Osmanlılarda Bilim Adamları |
04-24-2009 | #1 |
KRDNZ
|
Osmanlılarda Bilim AdamlarıAli Kuşçu Ali Kuşçu (asıl adı: Alâeddin Ali b Mehmet Kuşçu: ölümü 16 Aralık 1474), 15 yüzyılın önde gelen bir matematikçisi ve gökbilimcisidir Uluğ Bey’ in " doğancıbaşısı" olan Mehmet Bey’ in(Muhammed) oğluydu; bu nedenle Kuşçu diye tanınmıştı Ali Kuşçu, dinsel bilgileri Semarkant’taki hocalardan, matematik ve astronomiyi de Bursalı Kadizade Rumi’den ve Uluğ Bey’den öğrendi Pek genç yaşta Semerkant’tan Kirman’a gitti; Hallu’l-Eşkali’l-Kamer adlı eserini Kirman’da yazdıKirman’da öğrenimini tamamlayarak Uluğ Bey’in yanına döndü ve Uluğ Beyin kurduğu rasathanenin müdürü Kadızade ölünce rasathaneye müdür oldu (1421)Gürgani tahtında oturan Uluğ Bey, oğlu Abdüllatif’in ihaneti sonucunda kardeşlerince öldürülünce(1449’da Uluğ Bey’in şehit edilmesinden sonra) Semerkant medreselerindeki derselerine son verdi; ülkesini terkederek Azerbaycan’a ve oradan -Hacca gitmek için-Tebriz’e geldi Tebriz’de Akkoyunlu hükümdarı olan Uzun Hasan onu çok iyi karşıladıBir ara,Osmanlılarla barış görüşmelerini yürütmek üzere elçi olarak İstanbul’a gönderildi Fatih, ünlü bilgine hayran oldu ve İstanbul’da kalması için rica etti Günde 200 akçe ile Ayasoyfa Medresesine atayacağını belirtti Ali Kuşçu, bu daveti ancak elçilik görevi bitince kabul edebileceğini bildirdi ve Tebriz’e döndüElçilik görevini bitirdikten sonra ailesi ve adamlarıyla birlikte İstanbul’a geldi bu yolculuğnuda kendisine günde 1000 akçe yolluk verildi Bu yolluğun fazlalığı Fatih’in bilginlere verdiği önemi gösteriyor İçlerinde ünlü bilgin hocazade’nin de bulunduğu bir heyet tarafından karşılanan Ali Kuşçu’nun kadırga içinde Hocazade ile gel-git dalgaları üzerine bir tartışmaya girdiği bilinmektedir İstabulda Ayasofya medresesinde Müderris (profesör) olarak görev yapan Ali Kuşçu, İstanbul’un arz ve tul derecesini bir defa da kendisi tebsibt ettiği gibi, 1473 yılında da Fatih camisi’ne bir Güneş saati yapmıştır(Hüseyin G Yurdaydın, Türkiye Tarihi 2, s: 244-245) Ali Kuşçu, Maveraünnehirde yetişen bilginlerin sonuncusudur Fakat onun Osmanlı devletine gelişi çok önemli oldu Fatih’in emriyle Osmanlı-Akkoyunlu sınırında törenle karşılandı Sonra Ayasofya Medresesine müderris olarak atandı O zaman dek İstanbul’da astronomiyle ilgilenen güçlü bir bilgin yoktu Ali Kuşçu, astronominin Osmanlılar arasında yayılmasına yol açtı; 1474’te öldü Kelam, dilbilgisi ve Nasırıüddin-i Tusi’nin Tecrid-ül Kelam (Sözün Tecridi) adlı kitabına ve Kadı Adudüddin ’in Risale-i Adüdiye’sine (Audüddin Risalesi) yaptığı yorumlar ve özellikle Unkud-üz Zevahir fi Nazm-ül Cevahir (Mücevherlerin Dizilmesinde Görülen Salkım) adlı eserleri önemlidir Astronomi konusunda ise Farsça yazdığı Astronomi Risalesi ( Riselet-ül fi’l hey’et ) başta gelir Bu eser bazı eklemelerle Arapça’ya çevrildi Ali Kuşçu bu nüshaya Fetih Risalesi ( Risalet-ül Fethiye) adını vererek Fatih’e sunduArapça olan Fethiye,aslında,onun Risale fi’l-Hey’e adı ile daha önce Farsça olarak yazmış olduğu eserin Arapça’ya çevirisidir Ancak yazar,eserinin sonuna gökcisimlerinin dünyadan uzaklıkları ile ilgili bir bölüm eklemiştir Fatih’e sunulmuş olan bu esere Fethiye adının verilmesi de bu çeviri işine Fatih’in Uzun Hasan üzerine yaptığı sefer sırasında başlanmış olması ve onun zaferi kazandığı gün de eserini tamamlamış bulunmasındandır Ali Kuşçu’nun bu konudaki diğer önemli eseri de Risale-i Muhammediye adını taşır Bu eser de asılında onun daha önce Farsça yazmış olduğu Risale fi’l-Hisab’ın Arapça’ya yapılmış bir çevirisidir Ancak Ali Kuşçu’nun en önemli eserinin onun,ünlü Uluğ Bey Zic’ine yazmış olduğu şerh olduğu anlaşılmaktadır(Hüseyin G Yurdaydın, Türkiye Tarihi 2 s: 245) Ayrıca Uluğ Bey Zic’ine yaptığı yorum, en önemli yorumlarındandır Bunlardan başka Meselelerin Keşfinde Tılsımların En Önemlisi (’ mahbub-ül Hamail fi keşif-il-mesail) adlı ansiklopedik bir eseri daha vardır Çağında İstanbul medreselerinde matematik ve astronomi çok gelişmiştir (Hilmi Ziya Ülken, İslam Düşüncesi, s: 268; Meydan Larousse (http://andromedaelkituedutr/ast-ali-kuscuhtml) ve E İhsanoğlu, BCFF s: 30) Semerkant’ ta Uluğ Bey’ den ve Kadızade Rumi’ den ders aldı Kirman’a giderek öğrenimini sürdürdü sonra Semerkant’a döndü Yaşamının önemli bir kısmını Semerkant’ ta eğitim için geçirdi Uluğ Bey1449’ da şehit edildi Ali Kuşçu,buna çok üzüldü ve ülkesini terketti, Azerbaycan’ a oradan Tebriz’e geldi Tebriz’ de iktidarda olan Uzun Hasan, onu iyi karşıladı Uzun Hasan Akkoyunluların hükümdarıydı Uzun Hasan, bir süre sonra onu elçi olarak Fatih Sultan Mehmet’ in yanına gönderdi Elçiliği bitirdikten sonra da Fatih’’ in yanında kaldı Sahn-ı Seman medreselerinden birisine müderris oldu( Uzunçarşılı, s: 653) Ali Kuşçu , 15yy’da yaşamış önemli bir astronomi ve matematik bilginidir Asıl adı Alaeddin’dir Doğum tarihi tam olarak bilinmiyor Babası Timur’un (1369-1405) torunu olan Uluğ Bey ’in (1394-1449) doğancıbaşı idi “Kuşçu” lakabı buradan geliyor Ali Kuşçu, Semerkant’ta doğdu Burada yetişti Çok genç yaşta birdenbire Semerkant’tan ayrılarak Kirman’a gitti, öğrenimin burada tamamlayarak Uluğ beyin yanına geldi Yaşamının büyük bölümünü Semerkant’ta öğretimle geçirdi1449’da Uluğ Beyin öldürülmesi üzerine üzülerek memleketini terketti Azerbaycan’a ve oradan da Tebriz’e geldi Tebriz’de hüküm süren Uzun Hasan tarafından çok iyi karşılandı Sonraodan onun tarafından elçi olarak Fatih’in yanına gönderildi Elçilik görevini bitirdikten sonra Fatih’in yanında kaldı İstanbul’da Hocazade’nin (Gazali’yi İbn Rüşt’e karşı savunan risalenin yazarı) oğluna kızını vermek suretiyle akraba oldu Ali Kuşçu’nun eserleri zamanında da o kadar fazla önemli değildir Kendisi Maveraünnehir’de yetişen alimlerin sonuncusudur Fakat onun Osmanlı devletine gelişi çok önemlidir Çünkü o zamana kadar İstanbul’da astronomiyle uğraşan yetkin bir alim yoktu Bu olay, İslam astronomisinin Osmanlılar arasında da yalımsanıa yol açtı 1474’te öldü Başlıca eserleri Risalet-i fi halli eşkal-i kamer, Risalet-i hesab, Risale fi’l hey’e’dir Bunlardan başka cebir ve astronomiye ilişkin kitapları da vardır Fakat bu zatın en önemli eseri Zeyc-i Gurgani’ye yazmış olduğu şerhtir Ali Kuşçu,Uluğ bey gibi matematik ve astronomi de içinde müneccimliğe (astrolojiye) karşı da ilgi gösteriyordu(HZ Ülken, İ Düşüncesi, s: 268-9) Uluğ Bey de içinde olmak üzere Kadızade-i Rumi (1337-1412) ve Gıyaseddin Cemşid ( ?-1429) gibi dönemin önemli bilim adamlarından ders aldı ve Uluğ beyin yanında çalışarak Uluğ Bey Zic’inin hazırlanmasında yardımcı oldu Uluğ Bey’in ölünce Semerkant’tan ayrıldı ve Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın yanına gitti Daha sonra Uzun Hasan tarafından, Osmanlılar ile Akkoyunlular arasında barışı sağlamak amacıyla Fatih’e elçi olarak gönderilmiştir Fatih, bir kültür merkezi oluşturmanın koşullarından birinin de bilim adamlarını bir araya toplamak olduğunu biliyordu; Ali Kuşçu İstanbul’a gelince onu İstanbul’da kalmaya ikna etti ve 200 altın maaşa bağlayarak Ayasofya’ya müderrisliğine atadı Ali Kuşçu burada Fatih külliyesinin programlarını hazırlamış, astronomi ve matematik derslerini vermiştir Ayrıca İstanbulun enlem ve boylamın ölmüş ve çeşitli Güneş saatleri de yapmıştır Ali Kuşçu’nun medreselere matematik derslerini konulmasında önemli rolü olmuştur Bu dersler olağanüstü rağbet görmüş, önemli bilim adamları tarafından da izlenmiştir Nitekim, etkisi 16 yy’da ürünlerini vermiştir Ali Kuşçu’nun astronomi ve matematiksel alanında yazmış olduğu iki önemli eseri vardır Bunlardan biri, Otlukbeli Savaşı sırasında bitirilip zaferden sonra Fatih’e sunulduğu için Fethiye adı verilen astronomi kitabıdır; diğeri ise Muhammediye isimli matematik kitabıdır (Bilim Tarihi, Doruk Yay s: 124-125 ve HZÜlken, İDüşüncesi, s: 268-269) |
Erzurumlu İbrahim Hakkı |
04-24-2009 | #2 |
KRDNZ
|
Erzurumlu İbrahim HakkıErzurumlu İbrahim Hakkı1701 tarihinde Erzurum’da doğduMutasavvıf Dokuz yaşındayken babasıyla Siirt’e gitti ve Tillo Köyü’ndeki Kadiri Seyhi Ismail Fakirullah’a bağlandi1735’te Erzurum’a döndü Üç defa hacca giden, Arabistan ve Mısır’ı dolaşan İbrahim Hakkı,1752’de İstanbul’da Sultan IMahmud Han’ın özel izniyle saray kitaplığıdan yararlandı Şiirlerini İlahiname adı altında toplayan İbrahim Hakkı, ünlü eseri Marifetname’de çağının jeolojiden astronomiye, fizyolojiden psikolojiye kadar pek cok alandaki bilgilerini bir araya getirmeye çalıştı 1780 tarihinde öldü Osman Efendi adlı bir şeyhin oğludur Babası saygın bir mutasavvıf idi ve İbrahim Hakkı’yı iyi bir eğitimle yetiştirdiİbrahim Hakkı olgun bir düşünürdü Yetmişten fazla eser yazdı Eserleri arasında en meşhuru olan Marifetname adlı eseri, yaşadığı dönemin bütün bilgilerini kapsayan ansiklopedik özellikte bir eserdir Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetname adlı eseriyle insanlara önce çevrelerindeki eşyayı, daha sonra kendilerini ve en sonunda da Tanrıyı bildirmeyi amaçlıyordu Kitabın içindeki Kıyafetname adlı bölüm ise bir çeşit görgü bilimidirErzurumlu İbrahim Hakkı, dar çevresi içinde tasavvufu öğrenmişti O, derin düşüncesiyle cisimlerin birleşmesini, hayatın doğuşunu, cinslerin gelişmesini yepyeni bir görüşle ortaya atmıştı Ona göre Tanrı önce "Kendi nurundan bir cevher var edip, andan cemi kainatı tedric ve tertib ile halk etmiştir; buna Cevher-i Evvel denir" Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya göre, bütün varlık küre şeklindedir: "Alemin her ne tarafına nazar olunsa şekli muhaddep görünür" "Arzda ve semada müşahede olunan bütün şekiller yuvarlaktır" Einstein bu görüşü ondan çok daha sonra matematiksel yollardan göstermiştirİnsanların nazarında çok önemli bir yer işgal eden Marifetname adlı eseri defalarca basılmıştır |
Hızır Bey |
04-24-2009 | #3 |
KRDNZ
|
Hızır BeyHızır BeyTürk bilgeleri arasında cidden yüksek fazilet sahibi olan Hızır bey, rivayete göre Anadolu Selçukluları vezirlerindendir; Nasreddin Hoca diye ünlenen Hace Nasıreddin Müstevfi (maliye bakanı) soyundan imiş; Babası Kadı Celal, Sivrihisar’da kadıyken orada doğmuştur Hızır Bey, önce babasından ders görmüş ve Molla Yeğen(Molla Fenarinin öğrencisi)’in onayıyla Sivrihisar’a müderris oldu Çok zeki ve çok dikkatli bir insandı,kendisini okumaya verdi ve geniş bilgisiyle ünlendi Tetebbu ve muhakeme kuvveti ve ilmi meseleri kavrayış bakımından Molla Fenari’den sonra geldiği anlaşıldı İstanbul’un fethindren sonra İstanbul kadısı oludu Fatih, kendisini daha önceden tanıyordu Hızır Bey, yazdığı bir kasidesini Fatih Sultan Mehmet’e sunmuş O da bu kasideyi Molla Gürani’ye göstermiş Gürani, orada bir kavaid hatası görüp bunu kendi kalemiyle kasidenin arkasın yazmış ve geri vermiş Alimleri tartıştırmayı seven Fatih, Gürani’nin düzeltmesini Hızır Bey’e yollamış Hızır Bey kendi yazdığının doğru olduğunu -bir ayete dayanarak- kanıtlamış ve böylece Molla Gürani’den üstünlüğünü göstermiş Bu durum onun İstanbul kadılığına atanmasında önemli rol oynamış Hızır Bey, Molla Fenari mektebinin sürmesinde ve yayılmasında önemli bir rol oynamıştır Hızır Bey, 1549 yılında öldü Ölünceye dek İstanbul kadılığında kaldı Oğlu Tazarruat sahibi Sinan Paşa ile diğer oğulları Ahmet ve Yakup Paşa’lar ve Muslihuddin Kastelani,Hayali,Alaüddin Arabi,Bursalı Hocazade,Hatipzade,Tacizade,Muarrifzade ve Kadızade-i Rumi’nin oğulları Mehmet ve riyaziyeci Mirim Çelebi ve riyaziyeci Kasım gibi 15 yy’ın son yarısına şeref veren ilim adamlarını yetiştiren Hızır Bey’e alimler arasında “ilim dağarcığı” denilirdi(Uzunçarşılı,Osmanlı Tarihi, s:652) |
Kadızade el-Rumi |
04-24-2009 | #4 |
KRDNZ
|
Kadızade el-RumiKadızade el-RumiKadızade el-Rumi (1364, Bursa,Türkiye- 1436, Semerkant,Özbekistan) Kadı-Zade “kadının (yargıcın) oğlu” anlamına gelir ve onun için babasının kadı olduğun sanılıyor Bununla birlikte gerçek ismi Kadızade değil, Salih el-Din Musa Paşa idi Dilgan, bazı tarihçilerin Kadızade’nin ismine ilişkin hatalar yaptıklarına dikkat çekmektedir Örneğin Montucla,onun İslam’ı kabul etmiş bir Yunanlı olduğunu söylemiştir Dilgan, bunun el-Rumi isminin yanlış anlaşılmasından ortaya çıktığını öne sürmektedir: “ Anadolu’da yaşamış, Romalı (Yunanlı değil) anlamına gelen, Rum olarak adlandırılan insanlar içindi,çünkü bir zamanlar Anadolu Romalı idi” Kadızade, memleketi olan Bursa’da yetişti Standart eğitimini Basra’da tamamladı ve sonra el-Fenari ile geometri ve astronomi çalıştı El-Fenari, Kadızade’nin matematik ve astronomi üzerine büyük bir yeteneği olduğunu gördü ve ona imparatorluğun kültür merkezleri olan Horasan ya da Transoksanya’yı (bugünkü Özbeksitan) ziyaret etmesini öğütledi Orada zamanının en iyi matemetikçileri ile görüşme olanağından yararlanabilirdiKadızade henüz genç bir insan iken,Timur,bugünkü İran,Irak ve Doğu Türkiye’ye kadar uzanan imparatorluğa hükmediyorrdu Timur 1405’te ölünce imparatorluk oğulları arasında bölündü Şah Ruh,Timur’un dördüncü oğluydu ve 1407’de Semerkant’ın kontrolünü yeniden kazanarak,İran ve Türkistan dahil,imparatorluğun çoğunun denetimini elde etmişti Kadızade’ye ziyaret etmesi önerilen kültürel merkezler, Horasan’daki Herat’ı (bugünkü Batı Afganistan’da) ve Özbekistan’daki Buhara ve Semerkant’ı kapsamaktaydı Kadızade bu şehirleri ziyaret etmek için 1407’den sonra yola çıktığı biliniyor Bir kariyere başlamak için yola çıktığında gerçekte genç bir adam değil de kırk yaşın üzerinde bir adamdı Bu girişim için neden bu kadar beklediği açık değildir Bir matematikçi olarak ve 1383’te Bursa’da yazdığı, halen varolan aritmetik üzerine ilmi bir eser ile zaten iyi bin ün kazanmıştı Bu, aritmetik, cebir ve ölçme yöntemlerini kapsayan bir çalışma idi Birçok kenti gezen Kadızade,1410 dolayında Semerkant’a ulaştıÖnceki yıl babası Timur’un imparatorluğunun kontrolüne ele geçirmiş olan Şah Ruh, Horasan’daki Herat’ı yeni başkent yapmaya karar verdi ve Semerkant’ın kontrolünü kendi oğlu Uluğ Bey’e verdi Kadızade, 1410’da Semerkant’ta kendisiyle karışılaştığında, Uluğ Bey sadece 17 yaşındaydı Siyaset ya da askeri fetihten çok, bilim ve kültür ile ilgileniyordu Fakat bununla birlikte tüm imparatorluğun vekil hükümdarı ve özellikle Maveraünnehir bölgesinin tek hakimi ve hükümdarıydı Yaşamının geri kalanını Semerkant’ta geçirmesinden dolayı,Uluğ beyle buluşmak Kadızade için kesinlikle tam bir dönüm noktası olmuştur Bu şehirde evlendi ve oğlu Şems el-Din Muhhammet burada doğdu Kadızade, Semerkant’taki ilk yılları boyunca, matematik ve astronomiyle ilgili bir dizi tefsir yazdı Bunlar, Uluğ Bey için yazılymış gibi görünüyordu ve Kadızade parlak ve genç bir matematikçinin öğretmeni olarak materyal hazırlıyor gibi görünüyordu Astronom el-Jaghmini’nin icmali üzerine bir tefsiri 1412-13’te Kadızade tarafından yazıldı,aynı zamanda,ikinci bir tefsir de el-Semerkandi’nin bir çalışması üzerineydi Bu ikinci tefsir,el-Semerkandi’nin Öklid’in 35 önermesini incelediği sade 20 sayfalkı ünlü kısa çalışması üzerinedir Kadızda, bu çalışmayı 1412’de yazdı Belki de Kadızade’nin cesaretlendirdiği Uluğ Bey, 1417’de, bir yükseköğretim merkezi olan medresenin yapımına başladı Semerkant’taki Rigestan Meydanı’nın karşısında duran Medrese, 1420’de tamamlandı ve Uluğ Bey o zaman bulabildiği en iyi bilimadamalarını medresedeki öğretim pozisyonlarına atamaya başladı Kadızade’nin yanısıra Uluğ bey,yaklaşık altmış diğer bilim adamı gibi, El-Kaşi’yi de medresesine katılmaya davet etti El-Kaşi, Kadızade ve Uluğ Beyin kendisinin Semerkant’taki bu ünlü kuruluşun önde gelen astronomları ve matematikçileri olduklarından hiç şüphe yoktu Semerkant’ta 1424’te bir gözlemevi inşaatı başladı ve gözlemevei inşaat halindeyken El-Kaşi, Keşan’da yaşayan babasına Semerkant’taki bilimsel hayat hakkında mektuplar yazdı El-Kaşi bu mektuplarda,Uluğ Bey ve Kadızade’nin matematikle ilgili iyeteneklerini övmekte,fakat onlarla kıyaslandığında öteki bilim adamlarından ikinci derecede bahsetmekteydi Bilimsel toplantılar,Uluğ Bey tarafından yönetilmekte idi ve bu oturumlarda astronomi üzerine sorunlar serbestçe tartışılıyordu Bu sorunlar, El-Kaşi ve Kadızade hariç tümü için genellikle çok zordu Kadızade’nin en orjinal çalışması, dikkate değer bir doğrulukla sin 1°’in hesaplanmasıydı Yöntemlerini Sinüs Üzerine Risale adlı eserinde yayınladı Bu problemin çözümü için El-Kaşi de bir yöntem bulmasına rağmen, iki yöntem farklıydı ve bu da iki takdire şayan bilim adamının da Semenrkant’ta aynı problekler üzerinde çalışıyor olduklarını göstermektedir El-Kaşi gibi, Kadızade de sin 1 dereceyi 10-12’lik bir doğrulukla (eğer ondalık olarak açıklanırsa) hesaplanmıştır Semerkant’taki gözlemevinde başlanılmış olan asıl çalışma, Batlamyos’tan beri ilk geniş kapsamlı yıldız kataloğu olan Yıldızlar Kataloğu ’nun yapılmasıydı Bu yıldız kataloğu Zij-i Sultani, 17 yy’a kadar bu tür çalışmalar için standart oluşturmuştur Kadızade’nin ölümünü izleyen yıl olan 1437’de yayınlanmış olan eser 992 yıldızın konumlarını vermektedir Katalog, gözlemevinde çalışan çok sayıda bilimadamının ortak bir çalışmasıydı;ama,elbette asıl katkıda bulunanlar Uluğ Bey, El-Kaşi ve Kadızade idi Gözlemevinde yapılan gözlemlerin tablolarının yanı sıra, çalışma, takvim hesaplamalarını ve tirgonometrideki sonuçları da kapsamaktaydı Kadızade tarafından tamamlanmamış bir tefsir de Nasreddin el-Tusi’nin astronomi ile ilgili ilmi eseri üzerinedir Günümüze ulaşan bu çalışmanın içerikleri (3) ‘te tamamlanmıştır Birçok Müslüman astronomun ve matematikçinin tartıştığı Mekke’yi kaplama problemi üzerine Kadızade tarafından yapılan bir ilmi eser de halen bilinmektedir” (http://turnbulldcsst-andacuk/history/ Mathematicians/Orçun Zorlular’ın çevirisi) Müsbet bilimler konusunda matemaik ve astronomi bilgini Kadızade-i Rumi (Musa Başa b Mahmud b Mehmed Selahaddin (1337-1412), öğretimini Bursa’da yaptı Kız kardeşinden başka kimseye haber vermeden Horasan’a oradan Türkistan’a giderek bilgisini artırmaya çalışmıştır Timur’un torunu Uluğ Bey (1394-1449) zamanında Semerkant’ta bulunduğu sırada, müdür Gıyaseddin Cemşid’in ölümü üzerine Semerkant rasathanesi müdürlüğüne, aynı zamanda Semerkant Medresesi baş müderrisliğine getirildi Baş müderris bulunduğu sırada Uluğ Bey’in sebep göstermeden bir müderrisi azletmesi üzerine durumu anlatmış, dersten çekilmesine bir müderrisini kendisine sorulmadan azledilmesinin sebep olduğunu söylemiş, böylece bilim kurumlarına siyasilerin doğrudan hakim olamayacağına dair güzel bir ders vermiş, bilgin hükümdar, hocayı görevine iade ederek kadızade’nin gönlünü almıştır Rasathane müdürlüğünde bulunduğu sırada hazırlamakta olan Zic-i Gürgani (Zic-i Ulug Bey) nin yazılışına katılmıştır Eserleri: (a) Mahmud b Ömer el-Çağmini el-Harezmi (öl:1221)’nin El-Mulahhas fi’l-Hey ’e adlı kitabına yazdığı şerh (b) Şemseddin Semerkani (13yy)’nin Euclides’in Kitab el Usul ’ünden geometri öncüleri ve üçgenlerin niteliklerine dair ikinci kitabındaki davalar üzerine kaleme aldığı Eşkal el-Tesis ’i şerhetmiştir (c) Muhtasar fi’l-hisab: Arapça üç kısım Aritmetik, cebir, denklemler ve ölçmelerden oluşurFaydalı, anlaşılması kolay bir aritmetik kitabı (d) En orijinal eseri Risale fi İstihraci’l-Ceyb derece Vahide adıyla Gıyaseddin Cemşid’in yazdığı kitaba yazdığı şerhtir Kadızade, bu eserinde bir (s:238) derecelik yay sinüsünün hesabı daha iyi ve daha basit bir şekle sokmuştur kadızade, gerçek bir astronomdu Yetiştirdiği iki öğrencisi sonradan Tüarkiye’ye gelerek matematik ve astronomi ilimlerin yaymışlardır Bunlar Fethullah Şirvani ve Ali Kuşçu’dur (Türkiye Tarihi 2,Osmanlı Devleti 1300-1600,Cem/Tarih, Ekim 1995, s:238-239) |
Mirim Çelebi |
04-24-2009 | #5 |
KRDNZ
|
Mirim ÇelebiMirim ÇelebiMirim Çelebi (Mahmut bin Mehmet), Ali Kuşçu’nun ve Kadızade’nin torunu ve Kudbettin Mehmet’in oğludur İstanbulda öğrenim gördü ve sonra Hocazade Sinan Paşa’nın hizmetine girdi Önce Gelibolu, sonra Edirne ve Bursa medreselerinde müderris olarak çalıştı Sonradan Şehzade Bayezitin hocası oldu Sultan Selim zamanında Anadolu kadıaskerliğine kadar yükseldi Hayatının son kısmını Edirne’de geçirdi ve 1525’te orada öldü Matematiğe ve astornomiye dair eserler yazdı; trigonometriye dair birçok makalesi vardır Bunların çoğu Farsça yazılmıştır Matematik ve astronomi bilim geleneklerinin yerleşmesinde katkısı olmuş ve Uluğ Bey Zici’ne yazdığı şerh ile ün kazanmıştır (İslam Düşüncesi, Hilmi Ziya Ülken, 269 ve Eİhsaoğlu s: 30) Ali Kuşçu’dan sonra Osmanlı ilmi hayatında geometrinin ilerlemesi için en çok çalışan kişi Mirim Çelebi ’ dir Risalelerinden birçoğunu 2 Bayezid’e ithaf etmiştir; heyet ve müsellesata dair eserleriyle ünlüdür Mirim Çelebi’nin asıl adı Mahmud bin Mehmed’dir Onuncu hicret yüzyılında İstanbul’da yetişmiştir Kadızade’nin torunu ve Kudbettin Mehmed’in oğludur İki büyük astronomn torunu olması kendisinin fikri gelişmesinde büyük etken olmuştur denilebilir Mirim Çelebi İstanbulda öğretimini bitirdikten sonra Hocazade Sinan Paşa’nın hizmetine girdi Önce Gelibolu, sonra Edirne ve Rusya dmedreselerine müderris oldu Sonradan Şehzade Sultan Bayezid’e öğretmen olarak atandı Sultan Selim zamanında Anadolu kadıaskerliğiğine kadar geldi Hayatının son kısmını Edirne’de geçirdi ve 1525’te orada öldü İkinci Bayezid zamanında matematiğe ve astromoniye dair birçok eser yazdı En tanınmışları Uluğ bey’in zeyci için yazdığı şerhp, Ali Kuşçu’nun eserine şerhtir Bunlardan başka Mirim Çelebi’nin trigonometriye dair pek çok risalesi vardır Bunlardan çoğu Farsça yazılmıştır(HZÜlken, İ Düşüncesi, s: 269) Dönemin astronomi eserleri arasında Abdülvehhab b Cemaleddin b Yusuf el-Mardani’nin Urcuze fi Menazil el Kamer ve Tulu’iha ile Manzume fi Silk el Nücüm isimli Arapça eserlerini görüyoruz Meraga ekolünün kurucusu Nasireddin Tusi’nin Risale fi’l Takvim isimli eseri ve yine ona ait olan ve Ahmed Da’i (öl: 1421 cıvarı) tarafından tercüme edilen Si Fasl fi’l-takvim adlı eser bu dönemde Farsça’dan Türkçe’ye çevirilmiştir Bu dönemde Osmanlı biliminin Semerkant yanında ikinci bir kaynağı olan Mısır’da öğrenim gören zamanın tanınmış hekimi Hacı Paşa (Celaleddin Hıdır) (öl: 1413 veya 1417), Osmanlı tıbbını gelişmesinde önemli ir yeri olan Şifa’el-Eskam ve Dev’el-Alam ve Kitab el- Ta’alim fi’t-tıbb isimli iki Arapça eseri yanında Türkçe ve Arapça eserler de yazmıştır |
Molla Fenari |
04-24-2009 | #6 |
KRDNZ
|
Molla FenariMolla FenariMolla Fenari (Şemseddin Mehmet) Hamza oğlu, 1350 doğumlu Bursa -Yenişehri Fener kasabasında doğduğu için Fenari adını aldı Molla Fenari, Kara Hoca denen Alaadin’den ders aldı, sonra Konya Aksarayındaki Zincirli Medrese hocası Cemalüddin Aksarayi’den ders aldı(1376) ve oradan Kahire’ye gitti Kahire’de dönemin ünlü hocalarından Bayburt’lu Molla Ekmel’den ders aldı Molla Fenari, babasının düşüncesi olan tasavvufa da önem verdi ve Muhyiddin Arabi felsefesini yaymaya çalıştı Osmanlılar zamanında Bursa’da müderrislik ve sonra kadılık yaptıYıldırım Bayezid’in ilgisini çekmişti, devlet işerinde görüşlerinden yararlanılmıştır Bir çok kere Mısır ve yöresine gitti Mısır ve Suriye bilginleri, kendisine tutkun olmakla birlikte onun vahdeti vücut felsefesine olana eğilimini önemli bir kusur sayıyorlardı Memluk Sultanı Melik Müeyyed Şeyh’in daveti üzerine 1419’da Kahire’ye gitti Oradaki alimlerle görüştü; ama onlarla Muhyiddin felsefesine ilişkin konularda onlarla tartışmaya girmemek için özen gösterdi; başka konularda görüşmeler yaptıBu da hakkında değişik yorumlar yapılmasına yol açtı Molla Fenari, Çelebi Sultan Mehmet zamanında padişaha gücenip Karamanoğlu Mehmet Bey’in yanına gitti Karamanoğlu Mehmet Bey, ona büyük saygı gösterdi; kendisine günde bin, öğrencilerine de beş yüz akçe bağladı Çelebi Mehmet, Karamoğlu’nu yenince Molla Fenari’yi alıp Bursa’ya götürdü Bursa kadılığını verdi Bu durum vezirlerle arasının açılmasına yol açtıMolla Fenari, geride yazdığı yüzü aşkın eser ve bin ciltlik bir kütüphane bırakarak 1431 Mart ayında öldü Molla Fenari, Davud Kayser’den sonra Osmanlı memleketlerinde vahdeti vücut felsefesinin yayılmasına çalışmış, aynı zamanda medreseden yetiştirdiği ilim adamları ile ulema mektebinin kurucusu olmuştur Kendisinden sonra yetişmiş olan alimlerin hemen hepsi Molla Fenari okulundandırÖldüğü zaman 150 bin altını olduğu ve cömert bir insan olduğu söylenir Oğul ve torunları da kendi ünü nedeniyle ilk kez kırk akçe yövmiyeli müderris olmuşlardır(Uzunrçarşılı, s: 648-50 ) |
Molla Hüsrev |
04-24-2009 | #7 |
KRDNZ
|
Molla HüsrevMolla HüsrevMolla Hüsrev (Yozgat, ?-İstanbul Ekim 1480) Osmanlı devletinde 15 yy’ın ikinci yarısı içinde yetişen ve fıkıhta en yüksek ilim adamlarından olan Molla Hüsrev için Fatih Sultan Mehmet “ zamanımızın Ebu Hanifesidir” diye takdir ve iftihar ederdiBir söylentiye göre, Molla Hüsrev’in babası Yozgat cıvarında Yerköy’de bulunan Arsak adlı bir Türkmen aşiretindendi Bir başka söylentiye göre İslamiyeti benimsemiş bir Fransız soylusunun (asilzadesinin) oğluydu Taşköprüzade, babasının Rum asıllı bir Müslüman olduğunu belirtmektedir Bu alimin adı Mehmed Hüsrev ve babasını adı Feramerz ve onun babası da Ali adında bir Türkmendir İslam hukukçuları arasında bugün de en büyük mevkiyi tutmakta olan Molla Hüsrev, fıkıhtan Dürer ve Gurer i simli metin ve şerhi içeren kıymetli eserleriyle ünlenmiştir Molla Hüsrev, Molla Fenari’nin oğlu Yusuf Bali’den ders aldı, Bursa’da müderrislik ,Edirne kadılığı ve Edirne’deki Şah melik medresesinde bir süre müderrislik yaptı Sultan 2 Mehmet’in birinci kere başa geçişinde kazasker tayin edilmiş ise de 2 Murat’ın yeniden hükümdar olması üzerine o da kazaskerlikten çekilerek şehzade ile birlikte Manisa’ya gitmiştir hatta Sultan Mehmet’in kendisinin diğerleri gibi makamında kalmasını arzu etmesine karşı “Mürüvvet, devlette ve azilde inasının arkadaşlarıyla beraber olmasıdır” diyerek birlikte gitmişti Molla Hüsrev, Fatihin ikinci kere başa geçmesinden sonra yanında maaşlı olarak çalışmaya başladı Molla Hüsrev, Rumelihisarının yapımı sırasında bizzat inşaatın başında bulundu ve dört ay gibi kısa bir sürede inşaatın tamamlanmasında büyük emeği geçti Hızır bey’in ölmesi üzerine 1458’de İstanbul kadılığına atandı Hatta “Bilad-ı selase” denilen Galata, Eyüp ve Üsküdar kadılıklarının yanısıra Ayasofya Medresesinde müderris olarak görevlendirildi Öğrencileri sabahleyin topluca evine gider birlikte kahvaltı ederlerdi Dersini bitirdiken sonra yine hep birlikte -öğrencileriyle birlikte- evine gelirdi Yusuf b Cüneyd et-Tokadi, Zembilli Ali Efendi,Hasan çelebi, Hasan b Abdüssamed es- Samsuni ve Muhammed Şah el-Fenari kendisinden ders alan seçkin öğrencilerdi Bu hizmetleri yapmaya yetişmekle birlikte müsait zamanlarında kitap bile istinsah ederdiÇelebi Medresesinde müderris olan kardeşinin ölümünden sonra aynı medresenin müderrisliğine atandı Varna savaşından önce kazaskerliğe getirldi(1429) Bu tarihten itibaren Osmanlı ordusunun dini konularda görüşlerine başvurduğu tek yetkili haline geldi Varna Savaşı’na katıldı Bir düğün cemiyetinde padişahın Molla Gürani’yi sağına ve kendisini de soluna oturtacağına dair haber alınca gücenip 1462’de İstanbul’dan ayrıldı ve Bursa’ya gitti; orada bir medrese yaptırarak ders okutmaya başladı Hatasını düzeltmek isteyen Sultan Mehmet, Molla Hüsrev’i İstanbul’a getirtti ve müftü(şeyhül-islam olarak atadı 1490’de ölümünüe kadar burada kaldı, cenazesi Bursa’ya götürülüp medresesine defnedildi Molla Hüsrev, İstanbul’da kendi adıyla anılan bir cami ve pek çok mescit yaptırlmıştır Zamanının akli ve dini bilimlerinde en büyük otoritesi olarak kabul edildiği gibi aynı zamanda ünlü bir şairdir Türkçe ve Arapça şiirleri vardır Uzun boylu,vakur ve alçakgönüllü bir insandı Pek çok kölesi ve cariyesi olmasına karşın kendi hizmetinde kullanmaz, odasını bile kendisi süpürürdü Cuma günleri Ayasofya Camisine girdiğinde bütün halk ayağa kalkar ve mihraba geçinceyye kadar yolunu açarlardı Fatih, bulunduğu yerden bu manzarayı seyreder ve vezirlerine “İşte zamanın Ebu Hanifesi” diyerek onunla iftihar ederdi Kadılık ve öğretmenlik görevleri yapmasına rağmen hergün kendisinden önceki bilgelerin kitaplarından iki sayfa istinsah ederdi Yazısı çok güzeldi Molla Hüsrev, fıkıh, fıkıh usülü,tefsir,kelam ve belagat alanlarında pek çok eser yazdı (Osmanlılar Ansiklopedisi, s: 596 ve Uzunçarşılı, s: 656-657) |
Muslihuddin Mustafa (Hocazade) |
04-24-2009 | #8 |
KRDNZ
|
Muslihuddin Mustafa (Hocazade)Muslihuddin Mustafa (Hocazade)Hoca’ nın bir anlamı da zengin ve tüccar demektir M Mustafa’nın babası zengin bir tüccardı Babası, okumasını değil, ticaret yapmasını istiyordu Okumak için para vermedi Kitaplardan alacağı notları helvacı kağıtlarına yazdı gizlice Okudu ve alim oldu Alimler arasında "ilim dağarcığı" diye anılan Hızır Bey’ in öğrencisiydi Hocası Hızır Bey, İstanbul kadısıydı Altı sene Bursa’ da müderrislik yaptı Hızır Bey, öğrencileri arasında en çok onu severdi ve kendine sorulan bazı sorulara yanıt vermek için "aklı selime müracaat ediniz" diyerek onları Hocazadeye gönderirdi Fatih ’ e öğrencisini tavsiye etti Sultanın sorduğu sorulara verdiği yanıtlardan ulemadan Molla Zeyrek’ ten bile yüksek olduğu anlaşıldı Fatih, ona para gönderdi ve kendisine hocalık yapması için İstanbul’ a çağırdı Zengin tüccaroğlu Hocazade Mustafa, resmi olarak ilmiye sınıfına girmiş oldu Çok geçmeden kazaskerlige yükseltildi Fakat bu yükseliş, bazı alçakları rahatsız etti Karamanlı Mehmet Paşa’ nın başını çektiği grup, onun yeniden Bursa’ ya gönderilmesini sağladı 2 Bayezid padişah olunca (1481) günde yüz akçe ile Bursa Sultaniye müderrisliğine ve Bursa Kadılığına atandı Ünü, İran ve Orta Asyaya kadar yayılmıştı Sultan Hüseyin Baykara (ölümü 1556) Bayezid’ in başa geçişini kutlamak için gönderdiği heyetin içinde Hocazade’ den ders görmek üzereHorasanlı bir bilgin de göndermişti Ali Kuşçu daha İstanbula gelmeden önce Türkiye’den memleketine dönmüş olan Alaeddin Tusi ile görüştüğü sırada Tusi ona "İstanbul’a gittiğinde Hocazade denilen Köseç ile iyi geçinin; kendisi ilimde fevkalade müdekki ve muhakkıktır" demişti Ali Kuşçu, istanbul’a geldi Bilimsel bir konuda Hocazade, Ali Kuşçu’ nun hatasını düzeltti Fatih, Ali Kuşçu’ya "Hocazadeyi nasıl buldunuz?" diye sordu: Ali Kuşçu " Rumda ve Acemde emsali yok" deyince Fatih Sultan Mehmet, "Arap’ta bile eşi yoktur" dedi (Uzunçarşılı,İsmail Hakkı,Osmanlı Tarihi, s: 653-654 ) |
Sinan Paşa |
04-24-2009 | #9 |
KRDNZ
|
Sinan PaşaSinan PaşaSinan Paşa (Sivrihisar, 30 kasım 1441- İstanbul, 1486): Başvezir ve alim, tam adı Sinaneddin Yusuf b Hızır bey b Kadı Celaleddin Arif’tir Annesi Molla Yegan’ın kızı, babası ise 2 Murat ve Fatih Sultan Mehmet dönemi alimlerinden Hızır Bey’dir İlk öğrenimini Burbsa’da babasından aldı Sonra öğretlmenleri (hocaları) arasında Molla Yegan, Molla hüsrev,molla Fenari, Molla Gürani ve Hocazade Muslihiddin Mustafa gibi devrin büyük alimleri arasındaki kimseler vardıbİstanbul fethedilince Fatih, Sinan’ın babasını Bursa’dan getirterek İstanbul kadılığına atadı Hızır Bey İstanbul’un ilk kadısıydı Bu sırada henüz 16 yaşlarında olan Sinan,kısa sürede ilim meclislerine girmeye başladı Ancak babasının ölümü üzerine (1459) daha yirmi yaşında iken önce Edirne’de bir medreseye, daha sonra Darülhadis’e müderris olarak atandı Fatih’in İstanbul’u bir ilim merkezi haline getirme ve devrinin sivrilmiş alimlerini buraya toplama politikasının sonucu olarak padişah hocası sanıyla İstanbul’a getirtildi ve Sahn medresesi müderrisliğine atandı Fatihin büyük saygı gösterdiği Sinan Paşa bu atamadan sonra onun huzurunda yapılan tüm tartışmalara katıldı Padişah ile yakınlığının artması sonucunda kendisene vezirlik rütbesi verildi ve bundan sonra Hoca Paşa ya da Sinan Paşa sanıyla anıldı (Osmanlılar Ansiklopedisi, YKY s: 542) |
Şeyh Bedrettin |
04-24-2009 | #10 |
KRDNZ
|
Şeyh BedrettinŞeyh BedrettinAsi Bilge: Şeyh Bedrettin Asi bilge, ilk bakışta, örtüşen iki terim değil Asilik, isyankarlık, ihtilalcilik, devrimcilik, genellikle kurulu düzene olan isyan/tepkiyi anlattığı için eylemcidir,tepkicidir,savaşaçıdır Bilgelik ise daha bir dinginlenmiş, ağırbaşlı,söyleyeceğini ölçüp biçen bir aydındır “İdam edeldiği zamandan bu yana, hakkında birbiriyle çelişen düşünceler belirtilmiş olan Simavna Kadısı Bedrettin bugün bile tümüyle nesnel bir gözle incelenmemiştir 15 yy’ın ilk yarısını dolduran bu filozof dinsel taassup ve siyasi düşüncelerin şiddetli saldırılarına uğdradı Bu yüzden adeta bilerek önemsenmedi 1 Bedrettin’i ilk inceleyenler, hakkında ağır eleştirilerde bulunan İslam bilginleridir Örneğin Üsküdarlı Aziz Muhmud Hüdai Efendi gibi Bununla birlikte onu savunanlar da vardır: Örenğin Şeyh İlahi, Şeyh Muslihiddin, Sofyalı Bali Efendi gibi Fakat bütün bu incelemeler Bedrettin’i idealist, panteist bi çerçeve içine koymamktadırlar Bu tür incelemelirin sonuncusu ve en önemlisi Profesör Şerefeddin Yaltkaya’nınkıdır 2 Bedrettin’i tarihsel bakımdan inceleyenler Bunlar siyasi eyleme önem vermişler, düşüncelerini hesaba katmamışlardır Hammer gibi (s: 147) Murat Bey’in Tarih-i Ebülfanık’unu bu arada anabiliriz(Babinger’in Bedrettin hakkındaki monografisi,Şerafettin Yaltkaya tarafından eleştirildi) 3- Bedrettin’de komünizm ve materyalizm fikirleri arayanlar Bunların başında Murat Bey’in Tarih-I Ebulfarku’u vardır (H Z Ülken, İ Düşüncesi s: 147 -148) Şeyh Bedrettin Mahmut ( Simavna 1359- Serez 1420), bir çok eser yazdı, bunların en ünlüsü tasavvuf üzerine olan Varidat’ tır Bedreddin bu eserinde, vahdeti vücut, cennet ve cehennem, melek ve şeytan ve insanı kamil konularındaki görüşleri işlemiştir Bu eserinden dolayı bazıları bedrettin’e hücum etmiş ve bazıları da onun sözlerini tevil ve müdafaa eylemişlerdir"Varidat, mütefekkirlerin tetkiki edeceği bir eserdir" Bedreddin, Camiu’l-fusulin ’i Eylül- 1410’da yazmayşa başlamış ve dokuz ay sonra bitirmiştir Bu kıymetli eser, fıkhın yalnız muamelat kısmından bahseden Mehmed Üsruşi’nin(öl: 1238) El- fusul adlı eseriyle kırk fasıl üzerine tertib edilmiş olan Merginani’nin Fusul’ünün (Merginan Türkistandadır) birleştirilmesiyle oluşmuş ve Bedrettin bu esere kendi görüşlerini ve Kahire hazinebsindeki fetva örneklerini de ekleyerek içtihad ve gödüşlerini gösterkiştir Samavnalı Şeyh Bedrettin 1413’te Edirne’de yazmaya başladığı Teshil adlı eserini İznik’e nakledildikten sonra 1415’te geliştirmiştir Bu eser, daha önce belirtildiği gibi yine Bedrettin’in yazmış olduğu Letaifü’l-işarat isimli eserin şerhidir Bedrettin’in ölümünden sonra Osmanlı tarihlerinde rastlanan Samavna Sofuları’nın meslek ve meşreplerine bakılıp bir sonuca varılmak istenirse Bedrettinin tamamen batıni inancında olup bunu yaymak isetdiği kuvvetle tahmin olunur Çağdaşı olan Rum müverrihi Dukas’ın mütalaasıyla Heşt Bihişt (Sekiz Cennet) sahibi İdris-i Bitlisi’nin Şeyh Bedrettin hakkında naklettiği sözler de [Dip not( " gayıptan işaret ile kendi yolumdakilerle aleme sahip olmak için zuhur ve huruç ederek memleketleri müridlerim arasında taksim edeceğim; kuvveti ilim ve sırrı tevhidin tahkikiyle taklit sahiplerinin millet ve mezhep kanunlarını ibtal ile haram sayılan bazı şeyleri helal yapacağım" Samavnalı Şeyh Bedrettin’in müritleri Lailaheillalah deyip Muhammed Resulullah demeyerek bunu yani risaleti Şeyh Bedrettin’e bırakıyorlarmı)] Bedrettin hakkındaki yukarıdaki görüşü desteklemektedir (Uzunçarşılı, s:650-51) Şeyh Bedrettin kimdir? Babası selçuklu Sultanı 2 İzzeddin Keykavus’un torunu olduğu söylenen Abdülaziz’in oğlu İsrail, annesi Rum asıllı bir Hıristiyan iken müslüman olmuş Melek Hatun’dur Babasının mesleği dolaysıylaSimavna Kadısı Oğlu diye tanınmıştır Osmanlılar 1362’de Edirne’yi fethedince ailesi buraya yerleşti( Bazı son dönem araştıramcılar, bedrettin’in soyunu selçuklulara bağlayan rivayetin siyasi bir uydurma olduğu görüşünü ileri sürüyşorlar) İlk öğrenimin babasının yanında yapan Bedrettin daha sonra Şahidi adlı bir hocanın derslerini izledi Mevlana Yusuf ’tan sarf ve nahiv okudu Koca Efendi diye bilinen Bursa kadısı Şeyh Mahmut ile oğlu Musa çelebi’nin 1 Bayezıt’ın refakatinde Edirne’ye gelmesi üzerine,ileride astronomi ve matematik alanlarında büyük ün kazanacak olan Musa Çelebi ile birlikte Koca Efendi’den ders almaya başladı Bu arada Mevlana Yusuf’un yanında fıkıh öğrenimini de sürdürdü Altı ay sonra Musa Çelebi ve amcası Abdülmümin’in oğlu Müeyyed ile birlikte bir yıl Bursa Kaplıcaları Medresesinde yine Koca Efendi’nin derslerini izlediler Bu üç öğrenci hocalarının önerisiyle Konya’ya gitti Orada Mevlana Feyzullah’tan mantık ve astronomi öğrendiler Bedrettin ve Müeyyed, 1381’de Şam’a gittiler Şam’daki veba salgını yüzünden Kudüs’e geçtiler ve orada Mescid-i Aksa’da İbnü’l- Askalani ’den hadis okudular İki arkadaş Berkuk’un saltanatı döneminde Kahire’ye gitti Kahire’de Mübarek Şah’ın gözde öğrencileri oldular ve Seyyid Şerif’le birlikte mantık ve felsefe gibi akli ilimleri öğrendiler Mübarek Şah, 1383’te hac için Mekke’ye giderken Bedrettin’I de yanına aldı Bedrettin, Mekke’den Medine’ye geçti ve arkadaşı Seyyid Şerif’in mektubu üzerine Kahire’ye döndü Burada Bedrettin’in yeteneğini öğrenen Sultan Berkuk, oğlu Ferec’i eğitmesi için onu sarayına çağırdı; Bedrettin üç yıl bu görevde kaldı Sultan Berkuk’un sarayındaki ilmi sohbetlerden birinde Mısır’ın önde gelen alimleriyle tartışma olanağı buldu Sultan, hocası olan Ahlatlı Şeyh Seyyid Hüseyin ile Bedrettin’in bu tartışmalardaki başarılarından memnun oldu; Bedrettin’i cariyelerinden Cazibe’yle, Ahlatlı Hüseyin’i de onun kardeşi Meryem’le evlendirdi Tasavvufun aleyhinde olan Bedrettin, baldızı Meryemle yaptığı sohbetler üzerine tavrını değiştirerek Ahlatlı Hüseyin’e katıldı Fakat bu ani değişiklik üzerine hastalanarak yemeden içmeden kesildi Durumundan endişelenen şeyhi ona doğuya seyahat önerdi Bu vesileyle muhtemelen 1402-1403’te gittiği tebriz’de Tiimur’un otağında İranlı alimlerle tartışmalar yaptı ve Timur’un takdirini kazandı Yeniden Kahire’ye dönen Bedrettin,şeyhinin gözetiminde çilesini doldurdu ve onun ölümü üzerine şeyhlik makamına geçti Ancak Kahire’deki diğer şeyhlerle arası açıldığından altı ay sonra memleketine, Edirne’ye dönmeye karar vererek Konya’ya geldi Kendisini büyük bir ilgiyle karşlayan Konyalılar kalmasını sağlamak için bir tekke kurmak istedilerse de bu öneriyi kabul etmedi Buradan Tire’ye geçerek sonraki isyan hareketinin ileri gelenlerinden olan ve halk arasında Dede Sultan diye anılan Börklüce Mustafa ile tanıştı; bu arada Sakız Adası’nın Hıristiyan yöneticisinden gelen bir davet üzerine adaya gitti Söylentiye göre Sakızlı Hıristiyanın Müslümanlığı benimseyerek müritleri arasına katılmasını sağladı Daha sonra İzmir üzerinden Kütahya’ya geçti ve orada isyan önderlerinden biri olan Torlak Kemal ile tanıştı Bursa ve Gelibolu üzerinden Erdirne’ye ulaştı Şehzadeler mücadelesinde Yıldırım Bayezid’in oğullarından Musa Çelebi’nin kardeşi Süleyman Çelebi’nim yaptığı savaş sonunda Edirne’yi ele geçirmesi(1411) üzerine Bedrettin kazaskerliğe atandı ve böylece aktif siyasi yaşamı başlamış oldu Daha sonra Musa Çelebi kardeşi Mehmet Çelebi’ye yenik düşünce Şeyhi Bedrettin 1413’te ailesiyle birlikte İznik’e sürülerek göz hapsine alındı Bedrettin bu durumu kabullenmedi ve görünüşte dini-tasavvufi gerçekte ise siyasi örgütlenmeyi sağlamak üzere hareket geçti; yoğun bir propaganda ve örgütlenme çalışması sonunda çevresinde geniş bir mürit ve sempatizan kitelisi topladı Bu arada Tire’de tanıdığı Börklüce Mustafa’yı Aydın ve çevresinde propaganda çalışmaları için görevlendirdi Börklüce, Aydın ve Karaburun’da binlerce sempatizan topladı Bedrettin göz hapsinde olmasına rağmen 1416’da İznik’ten kaçmayı başardı Kastamonu’ya giderek İsfendiyar Bey’e sığındı Fakat burada umduğu desteği bulamad ve gizlice Sinop Limanı’ndan bir gemiye binerek Rumeli yakasına geçti Önce Zağra’ya, oradan da Silistre, Dobruca ve Deliorman’a giderek buraya yerleşti Şeyh Bedrettin ve müritlerinden Börklüce Mustafa,Torlak Kemal gibi ihtilalcilerin başarılarından kaygılanan Çelebi Sultan Mehmet, şeyhin üzerine büyük bir kuvet gönderdi O sırada Karaburun’da bulunan Börklüce ve Manisa’da bulunan Torlak’ın kuvvetleri yenildi Bayezid Paşa komutasındaki devlet güçleri şeyhin adamlarını dağıtmaya ve kendisini ele geçirmeyi bşardılar Şeyh, Serez’de buluan padişahı n huzuruna götürüldü Padişah, onun aynı zamanda bir din bilgini olduğunu ve hareketinin de bir yönüyle dini nitelik taşıdığını göz önüne alarak hakkında hüküm vermek üzere ilim adamlarından bir heyet kurulmasını emretti Bu heyet, şeyhin çalışmalarının ve görüşlerinin dini hükümlerle bağdaşmadığına, isyan sayıldığına, malı ve ailesi korunmak koşuluyla kendisini idam edilmesi gerektiğine karar verdi Heyet üyelerinden Mevlana Haydar Acemi tarafından açıklanan bu kararın doğru olduğunu bizzat Bedrettinin de kabul ettiği rivayet edilir Bu fetva üzerine Bedrettin 1420’de Serez ‘da idam edildi ve burada defnedildi Şeyh Bedrettin adına Edirne’de bir zaviye, Konya’da bir mescit yapılmıştır Şeyh Bedrettin vahdet-i vücutçu bir mutasavvuftur Bedenlerin yeniden dirileceği inancına karşı çıkmış ve bu yüzden de kendisini eleşitirenler olmuştur Şeyh Bedrettin, cennet ve cehennemi de yaygın dini anlayıştan farklı bir şekilde açıklamıştır Cennetin sekez nalmada anlaşılabalceğini belirtmiştir ki bunların ilki yaygın dini mana, diğerleri ise tevil yoluyla ulaşılan manalardır Aynı tevilci ve batını yorum şeytan ve melek hakıkndaki açıklamalında da görülmektedir Şeyhin eleşterilmesine yol açan bsebeplerden bri de kendi eserlerinde açıkça görülmedği hallerde başta Börklüce Mustafa olmak üzere taraftarlarının özel mülkiyeti reddetmeleri,her türlü mülkün halkın ortak malı olduğunu savunanmaları, kadın-erkek bir arada sazlı içikili ayinler düzenlemeliri ve genelilklee İbahilii savunmalarıdır Torunu Halil b İsmail’in yazdığı Menakıbname’de şeyh temize çıkarılmakta,başına gelenlerin asıl sebebinin Börklüce Mustafa,Torlak Kemal gibi yandaşlarıyla ulemanın kıskançlığı vb sebepler olduğu ileri sürülmektedir Haririzade, Şeyh Bedretin’e Bedriye adlı bir tarikat nisbet etmekteyse de şeyhin vefatından sonra böyle bir tarikat teşekkül etmemiştir Ancak onun sempatizanlarından olup “bedrettin sufileri” diye anılan bir zümre zamanla Alevi-Kızılbaş kesime karışarak erimiştir Hatta Gölpınarlı’nın bildirdiğine göre, bu kesim içinde bir de “Bedrettin Ocağı” gelştirilmiş olup bu ocağa mensu olanlar Bedrettin’in ölmediğine, günün birinde tekrar gelerek alemi nizama koyacağına inanırlar Bununlan birlikte şeyhin Şiilik ve Alevilikle hiçbir ilgisi yoktur (Osmanlılar Ansiklopedisi, s: 306-307 ) |
Tokatlı Molla Lütfi |
04-24-2009 | #11 |
KRDNZ
|
Tokatlı Molla LütfiTokatlı Molla LütfiBir Sokrates Trajedisi:Tokatlı Molla Lütfi Bilim, bir birikime dayanır hep Ali Kuşçu, Kadızade Rumi’ nin , Molla Lütfi de Ali Kuşçu’nun öğrencisiydi Tokat’ lı Molla Lütfi (Müderris Tokatlı Lütfi ), Fatih döneminde saray kitaplığının yöneticisiydi; böylece değişik bilimleri inceleme olanağı bulmuştu Üstün bir bilgisi ve geniş hoşgörüsü nedeniyle 16 yüzyılı aydınlatanlardandır Bilimleri sınıflandıran bir kitap yazdı: Bilimlerin Konuları ve Allahın İstedikleri O zaman akli bilimler denen doğa bilimleriyle, felsefe ve matematikle ilgili çalışmalar yaptı Molla Lütfi, ünlü Delos Problemi’ nin çözümünü buldu Basit bir soru: Bir cismin boyutları iki katına çıkarsa hacmi kaç katına çıkar? İki katına değil, sekiz katına çıkar Zamanın geometriden habersiz kadıları, bu tür sorunlarda yanlışlık yapıyordu Molla Lütfi, bu karışıklığı gidermişti Sıfatından da anlaşılacağı gibi namazında niyazında bir kimseydi Ama akılcı, eleştirel ve sözünü budaktan sakınmayan bir adamdı Yapmacık davranışları eleştirirdiHarname (Eşek Kitabı) adlı eserinde Türkçe’deki eşekle ilgili atasözlerini derledi; döneminin yöneticileriyle ve bilgisiz dediği bilginlerle alay etmekten çekinmedi 16 yüzyıl şeyhülislamlarından Kemal Paşazade başlangıçta askeri sınıfa girmişti Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa’nın meclisinde, müderris Tokatlı Lütfi’ nin ünlü akıncı beyi Evrenesoğlu Ali Bey’den daha üstün tutulduğuna tanık olunca, askerliği bırakıp ilmiye sınıfına geçmiştir Molla Lütfi’ nin zekası ve düşünsel hoş görüşü kısa sürede kayalara çarpar (Ş Turan,TKT s: 158-159) Molla Lütfi, Fatih Sultan Mehmet ve 2 Bayezid dönemlerinde yaşamış ünlü bir matematikçidir Ali Kuşçu’dan öğrendiği bilgileri Sinan Paşa’ya öğretti Böyleci Sinan Paşa, Molla Lütfi aracılığıyla matematik öğrenmiştir Molla Lütfi, çevresindeki devlet erkanına ve bilginlere şakalar yapardı Bu şakalarla bir çok yetkiliyi eleştirdiği için, çoğu kimse tarafından sevilmezdi Fatih Sultan Mehmet’le de iki arkadaş gibi şakalaşırdı Kendisini çekemeyen bazı kimselerin dinsizlik suçlaması nedeniyle Sultan Bayezid zamanında idam edildi Ölümü üzerine yas tutulmuş, tarihler düşürülmüş ve şehit sayılmıştı Molla Lütfi’nin çoğu Arapça olan eserleri 17 yy’a kadar elden düşmemiştir Bunlardan birisi olan Sunak Taşının İki Katının Bulunması Hakkında (Taz’ifü’l-Mezbah) adlı kitabı iki bölümden oluşur Birinci bölümde kare ve küp tarifleri yapılmış, çizgilerin ve yüzeylerin çarpımı ve iki kat yapılması gibi geometri konuları ele alınmıştır İkinci bölümde ise ünlü Delos Problemi incelenmiştir Molle Lütfi’nin bu problemi, İzmirli Theon’un yapıtından öğrendiği anlaşılmaktadır İzmirli Theon, İskenderiye Kütüphanesi müdürü Eratosthenes’e atıfta bulunarak, Delos Adası’nda büyük bir veba salgını çıkınca, ahalinin Apollon rahibine başvurduğunu ve bu salgının geçmesi için ne yapmak gerektiğini sorduklarında, rahibin tapınaktaki sunak taşını iki katına çıkartmalarını tavsiye ettiğini (Bilim Tarihi, Doruk Y s: 126), böylece kolaylıkla çözülemeyecek bir matematik probleminin ortaya çıkmış olduğunu yazar Mimarlar bu işi başaramayınca, Platon’un yardımını isterler Platon, rahibin sunak taşına ihtiyacı olmadığını, ama Yunanlılara matematiği ihmal ettiklerini ve küçümsediklerini söylemek maksadıyla bu problemi gündeme getirdiğini bildirdikten sonra, problemin orta orantı ile çözüülebileceğini ifade etmiştir Molla Lütfi işte bu öyküden esinlenerek bu küçük eserini yazdı Kitabında, kübün iki kat yapılmasının, yanına başka bir küp eklemek olmadığını, onu sekiz kere büyütmek demek olduğunu açıkladı Molla Lütfi bu problemin orta orantı ile çözülebileceğini söyleyerek bu yöntemi açıklar Bilimlerin Konuları ( Mevzuatü’l-Ulüm ) adlı eserinde ise yüz kadar bilimi tasnif ederek konularını ve yararlarını tanıtır Bir Bilge’nin İdamı “Molla Lütfi, üstün bilgisi ve hoşgörüsü sonucunda Fatih Sultan Mehmet’in danışmanları arasına girmişti Ancak Hocası Sinan Paşa, Fatih’in gadrine uğrayınca hocasıyla birlikte Sivrihisar’a gitti Fatih’in ölümünden sonra İstanbul’a döndü Bursa ve Edirne medreselerinde, İstanbulda Sahn medresesinde hocalık yaptı Düşünce gücü itibariyle kendisinin düzeyinde olmayan bazı hocalar: Hatipzade, Molla İzari, Efdalzade, Ahaveyn ve başka dar görüşlü bazı kimseler Molla Lütfi’yi imansızlıkla suçladılar Bunlardan Efdalzade ve Ahaveyn, imanı ve müslümanlığı meydanda olan bir şahsın idam edilemeyeceğini ileri sürdüler; ama Hatipzade ile Molla İzari’ nin ısrarları üzerine Ocak 1495’te Molla Lütfi idam edildi O, özgür düşünceli, rind-meşrep ve her türlü taasuptan uzak olan ve düşüncelerini açıkça söyleyerek itiraz eden dar zihniyetli alimlerle alay ederdi Molla Lütfi, bu halleriyle, kendisine ulema arasında epey düşman kazanmış ve nihayet bunların kurbanı olmuştur” Molla Lütfi’nin önemli eserleri vardır Bunlardan biri yüz kadar ilim konsundan söz eden Mevzuatü’l-ulum ‘dur bandan başka hadis, mantık, belagatadap vesariye dair çok çeşikli telifleri görülür16 yy alim ve düşünürü İbn Kemal, Molla Lütfi’nin öğrencilerindendir Lütfi’nin bir manzumesinden: Geçmedi aşktan heves nidelim Olmadık ana destres nidelim Hele biz vasfın iltimas nidelim Ele girmezse mültemes nidelim Can bağışlar eğerçi bir nefesin Bize irmez o bir nefes nidelim Lütfi’ye karban-ı vaslından İrmez avaze-i ceres nidelim (Uzunçarşılı, s: 661-662) Ve tutucu ulema sınıfı harekete geçti; matematikçi Molla Lütfi, Şiiliği övmekle ve dinsizlikle suçlandı Gösterilen delil şuydu: Molla Lütfi, Fatih’in kurduğu Sahn Medresesinde ders verirken Buhari’ den bir hadis aktarır ve bunu açıklarmış Yine birgün böyle bir hadisi okumuş Buradan hareketle bir savaşta Hz Ali’ nin vücuduna saplanan oku tabipler çıkaramamış çünkü Ali acılara dayanamıyormuş Bir gün namaz kılarken ok çıkarılmış ve Ali hiç acı duymamış "Hakikat-o salat işte budur; bizim kıldığımız ise kuru eğilip bükülmedir" demiş! Onun bu sözü aleyhinde olanlarca "Namaz, kuru eğilip bükülmedir" şeklinde yayılmış Şeyhülislam başkanlığındaki özel mahkeme onu suçlu buldu Bu mahkemede kendisinin bilimsel olarak tartıştığı Hatip Zade ve Molla İzari de vardı Hükmü, Sultan 2 Bayezıt onayladı 24 Aralık 1494’ de Sultanahmet At Meydanında (Hipodrum) boynu kılıçla kesilerek idam edildi A Adıvar, onun idamını haklı olarak bir Sokrates trajedisi olarak nitelemektedir (Ş Turan, TKT s: 174-175) Fatih Sultan Mehmet, İmam Gazali’ nin aklın güçsüzlüğünü savunan eserini(Tehafütü’l Felasife ) okumuştu İmam Gazali bu eserinde İbni Sina’nın aklı esaslı ölçü yapmasına itiraz ederek akıl ile her şey ölçülmez ve zayıf ve aciz olan akıl ölçüsüne itimat edilemez diyerek iddiasını ispatlamak istemiştir Bu eser yazıldıktan yaklaşık yüz yıl sonra Endülüslü İbni Rüşd, Gazali’nin görüşlerine itiraz ederek akıl ve imandan hangisinin üstün olduğunu inceledi; aklın üstün olduğu sonucu ile bunu ispat için (Tehafütüt-tehafüt)adlı eserini yazdı Fatih Sultan Mehmet, Hocazade ile Alaeddin Tusi’ ye(ölümü, 1455, Semerkand) bu eser konusunda görüş bildirmelerini istemişti Hocazade incelemesini dört ayda, Tusi ise altı ayda bitirmiş Her ikisi de İmam Gazali’nin düşüncesini uygun bulmuşlardı Padişah bunlardan Hocazadeye, Tusi’ye verdiği onbin akçenin iki mislini vermiş Buna çok gücenen Alaeddin Tusi günlüğü yüz akçe olan müderrisliğini bırakarak memleketine dönmüştür Hocazade’nin Tehafüt [Tahafüt,şiddetli arzu ve heves ile bir şeyin üzerine düşmek ve atılmak demektir İmam Gazali’nin Tehafütü’l-felasife’si kelamcılarla hükema yani filozoflar arasındaki tartışmayı inceler;ilk Tehafüt İmam Gazali’nin eseri olup İbni Sina’nın bazı görüşlerine itiraz etmiştir İmam Gazali bu eserinde İbni Sina’nın aklı esaslı ölçü yapmasına itiraz ederek akıl ile her şey ölçülmez ve zayıf ve aciz olan akıl ölçüsüne itimad edilemez diyerek iddiasını isbat etmek istemiştir Bu eser yazıldıktan yaklaşık bir yüz yıl sonra Endülüs’lü İbni Rüşd, Gazali’nin Tehafütüne itiraz ederek akıl ve imandan hangisinin üstün olduğunu tetkik ile aklın üsün olduğu sonucuna varmış bunu ispat için Tehafütü’l-tehafüt isimli eseri yazmıştır İşte bu iki kişi hakkında bir fikir edinmek isiteyen Fatih Sultan Mehmet, sorunu Hocazade ile Alaüddin Tusi’ye incelettirmiştir Her ikisi de Gazali’nin fikrini uygun bulmuşlardır] adlı eseri ulema arasında o kadar şöhret bulmuştu ki ünlü alim Celal-i Devvani bu eseri okuyunca " Böyle bir ktap yazmak benim de aklımdan geçiyordu; bunu görünce yazmaya lüzum kalmadı Allah, bu kitabı telif edenden ve bu diyara getirenden (öğrencisi getirmişti) razı olsun" demişti Hocazade’nin bu eseri İmam Gazali ve İbn-i Rüşd’ünkülerle birlikte Mısır’da basılmıştır Son zamanlarında mefluç olan Hocazade, 1488 yılında Bursa müftüsü iken ölmüştür Emir Sultan medreseleri karşısındaki caddedenin gerisine gömülmüştür Bu kıymetli alimin kelamdan Mevakıf ile yine kelamdan Tevali ve fıkıhtan Hidaye şerhi ve usuli fıkıhtan Telvih gramerden İzzi üzerine şerh ve haşiyeleri vardır(Uzunçarşılı s: 655-656 ) |
Uluğ Bey |
04-24-2009 | #12 |
KRDNZ
|
Uluğ BeyUluğ BeyUluğ Bey (1393-1449): Timur’ un Torunu Unvanı: Mugisiddin Mirza Asıl adı: Torazan Mehmet olmakla birlikte Uluğ Bey diye ünlenmiştir Şahruh oğlu Sultaniye’ de(günümüz İran’ı) 1393’ te doğdu Çok genç yaşta yönetim işleriyle uğaşmaya başladı Uluğ Bey’in matematikteki ve astronomideki başarılarıyla ilgelnememize karşın,onun yaşamındaki önemli etkisini anlayabilmemiz için bölgenin tarihine kısaca göz atmalıyız Dedesi Timur, bugünkü Özbekistan’ın Transoksanya’da yaşayan bir Moğol kabilesi olan Türki-Barlas aşiretinden gelmektedir Timur, birçok Türk-Moğol kabilesini (aşiretini) önderliği altında birleştirdi ve bugün İran,Irak ve türkiye’nin doğsunu içine alan bir bölgeyi süvari okçulardan oluşan ordularıyla fethe koyuldu torunu Uluğ Beyin doğmundan kısa bir süre sonra Hindistan’ı işgal etti ve 1399 itibarıyyla Delhi’nin denetimini ele geçirdi Timur 1399-1402 arasında Suriyedeki Mısırlı Meluklular ve Ankara yakınlarındaki bir savaşta Osmanlılar üzerinde zafer kazanarak imparatorluğunu batıya doğru genişletmeye devam ettiTimur 1405’te Çin’e doğru giderken ordularının başında öldü Timurun ölümünden sonra imparatorluk oğulları arısında pay edildi Timur’un dördüncü oğlu olan,Uluğ Beyin babası Şah Ruh,1407’de Semerkant’ın denetimini yeniden ele geçirdi;İran ve Türkistan dahil,imparatoorluğun çoğuna egemen oldu Semerkant,Timur imparatorluğunun başkenti olmuştu Ancak, Timur’un torunu Uluğ bey,onun saray erkanında yetişmiş olmasına karşın bu şehirde nadiren bulunuyordu Timur askeri seferde değilken de bir yerden bir yere ordusuyla giderdi ve torunu Uluğ Bey dahil saray halkı da onunla birlikte seyahat ederdi Şah Ruh 1409’da Horasandaki Herat kentini (bugünkü batı Afganistan) yeni başkenti yapmaya karar verdi Şah Ruh, bir ticaret ve kültünr merkezi yaparak buraya hükmettiBurada bir kütühane kurdu ve debiyakın koruyucusu oldu Bununla birlikte,Şah Ruh, Semerkant’tan vazgeçmedi Bunun yerine bu şehri siyaset ve askeri fetihten çok,bir kültür merkezi yapmakla ilgilenen oğlu Uluğ bey’e verdi Uluğ Bey Semerkant’ın kontrolü kendisine verildiğinde 16 yaşındaydı ve babasının vekili olarak Maveraünnehir bölgesinin egemeni oldu Uluğ Bey, aslında özellikle bir matematikçi ve astronomdur Bununla birlekte, edebiyatı, şiir ve tarih yazmayı ve Kuran çalışmayı kesinlikle ihmal etmemiştir Astronomi çalışmalarını ilerletmek için 1417’de bir medrese yaptırmaya başladı Semerkant’taki Rigestan Meydanının karşısında duran medrese, 1420’de tamamlandı ve Uluğ Bey, döneminin en ünlü bilim adamlarını buraya çağırdı Uluğ Bey 60 kadar bilim adamını Semerkant’taki Medreseye katılmaya çağırdı Hiç şüphe yok ki,Uluğ Beyin kendisinden başka El-Kaşi de Semerkant’ın önde gelen bir astronom ve matematikçisiydi El-Kaşi’nin babasına yazdığı mektuplar günümüze kadar ulaşmıştır Bunlar, Semerkantta yazılmıştır ve oradaki bilimsel yaşamın harike bir betimelessini yapmaktalarEl-Kaşi bu mektuplarında Semerkant’taki diğer bilim adamlarından çok Uluğ Bey’in matematiksel yeteneklerini övmektedirYalnızca kadızade saygınlığını kazanmıştırUluğ Bey, astronomiye ilişkin sorunların serbestçe tartışıldığı bilimsel toplantılara başkanlık etmekteydi Bu sorunlar genellikle el-Kaşi dışında hepsi için zordu Bu mektuplar Semerkant’taki medresede Uluğ Beyin en yakın yardımcısının El-Kaşi olduğunu doğrulamaktadır Uluğ Bey, medreseye ek olarak,1428’de Semerkant’ta bir de Gözlemevi yaptırdı Dairesel bir şeki olan Gözlemevi üç seviyeye sahipti: çapı 50 metrenin üzerinde ve yüksekliği 35 metre idi Gözlemevinin müdürü Müslüman bir astromon olan Ali Kuşçu idiEl-kaşi ve medreseye ataan diğer matematikçiler ve astronomlar aynı zamanda Gözleveinde çalışıyorlardı Gözlemevi için özel olarak kurulmuş aletler arasında, zemini o bölümü için çok büyük olduğundan Gözlevine yerleştirilebilmesi için sökülmesi gerekil olan bir kadran vardı Aynı zamanda,bir mermer sekstant,bir tiküetram ve bir halkalı küre vardı Başlıca başarılar şöyleydi: Kübik denklemlerin doğru yaklaşık çözümleri için yöntemler, iki terimli teorem ile çalışma;Uluğ Bey’in sekiz ondalık kesre kadar doğru olan kesin sinüs ve kosünüs tabloları;kküresel trigonometri formülleri ve özellikle önemli olan Batlamyusunkinden beri ilk kapsamlı yıldız kataloğu olan,Uluğ Bey’in Yıldızlar Kataloğu Bu yıldız kataloğu 17 yy’a kadar bu tür çalışmalar için standart oluşturmuştur Katalog,Uluğ Bey, El-Kaşi ve Kadızade başta olmak üzere Gözlemevinde çalışan çok sayıda bilim adamının ortam ürünüydü Uluğ Beyin kadrosu gözlem tabolalırın yanısar takvim hesapları ve tirgonometrik işleler yapmışlardı Trigonometrik sonuçlar, 1 dereceleik aralarla sinüs ve tanjantların tablolarını içermekteydi Bu tablolar en azından 8 ondalık eksre kadar doğru olan, yüksek bir doğruluk derecesi göstermektedir Hesaplama,Uluğ beyin sayısal yöntemlerle çözdüğü kübik bir denklemin çözümü olarak göstererek çözdüğü sin 1 derecenin doğru bir saptamasına dayanmaktadır: Sin 1°=0017452406437283571’i elde etmiştir Doğruya yakın tahminişöyledir: Sin 1°=0017452406437283512820 Bu da Uluğ Bey’in başardığı kayda değer doğruluğu göstermektedir Gözlemevindeki gözlemler, o zaman dek sorgusuz kabul edilmiş olan batlamyus’un hesaplamalarındaki bir dizi hatayı ortaya çıkarmıştırGözlemlerden elde edilen veriler,Uluğ beyin bir yılın uzunluğunru oldukça doğru bir değer olan 365 gün 5 saat 49 dakika 15 saniye olarak hesaplamasını sağlamıştır Güneş’e ,Ay’a ve gezegenlere ilişkin veriler elde etmiştir Gezegenlerin hareketleri içinn bir yılın üzerindeki verileri, çoğ uçalışmasında olduğu gibi oldukça doğrudur: “ (Satürn,Jüpiter,Mars,venüs)’e ilişkin Uluğ beyin verileri ve modern zamanlarınkiler arasındaki fark iki ila beş saniye limitleri arasına düşmektedir ” Uluğ beyin siyaseti bilim akadari yi değildi 1447’de babasının ölümünden sonra,sadece tek oğul olmasına rağmen iktidarı elinde tutmayı başaramadı Kendi oğlu Abdüllatif’in kışkırtması sonucu Semerkant’ta öldürüldü Mezarı, Timur tarafından Semerkant’ta inşa edilmiş olan mozolede 1941’de keşfedildi Uluğ Beyin elbiseleriyle gömüldüğü anlaşılmıştır Bunun, Uluğ beyin bir şehit olarak kabul edildiğini gösterdiği bilinmektedir Vücudu incelendiğinde açılan yaralar çok bellidir: “üçüncü boyun omuru,gövdenin ana bölümü ve bu omurun bir yayı açıkça yarılmış bir şekilde keskin bir aletle kesilmiştir” (http://turnbulldscst-andacuk/hisns/Derleyen: RKarakale, Türkçeye çeviren: Orçun Zorlular) Uluğ Bey,dedesi Timur, 1404 yılında öldüğünde Semerkant’ taydı Babasının torunu Mirza Halil Sultan Semerkant ve tüm Maveraünnehir’ i işgal edince babasının yanına Herat’ a döndü Baba Şahruh 1409’ da buraları geri alınca daha 16 yaşındaydı ve Türkistan ile Maveraünnehir i yönetmeye memur edildi Bu tarihten itibaren Uluğ bey kendine Semerkant’ ı başkent yaptı hem yönetmeye, hem öğrenmeye başladı "Uluğ Bey’in dillere destan rasathanesi, şehrin doğu yönünde, varoş sayılabilecek bir noktada, alçak bir tepenin üzerindedir Yanıbaşındaki kır lokantasında lezzetli bir şaşlık yemeyi ihmal etmeden rasathaneden bugüne kalan yapıya tırmanınca, gökyüzünü eller gibi olursunuz Ve, Uluğ Bey’in büyük bir bilim adamı ve astronon olmasının tesadüf olmadığını da anlayabilirsiniz Gök mü, Semerkant’la öpüşmek için o kadar alçalmıştır, Semerkant’ mı gökyüzüne dokunmak için o kadar yükselmiştir; yoksa Uluğ bey gibi bir anıt insanın orda çalıştığını biliyor olmak mı size bu duyguları aşılıyor, bilinmez" (Çengiz Çandar, 28 Aralık 1997, Sabah) 1421 yılında Kadızade’ nin idare ettiği medreseyi kurdu Aynı tarihlerde rasathaneyi ( gözlemevini) de kurmaya başladı Babasının sağlığında tam 39 sene aralıksız yönetimde bulundu Babası ölünce de yalnıç üç yıl Herat’ ta Gürgani Hanedanının tahtına geçti Semerkant’ taki huzur devri sona ermişti! Gerçi eski anılar da vardı: Örneğin 1426’ da Özbek Hanı olan Buruk Oğlan’ ın saldırısı üzerine Uluğ bey büyük bir yenilgiye uğramıştı Bu olay onu, intihar edebilecek derecede üzmüştü Bereket versin tüm Maveraünnehir’ i işgal etmek isteyen Burak Oğlan’ a karşı babası Sultan Şahruh kendisine yardıma gelmiş ve kurtarmıştı Baba Şahruh ölünce (1446), Uluğ Bey tahta çıkacak tek veliahttı Herat’ a gitti Bir de ne görsün? Vilayetlerde bulunan Mirza’ ların herbiri bağımıszlığını açıklıyordu Uluğ Bey sonunda Horasan’ da oğlu Abdüllatif’ in yardımıyla düşmanlarını alt etti Ancak 1448 yılında Herat’ a girince babası Şahruh’ un tüm hazinelerine el koydu; Şahruh’ un torunu ( kendi oğlu) Abdüllatif için ayırdığı payı kendisine vermedi Uluğ Bey, küçük oğlu Mirza Abdülaziz’ i çok seviyordu Bu yüzden kendi başarısını ve tasarrufunu onun eseri gibi göstermeye kalktı Bu olay, baba ile oğul arasındaki soğukluğu büsbütün artırdıAbdüllatif babasının Semerkant’a hareketi üzerine bir hafta Herat’ta kaldıktan sonra,babasından ayrılan askeri n başına geçerek isyan etti Uluğ bey, oğluyla uzun mücadaleler sonunda galip geldi Ne yazık akış değişti Timur’ un torunlarından ve Uluğ Bey’ in yetiştirmelerinden Ebu Sait Bahadır Han, bu sırada Uluğ Bey’in küçük oğlu Abdülaziz’ in elinde kalmış olan Semerkant şehrini zaptetti Onu kurtarmak için Uluğ bey, Semerkant’ a doğru hareket etti; ama mağlup oğlu Abdüllatif’ in topladığı askerlerin baskınına uğradı ve yenildi Babalar ve oğullar savaşıyordu Asker dağılmıştı, bunun üzerine küçük oğlu Abdülaz ile birlikte Şahruhiye kalesine sığınmak istedi; ama kale dizdarı kendisini içeri almadı Sonunda Abdüllatif’e teslim olmaya mecbur oldu Oğul, babayı teslim alıyordu Önce hürmetle karşıladı Sonra şehirdeki karşıtlarına teslim etti Ve bu bilgin hükümdar, 1449 yılında asilerce öldürüldü(1449)( s:267) Uluğ Bey, bilgindi ve iyi bir insandı Zamanının çoğunu düşünmekle ve bilginler topluluğunu toplamakla geçirirdi Çevresine zamanının en büyük düşünürlerini ve bilginlerini toplamıştı Kadızade, Gıyasettin Cemşit’ ten başka devrin ünlü ozanlarından ( şairlerinden) Hoca İsmetullah Buhari, Mevlana Bedahşii Semerkandi; nakli ilimlerde şöhreti olan Mevlana Celaleddin Neffasi, Uluğ bey meclisinin sürekli konuklarıydı Uluğ Bey’ in güçlü bir hafızası vardı Matematik ve astronom ile doğrudan ilgileniyordu Ama o zamanlarda çok revaçta olan müneccimlik ( astroloji, fal bakma) hevesinden de kendisini kurtaramamıştı Hareketlerinin bazılarını, müneccimlerin verilerine göre yapmak gibi bir huyu vardı Daha babası hayatta iken Semerkand’da Kadızade ’nin yönettiği medreseyi kurdu(1421) Aynı tarihte rasathaneyi kurmaya başladı Semerkant’ta Kühenk tepesinin üzerinde kurulmuş olan bu rasathane aletlerinin mükemmelliği ve binasının güzelliği ile de ünlüydüGözlemevinin ( rasathanenin) yönetimini yukarıda adı geçen bilginlerin ölümünden sonra Ali Kuşçu’ya verdi Onun yardımı ile de bu rasathanede meşhur olan Zeyc-i Gurgani diye ünlenen zeycini meydana getirdi (Hilmi Ziya Ülken, İslam Düşüncesi,Ülken Yayınları, s: 267-268 |
|