Şengül Şirin
|
Destanlarda Nevruz’un İzleri
Destanlarda Nevruz’un İzleri Destanlar, milletlerin din, fazilet ve millî kahramanlık maceralarının şiirleşmiş hikâyeleridir Destanlar, bir milletin bütün varlığını ifade ederler Gerek tarih, gerek fikir ve sanat bakımından büyük değer taşırlar Destanlar tarihi aydınlatarak fikir ve sanat hayatına kaynak olurlar Tarihleri bilinemeyecek kadar eskilere uzanan milletlerin ilk çağlarını bize bir takım mitolojik menkıbeler halinde anlatırlar Bunlar gerçek olmasalar, hatta gerçeğe uymasalar bile, milletlerin kendi millî mazileri hakkında neler bilip neler düşündüklerini haber vermek bakımından önem taşırlar Ancak destan, tarih demek değildir Kökü tarihe dayanan, ilhâmını tarihten alan bir halk edebiyatı verimidir Bazı milletler, millî mizaçları gereğince, destanlarında tarih gerçeklerinden uzaklaşmaz ve halk diliyle söylenmiş birer tarih gibi, destanlarını tarihe uyan bir ifade ile söylerler Türk Milleti’nin destanlarında bu vasıflar üstündür
Türk destanlarının İslâmiyetten önce de, İslâmî devirde de öz bakımından aynı karakteri göstermeleri; İslâmî devirdeki Türk destanlarının, sadece değişen bir medeniyet ve yeni bir kültür anlayışının icabı olan değişikliklerin dışında bir farklılık getirmemesi, bütünlüğün bozulmamış olması destanlarımızın özelliklerindendir Çeşitli ve farklı devirlere ait olmasına rağmen Türk destanları hiçbir zaman dağınık ve birbirlerinden uzak bir halde değildirler Bu destanlar farklı zaman dilimlerinde hep aynı ülkünün peşindedirler: Dünya yaratılmıştır “Yaratılış Destanı”; insanların çoğalması için “Türeyiş Destanı” Çoğalan insanlar nereye sığar dersek göç başlar “Göç Destanı“ Varılan ilde bazen de yok olma belası ile karşılaşılır İşte bu anda “Bozkurt Destanı” doğar Oğuz Kağan Destanı, bu yeniden dirilen milletin gelişmesi ve yayılışıdır Ancak su uyur da düşman uyumaz O zaman Türk, kabuğuna çekilir güç toplar Şu Destanı ve Ergenekon destanı, bu ebedî gücün toplanışıdır
Toprağın önce yağmur sularıyla sulanarak ardından da karın beyaz örtüsü altında kısa bir ölüm uykusuna yatıp ilkyaz ile yeniden doğması , Türk destanları içinde karşılığını Ergenekon’da bulmuştur Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da “Ergenekon Bayramı”dır Bu isim geçmişten günümüze kadar hâlen çeşitli Türk boyları arasında canlılığını koruyor Bu bayram aynı zamanda milletin destanların gücüyle birbirlerine olan güven bağını güçlendiriyor Ergenekon da böyle bir gelenektir Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk’ünde naklettiği Ergenekon menkıbesi eski Çin kaynaklarının verdiği tarihî olayların bir yankısıdır 400 yıl dört tarafı yüksek dağlarla çevrili bir vadide kalan Türk’ün yaşama kavgasıdır Ergenekon’dan bir bahar günü tekrar ata yurduna döndüğünde hürriyetini, istiklâlini tekrar kazanmış dosta, düşmana Türk’ün varolduğunu tekrar duyurmuştur
İşte o gün 21 Mart günü, “İstiklâlin kazanıldığı” kurtuluş günü Türkler’de bir geleneğin doğmasına sebep olmuştur Türk milleti için bu derecede önem kazanan destanı her Türk genci çok iyi bilmelidir Çünkü geçmişten günümüze kalan bu miras, karşımıza aldatıcı maskelerle çıkacak farklı iddialara doğru cevaplar vermemize yardımcı olacaktır
Bu destan, Gök Türkler’in en büyük destanıdır Türk destanları arasında müstesna ve çok mühim bir yeri vardır Destana göre Ergenekon, Türklerin yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları; etrafı aşılmaz dağlarla çevrili, mukaddes bir toprağın adıdır
Ergenekon Destanı, çoğu kaynaklara göre Büyük Hun Devleti döneminde teşekkül etmiştir Hatta, ÇianKen’in M Ö 119 yılında, Çin imparatoruna sunduğu bir raporda, bu destandan söz ettiği bilinmektedir
Ergenekon Destanı ile Gök Türkler‘in tarihi arasında açık benzerlik vardır Her şeyden önce Hun birliğinin dağılışından Gök Türk devletinin kuruluşuna kadar geçen 450 yıllık zamanla, destandaki 400 yıl birbirine çok benzemektedir
Büyük Hun birliğinin Çinlilerle birleşen bozguncu boyların hücumu ile dağılıp yok oluşu sırasında Altay Dağları çevresine göçen Gök Türkler’in hikâyesi, destanda Kayıhanlı ve Dokuz Oğuzların göçü olarak anlatılır Ergenekon Destanı; bir bakıma, Gök Türkler’in doğuş destanıdır Bu destan ilk defa 13 Asırda tarihçi Reşîdüddin tarafından yazıya geçirilmiştir Yazarın “Câmiü’t-Tevârih” adlı kitabına kaydettiği bu rivayet, Farsça yazılmıştır
Destanların milletlerin şekillenmesinde önemli bir yere sahip olduğundan bahsetmiştik Özellikle son yıllarda, Doğu ve Güneydoğu Anadolulu bir kısım kişiler Ergenekon destanında yansımaları olan Nevruz bayramını vesile ederek bölücülüğe yeltenmektedirler Aslında Türk‘ün dirilişinin ve milliliğinin ifadesi olan Nevruz’u Kürt bayramı gibi tanıtmaktadırlar Bu iddialarında ise delil olarak “Demirci Kava Destanı”nı esas almaktadırlar Onlara göre bu günde (21 Mart’ta) Demirci Kava’nın önderi olduğu Kürtler Dahhak’a karşı ayaklanarak istiklâllerine kavuşmuşlardır Bu iddialarını sabitleştirmek için bazı piyesler de kaleme almışlardır Mesela Kemal Burkay imzasıyla yayınlanan “Dehak’ın Sonu” bunun bir örneğidir
Bu destan Ergenekon Destanı ile paralel olarak düşünülerek Kürtlerin doğuşu için bir kaynak olarak gösterilmeye çalışılmaktadır Kava Destanı’nın Ergenekon Destanı’nın değişik bir rivayeti olduğuna ise hiç dikkat çekilmemektedir Ayrıca bu destanın bir benzerine de Dede Korkut‘taki “Basat’ın Tepegöz’ü öldürdüğü Destan“da rastlıyoruz Ergenekon Destanı’nın 13 Yüzyılda ilk defa Farsça olarak yazıya geçirildiğinden bahsetmiştik Kava Destanı ile ilgili ilk yazılı rivayet Firdevsî’nin “Şehnâme”sinde ve Şeref Han’ın “Şerefnâme”sinde yine Farsça olarak yazılıdır
Peki Firdevsî kimdir? Şehnâme’yi niçin yazmıştır? Ve nasıl olur da kaynağını ancak XI Yüzyıla indirebildikleri bir destan parçası ile Nevruz bayramı özdeşleştirilebilir? Bu soruların cevaplarını tarihin yazılı kayıtlarında kolayca bulabiliyoruz
Firdevsî dağılmaya yüz tutan Fars birliğini yeniden bir araya getirmek için, otuz yıl emek vererek manzum bir eser yazar Bu eser Şehnâme (Şahnâme) adını taşır Altmış bin beyit tutarındaki bu eser, İran’ın milli destanı olarak kabul edilir Defalarca yayınlanır ve kısa zamanda dünyanın sayılı klasikleri arasına girer Şehnâme’deki mücadele dışa dönüktür Firdevsî, eserini bir çok tarihî olaya, efsane, menkıbe, rivayet ve hayal unsuru motiflerle süsleyerek, Fars ırkının, Arap ve daha ziyade Türk ırkından üstün bir ırk olduğunu ispatlamaya çalışır Bu destanda mücadelenin büyük bir bölümü Türkler’e karşı verilmiştir Nitekim bu durum, Türklerin “Buku” veya “Buka Han” dedikleri “Alp Er Tunga” destanda “Afrasyab (Efrasiyab)” adıyla karşımıza çıkar; İran Şahı Keyhüsrev tarafından tuzağa düşürülerek, hile ile öldürülür Onun ölümüyle birlikte Farslar kendilerine göre dolayısıyla büyük bir belâdan kurtulmuş olurlar Bu günü kurtuluş günü kabul edip, bayram yaparlar Bu bayram bildiğimiz Nevruz bayramından başka bir şey değildir Daha sonraki asırlarda tarihe mal edilecek olan Kava ve Dahhak gibi şahısların varlığı da yine bu eserdeki efsanelerden kaynaklanır

21 Mart’ta Nevruz’un semeni göğertmek en çok bilinen Türk âdetlerindendir Böylece Firdevsî Nevruz’u İran geleneğine bağlamaya çalışır Ancak onun kaynağının tarihi ancak XI Yüzyıla kadar inebilmektedir Ayrıca Kava Destanı, Türk destanları ile çok benzerlikler göstermekte ortak noktalar taşımaktadır
Her iki destanda; müşterek olup önemli yer tutan unsurlar, şöyle gösterilebilir: - Çadır hayatı
- Düşman saldırısı
- Esaret
- Esaretten kurtulmak
- Dağlara sığınmak
- Hayvan beslemek
- Çoğalmak
- Demircilik sanatı
- Ateş yakmak
- Yayılmak, göç etmek
- Bayrak dalgalandırmak
- Yeni bir hükümdarın başa geçmesi
- Düşmandan intikâm almak
- Huzura kavuştukları günü “bayram” olarak kutlamak
Gerek Demirci Kava, gerekse Ergenekon Destanı’ndaki ortak noktalar içinde özellikle “Demircilik sanatı” üzerinde durulması gereken önemli bir konu olarak dikkatimizi çekmektedir Bilindiği üzere demirin Türk kültür ve medeniyeti tarihindeki yeri, çok eskilere dayanmaktadır En aşağı, M Ö 1400′lerde Altay’ların batısında bol miktarda demir elde edilmekte olduğunu söyleyen W Ruben; “tarihî vesikalara dayanarak bu eski Türk sahasını demir kültürünün doğduğu yer kabul etmekte zaruret vardır ” Demektedir
M Ö 1022 yılına ait kayıtta, “lüks kılıç” anlamında bir “kingluk” kelimesi, “Hunların eski ecdadının sözü’ olmak üzere M Ö 47 yılında yazılan bir Çin kaynağında zikredilmiştir Fr Hirt, bu sözü Türkçe’de “iki yüzlü bıçak” anlamında, bugün dahi kullanılan “kingirlik” kelimesi ile birleştirmiş ve bunu “tarihte kayıtlı en eski Türkçe kelime” olarak kaydetmiştir
Gök Türkler sahasından İran sahasına, mesela Horasan’a “demir levhalar’, “karaçori’ ve “bilgatekinî” denilen güzel kılıçların ihraç olunduğu bilinmektedir İran destanı bile, Türkleri en eski zamanlardan beri bir “çeliğe bürünmüş” millet olarak anlatır
Ergenekon Destanı’nın en önemli motiflerinden biri de, kuşkusuz bu “demircilik geleneği’dir Oğuz Kağan Destanı’nda; “canavar geyik yedi, ayı yedi Çıdam onu öldürdü Demir olduğundandır” diyen Türkler, insanı başka mahlûklara ve başka insanlara hâkim kılan silahın kıymetini elbette çok iyi biliyorlardı
Gök Türkler’in demirden bir dağ eritmeleri, bunu yapan kahramanlarını da “demirci” sözüyle ebedîleştirmeleri bu yüzden önemlidir O kadar ki Türkler, bu günü bayram bilmiş; Ergenekon’dan çıktıkları günün yıldönümlerini tiyatroyu andırır temsilî törenlerle kutlamışlardır Bu törenlerde, ocakta kızdırılmış demirleri örs üstüne koyup iri çekiçle döverek asırlarca Avar’lara silah yapan ve bu silahlarıyla Türk illerinde büyük hakimiyet kuran atalarını, hep saygıyla anmışlardır Nitekim, birçok Türk boyları demiri mukaddes saymışlar, üzerine and bile içmişlerdir
Arapların “hakiki Türk” dedikleri Hakanlı Türkler, kendilerini soy itibarıyla bir “demirci millet” olarak tanımışlar, hükümdarları demirciliği kutlamışlar ve demircilik sayesinde esaretten ve zulmetten kurtulduklarına inanmışlar, onlara Çinliler de Cucen (Avar)lerin demircileri demişlerdir
Gök Türk devletini kuran Bumin Kağan ile İstemi Kağan “demirci” idi Özbek Türkleri’nin şahları arasında da demirciler vardır
Yukarıdan itibaren vermiş olduğumuz bu bilgiler ışığında Kürtleri Dahhak’ın zulüm ve esaretinden kurtaran Kava’nın da bir “demirci” olması, bu bakımdan önemlidir Kava, sıradan bir demirci değil, tıpkı Gök Türkler’de olduğu gibi, demirden savaş araç ve gereçleri yapan bir sanatkârdır Kava’nın kimliği hakkında Ferhengi Ziya/Gencine-i Güftar’da bu yönde bilgiler verilir Bu isme ilk defa İranlı Firdevsi’nin “Şehnâme”sinde rastlanmıştır Ondan önceki eserlerde bu isim yoktur Şehnâme’de Kava’nın kimliği ve milliyeti hakkında hiçbir bilgi verilmediği halde bir takım Kürt kaynakları bu kahramanı sahiplenerek kendilerine uydurma bir tarih oluşturmaya çalışmaktadırlar Ancak bu konuyla ilgili ilmî bilgiler de mevcuttur Arthur Christensen’in öne sürdüğü iddia bir hayli ilgi çekicidir Ona göre, Kava, Sasanîler (M S 226-642) döneminde ortaya çıkmıştır Kava’nın adı bu devirde duyulmaya başlamış ve Dahhak Efsanesi’ne dahil edilmiştir A Christensen’in görüşü aslında bir gerçeği ifade etmektedir Bu da şudur ki, Demirci Kava, Gök Türkler devrinde yaşamıştır Bu bilgilere göre Demirci Kava’nın İran soyundan değil, Türk soylu bir kahraman olduğu ortaya çıkmaktadır Kava, İran-Turan (Türk) savaşlarına sahne olan bir coğrafyada, zulme ve zorbalığa karşı direnen ve başkaldıran bir önderdir Her iki destan da aynı coğrafyada kaleme alınmış, aşağı yukarı aynı asırlarda derlenmiş ve her ikisi de zamanın geçerli yazı dili olan Farsça ile yazılmıştır Motifler hep aynıdır

Atatürk’ün huzurunda Ankara’da yapılan bir Nevruz Töreni - 21 Mart 1922 Aslında, Ergenekon Destanı, çok daha gerilere dayanmaktadır Hunlar devrindeki bazı Çin kaynakları Ergenekon Destanı’ndan haberler vermektedir Bu bilgilere dayanarak Demirci Kava’nın yaşadığı devri Hun’lar çağı olarak düşünebiliriz Hun Türkleri’nin bir kahramanı olarak Kava, Türk boyları ve kavimlerinin muhayyilesinde hep canlı olarak yaşamış ve unutulmamıştır Bu düşünceyi kuvvetlendiren bir diğer kaynak ise Hunlara ait Oğuz Kağan Destanı’nda, “Tömürdü Kağul” adı ile karşımıza çıkan kahramanda şekillenir
Destana göre; Oğuz Kağan, Çürçet Kağan üzerine yürürken, yolda bir ev görmüştü Bu evin duvarları altından, pencereleri gümüşten, çatısı ise demirdendi Bu demir çatıyı ancak, Oğuz ordusundaki Tömürdü Kağul adlı bir “demirci” açmıştı “Tömür”, “demir”, “tömürdü” demirci demektir Tömürdü Kağul da, Demirci Kağul anlamındadır
Günümüze kadar gelebilmiş destan parçalarından hareketle Nevruz hakkında ortaya atılan iki görüşe rahatça cevap verebiliyoruz Bu görüşlerden birincisi; Türklerde bahar bayramı (Nevruz), bilinebilen en eski zamandan beri Türklerin bayramıdır ve onlar vasıtasıyla bütün Asya’ya ve Avrupa’ya (Avrasya) yayılmıştır İkinci görüş; bu bayram İran menşelidir, eski İran efsaneleriyle bağlantılıdır Her iki görüşe Prof Dr Reşat Genç’in sözleriyle cevap vermek yerinde olacaktır: “Eğer İran’da da, Hunlarda olduğu gibi milattan önceki yıllarda Nevruz bayramı olsaydı, milattan sonra XI yüzyıla gelmeden önceki İran metinlerinde de bunların izlerinin bulunması gerekmez miydi?”
Kaynak:Hatice Emel AŞA, Yeni Avrasya Dergisi,Mart-Nisan 2000
|