Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
devletinin, islâm, kuruluşu

İslam Devletinin Kuruluşu

Eski 07-05-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

İslam Devletinin Kuruluşu



İslam Devletinin Kuruluşu



Resûlullah'ın (sav) ashabı, Medine-i Münevvere'de toplanmışa Devletin kurulması için merkez ve silahlı güç (yani ordu) hazırdı Şimdi kendisinin de bir adım daha atıp, bu gücün başına geçmesi gerekiyordu Kureyş müşrikleri bu durumdan endişeye düşmüşler, onu bu gücün başına geçmeden ortadan kaldırmak için harekete geçmişlerdi



Ancak, Resûlullah (sav), bu olayda hiçbir tedbiri elden bırakmamıştır Her türlü incelik ve tedbir hesaplanmış ve düşmandan gelebilecek bütün kötülük ihtimalleri göz önünde bulundurulup alınan tedbir sayesinde bertaraf edilmiştir
Aslında Resûlullah (sav), bu tedbirleri almadan Medine'ye hareket etse idi, Allah Tealâ, haşa, onu korumayacak mı idi? Ama işin aslı şudur ki, Resûlullah'ın (sav) her işi ümmetine emsal teşkil eder Bunun içindir ki O, her hareketini gerçekleştirirken hiçbir tedbiri elden bırakmamış ve ondan sonra da Allah'a tevekkül etmiştir Mağarada arkadaşına:

"Korkma ya Ebubekir, Allah bizimledir" buyururken maddi bütün tedbirleri aldıktan sonra Allah'a güvenmişti

Küba'ya ulaştığında ilk icraatı, namaz kılacağı bir mescid inşa ettirmek olmuştur
Burada, İslam cemaatinin teşekkül ettiğine kanaat getirdikten sonra Mekke'de icra edemediği Cuma namazını kıldırdı ve ilk hutbesini söyledi
Küba'dan Mevdine'ye ulaştığında da bir eve misafir olduktan sonra ilk işi yine bir mescid inşasına başlamak oldu

Mekke'den buraya göç eden muhacirler vardı Onların arasında da cahiliyyede kabile kavgaları vardı İslamiyet'in gelişi ile bunlar sona erdi Henüz Müslüman olmamış müşrikler vardı Az da olsa bazı Hıristiyanlar vardı
Medineli Müslümanlar ki, bunlar Evs ve Hazrec kabilesi diye ikiye ayrılmış, aralarında devamlı çekişme bulunan bir topluluktu Yemenden buraya gelip yerleşmişlerdi

En son olarak da üç kabileden oluşan Yahudiler vardı Bunlar:

a Benî Kaynuka (kuyumcular)
b Benî Nadir (ziraatçiler)
c Benî Kureyza (derici ve banker)
Bu kabileler, Bâbil hükümdarı Buhtunnasr'ın Kudüs'ü yakıp yıkmasından sonra Medine'ye gelen üç Yahudi kabilesi idi
Artık devleti meydana getiren bütün unsurlar mevcuttu Ancak müşküller de çoktu Resûlullah (sav), bir devlet başkam gibi harekete geçerek bu olumsuzlukları tek tek bertaraf ederek karşısında bir tek güç bıraktı
Medineli Müslümanlan, kendi aralarında kardeş yaparak aralarındaki kırgınlıkları yok etti Mekkeli muhacirler ile Medineli Ensar arasında kardeşlik antlaşması yaparak her türlü geçim derdine son verdi

İslâm Devleti'nin ilk yazılı anayasasında genel olarak şu kurallara yer verildi:
1- Bu anlaşma, diğer insanlar arasında sınıffarkı tanımıyordu
2- Hz Peygamber (sav) tarafından Kureyş kabilesine mensup Müslümanlarla Yesrib'li Müslümanlar ve bunlara tabii olan, bunlarla birlikte cihad eden kabileler arasında yapılmıştır

3- Bunlar diğer insanlardan farklı olarak tek bir ümmeti sahipleneceklerdir bir "Ummet"tir
4- Kureyş'li muhacirler kendi aralarındaki suçlulara "diyet" öderler Kendilerinden esir düşenin fidyesini meşru şekilde aralarında taksim ederek öderler Ensar'dan her kabile kendi kabilesinden olan suçlara diyet öder Her grup kendisinden esir düşenin fidyesini meşru şekilde aralarında taksim ederek öder
5- Mü'minler, fidye veya diyet ödemeyecek kadar fakir ve borçlu kardeşlerine yardım ederler

6- Mü'minler, kendilerine hücum eden, saldıran, zulüm, günah, tecavüz vb mü'minler arasında fesat çıkaran kimselere haddini bildirirler
7- Yahudilerden kim bize tabi olursa yardım ve desteğe hak kazanır Ne zulme uğrar, ne de onlar aleyhine başkası ile iş birliği yapılır

8- Bir mümin, kâfir birini öldürdüğü gerekçesi ile diğer bir mü'mine kısas yapamaz
9- Bir mü'min, mü'min kardeşinin aleyhine kâfire yardım edemez
10- Müminlerin tamamı içlerinden birinin evladı bile olsa, fesatçıya karşı el birliği ile hareket ederler

11- Müminlerin sulhu tekdir Bir mü'min Allah rızası için yapılan savaşta mü'min kardeşini yalnız bırakıp düşmanla sulh yapmaz Sulhu eşit ve adaletli olur
12- Mü'minler Allah yolunda kanlan akıtma sebebiyle birbirlerinin sorumluluklarını yüklenirler

13- Hiçbir mü'min, bid'atçıya yardım edemez, böyle birini koruyamaz Kim böyle birine yardım ederse, kıyamet günü Allah'ın laneti ve gazabı onun üzerine olsun Buna karşılık ne vasıta ne de bedel kabul edilmez
14- Mü'minlerin hepsi onun hakkını alırlar Kısası (veya diyeti) yerine getirmemeleri caiz değildir

15- Kim bir mümini bilerek öldürürse kısas yapılır Ancak cenazenin sahibi razı olursa diyete çevrilir

16- Herhangi bir şeyde ihtilaf edilmesi halinde başvurulacak makam Allah ve Resûlü'dür

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İslam Devletinin Kuruluşu

Eski 07-05-2009   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : İslam Devletinin Kuruluşu



Medine´de İslam Devletinin Kuruluşu



Rasulullah (sav)´ın Hutbeleri


Naklettiğimiz bu olaylardan anlaşıldığına göre, İslama giren Ensariler, fert ve topluluk olarak, kapısını Hz Peygambere ardına kadar açıyor; aile ve kabile olarak sayılarının çokluğuna ve güçlü olduklarını, kendisiyle beraber savaşacaklarını söylüyorlardı Bütün bunları herhangi bir kayıt ve şart öne sürmeden taahhüd ediyorlardı

Öyle anlaşılıyor ki bu parlak karşılama, müşriklerin ve özellikle daha sonraları münafık olanların öfkelerini kabartıyordu Bunlar açıklayamadıkları öfke ve düşmanlıklarını kalplerinde gizliyorlardı Rivayete göre Hz Peygamber hangi evin önünden geçmişse bütün ev halkı kendisini hoş karşılamış ve kendisinden yana olduklarını açıklamışlardır Ancak ileride o temiz Medine´de nifakın lideri olacak olan Abdullah bin Übeyy bin Selul, Hz Peygamberi hoş karşılamamıştı

Musa bin Ukbe´nin anlattığına göre Rasulullah (sav), yoluna devam ederken Abdullah bin Übeyy Bin Selul´ün evinin önünden geçmiş onu kendi evine davet etmesini beklemişti Abdullah o zaman Hazreç kabilesinin reisiydi Hz Peygamberce: "Baksana! Seni davet edenlerin evine git" demişti Onun bu sözünü Hz peygamber Ensardan bir kaç kişiye anlatınca, Sa´d bin Ubade özür dileyerek şöyle demişti: "Ya Rasulullah, seni göndermekle Allah bize lutufta bulundu Eğer sen gelmeseydin, onun başına taç giydirecek ve onu kendimize hükümdar yapacaktık"

Ebu Eyyub el-Ensari´nin evine indikten sonra Rasulullah (sav) şu üç şeyi yaptı:

1 Bu üç şeyden ilki Cuma namazıydı Bu namazı Beni Salim bin Amr bin Avf mahallesinde kıldırdı Öyle anlaşılıyor ki, Cuma namazını, o mahalleye ait geniş bir alanda kıldırmıştır Çünkü o zaman orada mescid bulunmuyordu Cuma namazını kılmak için Rasulullah (sav) orayı seçtiği için daha sonra orası, bir namazgah olmuştu Çünkü kendisi müslümanlarm veliy-yülemri idi

2 Hutbe: Rasulullah (sav) Cuma namazında müslümanla-ra hutbe okudu Okumuş olduğu hutbenin metni hakkında iki rivayet vardır Bunlardan biri, İbn Cerir et-Taberi´nin rivayet etmiş olduğu hutbedir ki, bu diğerine nisbeten uzundur Diğeri de, Beyhakinin rivayet ettiği daha kısa bir hutbedir O, naklettiği bu hutbenin, tek hutbe olmadığını, bundan başka bir hutbe daha bulunduğunu söylemiştir Ravileri her ne kadar bazı noktalardan eleştirilmişlerse de, rivayet ettikleri bu hutbeler, Hz Peygamber´in sözlerine çok benzemektedirler



İbn Cerir´in Rivayet Ettiği Hutbe


"Hamd Allah´a mahsustur Ben, O´na hamdeder, o´ndan yardım, bağışlanma ve hidayet dilerim O´na iman ederim, O´nu inkar edenlere de düşmanlık ederim Ben, Allah´tan başka tanrı olmadığına, O´nun bir olduğuna ortağı ve dengi bulunmadığına, Muhammed´in de O´nun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ederim

Peygamberlerin gelmesinin kesildiği, ilmin azaldığı, insanların sapkınlığa düştüğü zamanın kesintiye uğradığı, kıyametin kopma ve alemin sona erme zamanının yaklaştığı esnada Allah, onu tam bir hidayet, tam bir nur ve tam bir nasihat olan Kur´an ile göndermiştir

Allah´a ve Resulüne itaat eden, muhakkak doğru yolu bulmuştur Allah´a ve Resulüne karşı gelen de, azgınlık ve taşkınlığa, sapkınlığa düşmüştür Size, Allah´ın azabından korunmayi tavsiye ederim Zaten bir müslümamn bir müslümana en hayırlı tavsiyesi de, onu ahirete rağbetlendirmesi, ona, Allah´ın azabından korunmayı emretmesidir

Allah´ın sizi sakındırdığı şeylerden sakınınız Bundan daha hayırlı ve daha üstün bir öğüt, bundan daha hayırlı ve daha üstün bir hatırlatma yoktur

Rabbinden korkarak ürpererek ibadet eden kimse için, Allah´ın azabından korunmak, arzuladığınız ahiret saadeti için en güvenilir bir yardımdır

Kim, gizli ve açık her işinde Allah´ın rızasını gözeterek, Allah ile arasını düzeltirse, dünyada onun adı hayırla anılır Öldükten sonra da bu, kendinden önce göndermiş olduğu hayra muhtaç bulunduğu bir zamanda kendisine azık olur Bunun dışındaki işlerden uzak durmayı, onlarla kendi arasından uzak mesafeler bulunmasını arzu eder Allah, sizi azabından sakındırır Allah, kullarına çok şefkatlidir Sözünü doğrulayan va´di-ni yerine getiren Allah´a and olsun ki, bundan caymak yoktur Zira yüce Allah, "Benim katımda söz değiştirilmez Ben, kullara zulmedici de değilim"(Kaf: 29) buyuruyor

Şimdiki ve gelecekteki işlerinizde, gizli ve açık yaptıklarınızdan dolayı Allah´a karşı gelmekten sakının kim, Allah´a karşı gelmekten sakınırsa, Allah, onun günahlarını örter sevabını da artırır Allah´tan korunan kimse, büyük bir kurtuluşa ermiştir Allah´tan korunmak ise, insanı, Allah´ın azap ve gazabından korur Allah´tan korunmak, yüzleri ağartır Rabbi hoşnud kılar Dereceyi yükseltir

Nasibinizi alınız Allah katında ifsatlı olan hareketlerde bulunmayınız Allah, doğruları da yalancıları da bilsin (sınasın) diye size kitabını ve yolunu açıkça öğretmiştir

Allah´ın size ihsan ettiği gibi, siz de ihsanda bulununuz Allah´ın düşmanlarına düşman olunuz O´nun yolunda gereği gibi cihad ediniz Sizi seçip müslümanlar diye adlandırdı ki, helak olan, açık delillerle helak olsun; sağ kalan da açık delillerle sağ kalsın Allah´tan başkasında kuvvet ve kudret yoktur O´nu çokça anın Bugünden sonrası için çalışın Kim, Allah´la kendi arasını düzeltirse, Allah da onun, insanlarla arasını düzeltir Çünkü Allah, insanlar üzerinde hükmünü yürütür İnsanlar ise, Allah üzerinde hüküm yürütemezler Allah, insanlar üzerinde tasarrufta bulunur Ama insanlar o´nun üzerinde tasarrufta bulunamazlar Allah en büyüktür Bütün hüküm ve kuvvet, Allah celle ve ala´nın zatına mahsustur!"

Önce de söylediğimiz gibi bu metinde geçen sözler, Hz Peygamberin öğütlerine çok benzemektedirler Ancak bu metnin, Hz Peygamberin hutbelerine göre çok uzun bir metin olduğunu düşünmüyoruz O´nun hutbelerinde rastlanmayan bazı tekrarların bu metinde yer aldığını da görmekteyiz Ayrıca bu metinde, Hz Peygamberin ilk hutbeyi irad etmesinden sonra nazil olmuş olan medeni ayetler de vardır Doğrusunu Allah bilir

îbn Cerir´in rivayet ettiği hutbe hakkında söyleyeceklerimiz bundan ibarettir Beyhaki´ye gelince o, iki hutbe rivayet etmiştir Bunlardan ilki, Abdurrahman bin Avf in rivayet ettiği hutbedir Abrurrahman şöyle der: "Hz Peygamberin irad ettiği ilk hutbe, Medine-i Münevvere´de irad edilmiştir Bu hutbe için Hz Peygamber kalkıp Allah´a hamdetti Layık olduğu şekilde O´na övgüde bulundu Sonra şöyle dedi:

Ey insanlar! Kendiniz için ahiret azığı hazırlayın ve bu azığı kendinizden önce gönderiniz Elbette bilirsiniz ki, ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız Sonra alemlerin Rabbi -arada bir tercüman olmaksızın- sizden her birinize: "Sana, benim elçim gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum Sen, bu nimetlerden kendine ahiret payı ayırdın mı?" diyecek O da sağına, soluna bakacak, hiçbir şey görmeyecek Sonra önüne bakacak, orada da cehennemden başka bir şey görmeyecek

Öyleyse, yarım hurmayla da olsa, cehennemden kendisini korumaya gücü yeten, hemen o hayrı işlesin Onu bulamayan da, güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın Zira her iyiliğe on mislinden, yediyüz misline kadar sevap verilir Selam, Allah´ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun"

Beyhaki´nin rivayet ettiği ikinci hutbe ise şöyledir: "Allah´a hamdolsun Allah´a hamdederim ve O´ndan yardım dilerim Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerinden Allah´a sığınırız Allah´ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz Saptırdığını da hiç kimse doğru yola iletemez Allah´tan başka tanrı olmadığına tanıklık ederim O birdir, ortağı yoktur Sözlerin en güzeli, yüce Allah´ın kitabıdır Allah kimin kalbini Kur´anla süsler ve onu küfürden sonra îslamiyete sokar, o da Kur´an´ı insanların sözlerine tercih ederse, işte o kimse, kurtuluşa ermiştir Doğrusu Allah´ın kitabı, sözlerin en güzeli ve en beliğidir Allah´ın sevdiğini seviniz Allah´ı bütün kalbinizle seviniz Allah´ın kelamından ve zikrinden usanmayınız Allah´ın kelamından, kalbinize kasvet ve darlık gelmesin Çünkü o, Allah´ın yaratığı her şeyin üstününü ayırıp seçer Amellerin en hayırlısını, kulların seçkinlerini (peygamberleri), kıssaların iyisini zikreder Helal ve haram olan herşeyi açıklar Allah´a ibadet edin ve O´na hiç bir şeyi ortak koşmayın O´ndan gereği gibi sakının, pilinizle söylediğiniz güzel sözlerinizle Allah´ı tasdik ve ikrar edin Allah´ın ihsan ettiği rahmetle aranızda sevişiniz Muhakkak bilin ki Allah, ahdinin bozulmasına gazab eder Selam, Allah´ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun"



Hz Peygamberdin Mescid İnşası


Rasulüllah (sav)´in Medine-i Münevvere´de başlattığı ve tamamladığı üçüncü iş budur Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah´ın "Allah´a karşı gelmekten sakınmak için kurulan mescid" diye değindiği Küba mescidi ile Hz peygamber mescid yapımına başlamıştı Ayet-i Kerimede Cenab-ı Allah, o mescid-de, kötülüklerden arınmak isteyen kimselerin bulunduğundan söz etmektedir Arınmak isteyenleri yüce rabbimiz sever

Hz Peygamber, Ebu Eyyub el-Ensari´nin evine konuk olduğunda, Medine-i Münevvere´de bir mescid inşa etmeyi düşünmeye başladı Bu mescid, mescid-i haram ve Mescid-i Aksa gibi, ziyaretleri için yollara çakıldığı üç mescitten biri olan Mescid-i Nebevi´dir îbn Şihab ez-Zühri´nin şöyle dediği rivayet edilir: Rasulüllah (sav)in devesi, mescid-i nebevinin inşa edileceği yere gelip çöktü Mescidin inşasından önce bazı müslümanlar orayı namazgah edinmişlerdi

Hz Peygamberin devesinin çöktüğü arsa, ensardan iki öksüz gence ait olup, hurma kurutma yeri olarak kullanılıyordu Bu öksüzler, Esad bin Zürare´nin kefaletindeydiler Esad, hicretten Önce islamın Medine´deki ilk davetçisiydi

Hz Peygamber, o iki gençle veya vasileriyle veya vasilerinin huzurunda arsa için kendileriyle pazarlık etti Onlar, "Bu arsayı sana hibe ederiz, ya Resulüllah" dedilerse de Rasulüllah kabul etmedi On dinara onlardan satın aldı Satın almadan önce etrafı duvarla çevriliydi Ancak tavanı yoktu Resulüllah´m Medine´ye gelişinden önce Es´ad bin Zürare, orada cemaate namaz kıldırıyordu

Kıblesi, mescid-i Aksa´ya bakıyordu Mekke-i Mükerre-me´deyken Rasulüllah (sav) de Mescid-i Aksa´ya yönelerek namaz kılıyordu Medine´ye gelince, önce de işaret ettiğimiz gibi, o arsaya mescid inşa etti Orayı, her kenarı 100 zira uzunluğunda kare bir bina olarak tesis etti İbn Kayyim´in dediğine göre, temelini üç zira derinliğinde kazmış, binasının duvarlarını kerpiçle örmüştür Diğer bazılarının dediklerine göre ise duvarlarının bir bölümünü yonu taşıyla inşa etmiştir Mescidin inşasına, orada hazır bulunan muhacir ve ensarm hepsi katılmıştır Hz Peygamber de inşaat işinde çalışıyor, taş ve kerpiçleri bizzat taşıyor, recez bahrindeki şu mısraları okuyordu: "Allah´ım! Ahiret yaşantısından başka yaşantı yoktur Muhacirlerle Ensar grubunu affet"

Sahabiler de şiirler okuyarak kerpiç taşıyorlardı "Biz oturalım da Rasulüllah çalışsın Vallahi bu, çok sapkınca bir iştir"

Hz Peygamber, mescidin kıblesini, Kudüs´teki Mescid-i Aksa´ya doğru yaptı Üç kapılı olarak inşa etti Bir kapısı arkadaydı Diğer kapısına "Babürrahme" denildi Üçüncü kapasm-dan da Rasullüllah (sav) içeri giriyordu Hurma dallarıyla ona bir direk yapmıştı Tavanı da hurma saplarıyla Ördürmüş-tü Mescidin direkleri Hz Ömer´in halifeliği zamanında çürümüş, Hz Ömer de eskileri söktürüp yerlerine yenilerini yaptırmıştı Hz Osman halife olunca, hurma ağacından yapılmış direkleri, söktürüp yerlerine, nakışlı taşlardan yapılma sütunlar diktirmiş, tavanı sacla kaplatmış kıble duvarını da taşla ördür-müştü

Abdülmelik bin Mervan zamanında Hz Peygamberin hanımlarının hücreleri de - ki bunlar dokuz taneydiler- mescide katıldı

Abbasiler döneminde, üçüncü hükümdar Mehdi, Hicri 160 yılında Mescid-i Nebevi´yi genişletti Daha sonra Abdullah el-Me´mun da bazı ilaveler yaparak binayı sağlamlaştırdı

Bu anlatılanlardan çıkan özete göre, Hz peygamber mescid yaparken, fazla külfet altına girmeyi istemiyor ve sadeliği elden bırakmıyordu Onun temiz mescidi, ziyaret edilmesi ibadet sayılan bir mescid olduğu gibi, aynı zamanda kendi meskeniydi Orada Hz peygambere ait dokuz oda vardı Bir-kısmı hurma lifleriyle örtülü, duvarları çamurla sıvalı; bir kısmı da yonu taşlarıyla yapılmıştı Fakat tavanları yine hurma ağaçlarının lifleriyle örtülüydü ve yüksek değildi- Hz Peygamberin kanepesi tahtadan yapılmış olup, parçaları hurma lifleriyle birbirine bağlanmıştı O, bütün mahlukatm peygamberiydi, insanlardan her hangi biri, onun yüksek hayatına ulaşabilir mi?!



İslam Devleti´nin Kuruluşu


Hz Peygamber (sav) Allah´ın mülkünde en çok sevdiği yer olan Mekke-i Mükerreme´den çıkıp Medine´ye hicret etti Beyt-i Haram Mekke´de bulunuyordu ve burası vahyin iniş yeriydi Orada aile efradı ve yakınları vardı Hz İbrahim´in hatıraları da oradaydı O, bütün bunları bırakarak Medine-i Münevve-re´ye hicret etti Bunu da, sırf Rabbinin, bir devlet kurmak için kendisine verdiği emre itaat için yaptı Çünkü O; ruhbanlık, soyut ruhanilik veya sadece nefisleri terbiye etmek için gelmemişti Aksine, alemlere rahmet olarak gönderilmişti Hakkı tutup kaldıracak, batılı çökertecek, zulmü önleyecek, insanlığı bir araya getirecek, yardımlaşmayı yayacak, bir kısım insanların diğerlerine tahakküm etmelerine sebep olan farkları yok edecek, yeryüzünde bozgunculuğu menedecek bir devletin kurulması gerekiyordu

îşte bu nedenle peygamber (sav)^birbirlerini kötülüklerden uzaklaştıracak, hayır ve iyilikte birbirleriyle yardımlaşacak inançlı, insanlardan teşekkül eden bir devlet kurabileceği Medine´ye hicret etti Üzerine bir devletin kurulduğu bir şeriat getiren bütün peygamberler de böyle yapmışlardı Nitekim Hz Musa da böyle bir yol izlemiştir Kendi kavmine dayanarak, hakkı tutup kaldıracak bir devlet kurmak için, Firayun´un diyarım terketmiş; bu işi tsrailoğullarıyla birlikte yapmaya, onların arasında onur ve haysiyet ruhunu geliştirmeye çalışmıştı Adalet, merhamet ve kardeşlik sevgisi bulunmayan kalpte, onur ve haysiyet de bulunmaz Onurlu ve haysiyetli insan, başkalarına insaf ve merhamet eden kimsedir Alçak kimse ise, başkalarına zulmeden, onlara acımayan, hatta onlara kin ve düşmanlık besleyen kimsedir Musa (as), zillet ve alçaklıklara maruz kalan tsrail oğullarına güç ve onur kazandırmak, bu ruhu onlara aşılamak istiyordu Ama kendisine şu cevabı verdiler: "Sen ve rabbin gidin, savaşın Doğrusu biz, burada oturuculariz"(Maide: 24)

İsa (as)ın da şöyle dediği nakledilir: "Kayser´in (Roma imparatorunun) hakkını Kayser´e; Allah´ın hakkını Allah´a ver" îsa peygamber hiç kimseyle savaşmamış ve bir devlet kurmamıştır O, insanları erdem, sevgi ve ruhaniyete çağırmıştır Bu çağrısını Yahudilerin sebebiyet verdikleri katı bir maddecilik ortamında yapmıştır Yahudiler, kendileri dışındaki kimselerle atışıyorlardı Ama Bizans imparatorluğuna boyun eğiyor, o imparatorluğa karşı baş kaldıramıyor ve itaat ediyorlardı Cenab-ı Allah´ın da ifade buyurduğu gibi, aşağılanmaya ve alçak bir konumda bulunmaya razı oluyorlardı: uNerede bulunsalar -Allah´ın ve insanların himayesinde bulunanlar müstesna- onlara alçaklık damgası vurulmuştur" (Ai-ıtmran: 112)

Hz îsa (as) bir devlet kurmak için çalışmamış, fakat güçsüzlere karşı kin ve düşmanlık gösteren, güçlülere boyun eğen, jurnalcilik ve bozgunculuk yapan katı yürekli bir toplum arasında kardeşlik, sevgi ve merhamete çağıran bir kimse olmuştur Hz Muhammed (sav) ise, bir fetret devrinden sonra erdemli bir devlet kurmak için gelmiştir Çünkü o, peygamberlerin sonuncusudur O ilahi nübüvvet sarayında kurulan son köşktür Merhametini, imanlı bir cemaate bırakması gerekiyordu Risalet tebliğcisinin kendisi olması gerekiyordu ki, tebliğden sonra risalet yolunda çıkan engellere karşı dirensin; risale-te davet ve prensiplerini yaymak hususunda rahat bir ortam bulsun Risaiet, emaneti omuzlayan bu ümmet ve islamı koruyan bu devlet vasıtasıyla diğer nesillere intikal etsin

Hz Peygamberdin hayatında kendi çabasıyla, vefatından sonra da sahabilerinin çabalarıyla kurulan erdemli devlette fazilet, adalet ve eşitliğin pratik bir uygulaması yapılmış, insanlar arasındaki farklılık ve ırkçılık ruhu yok edilmiş, inanç ve Özveri ruhu yayılmış, Allah katındaki sevaplar umulmuştu Bu da, yeryüzünde ahlaki ilkelere dayalı erdemli bir devletin kurulabileceğini iddia-edenler için, bunun, tatbiki imkansız bir düş olmadığı, aksine hakikati sabit olan gerçek bir iş olduğu hususunda kuvvetli bir delildir İnsanların hukukunu çiğnemekte ileri giden, zulüm hususunda aşırılığa kaçan kimseler, ahlak ve faziletin kişisel ilişkiler olduklarına, bunların, genel anlamda insani ve sosyal ilişkiler için temel teşkil edemeyeceklerine inanırlar

Dinin, sadece insanla Allah arasında bir ilişki olduğuna, yalnızca mescidlerde, kiliselerde ve havralarda mahsur bulunduğunu iddia edenlere karşı, Medine´de bir îslam devletinin kurulmuş olması, kuvvetli bir delildir Zira din, onların iddia ettikleri gibi olsaydı, Hz Peygamber, hicret etmez, Mekke´de kalmaya razı olur müşriklerden, inançlarına ilişmemelerini istemekle yetinir ve kendisi de onların inançlarına ilişmezdi Müşrikler de belki bu hale razı olurlardı Zaten onlar, Hz Peygam-ber´in iyi bir ahlaka, doğruluğa, şerefe ve yüksek bir nesebe- sahip olduğunu biliyorlardı Ama Hz peygamber´in risaletinin etkisi bundan daha büyük ve pratiği bundan daha kapsamlıydı "Dün, kul ile Allah arasındaki bir ilişkidir" diyenlerin sözü bizce de doğrudur; ancak bu ilişkiyi umumi ve kapsamlı bir ilişki olarak görüyoruz Bu, sadece namaza ve oruca özgü bir ilişki değildir Bu, Allah´ın kullarına -renkleri ve ırkları ne olursa olsun- merhamet etmesini ve aralarında adaletle hükmetmesini gerektiren bir ilişkidir Nitekim Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Sizden biri, bir şeyi sevdiğinde onu Allah için sevmediği takdirde iman etmiş olmaz!"

Tatbik edilen adalet, zulmün ortadan kaldırılması, insanlar arasında merhamet ve eşitliğin yayılması gibi, içinde toplumun çıkan bulunan her hayırlı iş, Allah rızası için yapıldığı takdirde bir ibadet olur Arabulucu olan ve problemleri halleden bir kimse, Allah için niyetini halis kılmadığı, yüce ve kudretli Allah´ı razı etmek için insanlara fayda vermeyi istemediği takdirde, işinde başarılı olamaz

Erdemli bir devletin kurulması için en uygun topluluklardan biri, Arap toplumudur Bu devletin esaslarını Cenab-ı Allah Kur´an-ı Kerim´de koymuş ve ayrıca güvenilir elçi vasıtasıyla da tatbik alanına koymuş ve açıklamıştır Rasülullah (sav), ilahi ahkamı uygulama hususunda gerekli yolu çizmiş namaz, oruç, hac ve zekat gibi farz ibadetleri açıklamıştır

Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah bu devlet için, aileden cemaate, savaşta ve barışta insani ilişkilere kadar bütün detaylarıyla işi ele alan bir toplum oluşturmanın temellerini atmıştı Bu arada kısaca islam devletinin sosyal ve uluslararası hedeflerine işaret etmek istiyorum Bu hedeflerin ilki, bireyleri eğitmektir Bu bireylerden, İslama uygun gruplar oluşturulacak, bu gruplardan da bir toplum meydana gelecektir Toplumu kötülüklerden arındırmak için ibadetler farz kılınmış hükümleri infaz edilmiştir Amaç, iyi kimseleri, kötülerin şerlerinden korumaktır Örneğin namazın amaç ve sonuçlarını açıklarken, Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve fenalıktan korur Allah´ı anmak ne büyük Şeydir" (Ankebut 45)

Nefsi temizlemek, ruhun hakimiyeti altına koymak, iradeyi güçlendirmek için de oruç farz kılınmıştır Oruç tutan mümin, heveslerine esir olmaz; aksine aklı şehvetine egemen olur

Müslümanların birbirleriyle tanışmaları, rahman´ın sofrasında durarak vicdanların temizlenip süslenmesi için, hac ibadeti farz kılınmıştır Zenginin yoksula yardım etmesi ve insanların uyum içinde yaşaması için zekat farz kılınmıştır Ruhu temizleyip arındırmak, sosyal ilişkileri geliştirmek, merhamet ruhunu kalplere yaymak ve insanlar arasında yardımlaşma duygusunu geliştirmek yoluyla toplum, olumlu bir şekilde temizlenip arındırılmıştır

İslamiyet, erdemli bir aileyi oluşturmayı hedeflemiştir Çünkü aile, sosyal yapının çekirdeğidir Sosyal yapıyı kurmak için dikilen ilk sütundur Bu sebeple Kur´an-ı Kerim, aileyle ilgili hükümleri açıklamış karı-koca, baba-evlat arasındaki hak ve yükümlülükleri izah etmiştir

İbadet ve muamelelerle ilgili şer´i hükümler özet olarak geldikleri halde, o hükümleri Hz Peygamber sadece sözle değil, aynı zamanda uygulamayla da açıklamıştır Ama aileyle ilgili hükümler Kur´an-ı Kerim´de Cenab-ı Allah tarafından konulmuştur Eşlerin birbirine karşı yükümlülüklerini, ailevi ilişkileri, bir afete uğramaları halinde bu ilişkileri tedavi etmenin yollarını beyan buyurmuştur Miras boşanma ve bunlarla ilgili hükümleri tüm detayları ile birlikte açıklamıştır

Bütün bunlar, şeriati, asli konumundan saptırmak, Allah´ın kitabında yer almayan bir aile düzenini ortaya koymak isteyen kimselere karşı bir hüccettir Böyle bir aile nizamı Allah tarafından kabul edilmez Çünkü bu, ailenin önemini ve hürriyetini bilmeyen kimseleri taklid ederek bulunmuş olan bir nizamdır



Kamu Oyu


Hz Peygamberin kurduğu îslam devleti, Allah´ın, erdemli bir topluluk oluşturma emrini yerine getirdi Bu sebeple İslamiyet, insanlar arasında iyiliğin emredilip kötülüğün ortadan kaldırılmasını teşvik etti Bunu, erdemli bir milletin baş niteliği olarak ilan etti Mekke´deki kamuoyu, putperest bir kamuoyu olduğu için Mekkeliler, vahdaniyetle savaşmış, murdarlıkları da mubah kılmışlardı Hz Peygamber, Kur´an hidayeti ve ilahi tavsiyelere dayanarak, eğrilikleri doğrultan ve murdarlıkları ortadan kaldıran erdemli bir kamuoyu oluşturmaya yöneldi Yine Allah şöyle buyuruyor:

"Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah´a inanan hayırlı bir ümmetsiniz" (Ai-i İmran: 110)

Cenab-ı Allah, toplum düzenini bozan kimselerin lanetli olduklarını beyan ederek şöyle buyurmuştur:

"îsrailoğullarından inkar edenler, Davud´un t)e Meryem oğlu İsa´nın diliyle lanetlenmişlerdi Bu, başkaldırmaları ve aşırı gitmeler indendi Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara engel olmuyorlardı Yapmakta oldukları ne kötü idi!" (Maıde: 78-79)

Erdemli bir toplum oluşturmak için, her müminin kötülüğü reddetmesi ve ona karşı koyması istenmiştir Eğer bu emir yerine getirilmezse, toplum düzeni bozulur, hayat çekilmez hale gelir Bu nedenle peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır: "Hadlerde gevşeklik gösteren kimsenin durumu, bir gemiye yerleşmek için kuraçekip bir kısım üst kata, bir kısmı da alt kata yerleşen kavmin durumuna benzer Alt kattakiler, su ihtiyaçlarını temin etmek için, üst kattakilerin yanına gider, onlar da rahatsız olurlar Bu nedenle alttakiler, bir balta alıp (su bulmak amacıyla) geminin tabanını delmeye başlarlar Üsttekiler gelir ve: "Ne yapıyorsunuz1?!" derler Onlar da"Biz (im, yanınıza gelip su istememiz)den rahatsız oldunuz Ama bize su lazımdır" diye cevap verir Eğer üsttekiler onun elini tutup (gemiyi delmesine mani olurlarsa) hem onu, hem de kendilerini kurtarırlar Onu (kendi haline) bırakırlarsa, hem onu, hem de kendilerini helak ederler"

îslamın oluşmasını istediği erdemli topluluk zulmü ortadan kaldırarak adaleti kurar Bu sebeple peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır:

"Mutlaka iyiliği emredip kötülükten men´edecek, zalimin ellerinden tutup (kötülük yapmasına engel olacak) hakka zorla döndüreceksiniz Ya da (böyle yapmadığınız takdirde) kalpleriniz birbirine çarptırılacaktır Sonra dua edersiniz, ama duanız kabul olunmaz"

Erdemli bir toplumda egemen olan şey fazilettir Fazilet ortamında ise hiçbir rezillik boy atamaz ve görülemez Bu nedenledir ki, Hz peygamber (sav), insanları ahlaklı olmaya teşvik etmiştir Ahlaklı kimse, hep iyilikle insanların karşısına çıkar Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Hayanın hepsi hayırdır" "Her dinin bir özelliği vardır îslamın özelliği de hayadır"

Doğruluktan uzaklaşan ve rezaletlerin egemenliğine giren insan topluluklarının ilk belirgin özelliği, haya duygusunu yitirmeleridir Günah işleyerek nefislerine zulmeden kimseler de, hem kendilerini, hem milletlerini hayasızlığa ve rezilliğe düşürürler



Değer ve Üstünlük


Peygamber (sav)in, Medine´de kurduğu devlet, her şeyden - Önce insana değer verilmesi temeli üzerinde yükseliyordu Soyunun yüksekliği, siyahlık veya beyazlığı, müslüman veya başka dinden olması önemli değildir Önemli olan insanlıktı Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Andolsun ki, biz insa-noğlullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık Temiz şeylerle rızıklandırdık Yaratıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık" (W 70)

Cenab- Allah, köleye değer vermiş; Kur*an-ı Kerim de onları özgürlüklerine kavuşturmaları için insanlara çağrıda bulunmuştur Efendinin kendi mülkiyetindeki köleyi ezmesini aşağılamasını, ona gücünün yetmeyeceği işleri yüklemesini yasaklamıştır îmam Ahmed bin Hanbel, bu konuda Hz Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kölesini tokatlayan kimsenin (suçunun) keffareti, onu azad etmesidir" Hz Peygamber, kölenin canıyla hür kimsenin canını, hatta kölenin canıyla efendisinin canını, hukuken birbirine eşit kılmış ve bunu desteklemek üzere şöyle buyurmuştur: "Kölesini aç bırakanı aç brakırız Onu öldüreni de öldürürüz!"



Adalet


Kur´an-ı Kerim, her çeşidiyle adaleti emretmiş, onu islamın en başta gelen ilkeleri arasında saymıştır Bu konuda nakl edilen bir rivayete göre, kendisine Hz peygamberin daveti ulaşan Eksem bin Saytî, bu davetin mahiyetini öğrenmeleri için oğullarım mekke´ye göndermişti Hz Peygamber de, onun oğullarına şu ayet-i kerimeyi okumuştu:

"Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder Hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder Tu-tasınız diye size öğüt verir "(Nahi: 90) Dosta da, düşmana da adaleti eşit şekilde uygulamak gerekir Şunu bize emreden Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Bir topluluğa olan Öfkeniz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin Adil olun Bu, Allah´a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır"waide: s) Sevimsiz düşmana bile adil davranmak, takvaya daha yakındır

Kavram olarak adalet kelimesi, kanuni adalet denen şeyi de kapsamına alır Buna göre adalet, kanunla eş anlamlı olur Ve herkese aynı şekilde tatbik edilir Bu tatbikattan fakir zarar görmez Yaptığı muamelelerde de zengine iltimas yapılmaz Bunun esası, uygulamadaki eşitliktir Bu sebeple peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Hepiniz Adem´densiniz Adem de topraktan yaratılmıştır Arabın arap olmayana üstünlüğü yoktur Üstünlük ancak takva iledir"

Hz Ebubekir de peygamber efendimizin gösterdiği yoldan yürümüş ve şöyle demiştir: "Mazlumun hakkını kendisinden alıncaya kadar, güçlü olanınız benim yanımda zayıftır Zalimdeki hakkını alıncaya kadar, zayıf olanınız benim yanımda güçlüdür"

Adalet kavramı, sosyal adaleti de kapsamına alır Sosyal adalet; her insanın, yasaksız ve kısıtsız olarak insan onuruna yaraşır bir şekilde yaşaması, yeteneklerini kendisine ve toplumuna faydalı olacak şekilde kullanması, her insanın aklen ve bedenen kendi gücüyle çalışabilmesi için gerekli fırsatların hazırlanması demektir Sosyal adalet, fakirliğin ortadan kaldırılması değildir Çünkü zenginlik ve fakirlik, halk arasında söylendiği gibi, ikisinden birinin yok edilip eritilmesi mümkün olmayan ve varlık alanında sabit olarak mevcut bulunan iki hakikattir Sosyal adalet; insanlar arasındaki ayırımcılığı, sınıf sistemine dayanarak insanlara hükmetmeyi, zenginin -mal varlığına dayanarak- fakire tahakkümünü, soylunun -kendi yüksek soyuna dayanarak- alt sınıftaki insana hükmetmesini ortadan kaldırmayı öngörür Anlamı ve uygulaması bakımından herkes, îslamın yasaları önünde eşit bir konumdadır

Her mü´minin insanca yaşama imkanlarını bulması gerekir Kutlu islam devleti; Hz Peygamberin şu buyruğuna uyarak aciz ve güçsüzlerin bakımım tekeffül eder: "Her kim mal bırakırsa (o mal) mirasçılarına ait olur Her kim bakıma muhtaç çoluk çocuk bırakırsa, onların bakımı bana ait olur Onlar, benim sorumluluğuma geçerler"

Devletlerarası adalet kavramı, Kur´an-ı Kerim´in hükmünde ve peygamber (sav)in uygulamasında sabit olan üç ilke üzerinde durur Bu prensipleri şöyle sıralayabiliriz:

1 Ahde vefa

2 Misliyle muamelede bulunmak Ancak bunu yaparken de faziletin saygınlığını hiçe sayan düşmanlara karşı misliyle karşılık vermemeliyiz Onlar kadınlarımızı, çoluk-çocuğumuzu öl-dürürlerse, biz aynı şeyi yapmayız Onlar faziletin saygınlığını hiçe sayarlarsa, biz aynı şekilde davranmayız Zira adalet ve fazilet dini, işledikleri günah ve kötülükler hususunda insanlara misliyle mukabelede bulunmaya cevaz vermez

3 Müslümanlar, diğer ülke insanlarıyla ilişkilerini barış esasına dayandırırlar Bu durum, bir tecavüz oluncaya veya tecavüz hazırlığı görülünceye veya inanç Özgürlüğüne karşı savaş açılıncaya, hiçbir müminin fitneye düşmeyeceği, inanca saldı-nlmayacağı şekilde dinin bütünüyle Allah´a ait olmasına çağrıda bulunan îslam davetine karşı duruluncaya kadar devam eder



Yardımlaşma


îslam devleti, yardımlaşma esası üzerine kurulmuştur Yüce Allah buyurdu ki: "İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlasın Günah işlemek ve aşırı gitmekte yardım-laşmaymız" (Maide: 5/2)

îslamın tanzim ettiği her topluluk, takva esası üzerinde durur Yardımlaşma, gerçek kıvamına aile içinde ulaşır Kadın, sükûnet verir Koca, himaye eder Baba ve oğullar, hayatın zorlukları karşısında birbirleriyle yardımlaşırlar Kıvançta da ortak olurlar

Aileden sonra, komşulardan, mahalle halkından ve akrabalardan oluşan topluma baktığımızda, bu toplum bireylerinin birbirleriyle olan bağlantılarının kuramının yardım-laşma olduğunu görürüz Peygamber (sav) komşulara iyi davranılma-sını tavsiye etmiştir Kur´an-ı Kerim de yakın komşuya, uzak komşuya, iş arkadaşına ve yolculuk arkadaşına iyilikte bulunmayı emretmiştir Komşulardan, mahalle veya köy halkından oluşan toplumdan sonra, bunların birleşmesiyle oluşan veya millet topluluğuna baktığımızda, bu toplumu ayakta tutan sütunun, yardımlaşma olduğunu görürüz Toplumun bütün grupları, bağlı bulundukları toplumun şanını yüceltmek için çeşitli alanlarda gayret sarfederler Sarfedilen bu gayretler, aynı ağızda birleşerek denize dökülen nehirlere, benzerler Sulan boşa gitmez; aksine verimli ve güzel ürünler verir

Toplumdaki her grup, kendi başına bir güçtür Sanat ustaları bir güçtür Tarımcılar birbirleriyle yardımlaşan insanlardan oluşan bir güçtür Alimler de bu grupların hepsine bilgi desteğinde bulunurlar Bu güçlerin her biri, birbirlerine destek vererek elbirliğiyle çalışırlar Peygamber (sav), islam devletini müminlerle yardımlaşarak ve onlarla elbirliği ederek kurdu Kur´an-ı Kerim de en ince manasıyla bu yüce prensibi benimseyerek geldi Kur´an-ı Kerim´in tavsiye edip Rasulüllah (sav)ın gerçekleştirdiği îslam devleti, daha önce hiç kimsenin ilerisine, geçemediği ve kendisine ulaşamadığı bir prensip getirdi Bu prensip, bozgunculuk ve israf sonucu değil, fakat normal sebepler için borçlanmış olup borcunu ödemekten aciz kalan borçluların borçlarının devlet tarafından ödenmesini ön görüyordu Bu konu için zekat da sarfedilebilirdi Oysa bazı dönemlerinde Roma hukuku, alacaklının borcunu Ödeyemeyen borçlusunu köle edinmesine bile müsaade etmişti Buna karşın, Allah´ın izniyle Muhammed (sav)m kurduğu İslam devleti, borcunu ödemekten aciz kalan borçluların borçlarını ödemeye çalışıyordu

Ümmet adı verilen topluluğun daha ilerisine, insanlık denen bütüne yöneldiğimizde, Kur´an-ı Kerim´in ve Sünnet´i Muham-mediyye´nin, genel insani ilişkiler temeline dayanarak, bütün inşaların birbirleriyle yardımlaşmalarını zorunlu kıldıklarını görürüz Peygamber (sav) efendimiz de kurmuş olduğu tslam devletinde, Cenab-ı Allah´ın şu buyruğu uyarınca, genel insani yardımlaşma esası üzerine çalışıyordu:

"Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki, birbirinizi kolayca tanıyasınız Şüphesiz Allah katında endeğerliniz, O´na karşı gelmekten en çok sakınanızdır" (Hucurat: 13)

Yardımlaşma esasını desteklemek için Kur´an-ı Kerim, insanlığın tek bir ümmet olduğunu, soylarının tek kişide birleştiğini belirtiyor Yüce Allah şöyle buyuruyor: uEy insanlar! sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının, Kendisi adına bir birinizden dilekte bulunduğunuz Allah´ın ve akrabanın haklarına riayet ediniz Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir" (Nisa: d



Yahudilerle Beraber


Medine´de ikamet etmeye başlar başlamaz, Hz peygamber ´ulusal birlik ve barış içinde yaşama´ ilkesini uygulamaya başladı Yahudiler ve birçok arap kabileleriyle barış anlaşmaları yaptı

Birisi çıkıp "Yardımlaşma ilkesi, savaşla çelişmez mi?" diye sorabilir Buna cevap olarak deriz ki: İnsanların hepsi iyi olsaydı ve bazı devletler savaş için fırsatlar aramasaydı, savaş, işte o zaman yardımlaşma ilkesine ters düşerdi Ancak kötü insanlar olduğu gibi, kötü devletler de vardır Kötü insanları, bu kötülüklerinden uzaklaştırmak için nasıl ki bazı caydırıcı cezalar gerekiyorsa, kötü devletleri de kötülüklerinden caydırıcı savaşlarla, vazgeçirmek mecburiyeti vardır

Bu nedenle yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah insanların bir kısmıyla diğerlerini savmasaydı, yeryüzünün düzeni bozulurdu Fakat Allah, alemlere lutufkardır" (Bakara 251)

Kötülerle savaşmak; hayırda yardımlaşmak ve günah düşmanlığı ortadan kaldırmak için elele vermek gibidir Hz Peygamberin savaşları da kötülükleri ortadan kaldırmak ve zorba hükümdarların emri altındaki halkı ezmeleri önüne geçmek içindi



Sevgi ve Rahmet


îslam devleti rahmet ve sevgi esası üzerine kurulmuştu Bu esas, insanlar arasındaki nefret, kin ve düşmanlığı yasaklıyordu, îslamda rahmet, salt bir ruhi infial değil, herkese acımak demektir Sahabilerden bazısı, Hz Peygambere: ´Ya Rasulal-lah, rahmetten çok bahsettin Biz de eşlerimize ve çoluk çocuğumuza merhamet ediyoruz" demişlerdi Bunun üzerine Hz Peygamber şöyle dedi: "Benim istediğim bu değildir Ben, herkese merhamet edilmesini istiyorum" Tüm topluma rahmetin bir gereği olarak canileri suçtan caydırıcı cezalar konulmuştur Bir başka hadisinde de Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz" Peygamber (sav) efendimiz, zinakarlara acımayı yasaklamıştır Allah da şöyle buyurmuştur: "Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun Allah´a ve ahiret gününe inanıyorsanız Allah´ın dini konusunda o ikisine acımayın" (Nur 2)

Ferdlere mahsus olan rahmet, ancak köle, yoksul ve öksüz gibi zayıf ve güçsüz kimselere gösterilmelidir Nitekim Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Beni zayıflarınızın arasında bırakın Sizler, sadece zayıflarınızın yüzü suyu hürmetine yardım görüp mıhlandırılıyorsunuz!" Bu sebepledir ki, peygamber efendimiz, güçsüz ve zayıf kadınların, kölenin ve Öksüzlerin işlerini düzene koymak ve haklarını koruyup gözetmek konularında merhametli olmamızı tavsiye etmiştir Bu anlattıklarımız, Hz Peygamberin Kur´an-ı Kerim´in emirleri doğrultusunda kurduğu tslam devletinin rahmet ilkelerinden sadece bir kısmıdır

Sevgi ise, insanları birbirine bağlayan en önemli bağdır Ferdler ve toplumlar sevgiye davet edilmişlerdir Bu sebeple Peygamber (sav,) efendimiz, selamı yaygınlaştırmayı, sevginin bir görüntüsü saymıştır Yemek yedirmek de sevginin devamını sağlar Bu iki haslet, îslamm güzellikleri olarak mütalaa edilmişlerdir Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: "îslamın en güzel (haslet)i; yemek yedirmen ve tanıdığın ve tanımadığın herkese selam vermendir"

Evet, insanlar birbirlerini sevmekle emrolunmuşlardır Sevgi, aileyi ayakta tutan bir unsur olarak belirlenmiştir Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur ki: "Onun ayetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet koymasıdır, O´nun (Allah´ın) varlığının belgelerindendir," (Rum:21)

Akrabalar arasındaki sevgiyi devam ettirmek için karşılıklı ziyaretlerde bulunmamız emredilmiştir Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "İyiliğe misli ile mukabele eden kimse, tam manasıyla akrabasına sıla etmiş değildir Hakiki sıla, kendisi ile münasebeti kesenleri görüp gözetmektir"

Sadece müslümanlara gösterilen sevgi vacip değildir Aksine, müslümanlara düşmanlık etmedikleri veya tecavüzde bulunmadıkları sürece gayr-ı müslimlere de sevgi göstermek, vaciptir Bu, müslümanları, kendi dinlerinden olmayan kimselere nasıl davranacaklarını belirleyen kapsamlı bir kanundur Bu konuda yüce Allah şöyle buyurmuştur "Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah, adil olanları sever Allah, ancak sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasak eder; kim onları dost edinirse, işte onlar zalimdir!" (Mümtehine: 8-9)

Bir başka ayette de şöyle buyuruluyor: "Allah´a ve ahiret gününe inanan bir milletin, Allah´a ve peygamberine karşı gelenlere sevgi beslediklerini görmezsin" (Mücadele 22)

Rivayete göre Hudeybiye olayı esnasında, kuzeylilerin kıtlığa maruz kaldıklarını haber alan peygamber efendimiz, buğday alıp Kureyş yoksullarına dağıtması için, Hatip bin ebi Belta ile Mekke´ye beşyüz dinar göndermiştir

Savaş esnasında bile; bizimle savaşan devletin halkından savaşçı olmayanlara karşı sevgi beslemeli, onlara olan sevgimizi kesintiye uğratmamalıyız Savaşa katılanlara karşı sevgi beslemez, onlara olan sevgimizi keseriz Çünkü bunlar, Allah ve rasulüne meydan okumuşlardır

Özetle islamiyet sevgiyi kesintiye uğratmaz, aksine, devam ettirir Sevgiyi kesenleri, mezkur alanın dışında mütalaa eder Allah´ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar!



Faydanın Temini ve Zararın Giderilmesi


Adı Kur´an-ı Kerim´de açıklanan, ilkeleri peygamber (sav) taraından tatbik edilen ve temelleri yine onun tarafından atılan İslam devleti, İnsanların dünya ve ahiretteki maslahatlarının, Kur´an-ı Kerim´de belirlenen esaslar çerçevesinde gözetilmesi görevini üstlenmişti "Allah´ın sana verdiği şeylerde ahi-ret yurdunu gözet Dünyadaki payını da unutma Allah´ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap Yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez" (Kasas: 77) ´ Bu ayette de görüldüğü gibi, toplumsal çıkarların gözetilmesi, telamın amaçlarından biridir Ancak burada iki hususu göz önünde bulundurmak gerekiyor:

1 Çıkarlarda esas olan, toplumun çıkarlarıdır En büyük çıkar payı öncelikle toplumundur Bununla bireylerin çıkarlarını reddetmiyoruz, ancak onların çıkarları, toplumun çıkarları çerçevesinde ele alınır Çoğunluğun zararına yol açmadığı takdirde, bireylerin çıkarları da münferid olarak ele alınabilir Ama zarar doğarsa, giderilir Aralarında uzlaşma imkanı görülmezse, toplumun çıkarı, bireyinkine tercih edilir Cihat bu sebeple farz kılınmış ve gaza sonucunda mücahitlere bazı zararlar do-kunsa bile peygamber (sav) efendimiz, müminleri cihada teşvik etmiştir Çünkü cihad terkedildiği takdirde, toplum tehlikeye düşebilir, kötülük iyiliğe üstün gelebilir

2 Görevi, vecibeleri yerine getirmek, hukuka riayet etmek, nefsi terbiye etmek gibi manevi maslahatlar ve çıkarlarda, tıpkı maddi olanlar gibi -hatta daha fazlasıyla- istenirler İslam nazarında bunlar daha çok rağbet görür Asli maslahatlar, dünyevi maslahatlardan önce gelir Bu sebepledir ki ibadetler, geçimden önce düşünülüp ele alınırlar Doğrusu dünya, ahirette iyi bir yere sahip olmayı temin eden bir vasıtadır Ahireti düşünmek, akıbet ve sonuç bakımından iyi olur "Asıl hayat, ahi-ret yurdundaki hayattır Keşke bilseler!" (Anketmt: 64)

İslamiyet, insanı hayattan el çekmeye çağırmaz Ama hayatı helalinden kazanmaya ve yasaklarından sakınmaya davet eder Haramlardan sakınılmadığ takdirde, îslamm maslahat saydığı gerçek maslahatlar kaybolur Bir maslahatın heder olması durumunda da, Allah´ın yasakladığı bir haram işlenmiş olur Haram işleyen kimse, başkasının hukukuna tecavüz etmektedir

Peygamber (sav) efendimiz işleri inceden inceye araştırır Allah´ın bu dünyada helal kıldığı hoş ve temiz şeyleri haram saymayı yasaklamıştır Helal, hoş ve temiz şeyleri haram sayanlara karşı Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:

"Ey Muhammed de ki: "Allah´ın kulları için yarattığı zinet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?" "Bunlar dünya hayatında inananlarındır Kıyamet gününde de yalnız onlar içindir" de Bilen kimseler için ayetlerimizi böylece uzun uzun açıklıyoruz De ki: "Rabbim sadece, açık ve gizli fenalıkları, günahı haksız yere tecavüzü, hakkında hiç bir delil indirmediği şeyi Allah´a ortak koşmanızı, Allah´a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır" (A´mf: 32-33) "Ey inananlar! Allah´ın size verdiği temiz rızıktan temiz ve helal olarak yeyin înandığı-, nız Allah´tan sakının" (Maide: 87-88)

Görüyoruz ki erdem ve fazilet devleti, insanı temiz ve helal şeylerden yoksun bırakmıyor Bunlardan mahrumiyet, bu devletin benimsediği ilkelere ters düşmektedir Allah´ın emrine dayanarak peygamber (sav) efendimiz, mü´minin, Allah tarafından helal kılman şeyleri haram saymasını yasaklamıştır, tmam Ahmed bin Hanbel, Hz Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İsrafa ve böbürlenmeye kaçmaksızın yeyiniz, içi-rniz ve giyiniz" Rivayete göre îmam Ahmed bin HanbePe ve-ra´ın ne o,lduğu sorulduğunda şu cevabı vermiştir: "Vera, helali istemektir" erdeme dayalı islam devletinde, salt mahrumiyet maksadıyla zahidlik yoktur Gerçek zahidlik, insanın, şehvete karşı nefsini frenlemeye alıştırıp güç kazanmasıdır îslam devletinde maslahat; nefsi, dini, nesli, aklı ve malı koruma esasına dayanır

Bu nedenledir ki Cenab-ı Allah, bu maslahatlara tecavüzde bulunan kimseyi, tecavüzü oranında cezalandırmayı vacip kılmıştırYapilan tecavüz, eğer yaşamanın ancak kendisiyle tahakkuk edebileceği bir şeye karşı işlenmişse, verilen ceza da o nispette ağır olur Eğer tecavüz bazı zorunluluklar karşısında yapılmışsa verilen ceza, öncekine nisbetle biraz hafif olur Yapılan tecavüz, eğer yaşamayı tamamlayıcı veya konforu sağlayıcı bir şeye karşı işlenmişse, verilen ceza, öncekilerine nispetle daha da hafif olur

Görüldüğü üzere had ve kısas gibi cezalar, kulların maslahatı için veriliyorlar» Önce de anlattığımız gibi bu cezalar, aslında kullar için bir rahmettir Aynı şekilde islam devleti de kullar için maslahat ve rahmet vasıtası olmaktadır Bu devlette Cenab-ı Allah´ın şu kavl-i şerifi gerçekleşir: "Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik" (Enbiya ıo7)



Hz Peygamberin İlk Faaliyetleri


Rasulüllah (sav)in Rabbi´nin emriyle kurmuş olduğu İslam devletinden bahsederken, bu devletin esaslarına işarette bulunmuş, ancak sistem ve hükmünü detaylı olarak ele almamıştık Burada ayrıntılara girmeden kısa ifadelerle bu devletin amaçlarını açıklamaya çalışacağız Böylece iki şey bilinmiş olacaktır:

1 İslam devletinin dayandığı temeller, heveslere boyun eğmeyen, düşüncesizce taklid güdülerine tabi olmayan selim akılların benimsediği ilkelerdir Bu ilkeler arasında, gelip geçici heveslere kapılmak yoktur Bu ilkeler, Allah Taala tarafından gönderilen vahiy vasıtasıyla Kur´andan ve sünnet-i nebeviyye-den alındıkları için, istikrarsızlık göstermezler Bu ilkeler, insanların maslahatlarına da uygundurlar Arabinin birine: "Mu-hammed´e niçin iman ettin?" diye sormuşlar Nefsi ve fikri müstakim olan arabi, şu cevabı vermiş: "Muhammed´in yap dediği bir iş için aklın yapma dediğini görmedim Muhammed´in yapma dediği bir iş için de aklın yap dediğini görmedim"

2 Bazı kimseler, haksız iddialarda bulunarak dinin sadece ibadetten ibaret olduğunu söylüyorlar Onlara göre dünya işlerini düzenlemek insanların göreviymiş Allah´a yapılan ibadet, ona yapılan bütün taatleri kapsar* O´nun emrettiği ve yasakladığı her şeye riayet etmek, O´na yapılan taatlerdendir

însani tecrübelerde, zulmü önleyen, hakkı yerine getiren, adaleti uygulayan, îslami bir devletin kurulmasını teyid ederler Bilindiği gibi en eski çağlardan beri bazı devletler kurulmuş, bazı devletler de yıkılmış; halk tabakası da zorba hükümdarın yönetimleri arasında zayi olup gitmişlerdir Hükümdarlar ne kadar zorbalık yapmışlarsa, umumi zulüm de o kadar devam etmiştir Romalılar zamanında da halk tabakası, kendileri üzerinde hegamonya kuran mütegallibenin bir avı haline gelmiştir

îslamda yönetim tarzını düzenleyen Kur´an-ı Kerim, halkın kendi kendini yönetmesini savunur Yönetici, önce Allah´a karşı sorumlu olup evvela o´nun hükümlerini uygular Daha sonra o, halka karşı sorumludur Onlara haksızlık etmez, zorluk çıkarmaz Ancak Allah´ın hükmü gerektirirse, onlara bazı hususlarda baskı yapıp zor kullanabilir



Kardeşlik


Peygamber (sav) efendimiz Medinedeki çalışmasına, îslam toplumunu meydana getiren bireyler arasında önemli bağlar kurmakla başladı Değişik soylardan ve çeşitli mekanlardan gelen insanları içine alan Bir birlik oluşturdu Değişik nesep ve kabilelerden kurulan bu toplumda şuur birliği vardır, insanları bölüp parçalayan farklılıklar yok edilmiş; ayrıcalıklar kaldırılmıştır

Hz Peygamber Medine´ye geldiğinde, göç eden diğer müslü-manlarla birlikte kendilerini bağırlarına basan yardım eden ensar ile karşılaşmıştı Fakat Medine´nin yerlileri arasında akıtılmış olan kanlar henüz kurumamıştı Yerliler arasında karşılıklı düşmanlık ve nefret duyguları vardı Aynı yerde yaşadıkları halde birbirinden nefret eden insanların gönüllerini birbirine ısındırmak için çalışmaya başladı Bu gibi insanlar, gönüllerini birbirine sıkı sıkıya bağlayan şartlar olduğu sürece kardeşlik içinde yaşarlar Bu şartların başında da Allah´a iman etmek, O´nun ahkamına boyun eğip teslim olarak, kainattaki varlıkların en temizi olan Muhammed (sav)in gölgesinde O´na itaat etmek gelir

"Ravz´ül-Enf adlı eserinde Süheyli der ki: "Rasulüllah (sav), Medine´ye indiklerinde, gurbet yalnızlığını gidermek, aile ve aşiretlerinden ayrılanlar dolayısıyla duydukları kimsesizliği ortadan kaldırmak, birbirlerine güç vermelerini temin etmek için, ashabım birbirlerine kardeş yaptı"

Anlatılan bu husus, kardeşliğin hedeflerinden sadece bir tanesidir Ama öncelikle ve bizzat kardeşlik, inanmış toplum birliğini oluşturmaya yönelir Bu sebeple de önce Muhacirlerle En-sar, arasında ikinci olarak da Evs ve hazreç kabileleriyle, ensar arasında kardeşlik kuruldu Böylece Rasulüllah (sav), müslü-manlarm aralarındaki gediği, dostluk ve ülfetle kapatmış oldu Dostluk ve ülfet, kalpleri yanyana getirir, aradaki nefreti giderir Bu kardeşlik, şerefli asilzade ile güçsüz kölenin birbirlerine alaka göstermesi ve kardeş olmaları için tesis edildi Bu sebeple önce Hamza bin Abdül Muttalib ile, Rasulüllah´ın azatlı kölesi Zeyd bin Harise, birbirlerine kardeş ilan edildi Önce de belirttiğimiz gibi, bir cemaat oluşturmak ve eşitlik prensibini pratik olarak yerleştimek için böyle bir kardeşlik şarttır

îbn îshak "Siret" adlı eserinde şöyle diyor: "Rasulüllah (sav) muhacirlerle ensardan oluşan ashabı arasında kardeşlik tesis etti Onun söylemediği bir sözü ona mal etmekten Allah´a sığınırız Bize ulaşan habere göre, "Allah için kardeşler olun" demiş, sonra da Ebu talib oğlu Ali´nin elini tutarak "bu benim kardeşimdir" buyurmuştu Rasulüllah (sav); Peygamberlerin efendisi, takva sahiplerinin imamı, kullar arasında, eşi ve benzeri bulunmayan alemlerin rabbi´nin elçisiydi Ebu Taliboğlu Ali ile kardeş oldu Allah´ın ve Rasulünün aslanı Abdülmuttalib oğlu Hamza, Rasulüllah (sav)in azatlısı Zeyd bin Harise ile kardeş oldu Uhud gününde savaşa katıldıklarında, ölümle karşılaştığı sırada Hz Hamza vasiyetini kardeşi Zeyd´e yapmıştı Ebu Talib oğlu Cafer ile Muaz bin Cebel de kardeş olmuşlardı Ebubekir es-Sıddık (ra) ile Harice bin Zübeyr de kardeş olmuşlardı Böylece peygamber efendimiz, muhacirlerle ensardan kardeş olanları birer birer saymış, Müezzini Bilal´in de Ebu Ru-vayha ile kardeş olduğunu ilan etmişti Bu ikisi arasındaki kardeşlik, Rasulüllah´ın kardeş kıldığı diğer sahabiler arasında olduğu gibi kopmaksızm devam etmişti

Emirül mü´minin, Hattab oğlu Ömer (ra), Şam´da nüfus kütüklerini düzenletirken Bilal de oraya gelmiş, mücahid olarak orada ikamet etmişti Hz Ömer, kiminle aynı kütüğe kayd olmak istersin?" diye sorunca o da, "Rasulüllah beni kendisiyle kardeş yaptığı için Ebu Ruvayha´mn kütüğüne kaydet Çünkü ondan hiç ayrılmayacağım" demiş, bunun üzerine Hz Ömer de-Bilal (ra)´i; Ebu Suvayha ile aynı kütüğe kaydetmişti

îbn Kayyum, Hz Peygamberle Hz Ali´nin kardeş oldukları konusundaki rivayeti kabul etmemiş ve bu konuda şunları söylemiştir: "Peygamber efendimiz, muhacirlerle ensarı kardeş kıldıktan sonra, ikinci olarak muhacirleri kendi aralarında birbirleriyle kardeş yapmıştır Bu arada Ali´yi de kendisi kardeş edinmiştir Kesin olan, birincisi, yani muhacirlerle ensarm birbirleriyle kardeş kılınmalarıdır Muhacirler İslam kardeşleri, hemşeri ve akraba oldukları için, ayrıca kendi aralarında birbirleriyle kardeşlik tesis etme ihtiyacında değillerdi

Eğer bu durumda Peygamber efendimiz bir kimseyi kendine kardeş edinecek olsaydı; insanlar arasında en çok sevdiği hicret yoldaşı, mağara arkadaşı, sahabilerin en faziletlisi ve en üstünü olan Ebubekir es-S,iddık´i seçerdi Zaten bir defasında şöyle buyurmuştu: teYeryüzü halkından bir kimseyi dost edinseydim, mutlaka Ebubekir´i dost edinirdim

Görülüyor ki tbn Kayyım, çok uzak bir ihtimal olduğu için, Hz peygamberle Hz Ali´nin kardeş olduklarını bildiren rivayeti reddetmiştir Ancak o, kardeşliğin, sadece muhacirlerle ensar arasında tesir edilmiş olduğunu kabul etmiştir Çünkü muhacirlerin ensarm destek ve korumasına ihtiyaçları vardı Onun için ensar ile kardeş kılındılar Kendi aralarında kardeş kılınmaya ihtiyaçları yoktu Aynı şekilde ensarm da kendi aralarında kardeş kılınmaya ihtiyaçları yoktu

Bu konuda Ibn Kayyım, İbn Kesir´e muvafakat ederek, îbn tshak´m nakilleri hususunda şöyle demiştir: "îbn îshak´ın anlattığı bazı şeyler üzerinde düşünmek gerekir Peygamber efendimizin herhangi bir kimseyle kardeş olduğu iddiasını bazı alimler reddetmekte ve bu konuda gelen rivayetlerin sahih olmadıklarını söylemektedirler Çünkü birbirlerine destek olmaları ve kalplerinin birbirine ısınması için muhacirlerle ensar birbirlerine kardeş kılınmışlardı Oysa Peygamber efendimizin ensar veya muhacirlerden herhangi biriyle kardeşlik tesis etmesinin gereği ve anlamı yoktu Zeyd bin Harise ile Hz Ham-za´nın kardeş kılınmaları için de bir sebeb yoktu Ancak şunu söylemek gerekir ki, peygamber efendimiz, Hz Ali´nin idaresini başkalarına yüklememiş´tir Çünkü onu babası Ebu Talib´in sağlığında küçük bir çocuk olarak yanına almış ve bakımını, nafakasını üstlenmiştir Aynı şekilde Hamza (ra)da, Zeyd bin Harise´nin idaresini ve nafakasını üstlenmiş ve bu bakımdan peygamber efendimiz onları kardeşi ilan etmiş olabilir Doğrusunu Allah bilir" [1]

Biz, gerek muhacirlerin, gerek ensarm kendi aralarında kardeşlik tesis ettikleri görüşünü kabul ediyoruz Çünkü İbn Kesir, bu ispatlayıcı rivayetin şahinliği üzerinde konuşmamış tır* Kardeşlik tesisinin sebebini muhacirlerin ensarlı kardeşlerinden yardım ve şefkat görmelerinei bağlamak delilsiz bir görüştür Aksine bu, Kur´an-ı Kerim´in de açıkça belirttiği gibi, hicretin, yardım ve barındırmanın zahirine dayanılarak ileri sürülen bir iddiadır Zanmmıza göre sahabiler arasında kurulan kardeşliğin, amacı sadece birlik-beraberlik ve şefkat değildir

Bu kardeşlik başka sonuçlar da doğurmuştur Şöyle ki;

1 Güçlü ile zayıf arasında dostluk ve ülfet akdi yapılmış; müminler, birbirlerine dost ve arkadaş olmuş, kimse kimseye karşı üstünlük taslamamıştır Soylu ve şerefli Hamza´nın, daha Önceleri köle olan azatlı Zeyd bin Harise ile kardeş kılındığını söylemek, her halde bunu anlamamız için yeterli olur Zeyd, daha önceleri köle iken RasulüllaMsav), onu azad ederek ihsanda bulunmuş, onu yüceltmiş, kendine evlad edinmişti: "Cenab-ı Allah (Rabbiniz) evlatlıklarınızı da oğullarınız gibi tutmanızı meşru kılmamıştır"(Ahzab: 4) buyurarak evlat edinmeyi haram kı-lıncaya kadar, da Rasulullah onu evlatlık olarak tutmuştu Onu, Abdülmuttalib oğlu Hamza´ya kardeş kılması da, Rasulullah (sav)in hikmetli işlerinden biriydi

2 Muhacirler, muhtelif kabilelerdendiler Kureyşlilerin bir kısmı, birbirleriyle rekabet halinde olan ailelere mensuptu Şu halde aralarındaki asabiyeti yok etmek, islam kardeşliğiyle onları bir araya getirip birleştirmek gerekiyordu

3 Ensar da kendi aralarında birlik ve beraberlik içinde değildi, îslama girmek üzereyken bile, ensarı oluşturan Evs Haz-reç kabileleri arasında düşmanlık ateşi alevlenmekteydi Şu halde, aralarındaki bu düşmanlığı unutmalarını sağlamak için çalışmak gerekiyordu Bu da Muhammedi kardeşlikle mümkün olabilirdi

4 Peygamber (sav) sahabileri birbirleriyle kardeş ilan ederken, bu müesseseyi, kendisinden sonra da müslümanları bir araya getirecek bir şekilde devamlı hale getirmiş oluyordu Kardeşlik, gelip geçici bir olay dolayısıyla kurulan bir bağ ve sadece muhacirlerle ensar arasındaki ülfeti sağlayan bir olay değildi Aksine bu, tüm müminleri birleştiren bir iksir ve tüm müslümanlarca uyulması gereken bir nizamdı Kardeşlik nizamına asr-ı saadetten sonra belki daha büyük ölçüde ve daha şiddetli derecede ihtiyaç duyulacaktı Bu sebeple velayet bağları ortadan kalkmadı Bu bağlar, daha sonra İslama giren arap ve arap olmayanlar arasında da varlıklarını korudular

Kurulan kardeşlik, amacına ulaştı ve meyvesini verdi Mümin gönüller sevgiyle birbirlerine bağlandı Buhari, Müslüm ve Ahmed bin Hanbelin rivayetlerine göre, Abdurrahman bin Avf hazretleri Medine´ye geldiğinde Peygamber efendimiz, onunla Sa´d bin Kebi´ el-Ensari´yi kardeş kıldı Sa´d, kardeşi Abdurrah-man´a dedi ki: "Sen benim kardeşimsin Medinelüerin en zenginiyim Bak, malımın yarısını sana vereyim Nikahımda iki eşim var Bak, hangisini beğeniyorsan onu senin için boşaya-yım da onunla evlen" Sa´d´ın bu önerisi karşısında Abdurrahman: "Allah, malım ve aileni sana mübarek etsin Siz bana çarşının yolunu gösterin" dedi Yolu gösterdiler; çarşıya gitti Alışveriş yaptı, kazandı; biraz yağ ve çökelek getirdi Allah´ın dilediği kadar bir süre daha aradan geçtikten sonra, bu defa üzerine (yeni evlilere mahsus) safran yağı sürünmüş vaziyette geldi Rasulüllah (sav), ona, "Ne haldesin?" diye sordu O da, "bir kadınla evlendim" deyince Resulüllah (sav) "Bir koyun (kesmekle de olsa düğün yemeği yap" buyurdu

- Muhacirler barınacak bir yer ve kendilerine yetecek kadar azıktan başka bir şey beklemiyorlardı Buhari , Ebu Hürey-re´nin şöyle dediğini rivayet eder: "Ensar, peygamber (sav) efendimize : ´Hurmalıkları bizlerle kardeşlerimiz arâsınaapay-laştır" dediler Peygamber efendimiz: "Hayır sadece hurmalarda size ortak olsunlar" dedi Ensar da: "îşittik ve itaat ettik" cevabını verdiler Muhacirler, ensar kardeşlerinin kendilerine yaptıkları ikramları fazla buluyorlardı, imam Ahmed bin Hanbel, Enes (ra)in şöyle dediğini rivayet eder: "Muhacirler dediler ki: "Ya Rasulüllah! Yanlarına geldiğimiz bu (Medineli) kavim gibi, azdan çok güzel iyilik eden, çoktan da çok güzel harcayan bir kavim görmedik Bize yeterince azık verdiler Rahat ve huzurlarına da bizi ortak ettiler Bu durumda bütün sevabı onların alacaklarından korkuyoruz" Rasulüllah (sav) buyurdu ki: "Hayır Siz onlara övgüde bulunduğunuz ve onlar için Allah´a dua ettiğiniz müddetçe Öyle olmayacaktır"

Peygamber efendimiz, ensarın kendilerinden istifade etmeleri için muhacirleri çalıştırıyordu Nitekim ensar da onları barındırmış ve onlara yardımcı olmuşlardı Rivayete göre Peygamberimiz (sav) ensara hitaben şöyle demiştir: "(muhacir) kardeşleriniz, mal ve evlatlarını bırakarak size geldiler" Ensar da: "tkta usulüyle mallarımızı aramızda taksim edelim" dediler Peygamber efendimiz "Bundan başka bir yol bulunamaz mı?" diye sordu; onlara Övmeye devam etti; sonra "onlar çalışmasını bilmeyen bir kavimdir Siz onların azıklarını verin Ürünlere onları da ortak edin" dedi Muhacirlerin ensarla birlikte çalışmalarını ürünü de bir pay araziye, pay da emeğe olmak şeklinde bölüşmelerini uygun görmedi"



Medine Halkı Arasındaki Yakınlık ve Dostluk


Muhacirlerle ensar arasında olduğu gibi, muhacirler kendi aralarında ve yine ensar da aralarında kardeş ilan edildiler Böylece müslümanlar biraraya getirildi; kardeş kılındı, bu kardeşler birbirleriyle yardımlaşma içine girdiler Kişisel dostluk bağlarının pekiştirilmesi demek olan kardeşlik toplumsal birlik ve beraberliğin temel esasıdır Ancak bütün bu bağların kurulmasında ailevi ve kabilevi ilişkilerin düzenlenmesi, kardeşlik şeklinde bireyler arasında yardımlaşma zemini hazırlandıktan sonra, batınlarla kabileler arasında da yardımlaşma zemininin hazırlanması gerekiyordu Bütün bu toplum birimlerinin hayırda yardımlaşmak, günahı aralarından uzaklaştırmak, bu amaca ulaşmakta el birliği etmek esası üzerinde birbirleriyle bağlantı kurmaları gerekiyordu

îşte bu maksatla peygamber (sav) efendimiz; muhacir, ensar, yahudi ve puta tapmaya devam eden müşrikler gibi Medine-i münevvere sakinleri arasında birlik-beraberlik tesis etmek için çalışmaya yöneldi "El-Bidaye ven-Nihaye" adlı tarihinde Hafız tbn Kesir, konuyla ilgili olarak şöyle der:

"Medine´de Kaynukaoğullan, Nadiroğulları Kurayza oğulları gibi yahudi kabileleri vardı Bunlar Hicaz´a Evs ve Hazreç kabilelerinden daha önce yerleşmişlerdi Taberi´nin anlattığına göre Buhtun´ı nasz (Nabokodo Nasser)in Kudüs taraflarını tah-rib ettiği sıralarda Hicaz´a gelmiş ve orayı yurt edinmişlerdir

Seyl-i arim sırasında Yemen´in parçalanması ve insanların gruplar halinde orayı terketmeleri üzerine Evs ve Hazreç kabileleri de Yemen´den Medine´ye gelmiş ve oraya yerleşmişlerdi Yahudilere komşu ve müttefik olmuşlardı Peygamberlerden intikal edegelen ilimlerin faziletini üzerlerinde gördükleri için yahudilere benzemeye çalışmış ve benzemişlerdi

Hicretten sonra yahudiler mü´minlere ve peygamber efendimize diş bilemeye başlamışlardı Çünkü Peygamber efendimiz Hz îshak´ın değil, Hz ismail´in neslindendi Halbuki daha önceleri yahudiler, peygamber efendimiz vasıtasıyla müşriklere karşı üstünlük sağlayacaklarını umuyorlardı Evsafını bilip tanıdıkları peygamber efendimiz geldiğinde ise onu inkar ettiler

îbn Kayyum, hicretten sonra Medine-i Münevvere´de çeşitli gruplardan oluşan bir nüfus meydana geldiğini söyler Orada muhacir ve ensardan oluşan müminler; Kaynukaoğulları, Nadiroğulları ve Kurayza oğulları kabilelerine mensup yahudiler, müşrikler vardı Dışarda bulunup peygamber efendimize kin ve adanet besleyen düşmanlar da vardı îbn Kayyum bu konuda şöyle der: "Peygamber (sav) Medine´ye geldiğinde, kafirler üç kısım olarak ona karşı tavır aldılar;

Birinci kısım: Bunlar onunla barış yaptı Anlaşma gereği olarak bunlar, peygamber (sav) ile savaşmayacak, kendisine karşı cephe oluşturmayacak, onun düşmanlarına-yardım etmeyeceklerdi Kendileri de kafirliklerini devam ettirdikleri halde, canları ve malları hususunda emniyette bulunacaklardı

İkinci kısım: Bunlar peygamber efendimize ilişmedikleri gibi, onunla savaşmamışlar ve barış da yapmamışlardı Hz Muhammed ile ona iman eden müminlerin sonlarının ne olacağım beklemişlerdi Bunlardan bazıları, kalben peygamber efendimizin güçlenip yükselmesini ve muzaffer olmasını istiyorlardı Diğer bazıları da her iki taraftan bir zarar görmemek ve emin olmak için -kalben onun düşmanlarıyla beraber olduğu halde- görünürde onun yanında yer alıyorlardı Bunlar, üçüncü kısmı oluşturan münafıklardı Peygamber (sav), rabbinin kendisine verdiği emre uygun şekilde bu gruplara muamelede bulundu"

Peygamber (sav) Medine?ye geldi Bu gruplarla karşılaştı Ama bu grupların hepsi aynı zamanda ortaya çıkmadılar Nifak grubu, tarihi olayların da işaret ettikleri gibi, büyük Bedir gazası zaferinden sonra ortaya çıkmıştır, diş bileme ve düşmanlıklarını açığa vurmaya başladılar Kötülük yapmaya karar verdiler Bunun üzerine kendileriyle savaşıldı ve sonunda sürgün edildiler O esnada münafıklık zuhur etti Peygamber efendimizin bazı düşmanları da, müslüman olduklarını ilan ettiler Yukarda anlatılan grupların ortaya çıkış tarihleri ne olursa olsun, kesin olan husus şudur ki, peygamber efendimizin karşısına düşmanlıkla çıkan, onu yurdundan sürgün eden Kureyş müşrikleri vardı Mekkeden çıkarılması her ne kadar mukadder bir şeydiyse de, hicret zorunlu hale gelmişti Nitekim buna daha önce de işarette bulunmuştuk, peygamber efendimizin karşısında yahudiler vardı Bunlar, Medinelilerle bir arada yaşıyorlardı Mekan ve komşuluk bakımından birbirlerine yakın, ama inanç bakımından birbirlerine uzak idiler Bunlardan başka peygamber efendimizin karşısında; müminlere ilişmeyen, onlarla savaşmayan ve düşmanlarıyla elbirliği etmeyen kimseler bulunuyordu Peygamber efendimiz, kendisinin düşmanlarına galib olmasını arzulayan, ya da düşmanlarının kendisine galib olmasını arzulayan, ya da düşmanlarının kendisine galib olmalarını temenni eden kimselerin kalplerini keşfedecek durumda değildi O, Allah´ın şer´i hükümlerini zanıre göre uyguluyor, gizli kalan hususları ise Allah´a bırakıyordu Her ne kadar tedbirli ve ihtiyatlı olmayı emrediyorsa da, saklı kalan tarafları Allah´a havale ediyordu Şeriat koruyucusu Allah Teba-reke ve Teala, kutsal kitabında şöyle buyurmuştur: uEy inananlar, tedbirinizi alın!" (Nisa 7i)

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İslam Devletinin Kuruluşu

Eski 07-05-2009   #3
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : İslam Devletinin Kuruluşu



Sosyo-Ekonomik, Politik ve Stratejik Uzlaşma


Peygamber (sav) efendimiz, toplumlarım düzene sokmak, ekonomik ve sosyal alanda yardımlaşmalarını temin etmek, aralarındaki siyasi işleri düzenlemek boy ve kabileleri arasında dostluk sağlayıp birbirleriyle uzlaştırmak, iyiliği yerleştirip kötülüğü uzaklaştırmak, zulmü ortadan kaldırmaya çalışmak, bireysel ve toplumsal olarak birbirlerine haksızlık etmelerini önlemeye çalışmak hususunda îslami hükümleri açıklamak üzere müminlere Allah´ın bir emri olarak bir belge hazırladı Müminlere ne gelirse, yahudilerle diğerlerine de gelecekti Onlar da müminlerle aynı haklara sahip olacak ve müminlerin tabi bulundukları yükümlülüklere tabi olacaklardı Dinleri huhusun-da zarar görmeyecek inançları nedeniyle tecavüze uğramayacaklardı Ancak, liderlik, Hz Peygamber, de bulunacaktı Bu sebeple bu belge, yahudiler için, peygamber efendimizin kendilerine vermiş olduğu bir akidname hükmünde olmuştur Belgede şunlar yazılıydı:


"Bismillahirrahmanirrahim Bu, peygamber Muhammed (sav) tarafından, Kureyşli ve Yesripli mümin ve müslüman-larla, onlara bağlanmış ve katılmış olanlar ve onlarla birlikte cihad edenler arasında yazılan bir belgedir Muhakkak ki onlar, diğer insanlardan ayn bir toplulukturlar

Kureyş´ten olan muhacirler, kan diyetlerini aralarında -geleneğe göre- ortaklaşa ödeyecekleri gibi, esirlerinin kurtuluş fidyelerini de -müminler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde- ortaklaşa ödeyeceklerdir

Avfoğulları da öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini -geleneklerine göre- ortaklaşa ödeyeceklerdir Her grup, esirlerinin kurtuluş fidyelerini, mü´minler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde ödeyeceklerdir

Said oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini geleneklerine göre ortaklaşa ödeyeceklerdir Her grup, esirlerinin kurtuluş fidyelerini , müminler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde ödeyeceklerdir

Haris oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini geleneklerine göre müştereken ödeyeceklerdir Her grup, esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde ödeyeceklerdir


Cüşem oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini geleneklerine göre müştereken ödeyeceklerdir Her grup, esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde ödeyeceklerdir


Necaroğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini geleneklerine göre müştereken ödeyeceklerdir Her grup, esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde ödeyeceklerdir


Amr bin Avfoğullan, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini geleneklerine göre müştereken ödeyeceklerdir Her grup, esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde ödeyeceklerdir


Nebitoğulları, Öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini geleneklerine göre müştereken ödeyeceklerdir Her grup, esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde Ödeyeceklerdir


Müminler borçlu ve çoluk çocuğu kalabalık olduğu için sıkıntı çekmekte olanları kendi hallerine bırakmayarak kurtuluş fidyelerini veya kan diyetlerini, aralarında bilinen meşru esaslar çerçevesinde Ödeyeceklerdir

Hiçbir mümin diğer bir müminin mevlası (azatlısı veya yardımcısı) ile aleyhte bir anlaşma yapmayacaktır

Takvalı müminler; içlerinden azgınlık ec|en, zulüm veya haksızlık yapmak isteyen veya günah işleyen veya düşmanlık eden ya da müminler arasında karışıklık çıkaran kimseye karşı cephe alacaklar ve o, onlardan birinin evladı da olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır

Hiçbir mümin, bir kafir için bir mümini öldürmeyecek ve mümine karşı kafire yardım da etmeyecektir Allah´ın ahdi ve teminatı (müminlerin hepsi için) birdir Onların en aşağı du-rumdakilerini dahi kapsamına alır Müminler, diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin dostudurlar

Yahudilerden bize tabi olanlar, asla zulme maruz kalmaksızın ve aleyhlerinde bir yardımlaşma olmaksızın bizden iyilik ve yardım göreceklerdir

Müminlerin barışı birdir Hiçbir mümin, Allah yolundaki bir savaşta müminlerden ayrı olarak barış yapmayacaktır Ancak, aralarında eşitlik ve adalet çerçevesinde hep birlikte barış yapacaklardır Bizimle birlikte gazaya katılan gaziler, kendi aralarında birbirleriyle nöbetleşeceklerdir

Müminler, birbirlerinin Allah yolunda dökülen kanlarının öcünü alacaklardır

Takvalı müminler, en güzel ve en doğru yol üzerindedirler Hiç bir müşrik, bir Kureyşlinin malını, canını korumayacak Bu yolda bir mümine de engel olmayacaktır

Bir kimsenin bir mümini sebepsiz yere öldürdüğü kesin delillerle tespit edilirse katile kısas uygulanacaktır Ölenin velisi buna rıza göstermeyecek olursa bütün mü´minler ona karşı kıyam edip karşı duracaklardır Bundan başka bir yol tutmaları helal olmaz

Bu sahifedekileri kabul ve ikrar eden, Allah´a ve ahiret gününe inanan bir mü´minin, ortaya kötü bir şey çıkaran kimseye yardım etmesi ve onu barındırması helal değildir Böylesine yardım eden ve onu barındıran kimsenin üzerine, kıyamet gününde Allah´ın gazap ve laneti olsun Onun ne tevbesi, ne de kurtuluş fidyesi kabul olunmayacaktır

Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düştüğünüzde o şey, şanı yüce olan Allah´a ve Muhammed (sav)e havale edilecektir"

Bu maddeler, müminlerle ilgiliydi Hz Peygamber, bu maddeler çerçevesinde müminlerle muahede yapmıştı



Yahudilerle Yapılan Anlaşma:


Yahudileri ilgilendiren sayfa ise, her iki tarafı bağlayan bir anlaşma belgesiydi, Belgede şunlar yer almaktaydı:


"Yahudiler, müminlerle birlikte savaşa devam ettikleri müddetçe savaş masraflarına katılacaklardır Avf oğulları yahudile-ri, müminlerle birlikte bir topluluk teşkil edecekler; yahudiler kendi dinlerinde, müslümanlar da kendi dinlerinde kalacaklardı Onların müttefikleri için de, kendileri için de bu böyledir Ancak ki, bunlardan bir zulüm veya bir kötülük işleyen sadece kendini ve ailesini tehlikeye atmış olur Neccaroğulları yahudi-leri hakkında konulan hüküm, Avfoğulları yahudileri hakkındaki hüküm gibidir Haris oğulları ve Saide oğulları yahudileri hakkında konulan hüküm de Avf oğulları yahudileri hakkında konulan hüküm gibidir


Cüşel oğulları yahudileri hakkında konulan hüküm, Avfoğulları yahudileri hakkında konulan hüküm gibidir

Evs oğulları yahudileri hakkında konulan hüküm, Avf-oğul-ları yahudileri hakkında konulan hüküm gibidir


Salebe oğulları yahudileri hakkında konulan hüküm, Avfo-ğulları yahudileri hakkında konulan hüküm gibidir Bunlardan bir zulüm veya kötülük irtikab eden kimse, sadece kendini ve ailesini tehlikeye atmış olur


Cefne de, salebe oğullarının bir kolu olup, onların tabi oldukları hükümlere tabidirler

Şutaybe yahudileri de Avf oğulları yahudileri gibi olup aynı hükümlere tabidirler


Salebe oğullarının müttefikleri de kendileri gibidirler Yahudilere karışmış ve bağlanmış olanlar da yahudiler gibidirler


Yahudilerden hiç kimse, Muhammed (sav)in izni olmadan askeri bir sefere çıkamıyacaktır Bir yaralamanın Öcünü almayacaktır


Fırsat kollayarak cinayet işleyen kimse, o cinayeti, kendi şahsına ve ailesine karşı işlemiş olacaktır Bu hususta dürüst davranandan Allah razı olacaktır (Savaşma durumunda) Yahudilerin masrafları kendilerine, müslümanların masrafları da kendilerine ait olacaktır Şu kadar ki onlar, bu sahife sahiplerine savaşanlara karşı, aralarında yardımlaşacaklar ve aralarında Öğüt verme, kötülük değil de iyilik dileme esas alınacaktır Elbetteki iyilik, kötülükten ayrıdır Hiç kimse müttefikine kötülük yapmayacak, mazluma yardım edilecektir Yahudiler, müminlerle birlikte savaşa devam ettikleri müddetçe, savaş masraflarına katılacaklardır


Yesip beldesinin içi, bu sahife sahipleri için haram ve dokunulmaz bir bölgedir


Zarar verici ve kötülük işleyici olmamak kaydıyla Himayeci de himaye edilen gibidir

Bu sahife sahipleri arasında herhangi bir hadise veya çekişme çıkar, bunun onların aralarını bozmasından korkulursa, o iş, şanı yüce olan Allah´a ve Rasulü Muhammed (sav)e havale edilir

Şüphe yok ki Allah, bu sahifedekilere riayetsizlikten son derece sakınan, doğruluğu ve iyiliği prensip edinenlerden razı olur

Ne Kureyşliler, ne de onlara yardımcı olanlar asla himaye´ görmeyeceklerdir


Yesribe saldıracak kimselere karşı onlar (müslümanlarla yahudiler) kendi aralarında yardımlaşacaklardır Yahudiler barış yapmaya ve barış akdine katılmaya (müslümanlar tarafından çağırıldıklarında o barışı akdedecek veya o akde katılacaklardır Yahudiler tarafından müminlere böyle bir davet yapıldığında, davetlerine icabet edilmesini müminlerden isteme hakkına sahib olacaklardır Din uğrunda savaşanlar, bundan müstesnadır Herkes, kendisini ilgilendiren kısımdan sorumludur


Bu sahife sahipleri için konulan kabul edilen hükümler, aynen Evs yahudilerinin Mevlalarına ve kendilerine de -bu sahife sahipleri tarafından- iyi niyetle tatbik olunacaktır Şüphe yok ki iyilik, kötülükten ayrıdır Kazananın kazancı, ancak kendisi-nedir


Muhakkak ki Allah, bu sahifedekilere en doğru ve en iyi şekilde riayet edilmekten hoşnud olur Bu sahife, bir zalimi ve suçluyu cezalandırmaya asla engel olmayacaktır Medine´den çıkan da emniyette, Medine´de oturan da emniyette olacaktır Bir zulüm veya suç işleyen kimse, bundan müstesnadır



Belgeye Bir Bakış



Hz Peygamber (sav) efendimizin, muhacirlerle ensar ve müminlerle yahudiler arasında fark bulunmaksızın Medine-i Münevvere ahalisi için yeni bir toplum tanzim ederken dayandığı bu belge üzerinde şu mütalaalarda bulunmamız mümkündür:


a- Medine-i Münevvere´de kurduğu yeni düzen gereğince Hz Peygamber, belgedeki hükümleri uygulama yetkisine sahip ilk lider olmuştu Bu nedenle de yahudiler içinden her hangi bir grubun, kendisinden izinsiz olarak savaşa çıkmalarına izin vermemişti Bununla hayrı elde etmek, şerri bertaraf etmek, dürüst davranmak, kötülük ve düşmanlık hususunda yardımlaş-mamak esası üzerine kurulması istenen Medine toplumu, durumunu sarsacak bir tehlikeye düşmekten kurtulmuştur


b- Medine´de oturan yahudiler, bu belge uyarınca tek statüye tabi reaya olmuşlardı Başkalarından ayrı olarak, sadece kendilerine uygulanan özel hükümler olmayacaktı Ama bunun yanında dinlerini muhafaza edebileceklerdi İnançlarına saygı gösterilecekti Kimse onlara haksızlık etmeyecekti Allah´ın hükmüne tabi olacaklardı Gerekli durumlar dışında Hz Peygamber, onların arasında çıkan davalara bakmayacak ve hüküm vermeyecekti Onlara uygulayacağı idare tarzını Cenab-ı Allah şöyle açıklıyordu:


"Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet, yahut onlardan yüz çevir; yüz çevirirsen sana bir zarar veremezler Allah, adil olanları sever/´ (Maıde: 42) Bu ayet gösteriyor ki, yahudiler; canların dokunulmazlığı, zulmün haramlığı gibi kamu düzeniyle ilgili hükümlere uymakla yükümlüdürler Ama Hz Peygamber özel durumlarına karışmayacaktı Kendileri gelip müracaatta bulunmadıkları takdirde, şahsi davaları, Hz Peygamber, tarafından hükme bağlanmayacaktı O dilerse hüküm verecek; dilerse bundan kaçınacaktı Bu nedenle Medine yahudilerinin, ahkam bakımından zımmiler gibi olduklarını söyleyemeyiz


c- Peygamber efendimizin Medine halkıyla yaptığı anlaşma, aşiretler arasındaki yardımlaşma esasına dayanıyordu Her aşiret, kendi aralarındaki güçsüz adamlarını koruyacak, birbirlerine iyilikte bulunacak, esir düşen adamlarının kurtuluşCfîd-yesini ve ölülerin diyetlerini vereceklerdir


Bu da düşmanlık Ve intikam ölçüleri çerçevesinde değil de iyilik ölçüleri çerçevesinde her şahsın, kendi ailesi için hürmete layık muhterem bir varlık olduğuna işaret ediyor


d- Aşiret içindeki dahili yardımlaşma yanında, bütün müminler, hatta toplum, mazluma yard


Bu hüküm, kısasa dair nassm nüzulü esnasında ortaya çıktı Buna göre müminlerin hepsi, kısasta maktulün velilerine yardımcı olacaklardır Bir hadise çıkaran veya kin, düşmanlık saçan kimsenin meydana getirdiği zararı ortadan kaldırmak için, toplum bireyleri elbirliği edeceklerdir Bu faziletli yardımlaşma sayesinde, toplumun, yararına olan ve ona fayda getiren zararları ortadan kaldıran davranışlar desteklenmiş oluyordu


Bu anlaşmaya göre, Hz Peygamber´in düşmanları yahudiler tarafından da düşman olarak bilinecekti Bu sebeple Kureyşliler ve yardımcıları, yahudiler tarafından desteklenmeyecek-tiYahudiler, müşriklerle dostluk kurmayacaklardı Çünkü müşrikler, hem Allah´ın, hem de onların düşmanlarıydılar Bu anlaşma ise, müslümanı ve yahudisiyle, Medine halkını tek bir halk haline getiriyordu Düşmanları aynı olduğu gibi, dostları da aynı olmalıydı Böyle bir birlik sağlanmadığı sürece aynı toplum içinde yaşayan insanların güvenlik içinde olmaları mümkün değildir Medine ehlinden bir kısmına saldıran, bütün Medine halkına saldırmış sayılacaktı Şüphesiz ki bu hüküm, yahudileri de bağlıyordu Çünkü muahede belgesi onlara bazı haklar tanımış ve onları bazı görevlerle yükümlü kılmıştı Görevlerini ihlal ettikleri takdirde haklarım da yitirmiş olacaklardıÇünkü haklar ve yükümlülükler karşılıklıdır


Aynı ittifak içinde oldukları için, anlaşma belgesinde söz edilmeyen konularda da yahudilerle Hz Muhammed (sav)in düşmanları arasında yardımlaşma yapılması doğru olmayacaktı Hz Peygamber, anlaşma hükümlerine riayet etti Ama ya-hudiler de riayet ettiler mi? Cereyan eden olaylar, bu soruya cevap olarak yeterlidir Halbuki her iki tarafın da muahede belgesine riayet etmeleri gerekliydi Taraflardan biri muahedenin gereklerini ihlal ederse, muahede belgesinin kendilerine tanıdığı haklan kaydedeceklerdi Muahedenin ihlali, müminlere karşı yahudilerin müşriklerle dostluk kurmaları gibi harici bir duruma dayanırsa, bu takdirde yahudilerin, müslümanların komşusu olma sıfatları ortadan kalkacaktı Muahedeyi bu şekilde ihlal edenin komşuluğu bırakıp Medine´de ikamet etmekten vazgeçmesi gerekiyordu Medine´yi terketmediği takdirde diğer tarafın -hoşlarına gitse de gitmese de- onları sürgün etme hakları doğacaktı Çünkü ihlalciler, artık karşı tarafın düşmanları olmuşlardı



Ezan


îslam toplumu oluştu Hz Peygamber, bu toplumun nizamını ortaya koydu Bu toplumda yaşamakta olan insanların kalb-lerini birbirine ısındırdı Müminleri birbirine kardeş yaptı Bilahare Islama girecek olanların da gönüllerini birbiriyle kaynaştıracak bir sistemi ortaya koydu


Sonra bireyleri kardeşlik bağlarıyla birbirine bağladığı gibi, Medine´deki cemaatleri de birbiriyle uzlaştıran muahede belgesini düzenledi Her cemaatin görevlerini açıkladı Herkesi ilgilendiren konularda müminlerle aym haklara sahip olacaklarına özel işlerinde ise kendi dinlerinin hükümlerine göre hailede- bilecekleri konusunda yahudilerle anlaşma yaptı Onlar, Peygamber efendimizin hakemliğine baş vurdukları zaman, O, aralarında Allah´ın Kur´an-ı Kerim´de indirdiği hükümlerle hüküm verebilecekti


Bu toplumsal oluşum ve uzlaşmadan sonra Hz Peygamber, toplumsal açıdan halkın gönüllerini birbiriyle kaynaştıracak ölçüleri belirledi Bundan sonra onların kalblerini birbirine bağlayacak şeyi açıkladı Bu, namazın Cemaatle kılınması ve namaz vaktinin girdiğini herkese duyurmakla mümkün olacaktı Namazın, vaktinde ve cemaatle kılınabilmesi mü´minlerin hepsine birden çağrının ulaşmasıyla mümkün olacaktı, tşte ezan o sıralarda meşru kılındı Ibn îshak bu konuda şöyle der: "Rasu-lüllah (sav) Medine-i Münevvere´ye yerleşip sükun bulduktan , muhacir kardeşleri ile ensar gelip etrafında toplandıktan, idarelerini ele aldıktan sonra İslamiyet kuvvet buldu Namaz kılındı, zekat hadler, helal ve haram belirlendi İslam dini, mü´minlerin arasına yerleşti Ensariler, muhacirlerden önce Medineyi yurt edinmiş ve imam gönüllerine yerleştirmişlerdi Hz Peygamber Medine´ye geldiği sırada müminler, namaz vakti gelince herhangi bir çağrı yapılmadan namaza kendiliklerinden geliyorlardı Hz Peygamber, yahudilerin ibadete çağrılışları esnasında çaldıkları borazan gibi bir şey kullanarak müslü-manları namaza çağırmak istedi, ama daha sonra bu isteğinden vaz geçti Bundan hoşlanmamıştı Sonra namaz vakitlerinde çan çalınmasını emretmiş, ve namaz vaktinde çalınıp, müs-lümanlara duyuru yapılması için bir çan kurulmuştu Burada hatıra iki şey geliyor:


1 îbn îshak, Hz peygamberin Medine´ye gelişinden sonra namazın kılındığını, zekatın farz kılındığını, hadlerin tatbik edildiğini, helal ve haramın belirlendiğini anlatıyor Halbuki bu sayılanlar muhtelif vakitlerde; bazısı hicretten Önce, bazısı da daha sonra meşru kılınan farizalardır Mesela namaz, hicretten önce miraç gecesinde farz kılınmıştır Ancak namazın güven ve huzur içind, eda edilmesi, Medine´de mümkün omuş-tur îbn îshak´ın ifadesi buna işaret etmektedir


2 îbn îshak´ın sözlerinden anlaşıldığına göre Hz Peygamberin aklına yahudilerin borazanıyla, hıristiyanların çanı, gelmiş, ama bu düşünceden hemen vaz geçmiştir Ama Salim bin Abdullah´ın babasından îbn Mace kanalıyla gelen bir rivayette anlatıldığına göre, Hz Peygamber, namaz vaktinin gelişini ne şekilde duyurmak gerektiği hususunda ashab´la istişarede bulundu Yanındakiler, borazan çalınmasını Önerdiler Fakat bunu yahudiler kullandıkları için, Öneri Peygamberimiz tarafından uygun bulunmadı Sonra çan çalınmasını önerdiler Bu da hı-ristiyanlar tarafından kullanıldığı için reddedildi


Bu haber, îbn îshak´ın rivayetinde anlatılanlara iki yönden aykırı düşmektedir:

a îbn îshak´ın anlattığına göre borazan çalınmasını isteyen, Hz Pegyamber´in bizzat kendisi olmuştur îbn Mace´nin rivayetine göre ise Hz Peygamber, ashabıyla istişarede bulunmuş, borazan çalınmasını Önerenlerin görüşünü tasvib etmemiştir


b îlk rivayette Peygamber eiiendimizin çandan hoşlanmadığı bildirilmekle beraber, îbn îshalfc´ın rivayetindeki ifadeden anlaşıldığına göre, çan çaldırmayı uygun görmüş ve uygulatmaya başlatmıştır Bu sonuncu rivayetin, Hz peygamberin makamına daha uygun olduğu görüşü ndeyim Doğrusunu Allah bilir ya, bence esaslı olan rivayet de budur


îbn îshak ezan konusunda sözlerini şöyle sürdürüyor: "Sa-habilerle Peygamber efendimiz ezan konusunda istişare halindeyken Abdullah bin Zeyd bin Salebe bin Abdi Rabbihi ezan rüyasını gördü Rasulüllah (sav)e gelip şöyle dedi: "Ya Rasu-lüllah! Bu gece ben uyurken, üzorinde iki parçadan yeşil elbisesi bulunan, elinde bir çan taşıyan bir adam yanıma uğrayıp beni dolaştırdı Ona: "Ey Alliah´ın kulu bu çanı satar mısın?" dedim "Onu ne yapacaksın?" diye sorunca (Onunla namaza davet edeceğim" dedim "Ben sana ondan daha hayırlı olan bir şeyi göstereyim mi?" diye sordu "Olur, nedir o?w dedim O da şöyle dedi:

"Allahü EkberfAllahü Ekber!

Allahü Ekber! Allahü Ekber!

Eşhedü enla ilahe illallah!

Eşhedü enla ilahe illallah!

Eşhedü enne Muhammeden Resulüllah!

Eşhedü enne Muhammeden Resulüllah!

Hayye alessalah! Hayye adessalah!

Hayye alelfelah! Hayye alelfelah!

Allahü Ekber! Allahü Ekber!

Lailahe illallah!"

Abdullah bu rüyayı Hz Peygamber´e haber verince O: "Şüphesiz bu gerçek bir rüyadır Bilale git, bunu ona anlat Ezanı ona ezberlet (o okusun) Çünkü onun sesi, seninkinden daha yüksek ve gürdür" dedi


Bilal´in okuduğu ezanı işiten ve evinde oturmakta olan Hz Ömer Abasını sürüyerek Resulüllah (sav)´ın yanına geldi ve şöyle dedi: "Ey Allah´ın peygamberi! Seni hak ile gönderen Allah´a andolsun ki, onun (Abdullahın) gördüğü rüyanın aynısını ben de gördüm!" Resulüllah (sav)de: "Bundan dolayı Allah´a hamd olsun" dedi


Bu anlatılanlar, ezan kelimelerinin ne şekilde bulunduğunu açıklayan ifadelerdir Bu kelimeleri, iki sahabi aynıyla rüyada işitmişlerdir Tabii ki bu da, Hz Peygamberin, ashabıyla yaptığı istişare neticesinde meydana gelmiştir Hz Peygamber de bu rüyayı ikrar etmişti Böylece ezan da, Hz Peygamberin ikrarıyla meşru kılınmıştı Demek ki ezan rüya ile değil de Hz Peygamberin ikrarıyla meşru kılınmıştır Ama siret adlı eserinde Ibn Hişam, ezan ve kelimeleri hakkında vahiy nazil olduğu yolunda îbn tshak´tan gelen rivayet üzerinde yorumda bulunarak şöyle demiştir: "Ibn Cüreye dedi ki; Ata bana şöyle dedi: Ubey-dullah bin Umeyr el-leysi´nin şöyle dediğini duydum: "Namaz vakti geldiğinde insanları bir araya toplayabilmek için, Hz Peygamberle ashabı istişarede bulundular Çan çalma önerisi ortaya atıldı Bir ara Hattaboğlu Ömer (ra), çan için iki direk satın almak istedi, ama gördüğü bir rüyada kendisine: "Çan kurmayın Aksine namaz için ezan okuyun" denildi Gördüğü rüyayı kendisine anlatmak için Rasulüllah (sav)e gitti Zaten aynı doğrultuda Rasulüllah (sav)e vahiy de gelmişti Ömer Bilal´in ezan okumakta olduğunu görünce de hayret etmişti Ömer, durumu Hz Peygambere anlatınca Hz peygamber, Ona: "Vahiy, senden Önce davrandı ey Ömer!" diye karşılık verdi


Ezanla ilgili olarak Peygamber efendimize vahiy nazil olduğunu, bu rivayet açıkça bildiriyor ve ezanın rükünlerini de detaylı bir şekilde açıklıyor Yoksa ezan, sadece Abdullah bin Sa´lebe bin Rebia´nm rüyasına dayanılarak bulunmuş bir şey değildir Biz bu rivayetin sağlamlığından yanayız Çünkü ezan, îslamın şiarlarından biridir îslam cemaatinin varlığı ezanla bilinir Bunun gibi şiar ve ibadetler, insanlarla meşveret yaparak tespit edilemezler Ancak başlangıçta, bunların ne şekilde ve hangi yollarla duyurulacağı yolunda meşveret yapılabilir îş-te sünnet sayılan bu yolla vahiy gelmiştir Sünnet de, ahad rivayetler yoluyla değil, ancak Allah´tan gelen vahiy ile bilinir Her namaz için ezan okunması, müekked sünnettir Alimlerin çoğuysa, ezanın cemaat için farz-ı kifaye olduğunu, okunmaması halinde tüm cemaatin günahkar olacağını söylemektedirler


Ezanın tafsilatı ve okunmuş sayılması için gerekli olan bölümlerinin, kelimelerinin açıklanması, ancak yine Allah´ın emriyle olur Çünkü ezan, ibadettir İbadetin bölümleri ve parçaları ise, ancak Allah Taala´mn kendi peygamberine vahiy göndermesi sonucunda Öğrenilebilir Yoksa İslam´daki mevkii ne olursa olsun, başkalarının gördükleri rüya ile öğrenilemez



Savaş İzni


Peygamber (sav) Medine´de düzeni yerleştirdikten sonra, daveti umumileştirmeye ve dinleri dolayısıyle fitneye düşürülüp eziyet gören mü´minleri himaye etmeye yöneldi Bunun için mü´minlere eziyette bulunan müşriklerle savaşmak, zorunlu hale gelmişti Kabe-i Muazzama´yı putlardan ve putperestlik pisliklerinden temizlemek gerekiyordu


işte bütün bu sebeplerden dolayı Cenab-ı Allah, savaşı müs-lümanlar için meşru kıldı Her şeyi açıklayan kitabında şöyle buyurdu:


"Allah iman edenleri esirger Şu da muhakkak ki, Allah, hain ve nankör olan herkesi sevgisinden mahrum eder Kendileriyle savaşılanlar (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi Şüphesiz Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir Onlar, başka değil, sırf "Rab-bimiz Allahtır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısım ile def etmeseydi mutlak surette, işlerinde Allah´ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir


Onlar, (o müminler) ki, eğer kendilerine yer yüzünde iktidar verirsek namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler İşlerin sonu Allah´a varır" (Hac 38-41)


Savaşa izin verilerek, cihad kapısı açılmış oldu Kur´an-ı Ke-rim´in bu yüce nassında savaş izninin veriliş sebebi ve bu iznin varacağı sonucun -ki o da hayırlı bir sonuç olacaktır - ne olduğu açıklanmaktadır Bazan hayra götüren yollar hoş görülmese bile, sonuçta iyilik getirirler Ancak hayra ulaşmak için ondan başka yol yoksa, bu tek yol mutlaka hayırlı bir yol demektir Bu sebeple Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:


"Hoşunuza gitmediği halde savaş size yazıldı Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkün-dür Allah bilir, halbuki siz bilmezsiniz"(Bakara 216)


Savaş iznini içeren bu ayet-i kerimede, birçok güzel işaretler vardır Bu işaretler, eşine rastlanamıyacak derecede beliğ sözlerdir Şöyle ki:


1- Bu ayette savaşa izin veriliyor, ama bu izin açıkça ifade edilmiyor Çünkü savaşa sebebiyet veren faktörler sarih bir tonla ifade ediliyorlar Şöyle ki: Düşmanlar tarafından savaş bilfiil başlatılmıştı Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah da bunu "Kendileri ile savaşılan" ifadesiyle edilgen bir geniş zaman kipiyle ifacje buyurmuştur Yani müşrikler müzminlere karşı fiilen savaş açmışlar Onlara eziyet vermişler, onları fitneye düşürüp, dinlerinden döndürmeye çalışmışlardır Fitne ise, Allah´ü Teala´nın ifade buyurduğu gibi, öldürmekten daha şiddetlidir Müşrikler Peygamber (sav)i ve ikinci Akabe bia-tında ona biatta bulunan mü´minleri Öldürmek için uğraşmışlardı Ayet´i kerimede "Kendileriyle savaşılan" şeklinde edilgen geniş zaman kalıbının kullanılması, mü´minlerin kendileriyle yapılan savaşa karşı savunma savaşı vermelerine ruhsat verildiğine bir delil teşkil etmektedir Mü´minlerin vereceği savaş, yeryüzündeki fesadı ve kafirlerin eziyetlerini ortadan kaldırma amacını taşıyacaktı Nitekim Allah´ü Teala şöyle buyuruyor:


"Eğer Allah insanlardan bir kısmı ile diğerlerini savup hizaya getirmeseydi, elbette yeryüzünde nizam bozulurdu Lakin Alah bütün insanlığa lütuf ve keremi ile muamele etmiştir" (Bakara: 251)


2- Ayet´i kerimedeki ikinci işarete gelince, yüce Allah müminlerin vereceği savaşın zulmü bertaraf etmek, ya da devamını engellemek şeklinde olacağım açıkça ifade buyurmuştur


3- îman ehli kimseler hak ehlidirler Eğer savaşacak olurlarsa, imanı ve hakkı savunmak, tevhidi ayakta tutmak ve ona olan inancı korumak için savaşırlar Onların yapacakları savaş, sebebini kendi içinde taşıyan bir savaştır


4- Allah yolunda cihad için yapılan savaş, batılı ortadan kaldırmak için yapılan savaştır Eğer böyle bir savaş yapılmazsa yeryüzünde fesat ve bozgunculuk yayılır Allah´a ibadet edilmez; manastırlar, kiliseler ve mescitler harabeye döner ki, buraları Allah´ın adının anıldığı yerlerdir Bu uğurda yapılan savaş, Allah´ın dinine yardım etmek ve hakkı korumaktır "Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir" (Hac: 40)


5- Savaş sayesinde islami hakikatler yerleşirler savaş neticesinde namaz kılıp zekat veren müminler ibadetlerini eda etme imkanını bulurlar, güçlenirler, savaş neticesinde hak ehli kimseler, insanları sözleriyle ve tatbikatleriyle hakka davet etme imkanını bulurlar ki, böylece yüce Allah´ın şeriati ayakta durur


Bu ifadelerde, savaşın tecavüzü bertaraf etmek ve zulmü önlemek amacının ötesinde, islami daveti güçlendirmek ve insanları kendi özgür iradeleriyle herhangi bir zorlamaya ve fitneye maruz bırakmaksızın Allah´ın dinine sokmak olduğuna işaret edilmektedir Böylece ayet-i kerime cihadın iki önemli sebep dolayısıyla yapıldığını göstermektedir:


1- Zulmü ortadan kaldırıp fitneyi önlemek, Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Fitne tamamen yok oluncaya ve din de Allah için tatbik edilinceye kadar onlarla savaşın Fitne çıkarmaktan vazgeçerlerse zalimler ve aşırılar hariç (hiç kimseye) düşmanlık ve saldırı yoktur" (Bakara: 193)


Tecavüz, misli ile püskürtülür Hak dini ile gelmiş olan Hz Muhammed (sav), eziyetleri susarak veya devam etmesi karşısında sessiz kalarak önleyemezdi Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:

"Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere saldırmayın Çünkü Allah haksız yere saldıranları Sevmez" (Bakara: 190)


2- îslamda cihadın ikinci sebebi, islam davetine -yerleşmesi için- zemin hazırlamak ve islam davetine karşı engel çıkaran zalim hükümdarlarla müstebitleri ve diğer engelleri ortadan kaldırmaktır Bu, bütün milletleri kılıç kuvveti ile zorla İslama sokmak gerektiği anlamına gelmez Bu ifadeler bütün milletlere islamı tanıtmak ve onların islami daveti anlamalarına zemin hazırlamak gerektiğine işaret eder Zaten islamiyeti tanıyıp Öğrenildikten sonra, doğru yol sapıklıktan ayırt edilmiş olur Hak ile batıl birbirinden ayrılır Dileyen ona uyar, dileyen inkar eder Bu sebeple Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:


"Dinde zorlama yoktur Çünkü zorluk, sapıklık ve eğrilikten ayırt edilmiştir O halde kim tağutu inkar edip Allah´a inanırsa, sağlam kulpa yapışmıştır, ki o hiç bir zaman kopmaz Allah

İşitir Ve bilir" (Bakara: 256)



Savaş Öncesi



Kureyşli müşrikler, müzminleri Mekke´den çıkararak, onları mallarından yoksun bıraktılar ve dinlerinde fitneye düşürdüler Mü´minlere karşı yaptıkları baskının aynısını onlara da yapmak ve onları sapıklıklarından geri çevirmek, aynı zamanda içinde bulundukları sapıklığın devam etmeyeceğini, aksine kuvvetin hakta olduğunu, hakkın sabah aydınlığı gibi zuhur ettiğini kendilerine bildirmek gerekiyordu Bu sebeple peygamber (sav) efendimiz etrafa seriyyeler göndermeye başladı Se-riyye»


başlarında bir kumandanın bulunduğu az sayıdaki asker topluluğudur Baş komutanın savaşmak, ya da yolları düşmanlara karşı koruma altına almak için gönderdiği askeri birliktir Bazı yazarlar, Peygamber efendimizin, ilk olarak Kureyş kervanına el koymak için seriyye gönderdiğini söylemişlerdir Yine bu yazarlara göre Peygamber efendimiz, işe ekonomik ambargo ile başlamıştır Biz ekonomik ambargodan, toplumun bütün gelir kaynaklarına ve gıda maddelerine el koymayı anlıyoruz Ancak Peygamber efendimiz bütün Kureyşlilere karşı cephe almamış ve onların tamamına darbe indirmek


istememiştir Çünkü Kureyşlilerin hepsi Ebu Cehil ve Ebu Süfyan gibi îslam düşmanlarının yolunda yürümüyorlardı Evet bu saydığımız kimseler her ne kadar Mekke fethine kadar sapıklıklarını devam ettirmişlerse de, Kureyşliler arasında sesini çıkarmayıp İslama karşı düşmanlık etmeyen kimseler de vardı Bunlar iman etmiş olmasalar bile, İslama karşı cephe de olmamışlardır îtaat edenle isyancıyı aynı kefeye koymak, isyancının zulmü dolayısıyla itaatkarı, ya da kötülük yapmaktan sakınan kimseleri cezalandırmak islamın prensiplerine uymaz Kureyşliler arasında kendi istekleriyle İslama karşı cephe alan kimseler bulunduğu gibi, bu iş için zorlanan, zulüm gören ve esaret altında bulunan kimseler de vardı Müminlere, hatta peygamber efendimize karşı sevgi duyan ve ona bağlı olan kimseler de bulunuyordu


Ekonomik ambargo sadece birkaç kişiye değil, bütün topluma yönelik olur îslama karşı aşırı derecede kötülük yapan kimselerin yanı sıra, kötülükte bulunmayan, hatta müslüman-lara karşı sevgi besleyen kimseler de bu ambargodan zarar görürler Halbuki: "Hiç bir günahkar başkasının günah yükünü yüklenmez" (Ur& 15)


Ancak bu seriyyeler Kureyş liderlerine karşı mukavemet için göreve gönderildiler Çünkü Kureyş liderleri ticaret ehliydiler Bunların ticaret eşyalarını zaman zaman kervanlar taşırlardı Bu liderler, mü´minleri Mekke´den sürgün edip yurtlarından ve mallarından mahrum bırakmışlardı Mü´minlerin de, kendilerini sürgün eden bu kimselere karşı misliyle muamelede bulunma hakları doğmuştu Kendilerinden alınan malları geri almak hakları vardı



Hz Hamza´nm Seriyyesi


Hicretin birinci yılında seriyyeler göreve çıkmaya başladılar Bu seriyyeler az sayıdaki mücahitlerden oluşuyordu Bunlar Şam´a doğru giden Kureyşli ticaret kervanlarının önünü kesip onların Şam´a gitmelerini engelleyecek ve beraberlerindeki mallara el koyacak, ya da onlarla savaşacaklardı


Peygamber (sav) bu seriyyelere katılacakları muhacirler arasından seçiyordu Bunlar arasında ensardan tek kişi bile yoktu Peygamber efendimizin teşkil ettiği ilk seriyye, Abdul-muttalib oğlu Hamza´nın seriyyesidir


Hamza (ra) hicretin yedinci ayı olan Ramazan ayında deniz kıyısından yola çıktı Bu seriyyede otuz muhacir vardı O yıl teşkil edilen seriyyeler hep o sayıda idiler Beyaz bir bayrakları vardı Kureyş kervanının yolunu kestiler Bu kervandaki mallar Kureyş büyüklerine aitti Hz Hamza´nın karşılaştığı kervanda üçyüz kadar müşrik vadi Başlarında da Ebu Cehil bulunmaktaydı


Her iki taraf karşılaştılar, mü´min tarafın başında islam´ın aslanı Hamza, müşrik tarafının başında ise Ebu Cehil vardı Ancak iki taraf savaşmadan birbirlerinden ayrıldılar Çünkü araya îbn Amr el Cüheni adında bir kişi girmiş ve tarafları ya-tıştırmıştı Bu sebeple savaş olmadı



Ubeyde Bin Haris Bin Abdulmuttalib´in Seriyyesi



Yine Hicretin birinci yılının Şevval ayında Peygamber efendimiz Ubeyde bin Haris için beyaz bir bayrak hazırlayarak, onun liderliğinde bir seriyye hazırladı Batn-ı Rabi denen yere gitmelerini emyetti Emri altında altmış muhacir vardı Bu se-riyyede de ensardan hiç kimse bulunmuyordu


Seriyye, Kureyş müşrikleriyle karşılaştı Sayıları ikiyüzü bulan müşriklerin başında kumandan olan Ebu Süfyan Sahr bin Harp vardı Karşılaşma, Ahya denen suyun yanında oldu Suyun başında müşrikler durmaktaydılar Mü´minler ise Seniy-yetü´l-Murve denen yere varmışlardı, iki taraf arasında savaş olmadı, ama birbirlerine ok attılar Bu seriyyede bulunan, fakat kumandan olmayan Sad bin ebi Vakkas ok attı Böylece o, İslamiyet uğruna ilk okunu atmış oldu


Seriyyelerin sırası hususunda Vakidi´nin anlattığı sıra işte budur Onun anlattığına göre, ilk seriyye Hamza´nın seriyyesi olmuştur Bunun ardından Ubeyde bin Haris´in seriyyesi göreve çıkmıştır Ancak îbn îshak´ın anlattığına göre, kendisi için bayrak hazırlanan ilk seriyye, Ubeyde bin Haris´in seriyyesidir Konuyla ilgili olarak o şöyle der: "Bazı kimseler Peygamber efendimizin ilk hazırladığı bayrağın Hamza´nın seriyyesi için olduğunu söylerler Bu söylenti şundan ileri geliyor: Hamza ile Ubeyde´nin seriyye kumandanları olarak görevlendirilişleri aynı zamana rastlamış; bu sebepten dolayı hangisinin daha önce göreve çıktığı karıştırılmıştır"


tbn îshak´ın anlattıkları bundan ibarettir Ancak Vakidi´nin söylediğine göre, bu iki seriyye birlikte göreve çıkmamıştır


Ona göre, seriyyelerden ilki -ki o da Hamza´nın seriyyesidir-hicretin yedinci ayında göreve çıkmıştır îkincisi ise Ubeyde bin Haris´in seriyyesi olup hicretin sekizinci ayında göreve çıkmıştır


Bu arada ikinci bir ihtilaftan da söz etmek gerekiyor Vakı-di´nin rivayetine göre Hamza, seriyyesinin başında iken Ebu Cehil ile karşılaşmıştır îbn îshak´ın rivayetine göre ise, Ebu Cehil´in oğlu ikrime ile karşılaşmıştır Ibn Kesir´in ifadelerinden anlaşıldığına göre, o, Vakıdi´nin rivayetini -ileride açıklayacağımız şekilde- daha sağlam görmektedir



Sa´d Bin Ebi Vakkas´m Seriyyesi



Hicretten on ay geçtikten sonra, Zilkade ayında Peygamber (sav) efendimiz Sa´d bin Ebi Vakkas´ı bir seriyyenin başında göreve gönderdi Peygamberimiz Kureyş kervanının yola çıktığını öğrenmişti Bu sebeple de yirmi kadar muhacirin başında kumandan olarak Sa´d bin Ebi Vakkas´ı görevlendirerek yola çıkardı Bunlar Hazar denen yere doğru yola çıktılar Peygamber efendimiz Hazar´ı geçmemelerini emretmişti Bu konuda Sa´d (ra) şöyle der: "Yirmi kişiyle birlikte yaya olarak yola çıktık Gündüzleri gizleniyor, geceleri yürüyorduk Beşinci günün sabahı Hazar mevkiine vardık peygamber efendimiz Hazar´ı geçmememizi emir buyurmuştu Halbuki Kureyş kervanı, Hazar´a vardığımız günden önce oradan ayrılıp gitmişti"


Böylece Sa´d, Kureyşlmlerden hiç kimse ile karşılaşmamıştı Peygamber efendimiz kendisine Kureyş kervanını izlemesini emretmediği için izlemeye devam etmemişti Şu halde Peygamber efendimiz, bu seriyyenin Kureyş kervanını yolda ansızın yakalamasını istiyordu Kervandaki adamlar, birden müslü-man askerleriyle karşılaşınca paniğe kapılacaklardı Ama arkadan takip etme durumunda öyle bir paniğe kapılmaları söz konusu olmayacaktı Çünkü seriyyedeki adamlar piyade idiler Binekleri olmadığı için çölde daha fazla ilerleyemezlerdi


Sad´ın anlattığı gibi, Vakıdi, bu seriyyede yirmi ya da yirmi bir kişinin bulunduğunu söylemiştir Ancak ibn tshak´ın dediğine göre, Sa´dla birlikte altmış muhacir vardı Bizce Vakıdi´nin rivayeti daha açık ve akla daha yakındır Çünkü onun tesbitine göre, kervandaki kişiler altmış civarında imişler, Bunlar için de yirmi kadar piyadenin gitmesi münasip olur


Vakıdi´nin anlattığına göre, her üç seriyye de hicretin birinci yılında teşkil edilmiştir Göreve çıkış zamanlan da Vakıdi´nin ifadesinde açıkça belirtilmiştir Birinci seriyye Ramazan ayında, ikincisi Şevval ve üçüncüsü de Zilkade ayında göreve çıkmıştır Ancak Ebu Cafer bin Cerir´in tarihinde ve İbn îshak´a göre, bu üç seriyye, Hicretin üçüncü yılında teşkil edilmişlerdir, îbn îshak´ın bu seriyyelerin, hicretin ikinci yılında mı, yoksa birinci yılında mı teşkil edildiğini açıkça ifade edip etmediği hususu üzerinde düşünmek gerekir Ancak Ibn îshak bu seriyye-leri peygamber efendimizin bir gazalarından olan Veddan gazasından sonra anlatmıştır ki, bu gaza hicretin ikinci yılı Sefer ayında vuku bulmuştur îbn îshak bunu açıkça ifade etmektedir Veddan gazasını da üç gazadan sonra anlatmıştık Evet onun siyerinde anlattığı hadiseler zaman sırasına göre tertiplenmiş iseler, bu durumda söz konusu seriyyelerin, hicretin ikinci yılında teşkil edilmiş oldukları ortaya çıkar Ancak şunu da ifade edelim ki, îbn îshak, siretinde bazı hadiseleri zaman sırası dışında anlatmıştır Bunu da bazı münasebetlerden dolayı böyle yapmıştır îbn îshak´ın mezkur seriyyelerin hicri ikinci yılda teşkil edildiğini söylemiş olduğunu farzetsek bile, Hafız îbn Kesir, Vakıdi´nin sözünü tercihe şayan bulup şöyle demiştir: "Merhum Vakıdi´nin şahsiyetinde fazlasıyla iyilikler ve güzellikler vardır, tarih yazarıdır Büyük imamlar zümresindedir Onun adil bir kimse olduğunu daha önce de söylemiş idik Şahsı itibariyle doğru sözlü bir kimsedir Allah´a hamd ve minnet olsun"


Burada zaman faktöründen ve seriyyelerle ilgili rivayetlerden başka bir hususu daha göz önüne getirmemiz gerekir Bu husus Kureyşle ve onların inançlarına bağlılıklarının miktarıyla ilgilidir Şöyle ki: Başkalarını himaye etmek için sefere çıkan Kureyşliler arasında mü´min olup da imanını gizleyen kimseler vardı Bunlar bir yolunu bulup mü´minlere katılmak ümidiyle Kureyş kervanlarıyla birlikte sefere çıkarlardı Peygamber efendimizin Mekke-i Mükerreme´den ayrılıp Medine´ye giderken hicret imkanını bulamadıkları için, bu yolla mü´minler arasına katılma imkanları arıyorlardı Örneğin Ubeyde bin Haris bin Abdulmuttalib´in seriyyesi Kureyş kervanıyla karşılaştığında, iki taraf da birbirleriyle savaşmadan ayrılmışlardı îşte bu esnada Kureyşliler arasında bulunan îbn Amr el-Behrani -Züh-re oğullarının müttefiki idi-, Utbe bin Gazvan bin Cabir el Ma-zeni-Nevfel bin Abdi Menafin müttefiki idi- müslümanların safları arasına katılmışlardı Bunların ikisi de müslüman oldukları halde Kureyş kervanıyla birlikte yola çıkmış ve müslümanların arasına katılmışlardı

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.