Berna
|
Buraya Kadar...
2006 Mart'ının ilk hafta sonu, Ahmet dershaneye gelmedi, bir sonraki hafta sonu da  Ahmet, o espri madeni çocuk, hastaneye yatırılmıştı Meraklı bekleyiş çok uzun sürmedi ve teşhis duyuldu: Lösemi (kan kanseri)
Murat Hoca, geometri öğretmeni Selahattin Bey, fizik öğretmeni Selçuk Bey ve dershaneden bazı talebeler, Kozyatağı'ndaki özel hastaneye ziyaretine gittiklerinde Ahmet'te herhangi bir değişiklik yoktu Dağ gibi bir tevekkülle karşılandılar Beklendiği üzere esprilerin bağı çözülmüştü yine
Ahmet periyodik kemoterapi seanslarına başlayınca, arkadaşları ziyaret için program yaptı, kimlerin hangi gün 'Ahmet'e gideceği' belliydi Hastanede, evinde, onu düzenli olarak ziyaret ettiler; ona el bilgisayarı, sekiz parça basketbol seti aldılar; gerektiğinde kan (trombosit) verdiler
Öğretmen-talebe ortak ziyaretlerden birinde Ahmet'in babası Orhan Bey, hocaları bilgilendirirken: "Taze kan lâzım; Allah razı olsun, kimi aradıysak koşup geliyor Ahmet'in durumu da gayet iyi, çok metin; fakat ben ve annesi perişanız, belli etmemeye çalışıyoruz " demişti Ah, anne-baba yüreğine düşen ateşi hangi kalem yazabildi?
Bir başka ziyarette Murat Hoca, itinayla hazırlattığı çikolatayı Ahmet'e takdim ederek ondan, kutu ile kurdele arasına sıkıştırdığı küçük kâğıtta yazılanları seslice okumasını istedi:
1- "Hastalığı yaratan şifasını da yaratmıştır; ey Allah'ın kulları, tedavi olunuz " (Hadîs-i şerîf meali)
2- "Allah, iki sıkıntıyı ve iki rahatlığı beraber vermez " (Hadîs-i şerîf meali)
Ahmet'in yüzüne, inanmış olmanın sıcaklığı yayıldı
Murat Hoca, dershanenin ÖSS hazırlık derece sınıfları danışmanıydı Talebelerine Ahmet'i ve onun hastalığını anlatmış, onlar da 'tanımadıkları bu arkadaşlarına' dua etmişlerdi 2006 ÖSS neticeleri Temmuz'da açıklandı Murat Hoca'nın talebelerinden Burak, bir puan türünde Türkiye şampiyonu olmuştu Hocasıyla yaptığı kısa bir görüşmeden sonra, basın toplantısında: "Onun en çok ihtiyacı olan şey, moral  " diyerek, birinciliğini Ahmet'e hediye etti Aynı gün bir televizyon kanalı ikisini buluşturdu; akşam ana haber bülteninde Ahmet ilk haberdi Kalbden kalbe giden bu yol ne kadar gerçek, dünyevî dereceler ise, ne kadar mecâziydi  Eğitimden gâye 'güzel insan olmak'sa şâyet, Burak o gece insanlık imtihanında sınıf geçtiğini düşündü
Ahmet, adamakıllı ders çalışmayı özlemişti Tedaviye olumlu cevap verince, 2006 Eylül'ünde hem okuluna hem de dershanesine döndü Okul, bilgi ile donanmanın yanında/ötesinde bir sosyalleşme alanıydı Filmden spora, tadına bakmadıkları eğlenceli aktivite kalmamıştı Okul çıkışı yaptıkları hararetli basketbol maçlarından birinin akabinde Ahmet, normal kontrollerinin sonuncusunu yaptırmak üzere hastanesine gitti Evleri hastaneye yakındı; her zamanki gibi, ilik örneği alınıp personele teşekkür ettikten sonra, yürüyerek evine geçti Tahlil işlemi de öncekilerden farklı değildi, ama netice  Ahmet, çok geçmeden hastaneye geri çağrıldı Hastalığı nüksetmişti  Hekimler 'ilik nakli'ne karar verdiler ÖSS'ye iki ay kala Ahmet'in imtihanı yeniden başlamıştı
Kan aranmadığı gibi ilik de aranmadı Ahmet'le aynı okulda okuyan, lise birinci sınıf talebesi kız kardeşinin iliği, yüzde yüz uyuyordu Özlem, ağabeyine çok düşkündü; onun hastalığıyla birlikte kendi dünyasında yaşadıklarını anlatabilmesi için, 'kalbinin dili olmalı'ydı  Çalışkan, başarılı, sorumluluk sahibi bu 'güzel insan', bir ay süreyle ilâç verilerek ilik nakline hazırlandı
Nakil, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi'nde yapılacaktı Ahmet buraya, çok değil beş ay içinde, bir 'tıp talebesi' sıfatıyla da gelebilecek potansiyel ve konuma sahipti Ne var ki, 'Her Şeyin Hakiki Sahibi' başka türlü takdir buyurmuştu "Hakkımızda neyin hayırlı olduğunu bilemeyeceğimizi" iyi bilen Ahmet, 11 Mayıs'ta Çapa'ya taşındı
Dershanelerdeki Mayıs yoğunluğu, hocaların Ahmet'i yeni yerinde ziyaretine müsaade etmeyince Murat Hoca, onu cep telefonundan aradı Uzun uzun konuştular Nihayet hoca, yanında kimin kaldığını sordu Ahmet, nakil hazırlığı sebebiyle yanına kimsenin alınmadığını, yalnız olduğunu söyledi Yalnızdı  Sesi titredi  Ağladı  İnancın, sabrın, metanetin timsâli bu çocuk yalnızlığın hüznünü derinden hissetmişti
24 Mayıs'ta nakil yapıldı Ahmet; doktor, hemşire ve 'dua' nezaretinde tedavisini sürdürecekti Hastalıklar, esasen bir muhasebe ve duaya vesile değil miydi?! Ahmet'in sevenleri-sevdikleri, hususen kardeşi ile arkadaşları bu davete icabet ettiler: "Allah'ım, biz yoktuk, Sen var ettin, varlığından haberdar ettin; hamd ve şükür Sana'dır Benim, kırık, fakat takdirine râzı bir kalbden başka sermayem yok  Çektiği sıkıntıyla günahlarını sonbahar yaprakları gibi döktüğün abime/arkadaşıma, şifâlar ihsan eyle  "
Haziranda, hayatlarımızın fânî tarafını şekillendiren imtihanlar ayında, devran döndü; dua sırası Ahmet'teydi: Onun 'makbul' duasını alan arkadaşları ÖSS'de terlediler  Ahmet'in hastalıkla imtihanı devam ederken arkadaşları ve hocaları tatile çıkmışlardı İstanbul'da kalanlar, elbette, ziyareti aksatmadılar
Nakilden sonra okulun yeni buluşma yeri, Kadıköy'deki Eminönü İskelesi'ydi Burada, genellikle saat 17'de toplanıp vapurla Eminönü'ne geçiyor, oradan tramvayla Çapa'ya çıkıyorlardı Ziyaretler, hastaya duyulan derin sevgiden dolayı hiç de yorgunluk sebebi olmuyordu: İkbal, Ahmet'in dizüstü bilgisayarının -bunu da dedesi hediye etmişti- internet problemini çözdü
Ailesi de Çapa'ya taşınmıştı Annesi, Ahmet'in bütün şahsî ihtiyaçlarına yetişiyor, Orhan Bey, o ilâç senin bu tahlil benim koşturuyordu Çapa'nın teknik imkânları tabii ki özel hastane kadar iyi değildi, Orhan Bey yoruluyordu  Her şeye rağmen o ve eşi, vazifelerini hakkıyla yerine getirmiş insanların rahatlığıyla dâima mütebessimdiler
Ahmet, temmuzda, buruk sevinçler yaşadı: Arkadaşlarının çoğu, değişik üniversite ve bölümlere yerleşmişti Ahmet'e sabır düştü  Vücudunun yeni iliği kabullenme sürecinde uygulanan tedavi artık onu zorluyordu Kullandığı ilâçların tahribi sebebiyle idrar yollarından ameliyat edildi Aylarca süren tedavinin zayıf düşürdüğü bedeni, bu operasyondan sonra iyice sarsılmıştı
Murat Hoca, ağustos başındaki ziyaretinde Ahmet'le çok az konuştu; konuşmanın dahi onu yorduğu kanaatine varmıştı Babasına: "Ağabey, ben 12 Ağustos'ta askere gideceğim, gitmeden Ahmet'e kan vermek isterim Sizden telefon bekliyorum " diyerek ayrıldı Orhan Bey, ihtiyaç olmadığından, kan grubu tutmasına rağmen, hocayı o güne kadar hiç aramamıştı
Murat Hoca 7 Ağustos Salı günü şu mesajı aldı: "Sabaha doğru Ahmet'i kaybettik, başımız sağ olsun Dönüş yalnız O'nadır"
Gözler ağladı, gönüller mahzûn oldu; fakat isyan edilmedi Mülk O'nundu ve O, mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunurdu Çarşamba günü öğle namazını müteakiben Kozyatağı Modern Camii'nin avlusunda toplanan cemaat, 'iyi bildikleri er kişi'ye haklarını helâl ettiler
Topraktan gelen, toprağa dönmüş; Orhan Bey, mezarlığın bitişiğindeki caminin önünde, taziyeleri kabul ediyordu Yine mütebessimdi; sıra Murat Hoca'ya geldiğinde: "Ah, hocam!" dedi, "Buraya kadarmış Takdir edilen ömür bu kadarmış " Bir yolcunun 'ağaç altında azıcık dinlenmesi' kadar olan şu dünya hayatı, herkes için farklı zaman dilimlerinde son bulan, ama her hâlûkârda kısa bir seyahatti Burada, "Her nefis ölümü tadıp durmaktadır " hakikati tecelli ediyordu
|