Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Ansiklopedisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bilim

Bilim Nedir?

Eski 05-03-2009   #1
ysnkrks
Icon1861

Bilim Nedir?



BİLİM NEDİR?

Bilim Tarihi, Bilim Felsefesi
Bilim Tarihi Nedir?
Bilimsel Gelişmenin Niteliği
Bilimin Anlamı Bilimi Niteleyen Özellikler
Bilim Tarihi Nedir?

Kısaca Bilim'in doğuş ve gelişme hikayesidir Amacı bir bakıma objektif bilgi'nin ortaya çıkma, yayılma ve kullanılma koşullarını incelemek, bir bakıma da nitelikleri belli bir metodun, bir düşünme türünün, hatta geniş anlamda bir bakış açısının oluşumunu saptamaktır Bilim Tarihi, amacına, çeşitli Bilim kollarında ulaşılan sonuçları sıralayarak değil, fakat daha çok, bu sonuçları bağlı oldukları koşullar çerçevesinde açıklayarak ulaşmaya çalışır Görevi olguların ve buluşlarınn bir katalogunu çıkarmaktan çok, bilimsel kavram, teori ve anlayışın doğuş ve gelişimini izlemek ve açıklığa kavuş-turmaktır Düşüncenin serbestliğe kavuşması, akılla batıl inançların çarpışması, insanoğlunun 'doğru'yu araması ve giderek ona yaklaşması, hata ve akıl dışı saplantılarla savaşması İşte Bilim Tarihi'nden öğrenebileceğimiz şeylerden başlıcaları
Modern Bilim'in gözlerimiz önünde yükselen yüce yapısı hiç şüphesiz insan kafasının uygarlığa kattığı en önemli bir üründür Fakat bu ürünün doğuş, gelişme ve başarı koşulları üzerinde kültür ortamımızın yeterince aydınlatıldığı söylenemez Bilim Tarihi ancak son 40-50 yıllık dönemde akademik bir disiplin niteliği kazanmıştır Bugün bile yalnız bizde değil, bir çok Batı Üniversiteleri'nde de okutulma olanağı bulduğu söylenemez Tarihçiler uygarlığımızın daha çok siyasal, ekonomik ve savaş ile ilgili cepheleri üzerinde durmakta, bize evreni tanıtan, Doğa kuvvetleri üzerinde egemen olma olanağını sağlayan, tüm düşünme ve yaşama koşullarımızı biçimleyen Bilim'in gelişmesiyle yeterince ilgilenmemektedirler Ne var ki, Bilim'in dünyamızı hızla değiştirme gücü karşısında bu kayıtsızlığın daha fazla süreceği beklenemez Nitekim dünyanın başlıca büyük Üniversitelerinde son yıllarda göze çarpan gelişmeler bu yargımızı doğrulayıcı yöndedir
Bilim Tarihi yeni bir disiplin olmakla birlikte, kapsamı çok geniştir Bilim çoğu kez sanıldığı gibi ilk defa ne Rönesans'tan sonra, ne de Batı dünyasında ortaya çıkmıştır Bilim, insanlığın ortak kafa ürünüdür; kökleri ilkel toplumların yaşamına kadar uzanır Bilim'i anlamak, Bilim öncesi veya bilim dışı düşünme biçimleriyle ilişkilerini bilmemizi gerektirir Bu nedenle, Bilim Tarihi Mitoloji, Din, Sanat ve Metafizik gibi konulara da bilimle ilişkileri bakımından, yer vermek zorundadır
Geniş bir perspektif içinde bakıldığında Bilim'in uzun ve çetin gelişiminde şu 4 aşamayı görebiliriz:
1Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarına rastlayan Ampirik bilgi toplama aşaması;
2Antik Grekler'in evreni açıklamaya yönelik akılcı sistemlerinin kurulduğu aşama;
3Ortaçağ'ın Grek Felsefesi ile dilsel dogmaları bağdaştırma çabası karşısında Müslüman dünyadaki bilimsel çalışmaların parlak başarılarını kapsayan aşama;
4Rönesans sonrası gelişmelerin yer aldığı Modern Bilim aşaması
Görüldüğü gibi, ilk aşama tümüyle, 3 aşama ise bir bölümüyle Doğu'da, 2ve4 aşamalar ise daha çok Batı'da yer alan gelişmeleri kapsamaktadır
Doğu ile Batı arasında adeta zikzak çizen bilimsel gelişmeyi kalın çizgileriyle şöyle özetleyebiliriz: Doğu uygarlıklarının ürünü olan Bilim Batı'ya geçer; önce İonya'da, daha sonra Atina ve Güney İtalya'da büyük bir aıtlım yapar; tam gelişme hızını yitirmeye yüz tuttuğu bir sırada yeniden Doğu'ya döner ve Nil ağzında kurulan İskenderiye'de yeni bir parlak döneme girer Ancak bu dönem de uzun sürmez Geometri, Astronomi, Fizik ve Coğrafya gibi Bilim dallarında sağlanan büyük ve gerçek başarılara karşın, Roma yönetiminin giderek yozlaşması ve Hristiyanlık ile birlikte türlü mistik inanç ve saplantıların yayılması karşısında araştırma ve öğrenme ruhu Batı'da canlılığını yitirmekten, hatta ortadan silinip gitmekten kurtulamaz Ortaçağ karanlığının ortama egemen olmasında Hristiyanlığın rasyonel düşünce ile çelişkisi önemli bir etkendir İskenderiye Küyüphanesi'nin ilk kez Hristiyanlarca yakılması bu çelişkinin en açık bir belirtisi sayılabilir
Grek Bilim ve Felsefesi'ni temsil eden Nesturiler'in Hristiyan baskısından kurtulmak için giderek Doğu'ya çekilmeleri; bu arada Yeni-Platoncu Okul'un son büyük temsilcisi sayılan Hypatia'nın İskenderiye'de bir Hristiyan papazı tarafından öldürülmesi bu dönemi niteleyen olaylardır
Bilim'in yeniden canlanma hareketi, İslam'ın ortaya çıkmasıyla, yine Doğu Dünyasında kendini gösterdi Avrupa'nın 1100 lü yıllarda başlayan ve Rönesans'dan günümüze kadar giderek hızlanan parlak bilimsel başarılarını, azımsanmayacak ölçüde, Müslümanlar'ın çalışmalarına borçludur
Dün olduğu gibi bugün de Bilim hiçbir ırkın, kültürün veya bölgenin tekelinde değildir
Bilimin Kökeni:
Kökleri çok gerilere uzanmakla birlikte, bugün 'Bilim' diye nitelediğimiz bilgi ve düşünme türü uygarlığın oldukça yeni sayılan bir ürünüdür Tarih öncesi çağlarda Felsefe, Din, Efsane gibi ruhsal; el sanatları gibi pratik hayat ihtiyaçlarına yönelik uğraşılar dışında, gözleme dayalı kavramsal düşünme demek olan Bilim'den söz etmek zordur Şu kadar ki, bu uğraşıların dayandığı bilgi, teknik ve kavramların sonraki çağlarda daha belirginleşen bilimsel kavram ve işlemlere kaynaklık ettiği de inkar edilemez Denilebilir ki, bilimsel düşünme ve bulma çabasının kökeninde bir yaşamı güvenilir ve rahat kılma, diğeri dünyayı anlama gibi iki temel ihtiyaç yatmaktadır Bu ihtiyaçlardan ilki, insanlığın uzun tarihinde kuşaktan kuşağa bırakılan çeşitli yaşantı ve beceri biçimlerini kapsayan bir teknik geleneği, 2si insanoğulunun duygu, inanç ve düşüncelerini içinde toplayan bir kültürel geleneği oluşturmuştur 2 gelenek başlangıçta ve uzun süre, çoğu kez ayrı ellerde, birbirine yabancı kalmış, yeterince karşılıklı etkileşim olanağı bulamamıştır Antik Grek Uygarlığı'nın parlak dönemlerinde bile, bir yanda uğraşları el becerilerine, basit tekniklere dayanan zenaatçıların, öte yanda duygu, inanç ve düşünce dünyasını oluşturan şair, politikacı ve Filozoflar'ın yer aldığını görüyoruz Ayrılık Ortaçağ boyunca kendini sürdürmüş, ancak Yeniçağ'ın başlarında ortadan kalkmaya yüz tutmuştur 2 geleneğin birleşim ve karşılıklı etkileşim koşulları gerçekleştikten sonradır ki, ancak modern anlamda Bilim'in ortaya çıkmasına tanık olunur Rönesans'la başlayan bilimsel düşünme ve araştırma çabası, iki geleneğin, deneye olanak veren teknik becerilerle, kavramsal düşünmeye yol açan metafizik türden teorik çalışmaların etkili bir kaynaşmasına dayanmıştır
İnsanın Doğa'ya egemen olma istek ve çabası tarihi kadar eskidir Fakat Doğa'yı anlama ihtiyacı da o kadar gerilere gider Modern Bilim'in doğuşu bu iki isteğin birleşmesini beklemiştir Bununla birlikte, ilkel insan yaşamında bile bu iki isteğin tümüyle ayrı olduğunu söylemek güçtür Çünkü, ilkel insan Doğa ile ilişkisinde basit teknik becerilerini kullandığı kadar, büyü türünden birtakım akıl dışı yollara başvurmaktan da geri kalmamıştır Büyünün amacı da teknoloji gibi Doğa'yı etkilemektir: Ölmekte olan hastaları iyileştirmek, beklenen doğal felaketleri önlemek, düşmanların yok olmasını sağlamak gibi Hatta aynı amacı, dünyanın varoluşu ve düzeni ile ilgili çeşitli kültürlerde yer yer sürüp gelen efsane türünden masal veya hikayelerde de buluruz Güneşin, ayın ve yıldızların yaratılış ve varoluş nedeni insanoğlunun hayat ve ölüm karşısında duyduğu korkuyu giderme, aradığı güveni ve rahatı sağlama olarak tasavvur edilmiştir Gerçi büyü de bile Doğa'nın isteğe göre değişmediği, bazı kanunlara boyun eğmek gerektiği düşüncesi üstü örtük de olsa vardır Ateşin daima yaktığı, suyun ıslattığı, güneşin parlak olduğu, hava bulutlu olmadıkça yağmurun yağmadığı, yazların sıcak, kışların soğuk gittiği gerçeğinden ilkel insan da kendini çoğu kez kurtaramayacağını bilirdi Ne var ki, büyü ve efsane doğrudan bilime yol açmamıştır Bilimin doğuşu için Doğayı kontrola yönelik katı bir faydacılık dışında, fayda amacı gütmeyen, katıksız bir anlama ve bilme tutkusuna da ihtiyaç vardır Böyle bir tecessüsün belirmesine ve etkinlik kazanmasına ilkel insanın hayatı pek elverişli olmamıştır
Bilimsel Gelişmenin Niteliği:
Bilim'in gelişmesi ile ilgili görüşler çeşitlidir; bunlardan ikisine değinmekte, konuya yaklaşım açımızı belirlemesi bakımından, yarar görmekteyiz Bu görüşlerden birine göre, Bilim yavaş fakat sürekli ilerleyen bir bilgi üretme coğaltma sürecidir 2görüşe göre ise, Bilim'de gelişme teorik düzeyde yer alan köklü düşünme değişikliklerinin bir sonucudur 2 görüş, ilk bakışta sanıldığı gibi, bağdaşmaz nitelikte değildir Her ikisinde de gerçek payı vardır Bilim'in gelişimi karmaşık bir olaydır Bir cephesinde devrim niteliğini taşıdığını görmekteyiz Gerçekten, Bilim'in gelişimi, olgusal bilgilerimiz yönünden sürekli bir birikim, saptanmış olguları yorumlama ve açıklama yönünden ise ancak zaman zaman patlak veren düşüncede devrim biçiminde görünmektedir Bilim Tarihi 2 görüşü de kanıtlama olanağı veren örneklerle doludur Geçmişte gözlem ve deney yoluyla saptanmış pek çok olgusal gerçekler (örneğin gezegenlerin hareketleri, gazların özellikleri, sarkaç salınımı, gel-git olaı, cisimlerin serbest düşmesi, vb bu tür olgular arasında sayılabilir) giderek artan bilgilerimizin bir bölümü olarak geçerliliklerini sürdürmektedir Bunları bir yana itme, geçersiz sayma yoluna gidemeyiz; geçmişte bulunmamış olsalardı, bugün bulunacaklardı Oysa aynı sürekliliği, olguları açıklama amacıyla bilginlerce ileri sürülen teori veya teorik nitelikteki hipotezlerde bulamamaktayız Bilim Tarihi'nde aşağı yukarı aynı olgu grubunu açıklamak amacıyla değişen aralıklarla, çoğu kez birbirleriyle bağdaşmaz teorilerin ortaya atıldığını görüyoruz Bir örnek vermek gerekirse, gök cisimlerinin (gezegen, uydu, güneş ve yıldızlar gibi) gözleme konu hareketlerinin açıklaması yolunda Eudoxos'dan Newton'a kadar geçen 2000 yıllık sürede ortaya atılan değişik teorileri gösterebiliriz Bu gibi teoriler, olgusal buluşlar gibi bir bilgi birikimi yaratmamakta, tersine her biri bir önceskini yıkma veya hiç değilse değiştirme rolü ile ortaya çıkmaktadır
Her teori Doğa'ya belli bir bakış açısını ifade eder; fakat başka bakış açıları olanağını ortadan kaldırmaz Herhangi bir teoriden ortaya atılmasında veya benimsenmesinde olgulara uyma ve olguları açıklama gücü kadar kişisel beğenilerimiz de rol oynamaktadır Bu nedenledir ki, aynı alanda rakip teorilerin ortaya çıktığını ve uzun süre tutunan teorilerin bile birtakım koşulların oluşmasıyla geçerliklerini, bazen beklenmedik bir biçimde yitirdiklerini görürüz
Aslında bilimin gelişimi ne tek başına teorik görüş değişikliklerinden, ne de yalnızca birbirinine eklenen sürekli bir buluşlar zincirinden ibarettir 2 süreç birbirini tamamlayıcı niteliktedir Yeni olgusal buluşlar yeni teorilere yol açtığı gibi, yeni teoriler de yeni gözlem ve deneylere kapı açmakta, dolayısıyla yeni buluşların koşullarını hazırlamaktadır Olgusal buluşlarla teorik açıklamalar arasındaki bu karşılıklı etkileşim bilimde gelişmenin gerçek itici gücünü oluşturur Bu itici güçten kaynaklanan bilimsel gelişmenin iki dönemli bir süreç olduğunu söyleyebiliriz Dönemlerden biri teorik düzeyde açılmayı, ötekisi bu açılmanın olgusal düzeyde pekiştirilmesini simgeler Fakat her pekiştirme, er geç, yeni bir açılmanın gerekleri de oluşturmaktan kendini kurtaramaz
Bilim'in gelişim hikayesine girerken bu birikimi kamçılayan iki dönemli süreci gözden kaçırmamaya çalışacağız
Bibliyografya:
-*Yıldırım, CemalBilim Tarihi,[1]
Bilimin Anlamı
Bilimi anlamanın önemi nedir, buna neden gerek vardır? Bu soruya şu iki yönden yanıt verebiliriz 1Bilim'in uygulama sonuçları yaşamımızı giderek artan ölçülerde her cephesinde etkilemektedir; 2Bilimsel düşünceyi tanıma çağımız aydını için bir entellektüel zorunluluktur
Bilim'in yaşamımızı etkileyen uygulama sonuçları çok çeşitlidir Her gün kullandığımız araç, aygıt ve makinelerin bir listesi bile bunların yaşamımızdaki önemini göstermeye yeter Telefon, radyo, tren, uçak, otomobil, elektronik hesap makineleri, atom bombası vb bilimin teknolojideki uygulamasından elde edilen bilgiler insanoğluna doğal çevresini kontrol altına alma olanağını sağlamış; doğa kuvvetlerini kendi yaşamını kolaylaştırma, daha rahat, daha güvenilir ve daha uzun yaşama yolunda kullanma yeteneği vermiştir 300 yıl önce, Francis Bacon, 'Bilgi kuvvettir' demişti Bilginin tükenmez bir kuvvet kaynağı olduğu, insanoğlunun uzaya açılan teknik başarılarıyla günümüzde iyice ortaya çıkmıştır
Bu sonuçlar Bilim'in bizim için önemli olan bir cephesini oluşturur Bundan belki de daha önemli bir başka cephesi, bilimin güçlü bir düşünme metodu olmasıdır Bilimsel düşünme metodunun yapı ve özelliği, kitabımızın IIkesiminde ayrıntılı olarak ele alınacaktır Burada sadece 1-2 noktaya değinmekle yetineceğiz
Bilimsel düşünme belli bir kafa disiplini gerektirir Bu disiplini kazanmış bir kimse her şeyden önce gerçeğe dönüktür; olaylara saygılıdır Yargılarında tutarlı ve ihtiyatlı olmasını bilir; olgulara dayanmayan uluorta genellemelerden kaçınır; akla ya da ortak-duyuya ne kadar yakın görünürse görünsün hiç bir konuda ön yargılara, dogmatik inançlara saplanmaz Bilimsel düşünme yeteneğini kazanmış bir kimse için düşüncenin hareket noktası olduğu gibi, geçerlik ölçüsü de güvenilir gözlem verileridir Gözlem verilerine ters düşen, ya da onları aşan, her türlü iddia, teori veya genelleme duygusal çekiciliği ne olursa olsun, şüphe konusu olmak zorundadır Herhangi bir çıkarım ya da savın geçerliği, olgulara uygunluk gösterdiği kadardır
Bilimsel düşünme belli bir dünya görüşüne dayanır Bu görüş rasyoneldir; her türlü mistik ve doğaötesi görüşlerin karşısında yer alır Doğada olup biten olayları, doğaüstü kuvvetlerin varlığını tasarlayarak değil, gene doğal olaylara başvurarak açıklamaya gider
Son olarak bilimsel düşüncenin bir anlama, bir bulma ve doğrulama metodu olduğunu söylemeliyiz İnsanlık uzun geçmişinde, aynı amaçlar için başka yolları da denemiştir Mitoloji, din, metafizik gibi bilim dışı yollar, evreni anlama çabaları arasında sayılabilir Fakat bu çabaların hiç biri başarılı olmamıştır; bilimsel metodun sağladığı güvenilir bilgiye, olguları açıklama gücüne erişememiştir
İlerde daha genişçe ve ayrıntılı olarak işleyeceğimiz bu 3 nokta Bilim'in entellektüel değerini belirten temel özelliklerdir Demek oluyor ki, Bilim'in değeri bir yandan teknolojideki uygulaması ile faydaya yönelmiş icatlarda, öte yandan nitelikleri belli bir kafa disiplini, rasyonel bir dünya görüşü ve evrenin insanoğlu için sır olan yanlarını ve işleyişini anlama, açıklama ya da betimleme metodu oluşturmasında kendini göstermiştir Bu iki cepheli değer, yüzeyde uyuşmaz gibi görünse de aslında birbirini tamamlayıcı niteliktedir Çünkü, faydaya dönük teknolojik gelişmeler, temelde fayda gözetmeyen, salt insanoğlunun bilme ve anlama çabasına dayanan bilgi ve açıklamaları gerektirdiği gibi, bu tür bilgi ve açıklamaların kapsamını genişletme, geçerlik ve güvenirliği arttırma bakımından da teknik araçlara gereksinme vardır
'Bilim nedir?' sorusu çok sorulan sorular arasındadır Fakat üzerinde henüz hepimizin birleştiği bir yanıtı verilmemiştir Bu güçlüğün nedenleri arasında şu ikisi gösterilebilir:
1Bilim donmuş, statik bir konu değil, sürekli ve artan bir hızla gelişen, değişen bir etkinliktir
2Bilim inceleme konusu ve yöntemi yönünden kapsamı ve sınırları kesinlikle belli, bir etkinlik değil, çok yönlü, sınırları yer yer belirsiz karmaşık bir oluşumdur
Dural ve basit oluşumları bile tanımlamada çok kez güçlük çekeriz Bilim gibi sürekli değişme halinde olan, yapısı karmaşık bir süreci, kesin ve açık ve herkesin kabul edeceği bir tanımla belirlemek ise büsbütün güç bir iştir Ancak bu güçlük ne bilginleri ne de Bilim üzerinde düşünen filozofları bazı tanımlar ileri sürmekten de alıkoymamıştır İlgili literatüre bir göz atmak ortaya atılmış tanımların sayı ve çeşit bakımından çokluğunu görmeye yeter Biz bunlardan sadece önemli gördüğümüz birkaçı üzerinde duracağız
Çok yaygın bir tanımlamaya göre Bilim, örgün bir bilgiler bütünüdür Bu tanım yetersizdir; ancak yetersizliğinin nedenini açıklamadan önce, tanımın dayandığı iki terimin ('Bilgi' ve 'örgün') anlamlarını belirtmeye ihtiyaç vardır
'Bilgi' terimi günlük dilde çeşitli anlamlarda kullanılmaktadır Biz burada sadece teknik anlamını belirtmekle yetineceğiz Bir şeyin bilgi sayılması için şu 3 koşulu karşılaması gerekir:
1O şeyin bir önerme ile dile getirilebilir olması (Önerme, bir tümce ile dile getirilen doğru veya yanlış bir yargı demektir Örneğin 'Bakır bir iletkendir' tümcesi doğru bir önerme, 'Dünya güneşten daha sıcaktır' tümcesi yanlış bir önerme dile getirmektedir)
2Bu önermenin doğruluğunu gösteren güvenilir kanıt veya belgelerin olması
3Önermenin doğruluğuna inanılması
Örneğin, dünyanın yuvarlak olması bilgilerimizden biridir 'Dünya yuvarlaktır' önermesi bunu ifade etmekte, ve önermenin doğruluğunu gösteren elimizde çeşitli kanıt veya belgeler vardır Ayrıca çoğumuz önermenin doğruluğunu kabul etmekteyiz Öte yandan 'Dünya yuvarlaktır' önermesi herhangi bir önerme değildir; olgusal içerikli bir önermedir 'Yuvarlak nesneler biçimlidir' gibi bir önerme ise olgusal içerikten yoksundur 'Yuvarlak' sözü bir biçim türü ifade ettiğine göre, önerme asında 'Biçimli olan cisimler biçimlidir' demekten ileri geçemiyor Oysa, 'Dünya yuvarlaktır' önermesi bize bir şey öğretmiyor Dünya yuvarlak değil, başka bir biçimde de olabilirdi; yuvarlak olması zorunlu değildir
'Örgün' terimine gelince, bilgilerimizi dile getiren önermelerin mantıksal bir ilişki içinde olması anlamına gelmektedir Bilim bir yığın dağınık, ilişiksiz önermelerden oluşmakta (bu önermelerin hepsi doğru olsa bile), bunların mantıksal yönden bir ilişki düzeni içinde yer alması , bir sistem oluşturması gerekmektedir
O halde Bilim'e örgün bir bilgiler bütünü gözüyle bakabiliriz Ne var ki, bu tanım bir yandan çok geniş, öte yandan çok dar görünmektedir Çok geniştir çünkü Bilim dışında başka bazı şeyleri de aynı şekilde niteleyebiliriz Örneğin bir Telefon rehberi, bir Üniversite katalogu için de örgün bilgiler bütünü diyebiliriz Ama bu tür şeylere bilim diyemeyiz Tanım aynı zamanda çok dardır; çünkü bilgi, bilim'i tanımlama da gerekli bir nitelik olmakla beraber, yeterli bir nitelik değildir Bilgi bir üründür; bir sürecin sonucudur Bilim bir sonuç olduğu kadar, hatta belki daha fazla, bir süreçtir Bu süreç, 'Bilimsel düşünme', 'bilimsel metod' ya da 'Bilimsel araştırma' denilen bir bulma ve doğrulama çabasıdır Sözkonusu tanım bilim'in bu özelliğine yer vermediği için ya da dar ya da eksik sayılmak gerekir
Bir başka yaygın tanım da şudur: Bilim gerçeği ( ya da 'doğru'yu) arama etkinliğidir Çok genel bir anlamda bu tanımı belki uygun görebiliriz Ancak aynı tanımı Felsefe, hatta sanat ve edebiyata da uygulamak olanağı vardır Kaldı ki, tanımda geçen 'gerçek' ya da 'doğru' terimi açık ve belirli bir anlam taşımamakta, çeşitli bağlamlarda farklı anlamlar için kullanılmaktadır
Bilim'i, 'İnsan deneyim ve yaşantısını betimleme, yaratma ve anlama metodu' olarak tanımlayanlar da vardır [2] Burada 'deneyim' ve 'yaşantı' sözleri ile tüm bilinçli algılarımız kastediliyorsa (ki öyle olması gerekir) tanımın kapsamı çok geniş tutulmuş demektir; çünkü Bilim kadar hatta daha fazla sanat ve edebiyat çalışmaları da insan yaşantısını betimleme, yaratma ve anlama çabasındadır
Tanınmış bir bilim adamı, genellikle kabul edilmiş bazı tanımları eleştirdikten sonra, şöyle bir tanım ileri sürüyor: 'Bilim, üzerinde herkesin birleşebileceği yargıları konu alan bir çalışmadır'[3] Bu tanım şu iki yönden açıklamaya muhtaç görünüyor: (1) 'yargı' sözü ile ne anlatılmak isteniyor? (2) 'üzerinde herkesin birleşebileceği' koşulu neden ileri sürülüyor? Yazarın 'yargı' sözü ile doğa olaylarını dile getiren önermeleri kastettiğini düşünebiliriz Bu doğru ise akla başka bir soru gelmektedir
Bilim doğa olaylarını mı yoksa bunları dile getiren yargıları mı inceler? Dilin bilimdeki önemli yerini inkar etmemekle beraber, bilimin doğrudan olguları değil, fakat bunların ifadesi olan birtakım dilsel nesneleri konu aldığını söylemek pek akla yakın görünmüyor Dil bir anlatım ve bildirim aracıdır; bilim dilden yararlanarak incelediği olguları ve ulaştığı sonuçları saptar Bilginin yayılması, eleştiriye konu olması için de belli bir dilde ifade edilmiş olmasına ihtiyaç vardır Ama gene de bilimin konusu olguların kendisidir, yoksa bunları ifde eden önermeler değildir, diyeceğiz
Yazarın ileri sürdüğü koşula gelince, böyle bir sınırlamanın önemini hemen belirtmeliyiz Böylece kişisel kalan, öznel, benzeri olmayan ya da mucize türünden sayılan 'olgular'ın bilimsel incelemenin kapsamı dışına düştüğü; yalnız nesnel, herkesin inceleme ve eleştirisine açık olguların bilime konu olabileceği belirtilmiş olmaktadır
Bilim kavramımızın genişlemesi ve derinleşmesi için önemli sayabileceğimiz iki tanıma daha değinmekte yarar vardır Bunlardan biri ünlü bilgin Einstein'ın tanımı:'Bilim, her türlü düzenden yoksun duyu verileri (algılar) ile mantıksal olarak düzenli düşünce arasında uygunluk sağlama çanasıdır' [4]
Russel'in tanımı: Bilim, gözlem ve gözleme dayalı uslama (akıl yürütme yoluyla önce dünyaya ilişkin olguları, sonra da bu olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabasıdır [5]
Kısa bir karşılaştırma hem yetkili kalemlerden çıkan bu iki tanımı iyi anlamamıza, hem de aralarındaki temel farkı görmemize yardım edecektir
Her iki tanımda da olgulardan ve mantıksal düşünme ya da uslamadan söz etmektedir Ancak Einstein'ın tanımında bilime duyu verileri olarak konu teşkil eden olgular düzensizdir Algı dünyamız bir kaostan başka bir şey değildir Düzen olgu dünyasının değil, fakat mantığın, insan aklının bir niteliğidir Bilim, aklın düzenleyicisi niteliğini, yani mantığı kullanarak olgu dünyasını anlaşılır kılmaya çalışır Russell'in tanımında ise akla olguları düzenleme görevi değil, gözlem yolu ile saptanan olgular arasındaki ilişkileri bulma görevi düşmektedir Einstein'ın tam tersine Russell, doğayı düzenli saymaktadır Bilim bu düzeni bulma ve dile getirme çabasıdır
Bu karşılaştırmadan da anlaşılacağı üzere Einstein bilime daha çok akılcı bir açıdan, Russell ise daha çok empirik açıdan bakmaktadır İlerde de göreceğimiz gibi, bilim ne salt aklın, ne de katıksız gözlem ve deneyin bir sonucudur Kant'ın göstermeye çalıştığı üzere bilgilerimizin içeriğini duyu verilerimiz, biçimlerini aklın verileri (kavramlar) oluşturur Bilim aklın ve algı verilerinin uygun biçimlerde birleşmesinden oluşur
Tanımlar üzerindeki tartışmayı daha fazla uzatmamak için şöyle bir tanıma gidebiliriz: Bilim denetimli gözlem ve gözlem sonuçlarına dayalı mantıksal düşünme yolundan giderek olguları açıklama gücü taşıyan hipotezler (açıklayıcı genellemeler) bulma ve bunları doğrulama metodudur Bu tanımı açıklayıcı tartışmayı ilerde vereceğiz
Bilimi Niteleyen Özellikler
Bilim kavramını belirtmeye çalışırken bazı özelliklerini gözönünde tutmak gerekir Bunlar arasında başlıcaları aşağıda sıralanmıştır
Bilim olgusaldır Bilimin başta gelen ve onu Mantık, Matematik, Din gibi diğer düşünme disiplinlerinden ayırd eden özelliği olgusal oluşudurBunun kısaca anlamı şudur: Bilimsel önermelerin tümü ya doğrudan, ya da dolayısıyla gözlenebilir olguları dile getirir Bunların doğru ya da yanlış olması dile getirdikleri olguların veya olgusal ilişkilerin var olup olmamasına bağlıdır Bilimde hiç bir hipotez veya teori gözlem ya da deney sonuçlarına dayanılarak kanıtlanmadıkça doğru kabul edilemez Bilim kendiliğinden doğru sayılan, ya da tanım gereğince doğru olan önermelerle uğraşamaz Bunlar çok kere içi boş bilgi vermeyen, doğru ya da yanlışlığı olgulara değil, kendi anlamlarına bağlı olan önermelerdir Örneğin: 'Yeşil nesneler renklidir'; 'Dört ayaklı hayvanlar hayvandır', 2 artı 2=4 gibi önermeler bu tür önermelerdendir
Yeşil bir şeyin renkli olup olmadığını saptamak için gözleme baş vurmaya gerek yoktur 'Yeşil' ve 'renk' sözlerinin anlamlarını bilmemiz yeter Bu tür önermelere analitik önermeler diyoruz Matematik ve Mantık önermeleri de bu guruba gider Öte yandan 'Dünya yuvarlaktır', 'Sabir basınç altında gazlar ısıtılınca genleşir', 'Ankara Türkiye'nin Başkentidir' gibi önermeler 'sentetik' dir
Dünyanın yuvarlak olup olmadığını, 'dünya' ile 'yuvarlak' sözlerinin anlamlarına bakarak saptayamayız; bunun için gözleme başvurmak zorunludur Bilimsel önermeler bu guruba girer
Bilim mantıksaldır Bu özellik iki yönden kendini göstermektedir: aBilim ulaştığı sonuçların her türlü çelişkiden uzak, kendi içinde tutarlı olmasını ister Birbiriyle çelişen iki önermeyi doğru kabul etmez bBilim bir hipotez ya da teoriyi doğrulama işleminde mantıksal düşünme ve çıkarsama kurallarından yararlanır Hipotezlerin veya teorik önermelerin bir özelliği doğrudan test edilmemeleridir Bir teoriyi doğrulamak için gözlem olgularına baş vurmak gerekir Ancak bunu yapabilmek için önce teoriden birtakım gözlenebilir sonuçlar (bunlara ön deyiler de diyebiliriz) çıkarmaya ihtiyaç vardır Bu çıkarsama işlemi ise dedüktif mantığın kurallarına dayanmaksızın başarılamaz
Bilim objektiftir Birçok kimseler bilimsel objektifliği mutlak bir anlamda yorumlarlar Bu doğru değildir Kuşkusuz bilgin doğruyu arama çabasında kişisel eğilim, istek ve önyargıların etkisinde kalmamaya, olguları olduğu gibi saptamaya çalışacaktır Ancak unutmamalıdır ki, bilim, sanat, edebiyat, felsefe gibi bir insan uğraşısıdır Bir hipotezin kurulmasında veya seçiminde bilim adamı ister istemez bazı değer yargılarına, hatta bir ölçüde kişisel duygu ya da, beğenilere yer vermekten kaçınamaz Bilim'de özellikle bula, belli kurallara indirgenebilen bir süreç değildir Yeni bir Hipotez veya teorinin ortaya konması aklımıza olduğu kadar, hatta belki daha fazla, sezgi ve muhayyelize dayanan, yaratıcı bir oluşumdur Kaldı ki en basit gözlemlerimizde bile tam ve katıksız bir objektiflik sağlanamaz İnsanoğlu bir fotoğraf makinesi değildir; bütün algılarımız bazı varsayım ve kavramlar çerçevesinde oluşmaktadır Günlük yaşamda olduğu gibi bilim'de de çevremizde olup biten her şeyi değil, ancak bazı şeyleri algılar veya gözleriz Yaşama veya araştırma amacımıza göre bir seçmeye gitmek, ancak konumuza ilişkin olgularla ilgilenmek bizim için hem doğal, hem de bir zorunluluktur Böyle olunca, bilimde objektiflik mutlak değil, sınırlı ve özel anlamda yorumlanmak gerektir Bu da bilimsel olma iddiası taşıyan her sonuç veya 'doğrunun' güvenilir olması, bir iki kişi veya grubun tekelinde değil, kamunun (meslek çevresinin) soruşturmasına açık ve elverişli olacak biçimde dile getirilmesi demektir
Bilim eleştiricidir Bilim, ne denli akla uygun görünürse görünsün, her sav ya da teori karşısında, hatta bu sav veya teori yerleşmiş, herkesçe kabul edilmiş olsa bile, eleştirici tutumu elden bırakmaz Bilim bu tutumunu yalnız bilim dışı görüşlere karşı değil, kendi içinde de sürdürür Bilimde her teori veya görüş olgular tarafından desdeklendiği sürece 'doğru' kabul edilir Yeni bazı olguları açıklama gücünü gösteremeyen, ya da bazı gözlem verilerinin doğrulmadığı bir teori daha önceki statüsüne bakılmaksızın eleştiriye tabi tutulur; ya bilinen tüm olguları kapsayacak biçimde değiştirilir Ya da buna olanak yoksa bir yana itilir; yerine daha güçlü bir teori konmaya çalışılır
Örneğin:Newton'un yerçekimi hipotezi 200 yıl boyunca bir doğa yasası olarak kabul edildiği halde, geçen yüzyılın sonlarına doğru bazı olguları açıklamada yetersizliği görülünce, eleştiriye uğramış, daha sonra daha güçlü olan Einstein teorisine yerini bırakmak zorunda kalmıştır Bu da gösterir ki, bilimde hiç bir 'doğru' değişmez değildir
Bilimin bu kendi kendini eleştirme özelliği ona kendi kendini düzeltme yeteneği vermiştir Bilimde hiç bir hata veya yanlışa sapma sürekli olamaz Gözlem verilerinin durmadan artması doğrulama sürecinde süreklilik kazandırmakta, bu da hataların ayıklanmasına, bilgilerimizin giderek daha güvenilir olmasına yol açmaktadır Kendi kendini eleştirici ve düzeltici bir süreçte dogmalara, değişmez 'doğru'lara elbette yer yoktur
Bilim genelleyicidir Bilim tek tek olgularla değil, olgu türleri ile uğraşır Bu nedenledir ki, sınıflama bilimsel araştırmada ilk adımı oluşturur 'Belli koşullar altında su 100 derecede kaynar!, 'Bakır iletkendir', 'Bir gazın hacmi, sıcaklık sabit tutulduğunda, basınçla ters orantılı değişir' gibi önermeler tek tek olguları dile getirir Bilimsel önermeler genelleme niteliğinde olup ya bir sınıf olgunun paylaştığı bir özelliği, ya da olgular arasında değişmez bazı ilişkileri dile getirir Bilim açısından tek bir olgunun kendi başına bir önemi yoktur; o ancak inceleme konusu bir olgu sınıfına üye ise, dolayısıyla bir genellemeyi doğrulama (veya yalanlama) işleminde kanıt görevini görüyorsa önemlidir
Bilim başka bir bakımdan da geneli arayıcıdır Yetkili bilim çevresinin denetim ve eleştirisine açık olmayan, kişiye özgü kalan bulgu veya 'doğrular' bilimsel nitelikten yoksundur Bilimin bu kamuya açıklık niteliği, onun belli bir dil ya da ifade vasıtası ile anlatılır olmasına bağlıdır Kamuya açıklanamayan, kişisel kalan bulgular ne denli önemli olursa olsun, bilimsel türden bilgi sayılamaz Bilim benzer koşullar altında belli bir yöntemle daima aynı sonuçların elde edilmesi gereğine bağlıdır Bu gereği karşılanamayan, elde edilen bulgulara ne yoldan ulaşılacağı dile getirilemeyen kişisel başarılar, bizim için şaşırtıcı ya da çok göz kamaştırıcı olabilir, fakat bilimsel olamaz
Bilim seçicidir Evrende olup biten olgular çeşit ve sayı yönünden sonsuzdur Bilimin bunların tümü ile ilgilenmesi hem gereksiz hem de olanaksızdır Bir olgunun bilime veri niteliği kazanabilmesi için ya inceleme konusu bir propleme ilişkin olması, ya da bir hipotez veya teorinin test edilmesinde kanıt değeri taşıması gerekir Bu bakımdan bilimsel araştırmaya konu olan olgular, tüm olguların ancak küçük bir parçasını kapsamaktadır Bilimsel nitelik taşıyan bütün gözlem ve deneyler, ancak belli bir hipotezin ışığında belli olgulara yöneldiğinde etkinlik kazanır Gelişi güzel yürütülen, olgular arasında seçici olmayan bir gözlem ya da deneyin güvenilir sonuç vermesi şöyle dursun, bir enerji ve zaman kaybından başka bir şey olduğu söylenemez Bilgin olgu istifi yapan bir koleksiyoncu değildir, o ancak araştırma amacına uyan, cevabını aradığı sorulara ilişkin olguları saptamaya çalışır
Bilim de bütün diğer girişim ve çabalarımız gibi, açık veya üstü örtük birtakım temel inançlara dayanır Varsayım denen bu inançlarımız düşünme ve hareketlerimizin temelde yatan gerekçelerini oluşturur Örneğin, sabahleyin rastladığımız bir kimseye 'günaydın' dememiz gibi son derece basit bir davranışın bile dayandığı bir varsayım vardır Hitap ettiğimiz kişinin Türkçe bildiğini farzetmiş olmalıyız ki, ona başka bir dilde değil Türkçe'de seslenmiş olalım Bunun gibi çok daha karmaşık bir etkinlik olan bilimsel araştırma da, çok kez ifade edilmeyen, hatta belki bilinç altında bulunan, bazı temel inanç ve varsayımlara dayanmaktadır
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1Kendi dışımızda bir olgular dünyasının varlığı,
2Bu dünyanın bizim için anlaşılabilir olduğu,
3Bu dünyayı bilme ve anlamanın değerli bir uğraşı oluşturduğu
1varsayım, çevremizde olup bitenlerin hayal ürünü değil, gerçek olduğu; bu gerçek dünyanın algılarımızdan bağımsız, bilgilerimize göre biçimlenmeyen nesnel bir varlığı olduğu görüşünü içermektedir 2 varsayım bilgi edinmenin olanak dışı olmadığı, 3varsayım ise bilginin değerli şey olduğunu söylemektedir Gerçekten, temelde incelemeye konu bir dünyanın varlığını, bu dünyanın bizim için anlaşılır olduğunu, gene bu dünyayı anlamanın değerli bir uğraşı olduğunu kabul etmemişsek, bilim bir anlama çabası olarak gerekçesini yitirir, anlamsız bir hareket olarak kalır
Bu temel varsayımlar yanında özellikle Doğa Bilimleri için geçerliği söz götürmez birkaç varsayımı daha belirtebiliriz
Bilimsel incelemeye konu olan gerçek dünya gelişigüzel değil, olguların düzenli ilişkiler içinde yer aldığı, tutarlı, kapristen uzak bir dünyadır Örneğin, suyun hangi koşullar altında donduğu, hangi koşullar altında kaynadığı görülse idi böyle bir bekleyiş için olanak kalmazdı Olguların gelişigüzel yer aldığı kaprisli bir dünyada, olup bitenlerin gerisindeki temel ilişkileri arayan, bunları dile getirip açıklamaya çalışan bilim için de olanak yok demektir
Her olgu, bizim için saptanabilir olsun olmasın, kendinden önce yer alan başka olgulara bağlı olarak ortaya çıkar Bunun kısaca anlamı şudur: Nedensiz olgu yoktur ve bu neden doğanın kendi içindedir Bu varsayımdan hareket eden bilim herhangi bir olgunun açıklanmasını o olgunun ortaya çıkış koşullarına başvurarak yapar Örneğin, suyun kaynaması için 76 cm barometrik basınç altında sıcaklığın 100 dereceye çıkmış olması gerekir Burda suyun kaynaması bir sonuç, belli ölçülerdeki basınç ve ısı ise birer ön koşuldur Sonuçla ön koşullar arasındaki ilişkiyi matematiksel olarak şöyle gösterebiliriz:
Y=f(X1, X2,Xn)
Formulde, 'Y' sonucu, (X1,X2Xn) ler de ön koşulları göstermektedir 'f' ise ilişkinin fonksiyonel olduğunu ve bu fonksiyonda 'Y' nin bağımlı, 'X' nin ise bağımsız değişken olduğunu belirtmektedir
Bilim gözlem konusu bütün olguların zaman ve uzay içinde yer aldığını kabul ederBu ise,zaman ve uzayın 'realite' denilen gerçek dünyanın temel boyutları olduğu inancına dayanır Olguların zaman ve uzayla sınırlandırılması bilimi, ilkece gözlem konusu olamayacak birtakım doğadışı 'nesne'lere yönelmekten alıkoyduğu gibi, bu tür nesneleri inceleme konusu yapan çalışmaların bilimsel olamayacağı yargısını da temellendirmektedir Örneğin din, mitoloji ve metafizik incelemeler gibi
Bilim 'var olan her şeyin bir miktarla var olduğu' ilkesine bağlıdır Bu nedenledir ki, bilginler elde ettikleri bulguları nicelik türünden dile getirmeğe büyük önem verirler Deney sonuçlarının basit gözlemle değil, ölçme yolu ile saptanması ve bunların sayısal terimlerle ifadesi bilimde giderek önem kazanan bir gelişmedir İlk bakışta hiç de ölçülebilir gibi görünmeyen birtakım özelliklerin (Örneğin sıcaklık, sertlik, yoğunluk, öğrenme yeteneği, yaratıcılık vb) zamanla ölçülebilir bir biçimde tanımlandıklarını ve bu tanımlara uygun geliştirilen ölçme araçları kullanılarak ölçüldüklerini görmekteyiz Bir bilimde ölçme tekniğinde erişilen yetkinlik o bilimin ilerleme derecesini saptamada önemli bir ölçüt olarak kabul edilmektedir Bir tür ölçmeden yararlanmayan bir çalışmaya bilim demek artık çok güç görünmektedir
Bilimin dayalı olduğu varsayımlara ilişkin Einstein'ın şu sözleri önemle üzerinde durulmaya değer: 'Teorik kavramlarımızla gerçek dünyayı anlamanın olanaklı olduğu inancı olmaksızın, dünyamızın iç uyumuna inanmaksızın, bilim denen şeyin ortaya çıkması beklenemezdi Bu inanç her türlü bilimsel buluşun temel itici gücüdür ve daima öyle kalacaktır[6]
Bilime egemen temel varsayımların (Kepler'in düşüncesinde görüldüğü gibi) metafiziksel nitelikte olduğuna değinen tanınmış çağdaş Fizik bilginlerinden biri de şöyle demektedir: 'Modern teorik Fizikçi de, bilmeyarek, en az bir metafiziksel ilkenin güdümündedir Doğanın yeni kanunlarını bulma çabasında O, bu kanunların matematiksel olarak basit ve açık bir biçimde dile getirilebileceği inancını taşır Böyle bir inancın güdümünde olmaksızın, Fizik'in bir tek genel kanunu bulma olacağı düşünülemez bile'[7]
Yukarda kısaca değindiğimiz temel varsayımların Metafiziksel nitelikte olup olmadığı sorusu ayrı bir inceleme konusudur Ancak şu kadarını belirtelim ki, bilimin son 300 yıllık süre içindeki başdöndürücü gelişmesi dayandığı varsaymların geniş ölçüde geçerli olduklarını kanıtlayıcı niteliktedir


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.