Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
perdesi, yırtılırsa

Ar Perdesi Yırtılırsa..

Eski 12-12-2008   #1
meLankoLik_asaLet
Icon1861

Ar Perdesi Yırtılırsa..



Perdeleri yırtılmış bir çağda yaşıyoruz Edep perdesinin,
hayâ perdesinin, mahremiyetin perdelerinin yırtıldığı bir çağda

Görülmemesi, gösterilmemesi, perdenin ardında olması gereken her şeyi
ifşa etmek medenilik sayılıyor Oysa buradan tatminsizlik ve
kargaşadan öteye yol yok

Böyle bir çağda müslümanın kendi edebine, hayâsına, yani kendi perdelerine sahip çıkması bir başka önem taşıyor Çünkü hem kendisi olarak var olması buna bağlı hem de insanlığın doğruyu bulması

Geçtiğimiz ay bir grup kadın İstanbul’da Galata Köprüsü’nde bir gösteri yapmış; “genel ahlâk kuralları, edebe aykırılık, hayâsızca hareketler” gibi kavramların hukuk sisteminden çıkarılmasını istemişler

Gazetelerin yazdığına göre aynı yerde bir yıl önce uygunsuz kıyafetle balık tutmak isteyen bir kadının “hayâsızca hareket” suçlamasıyla cezaya çarptırılmasını protesto için yapılmış bu gösteri

Açıkçası, biz olayın sebebiyle de, göstericilerin profili veya protesto tarzıyla da ilgili değiliz Çağdaş anlayışta “edep, ahlâk, hayâ” gibi kavramların yerinin olmadığı kabulünü açığa vurması bakımından dikkatimizi çekti bu haber Hayâsızlığın modern hayatın şiarı olduğunu ilan eden tipik bir örnekti

Elbette sadece kadınlarla ve kıyafetle sınırlı bir mesele değil bu Artık insanlar en mahrem “ev halleri”ni bile çıkıp televizyon ekranlarından ifşa edebiliyor Zerre kadar sürçmeden yalanlar söyleniyor, iftiralar atılıyor Belden aşağı espri bayağılıklarıyla dolu diziler, insan haysiyetini ayaklar altına alan yarışmalar izleyici rekoru kırıyor

Eskiden de insanlar böyle seviyesizliklere düçar olurdu ama genellikle gizlerdi bunları Arada aleni günah işleyenler ve bunu bir meziyetmiş gibi takdim edenler çıkarsa, böylelerine “ar perdesi yırtılmış” denirdi

Modern zamanlarda ar perdesindeki yırtık o kadar büyüdü ki çoğu insan giderek böyle bir perdenin varlığını dahi unuttu Utanmanın “kusur” sayıldığı şu günlerde, “ar, hayâ, hicap, ırz, namus, iffet” kavramlarını hatırlayalım istedik

İlk Ne Zaman Ar Etmiştik?

Ar perdesinin yırtılması, hem bir azmışlığı hem de bu hale yönelik bir kınamayı ifade ediyor Ne bu hal Semerkand okuyucularının halidir, ne de bu kınayıcı tutum bizim tarzımızdır Bunun farkında olduğumuz içindir ki problemi, genellikle yapıldığı gibi, sapkınlık göstergesi çirkin örneklerle, “öteki”ni mahkûm etmek maksadıyla ele almayacağız Meselenin müminlerle ilgili çok önemli ayrıntıları var Bunları çok iyi bilmemiz, üzerinde düşünmemiz gerekiyor

Biz bu konuyu “şeytanın Hz Âdem ile Hz Havva’yı kandırması” olayı etrafında izaha çalışacağız A’raf suresinin baş taraflarında anlatılan söz konusu olayın konumuzla ilgili ana çizgilerini, ayetlerden hareketle hatırlamaya çalışalım önce:

1 Şeytan, cennette yaşamakta olan Hz Âdem ile Hz Havva’nın, Allah Tealâ tarafından örtülüp gizlenen “avret yerlerini” görünür hale getirmek, bu gizlenmiş yanlarını birbirlerine göstermek istiyor Bu maksatla vesvese ile akıllarını çelip Allah’ın koyduğu bir yasağı ihlâle teşvik ediyor onları (20 ayet)

2 Şeytanın hilelerine kanan Hz Âdem ile Hz Havva, kendilerine yasaklanan bir “ağacı(n meyvesini) tadınca, avret yerleri kendilerine görünüyor” ve utanıyor; telaşla örtünmeye çalışıyorlar (22 ayet)

3 Allah Tealâ bu ihlâl üzerine onları çıplak olarak yeryüzüne indiriyor ve onlardan türeyen Âdemoğullarını da fark edilebilir bir üryanlıkta yaratıyor Fakat rahmetinin nişanesi olarak “edep yerlerini örtecek giysiler, süslenecek elbiseler” ihsan etmekten başka, bir de insanlar için “asıl hayırlı olan takva elbisesidir” buyuruyor (26 ayet)

Şeytanın Asıl Amacı

Ayetlerden anlaşıldığına göre şeytanın Hz Âdem ile Hz Havva’yı kandırarak onları Allah’ın koyduğu bir sınırı aşmaya yönlendirmesi amaç değil vasıtadır Şeytanın amacı, onların “sev’ât”ını kendilerine göstermektir

“Sev’ât”, kişinin kendisinin de başkalarının da bakmaması ve örtülmesi gereken “galiz avret yerleri”dir Sözlükte nefsin bütün kötü huy, çirkinlik ve kusurları anlamına gelir Birçok müfessir, şeytanın insanların sev’âtını birbirine göstermek istemesini, onlardaki günah işleme potansiyelini açığa çıkarma niyeti olarak izah eder Nitekim Hz Âdem de Hz Havva da yasak meyveyi yedikten sonra, aslında böyle bir yanlışı yapabilme zaaflarının olduğunu ilk kez fark ederler Duydukları utanç, Allah indindeki itibar ve izzetlerinin böylece zedelenmesinden, kendilerini küçük düşürmelerindendir

Şu halde şeytanın asıl amacı, zaten haset edegeldiği Hz Âdem’in hem Allah Tealâ, hem melekler, hem de kendi nezdindeki şerefini yok etmek, esfel-i sâfilîn’e götüren bir kapının varlığını ona ve soyuna göstermektir Bu kapı bir kere fark ettirilip açık bırakıldıktan sonra, insanın türlü günah ve sapkınlıklara düşmesi için şeytanın özel bir gayretine lüzum yoktur artık

Demek ki adeta bütünüyle şeytana tahsis edilmiş bir yola açılan bu kapının kapalı tutulması, edep yerlerinin kapalı tutulmasına, tesettüre riayete bağlıdır Bu yüzden ayetlerdeki “sev’ât” hep “avret mahalli” olarak anlaşılmıştır Fıkıhta “insan vücudunda görünmesi ve gösterilmesi haram sayılan yerler” anlamına gelen “avret” kelimesi, sözlükte “var olan, fakat zarara uğramamak için mutlaka düşmandan gizlenmesi gereken açıklık, eksiklik, zaaf” demektir Mesela kem gözlerin tarassutu altındaki bir evin açık bırakılmış kapısı, perdesiz penceresi; yahut düşman kuşatmasındaki kalenin surlarındaki bir gedik “avret”tir

Erken Uyarı Sistemi

Kur’an-ı Kerim âdemoğlunun en büyük düşmanının şeytan olduğunu haber veriyor bize Şeytan, önce güzel ve faydalı gibi gösterdiği günahlara sevk ediyor insanı ve utanıp tevbe etmemesi halinde gitgide bayağılaştırarak tutsağı haline getiriyor onu İnsanı bayağılaştırmanın en kestirme yolu ar duygusunu yok etmekten geçiyor

“Ar” kelimesi “avret” ile aynı kökten İnsanın mahrem yerlerinin görünmesi halinde yaşadığı “utanma duygusu” demektir Fıtrî bir duygudur ve aklın tezahürlerindendir Nitekim çocuklarda utanma duygusu akıl nurunun parlamaya başladığı çağlarda kendini gösterir Hz Âdem ile Hz Havva’nın avret yerlerinin görünmesi üzerine utanmaları da bu duygunun fıtrî olduğuna işarettir

Ar duygusu Cenab-ı Hakk’ın bize bahşettiği bir alarm sistemi, bir erken uyarı nimetidir Müzelerde yahut galerilerde sergilenen bazı nesnelerin etrafındaki ışın kalkanı gibidir Bu sistemin bozulması, devreden çıkarılması, kalbimizin talan edilmesine, yol geçen hanına çevrilmesine, şeytanın ve onun askerlerinin kalbimizde cirit atmasına fırsat verir Çıplaklıkta, edep yerlerinin teşhirinde ısrar ve bundan dolayı utanmamak, ar perdesinin bir daha tamir edilemeyecek biçimde yırtıldığına; insanın, en büyük düşmanı şeytan karşısında uyarı imkanından yoksun kaldığına delalettir

Fakat insanı diğer varlıklardan ayıran çok önemli bir özellik olmasına rağmen ar duygusu nihayet bir uyarı mekanizmasıdır Mutlaka bir korunma ve tedbir hamlesi gerektirir

Ar Yaratılıştan Hayâ İmandandır

Ar, utanmanın “avret”le ilgili kısmıdır Bu fıtrî duygunun insanın cüz’i iradesi ile geliştirilmiş, kişiyi küçük düşürücü her türlü günahtan koruyacak şekilde tahkim edilmiş haline “hayâ” derler Genellikle birbirinin yerine kullanılsa da, ar ve hayâ aynı şey değildir Hayâ, bir uyarı görevi yapan ar duygusunun icap ettirdiği korunma tedbirleridir daha çok Hz Âdem ile Hz Havva’nın utanmaları ar; buldukları yapraklarla olsun örtünmeye çalışmaları, pişman olup tevbe etmeleri hayâdır

Elbette ar duygusu olmazsa, ancak onun üzerine bina edilebilen hayâ da olmaz Ar fıtrîdir ama hadis-i şeriflerde buyurulduğu gibi “Hayâ imandandır” yahut “Hayâ, imandan bir şubedir” Bu sebeple başta peygamberler olmak üzere kâmil iman sahibi bütün salih insanlar aynı zamanda birer hayâ timsalidirler

İslâm âlimleri hayâyı “nefsin, çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terk etmesi” şeklinde tarif ederler Sadece tesettüre riayetsizlikten değil, insanın şerefini zedeleyen her türlü münkerden hayâ edilmesi gerektiğini söylerler Çünkü insan mahlukatın en şereflisidir Yaratılanlar içinde ondan daha değerli olanı yoktur Eğer insan Rabbine kul olmak yerine kendisinden daha değersiz dünya malına, makama, şöhrete kul olursa izzetini kaybeder, zillete düşer İşte hayâ, böyle bir zilleti kendine yakıştıramadığı için insanı utandırır, onu tevbeye ve istikamete sevk eder Hayâ sahibi, yaptığı kötü bir işten veya terk ettiği iyi bir işten dolayı sadece kendinden ve diğer insanlardan değil, Allah Tealâ’dan da utanır

Allah’tan “Hakkıyla” Hayâ

İbn Mesud ra naklediyor: Peygamber Efendimiz sav, “Allah’tan hakkıyla hayâ edin!” buyurdular Biz dedik ki, “Ey Allah’ın Rasulü, elhamdülillah biz Allah’tan hayâ ediyoruz” Ancak O, şu açıklamayı yaptı: “Söylemek istediğim bu (sizin anladığınız hayâ) değil Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, başı ve onun taşıdıklarını, karnı ve onun ihtiva ettiklerini muhafaza etmen, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamandır Kim ahireti dilerse dünya hayatının süsünü terk eder Kim bunları yerine getirirse Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur

Yukarıda hayânın, ar duygusunun geliştirilmesi ve tahkim edilmesi ile her türlü zillete kalkan yapılmış bir savunma tavrı olduğunu söylemiştik Bu tavrın kuvveti veya şiddeti elbette iman ateşinin şiddeti nispetindedir ve tabiatıyla kişilere göre değişir

İşte Hz Peygamber sav’in “Allah’tan hakkıyla hayâ” ifadesiyle işaret buyurdukları tavır, hayânın en üst seviyesi, en ideal tarzıdır Müttakilerin ve muhsinlerin hayâsıdır bu Ayette geçen “takva elbisesi”dir Bu seviyedeki bir hayâ, tıpkı peygamberlere verilen “ismet” sıfatı gibi, takvası sebebiyle kula bahşedilen bir ikramdır Müminin, Hz Âdem ve Hz Havva’nın şeytana aldanmazdan önceki “masumiyet”ini yaşamasıdır

Fakat peygamberlere mahsus ismet nimetinin garantisi bu masumiyette yoktur Şeytana kulak verilmesi halinde, sonunda pişman olunsa bile zedelenebilmektedir Nitekim insanlığın ebeveyni, şeytana aldanıp gafletle haram lokmaya uzanınca, daha önce avret yerlerinin görünmesine mani olan ve mahiyetini bilemediğimiz, ilâhi ikram eseri böyle bir örtüyü kaybedivermişlerdir

Başımıza Taş Yağar mı?

Hayâ, kulluk şuurunun kuvveti nispetinde derece derecedir de hayâsızlık tektir Hayâ ancak ar duygusunun üzerine bina edilebildiği içindir ki hayâsızlık bu defa arsızlıkla yahut ar perdesinin yırtılmış olmasıyla aynı şeydir

Hayat kelimesiyle aynı kökten türeyen hayâ, gerçek anlamda diri olmanın göstergelerindendir Utanan, hayâ eden insanın yüzü kan hücum ettiği için kızarır Yüzü kızarmıyorsa ya kanı çekilmiştir ya kalbi vazife yapmamaktadır Her iki hal de ölüm belirtisidir

Bizim inancımızda iman taşımayan bir kalp ölü bir kalptir Böyle bir kalbin sahibi dünya hayatını cesediyle sürdürür sadece Bakara suresinin 18 ayetinde tanımlandıkları gibi “sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler”; elbette hayâ etmezler

Nefsin arzuları karşısında Allah’ın koyduğu ölçülere riayet, itidali muhafaza hassasiyeti ve kararlılığına “iffet” denir Hayâ etmeyenin iffeti olmaz Zira hayasızlık, ölçüsüzlüğe, sınırsızlığa ve ifrata kucak açmaktır Ar perdesini yırtanların, hayâ çitini yıkanların nefslerinden kopup gelen hayvanî arzular bir tuğyan olur yeryüzünü fesada verir Ar perdesini yırtmış insan ve topluluklar en hafifinden “fâcir” hükmündedirler; sürekli “fahşâ”ya, yani azgınlıklara meylederler Hz Peygamber sav’in “Utanmazsan dilediğini yap!” tespiti, hayâ etmeyenden her türlü edepsizliğin ortaya çıkabileceği gerçeğini ifade eder

Sünnetullahtır; tuğyanın ve fahşânın yaygınlaştığı toplumlar ilâhi gazaba uğrar, helâk edilirler Hayâsızlığın yaygınlaştığı dönemlerde yaşlıların “Başımıza taş yağacak!” uyarısı laf olsun diye söylenen bir söz değildir Hayâsızlığın en uç örneğini sergileyen Lût Kavmi, Kur’ân’ın “münzerîn yağmuru” dediği bir felâketle, başlarına taş yağdırılarak helâk edilmiştir çünkü

Kıssadan Hisse

Hz Âdem ile Hz Havva’nın cennette yaşadıkları bir olayın A’raf suresinde bize nakledilmesindeki ilâhi maksadı, buraya kadar anlattıklarımız çerçevesinde özetleyerek meselenin bu tarafına nokta koyalım:

1 Şeytana uymak, onun iğvasıyla Allah’ın sınırlarını aşmak, insanı çirkinleştiriyor; nefsin kötülüğe meylini kamçılıyor Kul bu halden utanmayıp zillete razı olursa eğer, şeytanın peşinde aşağıların aşağısına kadar alçalabiliyor

2 Fakat Cenab-ı Hak kullarının bu zilletine razı değildir Bu yüzden böyle sürçmelerde toparlanması için onun fıtratına ar duygusunu yerleştirmiştir İnsan düştüğü zilletten ar duygusu sayesinde utanıp rahatsız oluyor, bundan kurtulmanın yollarını ve tedbirini arayıp tevbeye yönelebiliyor

3 Allah Tealâ, kulunun tevbesini kabul ettiğinin ve merhametinin bir nişanesi olarak, benzer durumlara düştüğünde kötü ve çirkin yanlarını örtecek imkânlar bahşediyor ona

4 Settârü’l Uyûb (Ayıpları Örten) olan Cenab-ı Hak, tesettür emrinde olduğu gibi, insanın vücudundaki, kalbindeki, davranışlarındaki ayıpların özellikle gizlenmesini, açığa vurulmamasını istiyor

5 Türlü metotlarla setrettiğimiz, örttüğümüz kusurlarımız, çirkinliklerimiz, günahlarımız üzeri örtülse de var olmaya devam ediyor öte yandan Bu sebeple de Allah Tealâ, böyle kusurların “örtü altında bile var olmaması” anlamına “takvâ”ya çağırıyor bizi

6 Takva, içinde de dışında da hiçbir ayıbı barındırmayan manevi bir giysi Hz Âdem ile Hz Havva’nın yasağı ihlâl etmezden önceki izzetli ve ismetli hali, yaradılışımızdaki “en güzel suret”tir Gaflet ve haram lokma bu masumiyet halinden, bu en güzel suretten mahrumiyete yol açıyor ama Hz Âdem’in sonraki macerası, ar, hayâ ve tevbe ile bu halin yeniden kazanılabileceği ümidini aşılıyor insanlığa

Mahremiyeti Olmayana İhtiram Olmaz

Ar ve hayâda insanın kendi gözünde, diğer insanlar nezdinde ve en önemlisi de Allah indinde küçük düşüp zelil olmaması esastır Bir çirkinlik yahut kötülüğün verdiği rahatsızlıktan ibaret olan “utanma” boyutu yanında bir de örtme, saklama, koruma boyutu vardır İşte bu ikinci boyutu sebebiyledir ki hayâ mahremiyetle de ilişkilendirilir

Mahremiyet, kişilere, ailelere, hatta ümmetlere mahsus “harem”lerin, yani yabancılara kapalı olan özel alanların dokunulmazlığıdır Mesela Mekke ve Medine belirli sınırlar dahilinde müslümanların haremidir Gayr-i müslimler oraya giremez Yahut bir ev, o evde mukim olan ailenin haremidir Evin mahremi olmayanlar, yani nâmahremler o eve izinsiz, elini kolunu sallayarak giremez Mahremiyet alanlarındaki unsurların bir kısmı bu defa mukaddes, mübarek, muhterem, özel ve güzel kabul edildikleri için korunmaktadır Bunların korunması her ne kadar insanlık izzetini ayakta tutmanın en önemli şartı ise de, yapılan şey bir gizleme veya setretme değil, bir savunmadır

Dolayısıyla hayâ duygusu bu değerleri korumaya sevk eden belirleyici bir ilk etken değildir Korunmaması, savunulmasında acz ve ihmale düşülmesi halinde devreye girer ve bu değerlerin yeniden ikamesi için insanı motive eder Gerçi yine yapılması gereken doğru bir işi yapmamanın ve bunun sonucunda küçük düşmenin utancı söz konusudur ama utanılan davranışın mahiyeti farklıdır

İslâmî literatürde “ırz” diye adlandırılan bu tür mahremiyetler konusunda ya başkalarının mahremiyetine saldırmamak ya da kendi mahremiyetimizin korunmasında laubali davranmamak için hayâ etmeye çağrılırız Ar perdesi yırtılanlar özel alanlarının genelleşmesinden rahatsızlık duymadıkları gibi, başkalarının mahremiyetine olan hastalık derecesindeki tecessüslerini de engelleyemezler bu yüzden Oysa ihtiram (saygı), mahremiyetten dolayıdır Mahremiyeti olmayana ihtiram olmaz

Unutmamamız Gereken

İnsanı şerefli kılan bütün manevi değerleri ve kişilik haklarını ifade eden “ırz”a saldırı, doğrudan doğruya insanın şeref ve haysiyetine saldırı demektir Bu nedenle Veda Hutbesi’nde müslümanların kanları ve malları gibi ırzlarının da birbirlerine “haram”, yani dokunulmaz ve saygın olduğu ilan edilmiştir

Fakat bu hüküm başkalarının ırzına saygı göstermek kadar, belki ondan da önce kendi ırzımızı sorgulatacak hafifliklerden, kayıtsızlıklardan kaçınmamızı gerektirir İnsanlık şerefiyle, Allah’a kulluk statüsüyle bağdaşmayan her tutum, ne kadar küçük ve sıradan görünürse görünsün, insanın ırz ve namusunu da koruyan hayâ duygusunu tahrip eder Haysiyet ve şerefinin sorgulanmasından, ırz ve namusuna yönelecek hakaret ve aşağılamalardan kaygı duymamak da ar perdesinin yırtıldığına işarettir

Ar duygusu insanın fıtratında olduğuna göre, ar perdesini yırtmak veya hayâsızlık, insanlıktan çıkmak demektir Bundan daha vahim bir zillet olamaz Böyle bir zilletten korunmak için hayâ duygusunu kaybetmemek gerekiyor Bunun da tek yolu, nerede olursak olalım, ister başkalarıyla birlikte, ister yalnız, daima Allah’ın huzurunda bulunduğumuzu unutmamaktır

Bütünüyle hayır olan hayâ, Allah Tealâ’dan hayâdır Allah’tan hayâ etmeyenin insanlardan hayâsı riya olabilir Halbuki müminin şiarı riya değil hayâdır
Her Utanma Hayâ mı?

Ar ve hayâ, temelde bir utanma duygusudur Fakat her utanma ar yahut hayâ olmaz Aşırı çekingenlikten, içe kapanık olmaktan, kendine güvensizlikten, başarısızlık korkusundan kaynaklanan utanmalara ar ya da
hayâ denmez

Peygamberimiz sav’in “Hayânın hepsi hayırdır” veya “Hayâ hayırdan başka bir şey getirmez” mealindeki hadis-i şerifi, bu hususa da işaret eder Yani bir utanma hali kişiyi çirkinliklerden alıkoyuyor, onu ahlâklı olmaya, güzel davranmaya sevk ediyorsa hayâdır

Hasan-ı Basrî rha’den gelen ve bazılarına göre kendi sözü, bazılarına göre de mürsel hadis kabul edilen bir rivayet, bu tasnifi daha açık yapmaktadır: “Hayânın iki çeşidi (ucu) vardır; bir ucu imana, diğer ucu ise beceriksizliğe dayanır

Bununla birlikte ulema, özellikle “çekingenlik” eseri utanmanın kadınlarda ve çocuklarda bir kusur değil meziyet olduğunu; bu halin onlara daha çok yakışacağını söylemişlerdir
Perdesiz Bir Topluluk: Lût Kavmi

Lût as ve kavmine dair haberler Kur’an-ı Kerim’in farklı surelerinde muhtelif vesilelerle parça parça zikredilir Buna göre Lût as sapık bir kavme peygamber olarak gönderilmiştir

Bazı kaynakların şimdiki Ölüdeniz’in bulunduğu yerdeki Erden havzasında, Sodom ve Gomore gibi bugün de ahlâksızlığın simgesi olarak bilinen şehirlerde yaşadığını kaydettiği Lût Kavmi, başka hayasızlıkları yanında, kadınları bırakıp erkeklerle beraber olmak gibi bir cinsî sapıklığı huy haline getirmişlerdir Lût as’ın nasihat ve tehditleri kâr etmez Artık sonuç alamayacağını anlayan Lût peygamberin duası üzerine Allah Tealâ bu kavmi bir gece sabaha karşı üzerlerine pişmiş balçıktan taşlar yağdırarak helâk eder; yaşadıkları şehirlerin altını üstüne getirir

Bazı hadislerde Lût kavminin yaptığı türden hayâsızlıkları işleyen toplumların aynı şekilde helâk edileceği beyan buyurulmaktadır
Hicab’a İki Türlü Dikkat

Ar ve hayâ duygusu neticede örtünmeyi, korunmayı, bir görüntüyü engellemeyi gerektirdiğinden, hep bir perde benzetmesiyle somutlaştırılır Ar veya hayâ perdesi deyimi buradan doğmuştur

Yine aynı sebeple “perde, örtü” anlamına gelen “hicap” kelimesi ar ve hayâ yerine de kullanılır, “utanmak” anlamına “hicap etmek” denildiği olur

Hicap kelimesinin kullanıldığı yerlerde bir ayrıntıya dikkat etmek gerekir Bu kavram ahlâk, edep, hayâ, tesettür bahislerinde olumlu bir anlam taşırken, tasavvufî metinlerde olumsuz bir durumu yansıtır Tasavvufta hicap, vahdet idrakini engelleyen mâsivâ perdelerini, mahcubiyet de bu perdelere takılıp kalmayı ifade eder

Yani hicaba hem öyle hem böyle dikkat!

Ali YURTGEZEN • 116 Sayı

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.