Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
atsız, hüseyin, nihal

Hüseyin Nihal Atsız

Eski 05-15-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Hüseyin Nihal Atsız



Hüseyin Nihal ATSIZ
(Hayatı)


İtalyan faşizmine sempati duyulduğu, Alman nazizmine methiyeler yazıldığı, Rus komünizmine kur yapıldığı bir dönemde ortaya koyduğu Türkçü mücadele ile bir kahramanlık destanı yaratan Hüseyin Nihal ATSIZ, mahkemeler, tabutluklar, zındanlar, sürgünler ve mahrumiyetlerin süslediği âbidevî hayatıyla yakın çağın Türkçülük tarihinde bir Ulu Türk Bilgesi olarak yarınki Türk nesillerinin sonsuza uzanan yollarını aydınlatacaktır Her nesil O’nda; heyecanının, coşkunluğunun, düşüncesinin terennümünü bulacak ve Türk’ün meselelerine Türk gözüyle bakışın metodunu öğrenecektir Türk Milleti, O’nun Türklüğe adanan yetmiş yıllık hayatında, kahramanlık ile feragatın yüce ve ölümsüz tablosunu seyredecektir… Şuna eminiz ki, Türklüğün ölümsüz efsanesi ATSIZ ATA, şimdi Tanrı Dağı’nda, Türk Atalarının kutlu tinlerinin toplandığı Tanrıkut otağında, çok sevdiği Kür Şad ile beraber Türk Elleri’ni izleyerek bütün Türklerin Bozkurt başlı sancak altında birleşeceği günü bekliyor…

Hüseyin Nihâl Atsız, 12 Ocak 1905′te İstanbul Kadıköy’de doğdu Atsız Beğ’in babası Gümüşhane’nin Torul kazasının Midi köyünün Çiftçioğulları ailesinden Deniz Güverte Binbaşısı Mehmet Nail Bey, annesi Trabzon’un Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey’in kızı Fatma Zehra Hanım’dır Atsız Beğ’in ailesi, Gümüşhane’nin Torul kazasının Midi köyünde Çiftçioğulları adı ile bilinmektedir Çiftçioğulları, Midi Köyünde 18 asrın sonlarına doğru yakınındaki Edire köyünden göçmüşlerdir Çiftçioğulları ailesinin tesbit edilen ceddi 19 asrın başlarında yaşadığı tahmin edilen Ahmed Ağa’dır Ahmet Ağa’nın İsmail, Süleyman, Hüseyin ve Şakir adlı dört oğlu olmuştur İsmail Ağa’nın çocukları Midi’den, Yozgat’ın Akdağ Madeni kazasının Dayılı köyüne göçmüşlerdir Şakir Ağa’nın evladı olup olmadığı bilinmemektedir Ahmet Ağa’nın üçüncü çocuğu olan Hüseyin Ağa (1832 - 1894 ) ise 1850-1852 şıralarında Deniz eri olarak Istanbul’a gelmiş, okumayı ve yazmayı asker ocağında öğrenmiş, askerliğinin nihayetinde de teskere bırakarak Osmanlı Donanması (Donanma-yı Hümayün) ‘da kalmış ve makina önyüzbaşlığına (çarkçı ( -Makine) Kolağalığı)’na terfi etmiştir Hüseyin Ağa’nın eşi Emine Hayriye Hanım’dır İki çocukları olmuştur Nevber Hanım ile Mehmet Nail Bey (1877- 1944) Mehmet Nail Bey de Osmanlı Donanması’na girmiş ve Deniz Kuvvetlerinde Deniz Güverte Binbaşılığı’ndan emekli olmuştur Mehmet Nail Bey’in ilk eşi 1903 yılında Yüzbaşı iken evlendiği Fatma Zehra Hanım (1884 - 1930)’dır Fatma Zehra Hanım, Deniz Yarbayı (Bahriye Kaymakamı) Osman Fevzi Bey ile Tevfika Hanım’ın kızıdır Osman Fevzi Bey, Trabzon’lu ölüp ailesi Kadıoğulları namı ile marüfdür Mehmet Nail Bey’in ilk eşinden üç çocuğu olmuştur 12 Ocak 1905′de Hüseyin Nihal (Atsız), 1 Mayıs 1910′da Ahmet Nejdet (Sançar) ve Aralık 1912′de Fatma Nezihe (Çiftçioğlu) 1930 yılında ilk eşinin damar sertliğinden vefatı üzerine Mehmed Nail Bey, 1931 yılında yeniden evlenmiştir İkinci eşinin adı da Fatma Zehra’dır İkinci eşinden 1932 yılında Necla (Çiftçioğlu) adlı bir kızı olan Mehmed Nail Bey ikinci eşiyle geçinememiş ve iki yıl sonra ayrılmıştır Türkçülük fikrinin ilk kıvılcımları Atsız‘ın gönlünde, o daha 7-8 yaşında iken tutuşmaya başladı Babasının görevli bulunduğu Süveyş sokaklarında İtalyan çocuklarıyla yaptığı kavgalar, Fransız İlkokulu’nda Rum çocuklarının kendisine karşı düşmanca tutumları, O’nun çocuk gönlünde büyük akisler bıraktı Türk Milleti’ne mensup olmanın idrakine daha o yaşlarda vardı Atsız, yükseköğrenim çağına gelip Askeri Tıbbiye’ye kaydolunca, komünizm ve azınlık milliyetçiliği peşinde koşan Türk düşmanı kişilerle karşılaştı Türklük şuuru olgun bir seviyeye ulaşan Atsız, Türk devletinin birlik ve bütünlüğüne yönelen bu zararlı akımlarla fikrî ve fiili mücadeleye başladı Ziya Gökalp’in cenaze töreninin yapıldığı günün gecesi Türkçülük fikrine düşman öğrencilerle kavga ettiği ve daha sonrasında ise aralarında bir takım problemler geçen Arap asıllı Bağdatlı Mesut Süreyya Efendi adlı bir mülazım (teğmen)’ın kasti bir şekilde ve gereksiz bir yerde istediği selâmı vermediği için, 4 Mart 1925 tarihinde 3 sınıf talebesiyken Askeri Tıbbiye’den çıkarılmıştır Bu olaydan sonra üç ay kadar Kabataş Lisesi’nde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız, daha sonraları Deniz Yolları’nın Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda kâtip muavini olarak çalışmış ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında bir kaç sefer yapmıştır 1926 yılında İstanbul Dârülfünûnu’nun Edebiyat Fakültesi’nin “Edebiyat Bölümü”ne ve İstanbul Dârülfünûnu’nun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi’ne kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağırılmış, tecil isteği kabul edilmeyen Atsız askerliğini 9 ay olarak 28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927 tarihleri arasında İstanbul’da Taşkışla’da 5 piyade alayında er olarak yapmıştır Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı Anadolu’da Türklere Ait Yer İsimleri adlı makalenin Türkiyat Mecmuası’nın ikinci cildinde yayınlanması ile hocası olan M Fuad Köprülü’nün dikkatini çeken Atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmî’nin divanı üzerinde mezuniyet çalışması yapmıştır (Divân-ı Türkî-i Basit, Gramer ve Lügati, 1930, 111 s Türkiyat Enstitüsü Mezuniyet Tezi, no 82) Aynı yıl Edebiyat Fakültesi’nden mezun olmuştur Atsız’ın sınıf arkadaşları arasında Tahsin Banguoğlu, Ziya Karamuk, Orhan Şâik Gökyay, Pertev Nâilî Boratav, Nihad Sâmi Banarlı gibi isimleri sayabiliriz Mezuniyetinden sonra Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof Dr M Fuad Köprülü, Maarif Vekâleti’nde Atsız için girişimde bulunarak, Yüksek Öğretmen Okulu’nu öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirmiş ve 25 Ocak 1931’de Atsız’ı kendisine asistan olarak almıştır Atsız, yine 1931 yılında Dârülfünûnun felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi Mehpare Hanım ile evlenmiş, ancak 1935 yılında ayrılmıştır Atsız, 15 Mayıs 1931′den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua (17 sayı)’yı çıkarmaya başladı M Fuad Köprülü, Zeki V Togan, Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de içinde bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu “Türkçü ve Köycü” dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, âdetâ Cumhuriyet devri Türkçülüğünün öncüsü olmuştur Atsız, kendini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını (H Nihâl) imzası ile, hikâyelerini de (YD) imzasıyla, bu dergide yayınlamaya başlamıştır 1932 Temmuzunda Ankara’da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, Prof Dr Zeki Velidi Togan’a Dr Reşid Galib’in yaptığı haksız hücum üzerine Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye (Atsız) ile Pertev Nâilî Boratav’ın da bulunduğu 8 arkadaşı ile, Dr Reşid Galib’e “Zeki Velîdî’nin talebesi olmakla iftihar ederiz” diyen bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine de mimlenmiştir 19 Eylül 1932′de Dr Reşid Galib, Maarif Vekili olmuştu Kısa bir süre sonra da Prof M Fuad Köprülü’nün dekanlıktan ayrılması üzerine Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’na vekâleten bakan Ali Muzaffer Bey asâleten tâyin edilmiştir Atsız’ı üniversiteden uzaklaştırmak için fırsat arayan Reşid Galib, Atsız Mecmua’nın 17 sayısındaki “Dârülfünûn’un kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi” adlı makalesi ile bu fırsatı yakalamış ve Edebiyat Fakültesi Dekanı, 13 Mart 1933 tarihinde Atsız’ın üniversite asistanlığına son vermiştir Üniversiteden çıkarılmasından birkaç gün sonra Atsız, Edebiyat Fakültesi’nin Dekanı’nı Tokatlıyan’daki bir çayda yakalayıp yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır Atsız’a bu hadise için hiç bir şekilde tepki gösterilmemiştir Üniversite asistanlığından çıkarılan Atsız, Malatya Ortaokulu’na Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiştir, Malatya’da kısa bir müddet (8 Nisan 1933-31 Temmuz 1933) Türkçe öğretmenliği yapan Atsız, Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiştir Atsız’ın Edirne’deki edebiyat öğretmenliği de 3-4 ay kadar kısa bir müddet devam etmiştir (11 Eylül 1933-28 Aralık 1933) Atsız, Edirne’de iken Atsız Mecmua’nın devamı mahiyetindeki “Aylık Türkçü Dergi” olan Orhun (5 Kasım 1933-16 Temmuz 1934, sayı 1-9)’u yayımlamıştır Orhun dergisinde, Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı olarak okutulan dört ciltlik tarih kitaplarının yanlışlarını ağır bir şekilde eleştirdiği için 28 Aralık 1933’te bakanlık emrine alınmıştır 9 sayısında da Orhun, Bakanlar Kurulu kararı ile kapatılmıştır Dokuz ay bakanlık emrinde kalan Atsız, 9 Eylül 1934 tarihinde Kasımpaşa’daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’na Türkçe öğretmeni olarak tayin olunmuştur Şubat 1936 tarihinde ikinci eşi olan Bedriye Hanım ile evlenen Atsız’ın bu evlilikten 4 Kasım 1939 tarihinde Yağmur ve 14 Temmuz 1946 tarihinde de Buğra adlı iki oğlu olmuştur Atsız Bey, ikinci eşi Bedriye Atsız’dan da Mart 1975 tarihinde ayrılmıştır Atsız, Kasımpaşa’daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’nda Türkçe öğretmeni olarak 4 yıl kadar çalışmış ve 1 Temmuz 1938 tarihinde bu görevinden ihraç edilmiştir Bunun üzerine Özel Yüce-Ülkü Lisesi’ne geçen Atsız, burada 1937 yılından 1939 yılının Haziranının sonuna kadar edebiyat öğretmenliği yapmıştır Atsız, 19 Mayıs 1939 ile 7 Nisan 1944 tarihleri arasında yine özel bir lise olan Boğaziçi Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğinde bulunmuştur Atsız, Boğaziçi Lisesi’nin Türkçe öğretmeni iken Orhun Dergisini (1 Ekim 1943-1 Nisan 1944, sayı:10 ile 16 arası, 7 sayı) yeniden yayınlamaya başlamıştır II Dünya Savaşı sıralarında yerli komünistler faaliyetlerini olağanüstü artırdıkları halde, resmî makamlar bu aşırı hareketlere karşı tedbir almak yerine, seyirci kalmaktaydılar Atsız, ilgilileri ikaz için Orhun’un Mart 1944′te yayınlanan 15 sayısında, devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na hitaben bir açık mektup yayınlamıştır Atsız, bu açık mektupta, Marksistlerin artan faaliyetlerini belirtmekte idi Aynı zamanda, Orhun dergisi kapatılmadığı takdirde bir sonraki sayısında bu aşırı faaliyetlerin belgeleri ile birlikte örneklerini vereceğini bildiriyordu Atsız, Orhun’un kapatılmaması üzerine, Nisan 1944′te yayımlanan 16 sayıda, Giritli Ahmed Cevad Emre, Pertev Nâilî Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celâl Antel’in Marksist faaliyetlerini açıklayarak devrin Millî Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel’i istifaya çağırmıştır Bu ikinci açık mektup, yurt içinde büyük bir millî galeyana sebep olmuş, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bir çok şehirde, komünizm aleyhinde gösteriler yapılmaya başlanmıştır Bu arada Atsız’a yurdun her köşesinden mektup ve telgrafların gelmesi Ankara’daki yetkilileri tedirgin etmekte idi Millî Eğitim camiasındaki komünistler sebebi ile kendi partisinin mensupları tarafından dahi sorguya çekilmeye başlanan Hasan Ali Yücel, ilk iş olarak 7 Nisan 1944 tarihinde Atsız’ın Boğaziçi Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenliğine son vermiştir Orhun dergisi ise Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden kapatılmış, bu arada Sabahattin Ali de kışkırtılarak Atsız aleyhine hakaret davası açmaya zorlanmıştır Aleyhine dava açılan Atsız, trenle Ankara’ya gitmiş ve Türkçü gençler tarafından istasyonda karşılanarak bir otelde misafir edilmiştir Hakaret davasının 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumu olaylı geçmiştir Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencisi alınmamış, bu yüzden de devrin Halk Partisi iktidarını şaşırtan büyük öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tutuklanmıştır “Sabahattin Ali - Nihâl Atsız davası” olmaktan çok “Komünizme karşı Türkçülük davası” halini alan bu davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, Sabahattin Ali’ye “vatan haini” dediği için 6 aya mahkûm edilen Atsız’ın cezası hâkim tarafından “milli tahrik” gerekçesi ile 4 aya indirilmiş ve 4 aylık bu ceza da ertelenmiştir Atsız, cezasının ertelenmesine rağmen 9 Mayıs 1944 tarihinde mahkemenin kapısından çıkarken tevkif edilmiştir 19 Mayıs 1944 törenlerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde itham eden nutkunu söylemiş ve bu nutuk üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanmaya başlamıştır Aralarında üniversite profesörü, öğretmen, subay, doktor ve üniversite öğrencileri bulunan sanıklar, sorguya çekme adı altında çeşitli işkencelere maruz bırakıldıktan sonra, 7 Eylül 1944 günü yargılanmaya başlanmıştır “Irkçılık-Turancılık davası” adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve Atsız 6,5 yıl hapse mahkûm olmuştur Atsız, bu kararı temyiz etmiş ve Askerî Yargıtay, 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nin kararı esastan bozmuştur Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmiştir 5 Ağustos 1946 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde tutuksuz olarak başlayan Atsız ve arkadaşlarının davası (bu dava Prof Kenan Öner-Hasan Ali Yücel davası adı ile tanınmıştır), 31 Mart 1947 tarihinde sonuçlanmış ve 29 oturum devam eden mahkemede bütün sanıkların beraatına karar verilmiştir Nisan 1947′den Temmuz 1949′a kadar kendisine iş verilmeyen Atsız, Ekim 1945-Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kalmıştır Bir müddet Türkiye Yayınevi’nde çalışan Atsız, Türk-Rus savaşlarının özeti olan “Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir” adlı kitabını da Sururi Ermete adlı şahsın adı ile yayınlamak zorunda kalmıştır Atsız’ın sınıf arkadaşlarından Prof Dr Tahsin Banguoğlu Millî Eğitim Bakanı olunca, Atsız’ı 25 Temmuz 1949′da Süleymaniye Kütüphânesi’ne “uzman” olarak tayin etmiştir Bir müddet bu vazifede çalışan Atsız, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra 21 Eylül 1950’de Haydarpaşa Lisesi Edebiyat Öğretmenliği’ne tayin olmuştur 4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesi’nde vermiş olduğu “Türkiye’nin Kurtuluşu” konulu bir konferans üzerine Cumhuriyet Gazetesi, Atsız’ın aleyhine yalan yayın yapmıştır Hakkında bakanlık tarafından soruşturma açılan Atsız’ın konuşmasının bilimsel olduğu tespit edilmiştir Fakat Atsız 13 Mayıs 1952 tarihinde Haydarpaşa Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenliği görevinden “muvakkat” kaydı ile alınarak yine Süleymaniye Kütüphânesi’ndeki görevine tayin edilmiştir 31 Mayıs 1952 tarihinden itibaren emekliliğini istediği 1 Nisan 1969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüphânesi’nde çalışan Atsız’ın en uzun süreli memuriyeti bu kütüphânedeki memuriyet olmuştur Atsız, 1950-1952 yıllarında yayımlanan haftalık Orkun dergisinin başyazarlığını yaptı 1962’de kurulan Türkçüler Derneği’nin genel başkanlığını üstlendi 1964’ten vefatına kadar Ötüken dergisini yayımladı Devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Gaziantep’e giderken bir işçinin kendisine “idareciler Araplara toprak veriyorlar, biz Türklere vermiyorlar” sözlerine karşılık, “Türk topraklarında yaşayan herkes Türk’tür” demişti Atsız bunun üzerine, Ötüken’in Nisan 1967′de yayınlanan 40, sayısından itibaren “Konuşmalar, 1″ (Sayı 40), “Konuşmalar, II” (Sayı 41), “Konuşmalar, III” (Sayı 43), “Bağımsız Kürt Devleti Propagandası” (Sayı 43), “Doğu mitinglerinde perde arkası” (Sayı 47) ve “Satılmışlar-Moskof uşakları” (Sayı 48) adlarıyla yayınladığı seri makalelerinde, bölücü Marksistlerin Doğu bölgelerimizde yaptıkları gizli çalışmaları açıklamıştı Bu makaleler hakkında savcılıkça soruşturma açılmıştır Savcılığın yaptığı ilk soruşturmada Atsız’a hiç bir suçlamada bulunulamamıştır Ancak bu yazılar üzerine, Ankara’daki bölücü kuruluşlar tarafından Atsız aleyhine hazırlanmış ayrılıkçılığı ilan eden bildiriler sokaklarda dağıtılmış ve aynı günlerde Adalet Partisi’nin bir Diyarbakır Senatörü, senato kürsüsünden Atsız aleyhine ağır bir konuşma yapmıştır Bu sistemli girişimler sonucunda, Hasan Dinçer’in Adalet Bakanı olduğu dönemde, bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir Davanın devam ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart muhtırası verilmiş ve arkasından sıkıyönetim ilân edilmiştir Sıkıyönetim mahkemelerinde Türk milletinin ve vatanının birliğine ve bölünmezliğine karşı çıkan yıkıcılar, bölücüler, komünistler ve anarşistler muhakeme edilirken, sivil mahkemelerde ise aynı hususlara daha 4-5 yıl önce dikkati çeken Atsız muhakeme edilmiştir Uzun duruşmalardan sonra mahkeme, Ötüken’in sahibi Atsız’ı ve sorumlusu Mustafa Kayabek’i 15′er ay hapse mahkûm etmiştir Mahkeme başkanının karara katılmadığı ve 2-1′lik ekseriyetle verilen bu karar, temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuştur Fakat aynı mahkeme 2-1′lik kararda ısrar edince, Yargıtay kararı onaylamıştır Atsız ve Mustafa Kayabek “Tashih-i karar” isteğinde bulunmuşlar ancak bu istekleri mahkemece kabul edilmemiştir Böylece mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir Kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsız olduğu için Haydarpaşa Numune Hastanesine yazan Atsız’a, Haydarpaşa Numune Hastanesi tarafından “Cezaevine konulamayacağı” kaydı bulunan rapor verilmiştir Ancak 4 aylık bir rapor Adlî Tıp tarafından kabul edilmemiş ve “reviri olan cezaevinde kalabilir” şeklinde değiştirilmiştir Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım 1973 Çarşamba günü sabahı Atsız’ı evinden aldırarak Toptaşı Cezaevi’ne sevk etmiştir 40 kişilik adi suçlular koğuşuna konulan Atsız, bir müddet sonra reviri olan Sağmalcılar Cezaevi’ne nakledilmiştir Atsız, kesinleşen 1,5 yıllık cezasını çekmek için hapse girince, Atsız’ın yazılarından, fikirlerinden ve eserlerinden feyiz alan milliyetçi bilim adamları, üniversite mensupları, gençlik kuruluşları, kültür dernekleri vasıtası ile Türk milleti, Cumhurbaşkanına başvurup Atsız’ın affını istemiştir Atsız, suç işlemediğini belirterek bizzat af talep etmediği halde, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, yüreğinde vatan ve millet sevgisi taşıyan her kesimden milyonlarca Türk’ün yoğun isteği karşısında kendi yetkisini kullanarak Atsız’ın cezasını affetmiştir 22 Ocak 1974′te Bayrampaşa Cezaevi’nden tahliye edilen Atsız, 1,5 yıllık cezasının 2,5 ay kadarını cezaevinde geçirmiştir İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın tarifi ile “Atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan” Atsız, ateşli ve keskin bir üsluba sahip olması yanında, özel hayatında sakin, kibar, mülâyim, nüktedan ve şakacı idi Kendisinden kaç yaş küçük olursa olsun herkese “Bey” diye hitap ederdi Atsız, 1975 yılının kasım ayının ortalarında hasta olduğundan şüphelenmiş, ancak yapılan muayene ve testler sonucunda bir hastalık bulunamamıştır 10 Aralık 1975 Çarşamba gününün akşamı kalp krizi geçirmiş, gelen doktor enfarktüs olduğunu anlayamamıştır Ertesi akşam Atsız’ı ziyaret eden ikinci bir kriz, 11 Aralık 1975 Perşembe günü Atsız’ı aramızdan alıp götürmüştür Yarım asırdır hiç bir kuvvetin Türk milliyetçiliğinin burcundan indiremediği bayraklarından birincisi olan Atsız’a Kurban Bayramı dolayısıyla ziyaret yapmak isteyenler, 13 Aralık 1975 tarihinde Kurban Bayramının ilk günü Kadıköy Osmanağa Câmii’nde son vazifelerini yerine getirdiler Kılınan ikindi namazını müteakip Osmanağa Câmii’nden Karacaahmet mezarlığına kadar, onu eller üzerinde taşıdılar Türk milliyetçiliğinin öncüsü olan Nihâl Atsız, aynı zamanda güçlü bir Türkolog’tur Türk dilini, tarihini ve edebiyatını gayet iyi bilen Atsız, özellikle Türk tarihinin Göktürk devrini âdeta yaşamışçasına bilir ve severdi Çok sevdiği bu devreyi Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor adlı iki eser ile romanlaştırmış ve Göktürkleri Türk milletine tanıtarak sevdirmiştir Deli Kurt adlı romanı Osmanlı tarihinin ilk devrelerinin romanlaştırılmış şeklidir Ruh Adam’daki Selim Pusat’ın şahsiyetinde Atsız’ı görürüz Ruh Adam’ın devamı olarak Yalnız Adam’ı yazacağını söylüyordu Yine yazacağını bildirdiği bir eseri de Bozkurtlar’ın 3 cildi idi Yayınlanmamış eserlerinin içerisinde II Mahmut’tan Günümüze Kadar Osmanlı Hanedanı Tarihi’ni zikredebiliriz Nihâl Atsız’n şiirleri “Yolların Sonu” adı ile kitap halinde defalarca basılmıştır Mekanın Türk Uçmağı olsun Atsız Atam…

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Hüseyin Nihal Atsız

Eski 05-15-2009   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Hüseyin Nihal Atsız



Sarı Zeybek
(Hüseyin Nihal ATSIZ)
- 1 - Şu dağların meşeleri karanlık,
Etekleri olur çayır çimenlik
Kızanlarla burda eder yarenlik,
“Sarı Zeybek şu dağlara yaslanır,
Yağmur yağar, pusatları ıslanır”
Sarı Zeybek şu dağların eridir,
Dağlar onun bütün yoğu varıdır
Kendi sarı, bindiği at dorudur;
Attan inip şu dağlara yaslanır,
Gözü dalar, bakışları puslanır
Sarı Zeybek dağdan dağa taşınır,
Taşınır da yüce dağlar aşınır
Mola verip Gökçen kızı düşünür;
Efe dağdan köye doğru seslenir,
Yosma Gökçen sesi duyar, süslenir
Sevmesin mi Sarı Zeybek Gökçen’i?
Yüzü melek, saçı ipek Gökçen’i?
Bütün Aydın elinde tek Gökçen’i?
Kız sevmeyen erin gönlü paslanır,
Paslanırda imil imil yaslanır
Padişahın kulağına varırsa,
Tutun diye devlet emir verirse ,
Üç yüz atlı, beş yüz yaya yürürse
Dağlar, taşlar barut ile sislenir,
Ölen ölür, anaları yaslanır
- 2 -

Candarmalar genç efeyi sardılar,
Kırk ölümden beğendiğin sordular;
Kızanları bir bir yere serdiler
Sarı Zeybek kara sürmez şanına,
Erlik için kıyar kendi canına
Nasıl olsa uçar da can, kalır ten;
Bir ah tuttu şu dağları derinden
Sarı Zeybek vuruldu üç yerinden
“Yazık olsun Telli Doru şanına,
Eğil de bak mor cepkenin kanına”

Sarı Zeybek gün batarken vuruldu
Nabızları yavaş yavaş duruldu,
Gözlerine kara perde gerildi
Yiğit başı düşüp kaldı yanına,
Bakmaz oldu mor cepkenin kanına
Sarı Zeybek öldü sanma, diridir;
O, dağların yine eşsiz eridir,
Bütün kızlar atık onun yarıdır
Vurulmuştur hepsi onun ününe
Can atarlar şimdi gerdek gününe
Sarı Zeybek şimdi artık masaldır,
Sanma yıllar şerefini azaltır
Yiğitlerin dillerinde meseldir
Er kişiler kıyar da öz canına
Bir damlacık leke sürmez şanına…
Türklerin Türküsü
(Hüseyin Nihal ATSIZ)
Dilek yolunda ölmek Türklere olmaz tasa,
Türk’e boyun eğdirir yalnız türeyle yasa;
Yedi ordu birleşip karşımızda parlasa
Onu kanla söndürüp parçalarız, yeneriz
Biz Tufanı yarattık uyku uyurken batı,
Nuh doğmadan kişnedi ordularımızın atı
Sorsan şöyle diyecek gök denilen şu çatı:
Türk gücü bir yıldırım Türk bilgisi bir deniz
Delinse yer, çökse gök yansa kül olsa dört yan,
Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan
Yıldırımdan tipiden kasırgadan yılmayan,
Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz…
Türkçülük Bayrağı
(Hüseyin Nihal ATSIZ)
Türk duygusu her Türkçüye en tatlı kımızdır;
Türk ülküsü candan da aziz bayrağımızdır
Bayrak ki onun gölgesi Bozkurtları toplar;
Bayrak ki bütün kaybedilen yurtları toplar
Nerden geliyor? Tanrıkut’un ordularından!
Lakin bize bir beyt okuyor kutlu yarından:
Darbeyle gönüllerde yatan ülkü silinmez!
Atsız yere düşmekle bu bayrak yere inmez!…
Türk Kızı
(Hüseyin Nihal ATSIZ)
Pınar başına geldi
Bir elinde güğümü;
Çattı yay kaşlarını
Görünce güldüğümü,
Bağlamıştı gönlümü
Saçlarının düğümü
Bilmiyordum bu örgü
Acaba bir büğü mü?
Sordum: Nerdedir yerin?
Nedir senin değerin?
Yedi kıral vurulmuş,
Ne bu ceylan gözlerin?
Hangisine varırsın
Bu yedi ünlü erin?
Şöyle dedi bakarak
Göklere derin derin:
Kıralların taçları
Beni bağlar büğü mü?
Orduları açamaz
Gönlümdeki düğümü
Saraylarda süremem
Dağlarda sürdüğümü
Bin cihana değişmem
Şu öksüz Türklüğümü…

Alıntı Yaparak Cevapla

Hüseyin Nihal ATSIZ (Makaleleri)

Eski 05-15-2009   #3
Şengül Şirin
Varsayılan

Hüseyin Nihal ATSIZ (Makaleleri)



Kurtarılmamış TÜRKler
(Hüseyin Nihal ATSIZ)
Türkiye dışında 60 milyon Türk, kurtarılmamış olarak yaşıyor Osmanlı Türkleri’nin bölümleri olarak yanı başımızda duran Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan, Batı Trakya, Rodos, Suriye ve Kerkük Türkleri’nin dışında asıl büyük Türk kesimi İran, Efgan, Sovyetler ve Çin hâkimiyetinde tutsaktırlar Bu dört devlet kendi tabiiyetlerinde bulunan Türkler’e hiçbir hak tanımamakta, elde edilmiş bazı haklar uzun fedakârlıklarla, büyük mücadeleyle sağlanmış bulunmaktadır

İran’daki 13 milyon Türk, bu zayıf ve iptidaî imparatorluğun en büyük unsuru olduğu halde İran’da Türkçe öğretim yapan okul yoktur Açılması yasaktır Birçok devlet dairelerinin duvarlarına yalnız Farsça konuşulacağına dair levhalar asılmıştır İran’ın 60000 Ermeni’si için radyoda Ermenice yayın yapılırken zengin kültürlü 13 milyon Türk için böyle bir şey düşünülmemektedir Çünkü Farslar’ın iddiasına göre İran’da Türkçe konuşanlar aslında Fars olup Moğollar İran’ı zaptettiği zaman bunları zorla Türkçe konuşmaya mecbur etmiştir

Bunun ne kadar gülünç bir iddia olduğu ortadadır Aslında, Yedinci Asırdaki Arap istilâsından sonra İran tamamen yok olmuş, Araplar, İran medeniyetini kökünden kazımış, hatta Arap kanı İran kanıyla karışarak eski sarışın İran tipi ortadan kalkıp onun yerine bugünkü esmer, kara saçlı, arapsı Acem tipi çıkmıştır


9 – 10 yüzyıllarda Arap Abbasi halifelerine bağlı olarak İran’ın bazı bölümlerinde kurulan yerli hanedanlar ve bunların sonuncusu ve en büyüğü olan Büveyhliler, 11 yüzyıldaki Selçuklu fütühatıyla kaldırılmış, böylelikle İran’da dokuz asır süren Türk hâkimiyeti başlamıştır “Moğollar’ın zorla Türkçe konuşturdukları halk”, daha Moğollar tarih sahnesinde yokken kuzeyden Hazar ve Sibir, doğudan Oğuz adıyla gelen bu Türkler’dir Başlarındaki Çengiz Hanedanı Gök Türk soyundan olan ve Moğol’dan çok, büyük çoğunlukla Türkler’den oluşmuş bulunan Gök Moğol devleti ise 13 asırda Azerbaycan ve Anadolu’ya bir buçuk milyon Turanlı ile gelerek bu ülkelerin kesin sonuçlu olarak Türkleşmesini sağlamıştır

İşte şimdi, bir oldu bitti ile tekrar Fars hakimiyetine geçen İran’daki 13 milyon soydaşımız İran’ın en zeki, cevvâl, çalışkan ve savaşçı unsuru olduğu halde insan haklarından mahrumdur Onları düşünmek ve onlar için bir şeyler yapmak hakkımız ve görevimizdir

İran’dan çok geri, üstelik çok da yoksul olan Efganistan’ın kuzeyinde de 3 milyon Özbek ve Türkmen vardır Efganistan’ın bu kuzey bölgesi “Efgan Türkistanı”dır Komünist kıyıcılığından kaçarak Efganistan’a geçen Özbek, Türkmen, pek az da Kırgız Türkü ile bugün 3 milyona varan bu Türkler, ancak %5’i okur-yazar olan iptidai Efganlılar’ın hakimiyeti altındadır 25–30 yıl önce, hayvan sürüleriyle birlikte Türkiye’ye göçmek isteyen on binlerce Türkmen’e Efgan hükümeti izin vermemiştir Bu Türklerin de Türkçe öğretim yapan okulları, radyodan Türkçe seslenen spikerleri yoktur Efganistan denen ülke tarihteki Türk Kuşanlar’ın, Ak Hunlar’ın, Gazneliler’in, Temirliler’in ülkesidir Efgan şehirleri bu eski Türkler’in medeniyet eserleriyle doludur Bunları düşünmek ve onlar için bir şeyler yapmak da hakkımız ve görevimizdir



Sovyetler Birliği ise 40 milyon Türk’le en kalabalık Türk nüfusunu barındıran devlettir Soyumuzun anayurdu oradadır En eski tarihî anıt ve hatıralarımız oradadır Moskoflar’ın Türk gücünü kırmak için ayrı alfabelerle ayrı millet haline getirmeye çalıştığı Kazak, Özbek, Tatar, Başkurt, Kırgız, Türkmen, Çuvaş, Karakalpak, Azerî, Oyrat, Hakaslar ve daha küçük idarî bölgelerde yaşayan Yakut Balkar, Karaçay, Nogay, Kumuk, Altaylı gibi Türkler hep oradadır Hepsine ayrı tarihler uydurulan bu Türkler, büyük maziden ve büyük devletten gelmenin verdiği kuvvetle Moskof baskısına başarıyla karşı koymaktadır Artık onların bilginleri ve her türlü uzmanları var Direniyorlar

Ruslar eski saldırganlıklarını kaybetmişlerdir Yalnız Batı’dan değil, ülküdaşları olan Çin’den de korkuyorlar Komünizm iflâsa doğru gitmekte, Rus nüfusu yerinde sayarken Türkler çoğalmaktadır Karanlıklar arasından ümit şimşekleri çakmaktadır Bu Türkler’i düşünmek de hakkımız ve görevimizdir

Dünyanın en kalabalık olan, belki 850 milyonluk, belki bir milyarlık Çin’deki Türkler ise daha mühim bir tehlike ile karşı karşıyadır: Bu geniş topraklara Türkler’in birkaç katı Çinli yerleştirilmesi… Fakat tabiat kuvvetleri Türkler’i korumakta, Çin Türkistan’ında Çinliler yaşayamamaktadır Yaşayıp üreseler bile, orada bir tek Türk kalmasa bile günün birinde o Kunlar ve Uygurlar diyarı onlardan yine alınıp Türkleştirilecektir İçinde Türk nüfusu kalmadı diye tarihî mirasları bırakacak değiliz Bugün Kırım’da da Türk yok ama Kırım bizimdir Günün birinde mutlaka kurtarılacaktır

O Türkler’i unutmayız Unutamayız Bir aile, nasıl gurbette veya uzakta olmakla bir ferdini unutmazsa, bir millet de başka hakimiyetler altında yaşayan kardeşlerini öylece unutamaz Bu sebeple nerede olurlarsa olsunlar bütün Türkler’i düşünmek, onların acı ve sevinçlerine ortak olmak, iyiliklerini istemek ve günün birinde bütün Türkler’in birleşeceklerini düşünerek bu uğurda çalışmak her Türk’ün vazifesidir

Türk milleti büyük bir millettir Tarihteki fonksiyonu çok büyük olmuştur Türk devleti birkaç defa dünyanın ve tarihin en büyük devleti haline gelmiştir Böyle bir milleti dünya birleşse bile ortadan kaldıramaz 20 yüzyıl Türkler’in bütün tarihlerinde görülmedik şekilde çoğaldıkları bir asırdır Bu asır Batı medeniyetinin ve komünizmin yıprandığı, çözüldüğü bir çağdır Türk milletinin şahlanması için yeniden büyük önderlere ihtiyaç vardır 20 yüzyılın son çeyreğinde (1967–2000) elbette böyle bir kılavuz önder çıkacaktır Parti liderlerinden böyle bir önder çıkamaz Partiler, tabiatları icabı, birbirlerini yemekle meşguldür Önder, partilerden değil, doğrudan doğruya milletin içinden çıkarak yeni bir Bozkurt olacaktır Tanrıkut Mete’nin, Çiçi Yabgu’nun, İstemi Kağan’ın, Kür Şad’ın, İlteriş Kutluğ Kağan’ın, Kül Tegin’in, Bayançur Kağan’ın, Çağrı Beğ’in, Oruç Reis’in ruhlarından işaret almış bir önder yüksek ahlâk ve büyük erdemle bu kutlu işi başaracaktır

Tutsak Türk Elleri ve onun Osman Batur gibi binlerce şehidi dururken, Zenci Lumumba’ya, Hoşi-minh’e, Mao’ya destan düzenlere lânet olsun Milletin büyük yarını ve övüncüyle uğraşmak dururken işçi gündeliklerini hayatın en mühim meselesi haline getirmek isteyen solaklara lânet olsun Türk ırkının yüceliği ortada iken “Ben hilâli bir Çingene ile yükseltirim” diyen yobaz köpeği susturmayan haysiyetsiz profesöre lânet olsun!

Türk’ün yıldırımı inecektir

Tanrı’nın gazabı bunların üstüne inmezse daha müthiş olan Türk’ün yıldırımı inecektir

ATSIZ
Kaynak: TürkçüNet
















Alıntı Yaparak Cevapla

Hüseyin Nihal ATSIZ (Makaleleri)

Eski 05-15-2009   #4
Şengül Şirin
Varsayılan

Hüseyin Nihal ATSIZ (Makaleleri)



Yobazlık Bir Fikir Müstehasesidir
(Hüseyin Nihal ATSIZ)
“Türkçülüğe Karşı Yobazlık” adlı yazım (Ötüken, 1970 Martı), cevap değil, birbirini tutmaz avâmi tekerlemeler ve örtülmek istenen küfürlerle karşılık gördü Konya’daki “Oku” dergisi yazarı Hasan Bağcı, Ziya Gökalp’ın Türkçülüğü islamiyete karşı çıkardığını, Türkçülüğün büyük Yahudi himayesi gördüğünü, fakat bundan Gökalp’ın habersiz olduğunu yazarak bir de kehanet savuruyordu: “Dünyalar arası büyük muhasebede ölüm dönemecini kıvrılamayan ve inkâr uçurumuna yuvarlanan Ziya Gökalp… Sanki Hasan Bağcı o dönemeçte bekçilik ediyormuşçasına söylenen bu sözlere karşı Gökalp’ın Müslüman olduğunu, Yahudiliğin Türkçülüğü hiçbir zaman istismar edemediğini açıklamış, Türkçülüğü Gökalp’ın icad etmediğini söylemiş, kendisine bazı sorular sormuştuk Bu sorular şunlardı: 1) Ölüm dönemeci ile kasdolunan nedir? 2) Gökalp Türkçülük yolunda hangi himayeyi görmüştür? 3) Yahudilere açılan istismar kapısı nedir? Hasan Bağcı bunların hiçbirisine cevap verememiştir Veremez de… Çünkü ölümden ötesi meçhul bir yokluk olduğu gibi Hasan Bağcı da ne Gökalp’ın eserlerini okumuş, ne de onun hakkında yazılanları görmüştür Onun “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, garp medeniyetindenim” dediğinden de haberi yoktur Sadece dini bir taassupla, sırf Gökalp Türkçü olduğu için ona düşmandır Yobazlık milletlerarası hastalıktır Kızılı olduğu gibi yeşili de olur Fikirlere ve içtihadlara saygı duymak ve onlarla tartışmak seviyesinde olmadıkları için daima yırtınırlar, küfür ve iftira ederler, ilim ve mantık alanı içinde konuşmaktan aciz oldukları için karşımıza daima ayet ve hadisle çıkarlar Soy soy insanların bir tek Adem’le Havva’dan türediklerine, Adem’in 1050 yıl yaşadığına, Havva’nın her yıl biri erkek biri kız olmak üzere ikiz evlat doğurduğuna ve bu kardeşleri birbiriyle evlendirdiklerine inanırlar Bir Sümer masalından çıkan tufan ve Nuh’un gemisi onlarca tarihi bir hakikattır Hangi Teknik Üniversiten mezun olduğu belli olmayan Nuh’un yaptığı o pazarcı kayığına her cins hayvandan birer çiftin girip sığması ve 40 tufan gününde birbirini yemeden uslu uslu oturması da gerçektir vesaire… Şimdi bu kafadaki adamla bir fikir tartışması yapmaktaki trajediyi düşünün Böyle bir seviyede bulunan Hasan Bağcı “İslama Karşı Yobazlık” başlıklı yazısında bakın neler söylüyor: Türkiye’mizde son yıllarda cesaretini artıran türlü akımlar arasında bir de hakiki Türk görünme, dini ve Allah’ı bir tarafa atma hastalığı türemiştir Hakiki Türk ruhunun şiddetle nefret ettiği bu tarz hastalıklar da yine ve maalesef son yıllarda biraz bolca yetiştirdiğimiz “yarım münevverler” arasındadır Onlar “ben akılsızım”, “ben vicdansızım”, “ben hırsızım” cinsinden acı bir yoksulluğun ifadesi olan bu tuhaf övünmeleriyle sevine dursunlar beri yanda dünyaya hatta fen sahasındaki buluşlarıyla ışık vermiş hakiki mütefekkirlerin daima insanlığı Allah’a götürme yollarını aydınlatmak için çalıştıkları görülür… Sahasının dışında mefkuremize saldırmak suretiyle makalemizin başlığını hak eden sayın Atsız’ın yazısında o kadar çok hata var ki, bunları teker teker düzeltmek, bir ortaokul talebesinin kompozisyonunu düzeltmeye benzeyeceğinden, biz, mefkuremiz yönünden sadece bizi ilgilendiren ve pek mühim hatalarını müsaadeleriyle düzelterek cevabımıza başlayacağız Fikir ve ülküleri birbirine tamamen aykırı insanlar arasında da konuma ve tartışma olabilir Fakat edep ve terbiye dairesinde olur Hasan Bağcı’nın yukarıya aldığımız satırlarındaki edep seviyesi onun zavallılığının kesin tanığından başka nedir ki? Biz yarım münevvermişiz Hakiki Türk görünme hastalığı ile Allah’ı bir yana atmışız Bu ise akılsızım, vicdansızım, hırsızım gibi acı bir yoksulluğun ifadesi imiş İşte Müslüman münevveri Hasan Bağcı’nın edep ve terbiye seviyesi… Bir de bedbahlığımız ortaya çıkıyor: Bunca yıllık edebiyat öğretmenliğimize rağmen yazımız düzeltilmeye muhtaç tahrir vazifesi gibi yanlışlarla dolu imiş Bütün bunlardan sonra da “Müslüman etrafına saldırmaktan münezzehtir” demekten çekinmiyor Bu da saldırmak değilse Tanrı bütün insanları ve hayvanları Hasan Bağcı’dan korusun Onun, “Oku” dergisinin üç sayısında devam eden yazı serisinde iddialarımıza ve sorularımıza cevap bulamadık Gökalp’a saldırmakla başlayan yazısında zaten fikir değeri yoktu Gökalp’ı tenkid etmek hatta yere vurmak için ilk şart olarak onun eserlerini okumak gerekirken bu zavallının o eserlerden haberi yoktu Yalnız İslam taassubu ile Türkçü Gökalp’ın aleyhinde bir şeyler geveliyordu Şimdi bazı gerçekleri tekrarlayarak bugüne kadar kaç kere anlattığımız halde bazı beyinlere girmeyen düşüncelerimizi bir daha söyleyelim: İnsanlar eşit değildir Tabiatta eşitlik diye bir şey yoktur Tabiatı Tanrı yarattığına göre demek ki Tanrı canlılar arasında bir eşitlik düşünmemiştir İnsanlar hak ve hukuk bakımından da hiçbir zaman eşit olmamışlardır Kanunlar devlet başkanı ile herhangi birisine yapılan hakareti aynı şekilde cezalandırmaz Ancak insanlar, ızdırapların azaltılması için aradaki farkı mümkün mertebe azaltarak nisbi bir adalet ve eşitlik kurmaya çalışmışlardır Hasan Bağcı’nın bize öğrettiğine göre İslamiyet ırk ve renk tanımazmış Komünizm de tanımıyor Amerikan anayasası da tanımıyor ama gerçekte bu fark daima vardır İslamiyetin ırk ve renk tanımadığı çağlar bir daha dönmemek üzere geride kalmıştır Birinci Cihan Savaşında, İslam kardeşlerimiz Arapların İngilizlerle birleşerek Türk ordularını nasıl arkadan vurduklarını unutmadık Bu Arap ihanetinin başında Peygamber soyundan gelen şerifler bulunuyordu ki bunlardan birinin hatıraları Hayat Tarih Mecmua’sında tefrika edilmektedir Hasan Bağcı okusun Biz Türkçüler ırkı tanıyoruz Zaten mevcut olmayan eşitliği kabul etmiyoruz ve soyumuzun üstünlüğüne geçmişteki örnek ve eserleriyle inanıyoruz İslamiyet Türkler sayesinde yaşadı ve yükseldi İslamiyet Türkleri değil, Türkler İslamiyeti yüceltti Biz İslam olmadan önce de büyüktük Keramet İslamiyette olsaydı her Müslüman millet yükselirdi Hele tarafımızdan birkaç kere tekrarlandığı gibi islamiyetten önce büyük devlet olan İran, İslam olduktan sonra bugünkü durumuna düşmezdi Hasan Bağcı şöyle diyor: “Bütün insanlar yeryüzünü imar etmek, çalıştırmak ve hazinelerinden faydalanmak bakımınsan Allah’ın bir halifesidir Bütün insanlar kardeştir Şu ibareden “Allah’ın birer halifesidir” kelimesini kaldırırsak geride kalan fikir tam bir Marksist düşünce olmuyor mu? Allah’ın halifesi olan bütün insanlar arasında Stalin ile Moşe Dayan da var mı? Bütün insanlar kardeşse Hasan Bağcı, Çingene vatandaşlarla kardeşliği ve hilalin Çingeneler eliyle de yükselebileceğini kabul ediyor mu? Yine Hasan Bağcı şunu da söylüyor: “İslam düşüncesinde sömürgecilik yoktur Çünkü İslam örfünde bütün beşeriyet tek ümmettir Bu da günümüzdeki komünistlerin sözleriyle tıpatıp mutabakat gösteriyor Fakat hakikat değildir İslam düşüncesinde sömürgecilik vardır Ülkeler fethetmek, bu ülkeyi haraca bağlamak sömürmekten başka bir şey olmadığı gibi bütün beşeriyet de tek ümmet değildir Peygamber “ümmetim” diyerek yalnız Müslümanları kasdetmektedir ve İslam geleneğine göre mahşerde yalnız kendi ümmeti için şefaat edecektir Herhalde Lenin’in cennete girmesi için Tanrıya ricada bulunmayacaktır ama Pasteur veya Koch’la Hasan Bağcı arasında tercih yapmak durumuna düşerse ilk iki gavuru seçeceği muhakkaktır Hasan Bağcı, Türkçüleri “Allah’ı bir tarafa atmak”la suçlayarak a fikri ve ilmi seviyesini göstermiştir Türkçüler “Tanrı’yı bir tarafa atmamıştır Atmaz da “Tanrı Türk’ü Korusun” sözü Türkçülerin sloganıdır Tanrı, insan zeka ve idrakinin kavrayamıyacağı yükseklikte olduğu için ikidebir onu ortaya sürerek, üzerinde kırıcı tartışmalar yapmanın aleyhindeyiz Eski Türkler büyük saygı duydukları varlıkları öz adları ile anmazlardı Tanrı, ne din göklerin bir yerindeki tahtının üzerindedir Onun nasıl olduğunu, ne olduğunu bilmeye imkan yoktur Olsaydı din bilginleri asırlar boyunca birbirine girmezdi Tevrat’ın Tanrı ile insanı aynı şekilde tarif etmesi ne kadar iptidai ise, dünyadan 400 km yukarıya fırlatan Rus astronotunun, uzayın sonsuz olduğunu unutarak “uzaya çıktım ama Tanrı’yı göremedim” demesi de o kadar budalacadır Bilimdeki türlü ilerlemeler geliştikçe kainatın din kitaplarında yazıldığı gibi altı günde yaratılmadığı, bu oluşumun milyarlarca yüzyılda meydana geldiği, hele insanların 6000 yıl önce yaratılan muhayyel bir Adem’le hayali bir Havva’dan türemedikleri ispat olunmakta ve ilim artık, kısa ömürlü de olsa canlı hücre yaratacak seviyeye ulaşmış bulunmaktadır Bütün bunlardan sonra din bir ahlak ve vicdan sistemi diye kabul edilmedikçe ilmin karşısında iflasla mahkum olacağı gibi Tanrı’yı insanların günlük işlerine kadar karışan bir varlık diye düşünmenin saçmalığı kendiliğinden ortaya çıkıyor Bugünün din bilgileri artık başka türlü açıklıyor ve Tanrı’nın bazı kimselerin yani peygamberlerin gönlüne vahiy yoluyla ilhamlarda bulunduğunu kabul ediyorlar Din kitaplarındaki tarihi ve ilmi yanlışları da ilhamı alanın insan olmasıyla tevil ediyorlar Zaten böyle olmasaydı din kitapları insanlığın sonuna kadar değişmeyecek hakikatlerle dolu olur, insanlığın geleceğini ve geleceğindeki tehlikeleri açıklar ve mesela zararı nisbeten az olan alkol haram edilirken ondan on kat tehlikeli olan türün ve hele eroin hakkında sükut edilmezdi Tanrı günün birinde insanların tütünü ve eroini bulup kullanacaklarını, bunun büyük bir felaket olduğunu bilmiyor muydu? Milyarlarca yıl sonraki kıyamet haber verildi de neden birkaç yüzyıl sonra ki zehirden söz edilmedi? Çünkü din, ilahi ilhamla olsa bile sosyal bir müessesedir ve her peygamber de nihayet kendi bilgisi ve görgüsü kadar düzen ve yasak koymuştur Kumar, içki ve her türlü fuhşiyatla yozlaşmış, karılarını değiştiren ve kız çocuklarını gömecek kadar vahşet gösteren bir toplumda Muhammed’in başka türlü davranmasına imkan yoktu Onlara korkunç cehennem azapları gösterecek ve dünyada doğrulukla yaşayanlara da öte alemde köşkler, Kevserler, yiyecekler, güzel huri kızları vaat edecekti Fakat aydınlık kafalardaki şüphe daha başlangıcından beri hükmünü yürütmüş, bu uğurda çok insan ziyan edilmiştir Bir kısmı iki uç arasında bocalayarak sapıtmış, kimisi tarafından evliya, kimisi tarafından zındık ilan edilmiş (İbnü’l Arabi) kimisi delirerek Tanrılık iddiasına kalkmış (Hallac-ı Mansur), bir kısmı da tam yobazlaşarak dini katı ve tartışılmaz kaideler manzumesi diye kabul ederek islamiyeti bugünkü perişan duruma sürüklemiş ve birbirlerini tekfir etmekle ömür tüketmiştir Büyük İslam bilgini ve mütefekkiri diye kabul olunup kendisine “Hücetü’l İslam” yani Müslümanlığın delili denilen Gazali (yahut Gazali) “el-Munkız” adlı eserinde Farabi ile İbni Sina’yı tekfir etmiştir Halbuki bu ikisi yalnız islamiyetin değil, bütün insanlığın iki büyük dehasıdır Aristo’dan sonra Farabi’ye insanlığın “ikinci öğretmeni”, İbni Sina’ya da “üçüncü öğretmeni” diye bakılmıştır Hüccetü’l-İslam bu herzeyi yedikten sonra Hasan Bağcı’nın Gökalp’ı da Türkçüleri de tekfirinde şaşılacak nokta yoktur Gazali her şeye rağmen bilgindir Hasan Bağcı’nın ne olduğunu bilmiyoruz Yobazlara göre Tanrı, insanların ne yolda hareket edeceklerini, daha kainatı yaratmadan önce tesbit etmiştir Bunların hepsi Levh-i Mahfuz’da yazılıdır (bu yazıların dili de herhalde Arapça olacaktır) O halde insanları cezalandırma neye? Madem ki insanlar Tanrı’nın iradesiyle suç işliyorlar, akılları, fikirleri, iradeleri Tanrı’nın ezeli kararı karşısında bir işe yaramıyor, ceza neden? Bu soruyu ben sormuyorum 14 yy’da yaşamış olan İbni Yemin soruyor İbni Yemin, Türk ırkından bşr İran şairidir Ona göre dünya bir takım gayesiz olayların ardı ardına gelmesinden ibarettir İbni Yemin, insanların daha önce Tanrı tarafından tesbit edilen şekildeki davranışları dolayısıyla öteki dünyada sorumlu tutulmalarının hikmetini anlıyamıyor Tekfir edilip başları belaya girmesin diye ihtiatlı bir dil kullanmak şartıyla pek çok şair ve bilgin bu noktaya temas etmiş, Bağdatlı Ruhi meşhur terkibi bendinde yobazları yerin dibine batırdığı gibi şarabın haram edilmesini kabul etmemiş, hatta büyük Türk şairi Abdülhak Hamit , şaheserleri olan “Makber” de, genç yaşta ölen eşi Fatma Hanım için Tanrı’yı sorumlu tutup ona isyan ettikten sonra, Yaradanı, insanlarla oyuncak gibi oynayan ulu bir çocuğa benzetip Fatma Hanım’a: Çıktın mı huzûr-ı Kibriyâya Bildin mi nedir o tof-ı ekber Demekten kendisini alamamıştır Hasan Bağcı’ya göre, tabii bunların hepsi küfürdür Bunları söyleyenler ve Allah’ı bir yana atan Türkçüler hep “tamu”da yanarken kendisi cennetin köşklerinde Huriler arasında zevkedecektir (Sopayla Cennet kapısında bekleyip içeriye kimseyi sokmayan Birgili’den fırsat bulursa) Hasan Bağcı’nın hoş bir tarafı da, sanki Peygamberin özel kalem müdür imiş de başından geçenleri not etmiş gibi kesinlikle onun hakkında bize bazı olaylar anlatmasıdır Peygamberlerle amcası Ebu Talib’in bir konuşmasından bahsetmektedir Acaba bunu nerden öğrendi? Uydurma hadislerden mi? Bizi yarım münevver görüp islami bilgilerde pek cahil sandığına göre tam bir aydın ve aydınlık kişi olarak tanık ve kaynak göstermesi lazımdır Peygamberin hayatı hakkında ilk siyer kitabını yazan İbni İshak, hicri 151’de ölmüştüryani Peygamberlerle arasında yüzyıldan çok zaman vardır Olmasa bile İbni İshak’ın eseri bugün ortada tam olarak yoktur Mevcut parçalarını İngilizler neşre hazırlamışlardı Basıp basmadıklarını bilmiyorum Peygamber hakkında elimizde tam olarak mevcut eser ise hicri 213’te ölen İbni Hişam’ın siyeridir ki İbni İshak’tan da bazı parçaları kendi eserine almıştır Fakat bununla da Peygamber arasında iki asır zaman vardır İki asır geçtikten sonra, daha çok ağızdan toplanan söylentilere dayanılarak yazılan tarihi hadiselerin gerçeğe ne kadar uyacağı tarih metdolojisi hakkında bir nebze fikri olanlarca malumdur Bu sebeple İslam tarihinin başlangıcı hakkında ortaya sürülen vukuattan çoğunun menkabe mahiyetinden ileri geçmediği, hele birçok kimse tarafından naklolunan hadiselerden hiçbirisine güvenilmeyeceği ortadadır Peygamberin çevresindeki ahlak bozukluğunu görerek çareler aradığını, tedbir düşünmek için dağlara çekilip insanlardan uzakta yaşadığını ve ta eski Mısır’dan gelerek Yahudilere geçen “tek Tanrı” fikrini akıl ve duygusuyla kabul ederek Arap putçuluğuna karşı çıktığını görüp anlamak için yobaz olmaya, bir takım masallara inanmaya, eski Sümer’den ve Mısır’dan gelip Yahudiler aracığıyla öteki milletlere geçen inançları ilahi hakikat diye kabul etmeye lüzum yoktur Hele Yahudi kırallarını peygamber diye Türk milletine telkin ederek milli mefahiri unutturmak suretiyle İsrailiyyatı hayat ve ahlak sistemi diye önce sürmek milli bir cinayettir Hasan Bağcı bana bir tavsiyede bulunuyor: “Lütfen Müslüman’ın kim olduğunu ciddi olarak araştırıp öğrensinler” Bende kendisine Türk tarihi ve kültürünü araştırmasını, Tanrıkut Mete’nin bu milleti nasıl yarattığını, Çiçi Yabgu’nun milliyetçiliği (yani Türkçülüğü) tarihte ilk olarak nasıl milli siyaset olarak uyguladığını, Orkun yazıtlarında neler yazıldığını, İslamiyetin yasakladığı güzel sanatların Uygurlarda ne derece geliştiğini, cennet mekan Çengiz Han Hazretlerinin yasasının nasıl bir nesne olduğunu iyice incelemesini öğütledikten sonra sorayım: Araştırmam istenen Müslüman hangi Müslüman? Türklüğün övüncü olan Farabi mi, yoksa tekfir eden Gazali mi? Şehristani’nin saydığı mezheplerin kurucuları mı, yoksa mezarları tahribe kalkan Vehabiler mi? Para vakfını küfür sayarak para vakfı (yani tımar sistemi) üzerine kurulmuş olan Osmanlı devletini yıkmaya kalkışan Birgili öküzü mü, yoksa para vakfedilir diye fetva vererek devleti kurtaran Ebussuud mu? Kendisini son evliya olarak ilan ettiği halde küçük bir kıza aşık olan Muhyiddin-i Arabi mi, yoksa Tanrıyı haksızlıkla itham ettiğini iima eden İbni Yemin mi? Şems-i Tebrizi için garamiyatla dolu koca bir divan yazıp ak sakallı ile rakseden Mevlana mı, yoksa onun baş düşmanı kesilen Vanlı Mehmed Efendi mi? Birbirinin zıddı olan bu insanlardan hangisinin örnek ve esas Müslüman diye alınarak ona göre hüküm yürütülmesi içinden çıkılmaz bir meseledir Onun içindir ki dini sosyal bir kuruluş olarak görmek hem gerçeği kabullenmek, hem de dini iç mücadelelerin batağına saplanmaktan kurtarmak olur Din en iptidai toplumlarda da vardır Ve bu iptidai dinlerin gülünç talimatı herhalde 124000 tane olduğu söylenen Peygamberlerden herhangi biri tarafından öğretilmemiştir İnsanlar akıl ve bilimde ilerledikçe dinler de daha akli olmuş, çok Tanrı’dan iki Tanrı’ya ikiden de bire inerek son safhasını bulmuştur Dini artık aklın ve ilmin kabul edemeyeceği hurafelerden, saçma inançlardan kurtararak tamamen vicdani bir hale getirmek, üzerinde tartışmamak, bu konulardaki yayınları da yalnız bilginlere bırakmaktan başka çıkar yol yoktur Peygamberler de insandır İnsan oldukları için hataları vardır İsa aleyhinde Batıda hayli eserler yayınlanmıştır Muhammed’in de peygamber olmadan önce Kureyş putlarına kurban kestiği ve Halife Ömer’in amcazadesi Zeyd’in kendisini bundan menettiği hakkında İbni İshak’ın siyer parçalarında bir kayıt bulunduğu gibi (İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi cilt I S126) Peygamber olduktan sonraki “Garanik” meselesi de bütün İslam aleminde meşhurdur ve tevil olarak “Şeytan, peygamberin içine girerek onun adına öyle konuştu” demek gibi çocukça bir tevile başvurulmuştur Peki, şeytan bu karganmışlığı yaparken “alim” (her şeyi bilen), basir (her şeyi gören) ve habir (her şeyden haberi olan) Tanrı ne yapıyordu? Görülüyor ki saçmasapan tevillerle beşeri zaafları örtbas etmeye imkan yoktur Bunları anlatmamın sebebi şudur: Tanrı insan idraki dışındadır Kur’an, Muhammed’in talimatıdır Bunun birçok delilleri vardır Bir tanesi birçok yerinde aya, güneşe, fecre, atların köprüden ağızlarına yemin ve and verilmesidir Yemini kim eder? İnsan eder ve kendisinden daha üstün bir varlığın adına eder, Tanrı yemin eder mi? Tanrı’dan daha üstün bir varlık olmadığına göre kendi yarattığı aya, güneşe neden yemin etsin? Görülüyor ki bu yeminler Muhammed’in gönlünden ve beyninden doğmadır ve hatta Araplar arasında İslamiyetten önceki zamanların usul ve adabınca edilmektedir Kur’an “alemlerin sahibi olan Tanrı’ya hemdederim” diye başlamaktadır Belli ki bu söz de Muhammedindir Çünkü Tanrı , kendi kendisine hamdetmez Müfessirler her ne kadar Tanrı “böyle diyin” demek istemiştir yolunda tevillere geçmişlerse de Kur’anın sonundaki küçük surelerde olduğu gibi, surenin başına bir “söyle, de ki” hitabını eklemeyi Tanrı düşünmez miydi? Muhammed’in yirmi küsur yıl süren peygamberliği sırasında bazı ayetlerin mensuh olduğu yani hükümden düştüğü malumdur Demek ki yirmi yılda bile hayattaki bazı değişikler Tanrı buyruklarını değiştiriyır, Tanrı eski buyruklarını hükümsüz sayarak yenilerini gönderiyor Peki, hayatın geç ve güç değiştiğini 14 asır önceki zamanların 20 yılında bile ihtiyaçlar ve hükümler değişirken gelişmenin çok hızlandığı daha sonraki 14 asırda değişecek hiçbir şey olmadı mı? Bu gibi soruların sonu gelmez Çünkü sosyal bir müessese olan din, hayatla birlikte yürür Onu donduran, hayatın icaplarına uydurmayarak toplumu geri bırakan yobazlardır Yobazlık bütün dinlerde vardır Hıristiyanlar nasıl İsa’yı babasız doğduğu için Tanrı’nın oğlu sayarak Hıristiyanlığı bir türlü putperestlik haline getirmişlerse, bizimkiler de Tanrının dünyayı sırf Muhammed için yarattığını ileri sürerek aynı şeyi yapmışlardır Tabi bu arada hakikatı görenler çıkmamış değil fakat susturulmuşlardır Şehristani’nin “Mülel ü Nihel”inde sayılan mezhep ve fırkaların en makul ve ilmi olanları tutunamamış, aklı hakim kılmak isteyen Mutezile ezilmiş, son olarak ortada kalan Sunilik ile Şiilik ise birbirini kırmak ve tekfir etmekle vakit geçirmiştir Nerde kaldı İslam kardeşliği? Bunların acaba hangisi doğru? Kimisi tarafından tekfir edilen, bazılarınca büyük bilgin ve mutasavvıf olduğu kabul edilen meşhur Siavnakadısıoğlu Bedreddin, “Varidat”ında, cennet, huri ve köşk meselelerinin cahillerin sandığı gibi olmadığını söyleyerek söze başlar ve adeta bugünün ilmi kafasıyla konuşarak kainat, hayat ve ahret meselelerini izaha çalışır Onun idamının bu dini içtihadından mı, yoksa siyasi sebeplerden mi olduğu ayrı bir meseledir Kainatın kadim (yani başlangıçsız) olduğunu kabul etmekle de islamiyete tamamen aykırı bir fikir ileri sürmekte ve bunu islamiyetle bağdaştırmak için kendi kendisini bizzat yarattığını, çünkü varlığını Tanrı’ya borçlu olduğunu söylemektedir Tanrı’nın mutlak kudretini, ancak eşyanın istidadında olanı istemek ve yapmak şeklinde düşünmektedir Yani ateş, Tanrının iradesiyle insanı dondurmaz, ancak yakar Bunun gibi Bedreddin ahreti de kabul etmemekte, alem ezeli ve ebedidir demek istemektedir Kıyamete inanmadığı için cesetlerin tekrar birleşip insan olacaklarına kail değildir Bütün insanlar mahvolsa bile toprağın tabiatı icabı yine bir insan nesli türeyeceğine inanmaktadır Cennet ve cehennemi, şeytan ve meleği herkesin anladığı manada kabul etmeyip melekleri tabiat kuvvetleri olarak görmekte, hatta peygamberler de bunu bu manada kullanmışlardır diye iddia etmektedir Demek ki din hakkında, din bilginleri tarafından birbirine zıt yüzlerce, belki binlerce fikir ileri sürülmüş ve bunların hepsi senet olarak Kur’an ve hadisler kullanılmıştır Arapça’nın elastiki bir dil olması, bir kelimenin bazen birbiriyle ilgisi olmayan birçok manaya gelmesi, hatta tam zıt anlamda kullanılması (mesela “Mevla” kelimesi hem “efendi”, hem de “köle” demektir) Kur’anı anlayışta ihtilaflar doğurmuş, yazılan muteber pek çok tefsire rağmen meseleler çözülememiş, Müslümanlar fikir ve kanaat birliğine varamamıştır O halde bunun tek çaresi dini şahısların vicdana bırakarak teferruatla uğraşmamak, birbirinin inanç ve tefsirine, anlayışına karışmamaktadır Hasan Bağcı, makale serisinin sonuna Türkçüleri ilzam etmek için üstadları Necip Fazıl Kısakürek’in bir parçasını almıştır Biz o üstadı tanırız, 1945’te meşhur Irkçılar – Turancılar davasından beraat ettiğimiz zaman biz Türkçüleri evine davet ederek mükellef bir rakı ziyafeti çekmiş ve kurucusu olduğu Büyük Doğu Derneğiyle birleşmemizi teklif etmişti Necip Fazıl iyi bir nesircidir Fakat hiçbir yüksek okuldan mezun olmadığı için bir fikir tartışmasında ondan parçalar alıp tanık diye kullanmak doğru olmasa gerektir Dışardan delil göstermek hususunda ben de kendisine bir profesörün, Prof Dr İlhan Arsel’in yazısıyla mukabele edersem herhalde daha kuvvetli bir tanık göstermiş olurum 18 Ağustos 1970 tarihli Cumhuriyette Prof İlhan Arsel “Viyana Kapıları” başlıklı yazısında şöyle diyor: Türk’ün bütün yenilgileri, bütün gerilemelerini, dertlerini bizim gericimiz imamsızlığa veya şeriattan uzaklaşmaya hamleder, zanneder ki Türk sofulaştıkça, yani İslamın dondurulmuş esaslarına gözü kapalı uydukça, yani fanatikleştikçe gelişir, zaferlere erişir hidayete yetişir Bunlar Türk’ü başarıya kavuşturan tılsımdır Şeriata yaklaştıkça, dinin kat’i kalıplarına saplandıkça, yani hür iradesini terk ettikçe yani çöl şartlarına büründükçe, yani ilkelleştikçe, Türk ona göre şan ve şerefe kavuşmuştur, büyümüştür, fetihler yapmıştır ve taa Viyana kapılarına gitmiştir Ağzından eksik etmediği slogan budur “Viyana kapılarına nasıl gittik?” Neyle gittik? Çarşaflı anaların evlatlarıyla değil mi? Kendi kara cehaleti içerisinde bu milletin gerçek felaketlerinin nedenlerini anlayacak ve kavrayacak yeterlikten yoksundur ve yoksun olduğu içindir ki başka soru sormaz kendi kendisine… Türk yavrusunun beynini körletici medrese eğitimi kurmak, kişileri hür irade verilerine değil de hiç değişmez ilahi emirlere göre robot misali yaşatmak, kadını çarşafa ve çuvala tıkmak ve toplumdan atmak ve buna benzer daha nice ilkel usullerle şeriat düzenini ihya edip bu güzel ülkeyi Yemen örneği Arap ülkelerine benzetmek… Budur gericinin istediği… Budur onun gayesi… Ve bunda başarı sağlamak için uydurduğu masallarda hep imamsızlık bahanesine oturtulmuştur Viyana kapılarına iman sayesinde, şeriat düzeni sayesinde gittik diyenlerin bir hatası var ki o da şu: Osmanlı devletinin yükseliş ve çöküş nedenlerini araştırmamak Eğer biraz zahmete katlanıp okusalar, araştırma yapsalar, ilmi esaslara göre derinlemesine inebilseler ve yükselişin ve bu alçalışın temellerinde gericinin zannettiği ve zannettirmeye çalıştığı gibi şeriata bağlılık nedenlerinin yatmadığını göreceklerdir Şeriata bağlılık değil, aksine şeriata bağlı olmamak, yani akılcı olmak nedenlerinin yattığını anlayacaklardır Kanuni Süleyman’a gelinceye kadar ilk on padişahın hayatını ve icraatını tetkik etsinler kafi… Eğer Birinci Muradlar, Fatihler ve Süleymanlar şeriatın bütün gereklerini yerine getirmeye kalksalardı imparatorluk kurmak şöyle dursun, fakat Uç Beği olmaktan ve aşiret halinde yaşamaktan kurtulamazlardı İlk padişahlar her ne kadar insan varlığına fazla değer veren kimseler olmamışlarsa da (ki bu onların affedilmez kusurudur), şeriatın akla ve hele çıkarlarına aykırı yasaklarına aldırış etmekten kaçınmamışlar ve kendi hür iradelerini ilahi emirlerin üzerine çıkarabilmişlerdir Şeriatın kaçamaklarından yaralanmakla kalmamışlar, fakat şeriatın kat’i ve değişmez kabul edilen hükümlerine karşı açıkça cephe almışlardır Daha açıkçası Kur’anın emirlerine karşı gelmişlerdir Netekim Yeniçeri teşkilatı, yani devşirme sistemi (Hıristiyan çocukların zorla Müslüman yapılarak yetiştirilmesi) Kur’anda yazılı hükümlere rağmen, yani bu emirlerin bertaraf edilmesi suretiyle kurulabilmiştir Fatih Sultan Mehmed, dindar bir padişah olmakla beraber “her ilim Kur’anda mevcuttur, başka kitaba hacet yoktur” diye müsbet aklı, ilmi ve fenni bir kenara bırakmış değildi Kur’an ve şeriatın diğer kaynakları, onun indinde, gerçeklerin tek kaynağı değildi Bilakis çoğu zaman şeriat hükümlerini yetersiz görerek aklın ve mantığın icaplarına göre hareket etmesini bilmişti Şeriat esaslarına göre zina fiilinin cezası ya falaka veya ölüm olduğu halde o kendi yayınladığı kadar kanunnamelerle, erkeğin zina fiili için para cezası ihdas etmiştir Gerçi din adamları ona Kur’anın ve şeriatın “Resim yasakları” ile ilgili hükümlerini gösterirlerken ve bu hükümlerin softaca savunmasını yaparken o, İtalya’dan ressam getirerek (Bellini’yi) kendi portresini ve resimlerini yaptırmıştır… Bu tanımadığım profesörün sözlerine bir şey de ben katayım: Fatih’in kanunnamesindeki “kardeş öldürme” maddesi de İslam esaslarına tamamen aykırıdır Fakat devletin yaşayabilmesi için başka çare göremediğinden bu merhametsiz hükmü kanunnamesine koymuş, din adamları da işi kitabını uyduruvermişlerdir Hiç şüphesiz bir profesörün fikirleri üstad Necip Fazıl’ın şaheseri dine, diyanete vesaireye karışan yazılar değil, “Kadın Bacakları” hakkındaki nefis manzumesidir Şimdi biz de Hasan Bağcı’ya bir tavsiyeyle sözümüzü bitirelim: İslamın ilk buyruğuna uyarak okusun Okusun ama, artık allamesi olduğu din kitaplarını değil de, biraz da Türk tarihini incelesin ve eğer Türk ırkındansa, kendi atalarının kimliğini biraz öğrenerek Türk olmanın gururuna ersin (Nihâl Atsız, Ötüken Dergisi, 1970, Sayı: 11) Kaynak: TürkçüNet

Alıntı Yaparak Cevapla

Hüseyin Nihal ATSIZ (Kitapları)

Eski 05-15-2009   #5
Şengül Şirin
Varsayılan

Hüseyin Nihal ATSIZ (Kitapları)



Hüseyin Nihal ATSIZ
(
Kitapları)
Kitaplar “TürkçüNet” otağı üzerinden okunmaktadır
» Bozkurtların Ölümü
» Bozkurtlar Diriliyor
» Türk Ülküsü
» Deli Kurt
» Türk Edebiyatı Tarihi
» Ruh Adam
» Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi
» Çanakkale’ye Yürüyüş
» Dalkavuklar Gecesi
» Z Vitamini

Alıntı Yaparak Cevapla

Hüseyin Nihal ATSIZ’dan… (Özlü Sözler)

Eski 05-15-2009   #6
Şengül Şirin
Varsayılan

Hüseyin Nihal ATSIZ’dan… (Özlü Sözler)



Hüseyin Nihal ATSIZ’dan…
(Özlü Sözler)
-1 Bölüm-


» Ahlakın meydana gelmesinde en önemli sebep soydur Bir toplumun ahlakı, soyunun karışması ile değişebilir » Ahlak, millet yapısının temelidir O olmadan hiç bir şey olmaz » Aslında beynelmilelci olan sosyalizmin, Türkiye’deki mümessilleri de milliyetçi olduklarını söylerler Hatta Orta Asya’daki atalarımızla ilgimizi inkar edip bu topraklar üzerinde Hititler’den başlayarak üstüste yığılmış olan etnik döküntülerin karması olduğumuzu ileri sürenler de milliyetçilik davasındadır » Komünistlikten hüküm giymiş olanlar, Türk Milliyetçiliği’nin kökünü kazımak için kampanya açmış olan partiler, İslam beynelmilelciliği davası güdenler de hep milliyetçi olduklarını söylerler Türkçülük bu türlü eksik ve yanlış milliyetçiliklerin hepsini reddeder » Bana göre Ticanilik, Nurculuk, yobazlık, komünizm ve partizanlık gibi hastalıkların sebepleri, milli ülküden yoksunluktur » Barış, savaşın başka metotlarla devamı ve silahlı savaşa hazırlığın ayrı bir şeklidir » Ben, yabancı kaynaklı hiçbir fikri benimsemeğe tenezzül etmeyecek kadar millî şuur ve gurura malik bir Türk‘üm Siyasi, içtimai mezhebim Türkçülük‘dür » Bir gün ülkede milliyetçi geçinen politikacılar, yöneticiler, sanatçılar, aydınlar hiç bir çıkar kaygısına düşmeden, yiğitçe, korkusuzca Türkçü söylemlerde, Türkçü tavırlarla milletin karşısına çıkarlarsa o gün Türkçülük büyük bir utkuya yaklaşır » Bir millet bağımsızlığını, hürriyetini ve sınırlarını kaybedebilir, hatta yıllar boyunca başka bir milletin esareti altında yaşamak zorunda kalabilir ama bütün bu unsurlar o milletin yok olmasına etken olamaz Ancak kendi dilini kaybetmiş bir millet yok olmaya mahkumdur » Bir millet, büyümek ve iş yapabilmek için kendisinin büyük bir millet olduğu inancını duymalıdır » Bir millete, geçmişini unutturmak, onu yok etmenin ilk şartıdır » Bir millet için, büyümekten korkmak kadar ölümcül düşünce olamaz » Bir milletin yürütücü kuvvetine “ülkü” denir » Bir topluluktan müşterek ülküyü kaldırın, insanların hayvanlaştığını görürsünüz » Biz bin yıl sonrasına hitap ediyoruz » Bize bir gençlik lazımdır Temelinde cehalet, duvarlarında riya, tavanlarında dalkavukluk bulunmasın » Bize lazım olan gençlik bir fırka veya zümre gençliği değildir Biz fırka ve şahsiyetlerin ebediliğine kani değiliz Her şeyden üstün, her şeyden önce bir Türkiye vardır Biz Türk Gençliği istiyoruz! » Bize yalnız dans etmesini, iyi giyinmesini, kur yapmasını ve aşık olmasını bilen gencin lüzumu yoktur Bize bugün mesleğinde usanmadan çalışacak, yarın hudutta göz kırpmadan ölebilecek genç lazımdır » Bizim için önemli olan, dost kılıklı yabancıların milli ülküyü güya milli çıkar adına baltalamasının önüne geçmektir » Biz Türküz Tarihimize ve en yakın mazimize dayanarak Türküz der ve bundan haklı bir iftihar duyarız » Büyük adam hususi hayatında da yüksek ve temiz olan adamdır Bir takım meziyetleri bulunan bir rezil hiç bir zaman büyük değildir » Büyümek istemeyen bir millet küçülmeye mahkumdur » Davanın adamı olmak gerekir » Dil, bir milletin en değerli malıdır » Dil; bir milletin sembolüdür O milleti bir arada tutan ve yok olmasını engelleyen biricik faktördür » Dinin bir ruh ihtiyacı olduğunu bilim kabul etmiştir » Dün sultanlara taptığı zannolunan bu millet, milli mevcudiyetini tehlikede görünce bir kumandanın emri altına girmiş, hayatını ortaya atarak istiklalini ve istikbalini kazanmıştır » Dün tembelliğinden bahsolunan bu millet, kendine göre en ağır vergileri ödeyen millettir » Dünyadaki bütün milletler, yabancı devlet hakimiyetinde kalan soydaşlarını kendileriyle birleştirmek için silahlı ve silahsız savaşlar yaparlar Bunun adı emperyalizm değildir, irredantelizmdir ki makbul bir davranıştır » Dünyaya yayılmaya çalışmak, dünyadan silinmek korkusunun tepkisidir » Emperyalizm bir milletin başka milletleri hükmü altına alması demektir » En büyük kahramanlığı yapsanız bile en küçük karşılığını beklemeyiniz » Eskiden Türkler arasında bir ayrılık konusunda Sünnilik-Şiilik meselesi de artık bahis konusu sayılmaz Bunların hepsi Müslüman Türk‘dür ve Müslümanlığı anlayıştaki içtihat farkları, artık Türkler arasında ikilik doğuramaz » Eski topraklarımızı kurtarmak isteğimiz emperyalizm ise emperyalistiz Türkistan’ı, İdil-Ural’ı, Azerbaycan’ı, Kafkasya’yı, Kırım’ı ve Türkler‘in yaşadığı başka yerleri is!temek emperyalizm ise kutlu bir düşüncedir » Fedakarlık insanları da, milletleri de asilleştirir, kahramanlaştırır » Gerçekten Türkçü olmak kolay değildir Her önüne gelen Türkçü olamayacağı gibi, her Türkçüyüm diyen de Türkçü olamaz » Gittikçe uyanan milli şuur karşısında gafiller ve hainler, Türk milletini daha çok aldatamayacaklardır Kızılelmanın yolunu kapatamayacaklardır


» Hakkımızı, atalar mirasını istiyoruz Alacağız da…
» Haritalarda ırkımızın yaşadığı yerlere baktık, milletimize fenalık edenleri tarihte okuduk ve milli kini ateşten damgalar gibi kalbimize yazdık » Hayvan nevileri arasında bir kör sıçan vardır ki günde kendi ağırlığının iki üç misli yemek yemezse ölür Yunanistan, galiba o kör sıçanın neslinden gelmektedir » Hem duyguya, hem de düşünceye dayanan milli şuur, bir milletin manevi kuvvetlerinden en önemlisidir » Her iman ahlaka yürüyeceğine göre, Türkçülük’de de sağlam bir ahlakın bulunması birinci şarttır » Herkes barıştan söz ettiği halde herkes savaşıyor Çünkü herkes kendi yarınını, öbür gününü, daha uzak geleceğini emniyete almak istiyor Çünkü kimse kimseye güvenmiyor Çünkü herkes birbirinden korkuyor » Her Türkçü, bulunduğu yerin görevini inançla yaparsa, Türkçülük ülküsü sağlamlaşır Türklük güçlenir » Irkî asaletimiz, enerjimiz ve insanlık meziyetlerimize dünya milletleri ve büyükleri hayran kalırken, bizim kendi milletimizi hiçe saymamız ve kendi kabiliyetlerimizden ümit kesmemiz eğer fena bir kasda makrunsa alçaklık, böyle bir niyete matuf olmadan inanılmış ise kör gözlü bir budalalıktır » İki millet arasındaki gerginlik ikisi arasında kalmıyorsa bunun sebebi, o ikisi arasındaki savaş sonunda doğacak durumun şu veya bu milletleri de başka açılardan ilgilendirecek nitelik taşımasıdır » İktisadi doktrinler çabuk değişir, değişmeyen prensipler, milliyetçilik prensipleridir » İlim ve hakikat, siyasetin oyuncağı olamaz » İlk düşüneceğimiz şey: Türkiye’de Türk Kültürü’nü hakim kılmak, yabancı tesirleri silkip atmaktır » İnsanları insan yapan, büyük bir düşüncenin ardından koşmalarıdır İnsan, şeref için ve muhteşem saydığı bir gaye için ölmesini bilen yaratıktır » İnsan meziyet sahibi olmaya mecburdur » İstek ve inanç, her güçlüğü devirir » Kendimize dönelim Ahlak, edebiyat, musiki, giyim, zevk, yemek, eğlence, hukuk, aile, adet, anane ve her şeyde milli olalım » Kıbrıs davası er-geç bir çözüm yoluna girecektir Nasıl gireceğini bilemiyoruz Çünkü bizim için Kıbrıs davasının çözümü, ancak Kıbrıs’ın Türkiye’ye katılmasıyla mümkündür Bugün bu kadarı olamayacaktır ama, Türkçülük ülküsüyle yetişen bir gençlik var ki, onlar yarın bu ülküyü gerçekleştirirler » Kızılelma, Türk milletinin manevi besinidir Açlar yiyecek bulamadıkları zaman nasıl faydasız, zararlı, hatta zehirli nesneleri yerlerse; Türk milleti de “Kızılelma” kendis!ine yasak edildiği için marksizm ve kozmopolitizm gibi zararlı ve zehirli fikirlere el uzatıyor » Kızılelma ülküsüne “tehlikeli maceracılık” diyenler, bugünkü Araplar ile Yahudiler’e bakıp düşünmelidirler Hele Yahudiler 2000 yıl önce kaybettikleri vatanlarını yeniden ele geçirmek ve yalnız kitaplarda kalmış olan İbrani dilini diriltip bir konuşma dili haline getirmek uğrundaki çalışmaları ile dünyaya örnek olmuşlardır » Kızılelma ülküsünün gerisinde savaşlar ve büyük sıkıntılar görüp de korkanlar bulunabilir Kendi rahatı ve keyfi kaçmasın diye insanlık davası (!) güdenler, ülküyü inkar edenler her zaman, her yerde çıkabilir Fakat bir milletin içinde büyük bir çoğunluk milli ülküye inandıktan sonra, geri kalanlar da ister istemez bu milli akıntıya uymaya mecburdurlar » Maddileşmiş bir insan vatan için ölür mü? Bencil bir insan muhtaçlara yardım eder mi? Milletine inanmayan bir adam yabancı ile işbirliği yapmaz mı? Erdemi gülünç bulan birisi çalıp çırpmaz mı? » Milattan önceki yüzyıllarda Hunlar, çocuklarını, topluma faydalı olabilecek bir terbiye ile yetiştirirlerdi Topluma faydası dokunmayacak kadar yaşlanmış olanlar ise intihar ederlerdi » Milletimiz ne fedakarlıkta, ne milletseverlikte, ne yaratıcılıkta ve ne de müminlikte hiçbir milletten geri değil ve hatta ileridir » Milleti yapan unsurlardan biri de din olduğuna göre, Türkler‘in dini üzerinde de durmaya mecburuz Hiç şüphe yok ki, Türkler‘in dini müslümanlıktır Eski dinimiz olan Şamanlık’dan da bazı unsurlar alarak bir Türk müslümanlığı haline gelen bu din, on yüzyıldan beri bizim milli dinimiz olmuştur » Milletleri millet yapan, uğrunda ölecekleri yüksek ülkülere bağlanmış olmalarıdır » Milletler fedakar fertlerin çokluğu nisbetinde yükselir Milletler, ölebildikleri kadar yaşama hakkına sahiptir » Milli ahlak; bizim için cephelerde kan döken, tarlalarda alınteri akıtan ve nihayet bütçemizi doldurmak için kesesini boşaltan halkımızın, malına ve canına göz dikmemektir Onun için çalışmayı, kendimiz için çalışmaktan üstün tutmaktır » Milli benliğe inanmak, Türk Milleti’nin mukaddes haklarına, faziletlerine, kabiliyetlerine, cevherine ve asaletlerine inanmak demektir » Milli benliğimize inanalım Milletimize tapalım » Milli mukaddesatı olamayan millet, millet değil, hayvan sürüsüdür » Milli şuur bir ışıktır Yurdu aydınlatır ve gizli köşelere sinmiş olan bütün akrepleri açığa çıkararak, karanlıkta iş görenlere engel olur » Milli şuur, bir milletin kendini duyması ve bilmesidir » Milli şuur, bir milletin yaşama ifadesi, hayat kaynağı ve en kuvvetli silahıdır » Milli şuurun uyanık olduğu yerlerde, yabancı unsurların borusu ötmez » Milli şuurun uyuşuk veya uyanık olması, milletlerin yaşama kabiliyetleriyle orantılıdır » Milli şuur uyanık olunca başıbozuktan kurmay, vatan haininden profesör, hekimden dilci, cahilden müverrih, yabancıdan vekil, serseriden ülkücü çıkmaz » Milli ülkülerde onun şiir yönü olan bir romantizm bulunmakla beraber ülkü; aslında gerçeklere dayanan, açık ve kesin amaçları olan bir duygular ve düşünceler sistemidir » Milli ülküler, toplulukların yaratıcı kuvvetidir » Milli ülküler, yüzyıllar boyunca değişmeden yaşar » Milli ülkü yalnız madde üzerine kurulamaz Milletlerarası ilişkilerde, yalnız insanlarda bulunup öteki yaratıklarda bulunmayan şeref ve haysiyet kavramlarının, yani manevi faktörlerin de payı vardır » Milliyetçiliğin zamanı geçmez, dünyada milletler ve diller kaldıkça, milliyetçilik de kalacaktır » Milliyetçilik, öyle kuvvetli sosyal bir kanun, öyle müthiş bir hakikattir ki, hiçbir kuvvet onu kaldıramaz, yok edemez » Milliyetçilik, toplumların binlerce yıldan beri nice çilelerle, olgunlaşa olgunlaşa vardığı büyük sonuçtur » Ne kadar milliyetçi olsak, yine geçmişe bağlıyız Çünkü; kökü mazide olan atiyiz

Alıntı Yaparak Cevapla

Hüseyin Nihal ATSIZ’dan… (Özlü Sözler) -2. Bölüm-

Eski 05-15-2009   #7
Şengül Şirin
Varsayılan

Hüseyin Nihal ATSIZ’dan… (Özlü Sözler) -2. Bölüm-



Hüseyin Nihal ATSIZ’dan…
(Özlü Sözler)
-2 Bölüm-



» Ortak düşüncesi olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve zevkini düşünür Böyle bir toplulukta fedakarlık, saygı, nezaket kalmaz Bencillik, kabalık, rüşvet, iltimas ve namussuzluğun türküsü alır yürür » Ölümsüz hayat olmayacağı gibi, kin olmadan da sevgi olmayacaktır » Ölürken gözlerimizde parlayan son ışık, milli mirasın hayali olacaktır » Rum demek akrep demektir Akrep nasıl, kendisine iyilik olsun diye derenin karşı kıyısına geçiren kaplumbağayı sokmuş ve “ne yapayım, huyum böyle” demişse, Rum da aynı şekilde Türk düşmanlığı huyu ile yoğrulmuştur » Sosyalizm-komünizm maskaralığı, bir hamakat modasıdır, geçecektir » Sözlük anlamı “and” ve “uzak hedef” demek olan “ülkü”, topluluğu aynı yolda yürüten bir kuvvettir ki, bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten sözleşmiş gibidirler » Şerefliler taviz vermezler Şerefin tavizi yoktur » Tarihi düşmanlar, ancak dışişleri bakanlarının dostudur Milletin asla… » Tarihimizle övünmek hakkımızdır » Tarihin başlangıcından beri yapılan savaşların hemen hepsinde, dikkatlice bakılırsa, bir savunma unsuru vardır İlk saldıran tarafta bile kendini koruma içgüdüsü az veya çok bellidir » Tarihte gerçek olan şeyler, gelecekte de gerçek olabilir » Taviz bir fedakarlıktır Ancak dosta karşı yapılır Düşmana verilen taviz bir nevi yenik düşmeden başka bir şey değildir » Taviz, dostun gönlünü kazanmak için verilir Düşmanın bir gönlü yoktur ki; kazanılsın » Taviz hangi düşmanı isteğinden vazgeçirmiş, hangi taviz veren kazançlı çıkmıştır » Tavizin hiç bir güçlüğü çözmediğinin son örneği Kıbrıs meselesidir Yunanistan gibi küçük ve aciz bir devlet bile tavizlere kanmamıştır Çünkü düşmana taviz verilmez Düşmana verilen taviz onun cüretini ve iştahını artırır » Taviz verene başkaları, kavga çıkarmadığı için belki “aferin” der ama kimse onu şerefli ve haysiyetli saymaz » Taviz vermeyi kabul eden, hele bunda devam eden, yenilmeyi kabul etmişn demektir » Tehlikeler nereden gelirse gelsin ve ne kadar büyük olursa olsun, tek çare ve tek ilacı Türk Ülküsü’dür » Topluluklar, fedakar fertlerinin çokluğu nispetinde yükselir » Toplumlardaki kişileri birbirine bağlayan nesne, sadece kök birliği, çıkar ve ihtiyaç değil, bunlarla birlikte ve aynı zamanda ülküdür » Turancılık, bütün Türkler‘in birleşmesi ülküsüdür » Turancılık’la emperyalizmi karıştırmak büyük bir yanlıştır » Turancılık romantik bir hayal değildir » Turancılık, yani bütün Türkler‘i birleştirmek ülküsü, milattan önceki üçüncü yüzyıldan beri vardır Türk büyüklerinin, iç huzuru sağladıktan sonra ardında koştukları tek düşünce her zaman Türk Birliği olmuştur Ancak İslamiyet bu düşünceyi bir miktar değiştirmiş İslamlığı koruma kaygısı Türk Birliği ülküsünü zaman zaman az veya çok ihmal ettirmiştir » Türk Ahlakı en eski çağlardan beri toplumcudur Yani Türkler‘de toplumun menfaati insanlarınkinden üstün tutulur Bununla beraber kuvvetli şahsiyetler daima saygı görmüşler ve topluma faydalı olmuşlardır Ferdiyete değer vermeyen Türk Ahlakı, şahsiyete saygı göstermiştir » Türk bir vazife için yaratılmıştır O vazife kainat güzelleştiği zaman biter » Türkçü; eyyamcı ve dalkavuk olamaz Sert yaşamaktan hoşlanırve en büyük sertliği de nefsine karşı gösterir » Türkçü; hiç şüphesiz Türk‘den olur Fakat her “Türkçüyüm” diyen Türk, Türkçü değildir Samimi olması ve Türkçülüğün şartlarına uyması lazımdır » Türkçüler bugünlük ancak Türkçü karakteri olan partileri tutarlar Türkçülük‘den sapan veya taviz veren hiç bir parti Türkçüler’ce tutulmaz, tutulamaz Türkçülüğün ne olduğu açık, seçik ortada bulunduğu için bugünkü tutumları ile hiç bir parti Türkçü değildir » Türkçüler, dayanışmalı yaşamaya mecburdur Dayanışma, az kuvvetle çok iş görmenin tek ve değişmez çaresidir Dayanışma olmayan yerde, için için bir çekişme var demektir » Türkçüler için İzmir’i kurtarmak için yapılan savaşla Kıbrıs’ı kurtarmak için yapılacak savaş arasında hiç bir fark yoktur Çünkü Türk Milleti bir bütün olduğu için Türkçülük ancak ve yalnız bütün Türkler‘i içine alan bir milliyetçilik davasını ülkü edinir » Türkçüler’in ilk işi, görevlerini arınmış gönül ve inanmış yürek ile yapmaktır » Türkçüler! Sıkı saflar halinde birleşerek ve başka her düşünceyi geride bırakarak, ateş yağmuru altında döküle döküle, fakat bir an durmadan Moskof’a karşı Köprüköy saldırısını yapan Türk alayı gibi ülküye doğru ilerleyiniz Bu ilerleme sırasında düşenlere bakmak için bile bir an kaybetmeyiniz Onları mukadderata, tarihin şeref yaprağına ve Tanrı’ya bırakarak yürümekte devamediniz ve en büyük kahramanlığı yapsanız bile en küçük karşılığını beklemeyiniz

» Türkçülük, bir fikir olduğu kadar da inançtır İnanç olduğu için de tartışmasız, tenkitsiz kabul olunur Onun tartışılacak ve tenkit olunacak tarafı temeli, esası değil, ayrıntılarıdır
» Türkçülük bir ülkü, siyaset ise iktidara geçme taktiğidir Bu sebeple bir ana inanç ve ana düşünce olan ülkü asla değişmediği halde siyaset yani taktik her zaman değişir » Türkçülük bugün siyasi değildir Fakat bir gün siyasi bir kuruluş durumuna gelirse bütün Türkler‘i kurtarıp birleştirecek bir program ile ortaya çıkacaktır O zaman, şüphesiz çağı, durumu ve ortamı kollamakla beraber bunlara bağlanıp kalmayacak, bu kaygıların üstüne çıkacaktır » Türkçülük, büyük Türk ilinde Türk uruğunun kayıtsız-şartsız hakimiyeti ve istklali ile Türklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür » Türkçülük dün bir kaynaktı, bugün bir çaydır Yarın coşkun bir ırmak olacak ve önünde yabancı duygu ve düşüncelerden gelen bütün engeller yıkılacaktır - Türkçülük insanlara hiç bir vaatte bulunmuyor, maddi veya manevi bir şey vermiyor Yalnız istiyor… Fedakarlık ve feragat istiyor » Türkçülük, Türk ırkının ruhunda, kanında, beyninde yaşayan hayat prensiplerinin fikir haline gelmiş şeklidir » Türkçülük, yükselmek için değil, yükseltmek içindir » Türkçü, milli çıkarları şahısların üstünde tutan, milli mukaddesata ve geçmişe saygı gösteren, görev ahlakı yüksek olan, haksızlıklarla savaşta korkusuz bir insandır » Türkçü, milliyetçi Türk soyunun üstünlüğüne inanmış olan kimsedir » Türkçü‘nün en büyük vazifesi Türklüğe hizmettir » Türkçü, ülküdaşları ile olacak bir geçimsizliğin ülküye zarar getireceğini bilir » Türk destanlarından çıkan anlama göre, Türklerin ülküsü, fetihler sonunda büyük ve üstün bir devlet kurarak bu devletin içinde bolluğa ve mutluluğa kavuşmaktır Aşağı yukarı, her millet, aynı şekildeki milli gayelerin ardındadır Milletlerin çapına, kabiliyetine göre milli ülkülerin ayrıntılarında farklar olmakla beraber, ana çizgiler bakımından hepsi birbirine benzer: Büyümek ve rahatlığa kavuşmak! » Türkler, en eski çağlardan beri kımız, şarap ve rakı içerek sarhoş olurlar; fakat ciddiyetlerini, vakarlarını asla bozmazlar » Türkler hem ahlaklı, hem de iradeli bir millettir Zaten bu ikisi, çok kere birlikte bulunur » Türkler, kendi ülkülerine niçin “kızılelma” demiştir, bunun sebebini bilmiyoruz Yalnız bu addaki saflık ve tabiilik, Türk ülküsünün çok eski olduğunu göstermek bakımından manalıdır Kızılelma adı, ülkünün aydınlardan önce halk arasında doğduğunu gösterse gerektir » Türkler, tarihte oynadıkları rol bakımından, dünyanın birinci milletidir » Türkler, Türk soyundan gelenlerle Türk soyundan gelmişler kadar Türkleşip kendini o soya bağlayan ve beyninde hiçbir yabancı ırk düşüncesi bulunmayan fertlerin topluluğudur » Türklük ve Türkçülük ebedidir » Türk Milleti hiçbir şeyi kendi felsefesi ve kendi düşüncesiyle tartmadan körü körüne kabul etmez Ancak yaygaralı yavelerle cemiyeti karıştıran ve bulandıran bezirgan ruhlu milletlerden değildir Onda büyük ve çelik Türk sükunu ve kuvveti vardır » Türk Milleti için en insanca, en yüksek düşünce tutsak yaşayan soydaşlarını kurtarmak için yapacağı savaştır » Türk Milleti; kahraman askerler, büyük devletler ırkı ve milletidir » Türk Milleti’nin aşırı sabırlı olduğunu, fakat ayranı kabardığı zaman, Kağan arslan gibi önünde durulmadığını bütün tarih ve dünya bilir » Türk Milleti, üç bin yıldan beri vardır O’nun varoluşu, büyüklüğü, gücü, tarihe damgasını vuruşu, yalnız milli karakteriyle mümkün olabilmiştir » Türk olmak, için mutlaka müslüman olmaya lüzum yoktur Çünkü bugünkü Türkler arasında birkaç yüz bin Şaman, birkaç yüz bin Hıristiyan ve hatta birkaç bin Musevi Türk (Karayımlar) de vardır Din ayrılığı yüzünden bunları Türklük’den çıkarmaya hakkımız yoktur » Türk tarihi, iki yanı kahramanlık, şan ve ahlak heykelleriyle süslü uzun ve ulu bir yoldur Bu yolun her adımında Türk’ün göğsünü kabartacak, başını dikleştirecek ve üstünlüğünü belirtecek bir kahraman, Türklük için nöbet beklemektedir Bu kahramanların çoğunu, biz tarihin yolunu aydınlatan ışıkları altında görebiliyor, onlardan kafalarımıza bilgi, gönüllerimize güç ve iman alıyoruz » Türk’ü, gerçek olarak, Türk’den başkası sevemez » Ülkücülük büyüklük davasıdır, büyümek isteyen kişilerin ülküsü vardır » Ülkücülük, Türk sevgisi ve Türk menfaatini gözeten bir olgudur » Ülkü; ilk önce, insanların gönüllerinde, gönüllerin derinliklerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir Sonra şuura geçer, büyük kılavuzlar tarafından açıklanır Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar Bu hamleler sırasında da ülkülü millet, kahramanların ardından gönül isteği ile koşar Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür, önce manen sonra maddetten ilerler, olgunlaşır, erginleşir » Ülküler, gerçekle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını arayan, milletlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük dileklerdir » Ülküler için “maddi faydası nedir?”, “uygulanabilir mi?” diye düşünmek doğru değildir Hiçbir inanç riyazi mantığa vurulmaz Tanrı’nın varlığı da riyazi metod ile isbat edilememiştir Fakat yüz milyonlarca insan ona inanmakta ve bu inançtan güç almaktadır Ülküler de böyledir » Ülküsüz millet, şuursuz insan gibidir » Ülküsüz topluluk ye!rinde sayan, ülkülü topluluk yürüyen bir yığındır » Ülkü yolunda yürüyen millet, kendisinde başka milletlere karşı mevcut aşağılık duygusunu atmıştır Kendisine inandığı ve hiçbir şeyden korkmadığı için düşmanlarının çokluğundan, tekliğinden ürkmez » Ülkü yolunda yürüyen milletler başka milletleri hem korkutur, hem kendisine hayran bırakır » Ümit, en sonra terk olunan şeydirÜmitlerimiz kırık değildir Uğrunda çalışanlar, ızdırap çekenler, ölenler bulundukça Türkçülük mutlaka zafer olacaktır » Yabancı hakimiyetler altında kırılan, sürülen milyonlarca ırkdaşımızın bulunması bize vazifemizin büyüklüğünü ve şerefini hatırlatsın » Yalnız kazancımızı, midemizi, maddemizi düşünmeyelim Bunu hayvanlar da yapar Daha çok manaya, düşünceye, ülküye dönelim İnsanlık budur » Yaşayıp yükselmek, ahlaklı ve iradesi sağlam milletlerin hakkıdır » Yerinde kullanıldığı zaman bir hastayı diriltecek olan ilaç, yanlış kullanılırsa insanı öldürebilir O zaman suç ilaçta değil, yanlış kullanandadır » Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz » Yüksel ki yerin bu yer değildir Dünyaya gelmek hüner değildir » Yüzde yüz Türk olduğun gün cihan senindir » Zaman, en adil hakimdir » Zaman kazanmak üzere geçici bir zaman için verilen taviz, taviz değil, karşı saldırı için bir gerilme ve gerilemeden ibarettir Böyle bir düşünceyle yapılmayan, karşıdakini durdurmak, daha ileri gitmesini önlemek için verilentaviz yenilmektir Bunun başka adı yoktur

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.