Şengül Şirin
|
Fikret Mualla-Ressam
Fikret Mualla-Ressam
Dünya çapında ün kazanmış ressamımızdır İstanbul'da doğan Fikret Muallâ Saygı'nın(1903 1967) çocukluğu Kadıköy semtinde geçti İlkokulda zekâsı, atılganlığı ve çok iyi futbol oynamasıyla tanınırdı Ama, futbola düşkünlüğü derslerini savsaklamasına yol açıyordu Babası onu sıkı ve iyi bir eğitim görmesi için Galatasaray Lisesi'nin Mektebi Sultani yatılı bölümüne verdi Fikret Muallâ gene de futbolu bırakmadı Ama top oynarken sakatlandı ve uzun süre tadavi görmesine karşın bu sakatlanma küçük yaşta topal kalmasına neden oldu Bu durum küçük Fikret Muallâ'nın iç dünyasını fazlasıyla etkiledi Topallığından utanıyor, herkes kendisiyle alay ediyor sanıyordu Bu sıkıntılarının üzerine annesini de yitirince ruhsal dengesi iyice bozuldu
Annesi İspanyol gribi salgınından ölmüştü ve Fikret Muallâ, bu gribi annesine kendisinin bulaştırdığını düşünerek acı çekiyor, annesinin ölümünden "kendisini sorumlu tutuyordu Bu arada ikinci kez evlenen babasıyla arası açıldı, çevresiyle uyumu giderek bozuldu Bir süre sonra lise öğrenimini yarıda bırakarak mühendislik eğitimi için Almanya'ya gitti; daha sonra İsviçre ve İtalya'da bulundu Bu dönemde resme olan eğilimini fark ederek mühendislik eğitimi yerine sergileri gezmeyi yeğledi Yeniden Almanya'ya dönerek Berlin Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdi Bir yandan da afişler, desenler yaparak geçimini sağlamaya çalıştı Yaptığı desenler ilginç bulundu ve birçoğu Almanya'nın önemli dergilerinde yayımlandı
1928'de bir süre alkol tedavisi gördü Almanya'dan Paris'e geçti ve orada resim çalışmalarını sürdürdü Ama, yoksulluk, sinir bozukluğu ve içki düşkünlüğü yüzünden sıkıntılı bir durumda Türkiye'ye dönmek zorunda kaldı 1934'ten sonra Ayvalık'ta bir süre resim öğretmenliği yapan Fikret Muallâ, bu görevinden de sıkılarak İstanbul'a yerleşti Çeşitli operaların kostümlerini çizdi, Nâzım Hikmet'in Varan 3 adlı kitabını resimledi 1936'da içkili bir anında söylediği sözler nedeniyle kovuşturmaya uğradı; ruhsal durumunun bozukluğu nedeniyle Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde bir yıla yakın gözetim altında tutuldu Bu olay da sanatçının iç dünyasını iyice etkiledi
Fikret Muallâ 1939'da ömrünün geri kalan bölümünü geçireceği Paris'e yerleşti Altı ayda parasını tüketince yaptığı tabloları yemek ya da şarap karşılığında satmaya başladı Artık sanatçılar çevresinde tanınıp seviliyor ve resimlerine değer veriliyordu
Picasso ile dostluk kurdu 1954'e kadar çok sayıda resim yapmasına karşın, hiç sergi açmadı Parayı önemsemediği için resimlerini kahvelerde ucuza satıyor ya da açıkgöz galeri sahiplerine yok pahasına kaptırıyordu 1954'te ilk sergisini açtığında tablolarına gösterilen ilgi onu çok şaşırttı 1955'te ikinci sergisini açtı 1962'de, resimlerine hayran olan Madame Angles ile tanıştı ve Angles'in evine yerleşti Ama rahatsızlıkları da artmıştı Önce hastaneye daha sonra huzurevine yatırıldı Öldüğünde kimsesizler mezarlığına gömülen Fikret Muallâ'nın mezarı 1974'te Türkiye'ye getirildi
Fikret Muallâ çoğunlukla kahveleri, kahvedeki insanları, Paris meyhanelerini, sokakları, sirkleri, eğlence yerleriyle Paris yaşamını resimledi En çok sevdiği renkler, kırmızı, mavi, turuncu ve eflatundu Ressam bu renklerle duygularını, hüznünü ve yaşama sevincini dışa vurdu
Fikret Muallâ'nın Oturan Adamlar, Mavili Natürmort, Sokak, Bistro, Kafe, Marsilya'da yapıtlarından yalnızca bazılarıdır
FİL Bir zamanlar Avustralya ve Güney Amerika dışında yeryüzünün bütün karalarına dağılmış olan fillerin bugün yalnızca Afrika ve Asya kıtalarında yaşayan iki türü vardır:
Afrika fili (Loxodonta africand) ve Asya fili (Elephas maximus) Bazı müzelerde iskeletleri görülebilen dev mamutlar da fillerin yeryüzünden silinmiş olan ataları arasındadır
Filler bugün yaşayan bütün kara hayvanlarının en irisidir Erişkin bir filin omuz yüksekliği 4 metreyi, ağırlığı 7,5 tonu bulur (Yeni doğmuş bir fil yavrusu bile yaklaşık 90 kg ağırlığındadır ) Bu hantal yapılı iri gövdelerinin dışında filler, sütun gibi kalın bacakları, geniş ve sarkık kulakları, çok uzun dişleri ve uzun hortumlarıyla tanınır Rengi boz ile kahverengi arasında değişen derileri kalın, kaba görünümlü ve neredeyse çıplak denecek kadar seyrek tüylüdür Kısa ve kalın bacakları gövdelerinin ağırlığını ancak taşıyabilir Sürekli uzayan üst kesicidişleri ise hem topraktan bitki köklerini çıkarmaya yarar, hem de hayvanın düşmanlarına karşı en önemli savunma silahıdır Ne var ki, fildişi denen bu dişler çok değerli olduğundan, aynı zamanda fillerin ölçüsüzce avlanmasının da başlıca nedenidir
Aşağıya doğru sarkan ve hayvan ayaktayken bile yere değecek kadar uzun olan hortumları fillerin en önemli organlarından biridir Burunları ile üstdudaklarının uzantısı olan bu organ yerine göre el, kol, burun ve dudak işlevi görür Binlerce kastan oluştuğu için hem kolayca eğilip bükülen, hem de çok güçlü olan hortumları fillerin en büyük savunma aracıdır Öte yandan hortumun ucundaki parmağa benzeyen duyarlı uzantı da hayvanın iğne büyüklüğündeki nesneleri algılayıp tutabilmesini sağlar Fillerin kuyrukları kamçı gibi ince uzun ve ucu püsküllüdür Gözleri çok küçük ve görme duyuları zayıf olan bu hayvanların beyinleri de iri gövdelerine oranla küçücüktür
Asya fili daha çok Hindistan fili adıyla tanınır; oysa bu tür Hindistan Yarımadası'nın yanı sıra Sri Lanka, Birmanya, Malezya, Tayland, Çinhindi ve Sumatra'da da yaşar Afrika filine ise bugün yalnızca Büyük Sahra' nın güneyinde rastlanmaktadır Bu türün en iri örnekleri Doğu ve Orta Afrika'nın savanlarında, daha küçükleri de Batı Afrika ormanlarında bulunur Afrika ve Asya filleri arasındaki en büyük fark, Afrika filinin daha iri, kulaklarının daha büyük ve hortumunun ucundaki parmaksı uzantının iki tane olmasıdır Ayrıca Afrika filinin hem erkeğinde hem dişisinde uzun savunma dişleri olduğu halde, bu uzamış kesicidişler Asya filinde yalnız erkeğe özgüdür
Tümüyle otçul hayvanlar olan filler hortumlarıyla kopardıkları otlar, ağaçların yaprakları, meyveleri, ince sürgünleri gibi bitkisel yiyeceklerle beslenir ve gerektiğinde yiyecek ya da su bulmak için uzun yolculuklara çıkarlar Karınlarını doyurmak uzun saatlerini alır ve günde 225 kilogramdan çok ot ya da yaprak yiyebilirler Filleri su içerken izlemek çok ilginçtir Suyu bir tulumba gibi hortumlarının içine çeker, sonra bu esnek organı geriye doğru bükerek suyu ağızlarına püskürtürler Duş yapmak istediklerinde gene
hortumlarıyla emdikleri suyu sırtlarına doğru püskürtmeleri yeterlidir Su bulamadıkları zaman da çevrelerindeki toz toprağı hortumlarıyla toplayıp sırtlarına boşaltarak "kum banyosu" yaparlar Aslında filler suya çok düşkündür; her fırsatta suya girip yıkanmaktan ve duş yapmaktan çok hoşlanırlar Üstelik oldukça iyi yüzücüdürler; ucunda burun delikleri olan hortumlarını suyun dışında tutarak soluk alıp verebilir, böylece derin ırmakları yüzerek geçebilirler Bağırmaları yüksek tonda bir borazan sesini andırır; ama daha alçak tonda, homurtuya benzer sesler de çıkarabilirler
Filler toplu yaşamayı seven hayvanlardır Genellikle birey sayısı 5 ile 40 arasında
değişen sürüler halinde dolaşırlar Her sürünün bir önderi vardır; bu görevi çoğu zaman sürünün en yaşlı dişisi üstlenir Karşılaştıkları bütün sorunların çözümü sürü başının alacağı karara bağlıdır ve topluluğun bütün üyeleri önderlerine kendi istekleriyle boyun eğerler Dolaşmaya ya da göç yolculuğuna çıktıklarında en önde sürü başı, onun arkasında tek sıra olarak dişiler ile yavrular, en arkada da erkek filler yürür Normal yürüyüş hızları insanınkinin yaklaşık iki katıdır, ama gerektiğinde saatte 25 km hızla koşabilirler
Filler arasındaki bağlılık, düşkünlük ve yardımlaşma duygusu üstüne inanılması güç öyküler anlatılır Afrika'da fil avına çıkan bir avcının tanık olduğu bir olay bu dayanışmanın çarpıcı örneklerinden biridir Avcı bir fili vurup yaralamış, ama tam yanına gideceği sırada arkadaşının vurulduğunu gören bir başka fil hemen onun yardımına koşmuş Bunun üzerine avcı, vurduğu filin değerli dişlerini daha sonra almak üzere olay yerinden uzaklaşmış Bir ay sonra aynı yere döndüğünde gözlerine inanamamış Çünkü vurulan fil hâlâ yaşıyormuş, ama yaralı olduğu için oradan uzaklaşamamış Anlaşılan, o gün yardımına koşan sadık dostu her gün ona yiyecek ve su taşıyarak yaralı fili ölümden kurtarmış Gerçekten de sürüdeki hayvanlardan biri hastalandığında, arkadaşları iyileşip yola devam edinceye kadar bütün sürü onu bekler; içlerinden biri tuzağa düştüğünde de öbürleri onu çukurdan çıkarmak için ellerinden geleni yaparlar
Eskiden fillerin yüzlerce yıl yaşadığına inanılırdı Oysa bugün bilindiği kadarıyla ortalama ömürleri hemen hemen insamnkine eşittir ve tutsak edilerek insan eliyle bakılan filler arasında 70 yaşını aşanlar pek azdır
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|