|  | "Y" Harfiyle Başlayan Deyimler |  | 
|  06-05-2008 | #1 | 
| 
[KAPLAN]
 |   "Y" Harfiyle Başlayan Deyimler   "Y"  Harfiyle Başlayan Deyimler    Ya Allah deyip (atılmak): Cenab-ı Hak`a sığınarak (atılmak)  "Ya Allah deyip düşmanın üzerine atıldı  " Yabana atmak: Önem vermemek, önemsiz görüp dikkate almamak, üzerinde durmamak  "Babanın sözlerini sakın yabana atayım deme  " Yabancılık çekmek: Bir iş ya da çevrede yabancı olmaktan dolayı ortaya çıkan zorlukların etkisinde kalmak  "Ona hiç yabancılık çektirmedi  " Ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli: "Bu işi mutlaka yapmalısın, başka yolu yok, aksi taktirde burada kalamazsın  " anlamında kullanılır  Ya devlet başa, ya kuzgun leşe: "Giriştiğim iş beni ya büyük bir varlığa ve mevkiye ulaştıracak ya da mahvedecek, batıracak" anlamında söylenir  Yad eller: 1  Baba ocağından uzak yerler, gurbet  2  Yabancı kimseler, yabancılar  "Yiğidim yad ellerde kalmasın, dönsün geri Rabbim  " Yâd etmek: Anmak, hatırlamak  "Seni her gün yad ederiz buralarda  " Yağ bağlamak: Semirmek, üzerine biriken yağ katılaşmak  Yağ bal olsun: "Yediğin, içtiğin helâl ve afiyet olsun" anlamında söylenir  Yağcılık etmek: Dalkavukluk etmek, övmek, pohpohlamak  "Öğrenci öğretmenine yağ çekiyor, gözünün içine bakıyor, bu şekilde iyi not alacağını sanıyordu  " Yağlı ballı olmak: Araları çok iyi, içli dışlı, samimi olmak  "Öyle yağlı ballı olmuşlardı ki birbirlerine her şeylerini anlatıyorlardı  " Yağlı kapı: Çalıştırdığı kimselere bol kazanç sağlayan kimse, kuruluş, aile ya da yer  "Herkese nasip olmaz öyle yağlı kapı  " Yağlı kuyruk: Kolayca ve bolca yararlanılabilecek kaynak; basitçe sömürülebilecek iş veya kimse  "Bulmuşsun bir yağlı kuyruk, çek babam çek!" Yağlı müşteri: Bol paralı, çok alışveriş yapan zengin alıcı  "İki üç yağlı müşterimiz de olmasa kapamak zorunda kalacağız bu dükkânı  " Yağma gitmek: Bir şey çok alıcı bulup çok satılmak, kolay müşteri bulmak  "Kapanın elinde kalıyor, yağma gidiyor, koş koş, sen de yetiş!   " Bilgicik  Com, Türkçe, Edebiyat, Roman Özetleri, Duvar Yazıları, Atasözleri, Hızlı Okuma, Özlü Sözler, Türk Yağma Hasan`ın böreği: Hakkı olanın da olmayanın da kolayca yararlandığı, kimsenin korumadığı, her yanından sömürülen kaynak  Yağma yok: "Öyle şey olmaz, buna izin vermezler, kolay kolay elde edemezsin" anlamında bir tutumun ya da davranışın yanlışlığı ifade etmek için kullanılır  Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak: Bir tehlikeden, güç bir durumdan kaçarken daha kötüsüyle karşılaşmak  Yağmur yağarken küpünü doldurmak: Kazanma fırsatı varken ondan yararlanıp para veya mal edinmek  "Bana bak aslanım, daha ne istiyorsun, yağmur yağarken küpünü doldur yoksa pişman olursun  " Yağ tulumu: Çok şişman, çok yağlı  "Birkaç ay sonra yağ tulumu olacak, şuna birisi söylese de çok yemese  " Ya herrü (herro) ya merrü (merro): "Tehlikeyi göze aldık, giriştiğimiz işte ya batar ya da çıkarız" anlamında kullanılır  Yahudi pazarlığı: Tarafların çıkarlarını düşünerek çekişe çekişe yaptıkları pazarlık  "Benimle Yahudi pazarlığı yapmaya kalkma lütfen  " Yakadan atmak: Savıp kurtulmak, başından atmak  "İnan onu yakamdan atmaya çalışıyorum  " Yaka paça: Hiçbir itiraz dinlemeden, zorla, kuvvet kullanarak (götürmek)  "Polisler adamı yaka paça götürdüler  " Yakası açılmadık: Hiç duyulmadık, bilinmedik, ayıp söz, küfür  Yakasına sarılmak: İstediği şeyi almak ya da dövmek için tutup bırakmamak, zorlamak  "Çocuk annesinin yakasına sarılmış balon diye ağlıyordu  " Yakasına yapışmak: Hesap sormak ya da bir şey istemek için tutup bırakmamak  "Beni de götüreceksin diye yakama yapıştı, ben de getirmek zorunda kaldım  " Yakasını bırakmamak: Bezdirecek kadar üstüne düşmek, ısrar etmek, yanından ayrılmamak  "Ne olursa olsun yakasını bırakmayıp paramı alacağım ondan  " Yakasını kaptırmak: Bir şeyin, bir kimsenin etkisinden kendisini kurtaramamak, ona bağlanmış olmak  Yakayı sıyırmak: Kurtulmak, kaçmak  "Çok şükür şu adamdan yakayı sıyırdık  " Yaka silkmek: Bıkıp usanmak; bir iş, durum, yer ya da kimsenin olumsuz yanlarından tedirginlik duyduğunu belirtmek  "Doğrusu yaka silkinecek bir iş seninki de  " Yakayı ele vermek: Yakalanmak, kaçamayarak ele geçmek  "Mahallenin hırsızı sonunda yakayı ele verdi  " Yakayı kurtarmak: Umulmazken bir işten ya da kimseden kurtulmak, kaçmak  "Bu pis işten yakayı nasıl kurtardık hâlâ anlayabilmiş değilim  " Yakınlık duymak: Birine karşı sevgi ve ilgi duymak, yabancılık hissetmemek  "Hayatta yakınlık duyduğum tek insandı  " Yakışık almamak: Yerinde olmamak, uygun düşmemek, yaraşmamak  "Çocuğu herkesin içinde azarlaman hiç de yakışık almadı  " Yalancı pehlivan: Yapamayacağı bir işi yapabilecekmiş gibi görünen kimse, palavracı  "Yalancı pehlivanın biridir o, ona güvenmeyin  " Yalancısı olmak: Doğruluğu bilinmeyen, inanılmayacak sözleri bir başkasından işiterek söylemiş olmak  "Ben şefin yalancısıyım, müdür ihalelerde insiyatifini kullanıyor ve rüşvet yiyormuş  " Yalan dolan: Hile, düzen, dalavere, yolsuz davranış,"Yalan dolanla iş görmeye kalkanların başına işte bunlar gelir  " Yalan yere: Gerçeğe uygun olmayarak  "Yalan yere adamı şikâyet ettiler  " Yalayıp yutmak: 1  İştahla, hiçbir şey bırakmadan yiyip bitirmek  2  Kötü bir söz ya da davranış karşısında sessiz kalıp, kabullenmek  "Sofradaki bütün yemekleri yalayıp yuttu  " Yalpa vurmak: İki yana, sağa sola; bir o yana, bir bu yana sallanarak yürümek  "Nedendir bilmem, yalpa vurarak yürüyordu  " Yalvar yakar olmak: Çok yalvarıp yakarmak  Yan bakmak: Beğenmeyerek, kötü niyetle, düşmanca bakmak  "Bu adamın her gün yan bakması artık canıma yetti!" Yan basmak: 1  Aldanmak  2  Kaypaklık edip dürüst davranmamak  "Sana tanınan bu fırsatı iyi değerlendir, sakın yan basayım deme  " Yan çizmek: Kendisine yüklenen bir görevden kaçmak  "Üç kişi yan çizdi, demek ki ikimiz taşıyacağız bu bidonları  " Yandan çarklı: 1  Şekeri yanına konmuş olan kahve veya çay  "Usta, iki yandan çarklı yap!" 2  Bir omuzu düşük olarak yürüyen  3  Çarkı yanda olan gemi  Yan gelip yatmak: Yapacak işleri olduğu hâlde yapmamak, rahatına bakmak, keyfince yaşamak  "Hiç çalışmıyor, yan gelip yatıyor akşama kadar  " Yangına körükle gitmek: Anlaşmazlığı, gerginliği, kargaşalığı artırıcı, her iki tarafı kışkırtıcı söz ve davranışlarda bulunmak  "Sen karışma, çekil aralarından, yangına körükle mi gitmek istiyorsun?" Yan gözle bakmak: 1  Kötü niyetle, düşmanca bakmak  2  Göz ucuyla bakmak  "Tezgâhtaki mallara yan gözle bakıp geçti  " Yanık ses: Hüzünlü, çok dertli, içindeki acıyı dile getiren ses  Yanına bırakmamak: Kendisine yapılan kötülüklerin öcünü almak, cezasını sert karşılıklarla vermek  "Bunu, onun yanına bırakmayacağım  " Yanına (kâr) kalmak: Kendisinden öç alınmamak, yaptığı kötülük sert karşılık görmemek, cezasız kalmak  "Adamın yaptığı yanına kâr kaldı, nasıl adalet bu?" Yanına salâvatla varılır: Çok öfkeli, kızgın ve kibirlidir  Yanından bile geçmemiş: Hiç ilgisi yok, en ufak benzerliği bile yok  "Sen kardeşini bir görsen, bu onun yanından bile geçmemiş  " Yanıp tutuşmak: 1  Elde etmek için güçlü bir istek duymak, elde edemediği için de büyük üzüntü içinde olmak  2  Kuvvetli bir aşkla sevmek  "Bakan olmak isteğiyle yanıp tutuşuyordu  " Yanıp yakılmak: Sızlanıp şikâyet etmek, derdini döküp durmak  "Çoluk çocuk açtı, kimse yardım elini de uzatmıyordu, birine de yanıp yakılmayı bir türlü kendine yediremiyordu  " Yanlış ata oynamak: Kazanmak için giriştiği işte tuttuğu yol, dayandığı kimse dayanıksız ve çürük çıkmak, dolayısıyla aldanmış olmak  Yanlış kapı çalmak: İsteğinin yapılamayacağı bir yere başvurmak  "Meğer biz yanlış kapı çalmışız  " Yan tutmak: Taraflardan birini desteklemek, onun söz ve davranışlarını benimsemek, yansız olmamak  "Yan tutmayıp tarafsız kalırsan senin için daha iyi olur  " Yan yan bakmak: Düşmanca, kötü niyetle bakmak  Yapmadığını bırakmamak: Bütün kötülükleri yapmak, eziyet etmek  Yara açmak: 1  Bir şeyin yüzünde, özellikle de vücudun bir yerinde yara oluşmasına sebep olmak  2  Büyük dert, acı, üzüntü vermek  "Onun sözleri içimde bir yara açtı  " Yaraya merhem olmak: Acil ihtiyaçları karşılamak  "Şu getirdiklerim yaraya merhem olur mu bilmem?" Yardan atmak: Bir kimseyi aldatarak kazaya uğratmak, tehlikeli bir durumun içine itmek, türlü belâlara sokmak  "İnsan dostunu yardan atar mıymış?" Yarı buçuk: Tam değil, çok az, tamamlanmamış, baştan savma  Yarım adam: Güçsüz, sakat, zayıf, hasta kimse  "Ben bir yarım adamım diye beni hor göremezsiniz!" Yarım ağızlı (söylemek): İsteksizce, istemeye istemeye, gönülsüzce (söylemek)  "Demek sizi de yarım ağızla davet ettiler  " Yarım yamalak: Gelişigüzel, üstünkörü, eksik ve kusurlu  "Ödevlerini bir daha yarım yamalak yapma!" Yarından tezi yok: En kısa zamanda, çok çabuk, geciktirmeden  Yarı yolda bırakmak: Verilen desteği, yapılan yardımı sonuna kadar götürmemek  "Sana nasıl güvenebilirim, beni kaç kez yarı yolda bıraktın  " Ya sabır çekmek: Kötülüklere, sıkıntılara, üzücü olaylara karşı tepki göstermemeye çalışıp, Cenab-ı Allah`tan kendisine sabır vermesini istemek  Yaş Dökmek: Ağlamak  "Senin için az yaş dökmedi ailen  " Yaşını başını almış (olmak): Yaşı epeyce ilerlemiş olmak, yaşlanmış veya olgunlaşmış olmak  "Yaşını başını almış bir adamdır, çekinmeyin, gidin, size olgun davranacaktır  " Yaşını içine akıtmak: Hissettiği acıyı, ızdırabı, üzüntüyü belli etmemek; ağlamak isteğini bastırmak  Yaş tahtaya (yere) basmamak: Kolay kolay tuzağa düşmemek, uyanık davranmak  "O, benim yaş tahtaya basmayacağımı iyi bilir  " Yatağa düşmek: Hastalık yüzünden yatmak zorunda kalmak, ayağa kalkamayacak durumda olmak  "Sizin yüzünüzden yatağa düştü çocukcağız  " Yataklık etmek: Bir suçluya yardım etmek, onu gizlemek, barındırmak  Yatak yorgan yatmak: Çok hasta olmak  "Bizim adam yatak yorgan yatıyor, ne yiyor, ne içiyor  " Yatırım yapmak: Gelir amacıyla bir işe para yatırmak veya aynı amaçla önceden ortam hazırlamaya çalışmak  "Biz o arsayı yatırım yapmak için aldık  " Yavaş gel: "Atıp tutma, abartma, ölçüsüz konuşma" anlamında kullanılır  Yaya kalmak: 1  Taşıt ya da hayvana binmeden yürümek zorunda kalmak  2  Yardımcısız kalmak, güvendiği yer ve kişileri kaybetmek, istediği şeyi yapamaz olmak  "İşte şimdi yaya kaldın, ne yapacaksın görelim?" Yayan yapıldak: Çıplak ayakla, yayan  "Onca yolu yayan yapıldak yürüyecek  " Yaygarayı basmak: Bağırıp çağırmak, önemli bir nedeni olmadığı hâlde feryat etmek  "Elinden şekeri alınınca yaygarayı bastı  " Yaz boz tahtasına çevirmek: Bir konuda birbirine uymayan kararlar almak, kararsızlık yüzünden bir konuda sık sık fikir değiştirmek  Yedeğe almak: Bağlayarak arkasından çekip götürmek  Yedi canlı: Pek çok ölüm tehlikesi geçirip sağ kurtulan insan ya da hayvan  "Yedi canlı mısın nesin, nasıl kurtuldun o kazadan?" Yedi düvel: Bütün devletler, herkes, bütün dünya  "İstiklâl Savaşı`nı yedi düvele karşı verdik biz  " Yediden yetmişe: En büyüğünden en küçüğüne, eli ayağı tutan herkes  "Halk yediden yetmişe silâhlanmış düşmanı bekliyordu  " Yediği naneye bak: Yersiz, uygunsuz iş yapanlar için kullanılır  Yedi iklim dört bucak: Hemen her yer, bütün dünya  "Yedi iklim dört bucak dolaştı durdu  " Yedi kat yabancı: El, ne akraba, ne tanıdık, hiçbir yakınlığı yok  "Yedi kat yabancıyla iş yapmam diyor  " Yeğ tutmak: Bir şeyi bir şeyden daha önemli görüp tercih etmek  "Kim ki öbür dünyayı bu dünyaya yeğ tutar, o kazanmıştır  " Ye kürküm ye: Saygının kişiliğe karşı değil, zenginliğe, varlığa, giyim ve kuşama karşı gösterildiğini anlatmak için kullanılır  Yele vermek: 1  Boşuna harcamak  2  Savurmak  "Bütün parayı yele vermek zorunda mıydın?" Yelkenleri suya indirmek: Israrından, iddiasından, direnmekten vazgeçip karşısındakinin dediğini kabul etmek; yüksekten atıp tutmayı bırakarak yumuşamak  "Yelkenleri nasıl da suya indi dediğini yaptıramayınca  " Yel yeperek yelken kürek: Telâş içinde, çok acele olarak, heyecanla  Yemeden içmeden kesilmek: Bir üzüntü, korku ya da heyecan sebebiyle yiyemez duruma gelmek, iştahı kapanmak  "Yemeden içmeden esildi, âşık mıdır nedir?" Yeme de yanında yat: İstek uyandıran, görünüşü çok çekici olan, çok lezzetli yemekler için kullanılır  Yemin etsem başım ağrımaz: "Gerçek olduğundan eminim, bu konuda yemin de edebilirim" anlamında kullanılır  Yenilir yutulur gibi değil: 1  Yenmeyecek nitelikte (yiyecekler için)  2  Aşırı, çok pahalı  3  Çok ağır, kabul edilmez (söz)  4  Kendisiyle başa çıkılamayacak durumda olan  "Doğrusu yenilir yutulur gibi değildi o sözler  " Yer almak: 1  Bir şey yapanların arasında bulunmak  2  Adına ayrılan yerde bulunmak"Şiir komisyonunda sen de yer aldın mı?" Yer cücesi: Ufak tefek olduğu gibi kurnaz, fitneci, çok bilmiş kimse  Yer demir gök bakır: "Hiçbir yerden yardım alma umudu kalmadı, bütün kapılar kapalı, yardım imkânları ortadan kalktı, kime baş vurdumsa elim boş döndüm" anlamında çaresizliği anlatmak için kullanılır  Yerden yere çalmak: Çok hırpalamak, acınacak duruma düşürmek, zor durumlarda bırakmak  "Bütün milletin içinde yerden yere çaldı delikanlıyı  " Yere bakan yürek yakan: Uslu, uysal, sessiz görünüp gizliden gizliye ve sinsice dolap çeviren, kötülük yapan kimse  "Desene yere bakan yürek yakan cinstenmiş o da  " Yere göğe koyamamak: Çok önem vermek, nasıl ağırlayacağını ve memnun edip mutlu kılacağını bilememek  Yer etmek: 1  İz bırakmak  2  İyice yerleşmek  "Bu sözler kulağına iyice yer eder umarım  " Yerinde duramamak: Sürekli hareket etmek, kıpırdanmak, sabırsızlanmak, içi içine sığmamak, eyleme geçmek için telâş içinde dolaşmak  "Gelecekleri haberini alınca ne yapacağını şaşırdı; yerinde duramıyor, sağa sola koşturup duruyordu  " Yerinden oynamak: 1  Bulunduğu bir yerden ayrılmak  2  Hareketli, heyecanlı, gürültülü, karışık bir zaman yaşamak  "O büyük kahramanın dönüş haberi gelir gelmez şehir yerinden oynamıştı sanki!" Yerinden oynatmak: Yerini değiştirip başka bir yere kaldırmak  "Sakın bu vazoyu yerinden oynatmayın  " Yerinde saymak: 1  Yürür gibi yaparak hep aynı yerde ayaklarının birini kaldırıp birini basmak  2  Hiç gelişme, ilerleme gösterememek  "Okullar neredeyse kapanacak ama bizim çocuk hâlâ yerinde sayıyor, okumayı bir türlü sökemedi  " Yerinde yeller esmek: Yok olmak, artık bulunmamak  "Gittiğimde ayakkabıların yerinde yeller esiyordu  " Yerin dibine geçmek: 1  Çok utanmak, sıkılmak  2  Kaybolmak, göze görünmez olmak  "Şuradaydı ama bulamıyorum, yerin dibine geçti sanki!" Bilgicik  Com, Türkçe, Edebiyat, Roman Özetleri, Duvar Yazıları, Atasözleri, Hızlı Okuma, Özlü Sözler, Türk Yerine geçmek: 1  Görevden ayrılan birinin yerine geçmek  2  Bulunmayan bir nesnenin yerine kullanılabilmek  "Emekli olan müdürün yerine geçmek için iki müdür yardımcısı yarışa tutuştular  " Yerini bulmak: 1  Aradığı bir yeri bulmak  2  Yerine gelmek  3  Kendine uygun durumu, mevkiyi bulmak  "Yerini bulursam kızımı vermekte gecikmeyeceğim  " Yerini doldurmak: 1  Daha önce görevinden ayrılan, yerine geçtiği biri kadar başarılı olmak  2  Yerinin adamı, görevinin üstesinden gelir olmak  "Bakalım yerini doldurabilecek mi?" Yeri yurdu belirsiz: Serseri; ne iş yaptığı, nerde kaldığı, nereli olduğu bilinmeyen  "Yeri yurdu belirsiz bu adama yüz verme demedim mi?" Yerle bir etmek: Bir yeri yakıp yıkmak, tahrip etmek, temeline kadar söküp dağıtmak, taş taş üstüne bırakmamak  "Koca kenti bir saat bombalayıp yerle bir ettiler  " Yerli yersiz: Uygun olsun olmasın, uygun zamanı kollamadan  "Yerli yersiz konuşup duruyor geveze adam  " Yer tutmak: 1  Bir yeri kaplamak  2  Birine bir yer ayırmak  "Salonda yer tutmak yasaktır!" Yer vermek: 1  Önemini belirtmek  2  Kendi yerini bir başkasına vermek  3  İmkân tanımak  "Bu fikre de yer vermeliyiz  " Yer yarılıp içine girmek: 1  Çok utanmak  2  Yitirilen şey bir türlü bulunamamak  "Yer yarılıp içine girdi sanki, önceki gün şurada duruyordu  " Yer yerinden oynamak: Bir olay toplumda telâş, heyecan, gürültü, patırtı, kargaşa oluşturmak  "Bu kaleyi de zapdedersek yer yerinden oynayacak, bizi kimse tutamayacak artık  " Yeşil ışık yakmak: Bir şeyin olmasına izin vermek, göz yummak  "Onların bize yeşil ışık yakacaklarını hiç sanmıyorum  " Yılan hikâyesi: Bir türlü sonuca bağlanamayan, çözümlenemeyen, uzayıp giden (mesele ya da iş)  "Yılan hikâyesine döndü iş, ne yapacağız şimdi?" Yılanın kuyruğuna basmak: Zararı dokunacak, kötülük yapacak bir kimseye ilişmek ya da sataşmak yoluyla fırsat vermek  Yıldırımları (veya şimşekleri) üstüne çekmek: Kimi davranışlarıyla pek çok kimseyi kızdırarak eleştirilere, saldırılara yol açmak  "Bu hareketlerinle şimşekleri üzerine çekiyor, hepimizi tehlikeye atıyorsun  " Yıldırımla vurulmuşa dönmek: Ansızın ortaya çıkan kötü bir durum karşısında sarsılmak, ne yapacağını bilemez olmak, bitkin ve şaşkın bir duruma düşmek  "İflas haberini duyunca yıldırımla vurulmuşa döndü, oraya yığılıp kaldı  " Yıldızı barışmamak: Aralarında görüş, düşünce ve duygu ayrılıkları bulunup birbirlerinden hoşlanmamak, birbirleriyle iyi geçinmemek, anlaşıp uyuşamamak  "Şu adamla yıldızım bir türlü barışmadı gitti  " Yıldızı parlamak: Çok başarılı olup herkesin dikkatini çekecek duruma gelmek, ün kazanmak  "Yıldızı parladığı bir sırada hayata veda etti  " Yıldızı sönmek: Ününü ve itibarını kaybetmek  "Yıldızının bu kadar çabuk söneceği kimin aklına gelirdi ki!" Yiğitlik sende kalsın: "Karşısındaki anlamasa da hoşgörü göster, özveride bulun, ılımlı davran, böylelikle soylu davranışını göstermiş olursun" anlamında bir anlaşmazlığa son vermek için taraflardan birine söylenir  Yiyip bitirmek: 1  Parayı tüketinceye dek harcamak  2  Yemeği sonu gelinceye kadar yemek  3  Birini üzmek, tedirgin etmek, devamlı hırpalamak  "Senin bu hareketlerin beni yiyip bitirdi!" Yok canım!: 1  Gerçek mi, öyle mi? 2  Hayır inanmam, doğru değil bu!"Yok canım, değil ona gitmek, hiç görmedim bile  " Yok devenin başı!: "Daha neler, çok abartıyorsun, bu sözlere inanmam" anlamında, söylenenlere inanılmayacağını anlatmak için kullanılır  Yok pahasına: Son derece ucuz, değerinin altında bir fiyata, ölü fiyatına  "Yok pahasına sattılar evi, yazık oldu  " Yol açmak: 1  Yeni bir yol yapmak  2  Herhangi bir sebepten ötürü kapanmış yolu açmak, geçilir duruma getirmek  3  Birinin geçmesi için kenara çekilip geçme önceliği tanımak  4  Bir olayın başlamasına sebep olmak, öncülük etmek  "Onun bu çıkışı özgürlük hareketinin başlamasına yol açtı  " Yola çıkmak: 1  Bir yere gitmek üzere bulunduğu yerden ayrılmak  "Sabah erkenden yola çıkacaklarmış  " Yola düşmek: Bir zorunluluk sebebiyle yola çıkmak, yol almaya başlamak  "Çabuk olun, onlar yola düşmüşlerdir bile  " Yola gelmek: Ters tutumunu düzeltmek, uslanmak, istenilen biçimdeki davranışı kabul etmek  "Kaygılanma, eninde sonunda yola gelecektir  " Yola getirmek: Birinin bir konudaki ters tutumunu düzeltmek  Yol almak: 1  Çıkılan yolda ilerlemek  "Bir saatte epey yol alırız  " 2  Mesleğinde ilerlemek  "Kaynakçılığa başlayalı çok olmadı ama oldukça yol aldı  " Yol aramak: Bir meseleye çare bulmaya çalışmak, imkân aramak  "Bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol arıyoruz fakat bulamıyoruz  " Yol bulmak: Bir çözüm, bir çare bulmak  "İnşallah bir yolunu bulur, öderiz borcumuzu  " Yoldan çıkmak: 1  Bir taşıt bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak  2  Kötü yola sapmak, doğru yoldan ayrılmak, azgınlığa düşmek  "Komşunun çocuğu iyice yoldan çıkmış, ne yaptığını bilmiyor  " Yoldan kalmak: Gitmek istediği yere gidememek, alıkonmak, bir engel dolayısıyla gecikmek  "Çekilin önümüzden, bizi biraz daha oyalarsanız yoldan kalacağız  " Yol geçen hanı: Hemen herkesin girip çıktığı, uğradığı yer  "Sanki bu ev yol geçen hanı, hiç mi rahat etmeyeceğiz kendi evimizde!" Yol göstermek: 1  Rehberlik etmek, yolu bilmeyene tarif etmek, nasıl gidileceğini anlatmak  2  Nasıl davranılacağını, ne yapılacağını öğretmek  "Benim elimden bir şey gelmez, patrona git, o bir yol gösterir sana  " Yol iz bilmemek: 1  Bulunduğu yerde yabancı olup gideceği yolu ve yeri bilmemek  2  Görgüsüz davranmak  Yol kesmek: 1  Birinin geçmesine engel olmak  2  Issız yerlerde, yollarda soygunculuk yapmak  "Düğün alayının yolunu kesmiş eşkıyalar  " Yol tutmak: Yaşayışını inandığı, doğru bildiği bir düzende sürdürmek  "Sen de kendine özgü bir yol tuttun demek!" Yolu (ayağı) düşmek: Yolu üzerinde bulunan o yerden geçmesi gerekmek; o yer, yolu üzerinde bulunmak  "Sizin köye de yolum düştü, babanı gördüm, sana selâm söyledi  " Yoluna çıkmak: 1  Karşılamaya gitmek  2  Yolda karşısına çıkmak  "Bütün kasaba halkı yeni gelen kaymakamın yoluna çıkmıştı  " Yoluna (rayına) girmek: İstenilen biçimi almak, gerekli olan şekilde gelişmek  Yoluna koymak: Bir işi olumlu bir duruma sokmak, istenilen şekle getirmek  "İşlerini kısa zamanda yoluna koymayı başardı  " Yolunu beklemek: Gelmesini beklemek  "Az yolunu beklemedi oğlunun  " Yolunu bulmak: 1  Kanunî olmayan yollardan kazanç sağlamak  2  Çözüme ulaşmak, gereken çareyi bulmak  "Onu razı etmenin yolunu buldum, çabuk benimle gel  " Yolunu kaybetmek: Hangi yoldan gideceğini bilememek, şaşırmak  "Çocuklar yollarını kaybetmişler, tam aksi yönde ilerliyorlardı  " Yolunu sapıtmak: Kötü yola düşmek, doğru yoldan ayrılmak  "Yolunu sapıtmış şu adamı Allah` tan başka kim doğru yola getirebilir?" Yolunu yapmak: Bir işi olumlu sonuca ulaştıracak ya da mümkün kılacak girişimde bulunup hazırlık yapmak veya tedbir almak  Yolu tutmak: Bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak  "Askerler tam teçhizatlı yolu tutmuşlar, bekliyorlardı  " Yol yordam: Bir şey, davranış ya da yapışın usul ve kuralları  "Madem yol yordam bilmezsin neden kalkışırsın böyle bir işe  " Yorgan gitti, kavga bitti: "Kavga, çekişme, anlaşmazlık nedeni olan şey ortadan kalkınca kavga da sona erdi  " anlamında kullanılır  Yorgunluğunu almak: 1  Yorgun kişi, yorgunluğunu gidermek için dinlenmek  2  Yorgun birini dinlendirmek  Yorgunluğunu çıkarmak: 1  Dinlenmek  2  Yaptığı işten, dinlenmesini sağlayacak iyi bir haber alıp huzur içinde olmak  Yörüngesine oturtmak: 1  (Uydu) istenilen yerde ve yönde hareket eder olmak  2  Bir iş yoluna girmek, rayına oturmak  Yufka yürekli: Çok duygulu olup olaylardan hemen etkilenip ağlayan, çok acıyan, üzülen kimse  "Senin bu kadar yufka yürekli olacağını düşünemezdim  Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal: İki davranış, iki kimse, iki karşıt şey arasında bir tercih yapamama zorluğunu anlatmak için kullanılır  Yumruk kadar: 1  Küçücük, bir yumruk büyüklüğünde ancak (nesne)  2  Küçük çocuk  "Yumruk kadar çocuktan dayak yediğin doğru mu?" Yumurta kapıya gelmek: Yapılması gereken bir iş için zaman daralmış olmak, iş çok sıkışık zamana rastlamak  "Sen hep işleri yumurta kapıya gelence mi yaparsın?" Yumurtaya kulp takmak: Hemen her şeye bir kusur bulmak, bahane bulmakta usta olup hiçbir şeyi beğenmemek  Yumuşak yüzlü: Kendisinden istenilenleri geri çevirmeyen, kimseyi gücendirmek istemeyen kimse  "Yumuşak yüzlü olduğum için mi tepeme çıkıyorsunuz?" Yuvarlak hesap: Ayrıntıya girmeden, bir bütün sayıya yaklaşık olarak tamamlanabilen hesap  "Aldığımız mallar yuvarlak hesap yüz bin lira tuttu  " Yuvarlanıp gitmek: Eldeki imkânlar içinde hayat sürmek  "Yuvarlanıp gidiyoruz işte  " Yuvasını bozmak: Ev ve aile düzenini bozmak, dağıtmak, alt üst etmek  "Hiç sebepsiz yuvasını bozdu nankör adam  " Yuvasını yapmak: Birinin hakkından gelmek, hakettiği ceza ya da cevabı vermek  "Onun yuvasını yapmak ancak bana düşer  " Yuvasını yıkmak: 1  Birinin eşinden ayrılmasına yol açmak  2  Bir kimse eşinden ayrılarak aile düzenini bozmak, yok etmek  "Zorla kadıncağızın yuvasını yıktılar, lânet olsun onlara  " Yük altına girmek: Sorumluluk gerektiren, ağır bir görevi kabul etmek  "Desene boş yere yük altına girmişiz biz  " Yük olmak: 1  Sıkıntılı bir işi başkasına yaptırmak  2  Masraflarını başkasına ödetmek  "Çocuklarım artık bana yük olmuyorlar  " Yükseklerde dolaşmak: Elde edilmesi zor şeyler istemek  "Yükseklerde dolaşmayı bırak da olabilecek bir şey iste  " Yüksek perdeden konuşmak: 1  Yüksek sesle konuşmak  2  Meydan okurcasına sert konuşmak  3  Yapılması güç şeyleri yapacakmış gibi abartılı konuşmak  "Bu adam yüksek perdeden konuşmaya bayılıyor  " Yüksekten atmak: Yapamayacağı şeyleri söylemek  "Amma da yüksekten atıyor  " Yükte hafif pahada ağır: Taşınması kolay, değerli eşya (altın, elmas gibi  ) Yükün altından kalkmak: 1  Üzerine aldığı ağır bir işi başarmak  2  Gördüğü bir iyiliğin karşılığı olarak bir şeyler yapmak  "Onu bu yükün altından kalkamaz sananlar nasıl da yanıldılar  " Yükünü tutmak: Çok zenginleşmek, para ve mal kazanmış olmak  "Kısa zamanda yükünü tuttu bizim komşu  " Yüreği ağzına gelmek: Birden bire çok korkmak, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hızlı hızlı atmak  "Karanlık ve ıssız sokakta yürürken bir çığlık duydu, yüreği ağzına geldi o an  " Yüreği cız etmek: Çok acımak, içi sızlamak  "Eşinin o hâlini görünce yüreği cız etti  " Yüreği çarpmak: 1  Korku ve kaygı duyup merak etmek, bu sebeple tedirgin olmak  2  Yüreği hızlı vurmak  Yüreği dayanmamak: Çok acı duymak, acısına katlanamamak  "Ailesinin son ferdini de kaybedince yüreği dayanmadı ihtiyar kadının, yatağa düştü  " Yüreği ezilmek: 1  Üzülmek, çok acı duymak  2  Çok acıkmış olmak  "İçim eziliyor, bir şeyler yemeliyim  " Yüreği hop etmek: Bir olay karşısında birdenbire korkup heyecanlanmak  Yüreği ferahlamak: İçi kaygıdan, sıkıntıdan kurtulmak  Yüreği kabarmak: 1  Midesi bulanmak  2  Merak, kaygı, korku ve sıkıntı yüzünden derin bir soluk alma gereği duymak  Yüreği kalkmak: Heyecanlanmak  "Tekne sallandıkça yüreği kalkıyordu  " Yüreği kararmak: İçine bir karamsarlık, bir sıkıntı çökmek; iyimserliği ortadan kalkmak  "Yüreğin kararmasın, onu bulacağımızdan emin ol  " Yüreği katı: Acımasız, acıma duygusundan yoksun kimse  Yüreğine (içine) dert olmak: Birine karşı ya da birinin kendine karşı yaptığı bir davranış sonradan kendisi için acı, üzüntü kaynağı olmak  "Ona yemek vermedim ama yüreğime dert oldu  " Yüreğine inmek: 1  Birdenbire ölmek  2  Büyük ölçüde üzülmek  "Bu acı haberi verip de yüreğine indirmek mi istiyorsun?" Yüreğine (içine) işlemek: Çok tesirli olmak, derinden acı vermek  Yüreğine od düşmek: Yüreği yanmak, belli bir sebep sonucu büyük bir acı duymak, çok üzülmek  "Kim ki başkasının uğradığı felâket onun yüreğine od düşürür, işte adam odur  " Yüreğine su serpilmek: Duyduğu üzüntüyü hafifletecek bir haberle karşılaşmak, ferahlamak  "Demek mahkemeye başvurmaktan vazgeçmiş, yüreğime su serpildi doğrusu, yoksa olayı hemen herkes duyacaktı  " Yüreği küt küt atmak: Korku ve heyecandan yüreği hızlı hızlı çarpmak  Yüreği oynamak: Ansızın heyecanlanmak veya korkmak, tedirgin olmak  Yüreği (içi) parçalanmak: Çok acımak, karşılaştığı bir durum sebebiyle çok üzüntü duymak  "Zavallının o hâlini görünce içim parçalandı  " Yüreği pek: 1  Korkusuz, yürekli, çok cesaretli  2  Yüreği katı  "Onca insanla baş etmeyi göze alıyor, yüreği pek bir insanmış demek ki  " Yüreği yanmak: 1  Çok fazla acımak  2  Bir felâkete uğramak  "Yüreğim yanıyor, acısını bir türlü unutamıyorum  " Yürükten bağlanmak: İçten, samimi olarak sevgi ve saygı duymak  Yürürlüğe girmek: Bir kanun ya da kararname uygulanmaya başlamak  Yüzünü ağartmak: Yakınlarının övünç duymasına neden olacak beğenilir bir iş yapmak  Yüz bulmak: Kendisine gösterilen hoşgörüden yararlanma yoluna gidip şımarmak, hoşa gitmeyen davranışlarda bulunmak  Yüze gülmek: 1  Sevimli, çekici görünmek  2  Yalandan dost görünmeye çalışmak  "Yüze gülüp arkadan insanın ekmeğini alır onlar  " Yüze vurmak: İşlediği bir suçu ya da kabahati birinin açıkça yüzüne söyleyip onun utanmasına yol açmak  "Suçunu sakın yüzüne vurup da utandırma onu  " Yüze yüze kuyruğuna gelmek: Uzun süren bir işin sonuna yaklaşmış olmak  Yüz görümlüğü: Güveyin gelinin duvağını açarken verdiği armağan  Yüz göz olmak: Senli benli olmak ve birbirinden çekineceği kalmamak, aradaki mesafe kalkmış olmak, lâubalileşmiş olmak  "İyice yüz göz olduk, beni artık dinlemiyorlar  " Yüz karası: 1  Utanılacak bir durum  2  Ailesi, çevresi için utanç verici bir iş yapmak  "Ailemizin o yüz karasını hiç kimse görmeye gitmeyecek, anladınız mı?" Yüz kızartıcı: Çok utandırıcı hareket veya durum  Yüz dökmek: Zorlanarak, utanmayı ve sıkılmayı göze alarak, yalvararak bir kimseden ricada bulunmak  Bilgicik  Com, Türkçe, Edebiyat, Roman Özetleri, Duvar Yazıları, Atasözleri, Hızlı Okuma, Özlü Sözler, Türk Yüz tutmak: Bir şey olmak üzere bulunmak  "Hava kararmaya yüz tuttu  " Yüzde kalmak: 1  Derinleştirmemek  2  Önemli şeyler meydana getirmemek  Yüzü ak: Suçu, utanılacak durumu bulunmamak; temiz ve saf olmak  "Alnım açık, yüzüm aktır  " Yüzü görmemek: Kimi şeylere hiç sahip olamamak, onlardan uzak bulunmak  "Çocuklar günlerdir et yüzü görmediler  " Yüzü gözü açılmak: 1  Çevresi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamış olmak, dünyayı anlamaya başlamak  2  İyiyi kötüyü, kendine yarayanı ayırt edici duruma gelmek  Yüzü gülmek: 1  Sevinci yüz hatlarında anlaşılır olmak  2  Neşelenip sıkıntıdan kurtulmak, feraha kavuşmak  "Bakıyorum yüzün gülüyor, sebebi ne ola ki?" Yüzü kalmamak: Bir kimseye karşı pek borçlu bulunmak ve ondan artık bir şey isteyecek hâli kalmamak  "Bu güne kadar ne istedimse verdi  Artık yüzüm kalmadı, git, isteyebileceksen sen iste  " Yüzü kara: Utanacak bir durumu olan  Yüzü kasap süngeri ile silinmiş: Utanacak, sıkılacak, arlanacak yanı kalmamış; arsız  Yüzünden (suratından) düşen bin parça olmak: Sıkıntısı, öfkesi ve küskünlüğü yüz ifadesinden belli olmak  "Babamın yüzünden düşen bin parça, ne oldu yine?" Yüzünden okumak: 1  Ezberden değil, yazılı kâğıttan ya da kitaptan okumak  2  Neler hissettiğini, durumunu yüzünden anlamak  "Onun ne mal olduğu yüzünden anlaşılıyor  " Yüzüne bir daha bakmamak: Darılıp küsmek, bir daha konuşmamak; önemsemeyip ilgisiz kalmak  Yüzüne kan gelmek: Benzi beti yerine gelmek, sağlığına kavuştuğu yüzünün kızarmasından belli olmak; soluk rengi geçmek  "İki şişe serum verdiler, sonunda yüzüne kan geldi  " Yüzünü ağartmak: Yakın çevresinin övünç duymasına neden olacak bir iş yapmak veya başarı kazanmak  "Uluslararası maratonda birinci gelerek milletin yüzünü ağarttı bu çocuk  " Yüzünü ekşitmek: Rahatsız olduğunu, hoşnut olmadığını, öfke duyduğunu yüz ifadesiyle belli etmek  "Haydi kalk, yüzünü ekşitme öyle, çok kalmayacağız onlarda  " Yüzünü gören cennetlik: Uzun bir süre ortalıkta görünmeyen kimseler için kullanılır  Yüzünü kara çıkarmak: Yaptığı bir iş ya da davranışla birini utandırmak, mahçup duruma düşürmek  "Sakın onu gönderme, yüzünü kara çıkarır yoksa, pişman olursun!" Yüzünü kızartmak: Birini utandırıp yüzünün kızarmasına yol açmak  "Onun utanacağı sözleri söyleyip de yüzünü kızartmadan duramaz mısın sen?" Yüzünün akıyla çıkmak: Bir işe girip o işten başarı elde ederek, onurunu zedelemeden, utanılacak bir duruma düşmeden çıkmak  Yüzü sirke satmak: Yüzünden hoşnut olmadığı anlaşılmak, asık yüzlü olmak  "Baksana, yüzü sirke satıyor adamın  " Yüz üstü bırakmak: Tamamlanmamış bir durumda, yarı yolda bırakmak  "İşleri yüz üstü bırakıp gitti  " Yüzü soğuk: Ürküntü veren, hoşnutluk vermeyen, sevimsiz,"Aman ne yüzü soğuk adamdı o öyle!" Yüzü suyu hürmetine: Bir kimsenin hatırına değer verildiği için  "Hz  Peygamber`in yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Allah, bizleri inşallah bağışlar  " Yüzü tutmamak: Bir şey istemeye ya da söylemeye çekinmek, cesaret edememek  "Babamdan para isteyeceğim ama bir türlü yüzüm tutmuyor  " Yüzü yerde: Alçakgönüllü  Yüzü yok: "Bir şeyi yapmaya cesareti yok, öyle yanlışlıklar yaptı ki teklif etmeye utanıyor  " anlamında kullanılır  Yüz vermek: Her istediğini yerine getirerek şımartmak; yakınlık göstererek, hoş görülü davranarak ölçüsüz hareketler yapmasına sebep olmak  Yüz yüze bakmak: Yakın ilişki içinde bulunup, bu ilişkileri bir süre devam etmek  "Birbirimize iyi davranalım, epey bir zaman burada yüz yüze bakacağız  " Yüz yüze gelmek: 1  Birden karşılaşmak  2  Bir araya gelmek  "Bu meseleyi yüz yüze geldiğiniz zaman konuşursunuz  " | 
|   | 
|  | 
|  |