Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Nesil Bilinçlendirme Kampı - Gizli Tehlikeler & Tehditler > Nesil Bilinçlendirme Kampı > Tarih Musahabeleri

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
fazıl, kurbanları, kısakürek, necip, şapka

Şapka Kurbanları - (Son Devrin Din Mazlumları)

Eski 06-25-2009   #1
GöKKuŞaĞı
Varsayılan

Şapka Kurbanları - (Son Devrin Din Mazlumları)



ATIF HOCA’YA DOĞRU

Şeyh Said’in asılısından 5 ay sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine «Şapka iktisası» ismiyle şapka giymeyi mecburî kılan bir kanun getiriliyor!

Hayret!


Örf ve âdet ölçüleri dururken kılığı kanunla biçilmiş ve mecburî kılınmış hangi millet var bu dünyada?

Üniforma için bile aynı şey… İnsanoğlu dilerse onu gi­yer ve belirttiği mesleğe girer; dilemezse de hem o meslek­ten, hem üniformasından uzak kalır Yâni mecburî kılık an­cak bellibaşlı mesleklerin hakkı olarak o meslek içinde dü­şünülebilir, gönül rızasına dayanır ve asla meslek zarureti olmaksızın topluma teşmil edilemez Yoksa bu horozlara kırmızı ibiklerini kesip yerine kül rengi baykuş saçı dikme­lerini emretmek gibi bir şey olurHürriyet vatanı İsviçre’nin «Giyyom Tel» hikayesin-deki şapka, hiç olmazsa, halkın giymekle değil, selamla­makla mükellef olduğu bir Firaun serpuşuydu ve onu, kendi öz rengine sahiplik haklarından mahrum bırakmıyordu

«Giyyom Tel»e selâmlaması emredilen şapka:— Ben varım! Diyen bir sembol

Türk’e zorla giydirilen şapka ise:

— Sen yoksun! Diyen bir remz…

Şeyh Said hadisesinin hemen arkasından başlayan ve lâiklik teranesiyle devam eden İslâmı kazıma hareketi hiç­bir fikrî, ilmî ve hukukî tepkiye çarpmadı Basit halk infial­leri ve onlarm doğurduğu, küçük, fakat bütün memleketi üç ayaklı sehpalarla donatıcı direnişler müstesna, hiçbir ağız­dan şu sesler işitilmedi:

— Eğer lâiklik, dini devletten ayırmak, tarafları birbi­rinin dünyasına el atmaktan yasaklamak demekse (ki Avru­palı anlayış budur!), müslümanların, üzerinden ruhî ve menfî bir mânâ tüttüğüne inandığı şapkayı zorla kellelere oturtma fermanı nasıl çıkartılabilir? Her şey bir tarafa, ta­mamen Batılı bir ilim ölçüsünde, hem de Örf, âdet ve an’aneyle perçinli, ferdî zevk ve meşrebe devlet müdahalesi hangi hukuk telâkkisine hazmettirilebilir? Fertlere tenasül âletlerini fera edip, bir de üzerine kırmızı kordelâ bağlama­larını emretmek (hiç olmazsa onda küfür yok!) bu işten daha az zalim olmaz mı? Hıristiyandan müslümanı ayırd edici alâmet ve işaretler, salip, zünnar (papasların beline bağladı­ğı düğümlü ip) ve kenarlı şapka olduğuna göre, bunu âdi bir giyim eşyası gibi müslümana zorla teklif etmek, onun din hislerine tecavüz olmaz da ne olabilir ve lâikliğin hangi maddesine uy durulabilir? Bir işi telkin etmek başka, cebret­mek başka şeylerken, hiç değilse onu şahsî tercihe bırakmak yerine «buldok» köpeğine çenesinden bağlı takke giydirir-cesine bir hareket, o millete acaba ne gözle bakmak olur? Evet, şapka âdi bir giyim eşyasıdır; fakat salip de nihayet âdi bir mâden ve basit bir madde parçası olduğuna göre, sırf be­lirttiği remz ve mâna yüzünden benimsenemez oluyor da, asırlardır cedlerimizin küfür alâmeti saydığı bir nesne nasıl ruh gümrüğünden vergisiz ve muayenesiz geçirilebiliyor? Ya şahsiyet? İskoçyahsından Moskofuna, Hollandalısın­dan Yunanlısına kadar ayrı şekiller ve üslûplar içinde olur ve müslümanlarda da arnavudu, lâzı, çerkezi, arabı gibi İslami örnekler bulunur da niçin Türk’ün milli bir başlığı olmaz ve aksine onun şahsiyet cevherine kıyılmak istenir?

Mahmut Goloğlu imzalı ve «Devrimler ve Tepkileri» isimli eserden «Şapka iktisası» kanununun Mecliste nasıl ele alındığını takip edelim:

Teklifin sahibi, geçenlerde ölen, müteveffa Demokrat Parti kurucularından ve Halk Partisine karşı hürriyet müca­hitlerinden (!) Refik Koraltan… Şeyh Said meselesinde de vurup kinci, silip süpürücü saldırganlardandı o… Bakın, in­sanlar nerelerden gelip nerelere vardıkları iddiasında:

«İşte bu sırada, Konya Mebusu Refik Bey ile birkaç arkadaşı Şapka Giyilmesi (Şapka İktisası) hakkındaki kanun tekliflerini Meclis Başkanlığına verdiler Teklif, birkaç gün içinde ilgili Komisyonlardan geçip Genel Kurula geldi ve teklif sahibi Refik Bey’in isteği kabul edilerek hemen görüşülmesine başlandıTeklifin gerekçesinde; (Aslında hiçbir öneme sahip olmayan başlık sorunu, çağdaş uygar uluslar ailesi içine girmeye kararlı Türkiye için özel bir değere sahiptir Şimdiye kadar Türkler ile öteki çağdaş uygar uluslar arasında bir marka niteliğinde sayılan şimdiki başlığın değiştirilmesi ve yerine çağdaş uygar ulusların tümü­nün ortak başlığı olan şapkanın giyilmesi gereği belir­miş ve ulusumuzun bu çağdaş ve uygar başlığı giymek suretiyle herkese örnek olduğundan bağlı kanunun ka­bulünü teklif ederiz) deniyor ve kanun metninin birinci maddesinde de (Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ile bütün memurların, Türk milletinin giydiği şapkayı giymek zorunda oldukları) hüküm altına almıyordu»

(Devrimler ve Tepkileri - s 150)



Bakın siz işe!

—Tasarruf edebileceğimiz, tasarruf selâhiyetine ma­lik bulunduğumuz kişiler olarak önce mebuslar ve memur­lar giysin de halka örnek olsun, halk da onları takip etsin!Denileceği yerde, birkaç mankene giydirdikleri şap­kayı milletçe ve kendi kendisine giyilmiş gösteriyorlar da Meclisi ve devleti halkı takip etmeye zorluyorlar Samimi­yetsizlik ve gülünçlüğün bu kadarına pes!

Bakın siz bu satırları nakleden muharririn (Mahmut Goloğlu) görüşüne:

«Görülüyor ki, şapka giyme zorunluğu halk için teklif edilmemiştir Çünkü halk, böyle bir kanun zoruna lüzum kalmadan şapkayı giymeye başlamıştı Teklifde-ki kanun zorunluğu (mebuslar ile memurlar) içindi De­mek ki, genel olarak, toplumun kılığındaki değişiklik devrimi kanun zoru ile olmamış, şapka giyimi bu gerçe­ğin milli vicdanına mal edilmesiyle başlamıştı Kanun zoru koyma ihtiyacı, halka göre aydın olmaları gereken mebuslar ile memurlar için duyulmuştu»

Sözde aydınlar dünyasının sembolü şapkayı aydın ol­mayan halk benimsiyor ve kendi kendisine başına geçiriyor da aydınlar için kanun yapmak, yâni onları şapka giymeye zorlamak icap ediyor!?!?

Hakikatleri tepetaklak etmekte, bilmem ki, bundan da­ha hayâsız, yüzsüz bir misal gösterilebilir mi? Sen memuru­na şapkayı bir emirle de giydirebilirsin, fakat hiçbir şeyden haberi olmayan halkı misal diye ele alıp, sanki mukavemet aydınlardan ve memurlardan geliyormuş gibi:

— Kanunu onlar için çıkarıyorum!

Diyebilir misin?Mecliste dâvayı bu çapta ele almak şöyle dursun, en cı­lız mikyasta abes bulan kimse yoktur Yalnız Bursa Mebu­su, İstiklâl Harbi gerçek kahramanlarından Nureddin Paşa­dır ki, en âdi ve entipüften tarafıyle de olsa bir itiraz ve mu­kavemet sesi çıkartabiliyor:

—Bu kanun Anayasaya aykırıdır, reddini isterim!

Nureddin Paşa’nın, Anayasadaki cebr ve zoru yasakla­yan kayıttan başka, itirazına basamak yapabildiği (ideolo­jik) bir görüşü yoktur, o sadece İslâmi duygusuyla hareket etmekte ve bunu açığa vuramamakta ve bir çirkinliği hisset­miş olmaktan ileriye varamamaktadır Böyleyken Meclis kubbesinde «Böyle bir şey olamaz!» diye çınlayan tek ses, onun…

Refik Koraltan başta, Ahmed Ağaoğlu, İlyas Sami, Hoca Rasih Efendi, Şükrü Kaya, Necati Bey gibi, milletin kendi kendisine şapkayı giydiği ve bunun kanunlaşması ge­rektiği iddiasındaki millet (!) savunucuları, tarihte eşi gö­rülmedik demagocya dilleriyle Nureddin Paşa ‘nın üstüne çullanıyorlar; hele bunlardan Rasih Efendi şapkanın ceva­zına Allah Resulünü şahit gösterecek kadar şenaatte ileri gi­diyor ve kanun kabul ediliyor:

«Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri ile genel, özel ve bölgesel idarelere ve bütün kuruluşlara bağlı me­murlar ve müstahdemler Türk milletinin giymiş olduğu şapkayı giymek zorundadır Türkiye halkının da genel başlığı şapka olup buna aykırı bir alışkanlığın sürdürül­mesini hükümet yasaklar»

Halkın bizzat giydiği ve hükümeti arkasından çektiği gibi «havsalasûz - akıl yakıcı» ve hayal çatlatıcı bir yalana âlet edilen şapka(ki halk onun melon çeşidine melun adını takmıştır) bir anda ve yer yer Anadolu’nun vicdanına kapka­ra rengiyle oturuveriyor ve Erzurum, Rize, Giresun, Maraş, Kayseri, Konya ve daha bazı merkezlerden mahzun müslümanların acıklı direnmeleri başlıyor

Kısa kısa noktalayalım İlki Erzurum:

Çarşıda kapatılan dükkânların kepenk sesleri… Heye­canlı bir kalabalık… Kalabalık Vilâyet binasının önünde…

Sesler:

— Şapkayı istemiyoruz! Gâvur kılığına giremeyiz!

Kalabalık süngülü jandarma zoruyle dağıtılıyor Erzu­rum’da Sıkı Yönetim… İstiklâl Mahkemesi… Başta Gavur İmam lâkaplı bir hoca ile Hoca Osman isimli bir din adamı, aralarmda da bir kadın, sehpada 33 ceset…

Rize;

Güney su nahiyesi… Sabit Tarakçıoğlu adında gayet itibarlı, kafası ilim ve kalbi vecd dolu bir vaiz halka hitap ve şapkanın din gözünde mahiyetini izah etmekte… Heyecan… Camiden çıkan yığın soluğu karakolda alıyor:

Karakoldaki onbaşı halka «Ben de sizdenim!» diyor ve başındaki şapkayı yere çalıyor Ne hazindir ki, İstiklâl Mahkemesi gelince direnicileri tek tek haber veren ve kimi gösterdiyse asılmasına sebep olan ve Mahkemece lütuflandırılan bu alçaktır

Güneysu ahalisi Rize istikametinde yürümeye koyu­luyor Yolda bazı nasihatçıların tesiriyle kalabalık zayıflı­yorsa da civar köylerden bazı katılmalarla yine dolgunca çapta il merkezine varıyor Vali Hurşit telgraf başında:

— Rize ayaklanmıştır! Süratle tedbir!

Halbuki bütün suçu «şapka giymeyiz!» demekten iba­ret ve her türlü fiilî isyan davranışından çekingen kalabalık, çoğu seyirci ve körü körüne katılmış 80-100 kişi…Ankara telâşta… Bir zamanların kahraman Hamidi-ye’si şimdi Rize önünde ve kahramanlık toplarını havaya ateş etmekle göstermekte… İstiklâl Mahkemesi de tezgahım kurmuş, dirhem kafesi yere mıhlı adalet terazisini dengele­mekle meşgul…8 idam kararı… Vaiz Sabit Tarakçıoğlu, Mehmed Pe­çe, Arslan Peçe, köy muhtan Yakup Peçe, köy bekçisi Kadir Koliva, Hafız Şaban Koliva, Hasan Külünkoğlu, Mahmut Kamburoğlu…

Sabit Hoca o gece mahkûmları uyandırmış:

— Kalkınız, abdest alınız, namaza duralım! Birkaç sa­at sonra Rabbimize kavuşacağız!Diye haykırmıştır Birkaç saat sonra Allah’a kavuşa­caklarını bilenlerin bir müjde saadeti içinde kıldıkları na­maz…

Asılanları deniz kenarında, rastgele atıldıkları çukur­lar içinde kumluğa gömüyorlar… Yakınları tarafından ce­setleri çalınmasın diye de başlarında süngülü nöbetçi bekle­tiliyor 3-4 ay sonra gece çıkartılmak şartıyle, ailelerine, ce­setleri almak müsaadesi çıkıyor

Çukurlar açılınca meydana çıkan müthiş manzara:

Hiçbir ceset çürümemiş ve hepsinin gözü Kıbleye doğru…

Cesetleri kilimlere sarıyor, sırıklara takıyor ve köyle­rine götürüp gömüyorlar…

Arka arkaya, kilimlere sarılı ve sırıklara takılı 8 ceseti, gece karanlığında, destanlık hayaletler gibi Öz topraklarına taşıyan köylüler… Hakikati bilselerdi, nur mayasından yuğ-rulu bu cesetleri kilimlere sarıp taşıyacakları yerde, o kilim­lerin içinde olmayı tercih ederlerdi

Maraş’ta, Konya’da, şurada, burada da buna benzer vak’alar… Bunlara ait bazı küçük tafsilât, «İskilipli Atıf Ho­ca» bahsinde…

Bunların hikâyesini anlatmak ve dinjemek bile bana giran geliyor, azap veriyor Zulüm gölünün neresinden bir bardak veya bir yüksük su alınsa tahlilleri bir birinin aynı çı­kar

Sivas’ta duvarlara yapıştırılan beyannameler Bunları «hazırlayan, yapıştıran veya onlarla düşünce birliğinde olan»lardan 32 kişi mahkûm…

Maraş’ta ihtiyar bir Maraşlının bana çizdiği şu tablo her şeyi göstermeye yeter:

— Hepsi de «Hamdolsun, şapka giymeden ölüyoruz!» diye boyunlarını ilmiğe uzattılar Şafak sökerken dikkat et­tim: Çıkan rüzgârdan, hepsinin de sakalı aynı istikamette uçuşuyordu

Aynı istikamette uçuşan sakallar değil, ruhlar… Kıy­dıkları da işte bu ruh…

Maraş’ta, ilgi çekiciliği, çarpıcılığı ve vicdan yakıcılı­ğı bakımmdan ayrıca gösterilmeye değer levhalar vardır:

Şapkaya karşı malûm yerlerdeki direnişlere benzer karşı duruşlardan sonra tam 63 kişi tevkif ediliyor Bunlar, boyunlarına zincir takılarak birbirlerine bağlanıyor ve Ada-na’ya götürülüyor Aralarından biri itilip kakılınca hepsinin birden boynunda aynı cendere acısı…

Adaria’da tutukluları öyle bir yere tıkıyorlar ki —bir Maraşlının tabiriyle— köpekler bile barınamaz Pislik, ka­zurat ve teaffün yuvası bir yer… Maraşlılar, milli müdafaa­ları zamanında memleketlerine geldiği vakit kendisine yap­madıkları ikram bırakmadıkları Kılıç Ali’ye baş vurup şöyle »diyorlar:

— Biz memleketin bellibaşlı insanları olarak sizi Maraş’a geldiğiniz zaman başımıza tâc ettik Şimdi bizi bu pis­lik kuyusuna atmayı nasıl reva görüyorsunuz?

Cevap geliyor:

—Sizi yakında kurtaracağım! Sabırlı olunuz!

«Yakında ipte sallandırılıp kurtulacaksınız!» manası­na, sinsilik ve alçaklıkta son haddi tutan bir cevap…

Mâşaallah Ali Efendi (lâkaplı Mâşaallah - daima inşaallah ve mâşaallah diye konuşurmuş), Abdülkaadir ve Pek­mezci Hacı Hüseyin idamlık…

Bunlara hükümden önce soruyorlar:

— Son ihtar! Şapka giyecek misiniz, giymeyecek mi­siniz?

Cevap, üçlü bir koro halindedir:

— Giymeyeceğiz!

Üçü de sıcak bir yaz günü buzlu bir şerbet içercesine şehitlik şerbetini zevkle, saadetle içiyor

Mâşaallah Ali Efendi’nin sehpada, boynunda ilmik,muazzam sözü:

«— Benim adım Mâşaallah, şapka giymem ınşaallah… Eşhedü…………»

Şapka kurbanları, mazlumluk ve şehitliğin en üst mer­tebesindedir… Şimdi sıra bu mertebenin fert plânında en üst örneğine gelmiştir:

İskilipli Atıf Hoca…

Necip Fazıl Kısakürek - Son Devrin Din Mazlumları

__________________
Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar
Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar
NFK





GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali
GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı
Alıntı Yaparak Cevapla

Menemen Hâdisesi

Eski 06-30-2009   #2
GöKKuŞaĞı
Varsayılan

Menemen Hâdisesi



Dördüncü Fasıl

Şeyh Esat Efendi

O SENE:

1930 YILI, Serbest Fırka tecrübesinin yapıldığı, nihayet bu tecrübe elde patlayan bir hortum gibi beklenmedik bir korku verince hemen onun kapatıldığı ve peşinden dindarları sindirme hareketine girişildiği hengâme

İnönü'nün, kaptanlığını ettiği hükümet gemisi, birdenbire Serbest Fırkaya Anadolu'da ve hususiyle Ege çevresinde büyük bir alâka, hattâ sarılma derecesinde bir iştiyak görünce, kendisini kayalara bindirmek üzere farzetmiş ve bu küçük komedyanın arkasındaki dram hazırlığını hemen sezmişti Aynı şeyi Serbest Fırkanın başındakiler de görmemiş ve bu yüzden şaşırmamış değillerdi Fantazya planındaki rollerinin altından böyle bir halk temayülü ve hâile istidadı doğacağını bilemezlerdi

Serbest Fırka, 1930 yılının son bulmasına iki ay kala ortadan kaldırıldı

Fakat bununla, bu fırkanın canlandırdığı ve şahlandırdığı mesele bitmiyordu Serbest Fırka, halkın hasretler içinde yandığı din dâvasını meydana çıkarmış, olanca başarısını, vaadeder gibi bir eda taşıdığı din alâkasından devşirmişti Yahut, şahdamarı dinsizlik olan Halk Partisine aykırı görünmesi, onun böyle bir istidat vaadetmesine kâfi gelmişti Şimdi bütün mesele, işte bu vesileyle kıpırdanır gibi olan din alâkasını ezmek ve bu alâkayı besleyebilecekleri umulan din şahsiyetlerini yok etmekteydi

Din alâkasını besleyici, geliştirici ve bir gün patlak vermeye doğru yürütücü kuvvet ve zümrelerin başında da Nakşîlik vehmolunuyordu

Hiçbir pazarlığı ve sun'î tarafından güzelleşme ve göze girme zaafı olmayan ve topyekûn fezayı kuşatıcı bir (radar) aleti gibi sadece mukaddes Şeriatten istikamet alan bu tarikat, tekkelerin kapatılmış olmasına rağmen, ruhtan ruha sıçrayıcı kıvılcımlariyle, hükümete, yekpare bir halka şeklinde görünüyor ve mutlaka başının ezilmesi lâzım bir ejderhâ hissini veriyordu

Ne yapsınlar da bu tarikatin yüce sandıkları şahsiyetlerini bir (eroin) çetesi ferdlerini tek tek avlarcasına toplasınlar ve boğazları kesilmek üzere çantalarına yerleştirsinler? Oldukları yerde ve birbirinden uzak, Allah'ı zikreden bu insanları hangi bahaneyle enseleyebilirler?

Zor!

Fakat buldular!

Devlet ve hükümete karşı ayaklanma çapında büyük bir hâdise çıkarmak ve peşinden bunun Nakşîler tarafından körüklendiği iddiasiyle onları temizlemek ve dindarları yıldırmak

İşte 1930 Aralık ayının sonlarına doğru Menemen'de cereyan eden hâdise, birkaç serseriye yaptırılmış böyle bir tertip işinden başka bir şey değildir ve olanca gayesi, büyük ve kuvvetli sandıkları bâzı din adamlarını ortadan kaldırmak olmuştur

İspatını vak'anın nakli sırasında, hâdiselerin revş ve tarzından anlayacaksınız

Şimdi, hâdiseye girmeden, onu din düşmanlarının nasıl gördüğüne dikkat edelim! İşte, size, din düşmanlığında en nâmdar gazetenin 1 - 2 ay önce bu bahis üzerinde neşrettiği satırlar :

«23 Aralık 1930 da, yâni Serbest Fırkanın kapanışından bir ay sonra Menemen olayı yer alır Nakşibendi halifesi olarak kabul edilen İstanbullu Şeyh Esat'ın tahrikiyle, başlarında Şeyh Mehmed bulunan 5 Nakşibendi, Menemen'de bir irtica hareketi başlatmak istemişlerdir Abdülhamid'in oğlunun Halife ilân edileceğini, bir sabah namazında cemaate bildiren bu beş gericiye bir kısım halk da katılmış ve Kubilây adındaki bir yedek subay duruma müdahale etmek istemiştir Fakat gözü dönmüş yobazların tahrikiyle Kubilây'ın üstüne binlerce kişi saldırmış ve tekbîr sesleri arasında Kubilây'ın başı testere ile kesilmiştir Bir mızrağa taktıkları Kubilây'ın başını, devrimlere karşı hareketin sembolü şeklinde Menemen'de gezdiren yobazlar, bir jandarma kıtası tarafından açılan ateş sonunda öldürüleceklerdir İstanbul'daki Nakşibendi şeyhlerinin yargılanması ise, 1931 Aralığı sonunda Harb Divanı tarafından yapılacak ve 28 kişi idama mahkûm edilecektir

1933 yılı Şubatında, Bursa'da Ulucamide benzeri bir olay cereyan edecek, Türkçe ezana karşı olduklarını belirten Kozanlı İbrahim ve bir kaç suç ortağından meydana gelmiş diğer bir Nakşibendi grupu, yine devrimci hükümetin kuvvetleri tarafından cezalandırılacaklardır 1935 deki Şeyh Halit (Siirt) ve 1936 daki Şeyh Ahmet (İskilip) gerici ayaklanmaları, hep Nakşibendi tarikatının patlak verdirdiği olaylardır»

Küfür karargâhı mahut gazetenin resmettiği «Menemen Hâdisesi» tablosunda Es'ad Efendiye atfedilen «Nakşibendi Halifesi» tâbirine kadar ne korkunç bir cehalet ve içyüzlerden uzaklık belirdiğini göstermeye değmez Aslında tertip eseri olan bir vak'ayı, aynı tertip ruhuna bağlı bir neşir vasıtasından başka türlü izah elbette ki, beklenemez



HADİSE:

Daha önce kaydettiğimiz gibi, 1930 yılının son ayındayız Bu ayın ortalarına doğru, Manisa ve civarında bağ budama mevsiminin en elverişli olduğu bir zamanda «Mehdi Mehmed» isimli bir serseri, etrafına birtakım ve çoğu genç, hattâ çocuk, saf tipler toplayarak Menemen taraflarına sürüklüyor İlk ikna vesilesi köylerde zengin işler olduğu, hususiyle Paşaköy dolaylarında bütün bağların budanmakta bulunduğu, kendilerinin de bu fırsatı kaçırmamaları gerektiği, oraya giderlerse çok para kazanacakları iddiasıdır

«Mehdi» unvanını taşıyan Mehmed Giritlidir ve tarihin birçok devrinde şahit olunduğu gibi Mehdîlik iddiasında bir deliden başka bir şey değildir Hiç kimse tarafından sevilmeyen bir insandır ve oturduğu mahalle Manisa'nın Arpalan semtinde hemen herkesin nefret ve istishaline karşıdır Esrarkeştir Buna rağmen, dışından, ham softa ve kaba yobaz tipinin bütün ârâzına maliktir

Etrafında tam beş kişi: Sütçü Mehmed; sâf, âciz, kendi halinde, mahallede süt satan bir esnaf Şamdan Mehmed budala ve muvazenesiz bir insan ve mesleği budakçılık Çoban Ramazan; 18-19 yaşlarındaki bu keçi çobanı, öbürleri gibi cahil ve muvazenesizin biri Nalıncı Hasan; bu da Giritli ve hâdiseye hiçbir şey bilmeden karışanlardan Zeki Mehmed; budakçılık yapan bu adam para ve menfaat karşılığında her şeye müstaid bir ahlâksız

Mehdî Mehmed, işte bu bîçareleri telkini altına alıp bildirdiğimiz istikamete doğru sürüklüyor Yanlarında bir de çakmaklı tüfek, hep beraber Manisa'dan Paşa'köy'e gidiyorlar Yolda hangi konaklarda kaldıkları ve neler konuştukları belli değil Fakat oradan kaçmak suretiyle başını kurtaran Çoban Ramazan'ın anlattığına göre, yolda birkaç kere esrar partisi tertiplemişler, hattâ Paşaköy'de iş bulamadıkları için Bozalar köyüne dümen kırmışlar, yolda yine sızasıya esrar çekmişler, ve bu arada kendine gelen Çoban Ramazan aralarından kaçıp Manisa'ya dönmüş

Bozalan köyünde Sütçü Mehmed'in kardeşine misafir oluyorlar Evde bir baba ve iki oğul olmak üzere üç kişi var Oğullardan büyüğü askerlikten yeni dönmüş Misafirlerin üslûp, tarz ve hareketlerinden şüpheleniyor ve babasına:

— Bunlar, diyor; bence şüpheli adamlar Kendilerini dehlesek fena olmaz!

Babanın cevabı:

__ Canım bir gece kalıp gidecekler! Kavgaya değer mi? Sabaha karşı sen onları arabayla Menemen'e götürürsün! Böyle istiyorlar!

Sabaha karşı, askerden gelen oğulun sürdüğü araba, Menemen'e yaklaşıyor

Mehdî Mehmed, arabanın kasabaya girmesini beklemeden :

— Biz burada inelim, diyor; bazı işlerimiz var!

Araba başını aldığı gibi dönüyor Onlar da oracıkta, Menemen'e karşı, yere çömelip çubuklarını çıkarıyorlar ve esrarlı tütünlerini tüttürmeye başlıyorlar Beşi birden dalgada

Mehdî Mehmed'in bu dalga içinde sözü:

— Artık Mehdîliğimi ilân edebilirim! Günü geldi!

Mehdîlik iddiasında bir sapığın ardında, esrarkeş serseriler Menemen'e giriyorlar Şimdiki Belediye binasının bulunduğu yerdi, binanın arkasına düşen camie giriyorlar Cami avlusunda oturup imamın gelmesini bekliyorlar Namaz vakti erişmiş bulunduğu için cemaat, birer, ikişer sökün etmekte Bunlar, avludaki garip hal ve edalı adamları görünce adetâ ürküyor ve birbirine soruyor:

— Bu yabancılar da kim?

— Tanımıyoruz! Halleri gerçekten çok garip!

Bu vaziyeti gören ve fısıltıları duyan Mehdîlik kalpazanı onlara doğru ilerliyor:

— Bizden korkmayın, diyor; biz de sizdeniz! Camiye ibadet etmek, namaz kılmak için geldik Namazdan sonra bir işimiz olacak! Siz de bize katılın!

O cemaatte bulunmuş olan bir zatın yıllarca sonra bir arkadaşına şunları söylemiş olduğunu Manisa'da tesbit ettim:

«— Öyle bir namaz kıldık ki, kılan kim, kılınan ne, anlayamadık! Birdenbire müthiş bir ürküntü hissi havada donmuştu!»

Mahutlar namaz biter bitmez camideki, üzerinde Tev-hid kelimesi yazılı sancağı alıyorlar ve kapıya çıkıp cemaatin gelmesini bekliyorlar Cemaat, gözleri dehşetle bu garip adamlara takılmış, çabucak önlerinden geçip gidiyor ve camiin karşısındaki kahvehanede yer alıyor Herkes büyük bir merak ve tecessüs içinde

Mehdî Mehmed sancağı kaldırıyor ve hem meydandan geçenler, hem de kahvedekilere karşı avaz avaz bağırmaya başlıyor:

— Sancağımız etrafında toplanın! Müslümanım diyenler gelsin! Durmayın! Küfrü tepeliyeceğiz! Yerinden emir aldık! Kuvvetler hazır!

Tam o anda Menemen'in Askerlik Şubesi Reisi oradan geçmekte değil mi? Mehdî Mehmed onu görür görmez üzerine koşuyor ve yakasına sarılıp haykırıyor:

— Hemen şimdi bize kuvvet gönder! Peşimize takılsınlar! Menemen'i 70 bin silâhlıyla sardık! Dediğimi yapmazsan sonun kötü olur!

Apışıp kalan Şube Reisi hiçbir şey anlayamıyor, ellerinde dinî bir sancakla ayaklanmış şu birkaç kişinin belirttiği mânayı ve kuvvet derecelerini kestiremiyor ve o ân için başının kaygısına düşerek:

— Peki, diyor; şimdi istediğinizi yaparım!

Ve sıvışıveriyor Nümayiş, delice haykırışlar ve davetler devam ederken, birdenbire bir yüzbaşı peydahlanıveriyor Arkasında sekiz tane jandarma eri Bu kuvvet karşısındaki altı kişiyi bir anda enselemeye yeterken ¦dehşete düşen yüzbaşı, tıpkı Şube Reisi gibi, vaziyeti bilememekten hiçbir harekette bulunamıyor ve Mehdî Mehmed'in:

— Bize yardımcı ol, yoksa canınız elden gider!

Tehdidine cevap veremiyor Bir er koşturarak Jandarma alayından imdat istiyor Mehdî Mehmed'in görülmemiş cür'eti ve üzerine doğru koşması, yüzbaşıyı şaşırtmış, mefluç hale getirmiştir

Hâdise bu şekilde devam eder ve delice bir cesaret içinde Mehdî Mehmed bağırıp çağırırken, o civardaki kışlada nöbetçi olarak bulunan ve olup bitenleri uzaktan takip eden yedek asteğmen Kubilây, yanına bir manga asker alıp meydana doğru koşuyor

Aradan hayli vakit geçtiği halde hâlâ ciddî ve ani bir hükümet davranışı yoktur

Kubilây erleri saf nizamına geçirip kumanda veriyor:

— Süngü tak!

Mehmetçikler hemen emre itaat ediyorlar Kubilây önlerinde

Mehdî Mehmed ise biraz ileride aynı mecnun teraneleri sayıp dökmekte, avazı çıktığı kadar haykırmakta

Arkasındaki süngülü asker safının heybetine güvenen ve ilerideki mecnunların ihtilâç içinde nereye kadar gidebileceklerini tahmin edemiyen Kubilây, tek başına, Mehdîlik şarlatanı, bilerek veya bilmeyerek gizli bir tertip ve telkine âlet, bu maşa adamın üzerine yürüyor

Kubilây, askerlerini geride bırakıp tek başına Mehdî Mehmed'in üzerine yürüyor ve hiç bir kelime sarfetmeden sol eliyle onun yakasına yapışıp sağ eliyle suratına iki tokat aşkediyor Askerler geride ve halk etrafta merakla bakınmaktadır Ortada hâlâ hükümet adına bir (otorite) ve hâkim kuvvetin göründüğü yoktur

Tokatları yiyen Mehmed henüz kendisini toparlayamadan bir silâh sesi Kubilây'ın yere düştüğü görülüyor Topuğundan, bütün ayağı parçalanırcasına bir tüfek kurşunu yemiştir

Müthiş ân Jandarmalar tüfeklerini bırakıp kaçışıyor ve Kubilây'ın askerleri, yüz - geri, dağılıyor Delice bir cür'et, başsız kalan askerlere, neyin nereden geldiğini ve nereye gittiğini kestirememek şaşkınlığı içinde büyük bir dehşet vermiş ve onlara dağılmaktan başka çare bırakmamıştır Halk da her zaman olduğu gibi, çenesi bir karış düşük, sanki, bir (kovboy) filmini seyretmektedir Ortada vaziyete el atacak tek irade ve hamle tezahürü yine mevcut değil

İşte Mehdî Mehmed, bir hava boşluğunu hatırlatan bu ruhî hayret ve dehşet ânını seziyor ve en büyük numarasını oynamak üzere, yerde inleyen Kubilây'ın üstüne atılıyor Onu, kurbanlık bir koyun gibi saçlarından kavrıyor ve cebinden çıkardığı bağ budama bıçağını boynuna dayıyor

— Yapmayın, beni öldürmeyin! Ben, ayağımdaki bu yarayla yaşarım! Canıma kıymayın!

Kubilây, Mehdîlik taslayan esrarkeş mecnuna yalvarmaktadır:

— Canıma kıymayın!

Mehdî Mehmed'in ise ağzında bir nâra:

— Artık vakit doldu! Mehdî geldi!

Ve bağ bıçağıyle, testere kullanır gibi, Kubilây'ın ka-fasını vücudundan ayırıyor Korkunç bir feryad, hırıltı,, kan fıskiyesi ve halkta çığlıklar

Mehdî Mehmed, kesik başı yine saçlarından tutup cami avlusundaki musalla taşının üstüne koyuyor

Seyirciler bağıra bağıra kaçışmakta ve meydan bir ân için Mehdî Mehmed ile beş arkadaşına kalmış bulunmaktadır

Birden koşar - adım gelenlere mahsus ayak sesleri Alaydan, altı serserinin üzerine, mitralyözlü, koca bir bölük sevkedilmekte

Bölük hemen meydanı ve cami avlusunu sarıyor, makineli tüfeğini kuruyor ve ateş

İlk kurbanlar, ne olup bittiğini anlamak üzere koşup gelen iki masum bekçidir Vücutları bir çok yerinden delik - deşik, vurulup yere seriliyorlar

Hâdisenin müsebbiplerine gelince :

Ateş çemberinden kaçmak isterken, aralarından yalnız iki kişi müstesna, hepsi birden vurulup vahşi hayvanlar gibi yere devriliyorlar Başta Mehdî Mehmed, Şamdan Mehmed, Sütçü Mehmed, can verenler arasında Zeki Mehmed, ölü taklidi yaparak uzandığı yerde, başından yaralı olarak ele geçiyor Giritli Hasan ile Nalıncı Hasan ise nasılsa kaçıp sıvışma imkânını bulabiliyorlar

İşte bütün oluşu ve bitişiyle topyekûn vak'a sadece kaçabilen iki kişinin ve eğer destekçileri varsa onların da bulunup cezalandırılmasından ibaret kalan ve bir iki mecnunun telif eserinden ibaret bulunan hâdise birdenbire o kadar büyütülüyor ki, ortada, tâ Sarıkamış'tan İstanbul'a kadar, tamamiyle masum ve alâkasız, tesir ve şahsiyet sahibi kaç müslüman varsa onlara çevrilmiş bir tuzaktan, kuru bir bahaneden başka bir şey kalmıyor Ber nevi (terör) dehşet salma devri açılmıştır



DEHŞET SALMA:

Mecnunların bile hayal ve teşebbüs etmiyeceği hâdiseden sorumlu, ellerinde, yaralı olarak tutulan tek kişi vardır: Zeki Mehmed Kaçanlardan Girit'li Hasan ile Nalıncı Hasan Manisa yolunda ele geçirilecek ve onlarla beraber, fiilî teşebbüs kadrosundan tutulanlar 3 kişiye varacaktır İşte, sonunda, cezalarına mâni olamıyacak bu serseriler ve hususiyle Zeki Mehmed o türlü ifadeler vermeye zorlanıyor ki, mahallelerinde oturan habersiz ve günahsız insanlardan tutun, hiç tanımadıkları, bilmedikleri ve eserlerini okumadıkları din âlimlerine kadar, şahsiyet sahibi bütün müslümanları avlamaya mahsus zâlim bir ağ örülmesine hizmet ediyorlar



TERTİP:

Evet; bütün şahsiyetli müslümanları, bilhassa Nakşibendî tarikati büyüklerini ortadan kaldırmak için hükümetçe düzenlenen Menemen Vak'ası, tertiplerin en vicdansızını temsil eder

Sebep, tek olarak, din güdücülerinin imhası ve halkın yıldırılması

Bu esasî sebep' etrafında iki tane de yardımcı sebep var:

Birincisi:

Serbest Fırka zamanında Menemen «7 sinden 70 ine kadar» tabiriyle o tarafa geçmiş ve aynı günlerde kendisini ziyarete gelen Halk Partisi kodamanlarına «yuha!» çekmiştir

Hükümetçe karar:

«__ Menemen'e en tesirli bir gözdağı vermek lâzımdır!»

İkincisi:

Yine o tarihlerde bazı Halk Partisi büyükleri Bursa'-da Adapalas Otelinde zevk ve safaya batmış, günü birlik hayattan kâm almak cümbüşü içinde yuvarlanırken, bir hâdise oluyor:

Otellerinin önünde duran taksi ve otobüslerden, bereli, kasketli, sakallı, dinî üslûp belirtici kılıklarla bazı insanlar iniyor

Manzarayı yorumlayamayan kodamanlar (Vasıf Çınar, Şükrü Kaya, Mahmud Es'ad vesaire) hayretle birbirlerine soruyorlar:

— Kimdir bu müslüman kılıklı adamlar? Yoksa bizden istekleri mi var?

Aralarından biri cevap veriyor:

— Yok, efendim; bizimle hiçbir alâkaları yok! Karşı oteldeki bir şeyhi ziyarete geliyorlar!

Ta karşılarında, Hakkı Paşa Oteli diye bir yer vardır ve oraya, îstan'bul'dan bir Nakşi şeyhi gelip inmiştir

Kodamanlar konuşmakta devam ediyor:

— Kim bu şeyh?

— Erbil'li Şeyh Es'ad Efendi Meşhur Nakşı Şeyhi

— Ya, öyle mi?

Ve o akşam, bu kodamanların halkalandığı masada şu karar alınıyor:

— Artık bu adamların köküne kibrit suyu dökülmesi gereken zaman gelmiştir! Bizzat, mahkûm kabul ettiğimiz Menemen'de bir hâdise çıkartılacak, hâdiseye rejime karşı bir kıyam süsü verilecek ve ondan sonra sürek avı halinde din elebaşıları devşirilip birer birer ezilecektir

Hâdisenin şahitleri, İlk Meclis âzasından merhum Hasan Basri Çantay ile Salih Yeşil'dir Allahın getirdiği bir fırsat ve münasebetle bu kararı, mecliste hazır bulunanlardan biri marifetiyle öğrenen ve o akşam otelde bulunan bu iki zat, vaziyeti, sağlıklarında yeminle anlatmışlardır

Bunlardan ve hattâ mecliste bulunanlardan çoğu sağ olmadığına göre, diyelim ki, bu iddia, (romantik) ve tumturaklı bir iddiadır

Bahsimizin başında da kaydetmiştik ki, hâdisenin akışındaki garabettir ki, tertibi göstermekte en canlı delildir

Şimdi iddiamızı, tertip tezine göre takip etmekte devam edelim :

Bu işe gizli ajanlardan biri memur ediliyor Adam, haftalarca evvel Menemen'e gidip işin mekân, yâni dekor ve yer tarafını tesbit ediyor:

— Jandarma karakoluna karşı meydan, cami ve avlu, hâdise için en uygun yer

Sonra Manisa ve bahsettiğimiz köylere gidip, mahut kadroyu tesbit ediyor; bunların sefil, esrarkeş, cahil ve ahlâksız tabakadan olmaları, gizli ajanın işini büsbütün kolaylaştırıyor Hele din mevzuunda abuk - sabuk görüşleri ve Mehdîlik hevesi dikkatini çeken Mehmed'i bulunmaz kıymette kabul ediyor ve uzun çalışmalardan sonra onlara teklifini yapıyor :

— Menemen'e Birinci Kânun (Aralık) ayında erkenden gireceksiniz! Filân yer, falan cami Namazdan sonra minberdeki yeşil bayrağı çekip cami ve avlu kapısını tutacak ve «bu bayrağın altına girmeyen, kâfirdir!» diye bağıracaksınız! Halktan veya jandarma ve askerden üzerinize gelen olursa silâhla karşı duracak ve mutlaka kan akıtmaya bakacaksınız! Bir kişiden olsun, kan akıtmak şart Hâdise büyür büyümez hemen kaçıp başınızı kurtarmayı düşüneceksiniz! Neticede her birinize, sana şu, sana bu, sana filân, sana da falan bankadan onarbin (üç-yüzerbin) lira verilecek Siz de çekip istediğiniz yere gideceksiniz!

Gerçekten, tekliflerin bu kadar ahmak ve sahtekârına, saçma ve gülüncüne inanabilmek için, vasıflarını çizdiğimiz berduşlar kadrosundan daha uygunu bulunamazdı Bu tiplerden hiç birinin dinî bir harekete girişebilme vasfında olmaması, dinî her anlayış ve duygudan mahrum bulunması, başlarındaki sapığın da hiçbir din alâka ve bilgisi göstermez, eçhel bir muhteristen başka bir şey ifade etmemesi, gizli tertibi, başka bir delile ihtiyaç kalmaksızın ispat eder Eğer böyle bir sapığın her zaman bu türlü hareketlere müstait olduğu ve düşünmeden girişebileceği iddia edilecek olursa cevabı hazırdır:

— Peki; o halde geriye kalanlardan hiçbiri deli olmayan, sadece serseri ve başıboş takımından 5 veya 6 kişi, ortada gizli bir teşvik, telkin ve menfaat vaadi olmadan nasıl bu adamların peşine düşebilir, tımarhaneliklerin bile kabul etmiyeceği bu işi nasıl benimseyebilir?

Misal:

Şeyh Said isyanı, her cephesiyle rejime karşı bir harekettir ve bunu inkâra kimsede mecal yoktur Zira Şeyh Said, din bilgini olmak iddiasında bir kimsedir, kendisine göre bir telâkki ve muhitinde büyük bir tesir ve kadro sahibidir Hareketinde de, yine kendisine göre, bir muvaffakiyet mantığı olabilir

Fakat, hepsinin birden deli olmadığı, sadece cehalet ve hamakatte müşterek bu 6 şahsın gülünç ve maskara davranışlarında, kendilerinden bir teşebbüse nasıl ihtimal verilebilir?

Söylendiğine göre gizli ajan, hâdiseyi, çarşaflı bir kadın «kılığında uzaktan takip etmiş ve muradına erer ermez, ancak bir erkeğe mahsus sert adımlarla uzaklaşıp gitmiştir Bu manzarayı aynen görenler vardır ve onlardan biri hâlâ sağdır

Subayları yerde kıvranırken 8 jandarma ve bir manga askerin silâhlarını bırakıp dağılmaları, kendilerine bir işaret verilmeksizin, mümkün olabilecek bir iş midir?

Ve nihayet en muazzam delil şudur ki:

Evvelâ ölü taklidi yaparak yere yığılan, sonra da yakalanınca ellerine kelepçe vurulmasına hayretle bakan Zeki Mehmed şöyle bağırmıştır:

«— Hani bize para vereceklerdi? Bu ne iş?»

Bunu da duyanlar ve duyanlar arasında hâlâ hayatta bulunanlar vardır

Sadece gafleti ve ihtiyatsızlığına ve önceden tertipli plâna kurban giden Kubilây, topuğundan aldığı kurşun yarasiyle yerde kıvranmaya başladığı vakit, sancak kaldırma ve Mehdîlik ilânı hâdisesinden en aşağı 20 - 25 dakika geçtiği halde, hükümet (otorite) ve kuvvetlerinin meydana çıkmaması nasıl yorumlanabilir? Elde hiçbir vesika, hatıra ve müşahede olmasa dahi, zekâ ve irfan sahibi bir göz, hâdisenin bizzat akış şeklinden gizli tertibi heceleyebilir

Neticede, belirttiğimiz vesikalar ve öne sürdüğümüz tahlil ve teşhisler ne nispette tatmin edici veya etmeyici olursa olsun, Menemen Hâdisesinin, kendi basit çapından dışarıya çıkarılarak memleket mikyasında bir din adamı avına vesile edildiği riyazî bir hakikattir



SAVCININ AĞZINDAN:

Menemen Hâdisesinin peşinden derhal o mıntakada örfî idare ilânı

Ne oluyoruz? Hâdise o anda bastırıldığına ve birkaç muvazenesizin eseri olduğuna göre, devletin umumî ve tabiî mevzuatı, gereken takibi yürütmeye ve suçluları cezalandırmaya yeterli değil midir?

Değildir!

Zira evvelâ Menemen'in, peşinden de bütün vatanı noktalayan din büyüklerinin mahvedilmeleri lâzımdır Bunun için de örfî idare gibi, dediği dedik ve kanun üstü bir usul, şart

Şimdi hâdiseyi «Divan-ı Harb-ı Örfî» isimli, Örfî İdare Harp Divanı Mahkemesi Savcısının resmî ağzından ve iddianamesinden dinlersek, (realite) lere uymayan ve örtülmek istenen noktalardan gizli tertibi büsbütün sezebiliriz

"Üslûp ve lisan zaafı kendisine ait olmak üzere işte Harp Divanı Savcısı Hidayet Bey'in ağzından, aynen:

«Devlet kuvvetleri aleyhine suç işlemekten ve tekkelerle zaviyelerin kapatılmaları kanunlarına karşı gelmekten sanık

Mehdilik dedikodusu Manisa'da duyulmuştur İşte hükümetin keyfiyetten haberdar olduğu işitilince Girit'li Mahmed'in emriyle köy yakınındaki çamlıkta Mehmed'in kardeşi Hacı İsmail ile Hoca Mustafa tarafından bir kulübe inşa ediliyor Bu kulübede tam bir hafta esrar içilmek suretiyle zikre devam eden sanıklar 1930 yılı Aralık ayının 23 üncü Salı günü Menemen'e gitmek üzere yola çıkmayı kararlaştırıyorlar

Salı gecesi esrarkeş Mehdi, başta, (Kıtmir) adını verdikleri köpek de dahil, hep beraber yola çıkıyorlar Evvelden haberdar edildiği için, Görece köyünün berisindeki kömür ocağında, Hacı İsmail oğlu, Hüseyin (tam babasiyle birlikte asılacağı zaman, sehpanın yanından kaçıp dağa çıkan, sonra yakalanarak Menemen'e getirilerek hakkındaki idam cezası infaz olunan şahıs) tarafından yakılan ateşte ısındıktan ve oraya, yine evvelden haberdar olduğu için Göreceli Mustafa oğlu Abdülkerim'in (bu sanık muhakemesi sırasında ağır hastalanıp İzmir Memleket Hastahanesinde tedavi altına alınmışken eceli ile öldüğünden hakkında verilen ölüm cezası yerine getirilememiş ve sukut etmiştir) getirdiği yemek de yenildikten sonra, bunların yol göstericiliği ile Menemen yolunu tutuyorlar

Kafile Hasanlar geçidine varınca, kayıkçı Mehmed'in kayığı ile karşı tarafa geçiyorlar Sanıklar Menemen kenarına geldiklerinde, Zeytinlik'te biraz durup dinlendikten sonra, Girit'li Mehmed, avanesinin hepsine çifte çifte esrarlı sigara dağıtıyor, hepsi dumanlı ve sarhoş kafalarla Menemen'e giriyorlar ve saat altıyı yirmi geçe Müftü Camii'ne gidiyorlar»

Savcı, biraz sonra göreceğimiz gibi, (realite) leri sade gizleyici değil, tahrif edici tarzda iddiasına devam ediyor:

«Bu camide Nalıncı Hasan, o (înna Fetehnâleke) sûresini okuyarak mihraptan bayrağı alıyor (Bu sanık ölüm cezasına çarptırılmışsa da yaşının küçüklüğü sebebiyle idamdan kurtulmuş ve cezası 24 yıl ağır hapse çevrilmiştir) Hep birlikte cami içinde bekliyorlar ve camie gelenleri Mehdi (yâni Girit'li Mehmed) dine davet ediyor ve Merdi olduğuna dair bunu nişanesi olan kıtmir dedikleri köpeğini kendilerine gösteriyor

Namaz kılındıktan sonra sahte Mehdi, cemaati bayrak altına davet etmeye başlıyor ve bu davete icabet eden, isimleri meçhul bazı şahıslar, bunlarla birlikte Belediye Meydanına doğru ilerliyorlar İçlerinden Abdullah oğlu Müezzin Hafız Ahmed (idama mahkûm edilip asılmıştır), sanıkların camie geldiklerini görmüş, vak'ayı hükümete haber vermeyi hatırına bile getirmeyerek sanıklar camiden çıktıktan sonra minareye çıkmış, minareden silâh atmış ve kendi ifadesine göre, etraftan gelecek 70000 kişiyi beklemeye başlamıştır

Müftü camiinden alınan bayrak burada Menemen'lilerden Arabacı Hüseyin (idama mahkûm edilmiş ve asılmıştır) tarafından meydanlığa açılan bir çukura dikiliyor Sanıklar, tekbirlerle bu bayrağın etrafında dönerlerken, Jandarma yazıcısı Ali Efendi olaydan haberdar edildiğinden arkadaşları dört nefer jandarmaya silâhlarını almalarını tenbih etmiş ve kendilerini beklemeden doğruca Girit'li Mehmed'in yanına giderek ne istediklerini sormuş, Mehdî Giritli Mehmet de bu jandarma yazıcısına hitaben:

— Git, kumandanına haber ver de o gelsin! Bana top, kurşun işlemez! demiştir

Bunun üzerine geri dönen Ali Efendi, durumdan Jandarma Bölük Kumandanı Fahri Beyi haberdar etmiştir Vak'adan haberdar edilen Fahri Bey, doğruca âsilerin yanına giderek tam bir asker tavriyle Mehdî'ye hitaben:

— Ne istiyorsunuz? Buradan derhal dağılın! Diyor Buna Girit'li Mehmed de:

— Ben Mehdiyim! Şeriatı ilân ediyorum! Bana kimse mukavemet edemez! Çekil karşımdan!

Cevabını veriyor Bu söz üzerine âsiler orada toplanan ¦seyirci Menemen halkı tarafından el çırpmak suretiyle alkışlanıyorlar

Durumun vahametini anlayan Jandarma Bölük Kumandanı Fahri Bey, tedbir almak üzere oradan hükümete gelip bu gibi hallerde kanunun icaplarına uyarak alaydan asker ve kuvvet istiyor ve telefon başında, askerle yola çıkan Kubilây Bey adındaki ihtiyat subay vekilinin gelmesini beklemeye başlıyor

İhtiyat Zabit Vekili Kubilây Bey süngü takmış askerini, belediye meydanlığı'ndaki kahve önünde bıraktıktan sonra, kendisini öne atarak, âsilere dağılmalarını söylüyor ve Mehdîlik taslayan Girit'li Mehmed'i kolundan tutarak çekiyor Buna Girit'li Mehmed silâh atmak suretiyle mukabele ediyor ve Kubilây Beyi ağır surette yaralıyor»

Savcı, tertibi gizlemeye hizmet edici şekilde, fakat hiç bir şeydan haberi olmadığı için, birçok yerde ipuçlarını meydanda bırakarak devam ede dursun:

«Yaralanan Kubilây yine tam bir metin asker tavriyle oradan ayrılıyor, arkasından ikinci defa atılan kurşun kendisine isabet etmeden, hükümetin arkasındaki avluya kendini atıyorsa da aldığı birinci kurşun yarasından bitap düştüğü için uzaklaşamıyor, oraya yığılıyor Yaralı Kubilây Beyin oraya düştüğünü her nasılsa haber alan Mehdî Giritli Mehmed, askerin kaçmasından ve halkın el çırpmasından ve bu suretle kendisine gösterilen müzaheretten cüret alarak ortalığa dehşet havası salmak için bu anda cinaî bir rol yapmak istiyor, sanıklardan Ali oğlu Hasan'ın torbası içindeki bağ bıçağını derhal aldıktan sonra Şamdan Mehmed'le birlikte yaralı Kubilây Beyin yanına gidiyor, bıçağı ile bu vazife kurbanı Türk delikanlısını, bir koyun boğazlar gibi, boynundan keserek kellesini alıyor ve Türk ordusunun genç bir subayı ve asil bir Türk evlâdı, tam bir canavarca hisle şehid ediliyor Bununla da kanmayan Mehdi, kesik kafayı saçlarından tutarak orada bulunan üstüvane şeklindeki taşa vuruyor ve etrafını, elinde kesik kafa ile biraz gezdikten sonra, kesik kelleyi meydanlığa getirip dikili bayrağın üzerine takıyor ve bu kanlı facia karşısında hissiz kalan Menemen halkı tarafından ikinci bir alkış tufanı başlıyor Bu arada bayrağın tepesinden yere düşen kesik başın, bayrak üzerinde durmasını sağlamak için elektrik direğine bayrağı bağlamak isteyen Yusuf oğlu Kâmil (idam edilmiştir) tarafından koşarak ip getiriliyor ve kanlı sancak ihtimamla elektrik direğine bağlanıyor

Bu sıralarda alaydan yetişen diğer müfrezeler ve aynı zamanda hamiyetli ve namuslu iki bekçi ile âsiler arasında başlayan çarpışmada, Mehdî Giritli Mehmed, Şamdan Mehmed, Sütçü Mehmed vurulup ölüyorlar, Emrullah oğlu Mehmed Emin yaralanıyor Bu meyanda âsilerle çarpışan iki bekçi de şehid düşüyorlar Âsilerden Nalıncı Hasan ile Ali oğlu Hasan da halk arasından kaçıp sıvışıyorlarsa da Manisa'da yakayı ele veriyorlar»

Vakaya dair Savcının verdiği (nötr) tarafsız bilgilerle bizimkiler arasındaki küçük farkların hiçbir değeri yoktur Öyle veya böyle Esas ve ana çizgiler aynıdır Şu var ki biz sağladığımız bilgi unsurlarını, konferans için gittiğimiz Manisa'dan ve faciaya bizzat şahit olmuş yaşlı - başlı insanlardan devşirmiş ve doğruluklarından emin bulunuyoruz Amma Savcının (nötr) tarafsız olmayan ve indî mütalâa ve kasdî ifade tarzına kaçan iddia ve izahlarında, kendisi hiç bir şey bilmese de, aldığı direktife göre, tezatlar içinde yüzdüğünü ve adetâ tertibi belli edici mantıksızlıklara düştüğünü gözden kaçırmıyoruz

Şöyle ki:

Savcı, hâdiseyi Menemenliler tarafından benimsenmiş ve şiddetle alkışlanmış göstermekle Menemen'in öldürücü bir gözdağı alması kararına (Bursadaki karar) mesnet tedarik etmeye çalışmaktadır İddia hakikate zıddır; halk cinayet sırasında dehşet ve nefretle kaçışmıştır ve zaten alkışlamış olsaydı yalancı Mehdî'nin peşine düşmesi icap edeceği aşikârdır

Yine Savcı, Hafız Ahmed'i hükümete haber vermemiş ve minareden silâh atmaya başlamış olmakla suçlandırırken farkında değildir ki, bu kadar tumturaklı (mizansen) sahneye koyuş içinde bizzat hükümetin nerede olduğu ve nasıl olup da haber alamadığını düşünmek borcundadır Yâni hükümet haber almak için, silâhlar patlar, tekbir sesleri yükselir ve kıyamet koparken Hafız Ahmed'e mi muhtaçtı?

Diğer noktalardaki zaaflar ise teker teker gösterilmeye değmez

Divan-ı Harp Savcısının öz kaleminden ve ağzından çıkan iddia, iki bekçinin mitralyöz ateşiyle ölümünü isyancılara yükleyecek kadar tahrifli olduğu bir yana, hükümetin iş neticeleninceyedek seyirci kaldığını ve böylece ne acemi bir tertip karşısında bulunulduğunu göstermeye yeter Akıl ve insaf sahiplerinin başka bir vesikaya ihtiyaçları yoktur

YİNE MENEMEN:

Şeyh Esad Efendi, Menemende ve hususî bir hücrede kısa bir müddet hapsedildikten sonra, muhafaza altında, Askerî Hastahaneye kaldırıldı

Bu ne şefkat ve adalet eseri, öyle mi?

Tamamiyle aksi!

Yaşları doksana yaklaşan bu yatalak insanın hastalığı aşikâr olsa da, ona kanca atan kötü niyet, eğer onu öldürmeye kadar gitmeyecek olsaydı asla hastahaneye kaldırmak, zindanda inletir ve orada ne olursa olsun der, hâline bırakırdı Halbuki onun öldürülmesi, tertip plânının ilk maddesiydi ve bu işin yapılacağı en müsait yer de hastahaneydi Zira yaşı doksana yaklaşan bir adamın idamı kanun bakımından mümkün değildir

Sırf şu hâdise, Şeyh Efendiyi kanunun her ihtiyara mahsus müsamahasından kaçırıp kilitlemek suretinde tecelli eden kastı, bütün dehşetiyle göstermeye yeter Şeyh Esad Efendiyi zindanda bırakmış olsalardı kurtarmış olurlardı

Nitekim onu, yemeklerine kattıkları hafif zehirlerle birkaç kere öldürmeye kalkışıp sadece hastalığını artırmaktan başka bir netice elde edemeyince, bir gece, damar içi bir (enjeksiyon) şırınga ile işini bitirdiler ve muradlarına erdiler

Böylece Şeyh Esad Efendi, Dîvan huzuruna çıkartılmadan ve tek kelime konuşturulmadan katil ve kaatillerin en denî şekli ve eliyle öldürülmüş oldu

— Bu iddiamızı ispat edebilecek vesikanız nedir? Sualine şu cevabı verebiliriz:

— Söylentilerden başka hiçbir vesikamız yoktur! Fakat işin mantıkî akışı, başka bir mânaya yer bırakmamaktadır Hakkındaki idam kararının infaz edilemiyeceği muhakkak olan bir ihtiyarın hastahanede ölmesi, öldürülmüş olmaktan başka hiçbir mânaya bağlanamaz Böyle bir iş de katil işleyenle Allah arasında kalacağına göre hiçbir türlü vesikalandırılamaz



HÜKÜM:

Muhakemeler şimşek hızıyla geçmişti Zira alınan talimat şudur:

— Mahkûmları söyletmeyin! Sizi müşkil mevkie sokabilirler Derhal idam kararlarını verin ve hemen infaz edin!

İleride delirerek bağıra bağıra ölecek olan Muğlalı Mustafa Paşanın verdiği idam kararları tam 37 dir:

1 — Çıtaklı Molla Hüseyin, 2 — Kahveci çırağı Mustafa, 3 — Topçu Hüseyin, 4 — Tatlıcı Mutaf Hüseyin, 5 — Eskici Hüseyin Ali, 6 — Keçilli Himmet oğlu Süleyman, 7 — Emrullah oğlu Mehmed Emin, 8 — Mutaf Süleyman, 9 — Manifaturacı Osman, 10 — Hatib Hafız Cemal, 11 — Tabur İmamı İlyas Hoca, 12 — Ali Paşa oğlu Ragıp, 13 — Şeyh Hafız Ahmed, 14 — İbrahim oğlu İsmail, 15 — Lâz İbrahim Hoca, 16 — Şeyh Ahmed Muhtar, 17 — Koca Mustafa, 18 — Hacı İsmail, 19 — Hacı İsmail oğlu Hüseyin, 20 — Cumabâlâ'h Ramiz, 21 — Yahya oğlu Hüseyin, 22 — Çingene Mehmed oğlu Ali, 23 — Hayim oğlu Jozef, 24 — Ali Osman oğlu Mehmed, 25 — Yusuf oğlu Kâmil, 26 — Kerim oğlu İbrahim, 27 — Salim oğlu Boşnak Abbas, 28 — Erbil'li Şeyh Esad, 29 — Şeyh Esad oğlu Mehmed Ali, 30 — Mustafa oğlu Abdül-kerim, 31 — Nalıncı Hasan, 32 — Küçük Hasan, 33 — Kâhya Ahmed oğlu İsmail, 34 — Terzi Talât, 35 — İzmir'li Hacı Mehmed Ali, 36 — Harput'lu Mehmed, 37 — Manisa'lı Hüseyin Çakır oğlu Ramazan

İdam cezasına mahkûm edilen 37 kişiden yalnız 28'i asılıyor ve geriye kalanı yaş haddi ve sair sebeplerden kurtuluyor

Aralarındaki Hayim oğlu Jozef isimli yahudi ise mahut serserilere parası mukabilinde ip sattığı için kellesini vermiştir Hiçbir şeyden habersiz, basit bir dükkâncı olan bu yahudiye tatbik edilen muamele, olanca zulüm ¦ve habaseti göstermeye tek başına kâfidir

Hâdisenin fiil çerçevesi içinde bulunanlardan başka (ki bunlardan üç kişi kalmıştır) hemen hepsi, bir baştan öbür başa masumdur Yâni hâdisenin 105 sanığından hemen hepsi masum Fiil çerçevesi içinde olan 6 kişinin 3 ü vak'a sırasında ölmüş, 1'i yaralı olarak ele geçmiş ve tazyik altında ihbar ve iftira etmediği kimse bırakmamış, kaçanlar ise Manisa yolunda tutulup yaşlarının küçüklüğü sebebiyle darağacından kurtulmuştur Şu halde, fiil çerçevesinde bulunanlardan tek insan kalıyor: Zeki Mehmed Gerisi yahudi Hayimoğlu Jozef'e kadar topyekûn suçsuz

Asılanlar arasında, bütün suçu Şeyh Esad Efendinin oğlu olmaktan ibaret bulunan Ali Efendi, dinî ve umumî bilgisi kuvvetli bir insandır ve «Tetkikat ve Telifat-ı İslâmiye Heyeti» İkinci Reisliğini etmiş bir şahsiyettir

Asılırken:

— Son sözün nedir? Sualine:

— Tevhid kelimesidir!

Mukabelesinde bulunmuştur

Böylece Menemen hâdisesi, aslî gayesi olan dinî şahsiyetleri ortadan kaldırmak gayesini, başta Şeyh Esat Efendi bulunmak üzere birçok mübarek hüviyeti hayat defterinden kazımak veya hapislerde süründürmek suretiyle meydana getirmiş oluyor

Menemen hâdisesi münasebetiyle tevkif edilip de beraet edenlerden biri de benim mürşidim ve kurtarıcım Abdülhakîm Arvâsî (Üçışık) Hazretleridir ki, kendilerinin Divan-ı Harp huzurunda ne dediklerini ve ne şekilde kurtulduklarını, bahisleri geldiği zaman göreceksiniz



ESERİ:

Şeyh Esad Efendi'nin eserlerinden «Mektubat» ile «Divan-ı Esad» isimli Farsça ve Türkçe şiir kitaplarını temin ve tetkik edebildik Mektupları, hususî münasebet, şeriat ve tasavvuf mevzularında olup bu bahislerde dinî ölçülere sâdık bir irfan sahibinin konuşmakta olduğu hissini aldık Şiirlerine gelince, bunlar, Şeyh Esad Efendinin nadir bir hassasiyet ve şiir kabiliyetine mâlik bulunduklarına delildir

Bir kaç misal verelim:

Yetiş imdada ey Şahı Risalet ruz-u Mahşerde

Benim bâr-ı günahım lûtf-u Şah-ı Embiya ister

Ne âb-ı dideden rahat, ne ah-ı sineden imdad

Benim bâr-ı günahım lûtf-u Şeh-ı Embiya ister

Nola bir kerre şâd olsun cemal-i bâkemalinde

Ki kemter bendeniz Esad sana olmak feda ister

Ayrıca:

Ne mümkün bunca âteşle şehid-i aşkı gasletmek

Cesed âteş, kefen âteş, hem ab-ı hoşgüvar âteş

Ben el çektim safa-yı ü ârâm-ı canımdan

Safa âteş, cefâ âteş, firar âteş, karar âteş

Bir yakınımızdan sağladığımız «Kenz-ül İrfan» isimli hadîs tercümelerinde ise aslî metne ve Osmanlıca büyük bir sadakat ve hâkimiyet müşahede ettiğimizi belirtmek borcundayız

Şeyh Esad Efendi ve Menemen mevzuunda son sözümüzü söylerken, tespiti gereken hak ve hakikat şudur ki, Şeyh Esad Efendi, kendi öz keyfiyeti bir yana, küfrün Islâmiyete yönelttiği kasda hedef kabul edilmiş olmak bakımından, «üzerinde ehemmiyet ve hassasiyetle durulacak muhterem bir zat ve büyük bir din mazlumudur


Necip Fazıl Kısakürek - Son Devrin Din Mazlumları

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.