…Şamanizm… |
05-14-2009 | #1 |
Şengül Şirin
|
…Şamanizm……Şamanizm… Şamanizm ya da Kamcılık (şamanlar tarafından “deneyim” olarak ifade edilir), varlığı tüm insanların tarihinde erken taş devrine ve daha da geriye kadar kanıtlanabilen, inisiyasyon içeren bir vecd ve trans tekniği(Genel Bilgiler - 1) Şamanizmi en uzun süre ayakta tutmuş olan toplulukların arasında hiç şüphesiz Türkler de vardır Eski Türk inancı Tengricilik’te de hep varolmuş olan şamanizm geleneği, Kuzey ve Orta Asya’nın bazı Türk topluluklarında hâlâ sürdürülmektedir III ŞAMANİZM VE ESKİ TÜRK İNANÇ SİSTEMİNE BİR (EZOTERİK ) YAKLAŞIM VE SEMAVİ DİNLERE ETKİSİ Tarihçi ve yazar Enver Behnan Şapolyo, ‘Tarih Boyunca Türk Tefekkürü Şamanizm Tefekkürü” adlı kitabını Şamanizm ve Türk tefekkürüne ayırmış ve Şamanizm ile Türk inanç sistemini eş kabul ederek, bu inanç sisteminin semavi dinlerdeki ( Musevilik, Hıristiyanlık, İslam ) günümüze kadar gelen oluşum ve etkilerini incelemiştir : İNANÇLA İLGİLİ DÜŞÜNCELERİN DOĞUŞ YERİ İlk inanç tefekkürü Asya’da yaşamakta olan insanlar arasında doğup gelişmiştir İnsanlığın ilk ulu tefekkürü Orta Asya’da Tanrı Dağı sakinlerinde doğmuştur Bu ülkede yaşayanlar yalnızca Türkler’di Türkler bu ilk yurtlarına “Günortaç”, doğu kesimine “Hatay Ülkesi”, batı kesimine “Horasan İli”, kuzey kesimine de “Kıpçak Ülkesi” adını vermişlerdi Bu ülkede doğan inanç sistemi üç merkezde kendini göstermiş ve temelleşmiştir : Birincisi Günortaç’ta “Şamanizm” ; ikincisi Orta Asya’dan Mezopotamya’ya göç eden Sümerler’in inancı ; üçüncüsü ise yine göçün sonucu, Mısır’da Menfıs mevkiindeki “hermetizm” tefekkürüdür 1 Şamanizm Şamanizm ; evrenin yaradılış düşüncesidir Bu ilk düşünceler Orta Asya’daki Eski Türkler tarafından ele alınarak yaradılış sırları çözülmeye çalışılmıştır Sonunda bütün varlıkların, evreni kaplayan bir nur olduğu, bu nurun da “Hüsn-ü Mutlak” (mutlak güzellik) olduğu inancına varılmıştır Yaradılış Efsanesi Kainat (evren) henüz yaratılmadığı zamanda, yukarıda gök, aşağıda yer ve canlı mahluk ta yoktu Kainatı yaratan Hüsn-ü Mutlak bu güzelliği tecelli ettirmeyi düşündü, bu güzellikten bütün varlıklar bir anda hasıl oldu Bunlar arasından insan, evrenin özvarlığını düşündü, bunun Nur-u Ziya olduğu sonucuna vardı Gök alemini kaplayan “yaratıcı ve yaşatıcı”, nur-u ziyayı dünyaya hayat vermek üzere Güneş’i bahşetti, ayı da ona eş olarak yarattı Güneş’e inananlar “Şamanizm” inanç sistemini oluşturdular Böylece Şamanizm Türk tefekkürü olarak ortaya çıktı Şamanizmde güneşe gün ana denmekte ve göğü ve yeri aydınlatmaktadır Ay ise ay ata’dır Bunlar nur-u ziya varlığının kutsallarıdır Şamanizmde güzelliğin timsali güneş olduğu için kutsaldır, tan yeri ağarırken ona ibadet edilir Türkler’e göre evrende bütün varlıklar dört eşit parçaya bölünmüştür Dört’te manevi cevher vardır; dört yön de dört renk te ( gök - kızıl - ak - kara ) kutsaldır Şamanizmin din adamlarına “şaman” veya “kam” denir Şamanın ayin yönetmek yanında, sihirle ilgili bazı görevleri de vardır Şaman kırmızı külah giydiğinden “kızılbaş” “diye de anılır, kopuz, tef, davul çalar, raks eder Şaman olmak birçok şarta ve merasime bağlıdır Bunlar kainatın sırlarını çözen tefekküre sahiptirler Bu tefekkür sisteminin izlerine İslamiyet te tasavvufta rastlıyoruz Türkler Müslüman olduktan sonra Şamanizm, tasavvuf şeklinde Horasan Erenleri vasıtasıyla Anadolu’ya yayılmıştır Horasan Erenleri’nin en büyüğü mutasavvuf Ahmet Yesevi’dir Onu izleyenler Hz Mevlana, Hacıbektaşı Veli, Ahi Evren Veli, Hacı Bayram Veli Mir Bu kişiler tasavvuf yoluyla Şamanizmi Türk tarikatları bünyesinde asırlarca yaşatmış ve günümüze kadar gelmesine sebep olmuşlardır 2 Sümer Medeniyeti ve İnanç Tefekkürü Güneşe yani Nur-u Ziya denilen ebedi güzelliğe inanan dini sistem Şamanizm tefekkürü, M Ö 5000 dolaylarında Türkler’in Orta Asya’dan Mezopotamya’ya göç etmeleri sonucunda Sinear bölgesinde yerleşen Sümerler tarafından taşınmıştır “Güneş Sistemi” olarak gelişen bu inanç sisteminde, Sümerler’in en ulu ilahı Güneş’ti Güneş inancı, Şamanizmden kaynaklanan ve Orta Asya’dan göç etmiş Türkler’ce oluşturulan bir inançtı Sümer Türkleri’nin büyük bir medeniyet merkezi olan Uruk’ta yeni bir inanç gelişti : Bu yeni inanç düşüncesini Uruk’lu bir heykeltraş olan Azer’in oğlu İbrahim oluşturdu Bu ilk tek tanrı fikridir Bu tek tanrı tefekkürü Sümer Türkleri medeniyetinin mirasçısı olan Sami kavimlere geçti Museviler Hıristiyanlar ve Müslümanlar tek tanrı inancını kabul ederek üç büyük (semavi) din doğdu 3 Mısır Medeniyeti ve İnanç Tefekkürü Şamanizm tefekkürü Sümerler’le beraber Mısır’a yerleşen Türkler kanalıyla Hermetzim ( Hermestod ) Tefekkürünü oluşturdu Mısır’ın deltasına yerleşen oymaklar “nom” adı ile siteler kurdular Bunların içinde Türk oymaklarının isimlerini taşıyanlar vardır: Bunlardan birinin adı “Yuf’tur ki bu ada halen Orta Asya’nın bir çok yerinde rastlanmaktadır Tenis şehri de “Tan” oymağının adını taşımaktadır Nom sitelerinin devlet başlarına “sanı” denirdi Saru eski Türkçe’de “nur” anlamındadır Hükümdarlar güneşin nurundan unvanlarını almışlardır Mısırlılar, güneş mabetlerine de “het saru” (nur şatosu) derlerdi Saru Sümer dilinde “hükümdar, prens” anlamındadır İbranice’de “şaru” kelimesi “prens” demektir Mısırlılar’da ilk medeniyet kuranların dilleri de Ural-Altay dilinden doğmuş bir karışım olduğu anlaşılmaktadır Özellikle din, tefekkür ve ahlaka ait sözcükler Türkçe köklüdür Mısır dini (inancı) Şamanizme pek benzemektedir: Eski Türkler’de olduğu gibi Mısır’da da güneş ve onun nuru ilahlarıdır, bu nuru kaplayan da göktür Mısır inancında en önemli rol sahibi güneştir Bu düşünce sistemi hermetizm olarak adlandırılan tefekkürü oluşturmuştur HERMETİZM ( HERMESTOD ) TEFEKKÜRÜ M Ö 5000 ile 3000 yıllarında Türklerin Orta Asya’dan göçü olmuştur Bu göçün bir kısmı Mezopotamya ‘ya yerleştikleri tarihlerde bir kısmı da Nil deltasına yönelmiştir Tarih öncesi devir yaşanmakta olan Mısır’da birden tarih çağı başlamıştır Mısır’ın eski tarihi incelendiğinde halkın Afrikalı, Arap ve Kafkas Ari kavimlerinden olmadığı, dilinin de Arapçayla ilgisi olmadığı anlaşılır Mezarlardan çıkarılan mumyaların beyaz ırktan olduğu, sima, dil ve dini düşüncelerin eski Türkler’le pek benzeştiği görüldüğünden bu halkın Orta Asya’dan göç eden Türkler’den olduğu sonucu çıkmaktadır Mısır tanrısı nur ilahıdır, güneşin timsalidir Horus, “hor” sözcüğünden gelmekte, hor sözcüğü Türkçe’de “nar-ı beyza” anlamını taşımaktadır Ayrıca, Mısırlılar’ın savaş ilahı “kurf’tur Bunlar, Mısır dininin, Orta Asya kabileleri tarafından Nil vadisine getirildiğinin işaretleridir Mısır’ın manevi kitapları Hermes’e aittir Hermes’in ne zaman yaşadığı kesin olarak bilinmemektedir, 42 tomar yazı yazdığı rivayeti vardır Hermes’in oluşturduğu tefekkür, evrenin sırlarını aramaktır Buna Hermetizm adı verilmiştir Bu sırlara vakıf olmak isteyenler esrarengiz törenle “gizli mabede” alınır, orada eğitilir, aydınlatılırdı Hermetizm ne bir din, ne de mezheptir Yalnız tefekkür cemiyetidir, doğanın sırlarını araştırma yoludur Bu yolda çalışanlar müspet bilimlerin köklerini keşfetmişlerdir : Astronomi, fizik, geometri, felsefe, ahlak ve teoloji bilimlerinin kökenine inilmiş, gelecek nesillere önderlik edilmiştir Bu mabette yetişenler Mısır’da devlet idaresi ve firavunluk mertebesine erişmişlerdir Hermetizm, Şamanizmin Mısır’da oluşan en gelişmiş şeklidir KABBELA TEFEKKÜRÜ Şamanizmin bir tekamülü olan Hermetizm, Mısır’da kapalı bir tefekkür olarak yaşamış, sonunda Mısır’daki İbraniler vasıtasıyla Filistin’e geçerek Kabbela Tefekkürü olarak gelişmiştir Kabbela “gelenek” anlamının taşımaktadır Hz Yusuf vasıtasıyla Mısır’a gelip yerleşen (M Ö 1650) İbraniler ( İsrailoğulları ) zamanla çoğaldılar Mısırlılar tarafından hakir görülerek zulmedilmeye başlanan İbraniler’i, II Ramses’in yeğeni olan (Hz ) Musa kurtarmaya ahdetti Musa, Kermes Mabedinde yetişmiş üstadlardandı Hermes tefekkürünü İbraniler arasında gizlice öğretti, 70 kişi yetiştirdi Mısır’dan ayrılan İbraniler tarafından oluşturulan bu düşünce sistemine Kabbela Tefekkürü denildi Musa bu tefekkürünü “Zohar” adlı bir kitapta toplamıştır Zohar “Nur Kitabı” anlamına gelmektedir Bu kitapta yıldızlar aleminin gizleri yazılıdır, başta güneş ve ay gelmektedir Bu da Şamanizmin hermetizmden sonraki şeklidir Zoharda dört esas vardır : İlahi ruh, nesih (hava), su ve ateştir Evrenin sırları, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’ta değil, Zohar’da yer almıştır Zohar’ın içeriği Şamanizmin “hüsn-ü mutlak” tefekkürüne dayanmaktadır Tevrat’a inananlar Yahudi cemaatini oluştururlar Tevrat’ın, Yahudilerin Babil esaretinden sonra yazıldığı anlaşılmaktadır Çünkü Tevrat’ta yer alan birçok olayın Sümerler’den alındığı anlaşılmaktadır: Tufan olayı Sümer kitaplarında aynen mevcuttur Hermes ve Kabbela tefekkürü Musevilik ve Hıristiyanlık dinleri içinde yer almamıştır Dinlerin itikatları dogmatik olduğundan, düşünce hürriyeti taşıyan ve doğa olaylarını akıl yoluyla izleyen düşünce sistemleri, dinler dışında gizli-kapalı şekilde devam etmiştir Hermetizm ve kabbela Suriye ve Anadolu’da gizli mezhepler şeklinde yaşamış, Filistin’de taşçılık yapan Kenanlılar arasında yaşatılmış, Haçlı Seferleri ile Anadolu, Suriye ve Filistin’e gelen Hıristiyanların bir kısmı, bu kapalı- gizli tefekkür ve Ahilik’le tanışmıştır Bu yolla, eski Orta Asya dini düşüncelerini taşıyan ahiliğin, anılan temaslarla Hıristiyanlar kanalıyla Avrupa halklarına ulaşmış olduğu anlaşılmaktadır Şamanizm ; Hermestod, Kabbela ve Epifani tefekkürü ile olgunlaşmıştır Mısır (Menfıs) gizli mabedinden geçen bu tefekkür (Epifani ile) İtalya’ya, oradan da Fransa’ya ve İngiltere’ye geçmiştir Bu tefekkür Orta Çağda uyumuş, haçlı seferleri ile yeniden uyanmıştır TASAVVUF TEFEKKÜRÜ Tarih boyunca insanlığın tefekkürü Şamanizm, Hermetizm, Kabbela ve Epifani olmak üzere dört devre geçirmiştir Budizm, Konfıçyüs dini ile Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık bu dört tefekkürden ilham almış fakat ayrı bir yoldan insanlığı aydınlatmışlardır Bu dört tefekkür bütün dinlerin dışında kalmış, insanlığı akıl ve hikmet, vicdan ve güzellik duygularıyla etkilemeye çalışmışlardır Bu tefekkürler İslam aleminde tasavvuf kisvesiyle temelleşmiştir Uzun ve kanlı savaşlardan sonra 10 Asırdan itibaren Müslümanlığı kabul eden Oğuz Türkleri, Şamanizm tefekkürünün yüksek tesirinden ayrılamamışlardır : İslamiyet bir dindir ve felsefesi olmaz İslamiyet uluhiyet tanıyor, ahlak telkin ediyor ve bir hukuk müessesesi oluşturuyordu Her din gibi o da dogmatik idi ve hür bir tefekküre meydan vermiyordu Dinin emirlerine kayıtsız şartsız uymak imanın şartı idi Fakat akıl ve hikmet ; insanlığı, ileriyi, yeniyi, güzeli düşünüyordu Bu yola giren Müslümanlar İslam ın felsefesi olan “kelam”ı oluşturdular Kelam İslami felsefedir Bu felsefe konu olarak mezhep ve tarikatların ayrı ayrı görüşlerini incelemiştir Dini konular ele alınarak Kur’an ve hadisler incelenmiş, ayrı yollar oluşmuştur Bunlar mezhep olarak adlandırılır Bu mezheplere girenler sofi olarak anılmışlardır Arap, Hint ve İran Müslümanlarında mezhep var, tarikat yoktur Tarikat yalnız Türkler’de doğmuştur Türk tarikatları Şamanizmden kaynaklanır Şamanizm, İslamiyette “tasavvuf olarak temelleşmiştir Bütün Türk tarikatları tasavvufa dayanmaktadır İlk mutasavvuf Ahmedi Yesevi’dir Şamanizmi İslami akidelerle birleştirerek İslam tasavvufunun kurucusu olmuştur Ahmedi Yesevi müritlerine “Horasan Erenleri” adı verilmiş ve bunlar, Anadolu Türkler tarafından fetholunca Anadolu’ya göç etmeye başlamışlardır Göç edenlerin en önde gelenleri : Mevleviliği kuran Mevlana Celaleddini Rumi, Bektaşiliği ve Kızılbaşlığı kuran Hacı Bektaşi Veli, Ahiliği kuran Ahi Evran Veli’dir Özellikle Bektaşilik’te ve Kızılbaşlık’ta Şamanizm tamamen yaşamaktadır Ahilik te Şamanizmden doğmuştur Haçlı Seferleri ile Anadolu’ya gelen Hıristiyanlar ahiliği incelemişlerdir |
Cevap : …Şamanizm… |
05-14-2009 | #2 |
Şengül Şirin
|
Cevap : …Şamanizm……Şamanizm… IV ŞAMANİZMİN VE ESKİ TÜRK İNANÇLARININ GÜNÜMÜZDEKİ YANSIMALARI(Genel Bilgiler - 2) Din bilimcilerin “kitaplı dinler” olarak ifade ettiği semavi dinler, eski dinlerin ve inançların etkisinden kurtulamamışlardır Bu olgu İslam dini ve Şamanizm için de geçerlidir Orta Asya’da Şaman ya da Gök-Tanrı inancım taşıyan Türkler İslamiyeti kabul ederken, Müslümanlığı Arap Yarımadası’nda ortaya çıktığı şekilde değil kendi kültür ve eski inançlarıyla uyumlu olabilecek özellikleriyle birlikte benimsemişlerdir Tariçilere göre Türkler’le Arap İslam ordularının ilk karşılaşmaları Kafkasya üzerinden Hazar Türkleri, Horasan üzerinden de Göktürkler’le olmuştur Müslüman Arap ordularının Orta Asya’ya yayılmak ve hakimiyet kurmak için giriştikleri savaşlar çok kanlı olmuştur Arap orduları içindeki “bedevilere”, fethedilen yerlerde vaad edilen ganimet, Türk yurtlarında tarihin ender rastladığı vahşete ve toplu katliamlara yol açmıştır O tarihlerde Türkler arasında en yaygın din anlayışının başında Şamanizm, budizm yer almaktaydı Bazı bölgelerde ve Türk topluluklarında ise Hıristiyanlık, Musevilik, çintuizm ve birçok farklı inanç ta hüküm sürmekteydi Bu nedenle bu kadar çok sayıda ve birbirinden farklı dinlerin aynı coğrafi bölgelerde birarada kavgasız yaşaması, muhtemelen Türkler’de başlangıçtan beri varolan tolerans düşüncesinin bir ürünü veya toleransın gelişip yerleşmesine neden olmuştur Fakat Arap ordularının, zenginliği ile bilinen Türk yurtlarına karşı başlattıkları ve ganimet vaad edilen yayılma ve bir dinin zorla kabul baskılarının doğurduğu çok kanlı savaşlar, Müslümanlığın 300-350 yıl kadar süren büyük bir direnişten sonra kabulüne yol açmıştır Hazar Türkleri arasında Müslümanlık yerleşememiştir 8 yy başlarında Hazar Hakanı Yahudiliği din olarak seçmiştir Bu bölgede islamiyet, Hazar Devletinin yıkılışından sonra Özbek Han (1313-1340) zamanında kanlı mücadeleler sonunda yerleşmiştir Oğuz’ların İslamlaştırılması iki asır sürmüştür Kıpçak Türkleri’nin İslamlaşması ise 10 yy başlarından 14 yy başlarına kadar devam etmiştir Çok uzun süren kanlı savaşlar sonunda kabul edilen Müslümanlığa Türkler eski inançlarını da taşıdılar Türkler bedevi İslamı aynen benimseme yerine kendi inançlarıyla harman edip yeni bir sentez oluşturdular Bu sentez İslamın Orta Asyalılaşması olan ve başında Hoca Ahmet Yesevi’nin bulunduğu İslamın sufi yorumudur Sufılik yani “tasavvuf, İslamiyetin siyasal mücadelelere, hırs ve menfaate alet edilmesine tepki olarak ortaya çıkmıştır Bu kimseler daha sonraları tıpkı Musevi, Hıristiyan ve Budist rahipler gibi kendilerini halktan ayıran giysiler “sof giymeye başladıkları için bunlara sonraları sufi adı verilmiştir Araştırıcılara göre Türkler arasında İslamiyeti, Emevi Müslümanlığın resmi sözcüleri ve orduları yayamamışlardır Dinin şer’i kurallarını önemsemeyen, dini sufice yorumlayan, halkın benimseyeceği biçimde ifade eden ve halkın eski inançları ile yeni dini kaynaştıran “sufiler” olmuştur 9 ve 10 yy da Türkistan’ı adım adım arşınlayan dedeler, babalar, atalar ; tıpkı şaman dedeler gibi menkıbeler, nasihatler anlatan, halk üzerinde sevgi ve saygıdan kaynaklanan nüfuzları olan kimselerdi Daha sonra bu dedeler, babalar göçlerin başında, uzun süren yolculuklar sonunda Anadolu’ya ulaştılar Bunlar Anadolu’da, dede, baba, abdal ve gazi gibi ad ve unvanlarla Orta Asya’daki misyonlarını sürdürmek için dergahlar açtılar : Mevlana’lar, Hacı Bektaş Veli’ler, Ahi Evran Veli’ler, Abdal Musa’lar, Sarı Saltık’lar, Taptuk Emre’ler, Yunus Emre’ler bu coşkun ırmağın Anadolu’daki kollarıdır DEDE - ŞAMAN Anadolu’da dede olmanın temel koşulu dede soyundan gelmektir Şamanlarda da durum aynı idi Gerek dedelik gerek şamanlığın soydan gelme dinsel özelliği dışında, seçiliş şekilleriyle, kıyafetleriyle, gördükleri hizmetlerle ve kendilerine gösterilen sevgi ve saygıda, bu denli zaman aralığına rağmen aralarında şaşırtıcı benzerlikler bulunmaktadır : Dedeler de şamanlar gibi tamamen hafızaya dayalı zengin halk şiirini, nefesleri, duaları ve sözlü halk geleneğini nesilden nesile aktaran iletişim organları gibidirler Şamanlar gibi dedelerin de hastalıkları iyileştiren olağanüstü güçleri olduğuna inanılır Şaman kendi çocukları arasında samanlığa en çok ilgisi olanı seçer ve geleceğe dayalı gizli bilgiyi de vererek yetiştirir Bu durum aynen Anadolu Aleviliği’nde dede yetiştirme biçimine taşınmıştır Şaman giysisindeki özellikler Bektaşi giysilerine de yansımıştır Şamanlar ( kamlar ), tanrılar ve koruyucu ruhlar için arak (rakı) saçı saçarlar, bu kansız kurban sayılırdı Alevi ve Bektaşi tarikatlerinde de içilen içkiye “içki”, “rakı”, “şarap” denilmeyip, şaşmaz bir kural olarak tolu ya da dolu denilmesi ve içilen içkinin dem anlamına gelmesi benzerlik nedenlerini aydınlatmaktadır Türkler’in İslamiyeti kabulünden bugüne yaklaşık on asır geçmesine rağmen bugün, günlük yaşamımızdaki birçok kültürel, sosyal öğe İslamdan önceki izlerini taşımaktadır Şimdi bunlardan bazılarını ele alalım : İÇKİ İÇİLMESİ Sadece düğün, tören, şölen gibi kutlamalarda değil, ayinlerde de içki içilmesi eski Türk kültüründe çok yaygındır; kutlamanın, ayinin vazgeçilmez bir parçasıdır Şaman ayinlerindeki dinsel toplantılarda içilen kımız, şarap v s bugün Anadolu’da bazı dinsel içerikli toplantılarda varlığını “dem” olarak sürdürmektedir MEZARTAŞI Bu adet eski Türk ve Orta Asya, Mezopotamya kültürlerinden kalmadır Arap -İslam ülkelerinde mezar taşına rastlanmaz Mezarlara taş dikilmesi ve onun adeta bir güzel sanat haline gelmesi İslam coğrafyasında sadece Anadolu’da vardır ve Türkler’in “Atalar Kültü”ne dayanır Mezarlar çok temiz ve bakımlı tutulur, süslenir, çiçeklenir Ruhun ölmezliğine inanıldığı için “ölüm” kelimesi yerine “dünya değiştirdi”, “göçtü”, “don değiştirdi”, “hakka yürüdü” gibi terimler kullanılır MUM YAKILMASI Mum yakılması ve ateş yakılması da eski Türk inançlarındandır Bunun kökeni ateşin kutsal sayıldığı döneme dayanır Ateşe, suya, taşa, türbeye dua edilmesi buralardan medet umulması eski inançlardan kalmadır Anadolu’da yatır, türbe, dergah, kutsal taşlar, mezar v b ziyaretlere giden insan sayısı bir hayli fazladır BEZ BAĞLANMASI, PAÇAVRA BAĞLANMASI Halen yatırlara, bazı ağaçlara ve kutsal sayılan yerlere bez veya paçavra bağlamak, bu yolla adakta bulunmak inancı sürmektedir Bu inanç ta eski Türkler’in şamanın davuluna bez veya paçavra bağlanması yoluyla adakta bulunmak, dilemek gibi kansız kurban sayılan inanç ve geleneklerdendir GÜNEŞ’E, AY’A NİYAZ Anadolu’da orta yaşın üzerindeki insanların çoğu, güneşin ve ayın ilk görülmesi sırasında, ya da ay hilalken niyaz eder, dua ederler, kutsarlar Bunlar İslam da yoktur Eski Türk inancı olan Göktanrı (Kök-tengri) inancından kaynaklanmaktadır Akarsuların, kaynakların, göllerin, bazı ağaçların kutsal sayılması onların kesilmemesi doğa inançlarından kalmadır Eski Türklerin Yer-su (yar-sub) kutsallarıdır MEVLİT OKUTULMASI Mevlit okutmak, Kur-an’ı müzikle okutmaktır Süleyman Çelebi’nin eserleri, Kur-an’ın ayetleri, Hz Muhammet ve Hz Ali’nin hayatının müzikle okunması İslam da yoktur Bu gelenek, eski Türk inançlarından kaynaklanmaktadır Şamanlıkta müziksiz ayin yapılmazdı Ayinde, Şaman davulu, tefi veya kopuz olmadan şaman töreni olmazdı KÜMBETLER Anadolu’da yaygın mimari yapılardan biri kümbetlerdir Bunların mimarisine dikkat edilirse, karşıdan çadıra benzemektedirler Yani göçebe kültürü olan “çadır’ın mimariye taşınmasıdır Bu kümbetler aynı zamanda, Gök-tanrı inancından gelen gök kubbelerdir Göğün mimariye “gökkubbe” olarak taşınmasıdır Renk verilirken de, kubbelerin gökyüzünü andıran kısmı mavi olur Bunun da, İslam öncesi Gök-Tanrı inancının mimariye yansıması kabul edilmektedir EŞİĞİN KUTSALLIĞI Kapıdan içeri girilirken eşiğe basılmaması da eski Türk inancından (Şamanizmden) kalma bir inanıştır (semboldür) Eşik kapıdır Kapı ise yeni bir dünyaya açılmaktadır Bu nedenle saygındır, kutsaldır Anadolu, Balkanlar ve Türkistan’daki din büyüklerinin yattığı yatırlar kitleler tarafından ziyaret edilirken eşikleri niyaz edilir, o kapıdan şefaat beklenir Anadolu’da evlenip yeni evine giren gelin, yeni evine (yeni hayata) girerken evin eşiğini niyaz edip eve öyle girer HALI - KİLİM DESENLERİ Şamanın üzerine giydiği giysiye yılan, akrep, çiyan, kunduz v s yabani - zazarlı hayvan şekilleri çizerek onların kaçırılacağına inanılırdı Bugün Anadolu’da Türkmen köylerinde dokunan halı, kilim gibi örgüler şaman giysilerinden aynı izleri taşımaktadır Türkmen halı ve kilimleri üzerindeki akrep, yılan, kırkayak gibi hayvan resimleri, eski Türk inanış ve geleneklerinden kalma özelliktir Bunun amacının zararlı olan resimdeki hayvanları kaçırmak olduğu kabul edilmektedir NAZAR Anadolu’da halk arasında “nazar” olgusu çok yaygın bir inançtır Bazı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu”, “deve boncuğu”, “göz boncuğu” vs takılır Nazar olgusu da eski Türk inançlarındandır Yine, istenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya el ile tokmak gibi üç kere vurulması da, kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek amacına yönelik eski bir şaman inanışıdır Günümüzde bazı batılıların ilgi duyup tekrar uygulamaya başladıkları şekline ise Neo-Şamanizm denir Bilimcilerin Farklı Görüşleri Şamanizm’in başlangıçta Batılılar’ca çoktanrılı bir din zannedilmesindeki ana etken, Şamanizm hakkında yeterince bilgisi olmayan ilk Batılı gezginlerin Şamanizm hakkında Batı’ya aktardıkları yüzeysel bilgilerden kaynaklanmıştır Her şeyden önce, Asya Şamanizm’inde tapınma yoktur, ki bu da bir din olmadığını açıkça ortaya koymaktadır Şamanizmin tanımında bilim adamları aynı fikirde değildir, bu hem şamanizmin içinde barındırdığı farklı yön ve öğelerden hem de şamanizmin çok farklı coğrafyalarda, aynı temelde ama çok farklı şekillerde var olmasından kaynaklanmaktadır Büyük çoğunluğu eski Sovyet bilim adamları olan bir kesim (Mikaylovskiy, Haruzin, Potapov, Alekseev gibi) Şamanlığı Türklerin orijinal dini kabul ederken, aralarında Mircea Elide, Jean Paul Roux, V Jochelson, V Bogoras, Hikmet Tanyu, Osman Turan, İbrahim Kafesoğlu’nun da bulunduğu bilim adamı ve yazarlar ise şamanlığı bir din değil Kuzey Asya topluluklarının dini duygularını içeren ve öteki alem varlıklarına hükmeden bir tür kült olarak görmektedirler “Şaman, Anglosakson terminolojisinde anlatılmak istendiği gibi hekim-büyücü olmadığı gibi, şüphesiz tek şifa verici kişi de değildir Kelimenin günlük anlamında bir büyücü değildir ve bu kelimeyle tanımlanması Şamanizme hiçbir zaman sahip olmadığı bir nitelik vermek pahasına onu bulunmaması gereken bir yere oturtmuştur…” (sy63) [kaynak belirtilmeli] “Zaten Şaman, tamamen hayata dönük ve olumlu eylemler gerçekleştirmek isteyen kişiliğiyle hiçbir zaman kara büyüye alet olmaz ve hiçbir zaman kötülük yapmaz; sahip olduğu yetkilerini kendi kişisel hizmetinde ve kendi savunması amacıyla bile kullanmaz Kabile reisi veya hükümdarlarla anlaşmazlığa düştüğünde kendi etkisinden yararlanabilir, ancak hiçbir şekilde görünmez gücüne başvurmaz; ona karşı koyacak herhangi bir gücü yokmuşcasına ve hayatını kaybetmek pahasına maddi gücün kendisini yenmesine seyirci kalır” (sy63) [kaynak belirtilmeli] “Şaman, gücünün kökeni ister kalıtım ister görünmeyenin armağanı olan bir yetenek veya uzun bir acemilik dönemi ya da ‘yetki sağlama isteği’ olsun, amacına, genellikle inzivada veya diğer büyük ustaların yanında gerçekleştirilen sabırlı bir yetişme dönemi geçirmeden ulaşmayı umamaz Ne olursa olsun, güçten düşürücü şekilde gerçekleşen ve sonuçta kendisini bitkin halde yere düşürecek olan bir deneyim için bütün olanaklarını toplamaya çalışmalıdır Evrenin yollarını katetmeye çağrılan şaman, yolunu kaybetmemek için bu yolları mümkün olan en iyi şekilde tanımalıdır; kendisini izleyen varlıklarla devamlı olarak karşı karşıya gelme olasılığı nedeniyle onların geleneklerini, dillerini ve âdetlerini öğrenmiş olması gerekir; belirli hedeflere yönelmesi nedeniyle bu hedeflere nasıl varacağını bilmelidir Gerek geçtiği yollarda, gerek karşılaştığı varlıklarla elde etmek istediği sonuçlara erişebilmesi için şamanın kendisine yararlı olacak araçları tanımaya ihtiyacı vardır Bunlar, yeryüzünün herhangi bir seyyahı için söz konusu olduğu gibi, gerçekleştirilecek işe, öngörülen zorluklara ve her kişinin kendine özgü olanaklarına bağlı olarak son derece çeşitli olabilirler” (sy64) [kaynak belirtilmeli] Tarih Eskiçağ ve Ortaçağ’daki çok yaygın olan sihirlerden farkı, onların kişisel olmalarına karşılık, şamanlığın başta Orta Asya ve Kuzey Asya halkları olmak üzere, Tunguzlar’da, Moğollar’da, Mançular’da, Laponlar’da, Eskimolar’da, Vogullar’da, Ontiyaklar’da, Samoyedler’de, Kafkaslar’da, Hindistan’da, Çin’de, Japonya’da, Endonezya’da, Malezya’da, Polinezya’da, Avustralya’da, Büyük Okyanus’un öbür adalarında, Alaska’da, Grönland ve İzlanda’da, Kuzey Amerika’da, Guyana’da, Amazon bölgesinde ve Afrika’nın birçok yerinde (ufak tefek ayrılıklar bir yana) temel ilkeler değişmemek koşuluyla az ya da çok kalabalık cemaat’ın bulunmasıdır Şamanlığın ne zaman ortaya çıktığı, ne gibi değişiklikler geçirdiği kesin olarak bilinmemektedir Şamanizm’ in köken olarak anaerkil dönemde ortaya çıktığı tahmin edilmektedir, şaman sözcüğü için üç farklı görüş öne sürülmektedir ; 1 Şaman kavramı, Hindistan’daki Pali dilinde ruhlardan esinlenen kişi anlamına gelen “samana” sözcüğünden türemiştir, 2 Şaman kavramının kaynağı, Sanskritçe’de budacı rahip anlamına gelen samana sözcüğüdür, 3 Şaman kavramı, Mançu dilinde oynayan zıplayan, bir iş görürken sürekli olarak hareket eden anlamındaki saman kavramından gelir Bölgesel Şamanlık Farkları Son araştırmalar şamanlığın Türkler’e özgü olmayıp bütün Asya’ya yayıldığını (Samoyedler’den Endonezya adalarına kadar) göstermektedir ki, araştırmacılar, artık Amerika Kızılderilileri’ni de Şamanizm kapsamında ele almaktadırlar Nitekim Mircea Elida Şamanizm adlı kitabında Asya’nın şaman topluluklarında, Amerika Kızılderilileri’nde ve Okyanusya yerlilerinde sayısız unsurun ortak olduğunu ortaya koymuştur Avrupa Şamanlık Avrupa’da ilk çağ devirlerinden beri yaygındı ve farklı Töton kabileleri ve Fin-Baltık halkları arasında Demir Çağı boyuncu uygulanmıştı Hristiyanlığın doğuşuyla birlikte şamanlık yok olmaya yüz tutmuş, özellikle şehirlerde oldukça kaybolmuş ve fakat kırsal kesimlerde şamanlıktan kalma adetler Hristiyan olan halklar arasında yaşamaya devam etmiştir Sibirya Sibirya klasik şamanizmin anavatanı kabul edilmektedir Bölgedeki Ural, Altay, Paleosibiryalı halklar özellikle de avcı-toplayıcı gruplar modern dönemlere kadar şamanistik uygulamalarda bulunmaya devam etmişlerdir Eskimo Doğu Sibirya’dan Kuzey Kanada’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşayan Eskimo gruplarının şamanist uygulama ve inançlara sahip oldukları kaydedilmiştir Amazon Bölgesi Amazon Yağmur ormanlarında bazı yerli grupları şaman eylemlerinde bulunmaktadırlar 20yüzyılda Tukano şamanlığının zengin sembolizmi üzerine alan araştırmaları yapılmıştır Amerika Kıtaları Kuzey ve Güney Amerika kıtalarında yaşayan Yerlilerin tek bir evrensel Yerli Amerikan Dini veya manevi sisteminden bahsedilemeyecek denli çeşitli inançlara sahip oldukları bilinmektedir Bununla birlikte yerel kültürlerin geleneksel şifacıları, mistikleri, otacıları (medicine people) bulunmakta ancak onlar halkları arasında şaman terimi yerine kendi yerel dillerindeki kelimelerle anılmaktadırlar Sözkonusu ruhsal liderler tipik asya şamanlığında olduğu gibi kabilenin karşılaştığı önemli olaylar veya kişisel rahatsızlıklara çare bulmak için ruhlar alemine uçabilmekte, trans haline girebilmekte ve ateş ve tütünden yararlanabilmektedirler Şamanizm’de İnisiyasyon Şamanist inisiyasyonda her şaman adayı rüyalar, trans, ruhların isim ve fonksiyonları, şaman teknikleri, ‘gizli dil’ gibi bazı konularda bir eğitimden geçirildikten sonra şaman olabilir Asya Şamanist inisiyasyonlarında sırra (mister) erme denilen “inisiyatik ölüm” ya da “cehenneme iniş” deneyimi Sibirya ve Orta Asya’daki Şamanist Türkler’in (Yakutlar, Altaylılar vs) tradisyonlarına göre, hami-rehber ruhlarca, yeraltı denilen öte-alemde veya spiritüel gök katlarında gerçekleştirilir Bu deneyim, fiziksel olarak, genellikle, orman, kır, mağara gibi toplumdan uzak ve kutsal sayılan bir yerde gerçekleştirilir Şaman (Kam) adayı önceden hazırlık eğitimini almış olsa da, sırra (mister) erme denilen bu deneyimi yaşamadan adayın şamanlığı resmîleşmez Bu deneyimi ancak gereken hazırlık eğitimini almış şaman adayları geçirebilir (Hazırlık eğitimi, ancak, dalgınlık, olup bitene ilgisizlik, birtakım nöbetlere tutulma gibi ön belirtiler gösteren adaylar arasından, bir iç çağrısı alma ve mağaralarda haberci rüyalar görüp hami-rehber varlıklarıyla irtibata geçme gibi ilâhî “seçilme” belirtileri göstermiş olana verilir) Davulu transa girmeyi kolaylaştıracak bir şekilde kullanmayı öğrenmiş aday, birtakım acı verici sınavlara tâbi tutulduktan sonra, ölüm deneyimini yaşamak üzere, transa girer Şaman adayı birkaç gün süren bu deneyim boyunca, ruh ve beden bağları gevşemiş halde yatar İnisiyasyonlardaki cehenneme iniş ya da ikinci doğuş denilen bu olgular Şamanizm’de şaman adayının vücudunun sembolik olarak parçalanması suretiyle organlarına ayrılması ve sonra bu parçaların birleştirilmesi veya etlerinden sıyrılmış kemiklerinin etlenmesiyle vücuduna yeniden kavuşması olarak simgelenir Sırra erme denilen bu süre zarfında, hami-rehber varlıkları şamanın ruhuna şamanlığı için gerekli her şeyi öğretirler Öğrettikleri arasında meslek sırları, “gizli dil”, hastalıkların özellikleri, iyileştirilme yolları da bulunur Bu işlemler bittiğinde ve hipnotik uykudan çıktığında, aday kendini birtakım güçlerle donanmış ve bir hayli değişmiş halde bulur Artık yalnızca bedensel gözleriyle değil, ruhani gözüyle (kalp gözüyle) de görebilmektedir Ezoterizm Portalı Şamanın trans deneyimi ve psişik yetenekleri Şaman’ın davul ve dans unsurlarıyla gerçekleşen, uçuş denilen transında posesyon hali sözkonusu değildir Yani trans halindeki şamanın hiçbir hal ve hareketi idrak ve iradesi dışında değildir Şamanın transında, kendi başına yaptığı bir şuur deneyimi sözkonusudur Bununla birlikte şaman, gerekirse bir ruh ile –posede olmadan– bağlantı kurabilir Bu, kimilerine göre, şuur ve kişiliğin kaybolmadığı gözlemlenen bir medyumluktur Şamanın ruhsal yolculuğu, teozofik terimlerle, astral seyahat, akaşik okumalar, ruhlar âleminin yüksek bölgelerine nüfuz etme ve diğer ruhlarla posede olmadan bağlantı kurma gibi çeşitli yönlerde gelişir Usta şamanların Demir-Kazık yıldızına kadar yükselebildikleri söylenir Şifacılık, geleceği bilme, obsesyona uğramış insanları obsedörü kovarak obsesyondan kurtarma, çift bedenlenme (dedublüman), fasinatörlük ve büyü (maji)yapabilme şamanlarda sıkça rastlanan yeteneklerdir Asya Şamanizm’inde üç âlem sözkonusudur: Yer, yeraltı, Gök Fakat bunlar sembolik ifadelerdir Yeraltı terimi Asya’nın kimi Şamanist tradisyonlarında öte-alem anlamında kullanılır, kimi Şamanist tradisyonlarında ise ölüm olayının akabinde yaşanılan kargaşa ve vicdani hesaplaşma dönemini ifade etmek üzere kullanılır Dolayısıyla, bazı Şamanist tradisyonlarda yeraltı denildiğinde, genellikle öte-alemin titreşim düzeyi kaba ve yoğun ortamları sözkonusudur Yeraltı deyiminin bu anlamda kullanıldığı şamanist tradisyonlarda öte-alemin huzurlu ortamları ise “gölgeler diyarı” gibi başka ifadelerle belirtilmektedir Yakut Türkleri, Çukçiler ve Yukagirler, insanın üç “can”ı olduğunu kabul ederler Ölüm olayında biri mezarda kalır, biri “gölgeler diyarı”na iner, üçüncüsü ise Göğe çıkar Ölüler, bir süre sonra, yeryüzünde tekrar doğabilirler Uygurlar, inandıkları sürekli olarak tekrar doğma olgusuna “sansar” adını verirler Asya Şamanizm’ine, özellikle Altay, Yakut ve Uygur Türkleri’nin tradisyonlarına göre, insanların yaşadığı Yer, ölülerin göçtüğü “yeraltı” (öte-âlem) ve spiritüel anlamdaki Kutsal Gök’ten oluşan üç ortam, merkezlerinden geçen, direk ya da kazık denilen bir eksenle birbirine bağlanırlar Bu eksen “Göğün göbeği” ile “Yer’in göbeği” arasında yer alır Bu kavram Altay, Yakut ve Uygur Türkleri’nin tradisyonlarında şöyle açıklanır: İnsanların yaşadığı Yer, ölülerin göçtüğü “yeraltı” (öte-âlem) ve spiritüel anlamdaki Gök’ten oluşan üç alem ya da ortam, merkezlerinden geçen bir eksenle birbirine bağlıdır “Yer’in göbeği” ile “Göğün göbeği” arasındaki bu eksenin geçtiği, bu ortamların ortasındaki delikler ya da açıklıklar bir tür geçittir Şamanlar, “uçuş” (trans deneyimi) sırasında bir ortamdan diğerine geçerken bu irtibat geçitlerinden yararlanırlar Aynı şekilde, ölenler de öte-âleme bu yolla göçerler Öte-âleme giden şamanlar oraya “Yer’in deliği” geçidinden geçerek gider, yine bu delikten ya da kapıdan dönerler “Yer’in ekseni” kavramı Altay, Yakut ve Uygur tradisyonlarının yanısıra, Başkurt, Kırgız, Kalmuk, Çukçi, Buryat, Samoyet, Koryak, Moğol, Tibet, Fin, Lapon ve Estonya tradisyonlarında da bulunur Altay, Yakut ve Uygur Türkleri’nin tradisyonlarına göre, şamanın “Yeraltı”na inebilmesi veya “gökler”e çıkabilmesi için önce “Yer’in Ekseni”ne çıkması gerekir “Yeraltı”na inmesi gereken Altay şamanı “uçuş” yolculuğunda önce “demir dağ”a (Temir taikşa) tırmanır Yer’in Ekseni”ne çıkması işte bu sembolik “dağ”ı aşıp “Yerin Göbeği” denilen delikten girmesiyle mümkün olur Şaman gölgeler diyarı’na giderken öncelikle “Yerin göbeği”ndeki bu delikten “Yer’in Ekseni”ne ulaşmak, sonra da “Yeraltı”nın cehennemi kısmından geçmek zorundadır Ölen kimseler de bu yolculuğu yaparlar ki, bu yolculukta ölünün geçemediği takdirde azap çekmesinin sözkonusu olduğu bir köprü’yle karşılaşılır Kuzey ve Orta Asya Şamanizm’inde yeraltı âlemi 7 veya 9 katlıdır Ölüm olayı ile beden terk edildikten sonra kimileri yeraltı katlarındaki ortamlara, kimileri ise Gök katlarındaki ortamlara giderler Şaman da, trans deneyimi sırasında, yapacağı uygulamanın amacı ve türüne göre, ya yeraltı âlemine iner ya da Göğe çıkar Örneğin, bir hastayı iyileştirmek için Göğe çıkması, fakat bir ölünün ruhuna eşlik etmek, hastanın ruhunu geri getirmek (ölmemesini sağlamak) veya yeryüzünü terk etmek istemeyen ölüleri ‘gölgeler diyarı’na götürmek için Yeraltı’na iner Fakat herhangi bir nedenle Göğe çıkacak bir şamanın önce yeraltı denilen âleme inmesi gerekir Yani hiç kimse “Yeraltı”na (öte-âlem) inmeden Göğe çıkamaz |
|