Şengül Şirin
|
Varoluşculuk: Heidegger, Sartre, Kierkegard, Jaspers, Marcel, Camus
VAROLUŞÇULUK

Varlıktan çok insanın yaşantıları üzerinde duran ve varoluşun özden önce geldiğini savunan felsefe öğretisi
Varoluşçuluk daha başından en önemli amaçları bilgi felsefeleri (gno-zeolojiler) ve evreni anlamaya (ben, dünya, Tanrı) yönelik genel sistemler ortaya koymak olan filozoflara da, çözümlemelerinde yalnızca bilimler ve bunların yöntemleri (bilgikuramları) üzerinde duran filozoflara da karşı çıkar: varoluşçuluğa göre her iki kesim de somut insanı, onun yaşamını ve ölümünü gözardı etmektedir Varoluşçuluğun doğduğu kabul ediler dönem, yani Kierkegaard'ın (1813-1855 yaşadığı dönem göz önüne alınırsa, bt felsefe, varoluşu özsel varlık olarak göre" Hegel'in mutlak sisteminin karşısında yer alır
Varoluşçuluk (bu felsefenin, haklı olarak yararlandığı öncüleri vardı) İkinci Dünya savaşı'ndan sonra ve her biri farklı biçimde gerçekliğin özel bir deneyimine dayanan çeşitli biçimlere bürünerek gelişti Nitekim bir yanda tanrıtanımaz bir varoluşçuluktan (Heidegger, Sartre) bir yanda da hıristiyan bir varoluşçuluktan (Kierkegard, Jaspers, Marcel) söz edilir Varoluşçuluğa göre, maddesel şeyler ne iseler: oldukları (kendinde) halde, insan, olduğ haliyle örtüşen ve çakışan bir varlık değildir (kendi için): şeylerin durağan var oluşu, insanın "durağan-dışı" varoluş (Heidegger, Sartre) ile karşıtlaşır; insan cansız nesnelerin durağanlığından "kurtulan" ya da bazılarına göre onlardan ortaya çıkan" (bu eylem, bilimsel re denselliğe bağımlı nesnelerin "üstüne yükselme" olarak da anlaşılabilir) varlıktır
İnsanın "durağan-dışı" durumu da başkasının bakışının (bir muhatabın bakışı, bir bilim adamının bakışı vb ) onu dönüştürdüğü şeyden farklı bir şey olma özgürlüğünü verir Dolayısıyla insan, belli bir "durumun içinde"dir Demek ki bu koşul, ona bağlı olmayan bir sonluluk içinde yer almaktadır Öyleyse varolmak, (dünya) "içinde olmak", (başkası) vb, "için olmak"tır Demek ki varoluşçuluk bir yandan öncesiz sonrasız töz olarak tasarlanan varlığın eleştirisine, öte yandan da tarihsel varoluş tarzlarının somut betimlemelerinin araştırılmasına yönelir Varoluşçuluk böylece tamamlanmış bir sistem olmaktan kaçınır
Sartre varoluşçuluğunun en önemli özelliği, özgürlüğü, insanın ancak kötü niyetle unutabileceği bir temel olarak ortaya koymasıdır Yazgımız biz doğmadan belirlenmiş değildir, yazgımızı biz kendi özgür irademizle yaratırız; yaptıklarımızın sorumluluğu gene bize aittir Demek ki varoluşçuluk, her şeyden önce, diğer insanların ne olduklarıyla ilgilenen varlık olması bakımından insanı toplumsal sorumluluğa çağıran ahlaksal bir bakış açısı, bir "hümanizma"dır Pascal "eliniz kolunuz bağlı" diyordu; Sartre da aynı anlamda, insanların "sıçandan farksız" olduklarını söyler Biz ancak, gerçek dolayımsızlığı temsil eden varoluştan hareket ederek düşünebiliriz
Sartrecı varoluşçuluk bu anlamda, marxçı gelenek içinde yer alır Ama belirlenmemiş olduğunu düşündüğü bireye verdiği yerle ve insana şu ya da bu olmak ya da olmamak özgürlüğünü tanımasıyla da marxçılıktan köklü bir biçimde ayrılır Bu bakımdan varoluşçuluğun toplumsal statüsü, belirgin olmaktan hiç kuşkusuz uzaktır: varoluşçuluk, hem üniversitelerde okutulacak ya da siyasal bir partinin programıyla bütünleşebilecek yeni bir felsefe, hem de öğretici olmayan bir pratik ve savaş sonrasında bazı parisli ve burjuva aydınların yaşam tarzı olamazdı Sartre bile Kierkegaard'a dönmeyi öneriyor; danimarkalı filozofun şu sözünü anıyordu: "somut gerçeklik olarak yaşantı, bilgi -olmayan'dan başka bir şey değildir"
J -R Sartre, A Camus gibi çağdaş varoluşçuların hemen bütün edebiyat yapıtları türkçeye çevrildi Bu ürünler aracılığıyla varoluşçuluğun yaygın temaları kimi yapıtlara yansıdı Bu dönemde eski edebiyatın birtakım ürünlerinde de varoluşçu görüşlerin yansımaları bulunduğu ileri sürüldü (örn : "Hoşça bak zatına kim dide-i âlemsin sen / Merdüm-i dide-i ekvan olan âdemsin sen" [Ûzüne hoşça bak, çünkü evrenin gözü sensin Sen bütün varlıkların gözbebeği olan insanoğlusun ] Şeyh Galip) Varoluşçu edebiyatın konu edindiği "saçma, bunaltı" gibi kavramlar kimi türk yazarlarının yapıtlarında da yorumlandı (örn Saatleri ayarlama enstitüsü, A H Tanpınar; Bunaltı, D Özlü) Aziz Nesin, ikinci yeni döneminde genç yazarların varoluşçuluk modasına ayak uydurmasını Saçkıran romanınında taşlama konusu vaotı
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|