Şengül Şirin
|
Rıza Tevfik Bölükbaşı
şâir, felsefeci ve devlet adamı 1868 yılında eski Edirne ilinin bugün Bulgaristan’a kalan Cesirmustafapaşa kazâsında doğdu Mülkiye memuru olan babası onu İstanbul’a getirip, Mûsevî okuluna verdi Rıza Tevfik, kuvvetli hâfızası ile iki yılda İspanyolca ve Fransızca’yı öğrendi Rüştiyeyi (Ortaokul) babasının kaymakam olduğu Gelibolu’da bitirdi 1890’da girdiği Tıbbiyede taşkın mizacı yüzünden barınamadı, hapse atıldı Orada mahkûmları isyana teşvik etti Birkaç defâ hapse girip çıktı Ancak 1899
Rıza Tevfik Bölükbaşı şâir, felsefeci ve devlet adamı 1868 yılında eski Edirne ilinin bugün Bulgaristan’a kalan Cesirmustafapaşa kazâsında doğdu Mülkiye memuru olan babası onu İstanbul’a getirip, Mûsevî okuluna verdi Rıza Tevfik, kuvvetli hâfızası ile iki yılda İspanyolca ve Fransızca’yı öğrendi Rüştiyeyi (Ortaokul) babasının kaymakam olduğu Gelibolu’da bitirdi 1890’da girdiği Tıbbiye'de taşkın mizacı yüzünden barınamadı, hapse atıldı Orada mahkûmları isyana teşvik etti Birkaç defâ hapse girip çıktı Ancak, 1899’da okulu bitirip doktor olabildi
1907’de İttihat ve Terakki Cemiyetine giren şâir, güçlü hatipliğiyle şöhret kazandı Bir yıl sonra, İttihatçıların Edirne mebusu oldu İsyancı mizâcıyla, çok geçmeden İttihatçılardan ayrılarak onların karşısına geçti Balkan Harbinin İttihatçılar yüzünden çıktığına inanıyor ve hele Birinci Dünyâ Harbine girilmesini hiç istemiyordu Bu sebepten İttihatçılara muhalefeti bir kin hâline geldi Onlarla mücâdele için Hürriyet ve İtilaf Partisine katıldı Bu sırada, vaktiyle çok hakâret ve iftira ettiği Sultan Abdülhamid Handan özür dileyen şiirler yazdı Şûra-yı Devlet (Danıştay) reisliği, Darülfünun müderrisliği ve son Osmanlı kabinesinde Maarif Nâzırlığı (Eğitim Bakanlığı) yaptı
Osmanlı delegesi olarak, Sevr Antlaşmasını (1920) imzâlayanlar arasında bulundu Kuvâ-yı Milliye hareketine karşı çıktığı için yüzellilikler listesine alındı Bu sebeple 1922’de vatanından ayrılmak zorunda kaldı 21 yıllık ömrünü, vatan hasretinin sızlanışları içinde Mekke ve Amman gibi yerlerde geçirdi Af Kânunu’ndan istifâde ederek, 1943’te kendi ifâdesiyle, “Hesaplaşmak için değil vedâlaşmak için” yurda döndü 31 Aralık 1949’da vefat etti Kabri Zincirlikuyu Asrî Mezarlığındadır
Rıza Tevfik, düzensiz ve uzun süren okul tahsiline rağmen şaşılacak kadar geniş bilgi sâhibidir Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, Lâtince, İspanyolca, Arapça ve Farsça gibi sekiz lisanı okur, yazar ve konuşurdu Târih bilgisi, hâfızası, sohbeti, zekâsı, nüktesi bütün tanıyanlarca övülür Bundan başka hatip, şâir, pehlivan, doktor, sahne sanatçısı  kısacası eskilerin deyimiyle hezârfen (bin hünerli) bir adamdı
Rıza Tevfik, okul hayâtından beri isyancı, ferdiyetçi, o gün için dillerde dolaşan hürriyete tutkun, disiplinsiz ve her şeye muhâlif mizâcı ile tanınır Felsefî nesir, edebî inceleme, tenkit ve şiir türlerinde eser vermiştir
Eserleri:
Felsefî sahada: Felsefe Dersleri, Mufassal Kâmûs-ı Felsefe (c harfine kadar), Abdülhak Hâmid’in Mülahazat-ı Felsefiyesi
Tenkit ve incelemeleri: Ömer Hayyam, Tevfik Fikret
Bir kısım hatıralarını, Biraz da Ben Konuşayım adıyla kaleme almış, şiirlerini Serâb-ı Ömrüm adıyla toplayıp bastırmıştır Birçok mizahlı ve taşlamalı şiirlerini bu kitaba almamıştır
Şiirlerinde Yunus Emre’den Dertli’ye kadar, Halk ve Tekke şâirlerinin kullandığı canlı dili ve hece veznini örnek almıştır Bu yüzden, halk ve gençler üzerinde etkisi büyük olmuş, 1914’ten sonra yetişen Beş Hececiler de az çok onu tâkip etmişlerdir
Çocukluğundan beri başına gelenler ve bilhassa gurbette geçen acı yılların tortusu, çoğu şiirlerine bezginlik, hüzün ve kötümserlik hâlinde sinmiştir Her zaman içli ve ilhamcı şiire meylettiği için bilgiçliğe sapmamış, didaktik (öğretici) şiiri benimsememiştir En çok, koşma nazım şeklini kullanmıştır
Hece veznini ısrarla savunduğu halde, aruz ve heceyi birlikte kullanmıştır Mecaz dünyâsı zengin ve tâzedir Şiirinde konu ve temalar çok geniştir Gurbet üzüntüsüyle karışık vatan ve gençlik özleyişlerini sanki gözyaşı damlaları hâlinde şiirleştirmesi bakımından Rıza Tevfik edebiyatımızda benzersizdir
KOCA HASAN DAYI
Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın bu şiiri, otuz kıtalık bir manzum hikâyedir Şâir, Rumeli’de bir köyde dolaşırken, ihtiyar bir çınara yaslanmış, asırlık bir köylüye rastlar Şâirin İstanbullu olduğunu öğrenince ihtiyar konuşmaya başlar: Sultan Mahmud sağ mı? dedi, sonra birden coşarak: Tam beş yıl askerlik ettim, ekmeğini yedimdi Hey devletli koca sultan, hey celâlli arslan hey! Bir kır ata biner gelir, gelen şâhin sanırdım Bin yiğidin arasında bir görüşte tanırdım Ak sakallı vezirleri karşısında titrerdi, Ardı sıra deryâ gibi kullar yürür giderdi Fermânına yedi kral baş eğermiş derlerdi Evliyâ kuvveti vardı, ona “ermiş” derlerdi Biz ne mutlu günler gördük, de hey deli devrân hey! Delikanlıydım o zaman kapısında çavuştum Beş sene hizmetten sonra geldim köye kavuştum Bir daha çıkmadım artık, tarla takım edindim, Elli sene şu toprakla güreş ettim, didindim Çocuklar askere gitti, biri geri gelmedi Hiçbirinin bugüne dek bir haberi gelmedi
Hürriyet ve adâlet nutukları ile idâreyi ele geçirdikten sonra ülkeyi ne hâle koyduklarını, bir de ihtiyarın ağzından dinleyen şâir, büyük bir üzüntü içinde onu İstanbul’a götürmek isterse de şu cevabı alır:
Dedi: Oğlum, bu dünyâda artık nedir umudum! Allah senden râzı olsun, ben köyümden hoşnudum Gönlüm gözüm bu yerlerde ne şenlikler görmüştür, Hepsi yalan, geldi geçti; fâni dünyâ bir düştür Arslan gibi üç oğlumu fedâ ettim uğrunda, Çifti sattım, evi barkı vîrân ettim uğrunda, Altmış sene oldu belki, ben bu köyden çıkmadım, Ormanından, deresinden, kuşlarından bıkmadım Oğul arzum budur benim, burda ölmek isterim, Yâdellerde neylerim? (Serâb-ı Ömrüm, 1915)
SULTAN ABDÜLHAMİD HANIN RUHANİYETİNDEN İSTİMDAD
Nerdesin, şevketli Sultan Hamîd Han, Feryâdım varır mı bârgâhına? Ölüm uykusundan bir lâhza uyan, Şu nankör milletin bak günâhına!
Târihler adını andığı zaman, Sana hak verecek, hey koca Sultan; Bizdik utanmadan iftirâ atan Asrın en siyâsî pâdişâhına
Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz, Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz Sâde deli değil edepsizmişiz, Tükürdük atalar kıblegâhına
Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fenâ, Bir sürü türedi, girdi meydâna Nerden çıktı bunca veled-i zinâ? Yuh olsun bunların ham ervâhına
|