi bir keklik işte

Kafeste yaşayacak, yemini, suyunu başkaları sunacak, almadan vermek olur mu, madem veriyor insanoğlu karşılığını elbet alacak

Avcı; kekliği kafesiyle çalıların arasına koyacak, kendisi pusuya yatacak İşte o zaman keklik yediğinin hakkını verecek En güzel sesiyle ötecek Onu duyan kafese girmemiş özgür keklikler, bu güzel sesli dişinin, fettanca davetine kanacak Üçü beşi birden etrafına toplanacak Onlar kur yaparken kafesteki kekliğe, yattığı pusudan avcı basacak tetiğe; keklikleri vuracak Sonrada oturup afiyetle yiyecek Avcı sindirirken özgür keklikleri midesinde, cak cak ötecek avcı kekliği kafesinde
İşte av dedikleri de, avcı dedikleri de, avcı kekliği dedikleri de bundan ibaret Alınacak çok ders var, bu durumdan elbet

Anlayana anlayana anlayabilene

Neyse Velhasıl-ı kelâm; bu köyde av da, avcı da, avcı kekliği de bolmuş vesselâm

Hele içlerinden birinde öyle bir avcı kekliği varmış ki; dillere destanmış Amma öyle böyle değil canım Yani anlatılır gibi değilmiş Bin bir çeşit hüneri, kınalı kınalı tüyleri varmış Hele hele bir ötüşü varmış ki; can dayanmazmış canım İnsanı mest eder kendinden geçirirmiş

Sahibi ona kınalı yapıncak dermiş Alırmış gün aşırı kafesi eline, köy meydanından geçermiş gerine gerine, ava gidermiş Ahali ardından baka kalır, kekliğin sahibine imrenirmiş Anlayacağınız bütün köylünün gözü bu keklikteymiş

Gel zaman git zaman; kınalı yapıncağın sahibi sıkışmış paraya, boşuna koşturmuş durmuş oraya buraya Kimden yardım istediyse ters yüz edilmiş, üç-otuz paraya avcı, mahkum edilmiş Adamcağız sonunda çaresiz kalmış, kınalı yapıncağı açık arttırmayla satışa çıkarmış

İşte o zaman anlamış köylünün gerçek niyetini bilmiş ki alacaklar elinden Kınalı kekliğini Yardım dilediğinde ters yüz edenler “gücümüz yok yardıma” diyenler açmışlar keselerinin ağzını, birer birer

Açık arttırma epeyce yüksek bir fiyattan başlamış çok kısa sürede acayip rakamlara ulaşmış Amma bildiğiniz gibi değil Herkes birbiriyle yarışta Arttıran arttıranaKıran kırana Görülmemiş böyle bir açık arttırma Millet neredeyse evdeki yatağını yorganını satacak ille de bu kekliğe sahip olacak

Artık son raddeye gelinmiş elenenler elenmiş Kınalı yapıncak satıldı satılacak

Derken Kalabalığın ardından gür bir ses yükselmiş:

- Kim ne verirse ben bir fazlasını veriyorum o kekliği ben satın alıyorum!

Bir sessizlik çökmüş ortalığa dönüp bakmışlar sesin geldiği tarafa bir de ne görsünler; Derviş Baba Şaşırmışlar Hem de çok şaşırmışlar

- Yahu bu Derviş Baba ne yapacak bu kekliği acaba? Ne avdan anlar ne avcılıktan!

Demişler Derviş Baba ahalinin şaşkın bakışları arasında gelmiş kekliğin yanına vermiş koc-ca bir kese dolusu tekliği almış sahibinden kekliği

Sonra elinde kafes dönmüş kalabalığa şöyle seslenmiş:

- Ey ümmet-i Muhammed! Ey milletim! İçinizde en yaşlı olanı benim!

- Sensin Derviş Baba!

- Bu güne kadar size hiç yalan demedim, asla ihanet etmedim!

- Etmedin Derviş Baba!

- Hainleri hiç mi hiç sevmedim!

- Sevmedin Derviş Baba!

- Şimdi bu keklik benim mi?

- He Derviş Baba senin!

- Şimdi ben buna istediğimi eder miyim?

- He Derviş Baba edersin!

Bunu duyunca ak sakallı koca derviş çekip besmeleyi kekliğin başını koparıvermiş Ahali bu işi dehşet içinde seyretmiş Şaşkınlıktan sesleri solukları kesilmiş Kimi öylece, suskun, baka kalmış kimi ah-vah edip ağlamış

Sonra içlerinden Derviş Baba’ya en yakını ilk toplayan başına aklını:

- Aman Derviş Baba, can baba, canım baba! Ne istedin keklikten, niye kopardın başını?

Demiş Derviş Baba gayet sakin dönmüş adama şöyle bir bakmış Sonra adamın sırtını sıvazlamış

- O bunu çoktan hak etmişti… Çünkü o; kendi milletine ihanet etmişti!

Demiş İşte o zaman milletin aklı suya ermiş Üç gün üç gece düşünmüşler, taşınmışlar ak sakallı koca Derviş’e hak vermişler keklik avını hepten tergemişler

Evvet canlarım, ciğerlerim, değerli dostlarım, saygıdeğer dinleyenlerim Bu nak’lettiğimiz bir meseldi, meseldi ya; şu cennet yurdumuzda dinleyene mesel gibi gelen daha nice gerçekler var öyle değil mi ya…

Dememiz o ki; her güzel ötüşlü kuşa kapılmayın, her dili ballıya kanmayın, zira avcılar pusuda bizi beklemekte

Haydi kalın sağlıcakla… Yarınlarınız umutlu, günleriniz aydınlık, bahtınız açık, gıdanız muhabbet ola; sürç-ü lisan ettiysek aff’ola

Hoşça kalın…
Dostça kalın
Sevgiyle yaşayın
Vesselâm


NOT: Baskı aşamasında olan “VESSELÂM (Avcı Kekliği)” adlı ikinci kitabımda yer alan bu kıssayı seçim atmosferine girdiğimiz şu günlerde (kitap eylül ayında dağıtıma verilecek) ForumBilgeNesil okuyucularıyla paylaşmak istedim

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Politika Hikayeleri

Eski 08-15-2009   #4
TiFus
Varsayılan

Cevap : Politika Hikayeleri



Kayıkçı Mustafa

Babamdan dinlemiştim vakti zamanında bu hikayeyi
Bu günlerde tekrar aklıma düştü ne hikmetseKüçük
olmasına rağmen önce Doğukana anlattımPek birşey
anladığını sanmam ama ben sizlerle paylaşayım da
isteyen istediği dersi çıkarsın
Efendim Osmanlı döneminde İstanbulda geçer olay
Malum 4Murat çok sert ve celalli biriAra sıra
tebdil-i kıyafetle halkın arasına karışır etrafı
dinler, halk ne yapıyor ,ne düşünüyor diye araş-
t ırırmışGünün birinde yine kimseye gözükmeden kıyafet değiştirerek saraydan çıkmış Eminönünden
Yemişçi iskelesine varıp karşıya(Anadolu yakasına)
geçmek için bir kayığa binmişDedik ya 4Murat sert yapılı,yasaklarıyla meşhurDevrinde sigara
dahil olmak üzere bilumum keyf verici maddeler ya-
saklanmış olup içki ve sigara içerken yakalanan
kişiler acımadan cezalandırılırdı Kayıkçı denize
açılır açılmaz hemen çıkarmış tütün tabakasını
4Murad`a da uzatıvermişYak bre Çelebi diyerek
Sultan:Padişah bunu yasaklamışYakalanırsan büyük
cezası varBilmezmisin deyince;Kayıkçı Mustafa ;
O sarayında oturur,halkın ne yaptığını,ne çektiği-
ni nerden bilecekSen çekinme yakıver deyivermiş
Seyahat esnasında sarayda dönen entrikalardan tutunda vezirlerin yediği rüşvete kadar herbir
şeyi anlatıvermiş bizim saf Anadolu çocuğu kayık-
çı Mustafa
Saraya dönünce ilk işi kayıkçıyı çağırtmak olur PadişahınTez gidip Yemişçi iskelesinden Kayıkçı
Mustafa namındaki kulumu getiresiniz derAsker
emir alır da dururmuYaka paça getirilir ve huzura çıkarılır neye uğradığını bile anlamadan zavallı
Bakar ki gündüz kayığına binen ve yanında her bir
şeyi konuştuğu kişi tahtta oturuyorŞaşırırAma bozuntuya vermezNasılsa olan olduTükürdüğünü
yalamanın anlamı yok derPadişah sorar;Benim ve
zirlerim rüşvet yermi?Cevaplar eğilip bükülmeden Kayıkçı MustafaRüşvetsiz iş yapmazlar diyeherkes
korku içindeNe sorarsa Padişah hiç çekinmeden doğrusu doğrusuna cevaplarArtık kurtuluş yok
Hiç olmazsa doğruları söyleyeyim diye düşünür galiba4Murat sert ama idareciYanımda doğruyu
söyleyecek insanlara ihtiyacım var diyerek ferman
buyururSeni kendime vezir yaptımBana hep böyle doğruyu söyleyeceksin derKayıkçı Mustafa Vezir olurda boş dururmuOda hemen bir ferman yazdırırEski mahalle halkına hitabenEy insanlar
Bundan böyle her kim vefat ederse bana haber verilmeden defnedilmeye diyeO günden sonra eski
mahallesinden bir kişi vefat ettiğinde kendine haber verilir,gelir kulağına birşeyler fısıldar ve şimdi defnedin der gidermişEhBizler oldum
olası meraklı MilletizdirAlmış herkesi bir merak
Bu adam ölünün kulağına ne fısıldadı,ne dedi diye
Sonunda mahallenin delikanlılarından birinin ak
lına güzel bir fikir gelirYahu merak etmeyinBen ölü numarası yapayımHaber verin gelsinNe dediği
ni öğrenelim derHaber verirler ve gelir eski ka
yıkçı,yeni vezir MustafaÖlünün kulağına eğilir ve
söyler;Sen şimdi öldün,öte Dünya ya gidiyorsun
Sana orda sorarlar; Dünyada ne var ne yok diye
Onlara Kayıkçı Mustafa Vezir olduOranında düzeni tadı kalmadı deyiver,onlar gerisini anlarlar deyi-
vermiş
Dostlar Dikkatli olmakta fayda varGünümüzde Kayıkçı Mustafalar çoğaldıİlgilenenlere duyuru
lur

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Politika Hikayeleri

Eski 08-15-2009   #5
TiFus
Varsayılan

Cevap : Politika Hikayeleri



11 Eylül`den Kaçış

Karlı bir gündü Rüzgar ıslıklar eşliğinde esmeye devam ediyordu Karşı yan yoldan gelen motosikletli polisler acaba onlara mı gülüyorlardı? Bavulların tekerlekleri bu kaygan yollarda pek de iyi işlemiyordu Ağırlığın bir ölçme biriminden çok daha fazla bir şey olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu O bir felsefe profesörü olarak ağırlığı her zaman özgürlüğün karşısına koymuş ve özgürlüğün çevikliğini ağırlığın yavaşlığıyla ölçmeye çalışmıştı Bu ağırlıklardan nasibini almış on iki yaşındaki kısa kıvırcık saçlı kızına baktı Bu durum karşısında neler hissettiğini kendisine daha sonra sormaya karar vermiş gibi, tüm enerjisini bavulları daha hızlı bir şekilde taşımaya yoğunlaştırdı
- Haydi, kızım biraz daha gayret Kanada sınırını geçmek üzereyiz
Kız sadece “Tamam baba” diyebildi ve gözlerini derhal babasından kaçırdı
On dakikalık bir yürüyüşten sonra Kanada sınırını geçmiş bulunuyorlardı Bir sınır çizgisi sıradan insanlar için bir coğrafi tanımdan başka ne ifade ederdi ki? Oysa tarihin kalbi daima sınırlarda atmamış mıydı? Nice akan insan kanı sadece sınırların korunmasına veya genişletilmesine adanmamış mıydı? Sınırları bir hapishane duvarına çevirmek tarihte ilk olarak kimin aklına gelmişti acaba? Evet karşılarındaki işaret artık Kanada’da olduklarını söylüyordu Bu işareti bir kurtuluş muştusu olarak mı yoksa gönüllü sürgünün bir başlangıcı olarak mı yorumlamak gerekirdi? Aslında ailesinin başına gelenlerden dolayı sadece ve sadece yorumlar suçlu değil miydi? Ülkesinden kaçış serüveninin sebebi, hayatı, tabiatı, kainatı, parlak yıldızlarla süslü gökyüzünü, tarihi, Tanrı’yı, insanı ve 11 Eylül’ü, hakim zihniyetten farklı yorumlama hakkını kullanmaktan başka neydi ki? Ellerinden düşünme yetisi alınmış, medyanın her dediğini bir maymun gibi taklit eden, eleştirmeden benimseyen, tanımaktansa tapınmayı yeğleyen yığınlar değil miydi onun kaçtığı şey? Arkasında bıraktığı bu koca ülke gerçekten de Emerson ve Henry Thoreau’nun mirasından nasıl bu kadar çabuk uzaklaşmayı başarmıştı?
Bu dondurucu soğuğun vücudunu titretmemesi ilginçti Kahverengi gözlü, siyah tenli güzel kızı da çok üşüyor görünmüyordu Küçük kızı bu yolculuğu kendi dünyasında nasıl anlamlandırıyordu acaba? Nihayet Kanada sınır konsolosluğu tam karşılarındaydı Yavaşça kapıyı aralayan adam önce küçük kızının içeriye girmesini sağladı Sıcak bir hava dalgasının yüzlerine çarpması ikisinin de hoşuna gitmişti İçeride yüksek bir masanın arkasında duran orta yaşlı sarışın, gözlüklü bir bayan ve sarışın genç adam önlerindeki bir grup insanla ilgileniyorlardı Adam bavullarını itinayla bir duvar kenarına yerleştirdi
- Acıkmış olmalısın, kızım Çantada bir parça ekmek, krem peynir ve bir kutu meyve suyu var Gel şu masada bir şeyler yiyelim
Küçük kız sadece sessizce başını salladı Belli ki olan bitene bir anlam vermeye çalışıyordu Son bir hafta içinde yaşananlar küçük bir kızın sindirebileceğinden oldukça fazlaydı Hayatta sahip olduğu tek bir kimsesi vardı küçük kızın ve o da babasıydı Onun kaderi babasının bakışları arasında şekilleniyordu Bu bakışlar son zamanlarda ona gelecek adına pek iyi şeyler telkin etmiyordu Tek bildiği babasının hayatının tehlikede olduğuydu
Adam boşalan masayı görür görmez yemeğini bitirmeden yerinden kalktı ve oraya doğru yöneldi Karşısında az önce gördüğü genç adam vardı
- Merhaba, bayım
- Kanada’ya hoş geldiniz Size nasıl yardımcı olabilirim?
- Şey, benim hayatım ve dolayısıyla da kızımın hayatı tehlike altında Biz Kanada’ya iltica etmek istiyoruz
- Anlıyorum İltica uzun yasal bir süreç Bu yasal süreç sonuçlanıncaya kadar Kanada devletinin güvencesi altında olacaksınız Şimdi size bir form vereceğim Kızınız ve kendiniz hakkında her şeyi lütfen en doğru şekilde yazıp, buraya getirin Anlaşıldı mı?
- Tamam, sorun yok

Formları alan adam tekrar masaya yöneldi Kızının ve kendinin pasaportunu, taşıdığı evrak çantasından çıkardı ve bir kitabın üzerine koyduğu formu dikkatlice doldurmaya başladı Uzun bir formdu bu ve kendi ülkesinden kaçış hikayesini de içeriyordu Formu doldurmak yaklaşık bir saatini almıştı Yine masanın önüne yönelmişti Elindeki belgeyi görevli memura uzattı
- Pardon bayım, forma gerekli tüm bilgileri yazdım
- Güzel, hikayenizi de eklemişsiniz Ayrıca İngilizceniz de çok etkileyici Yazar ya da öğretmen olmalısınız
- Şey ben üniversitede felsefe profesörüydüm
Formu inceleyen genç konsolosluk görevlisinin yüzünde bir anda büyük bir şaşkınlık belirdi Okuduğu bir şeye takılmış gibiydi
- Affedersiniz, siz bir Amerikan vatandaşısınız değil mi? Pasaportlarınızı görebilir miyim?
- Tabi ki
Pasaportları dikkatlice inceleyen memurun şaşkınlığı dinecek gibi değildi
- Şey, evet gerçekten de siz Amerikan vatandaşıymışsınız
- Bunda yanlış olan şey ne?
- Hayır, beni yanlış anlamayın Sadece bir Amerikan vatandaşının Kanada’ya iltica etmesi pek de alışık olduğumuz bir durum değil
- Ya öyle mi?
- Her neyse siz şimdi yerinize oturun Merak etmeyin, ben işlemler biter bitmez sizi haberdar edeceğim
Genç Konsolosluk görevlisi derhal telefonun tuşlarını çevirmeye başladı
- Merhaba Bay Brown, size bir şey danışmak istiyorum Şu anda iltica talebinde bulunan bir Amerikalı var burada
- Bir Amerikalı mı dedin? Nasıl biri?
- 50 yaşlarında, uzun boylu, gözlüklü, saçlarını kazıtmış siyah bir Amerikalı Aksanı çok düzgün Ve üstelik de bir profesör Ayrıca yanında 12 yaşında olan bir kızı da var
- Ne dedin, Amerikalı bir profesör? Aklını mı kaçırmış bu adam? Nesi var bu adamın?
- Bilmiyorum, Bay Brown İltica başvurusunu işleme koymamı ister misiniz?
- Hayır, öncelikle bu adamın tüm belgelerini odama gönder Nasıl bir hikayesi var merak ettim doğrusu Gerek görürsem kendisiyle de baş başa görüşmek isteyebilirim Anlaşıldı mı?
- Tamam Birazdan görüşürüz
Vakit hayli ilerlemişti Dışarıda yağan kar biraz hızını kesmiş, rüzgarın sesi ise gücünü kaybederek sanki sevgililer arasındaki fısıltılara dönüşmüştü James işlemlerini takip ettiğini düşündüğü genç memuru zaman zaman bakışlarıyla yokluyordu Konsoloslukta herkesin işi hallolmuş, sadece o ve küçük kızı kalmıştı İşlemleri neden bu kadar çok zaman almıştı ki? Acaba Amerikan istihbaratından kendisi hakkında bir takım gizli bilgiler mi edinmeye çalışıyorlardı? Bildiği kadarıyla bu mültecilerin durumlarını düzenleyen insan hakları kurallarına aykırı bir şeydi Ancak o, bazı yasaların kağıt üzerine geçirilmesi ve uygulanması arasındaki makas farkını gayet iyi bilecek bir yaşam deneyimine sahipti Dünyanın en özgür sayılan ülkesinde, dahası özgürlük adına dünyayı yeniden tanzim etme görevine soyunmuş bir ülkede, fikirleri yüzünden ölüm tehditleri almış ve bu tehditlerin uygulamaya geçirildiğini düşündüğü için ülkesini terk ederek Kanada’ya iltica başvurusunda bulunmaya karar vermişti Güzel ve süslü bir çok kelimenin gerçeğin ilk ışıklarıyla beraber ne kadar çabuk çürümeye yüz tuttuğunu hayatın dizlerinde öğrenmişti
Küçük kızı Lora gerçekten de çok yorulmuştu Son resmini uykulu gözlerle karalayan küçük kız başını babasının dizlerine yaslayarak uykuya teslim oldu Dışarıda hava kararmaya başlamıştı James belgelerini teslim ettiği masada artık genç adamı göremiyordu Onun yerini Meksikalı kadınları andıran orta yaşlı, hafif tombul bir bayan almıştı James kızının başını yan yana getirdiği iki sandalyeye usulca yasladı ve yine doğruca masaya gitti
- Pardon, vakit çok geç oldu Gördüğünüz gibi kızım uyumaya başladı ve dosyalarımız bize halen teslim edilmedi Bize ne olacak böyle? Bu geceyi nerede geçireceğiz biz?
- Nerede kalacağınız konusunda endişelenmenize gerek yok İşlemleriniz saat 10’a kadar bitmezse sizi bu gece yakınlarda bir otele yerleştiririz Yok eğer daha önce biterse geçici bir süreliğine sizi barınma evlerimizden birinde misafir edeceğiz
Görevli kadın tüm bu bilgileri gayet nazik bir ses tonuyla ve yüzünden hiç eksik etmediği bir tebessümle vermişti James bir başka soru soracaktı ki, aniden telefon çaldı Görevli kadın kısa bir konuşmanın ardından telefonu kapattı ve
- Şey müdür bey sizinle odasında özel olarak görüşmek istiyor
- İyi ama gördüğünüz gibi kızım uyuyor Onu bu halde yalnız bırakamam
- Kızınız için endişelenmeyin, ben ona göz kulak olurum Ama önce lütfen beni takip edin
James, Meksikalı olduğunu tahmin ettiği bu kadını izlemeye koyuldu Açılan bir kapıdan o ana kadar varlığından haberdar olmadığı, dar fakat çok uzun olmayan bir koridora girdi Koridorun her iki yanında bazı odalar vardı Görevli kadın koridorun sonunda soldaki kapıyı yavaşça araladı
- Bay Brown size bahsettiğim bey geldi
- Onu hemen içeriye alın Teşekkürler
James içeriye girdiğinde karşısında kendi yaşlarında kısa boylu, şişman, gözlüklü, hafif sarışın bir beyle karşılaştı Oda bir müdür odası için fazla geniş ve modern sayılmazdı Bilgisayarlı bir masa ve önünde iki sandalye ve bir de üç kişilik siyah deri bir koltuk vardı Duvardaki Kanada bayrağı ve sürrealist bir resim tablosu dikkatinden kaçmadı Müdür James’i ayakta karşıladı
- Hoş geldiniz, şey…
- Adım James, James Parker
- Benim adım da Colin Brown Ben burada mülteci komiser şefi olarak görev yapmaktayım Şöyle oturun lütfen? Bir şey içmek ister misiniz bay James?
- Hayır, teşekkürler Ben hemen konuya girilmesini tercih ederim Vakit hayli geç oldu ve kızım solonda uyuyor
- Kızınız için üzülmeyin O emin ellerde Gelelim konumuza
Odada kısa süren bir sessizlik oldu Aslında James sorunun ne olduğunu tahmin edebiliyordu
- Şey biliyorsunuz, Kanada her sene kendi ülkelerinde işkence ve ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olan binlerce insana kucak açar ve yasal bir süreçle durumlarını sonuçlandırmaya çalışır Bu aşamalar tamamlanıncaya kadar bu insanların sağlık, eğitim ve geçinme gibi tüm insani ihtiyaçlarını uluslararası yükümlülükler doğrultusunda gidermeye çalışır Benim de burada yaptığım şey bu yasal sürecin başlamasını sağlamak ve bu anlamda tüm mültecilere yardımcı olmak
- Ülkelerinden değişik nedenlerle ayrılmak zorunda kalan insanlara yardım ediyorsunuz Manevi tatmin boyutu çok yüksek olan bir iş yapıyorsunuz
Bay Brown karşısında oturan siyahi adamın çehresine daha dikkatlice baktı Bu adamın gözlerinde farklı, derin bir bakış vardı ve bu bakıştaki mananın asalete mi yoksa hayatı ciddiye almayan bir alaycılığa mı yakın olduğunu düşündü Her halükarda karşısındaki kişi Amerikalı bir profesördü ve onun derslerden bunalarak macera arayan bir kaçık mı yoksa gerçekten korunmaya ihtiyacı olan bir mülteci mi olduğuna karar vermek için konuyu zorlu bir mecraya çekmesi gerekiyordu
- Bakınız, sizinle açık konuşacağım Belgelerinizi inceledim ve hikayenizi okudum
- Umarım Amerikan istihbaratından hakkımda bilgi almamışsınızdır
- Hayır, bu insan hakları ihlaline girerdi Bizim için asıl olan sizin bize anlattıklarınızdır Ayrıca ben burada söylediklerinizi yargılayacak makam değilim Bu daha önce de size belirtildiği gibi uzun süren yasal bir süreç Bu süreçte sizin kendi avukatınız, savcılar ve bu konuda uzman hakimler olacak Bizim tek yaptığımız bu süreci başlatmak Yani bizi hiçbir konuda ikna etmeniz gerekmiyor
- Buna sevindim Zira şu an kimseyi ikna edecek halde değilim Gerçekten de çok yorgunum Son bir haftadır doğru dürüst uyku uyuyamadım
- Bu bir sorgulama değil, sadece yanlış anlaşılmayı engellemek için sizinle biraz sohbet etmek istiyorum Bu göçmenlikle ilgili son yapılan düzenlemeler açısından da bir gereklilik
James sözün nereye varacağını ve hiçbir şekilde içinde yer almak istemediği bir diyalogun parçası olacağını anlamıştı Gözünü sehpanın üzerinde duran kül tablasına çevirdi Hiçbir sigara izi yoktu Acaba bu odada sigara içiliyor muydu? Bay Brown, James’in ne yapmak istediğini anlamış gibi araya girdi
- Üzgünüm bu odada sigara içilmiyor Kül tablası sizi aldatmasın O sadece bir süs… Benim öğrenmek istediğim şey Amerika’dan Kanada’ya neden iltica etmek istediğiniz
- Neden mi? Amerika’dan Kanada’ya benden başka iltica etmeye gelen yok mu? Benim bildiğim kadarıyla her gün yüzlerce değilse bile onlarca insan Amerikan sınırını geçip Kanada’ya iltica ediyor
- Evet ama onların hiç biri Amerikan vatandaşı değil Onlar farklı ülkelerden geliyorlar ve Amerika’yı sadece Kanada’ya geçmek için bir araç olarak kullanıyorlar Bir de son günlerde birkaç Amerikan vatandaşı Müslümanla karşılaştık Amerika’da 11 Eylül sonrası bazı olumsuz tepkilerden korkup kaçanlardı bunlar Beni mazur görün, Kanada’da kesinlikle bir insana dini ayrımcılık olarak algılanabilecek sorular sorulmaz ama siz Müslüman mısınız?
- Hayır değilim ama ne fark eder ki? Ben baskı ve zulmün gerçek bir din ayrımcılığı yapacağına zaten hiç inanmadım
- Bakın görevimizin bir parçası olarak eşyalarınızı inceledik, ve bavulunuzda bir çok kitap gördük Bu kitapların büyük bir bölümü Marcuse, Adorno, Erich Fromm, Habermas, Horkheimer gibi Frankfurt Eleştirel Felsefe Okulu temsilcileri tarafından yazılmış
James’in bakışları şimdi hafif bir tebessüm örtüsüne bürünmüştü Bu tebessümün karşısındakini mahcup edecek bir tür alay olarak algılanmaması için hemen söze başladı
- Beni yanlış anlamayın ama sanırım siz de felsefeye ilgi duyuyorsunuz, doğru mu?
- Evet, ama doğrusu okumalarım o kadar da derinlikli değil Yine CV’nize eklediğiniz bilgilere ve pasaport işlemlerinize bakılırsa siz iki haftada bir Londra’ya uçuyormuşsunuz Çünkü tam zamanlı olarak çalıştığınız New York Devlet Üniversitesi yanı sıra, Londra’da bir özel üniversitede de dersler veriyormuşsunuz Yani siz uçan bir profesörsünüz
- Evet zaman zaman yeryüzünün ikiyüzlülüğünden sıkılıp gökyüzünün sonsuzluğunda teselli aradığım olur ama bunda bir mahzur mu var?
- Elbette hayır Espritüel bir kişiliğiniz var Bu iyi Benim merak ettiğim şey bu kadar saygın bir pozisyonda olan Amerikan vatandaşı bir profesörün neden Kanada’ya iltica etmek istediği Ben şu Montreal’de Amerika’da bir üniversitede çalışmayı canı gönülden isteyen onlarca üniversite öğretim görevlisi tanıyorum
- Sanırım hikayemi okudunuz ve cevabı da biliyorsunuz
- Ben sizin ağzınızdan dinlemeyi tercih ederim Hikayenizde bazı devlet ajanları tarafından öldürülmek istendiğinizi söylüyorsunuz ama yine de tüm bunlar pek açık değil Bay James, Amerika gibi dünyanın en özgür ülkelerinden birinde bizzat devlet neden sizi ortadan kaldırmak istesin ki?
James hafifçe başını salladı Korktuğu başına gelmişti En azından ortada beklenmedik sürpriz bir durum yoktu Hem o son iki yılda kendi ülkesinde yaşadıkları sayesinde sürprizlere karşı daima hazır olmayı da öğrenmişti Hafif bir iç çekerek sözlerine başladı
- Yaşadığımız dünyada bir çok şey öyle göründüğü gibi değil Şahsen ben özgürlüğün Amerika’da bir yanılsamadan başka bir şey olmadığı kanısındayım Kapalı bir salonda, kuşu salıvermeyi bir özgürlük mahareti sanan bir medeniyetin yaratıcısı olmakla boşuna övünüyoruz Özgürlük insanın kendini tanımasıyla başlar Biz ise kendimizden uzaklaşmayı özgürlük olarak görüyoruz Ruhlarımızın gökdelenlerin bodrumuna sıkıştığını ise bir türlü fark etmek istemiyoruz Ruhlarımızdaki boşluklar en yüksek gökdelenlerin dolduramayacağı kadar derin, ama bunu anlamak isteyen yok gibi Özgürlük ile serserilik arasındaki ince çizgiden habersiz bir şekilde yaşayıp gidiyoruz Hayatımız bir manadan özgür, kalplerimiz sevgi ve merhametten özgür, kadınlarımız şefkatten özgür ve liderlerimiz en ufak insanlık kırıntılarından dahi yoksun Oysa özgürlük yoksun olmak değil Aksine özgürlük sahip olmakla başlar Neye? Her şeyden önce kendimize… Kendi benliğimizi bir zindana çevirdikten sonra özgürlük adına salvolar atıp ülkeler işgal ediyoruz Yüksek teknolojimizle tabiatı tahakküm altına almaya çalışarak özgürlüğe ihanet ettiğimizin bilincine varamıyoruz İşte ben hürriyetin içini boşaltan bu özgürlük anlayışını, gerçek özgürlük adına reddediyorum
Bay Brown’ın yüzündeki ifade aniden değişmişti Karşısında konusunda otoriter bir düşünür vardı ve onun sırlarını çözmek için önce onun fikirlerini anlaması gerekiyordu Bir öğrencinin saygı dolu yüz ifadesini giyinerek sordu bu kez
- Bağışlayın beni ama söylediklerinizi anlamakta güçlük çekiyorum Kendine has fikirleri olan çok özgün bir kişi olduğunuz açık Ama sanırım bir bilim adamı olarak bilimin ve teknolojinin bize sunduğu nimetlerden vazgeçmek istemezsiniz?
- Bilim ve teknolojinin nimetlerinden faydalanmak ile bilimi kutsal bir ineğe, teknolojiyi ise tanrısız modern bir tapınağa çevirmek arasında çok büyük bir fark var Biz Bacon ve Descartes’tan beri bilginin insanı özgürleştireceğinden dem vurduk Rönesans ve Aydınlanma Felsefesi bu amaçla hayata geçirildi Bugün ise geldiğimiz bu noktada bilgiyi özgürleşme ile eşleştiren çok az aydın var Bacon bilgiyi güç olarak görüyordu Biz bir adım daha ileriye giderek güçle hakkı aynı potada erittik Eğer güçlüysen bu dünyada istediğini yapma özgürlüğün var İngiliz filozof, Betrand Russel’ın da itiraf ettiği gibi, bu bilgi ve teknoloji anlayışı, bugün bizi büyük bir uçurumun kıyısına getirip bırakmıştır Dün insanlık Hiroşima ve Nagazaki’yi gördü Yarın tüm dünyanın bir düğmeye basılmak suretiyle yok edilmeyeceğini bize kim garanti edebilir? Alexis Carrel’ın deyişiyle, modern medeniyet insan için bir ev inşa etti, ama bu ev insanın özellikleri ve en asli ihtiyaçları göz önüne alınmadan inşa edildiği için insan ruhuna uymuyor Dilerseniz bu defa ben size bir soru sorayım, böylece konuşmamızı bir tür monolog olmaktan çıkararak onu diyaloğa dönüştürelim Sizce Aydınlanma Felsefesinin üstatlarından olan John Stuart Mill ile Jules Ferry’nin aynı zamanda koloniciliğin en ateşli savunucuları olması sadece bir tesadüfle açıklanabilir mi?
Bu soru Bay Brown üzerinde soğuk duş etkisi yapmıştı Konuşmasına hafiften kekeleyerek başladı
- E şey, ben aslında bu konuda fazla malumat sahibi olduğumu söyleyemem Ama nereye varmak istediğinizi sanırım anladım
Profesör karşısındakinin bilgisizliğini yadırgamayan bir ses tonuyla konuşmasını sürdürdü
- Evet geldiğimiz noktada, Psikolog John Dewey’in tespitiyle, bugün insan, edindiği onca bilgi yığınına rağmen, tarihin her döneminden daha güçsüz Bilgi insana tek başına bir anlam bağışlamaz ve yine büyük psikolog Victor Frankl’ın da belirttiği gibi insan için anlamsız bir hayatın yükünü taşımak çoğu zaman mümkün değildir Bilgimizi ne için kullanmamız gerektiğini bize kim söyleyecek? Ayrıca bu bilgi birikimine nasıl güvenebiliriz? Bu bilgiyi biz hangi akılla edindik? Neden Descartes’ın aklına sarılırken, Pascal’ın kalbini unuttuk? Aklımız bizi inancın ve sevginin yoluna götürmüyor diye, inancı ve sevgiyi aklın afyonu olarak görmekten ne zaman vazgeçeceğiz? Neden Sartre ve Camus akıldan şikayet edip absürde sarılmayı tercih etti? Nietzsche alacakaranlıkta hangi putları yıkmaya çalışıyordu? 11 Eylül’ü gerçekleştirenler gerçekten Müslüman teröristler miydi? Eğer onlardıysa neden ikiz kuleleri vurmayı seçmişlerdi?
Bu son söylenenler, Bay Brown’ı oldukça rahatsız etmişe benziyordu Yerinden doğruldu Bu defa yüzünde ve ses tonunda bir öğrenci edasıyla takındığı o saygılı ifadeden eser yoktu
- Bu ilk bahsettiklerinizle sonuncusu arasındaki bağlantıyı anlayamadım Yanılmıyorsam, 11 Eylül terörist saldırısını savunur gibi bir noktaya geldiniz, doğru mu?
Profesör muhatabında aradığı cevheri bulamamış bir madencinin ezikliği içinde parmağındaki altın yüzüğü gevşeterek sözlerine devam etti
- Hayır, benim demek istediğim şey, bize her söylenen şeye, düşünmeden, sorgulamadan ve eleştirmeden inanma ucuzluğundan kaçınmamız gerekiyor Düşüncenin ucuzlaması insanlığa çok pahalıya mal olur Düşünce kuşu, yüksekte, dağların zirvesinde uçmayı sever Onu ucuz yargıların kafesinde yaşatmanıza imkan yoktur Ben Frankfurt Eleştirel Felsefe okulunun bir bağlısıyım, neden? Çünkü Eleştirel felsefe insana her şeyi eleştirme yetisini kazandırıyor Eleştiremeyen insan gerçekte asla özgür olamaz Bu yüzden ben en güvendiğimiz fikirleri bile eleştirmekle işe başlarım Marksizmi eleştiririm; zira Marksizm insan iradesinin tapusunu üretim araçlarının eline vermiştir Kapitalizmi eleştiririm; zira Kapitalizm insan onurunu ve emeğini sermayeye endekslemiştir Egzistansiyalizmi eleştiririm; zira Egzistansiyalizm insanı özgürlüğün elinde bir oyuncak yapmıştır Postmodernizmi eleştiririm; zira Postmodernizm Afganistan’ın ve Irak’ın işgal edilmesini sadece zihin egzersizleri eşliğinde seyretmekle yetinmiştir Hristiyanlığı eleştiririm; zira Hristiyanlık imanın gücünü insanın sefaletinde ve mutsuzluğunda aramıştır Freud’u eleştiririm; zira Freud insan ruhuna olan yabancılığını cinselliğin ateşinde yakmaya kalkmıştır İnsanı genlere indirgeyen ve hayvanlara laboratuarda işkence ederek ilerlemeyi marifet sayan bir bilim anlayışı da, kendine tapan ve aşkı tanımayan mağrur bir akıl felsefesi de eleştiri oklarımdan nasibini alır 11 Eylül’ü eleştiririm; zira 11 Eylül dünyada benzeri görülmemiş ölçüde Amerikan yayılmacılığına ve zayıf halkların hiçbir delil gösterilmeden tahakküm altına alınmasına ve çocuk, kadın, yaşlı ayrımı yapılmadan şehirlerin misket bombaları eşliğinde vahşice yağmalanmasına ortam hazırlamıştır Bugün 11 Eylül’ün en büyük mağdurlarının Müslümanlar olduğu, kimse için yeni bir bilgi olmasa gerek
Bu sözler Bay Brown’ı daha çok rahatsız etmişti Elindeki kol saatine baktıktan sonra konuşmaya başladı
- Gerçekten de takdir edilecek bir felsefe kuramı bilginiz var Müslüman olmadığınızı söylüyorsunuz ama bu son sözlerinden Müslümanlara yakınlık duyduğunuz izlenimini edindim
- İslam ve Müslümanlar hakkında çok şey bildiğimi iddia edemem Ama en basit bir araştırma bile İslam dininin Batı dünyasında nasıl yanlış tanıtıldığını göstermeye yeter de artar bile Edward Said’in “Oryantalizm” adlı eserini okumak, Frants Fanon’un Cezayir’in işgal edilişi hakkında yazdıklarına bakmak, ve Richard W Southern’ın “Orta Çağ Avrupasında İslam Algısı” adlı eserine şöyle bir kısa göz atmak bile bize bu konudaki çarpıtma ve tahrifin boyutunu göstermeye yetecektir Örneğin siz, Müslümanların, Hristiyanların İsa’ya taptıkları gibi, Muhammed’e tapmadıklarını biliyor musunuz? Oysa İslam kelimesini yüzyıllarca batı dillerine “Mohammedanism,” (Muhammedilik) diye çeviren bizlerdik İslam’ın cihad kavramını, Müslümanların bu konudaki taleplerine inat, İngilizce’ye “holy war” (kutsal savaş) diye çevirmeye devam edip, onu mesela, Bernard Lewis’in anlamlandırdığı gibi mi anlamalıyız?
- Sizin gibi aydın bir profesörün, İslam ve Müslümanlar hakkında bu kadar övgü dolu sözler sarf etmesini aklım almıyor Kabul ediniz ki, İslam’ın öğretilerinden çok etkilenmişsiniz Müslüman ülkelerin dünyadaki konumlarına bakılınca doğrusu durumları pek de iç açıcı görünmüyor
Siyahi profesörün gözlerinde belli belirsiz bir tebessüm dalgalandı İnsanlar neden hep karşısındakini yanlış anlamaya bu kadar meyilli oluyor ve diğerlerini anlamadan yaftalama yoluna başvuruyorlardı? Profesör elleriyle gözlerini biraz ovuşturdu Konuşmalarında öfkesine hakim olmak ve konuşmayı normal seyrinde götürmek için kullandığı bir teknikti bu
- Doğrusu eğer Müslüman olsam veya İslam’a yakınlık duyuyor olsam bunu sizden saklama gereğini duymazdım Zaten ülkemde hiç kimseden çekinmeden söylediklerim yüzünden şu an buradayım ve sizinle konuşmaktayım Biz Batılılar nedense iyi ve yeni olan her şeyi kendimize atfetmeye bayılırız Bunu da ne yazık ki diğer medeniyetleri başkalaştırarak, hatta bazen şeytanlaştırarak yaparız Oysaki önyargılarımızı kuşanarak hakikate, tabi bir hakikat varsa şayet, ulaşmamız pek olası değil Bugün geldiğimiz noktada Batı medeniyeti sadece bizim ürünümüz değil Hintliler, Mısırlılar ve İslam medeniyeti olmasaydı bugün bir Batı medeniyetinden bahsediyor olamazdık İslam medeniyetinin Batı medeniyetine yaptığı katkıları kütüphanelerin tozlu raflarında araştıracak kadar vaktiniz yoksa buna üzülmenize gerek yok, sadece kullandığınız bazı kelimelere bakın Mesela Chemistry (Kimya), Algebra (cebir), zero (sıfır) gibi bilimin olmazsa olmazları köken olarak hangi dilden geliyor sizce? Söyleyeyim, Müslümanların bilim dili olan Arapçadan Bir çok batılı bilim adamı bugünlerde modern bilimin iki temeli olan deney ve gözlemin bile Batıya İslam aleminin hediyesi olduğunu yazıyor Roger Bacon neden acaba Arapça öğrenme gereğini duymuştu ki? Muhammed şayet Maxime Rodinson’un dediği gibi bir silah peygamberi ise, o zaman Almanların büyük edebiyatçısı Goethe, Rus edebiyatının zirve ismi Puşkin, İngiliz edebiyatının önemli ismi Bernard Shaw, tanınmış medeniyetler araştırmacısı Will Durant, Prens Bismark ve daha niceleri neden Muhammed’ten bu kadar çok etkilenip ona ve kurduğu medeniyete hayran kalmışlardı? Gördüğünüz gibi gerçekler o kadar gizemli değil, yeter ki biz aklımızı ve kalbimizi ona açalım
Bay Brown tekrar saatini yokladı Anlaşılan bu konuşmalardan biraz sıkılmıştı ve sanki konuyu değiştirmek için bahane arıyor gibiydi
- Bay James, sanırım konuyu çok dağıttık Sorduğum sorulara konuyu değiştirmeden biraz daha direkt cevap verirseniz sevinirim Zira sizi burada daha fazla alıkoymak istemiyorum Şu var ki yeni göçmenlik yasası iltica başvurularını işleme koymak için bizi bu soruları sormaya yetkili kılıyor
James bu son söylenilenlerde bir tehdit havası sezmişti Ama o da Kanada’ya iltica başvurusu yapmaya karar vermeden önce Kanada Göçmenlik Bakanlığının resmi internet sitesini incelemişti ve göçmenlik komiserinin dediklerinde haklı olduğunu bildiği için de ortada itiraz edecek bir durum yoktu
- Evet Bay James, lütfen bize kendi hikayenizi anlatır mısınız?
- Ben İkinci Dünya Savaşı sıralarında Almanya’dan Amerika’ya Nazi baskısından kaçan bir ailenin çocuğuyum Babam özgürlük için geldiği bu ülkeden oğlunun yine özgürlük için başka bir ülkeye sığınacağını o zamanlar nereden bilecekti? Çocukluğumun fakirlik içinde geçtiğini ve kitaplardan başka çok fazla arkadaşımın olmadığını hatırlıyorum Üniversiteye başladığımda annem buna çok sevinmişti Tek sorun babamın aynı kıvancı yaşayacak kadar uzun bir ömür sürememiş olmasıydı Üniversite yıllarında ilk defa kendimi, hocalarımı ve hayatı eleştirmeyi öğrendim Bu yıllarda Marcuse’nın “Tek Boyutlu İnsan” adlı eseri beni çok etkiledi ve kendimi yeni bir entelektüel ortam içinde buldum Bazı geceler sabaha kadar kitap okuduğumu hatırlıyorum İyi başlayamadığım üniversiteyi parlak ve başarılı bir öğrenci olarak bitirmeyi başarmıştım Üniversitede asistan olarak kalmam asla bir dalkavukluğun sonucu değildi Tüm hocalarım olaylara farklı bir perspektiften bakma kabiliyetimden dolayı bana övgüler diziyorlardı Önce mastır, sonra doktoramı başarıyla tamamladım Profesör olduğumda ise henüz otuz yaşına girmiştim Artık üniversitede yeri sağlam bir öğretim üyesiydim
Nietzsche gibi, çağa aykırı fikirlere her zaman sevdalı oldum Arkadaşlarım beni hep her şeye muhalefet olmakla suçlarlardı Yine de görüşlerimden etkilenen çok sayıda öğrencim oldu Bu yıllarda Amerika’nın göreceli özgürlük havasını birkaç uyarı kokan söz dışında ben de doyasıya teneffüs ettim
- Uyarıları kimden ve neden dolayı aldınız?
- Tabi ki üniversite yönetiminden Konferanslarda ve derslerde dillendirdiğim fikirlerin çok radikal olduğunu ve öğrencileri şiddete teşvik edebileceğini söylediler bana
- Bu yıllarda genel olarak derslerinizde ve konferanslarınızda ne konuşuyordunuz?
- Marcuse’dan alıntı yaparak modern insanın tek boyutlu bir varlığa döndüğünü, gençliğin cinsellikle uyuşturulduğunu, medyanın düzenbazlar tarafından halkları uyutmak için kullanıldığını, kapitalizmin bir sömürü düzeni olduğunu, insanın teknoloji sayesinde kendine yabancılaştığını, tabiatın elimizde fahişe bir kadın gibi muamele gördüğünü ve bizim teneffüs ettiğimiz özgürlüğün Afrikalı kardeşlerimizin kanıyla sulandığını ve benzeri şeyler
- İlk defa ne zaman ve nasıl ölüm tehditleri almaya başladınız? Yazınızda biraz bahsediyorsunuz, bunu detaylandırmanız mümkün mü?
- Yaklaşık olarak iki yıl önce, 11 Eylül’den hemen sonra Ben 11 Eylül’ün bir kurmaca olduğuna inandım ve bu konuyu derslerimde, konuşmalarımda öğrencilerimle tartıştım Bir de “11 Eylül’ün Gizemli Gerçeği” adlı bir kitap yazdım Bu kitapta düşüncelerimi açıkça ortaya koyuyordum Bir gece saat 12 sularında bir telefon aldım Bu yönde yaptığım konuşmaları devam ettirmenin hayatıma mal olabileceği söylendi bana Buna aldırış etmedim Ardından başka tehdit telefonları ve bunları takipler izledi
- Sizi kim takip ediyordu? Bu konuda polisle irtibata girmeyi denediniz mi?
- Beni kimlerin takip ettiğini bilmeme imkan yok Polisle görüştüm elbette ama bu konuyu geniş bir şekilde araştırdıklarını söylemelerine rağmen herhangi bir sonuca ulaşamadılar Aslında ben bu tehdit mesajlarının ve takiplerin arkasında Amerikan istihbarat ajanlarının olduğundan şüpheleniyordum ve polisin bu konudaki gevşek tutumu şüphelerimi daha da güçlendiriyordu
- Neden Amerikan İstihbaratından şüphelendiniz ki? Bu tehditlerin arkasında fikirlerinizden hoşlanmayan herhangi bir marjinal gurup olamaz mıydı?
- Evet, bu mümkündü Ama son zamanlarda Cumhuriyetçi bazı politikacıların, üniversite yönetimine, görüşlerimi değiştirmezsem görevime son verilmesi noktasında baskı uyguladığının farkındaydım
- Üniversite yönetiminden bu yönde bir telkinle karşılaştınız mı?
- Bazı dostça nasihatler oldu Ama üniversite rektörü bu konuda her türlü baskıya karşı dağ gibi cesurca durmayı bildi Bir ay kadar önce benzer düşünceleri paylaştığımız en yakın profesör arkadaşım öldü O da benim gibi ölüm tehditleri alıyordu Ölmeden önce bana zehirlenmekten korktuğunu söylemişti Otopsi raporu istedik, gerçekten de zehirlenerek susturulmuştu Arkadaşımın ölümünün ardından aldığım son telefon tehdidi, beni de aynı sonun beklediğini söylüyordu Polise gittim, ama polis bu olayı daha detaylı araştırmak yerine, söylemime çeki düzen vermemi tavsiye etti Son bir aydır ben de yiyeceklerime çok dikkat ettim Açıkta bir şey yemediğim gibi, yerken yarım bıraktığım hiçbir şeyi yemeye devam etmedim Geceleri uykusuz kaldım Ölümün soğuk gölgesi sanki beni her adımda takip ediyordu
- Kızınızın bütün bu olanlardan haberi oldu mu?
- Evet ne yazık ki, sevgili küçük kızım Lora bu durumu öğrendi Bu onun için annesinin ölümünün ardından yaşadığı ikinci büyük şok oldu Annesini dört yıl önce, henüz sekiz yaşındayken kaybetti Ben o günden sonra onun hayatındaki tek dayanak oldum Normalde sessiz ve duygusal bir karaktere sahip olan kızım hayatımın tehlikede olduğunu sezince büsbütün hayata küstü ve sessizleşti Amerika’dan kaçışım aslında biraz da kızım için Kızım için hayatın zorluklarına göğüs gerip yaşamaya devam etmekten başka çarem yok
- Bunu anlarım Benim takıldığım nokta, neden Amerikan Yönetimi görüşlerinizden bu kadar rahatsız olsun ki?
- Bunu bilemem Tek bildiğim 11 Eylül sonrası Amerika’da Müslümanlara yapılan baskı ve ayrımcılığa karşı sesimi cesurca yükselttiğim ve bunun birilerini rahatsız etmiş olabileceği
O ana kadar konuşmaları büyük bir dikkatle dinlemekte olan bay Brown, James’in iltica başvurusu için yazdığı hikayesine göz gezdirmeye başladı James’in anlattıkları ile yazdıkları arasında bir çelişki var mı diye kontrol ediyordu
- Amerika gibi demokratik ve insan haklarına saygılı bir ülkede böyle şeylerin olabileceğine inanmak gerçekten de çok güç Ama bundan sakın sizin hikayenize inanmadığım anlamını çıkarmayın Hem böyle bir yargıda bulunmak bana düşmez
- Demokrasi ve özgürlük eşitlikle beraber anlam kazanır Adaletsiz bir toplumda siz oyunuzu sandığa atmadan önce, kitle iletişim araçları atacağınız oyu yüreğinizin sandığına atıyor bile Ve siz kendi hür iradenizi seçim sandığına yansıttığınızı sanıyorsunuz Hem öyle olduğunu varsaysak bile sizin seçtiğiniz vekillerin yetki alanını belirleyen bir çok başka unsur var Kapitalizm sayesinde çokuluslu şirketler tarafından üretilen ve satışa sunulan ürünler hiçbir sorunla karşılaşmadan dünyanın her tarafını özgürce dolaşıyor Ancak iş gücü ve emek, yani insan, gelişmiş ülkelerin vize duvarını kolay kolay delemiyor Bir kutu kolanın bir insandan daha özgür bir şekilde dolaştığı bir dünyada yaşıyoruz ve hala özgürlükten dem vurabiliyoruz Biliyor musunuz, siz düşüncesi yüzünden kendi ülkesini terk etmek zorunda bırakılan ve son çare olarak ülkenize sığınan bir profesörü burada tam 12 saattir tutuyorken, bu gün kim bilir kaç bin eşya taşıyan tır Kanada’ya giriş yapmıştır!
Bu son sözler Bay Brown’ın yüzüne kırbaç gibi inmiş ve onurunu incitmişti O sadece görevini yapıyordu ve böyle bir muameleyi hak etmiyordu Her gün buna benzer yüzlerce vakayla karşılaşıyordu Bu işinin zor tarafıydı Tam James’e sert bir cevap vermeyi düşünürken, ortalıkta ağlama sesleriyle karışık bir çığlık tufanı koptu
- Babaa! Baba! Baba! Neredesin? Ne yaptılar sana? Baba! Beni bırakma!
Bu, kızı Lora’nın hıçkırıklarla karışık canhıraş feryatlarıydı James odadan dışarıya bir ok gibi fırladı Küçük kızına ne olmuştu böyle? Birileri onu kaçırmaya mı çalışıyordu yoksa? Bay Brown da James’in arkasından fırlamıştı Kulakları sağır eden çığlık sesleri koridorda yankılanmaya devam etti
- Baba! Baba! Ne olur beni bırakma! Baba!
James koşarak salona açılan kapıdan içeri girdi ve konsolosluk görevlisinin ümitsizce sakinleştirmeye çalıştığı kızını kucakladı
- Baba nerdeydin? Sana kötü bir şey oldu sandım Baba, çok korktum Bir daha ne olur beni yalnız bırakma!
Küçük kız babasına tüm gücüyle sarılmış ağlıyordu Ortada gerçekten de yürek burkan bir manzara vardı
- Kızım ben seni asla bırakmayacağım Hep senin yanında olacağım Canım benim Hayatım benim Sana tüm kalbimle söz veriyorum
Konsolosluk görevlisi bayan bu olanlar karşısında kendini tutamamış sessizce ağlıyordu Göz yaşlarını bir mendille silerken, bir yandan da
- Mr James inanın bana ona anlatmaya çalıştım ama bana hiç fırsat vermedi Sizi yanında göremeyince çıldırmış gibiydi
- Üzülmeyin, bu sizin hatanız değil
James kızına sarılırken, başını kaldırdı ve bir an için Bay Brown ile göz göze geldi
- Şimdi anladınız mı beni?

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.