|  | İstanbul'da Çınar Vak'aları |  | 
|  02-22-2009 | #1 | 
| 
KRDNZ   |   İstanbul'da Çınar Vak'alarıBursa'daki ulu çınar  Duyduğu bu büyük mutluluğu paylaşmak istedi  "Bugün Bursa'da bir erkek çocuğu olan herkese ulufe verilecektir!'' diye her tarafa ilan ettirdi  Bunun üzerine, Hisar mevkiinde bulunan sarayın kapısına seksen yaşında bir kadın geldi ve bağırmaya başladı: -Ulufemi isterim, çünkü benim de bir oğlum oldu! Saray mensupları yaşlı kadını başlarından savmaya çalışırken, iş Yıldırım Bayezid'e aksetti  Padişah, ''Hemen gidin, çocuğu görün'' diye emir verdi  Kadıncağız, saray mensuplarını şehrin dışında, bahçeliklerin içinde küçük bir kulübeye götürdü  Kapısının önündeki narin çınar fidanını göstererek şöyle dedi: -İşte padişah efendimizin şahzadesinin dünyaya geldiği gün diktiğim fidan! Benim gibi bir ihtiyarın çocuğu da bu! Böyle ince ve zarif bir buluştan çok hoşlanan Yıldırım Bayezid, çınarın anasına da ulufe bağlattı  Yaklaşık altı asırdan beri ayakta durmayı başaran ve Osmanlı tarihinde "maaş bağlanan ağaç'' unvanını alan bu ulu çınar Bursa'da halen varlığını koruyor, içine bir taksi sığan kocaman gövdesiyle ziyaretçileri kendine hayran bırakıyor  Osmanlı devletinin ilk başkentlerinden Bursa'da olduğu gibi, İstanbul'da da asırlık çınarların, şehri adeta bir ağaç cenneti haline getirdiğini görüyoruz  Özellikle Boğaziçi'nin ulu çınarları "Nehr-i Aziz''in hem Anadolu, hem Rumeli yakasını kelimenin tam anlamıyla süslüyordu  Kalın ve iri gövdeleriyle yüz yıllara meydan okuyan bu çınarların resmettiği muhteşem manzaraları, Batılı seyyahlar bile hatıralarında büyük bir hayranlık duygusuyla dile getiriyorlar  Yukarıda da belirttiğimiz gibi, asıl İstanbul'u teşkil eden sur içi de bir zamanlar çınar ağaçlarıyla, at kestaneleriyle doluydu  Ne yazık ki bunların bir kısmı mukadder ömürlerini tamamlayarak ve özlerinden çürüyerek ortadan kayboldu  Geriye kalanların bir bölümünü de bizler hoyrat ellerimizle yok ettik  1957-1958 yılları arasında Laleli-Aksaray bulvarı genişletilirken, çok sayıda çınar ağacı katledildi  Aynı katliam Bayezid meydanında da yapıldı ve bu tarihi alanı süsleyen koca koca çınarlar kesilerek yerlerine setler yapıldı  Gülhane parkının karşısındaki tarihi çınar ise böyle bir faciadan kendini kılpayı kurtarabildi  370 yıldır ayakta kalmayı başaran bu anıt ağaç bir zamanlar Zeynep Sultan Camii'nin duvarına bitişikti  Tramvay caddesi genişletilirken bu ağaç, yolun tam ortasında kaldı  Hala üstünde görülen taş, adı geçen caminin duvarına aittir  Hemen belirtelim ki İstanbul çınarlarının en muhteşemleri genellikle selatin camilerinin avlularında boy gösteriyorlar  İri ve diri yapraklarıyla, serin ve derin gölgeleriyle bu uhrevi mekanları daha cazip bir hale getiriyorlar  Kısacası, onlar mabetlerin çevrelerine hakikaten çok güzel yakışıyorlar  Şadırvanlarda şakıyan sular, yaprakların hışıltısına tatlı bir ahenk veriyor ve siz bu muhteşem manzarayı seyrederken geçmiş zamanın dağlarına ve bağlarına hasret yolculuğuna çıkıyorsunuz  Eyüp Sultan Camii'nin iç ve dış avlularından görülen ve Fatih Sultan Mehmed ile Üçüncü Selim tarafından dikilen çınarları temaşa ederken Ebu Eyyub el-ensari hazretlerinin ruhaniyetini üzerinizde hissediyorsunuz  Kadıköy Osman Ağa Camii'nin avlusundaki çınarın kitabesi ise şöyle: ''Bu çınarı gars eden (diken) işbu Babüssaade Ağası merhum Buharızade Osman Ağa Camii Şerifi imam ve hatibi es-Seyid Mehmed Asım daileridir  Hicrı: 25 Rebiülahir 1298/ Rumi: 14 Mart 1297 / Miladı: 1879  Yevm-i Cumartesi'' Bazı çınarların ise önemli vak'alarla birlikte anıldıklarını tarih kitaplarından öğreniyoruz  Bir zamanlar Ayasofya ile Sultanahmet Camii arasında bulunan ''Kanlı Çınar'' işte bunlardan biriydi  Ona bu adın verilmesine sebep olan birkaç tarihi hadiseden kısaca söz edelim  Yıl 1648  Sultan İbrahim'i tahtından indirmek için ayaklananlar, ilk önce sadrazam Ahmet Paşa'yı yakaladılar ve vezir Sofu Mehmed Paşa'nın Şehzadebaşı'ndaki konağına götürdüler  Sofu vezir, Ahmet Paşa'ya iyi davrandı, istirahat etmesi için kendisine harem tarafında bir oda tahsis etti  Ama bir yandan da Şeyhülislama haber göndererek katli için fetva aldı  Bu arada, hayatını kurtarmak şartıyla Ahmed Paşa'dan bütün malını mülkünü istedi  Buna dünden razı olan Ahmed Paşa, bütün servetini bağışladıktan sonra odasından alındı, aşağı indirildi  Cellat Kara Ali kendisini boynuna kement atarak boğdu  Beygire bağlanan Ahmet Paşa'nın cesedini sürükleye sürükleye Sultanahmet meydanına getirdiler ve meşhur Çınarın altına bıraktılar  Asıl facia bundan sonra ortaya çıktı  Yeniçeri kıyafetine bürünen bir eşkıya, ''insan yağı, mafsal ağrılarına iyi gelir!'' diye etrafa haberler uçurdu  Zavallı sadrazamın cesedini parça parça edip beşer onar akçe karşılığında satmaya başladı  O gün cesedin geriye kalan parçaları alınarak gömüldü  işte bundan sonra sadrazam Ahmed Paşa ''Hezarpare'', ''yani bin parça'' diye anılmaya başlandı  Kanlı çınarın şahit olduğu ikinci hadise ise şöyledir: Yıl 1655  Girit'ten dönen yeniçeriler paralarını alamadıkları için isyan çıkardılar  Sarayın önüne büyük bir kalabalık toplandı  Asiler, idamını istedikleri şahısların listesini Dördüncü Mehmed'e ulaştırdılar  Padişah Kızlar Ağası'nı, Kapı Ağası'nı, müsahibini derhal boğdurttu  Cesetleri duvarın üstünden isyancıların ortasına attılar  Bunlara daha başka cesetler de ilave ettiler  Gözü dönmüş asiler, bu cesetlerin başlarını keserek, Sultanahmet meydanındaki bu ünlü çınarın dallarına astılar  Günlerce teşhir ettiler  Bu feci manzarayı seyreden halk büyük bir dehşete kapıldı  İstanbullular, dalları insan kafasıyla dolu bu ağaca, eski bir efsaneyi hatırlayarak, ''Şecere-i Vakvak'', ''Vakvak Ağacı'' adını verdiler  Yıl 1826  İkinci Mahmud, yeniçerileri çok kanlı bir şekilde ortadan kaldırmak için harekete geçti  O zamanki adıyla ''At Meydanı''nda ele geçirilen yeniçeriler Sultanahmet Camii'nin mahfilinin altında bulunan taş odada boğduruldu ve cesetleri meşhur çınarın altına sürüklendi  Ağacın dalları, sanki meyva yerine insan vermişti  Şair izzet Molla bu manzarayı tasvir eden şöyle bir şiir söyledi: Bir zaman ehl-i fitne cami-i han-ı Ahmed'de Bigünah asmış iken kullanm Hallakın Şimdi erbab-ı şekamn dökülüp kelleleri Meyva vaktine yetiştik Şecere-i Vakvak'ın Bugün park olan sahada bir zamanlar dallarını göklere yükselten bu ulu çınar, nam-ı diğer ''Şecere-i Vakvak'', ''bak bak'', ne kanlı olaylara şahit oldu! Şimdi gelelim tarihi bir çınarın hazin hikayesine  Topkapı Sarayı'nın birinci avlusunda bulunan ve Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar ayakta kalmayı başaran bu çınar ağacının tarihi oldukça eskiye dayanıyor  O devirde Fatih’in sarayından bir cariye kaçmaya teşebbüs etti  Sarayın alçak olan duvarından atlayarak, yola koyuldu  Tam bu çınarın yanında bir adama rastladı  O zat, cariyeyi yüzüne bile bakmadan çınarın kovuğuna sakladı  Durumu Babüssade Ağası'na bildirdi  Padişah, cariyenin kötü bir niyet taşımadığını, böyle namuslu bir adam tarafından saklanıp saraya bildirildiğini haber alınca o zatı huzuruna çağırdı  Kendisinden bir istekte bulunması için emir verdi  O da çınara yakın bir yerde bir ocak kurdurmasını ve bazı hizmetlerin buraya verilmesini talep etti  Padişahın emriyle oraya ''Kız Bekçileri'' adıyla bir ocak kuruldu  Bu isim daha sonra ''Koz Bekçileri''ne dönüştü  Kırk neferin görev yaptığı bu ocak sarayın bir nevi karakoluydu  Ata Tarihi'nde hakkında yeteri kadar bilgi verilen bu Çınarı ve Kız Bekçileri'ni Avrupalı yazarlar seyahatnamelerinde dile getiriyorlar  Eski Müzeler Müdürü Halil Edhem Bey, Haziran 1928 tarihli Osmanlıca ''Yeni Kitap'' dergisinde ''İstanbul'da Bir Abide-i Tabiatın Ufulü'' başlığıyla yayımladığı bir makalede bu çınarın hazin macerasını şöyle dile getiriyor: ''Bu harikulade bir çınar ağacıdır  En son kalan iki zayıf dalının uçları işbu 1928 yılının ilk baharında biraz yeşerir gibi oldu  Fakat ilk sıcakların tesirine mukavemet edemeyerek ömrüne hatime çekti  Topkapı Sarayı'nın birinci meydanından geçenler, Darphane yakınında Soğukçeşme kapısına doğru inen bu yokuşun başında, duvardan örülmüş dört kö şe bir direğe dayanmış ve ancak bir kabuktan ibaret kalmış olan bu salhurde (çok yaşlı) ağacın enkazını el'an görebilirler  Dalları daha önceleri o civarı hemen ihata ederdi  Uzun boyu göklere yükselmişti  Yanında bulunan eski Hazine-i Hassa'nın damını bile geçmişti  Gövdesinin kalınlığı tam yirmi metreydi  Çınarların büyük bir bölümünde görüldüğü gibi, içinde bir boşluk meydana gelmişti  Fakat bununki başka türlüydü  dağlık mahallerdeki koca bir kayanın yarığına benziyordu  insan, içeride büyük bir mağara var zannediyordu  On on beş kişiyi içine alacak kadar genişti  Doğu tarafına doğru yükselen kalın bir dalının içinden fabrika bacası gibi bir kovuk meydana gelmişti  Çocuklar bunun içinden geçip yukarıdaki düz yerinde oturuyorlardı  Bu ağaçta bir şahsiyet, hususi bir seciye görülüyordu  Kabuğu kalın, çukur yerlerinde içeri doğru kıvrılmış, yaşının gereği, üzerinde türlü şekillerde kabartılar ve yumrular meydana gelmişti  Geçmiş zamanın her türlü olayına şahit olmuş, soğuğunu sıcağını görmüş, eşi az bulunan harika bir sanat eseriydi  Nice kereler önünde durup acayip şekillerini büyük bir hayret içinde seyrederdim  Üst kısmından, kim bilir ne zaman, pek büyük dalları kırılmış, yine sürmüştü  Bir dalı dimdik yükselmişti  Fakat yaklaşık yirmi beş sene önce İstanbul'un üzerinden geçen müthiş bir kasırga, çınarın yarısını kopardı  Bu kederli hadiseden sonra ilk ziyaretimde lisan-ı hal ile guya ömrünün sona ermekte olduğunu ima ediyordu  Askeri Müze'ye doğu yönelen uzun ve kalın bir dalı kalmıştı  Bunun kendi ağırlığına dayanamayacağı anlaşıldığından, altına evvela ağaçtan bir destek kondu, sonra bunun yerine güzel bir granit sütun yerleştirmiştik  Fakat bir kaç sene sonra ve yine bir fırtına neticesinde, o dal da kırılarak sutunla birlikte yere düştü  Daha çok yaşar diyenler oldu  Fakat ağacın üstüne artık seneler, asırlar çökmüştü  Beli bükülmüştü  Son zamanlarını yaşadığına şek ve şüphe bırakmıyordu  Kalan kısımlarını koruma amacıyla, şimdi görülen duvardan istinat taşını yaptırdık  Etrafına yüksek bir set çektirip içini taze toprak ile doldurduk  Müracaat ettiğimiz ihtisas erbabı, bu muhterem ağaca dört yüz yıllık bir ömür tahmin etmişlerdi  Bunlardan bazıları, onun hayatını devam ettirebilmesi için, iç kısmının çakıl ve çimento ile doldurulmasını tavsiye ettiler  Diğerleri ise bunun asla doğru olmadığını söylediler  Kısacası, her fani gibi, bu da hayatının son günlerini yaşadı ve nihayet öldü  Onun kırk sene içindeki muhtelif safhaları ve yavaş yavaş ne şekillere girdiği bu sayfalara yerleştirdiğimiz fotoğraflardan anlaşılır  Her halde, kendisinin önceki azametini ve ihtişamını bilenler ve bilcümle ağaç dostları, telafisi imkansız olan bu kayıptan dolayı derin bir üzüntüye kapılırlar, belki de benim gibi otuz beş senedir, her gün defalarca yanından geçenler ona adeta ''Allah rahmet etsin!" demekten kendilerini alamazlar  Avrupalı seyyahlar, birkaç yüz yıldan beri, bu ağacı ''Yeniçeriler Çınarı" adıyla anıyorlardı  Belki de yabancı elçiler saraya girdikleri zaman altında birçok yeniçeri duruyordu  İstanbul'a çok eskiden gelen ve bazen elçilerin maiyetinde bulunan ressamlar bu meydanı ve sarayın bundan sonraki ikinci avlusunu yeniçerilerle dolu olarak görmüşler ve resimlerini yapmışlardır  Bununla beraber, ne bizim tarihlerimizde, ne de Topkapı Sarayı ile ilgili menkıbelerde bu ağaca dair hiçbir kayda rastlayamadık  Tam bir tabiat anıtı olan bu çınarın ne tarihi vak'alara şahit olduğunu insan zihninde canlandırabilir  Dili Olsaydı, bunları bize anlatırdı  Fakat aynı zamanda gençliğinde, hatta bundan daha yüz sene önce, memleketimizde ağaçlara gösterilen büyük saygıdan ve sevgiden hiçbir eser kalmadığı için acı acı şikayetlerde bulunurdu  Gerçekten de şu son zamanlarda ağaçlara karşı uygulanan katliam hareketi geçmişte hiçbir zaman görülmedi  Diyebilirim ki, bu durum, tarihi binalarımızın tahribatı kadar elem vericidir  Hoyrat ellerle ve kasten mahvedilen ormanların ve asırlık ağaçların haddi hesabı yoktur  Böyle giderse, mesela İstanbul'da ve Boğaziçi'nde, bir süre sonra, bir ağaç, bir servi bile kalmayacaktır  Yeniçeriler çınarı ne bahtiyarmış ki, bu ihtiyar haliyle artık bizim ağaç düşmanlığımızı görmeyecektir!" İstanbul çınarlarının ortak özelliği, zamanla içlerinin boşalmasıydı  Yukarıda da belirttiğimiz gibi, özünden çürüyen bu anıt ağaçların iri ve kalın gövdelerinde bir nevi mahzenler ve odalar meydana geliyordu  Bazı garipler buraları dükkan veya mesken olarak kullanıyorlardı  Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi'nde böyle garip bir olaydan bahsediyor; ''Çıplak Osman" adında bir meczubun Aksaray'daki bir ulu çınarın gövdesi içinde tam kırk yıl yaşadığını belirtiyor  Hey gidi koca çınarlar, dile gelseniz, kim bilir neler anlatırsınız! Türk Edebiyatı Dergisi | 
|   | 
|  | 
|  |