Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bölümler, destanının, eski, kağan, oğuz

Oğuz Kağan Destanının En Eski Bölümler

Eski 05-19-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Oğuz Kağan Destanının En Eski Bölümler



14 OĞUZ KAĞAN DESTANININ EN ESKİ BÖLÜMLERİ

"Arabanın icâdı":


Göktürklerin türeyişleri ile ilgili efsanelerde, ateş gibi insanlığa faydalı olan şeyleri icâd eden atalardan, söz açılıyor ve bunlara büyük bir önem veriliyordu Zaten ateş, tuz, araba vs gibi, insanlığın gelişmesine yardım etmiş unsurlarla aletlerin icadları, bütün dünya mitolojilerinde, en eski ve öz kalıntılar olarak kabul edilmişlerdir


Türklerin Kanglı boyu, tarih boyunca büyük bir şöhret yapmış ve Türk kavimleri arasında, önemli bir yer tutmuştu İlk bakışta Kanglı sözü, bir nevi bizim kağnı, yani "kağnı arabası" deyimini andırıyordu Bütün mitolojilerde olduğu gibi, Türk Mitolojisinde de, sözlerin dış görünüşlerine göre, bazı benzeştirmeler yapılmıştır Bu sebeple Oğuz Kağan destanında, kağnı arabasının icâdından söz açılırken, Kanglı boyu ile bir ilgi kurulmuştu Uygur Türkçesi ile yazılan Oğuz destanında, Kağnı'nın icâd edilişi, şöyle anlatılıyordu:



Çürced Kağan'ı aldı, halkıyla ulusunu,
Yoketmek için geldi, Oğuz-Han ulusunu
Başgeldi Oğuz-Kağan, basdı Çürced Hanı'nı,
Ok ile kılıç ile, döktü düşman kanını
Oğuz öldürdü onu, kesti hemen başını,
Böldü ganimetleri, tâbi kıldı halkını
Oğuz'un askerleri, beyleri bütün halkı,
Düşmanda ne bulursa, toplayıp hep tüm aldı
Atlar ile öküzler, katırlar az gelmişti
Yığılmış yükler ise, ta dağları geçmişti
Oğuz'un bir eri vardı, akıllı tecrübeli,
Barmaklığı-Çosun-Billig, yatkındı işe eli
Bir kağnı arabası, yapıp koydu içine,
Oğuz'un bu ustası, devam etti işine
Kağnıyı çekmek için, canlı öne koşuldu,
Cansız alıntılar da, üzerine konuldu
Oğuz'un beyleriyle, halkı şaştılar buna,
Onlar da kağnı yaptı, özenmişlerdi ona
Kağnılar yürür iken, derlerdi: "Kanğa! Kanğa!"
Bunun için de dendi, artık bu halka "Kanğa"
Oğuz bunu görünce, güldü kahkaha ile,
Dedi: "- Cansızı çeksin, canlılar Kanğa ile!"
"Adınız Kanğaluğ olsun, belğeniz de araba!"









Bıraktı onları da, gitti başka tarafa
Oğuz-Kağan, Mançurya Bölgesindeki kavimlere akın yaptığında, çok mal elde etmiş; fakat bunları, atlarla taşıyamamıştı Bunun üzerine, Oğuz-Kağan'ın akıllı beylerinden birisi, bir araba yaparak, malların hepsini arabalara doldurmuş ve Oğuz-Kağan'ın yurduna kadar taşımıştı Oğuz-Kağan, böyle yeni bir icâdı görünce, çok sevinmiş ve bu beyinin soyundan gelen boylara da "Kangalı" yani "Kağnılı" adını vermişti Tabiî olarak bu, nihayet bir efsane ile sözlerin benzeştirilmesinden başka bir şey değildi

Türkler çok eski çağlarda, tekerlek ile arabayı icâd ederek kullanmışlardı Çok eski çağlarda herhalde, "Kanglı" kavim adı da vardı Fakat kendileri, henüz daha ortada yok idiler Çünkü Türk boyları, zaman zaman çoğaldıkça bölünüyorlar ve eski adlar alarak, yeniden ortaya çıkıyorlardı MSV yüzyılda, Ortaasya tarihinde önemli bir rol oynayan bazı Türk kavimlerine Çinliler, "Yüksek arabalı kavimler" adını veriyorlardı Çinlilerin bunlara, Yüksek arabalı" demelerinin sebebi, herhalde onların arabalarının yüksek, yani tekerleklerinin büyük olmasından ileri geliyordu Çin tarihleri, kendilerine benzeyen kavimlerden ve eşyalardan söz açmazlardı Öyle anlaşılıyor ki, Türklerin bu arabaları, Çin'de kullanılan arabalara nazaran, çok daha büyük ve yüksek idiler "Büyük tekerlekli arabalar birçok bakımlardan faydalı ve elverişli idiler" Çamurlu bölgelerde ve engebeli arazilerde, büyük tekerlekli arabaları kullanmak, daha kolay oluyordu

Eski Türkler çadırlarını yalnızca yere kurmaz, aynı zamanda arabalar üzerine de oturturlardı Bu arabalar, akınlarda da orduların peşinden ayrılmazlardı Oğuz-Kağan destanında da görüldüğü gibi, harbe giden Türk ordularının arkasından, aileleri taşıyan arabalar ve kervanlar da yürürlerdi Oğuz-Kağan destanına göre böyle ordu düzenleri, yalnızca çok eski çağlarda görülüyordu Bununla beraber, daha sonraki çağlarda, meselâ Göktürk ve hatta Cengiz-Han akınlarında bile hatunlar, Hakanlar ile beylerin arkalarından gelirlerdi
"Türkler ilk geminin yapılışı":Oğuz-Han'ın bir beyi, İtil, yani Volga nehrini geçerken kendisine bir kayık yapmıştı Bu kayık veya gemi sayesinde, Oğuz-Han'ın orduları nehrin karşı kıyısına geçerek, düşmanı mağlûp etmişlerdi Kayığı icâd etme motifi de, her halde Türk mitolojisinin, en eski kalınıtılarından biri olsa gerektir

Eski Türkler, denizci bir millet değillerdi Bununla beraber kendi ülkelerinde de, birçok geniş nehirler ile göller bulunuyordu Uygur türkçesi ile yazılmış Oğuz Kağan destanı, Türklerin gemi veya salı icâd etmelerini şöyle anlatıyordu:
İdil adlı bu ırmak, çok çok büyük bir suydu,

Oğuz baktı bir suya, bir de beylere sordu: "-
Bu İdil sularını, nasıl geçeceğiz, biz?"
Orduda bir bey vardı, Oğuz Han'a çöktü diz
Uluğ-Ordu-Beğ derler, çok akıllı bir erdi,
Bu yönde Oğuz Han'a yerince akıl verdi
Baktı ki yerde bu beğ, çok ağaç var çok da dal,
Kesti biçti dalları, kendine yaptı bir Sal
Ağaç sala yatarak, geçti İdil nehrini,
Çok sevindi Oğuz-Han, buyurdu şu emrini:
"- Kalıver sen burada, halkına oluver bey!
"Ben dedim öyle olsun, densin sana Kıpçak-Beğ!"
Tabiî olarak diğer Oğuz destanlarında, Kıpçak-Beğ'in doğuşu ve bey oluşu daha başka türlü anlatılmaktadır"Dünyamıza soğuk rüzgârlar gönderen 'Buz-Dağı' motifi, Oğuz destanında da görülüyordu":Karluk Türklerinin meydana gelişleri ile ilgili bölüm de, bazı önemli meselelerle karşılaşıyoruz Uygur türkçesi ile yazılmış Oğuz destanında, Karluk Türklerinin ortaya çıkışları şöyle anlatılıyordu:Oğuz-Kağan baktı ki, erkek kurt önler gider,
Ordunun öncüleri, Gökkurt'u gözler gider,
Görünce Oğuz bunu, ne çok sevinmiş idi,
Alaca aygırını, çabucak binmiş idi
Apalaca aygırı, Oğuz severdi özden,
Ama at dağa kaçtı, kaybolup gitti gözden,
Bu dağ buzlarla kaplı, çok büyük bir dağ idi,
Soğuğun şiddetinden, başı da ap ağ idi
Çok cesur çok alp bir bey, ordu içinde vardı,
Ne Tanrı ne Şeytandan, korku içinde vardı
Ne yorgunluk ne soğuk, erişmez idi ona,
Bu bey dağlara girdi, dokuz gün erdi sona
Aygırı yakaladı, memnun etti Oğuz'u,
Atamadı üstünden, dağlardaki soğuğu
Olmuştu kardan adam, kar ile sarılmıştı,
Oğuz onu görünce, gülerek katılmıştı
Dedi: "Baş ol beylere, artık sende burda kal!
"Sana Karluk diyeyim, ölümsüz adını al!
Çok mücevher, çok altın, hediye etti ona,


Bir bey yaptı Karluk'u, devam etti yoluna
Eski Türk Kağanlarının atları, büyük bir önem taşırlardı Türk tarihinde, 60 veya 100 kilometre koşan, Mete'nin atı gibi efsanelemiş birçok atlara da rastlıyoruz Elbette ki Oğuz-Kağan, kaçak atını orada bırakıp gidemezdi Ama, o nasıl bir attı ki, buzlarla örtülü büyük bir dağ içine kaçmış ve peşindekileri de günlerce uğraştırmıştı Onu yakalayıp getiren insanlar bile, baştan aşağıya kadar kardan bir adama dönmüşlerdi

Oğuz-Kağan destanlarında bu dağa, "Muz-Tak", yani "Buz-Dağı" adı veriliyordu Atı dağda bulup getiren bey de, kardan bir adam şekline girdiği için, Oğuz Kağan tarafından "Karluk yani Karlık" adı ile adlandırılmıştı Sonraki güçlü ve şöhretli Karluk kabileleri, bu adamın soyundan geleceklerdi Eski Altay efsanelerine bir göz attığımız zaman da, böyle Buz dağlarını Türk Mitolojisi içinde görebiliyoruz Altay Türklerine göre, Kuzeyden esen soğuk ve buzlu rüzgârlarının geldikleri bir dağ vardı Altay Türkleri, soğuk kuzey rüzgârlarının, "Muz-Tak"adlı buzlarla kaplı bir "Buz-Dağı" ndan geldiğine inanıyorlardı Bu Buz Dağı dünyanın kuzeyini baştan başa kaplamıştı Buz dağının üzerinde de, yine "Buz" adı ile adlandırılan, büyük devler yaşıyorlardı İlk bakışta, Altay efsanelerindeki Buz Dağı motifleri, Himalaya dağları ile kar adamları efsaneleri hatırlatır gibi idiler

Ama Türk Mitolojisindeki Buz Dağları herhalde yerli olarak, Türklerin zihinlerinden doğmuş ve nihayet insan düşüncesinin, bir gereği gibi oluşmuş ve gelişmiş olmalıydılar Bunları söylemekle, Oğuz-Kağan destanındaki, "Buz-Dağ" ın Altay efsanelerindeki Buz-Dağı ile aynı olduğunu ifade etmek istemiyoruz Gerçi daha sonraki "Boz-Ok" Oğuzlarının yurtlarında da, "Buz-Dağ" adını taşıyan bazı dağlar vardı Ama mitoloji incelemeleri yapan bir kimsenin, diğer efsaneleri de gözönünde tutarak, karşılaştırmalar yapması, zorunlu görünmelidir Eski Oğuz yurdunda da Buz-Dağları olabilirdi Fakat bu dağlar, ne de olsa insanların zihinlerinde, efsaneleşmiş ve gerçek mahiyetlerini kaybetmişlerdi










15 OĞUZ DESTANINDA "KÖPEK BAŞLI" İNSANLAR


Oğuz Kağan destanlarının önemli bir bölümü de, "Köpek başlı insanlar"ın ülkelerine yapılan akınlardı Türkler bu kavimlere, "İt-Barak" adı veriyorlardı "İt" sözü, eski Türklerde de, köpek anlamına geliyordu "Barak da, bir nevi köpekdi" Bazılarına göre, "Siyah ve tüylü bir köpek cinsi" idi Fakat bu köpek de, herhalde başlangıçlarda, efsanevi bir köpek olmalı idi Oğuz Kağan destanlarına göre, "İt Barak'ların memleketi, kuzey-batıya doğru uzanan, karanlık ülkeleri içindeydi

Oğuz-Han, 'İt-Barak' lara karşı bir akın yapmış; fakat mağlûp olarak, dağlar arasındaki bir nehrin ortasında bulunan, küçük bir adacığa sığınmak zorunda kalmıştı Bu adacıkta, savaşta ölen askerlerinden birinin karısı da, bir çocuk doğurmak zorunda kalmıştı Fakat buraya sığınan Oğuz Han'ın, ne bir çadırı ve ne de bir evi vardı Kadın, ağaç koğuğuna girmiş ve orada çocuğunu doğurmak zorunda kalmıştı Oğuz-Kağan, kadının esenlikle doğum yapmasına sevinmiş ve çocuğa da, Kıpçak adını vermişti" Eski Türk efsanelerine göre "Kıpçak" sözü, "ağaç koğuğu" anlamına geliyordu

Bildiğimiz üzere "Kıpçak" lar, Altay dağlarının batısından, ta Güney Rusya içlerine kadar uzanan, büyük Türk kitleleri idiler Herhalde Kıpçak sözü de, çok eski çağlardan beri meydana gelmiş, bir kavim adı olmalıydı Fakat Türk destanlarını yazanlar, Kıpçak'la "ağaç koğuğu" arasında bir benzerlik bulmuşlar ve bu yolla, Kıpçak Türklerinin türeyişlerini anlatmak istemişlerdi Az önce de söylediğimiz gibi, "Oğuz-Kağan, ikinci karısını bir göl ortasında bulunan küçük bir adacıktaki ağaç koğuğunda bulmuştu" Uygurların türeyiş efsanesinde de, "Eski Uygur ataları, iki nehir ortasında bulunan bir odacıktaki, kayın ağacından" doğmuşlardı Bu örneklerden de kolayca anlaşılıyor ki, bir tarih olayı gibi gösterilen bu akınlarda, Türk mitolojisinin çok eski ve müşterek motifleri, sık sık görülebiliyorlardı:
Türkler "Barak" derlerdi, Kara tüylü köpeğe,

Böyle ad verirlerdi, büyük soylu köpeğe
,Aslında efsaneler, bir köpek anarlardı
Onu da köpeklerin, atası sayarlardı
Bu köpek soylu idi, çok büyük boylu idi,
Av çoban köpekleri, hep onun oğlu idi
Kuzey-batı Asya'da güya "İt-Barak" vardı,
Türklerse İç Asya'da, onlara uzaklardı
Başları köpek imiş, vücutları insanmış,
Renkleriyse karaymış, sanki Kara Şeytanmış
Kadınları güzelmiş, Türklerden kaçmaz imiş,
İlâç sürünürlermiş, ok mızrak batmaz imiş
Destanda denilmiş ki, Oğuz-Han yenilmişti,
Bir adaya sığınıp toplanıp derilmişti
On yedi sene sonra, Oğuz onları yendi
Kadınlar yardım etti, orada savaş dindi
Oğuz bu bölgeleri, "Kıpçak-Beğ" e il verdi,

Bunun için Türkler de, oraya "Kıpçak" derdi
Gerçi, bu efsane idi Fakat içinde tarih olayları da yatmaktaydı Öyle anlaşılıyor ki, bu bölgedeki güzel kadınları Türkler almışlar ve onlardan da, yeni bir nesil meydana getirmişlerdi Belik Kıpçağın annesi de, güzel bir İt-Barak kadınından başka bir kimse değildi Sonradan Kıpçak, Oğuz-Kağan tarafından bu bölgelere tayin edilmiş ve kuzey ülkeleri, hep onun soyları tarafında idare edilmişti "Kıpçak'lar da türkçe konuşuyorlar ve Türk kültürüne sahip idiler" Fakat Oğuz destanı, Kıpçağı Oğuz-Han'ın soyundan değil, nihayet askerlerinden birisinin neslinden getiriyordu Kıpçak kuzeylere gitmiş, orada soyları türemiş ve yerlilerle karışarak, yeni akraba Bir Türk kavmi meydana getirmişti"Köpekbaşlı insanlara Avrupa ve Hint mitoloilerinde de rastlanıyordu" Eski Yunan mitolojisinde de, köpek başlı insanlarla ilgili, birçok efsanelere rastlıyoruz Daha sonraki Avrupa mitoloji de, köpek başlı insanlara, zaman zaman yer vermişti

Avrupalılar, bu köpek başlı kavme, "Borus" adını veriyor ve onların, bugünkü Finlandiya ile Rusya'nın kuzey kısımlarında yaşadıklarını söylüyorlardı Oğuz-Kağan destanındaki "İt-Barak" lar da aşağı yukarı, aynı bölgelerde idiler Bu bakımdan, Avrupa ve Yunan Mitolojisi ile Türk Mitolojisi arasında, bir benzerlik ve bir bağ meydana gelmektedir Köpek başlı insanlar motifi, herhalde Türkler arasına, dışarıdan gelmiş bir efsane olmalı idi Fakat Türkler, köpeğe önem vermezlerdi Köpek, Türklere göre, aşağı bir hayvandı, bunun için de Türk Mitolojisi, köpek başlı insanları daima küçük görmüştü Köpek başlı insanlarla ilgili efsaneleri, Hindistan'da ve güney bölgelerinde de görüyoruz Hint Mitolojisi zaman zaman, köpeğe daha fazla önem vermişti

Bu sebeple Hindistan'daki köpek başlı insanlar, aşağı bir sınıfı değil; soylu Hintlileri temsil ediyorlardı Motifin, eski Yunan'da ve Avrupa'da görülmüş olmasına rağmen, Türklerde de bunların benzer şekillerini görmüyor değiliz Meselâ Doğu Göktürk devletinin önemli bir bölümünü meydana getiren Tarduş Türklerinin ataları da, "Başı kurt ve vücudu insan olan" bir kimse idi " Köpek başlı insanlara, Çin efsanelerinde de büyük bir yer verilmişti Çin'in kuzeyinde ve Mançurya'da oturan bazı kavimler Çinlilere göre köpek başlı idiler Bu efsaneler Çin'de, çok daha eski çağlarda başlamıştı

Hatta diyebiliriz ki, Çin'in köpek bağlı efsaneleri, Yunanistan'daki efsanelere nazaran daha eski idiler" Mançurya'nın kuzeyinde oturan iptidaî Moğollar, köpeğe büyük bir önem verirlerdi Onlarca köpek, hem kutsal ve hem de kendi milletlerinin atası idi Bu sebeple Oğuz-Kağan destanına köpek başlı insanlar motifinin, Çin'den mi, yoksa Avrupa'dan mı geldiğini, kolayca kestirmek mümkün olamamaktadır Cengiz-Han devrinde yazılmış olan Oğuz destanları, daha çok Batı ile ilgileri olan yazarlar tarafından kaleme alınmışlardı Bu sebeple Oğuz destanlarında köpek başlı insanlar, Kuzey Rusya ile Finlandiya'da gösteriliyorlardı Elimizde bu konu ile ilgili, daha eski kaynaklarımız maalesef yoktur Buna rağmen, eski Türk destanlarında, güya Kuzey Mançurya'da yaşayan "Köpek başlı" insanlardan da söz açılıyordu


16 "ALTIN YAY" VE "ÜÇ GÜMÜŞ OK"







"Oğuz-Kağan'ın altı oğlu hükümdarlık sembolü olan, 'altın bir yay" ile ""üç gümüş ok"u, avda bulup getirmişlerdi":Altından yapılmış bir yay ile üç gümüş okun, Oğuz'un oğulları tarafından bulunuşu, hemen hemen bütün Oğuz destanlarında yer almaktadır Tabiî olarak, ayrı yer ve zamanlarda yazılmış olan Oğuz destanlarında, bu konuda da ufak değişiklikler görmüyor değiliz Uygur türkçesi ile yazılmış Oğuz destanı, yayla okların daha önce, rüyada görüldüklerini yazıyordu Bu çok güzel olay, şöyle olmuştu:


Söz dışında kalmasın, bilsin herkes bu işi,
Oğuz-Kağan yanında, vardı bir koca kişi,
Sakalı ak, saçı boz, çok uzun tecrübeli
Soylu bir insan idi, akıllı düşünceli
Ünvanı Tüşimeldi, yani Kağan veziri,
"Uluğ Türük" dü adı, Oğuz'un seçme eri
Altından bir yay gördü, uyur iken uykuda,
Yayın bulunuyordu, üç gümüşten oku da
Ta doğudan batıya, altın yay uzanmıştı,
Üç gümüş ok kuzeye, sanki kanatlanmıştı
Anlattı Oğuz-Han'a, uyanınca uykudan,
Rüyayı tabir etti, içindeki duygudan,
Dedi: "Bu düşüm sana, dirlik düzenlik versin!
"Hakanıma inşallah, birlik güvenlik versin!
"Rüyada ne gördüysem, Gök Tanrı'nın sözüyle,
"Seni de öyle yapsın, Tanrı kutsal özüyle!
"Yeryüzü hep insanla, dolup taşar boyuna,

"Tanrım! Bağışlayıver! Oğuz-Kağan soyuna!"
Eski tarih kaynaklarına göre ise olay şöyle olmuştu: "Oğuz-Han'ın altı oğlu bozkırlarda avlanırlarken, tesadüfen bir altın yay ile üç gümüş ok bulmuşlar ve bunları babalarına getirmişlerdi"Oğuz destanlarının en son metinlerinden biri sayılan, Hive'nin meşhur Türk hanı Ebülgazi Bahadır Han'ın eserinde ise durum şöyle anlatılıyordu:"Oğuz-Kağan bir vezirine, altın bir yay ile üç gümüş ok vermiş ve bunların ayrı ayrı yerlerde, bozkırlar içine, yarıya kadar gömülmesini emretmişti Bey, Oğuz-Kağan'ın emrini yerine getirerek yayı, batıdaki bir bölgeye ve üç gümüş oku da doğuda yarı yerlerine kadar gömerek, gelmişti Bundan sonra Oğuz-Kağan göğün kızından doğan üç oğlunu, yani Gün-Han, Ay-Han ve Yıldız-Han'ı batıya göndermişti Yerin kızından doğan üç oğlunu, yani Gök Dağ ve Deniz Hanları da, avlanmak için, doğuya göndermişti Batıda ve doğuda avlanan çocuklar, yay ile okları bularak sevinmişler ve hemen onları babalarına götürmüşlerdi Oğuz-Han, altın yayı bulan çocuklarını, Batı ülkelerine tayin etmiş ve gümüş okları bulanları da Doğu bölgelerine vermişti" Oğuz-Han'ın beyini göndererek, yay ile okları yarı yerlerine kadar toprağa gömdermesi, başka hiçbir kaynakta görülmemektedir

Bu bakımdan böyle bir olayın, sonradan uydurulmuş olması, ilk bakışta akla çok uygun gelmektedir Fakat Türk mitolojisinin diğer motiflerini de hatırlayınca, bu olay üzerine önem vermeden geçmek, mümkün olmamaktadır Çok eski bir efsanedir: "Atilla'nın çobanlarından birisi, günün birinde bir sığırın, ayağının kanadığını hayretle görmüş Acaba sığırın ayağını böyle ne kesti diye araştırırken, yere saplanmış bir kılıç bulmuş Sapından yere saplanmış olan bu kılıcı topraktan çıkararak, Atilla'ya getirmiş Atilla'nın etrafındakiler bunu görünce çok sevinmişler ve bu kılıcın, Tanrının kılıcı olduğunu söylemişler Ayrıca, bu kılıcı elde eden hükümdarın da, yaryüzüne hâkim olacağını ifade etmişler" Gerçi bu hikâye, İskitler çağında da görülen bir efsane motifidir Fakat Batı bölgelerini ellerinde tutacak olan Oğuz-Han'ın oğullarının, yere gömülü altın bir yay bulmaları, da, herhalde Ebül Gazi Bahadır Han tarafından uydurulmuş bir efsane motifi olmasa gerekti
"Atilla'nın kılıcı" gibi, Oğuz-Kağan'ın oğullarının buldukları "Altın Yay" ile "Üç gümüş ok" da, Tanrı tarafından gönderilmiş bir hakanlık sembolü gibi düşünülüyordu Oğuz-Kağan'ın vezirinin, az önce bu konu ile ilgili olarak nasıl bir rüya gördüğünü okumuştuk

Şimdi yine Uygur türkçesi ile yazılmış Oğuz destanından, bu yay ile okların nasıl bulunduklarını okuyalım:
Sabah olunca gördü, kendinden büyükleri, Çağırtarak getirtti, kendinden küçükleri, Dedi: "- Hey! Gönlüm benim" Avlansana haydı der! "İhtiyarlık başa geldi, cesaretin hani der! "Gün, Ay, ve Yıldız sizler, gidin gündoğusuna, "Gök, Dağ ve Deniz siz de, gidin günbatısına!" "Oğuz-Han oğulları, bunu hemen duyunca, Gitti üçü doğuya, üçü batı boyunca Av avlayıp, kuş kuşlayan, Gün ile Yıldız ve Ay, Buldular yolda birden, som altından tam bir yay Sundular Oğuz-Han'a, Han sevindi hem güldü, Aldı bu altın yayı, kırarak üçe böldü Dedi: "-Ey, oğullarım! Kullanın bir yay gibi! "Oklarımız erişsin, göğe değ bu yay gibi!" Av avlayıp kuş kuşlayan, Dağ ile Deniz ve Gök, Buldular yolda birden, som gümüşten tam üç ok, Sundular Oğuz-Han'a, Han sevindi hem güldü Aldı üç gümüş oku, oğullarına böldü Dedi: "- Ey, oğullarım! Sizlerin olsun bu ok, "Yay atmıştı onları, olun siz de birer ok!"Yay Türklerde bir hakimiyet sembolü idi

Hatta Büyük Selçuklu devletinin sembolü de, bir yaydan başka bir şey değildi Fakat Oğuz Kağan destanındaki altın yay, gökyüzünü baştan başa kaplıyordu Burada yay, bir devletin değil; daha çok gökyüzünün bir sembolü halinde idi Gerçekten de Türkler, zaman zaman yayı gökyüzünün bir sembolü olarak görmüşlerdi Onlara göre "ebe kuşağı" da, Tanrının bir yayı gibi idi Türlü renklerle bezenmiş olan "ebe kuşağı", gerçekten de altın bir yayı andırıyordu Daha sonraki motifleri de, kesin olmamakla beraber bir açıklama dönemesine tabî tutmak, henüz daha hiçbir şey bilmediğimiz bu konular için faydalı olacaktır

Daha gerçekçi Oğuz destanlarına göre: "Oğuz Kağan altın yayı, üç büyük oğluna vermiş ve onlara, yayın bir hükümdarlık sembolü olduğunu hatırlatmıştı Bu sebeple hükümdarlık, devamlı olarak batıda oturan ve Oğuzların Boz-Ok Türklerini meydana getiren, üç büyük çocuğun hakkı olacaktı" Gerçekten de Türklerde yay, bir hükümdarlık sembolü idi Efsane yazarı, buna kendinden fazla bir şey ilâve etmemişti: "Oğuz-Han doğuda oturan üç küçük oğluna, yani Üç-Ok'ların atalarına ise, üç gümüş ok vermişti Bu okları verirken de oğullarına, okun bir elçilik sembolü olduğunu hatırlatmadan geri kalmamıştı" Gerçi Türklerde ok, bir elçilik sembolü idi Bir yere giden elçiler sembol olarak ellerinde, kendi hükümdarlarının oklarını taşırlardı

Fakat Oğuz-Kağan'ın küçük oğullarının, elçi mertebesinde oldukları düşünülemezdi Göktürk devletinde Bumın-Kağan, doğuda oturur ve Büyük Kağan ünvanını taşırdı Batıdaki küçük kardeşi ise, onun emrinde olarak Yabgu idi Kendisi gerçi Büyük Kağan değildi ama; devlet içinde Bumın-Kağan'dan sonra geliyor ve bölgesinin idaresini de, tam selâhiyetle elinde tutuyordu Üç-Ok'ların devlet içindeki vazife ve selâhiyetleri de, İstemi-Kağan'ınkine benzetilebilirdi




17 OĞUZ DESTANINDA "VERASET DÜZENİ"


"Oğuz Kağan destanlarında, Hükümdarlık büyük oğullara geçiyordu":
Az önce Türk mitolojisinde, yalnızca "Baba ailesi" nin görüldüğünü söylemiştik İptidaî kavimlerde görülen "Ana ailesi" nin izleri, Türk mitolojisinde tamamen kalkmış ve silinmişti Ana ailesinin izlerinin bulunduğu kavimlerde verâset daha çok küçük oğullara düşerdi Meselâ Cengiz İmparatorluğunda bile, bunun çeşitli kavgalarını görebiliyoruz Türk mitolojisinde ise hükümdarlık hakkı, doğrudan doğruya büyük çocuğun hakkı idi Bu sebeple Oğuz-Han'ın büyük oğlu "Gün-Han", münakaşasız olarak, babasının yerine geçmişti Ayrıca ana ailelerinde, dayı tarafının adları ve nüfusları çok geçerdi Türk mitolojisinin hemen hemen tümünde ise, dayı ailesinin en ufak bir izine bile rastlamıyoruz: "Türkler, eski ve geri çağları çoktan geride bırakmış ve yüksek içtimaî bir seviyeye erişmişlerdi"18 OĞUZ - KAĞAN DESTANININ ORTA ASYADAKİ KALINTILARISelçuklu ve Osmanlı devletlerini meydana getiren "Oğuz Türkleri", Türklüğün en gelişmiş ve soylu bölümleri idiler" Birçok defalar büyük devletler kurmuşlar ve tecrübe ile görgülerini, iyice geliştirmişlerdi Oğuz TÜrklerinden başka, Ortaasya'da yaşayan, daha pek çok Türk vardı Bunların pekçokları, ne büyük bir devlet kurabilmiş ve ne de toplum hayatlarını geliştirebilme ortamını bulabilmişlerdi Ama bunlar da, yine Türk idiler Onların kültürleri de, Oğuz Türkleri ile birçok bağlar taşıyorlar ve menşe birliği gösteriyorlardı Meselâ, Tanrı dağları ile Doğu Türkistan'ın batısında yaşayan Kırgız'lar, tarih boyunca büyük devlet hayatı yaşayamamışlardı Tanrı dağlarının derin vadilerinde, hayvanlarını otlatmakla geçinen bu Türkler, zaman zaman kurulan büyük Türk devletlerine tabî olmuş ve öylece yaşayıp, gitmişlerdi Bununla beraber, onların da elbette ki, Oğuz-Kağan'dan veya onunla ilgili Türk efsanelerinden haberleri vardı "Oğuz-Kağan destanı, Oğuz Türklerinin bir devlet mitolojisi halini almıştı Kurulan bütün devletler, kendilerini Oğuz-Han'a bağlıyorlar ve O'nun düzeni ile yetiniyor ve öğünüyorlardı" Kırgız'ların ise, böyle bir iddiaları yoktu Ama onlar arasında da, Oğuz Kağan babasını öldüren kahramanların bulunduğunu, sık sık görebiliyoruz Kırgız'lar, aslen Moğol olan Oyrat'lardan çok korkarlardı Oyrat'lar henüz daha müslüman değil idiler Kırgız'lar ise, Müslüman olmuşlardı Fakat İslâmiyete henüz daha, iyi olarak ısınmamışlardı Kırgızlar efsanelerine göre: "Oyrat Hanı'nın, Alman-Bet adlı bir oğlu olur ve büyüyerek müslüman olma ihtiyacını, belki de Tanrının ilhamı ile, hissetmeğe başlar Bunun için Kırgızlar'ın yurduna kaçıp, İslâmiyeti öğrenmek ve nasıl ibadet edildiğini görmek ister" Öyle anlaşılıyor ki Kırgız'lar, bu sırada İslâmiyetin en önemli şartı olarak, sakal bırakma ile sarık giymeği biliyorlardı Bu sebeple kendilerine kaçan Oyrat Han'nının oğluna şöyle diyorlardı:

Bıyığını tıraş et, sakalını koyuver,
Saçların olmaz böyle, kâkülünü kırkıver;
Başındaki şapkanın, düğmelerini kesiver,
Her Cumadan Cumaya, mescitlere geliver!
Eski Türkler "sakal" bırakmazlardı Fakat bıyığa, büyük önem verirlerdi "Uzun saç" bırakma da, Türklerin çok sevdikleri, bir an'aneleri idi Bu sebeple Oyrat Han'nın oğlunun bıyıkları, "şapkası" ile "saçları" , Kırgız Hocalarının gariplerine gitmiş ve kendilerine uyması istenmişti Türk mitolojisi adlı büyük eserimizde, bu konu ile ilgili efsanenin, hemen-hemen tümünü bulabilirsiniz"Müslüman olan Alman-Bet, babasına gider ve onun da müslüman olmasını ister

Babası, oğlunun bu isteğini duyunca, kızar ve Alman-Bet'i yanından kovar, (Önemli olan nokta, Alman-Bet'in babasının da Oğuz-Han'ın babası gibi, Kara-Han adı taşımasıdır) Alman-Bet babasını razı edemeyince, yeniden Kırgız'lara kaçar ve Kırgız'larla beraber olup, babasına hücum eder Büyük bir savaştan sonra Alamn-Bet, babası Kara Han'ı öldürür ve bu suretle intikamını almış olur"
"Kırgız'ların bu efsanesi, gerek din ve gerekse konu bakımından, Oğuz destanı ile karşılaştırılamayacak kadar geridir": Alman-Bet, Oğuz-Han gibi büyük bir kahraman olarak gösterilmiştir Fakat Alma-Bet'in kendisi, bir kağan değil; nihayet Kırgız Hanlarının emrinde bulunan, bir komutan gibidir Savaşır, yaralanır, mağlûp olur, basit insanlar tarafından zehirlenir ve her türlü şeyler başına gelir

Kara Han'ı öldürmekle, babası onun yurdunu da, eline geçirmiş değildir Öğündüğü şeyler de, birkaç sığır sürüsü elde etmek, bol miktarda yağ ve süt yağmalamak ve nihayet, şapka ile elbiseleri, ölülerin üzerinden çıkararak toplamak gibi, basit şeylerdi Gerçi Kırgız'ların efsaneleri de çok güzeldir Bir cemiyetin isteklerini, ızdıraplarını anlatır Kendileri müslüman olmuşlardır

Fakat etraflarındaki halklar ise, müslüman değillerdir Onlar da, eski büyük Türk devletleri gibi, bu bölgeleri alıp, düşmanlarını müslüman etmek isterler Bu sebeple kahramanlarına, türlü savaşlar yaptırırlar Fakat savaşlar küçüktür Akınlar uzun sürer ama; elde edilen yeni bir toprak parçasından, hiç söz açılmaz Kahramanlar, döner, dolaşır, savaşırlar ve yine, kendi küçük yaylalarına gelirler

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.