Hayata Dair |
10-14-2008 | #1 |
cansel
|
Hayata DairHayata dair (1) Zamanımızda “başarı denilen virüs” öylesine yayıldı ve herkesin içine yerleştirildi ki, insanları böyle bir yaşamın tersinin mümkün olduğuna bile inandırmak güçleşiyor Sanki “başarılı olmak” gereği her zaman ve herkes için geçerliymiş gibi algılanıyor Artık günümüzün romancıları, şairleri, düşünürleri, bilim adamları bile “başarı” peşinde koşuyorlar Herkesi, Amerikalıların kafalarımıza soktuğu “kazanan” ve “kaybeden” kavramlarına göre yargılıyoruz Peki Yunus Emre başarılı olmak için mi yazmıştı şiirlerini, Mevlana sema dönerken “başarı” peşinde miydi? Çarmıhta can veren İsa kazanan mıdır, kaybeden mi? Ne demişti Peygamber: “Her şeyi kaybeden, her şeyi kazanır” *** Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, insanlığın binlerce yıl içinde geliştirdiği temel kavramları ters yüz edemezsiniz Bazı toplumlar, belirli dönemlerde insani gelişimin dışına düşer ve bunu da kalıcı sanırlar ama sonunda evrensel kurallar galip gelir ve o toplumu bir düzeltmeye tabi tutar Bir düşünelim: Güzel sanatlar nedir? Eskiden “bedii zevk” denilen yüksek estetik kaygılar ne için toplumlarda bu kadar önemli yer tutmuştur? Niye birçok gelişmiş ülke, genç kuşakların zevklerinin incelmesi için çalışmıştır? Ekonomik olarak gelişmiş ülkelerde tiyatro, resim, edebiyat, bale niçin bu kadar önemlidir? Bu ülkeler zengin oldukları için mi yüksek zevklere yönelmiştir, yoksa bu birikim mi onları zengin etmiştir? Bunlar önemli sorular Ve cevapları belli Dünya uzun vadede güzeli, doğruyu, iyiyi arar Belki çok acı çekilir, çok kişi bu yolda kırılır ama eninde sonunda iyi, güzel ve doğru olan kazanır *** Roman kahramanlarını, hep şişeden çıkmayı bekleyen cinler gibi düşünmüşümdür Oradadırlar, sizi beklemektedirler, şişeyi okşadığınızda çıkıp geleceklerdir Çağırmadığınız zaman ise yokturlar, şişe alelade bir şişe olarak durur Kitaplar da öyle değil mi? Birbirine yapışık durumda bekleyen binlerce, yüz binlerce sayfa cansızdır, kupkurudur Zamanla tozlanmaktan, küflü bir koku edinerek sararmaktan başka bir işe yaramaz Önce havayla en çok temas eden kenar bölümleri sararır, sonra içlere doğru yayılır Okumayanlar için kitaplar, ölü birer selüloz katmanından başka nedir ki? Ama bir kez elinize alıp okumaya görün O cansız sayfalardan süzülen ruhlar, ete kemiğe bürünür, capcanlı görünürler size Onlarla dertlenir, onlarla sevinir, onlarla kıskanırsınız O andan itibaren kitabın küf kokusu da bir alışkanlık olur sizin için, her ülke kağıdının değişik kokusunu içinize çekersiniz Sararmalar, eski ve çok sevilen bir dostun saçlarına düşen ak gibidir Selüloz katmanlarının arasından fışkıran yakıcı hayatlar, sizi de birlikte sürükler Lafcadio olursunuz, Raskolnikov, Bovary, Meryemce, Anna Karenina, Lacombe Lucien, Goriot, Jean Valjean, Buendia gibi duyumsarsınız kendinizi Yaşamı imbikten süzerek size yeniden sevdiren bir büyüdür bu Hayata dair (2) Kitaplar sizi daha derin bir anlayışa götürür, hem kendinizi hem de dünyayı daha derinden kavramanızı sağlar Bir ruh eğitimidir, bir duygular eğitimidir Birçok olumlu kavram gibi edebiyat hakkında da olumsuz önyargılar yerleşmiş topluma Bunlardan biri de “edebiyat yapmak” deyimi Bu deyimle boş konuşmalar, hayal ürünü, hiçbir işe yaramayan düşünceler ve gerçeklere dayanmayan bir değersizlik ortamı kastediliyor Oysa edebiyat dünyanın en ciddi işidir Hiçbir gelişmiş toplumda edebiyat böyle bir deyimle kirletilmemiş, aksine hep toplumun en üst değerleri arasında yer almıştır Bu saygıyı gösteren ve göstermeyen toplumlar arasındaki farkı görmek istiyorsanız, bir Avrupa ülkelerine bakın bir de biz ve Orta Doğu ülkelerine Durum ortada değil mi! *** Bazı kişiler eskiyi muhafaza etmek isterler ama kastettikleri eskinin de bir zamanın “yeni”si olduğunu ve daha önceki eserlere karşı bir yenilik mücadelesi vererek varolduğunu unuturlar Ayasofya binbeş yüz yıllık bir eserdir ama basilika ve kubbe biçimlerini ilk kez birleştiren yani kendilerinden önceki bütün eserlere meydan okuyan iki yenilikçi mimar ve onları destekleyen yenilikçi bir hükümdar sayesinde yapımı mümkün olabilmiştir Mozart klâsiktir ama kendi dönemindeki “eski”ye karşı mücadele eden bir “yeni” olarak varolabilmiştir Cervantes de böyledir, Çaykovski de, Frank Lloyd Wright ya da Le Corbusier de Mustafa Kemal bir devrimcidir, hayatını Tanzimat Fermanı’nı tartışarak değil, geleceği inşa etmeye çalışarak geçirmiştir Ama bu insanların hepsi geçmişten geleceğe uzanan bir köprü niteliğindedir Kökleri çok derindedir “Kökü mazide olan atiyiz” yani “Kökü geçmişte olan geleceğiz” sözü bu büyük adamlarda doğrulanır gibidir Her yenilik tepki görür, her peygamber, her büyük filozof, her büyük sanatçı önce reddedilir, sonra kabullenilir ve klâsik olur Bu yüzden sanat da hayatın gerçeği gibi devrimcidir *** Nasıl Descartes’tan “Düşünüyorum o halde varım” cümlesi insanlığa miras olarak kaldıysa İspanyol filozof Ortegay Gasset’ten de böyle bir cümle kalmıştır: “Ben, kendimin ve çevremin toplamıyım” İlk bakışta “Ne demek bu?” diyenler olabilir Ama biraz düşündükçe her şeyin yerli yerine oturacağına ve sözün derin anlamının ortaya çıkacağına eminim Aslında bu ülkedeki birçok gelişmiş ve incelmiş insanın dramının temelinde bu cümle yatıyor Çünkü siz kendinizi, beyninizi ve duygularınızı ne kadar geliştirmiş olursanız olun sonunda bu çevrenin bir parçasısınız Bir yanınız arabesk, bir yanınız eurobesk Bir yanınız vahşi bir sertlikle ve binbir cambazlıkla sürüp giden siyaset, öteki yanınız her gün ölüp ölüp dirilen, arap sabunuyla kaplı mermer zeminde rugan pabuçla dansetmeye çalışan ekonomi Bir omzunuza yumuşak bir şefkat tünemiş, ötekine gözü kanlı bir şiddet Yani ne yaparsanız yapın, kendinizi nasıl tanımlamaya çalışırsanız çalışın, sonuçta bu ülke ortamının bir parçasısınız Eğitimine kafa yorduğunuz çocuğunuz da aynen böyle olacak Çünkü insanoğlu tek başına varolamıyor Hayata dair (3) Sık sık Anton Çehov gelir aklıma, büyük Çehov! Onun dahice örülmüş oyunlarında da her şey olağan gibidir Gündelik yaşam, tembel bir nehir gibi ağır ağır akmakta ve insanlar kendilerini nehrin akıntılarına bırakmaktadır Yaz bahçelerindeki beyaz giysili insanlar, piyano konserleri, yemekler, fıkralar ve entelektüel tartışmalarla vakit geçirirler Ama oyun biraz ilerleyince anlarız ki, bu insancıkların hepsi derin bir huzursuzluğun pençesindedir Durup durup ağlama krizlerine giren kadınlar, ölesiye sarhoş bir doktor, ona umutsuzca sevdalanmış bir genç kız, ölümü bekleyen bir ihtiyar Hepsi de huzursuz ve her an isteri krizlerine açık bir kırılganlıkta yaşamaktadır ama dış görünüşte bunu fark etmeye imkân yoktur İç huzursuzluğu anlayabilmek için Çehov çapında dahi bir yazarın, insan ruhlarını, sandıktan çıkarılmış gizli bir çeyiz bohçası gibi kat kat açması gerekmektedir İhtilale yani büyük değişime akan bir toplumdaki derin huzursuzluktur bu Taşlar yerinden oynamış ve insan ruhları onulmaz biçimde yaralanmıştır *** Türkiye’de de ekonomik krizlerden daha yoğun olarak yaşanan kriz bence bu Amacını yitirmiş, hayallerini tüketmiş ve yarınına umutla bakamayan bir toplum Büyük değişimin sancılarıyla kıvranan ve ne olduğunu bir türlü anlayamayan huzursuz insanlar Yerleşik değerlerin çöktüğü ama bir türlü yeni değerler sistemine geçemeyen insanların iki cami arasında binamaz kalmış hali Beni en çok bu durum korkutuyor biliyor musunuz! Bir ülkenin ruhunu yaraladığınız zaman, ekonominin ve siyasetin bu yarayı iyileştirmesi çok zor oluyor *** Belli bir yaşta insanın kendisini kanıtlama çabası, kendini anlama çabasına dönüşmelidir Ne var ki bazıları yaşlanır ama olgunlaşamazlar, ömürlerinin sonuna kadar başkalarının kendileri hakkında ne düşündüğü en önemli konu olarak kalır Beğenilmek, sevilmek ister ve bütün güçleriyle bunu sağlamak için uğraşırlar Bazıları da belli bir olgunluğa erişince, kendilerini beğendirmeye çalışmaktan vazgeçer ve dünyayı daha rahat bir gözle seyretmeye başlarlar Bu aşamada kişinin “nasıl göründüğü” sorusu önemini kaybeder, bunun yerine kendisinin “dünyayı ve insanları nasıl gördüğü” öne çıkar Değeri ölçülmeye çalışılan kişiden, değer ölçmeye geçiş aşamasıdır bu O kişi artık yarışta değil, jüridedir Altın değil sarraftır Aktör değil, yönetmendir Kıratı ölçülen taş değil, kuyumcudur Ve bütün bunlar eğer bir iç disiplinin tutarlılığını taşıyorsa, o kişi dünyanın nirengi noktalarından birisi olur Çevresindeki insanlar için bir ayar haline gelir Bir terazidir, bir ölçüdür Bazıları bu noktaya hiç gelemeden ölür ve son sorusu “Acaba beni beğeniyorlar mı?” olur Bazıları da iç dünya zenginliği sayesinde manevi birer otorite mertebesi kazanırlar Birinciler telaşlıdır, ikinciler sakin Birinciler hırsı piriye kapılmıştır, ikinciler evren içindeki insanoğlunu hangi ölçekte değerlendireceklerinin farkındadırlar Yaş insana olgunluk ve bilgelik getirmeli Hayata dair (4) Dünyada yaşayan altı milyar insanın DNA’sı aynı Maymun DNA’sıyla insan DNA’sı arasında bile kayda değer bir fark yok Dünyadaki bütün hayvanlar, insanlar gibi yemek yiyor, su içiyor, uyuyor, cinsel ilişkide bulunuyor, kavga ediyor, hasta oluyor ve ölüyor Memeli hayvanların “tropikal memeli” cinsinden olan insanoğlu da aynen onlar gibi kendi biyolojik kurallarına uygun olarak yaşıyor Peki o zaman hayvanla insanı ve giderek insanla insanı ayıran fark nedir? Kültür, sadece kültür! Bangladeşlilerin Kanadalılardan biyolojik olarak hiçbir farkı yok Ugandalılarla İsveçlilerin de öyle Öyleyse bu ülkelerden birini uygar diğerini ilkel, birini yoksul diğerini zengin yapan öğe nedir? *** Neden dolayı bazı ülkeler yoksullukla, yoksulluğun yol açtığı problemlerle ömür tüketir ve yaşamı cehenneme çevirirken, ötekiler dünya nimetlerinden alabildiğine yararlanan bir cennet yaratmayı başarırlar? Bir kader midir bu? Irk özelliği midir? Hiçbiri değil Çünkü eğer öyle olsaydı ülkelerin tarihinde iniş çıkışlar olmaz, her şey aynı kalırdı Oysa biz kendimizden biliyoruz ki bir zamanlar cihan imparatorluğu olan bir ülke, daha sonra azgelişmişlik kategorisine sürüklenebiliyor *** İnsanları ve ülkeleri birbirinden kültürleri ayırır Eğer kültürü dar anlamıyla alırsanız, sadece sanat çalışmaları akla gelir Ama kültür, bir toplumun bütün ilişkilerini içine alan ve her şeyin üzerinde yükseldiği bir heykel tabanı gibidir Bir ülkenin siyaseti, siyaset kültürüne bağlıdır ticareti, ticaret kültürüne Bugün eğer Türkiye her alanda ilmik ilmik dökülüyorsa, metastaz yapmış kanser gibi her yeri yolsuzluk virüsü sarmışsa insanlar birbirini sevmiyor ve birbirine güvenmiyorsa, bunun nedenlerini kültürde aramak gerekir Hepimizin gözü önünde toplumun dokusu bozuluyor, insanları bir arada yaşatan değerler sistemi yok oluyor, kısacası çürüyoruz
__________________
worapsow adige |
|