Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
allahcc, dostları

Allah(c.c) Dostları

Eski 01-30-2008   #1
gülgüzeli

Allah(c.c) Dostları



AHMED HAZNEVÎ (KS)

Son devirde Suriye'de yetişen evliyâdan İsmi Ahmed'dir Babası Hoca Murâd Efendi olup, Mardin ilinin İdil (Hazah) ilçesine bağlı Banihe köyündendir Suriye'nin Kamışlı kazâsına bağlı Hızna veya Hazne köyünde doğduğu için Haznevî nisbesiyle anıldı Doğum târihi bilinmemektedir 1949 (H1369) senesi Suriye'de Kamışlı kazâsına bağlı Telma'rûf köyünde vefât etti Kabri oradadır

Babasının İmâm-Hatiplik yaptığı Hazne köyünde dünyâya gelen Ahmed-i Haznevî, tahsil çağına gelince, zamânının âlimlerinden ilim öğrendi Diyarbakır'ın Silvan kazâsına gidip, o civarda meşhûr olan Müderris molla Hüseyin Küçük Efendiden zamânın usûlüne göre okuyup tahsîlini tamamladı ve icâzet, diploma aldı

Tasavvufa karşı alâka duydu Nurşinli Şeyh Abdurrahmân Tâgî'nin halîfesi Hizanlı Şeyh Abdülkâdir Efendinin sohbetlerinde bulundu Birinci Cihân Harbinden önce hocası Şeyh Abdülkâdir Efendinin vefâtından sonra Abdurrahmân Tâgî'nin oğlu yüksek ilim ve irfan sâhibi büyük velî Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretlerinin sohbetlerine devâm edip talebe oldu

Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretlerine talebe olduktan sonraki hâlini şöyle anlattı:

Nurşin'e gittikten on beş-yirmi gün sonraydı Hazretin (Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî) evindeydim Mâlûm yemeğimiz darı ekmeği ve darı çorbasıydı Bir gün Muş taraflarından, o bölgenin ileri gelenlerinden birisi Hazret'i ziyârete gelmişti Hazret'i ve talebelerini yemeğe dâvet etti Hazret de dâveti kabûl edip, icâbet edeceğini bildirdi Nasıl olsa ben de ziyâfete gideceğim, güzel yemekler yiyeceğim diye düşündüm ve sevindim Bu durumdan nefsim çok zevklendi Hemen çarıklarım ıslansın da rahat giyeyim diye suya bıraktım Nihayet Hazret yolculuk hazırlığını yaptı Ben de diğer talebelerle birlikte hazırlandım Hazret çıktı, yüzünü bana döndürüp; "Haydi gidiyoruz Bütün mollalar benimle berâber gelsin Yalnız Molla Ahmed kalsın O gelmeyecek" buyurdu Ben gitmeyip kaldım O zaman hocamın niçin öyle dediğini anladım ve nefsime dönüp dedim ki: "Bütün suç senindir Sen güzel yemekler yerim diye iştahlandın Güzel yemeklere tamah ettin İşte bunun için Hazret seni götürmedi Ey nefsim! Senin uslanman için bu kapıda çok sabırlı olman ve kendi isteklerini bir kenara bırakman lâzımdır Bunu yaparsan Allahü teâlânın ve sevdiklerinin rızasına kavuşursun"

Bir gün Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretleri Almed Haznevî'ye sordu: "Molla Ahmed! Sen yemeklerini nerede yiyorsun?" Ahmed Haznevî; "Sofilerle berâber yiyorum efendim" dedi "Peki nerede yatıyorsun?" diye sorunca da; "Aşağı divanda yatıyorum" cevâbını verdi Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretleri Ahmed Haznevî'nin bu cevaplarından çok hoşlandı, sevindi ve buyurdu ki: "Çok iyi yapıyorsun Aşağı divan çok hoştur Seydâ-i Tâgî (Abdurrahmân Tâgî) orada sohbet ettiği ve talebelerine mânevî feyzleri ihsân ettiği için oranın bereketi fazladır Yukarı divan ağaların yeri, aşağı divan ise Seyda'nın divanıdır Oranın kıymetini bil"

Bir gün Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretleri ata binmiş gidiyordu Ahmed Haznevî'yi görünce atının yularını çekerek durdu

Onu yanına çağırdı ve; "Molla Ahmed! İnsanın şu kadar, zerre mikdarı kadar nefsi olsa, o, Allahü teâlâdan uzaktır Zîrâ, insanın evini yıkan en büyük düşmanı kendi nefsidir Onun için insanın kendinden haberi olmalı Nefsin tuzaklarına düşmemeye çalışmalıdır" buyurarak atını sürdü, yoluna devâm etti

On beş sene müddetle bâzan yaya bâzan binekli Nurşin'e gidip gelerek Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretlerinin sohbetlerinde bulunan Ahmed Haznevî, bu ilim, irfân ve feyz kaynağından çok istifâde etti Tasavvuf yolunda yüksek derecelere kavuştu Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretleri ona ilim öğretmek ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak husûsunda icâzet ve hilâfet verdi Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretlerinin sohbetlerine devâm ederken kendisine zâhirî ilimleri öğreten Silvanlı Molla Hüseyin Efendiyle de irtibâtını kesmedi Molla Hüseyin Efendiye şu ifâdelerin bulunduğu bir mektup yazarak duâsını istedi:

"Bu mektup mübârek dergâhın râkımı, köpeği olan Ahmed'den ilmiyle iftihâr ve îtimâd edilen meşhûr büyük hocamadır Allah bizim ve bütün müslümanların menfaatleri için ömrünü uzatıp, onu sevdiği ve râzı olduğu şeylerle muvaffak kılsın

Ahmed yüce kişilerce öpülen ayakkabınızın tozunu öpmekle teberrük eder Değerli vakitlerde inci gibi temiz kalbinizden çıkan duânızı diler, gece-gündüz himmetinizi bekler Yıldızlara benzeyen çocuklarınızın gözlerinden öper Allah onları, din ve halk için faydalı şeylere muvaffak eyleyip güzel insan olarak yetiştirsin Kendisine duâ etmelerini ricâ eder, durumlarınızı sorar, Allah şimdilik ve gelecek zamanda durumunuzu âfet ve musîbetlerden uzaklaştırsın"

Hocası Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretlerinin vefâtından sonra doğum yeri olan Hazne köyünde ve Telma'rûf köyünde ilim okutup talebe yetiştirdi İnsanları Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan saâdet ve kurtuluş yoluna sevk etmeye çalıştı Yakından uzaktan gelerek sohbetleriyle şereflenen insanlar ondan istifâde ettiler Birçok din âlimi, tasavvuf erbâbı yetiştirdi Onun yetiştirdiği zâtların en başında, kabri Adıyaman ilinin Kahta ilçesine bağlı Menzil köyünde bulunan Abdülhakîm Hüseynî gelmektedir

Ahmed Haznevî hazretleri bereketli sohbetleriyle insanların dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmaları için çırpındığı ve şöhreti etrafa yayıldığı sırada birçok kimseler hocalarını bırakıp Ahmed Haznevî'nin etrafına toplanmaya başladılar O sıralarda Suriye'de kendinin şeyh olduğunu iddiâ eden pekçok kimse arasında bir de "Yeşil Şeyh" diye anılan biri vardı Elbisesi, cübbesi, sarığı, entarisi, hülâsa baştan aşağı bütün giydikleri yeşil renkten olduğu için herkes ona "Yeşil Şeyh" derdi İşte bu Yeşil Şeyh'in de talebeleri kendisini terk edip Ahmed Haznevî'nin kapısına gittiler Onun yanında hiç kimse kalmadı O da kalkıp o civarda ne kadar ağalar ve ileri gelenler varsa hepsini topladı Ahmet Haznevî'ye de haber gönderip toplantıya çağırdı Topladığı kişilere güvenip bir şeyler yapmaya çalışıyordu

Ahmed Haznevî dâveti kabûl edip gitmeye karar verdi Talebeleri ona; "Müsâde ederseniz biz de otuz-kırk kişi sizinle birlikte gelelim" dediklerinde;"Ne diye geleceksiniz? Biz aşîret dâvâsına mı gidiyoruz?" buyurdu ve onların isteklerini kabûl etmedi Devâm ederek; "Mâdem dâvet etmiş, icâbet edelim, ne sözü varsa söylesin, yalnız iki kişi bana refâkat etse kâfidir" buyurdu Yanına iki talebesini alarak yola çıktı Yeşil Şeyh'in köyüne vardı, kapısını çaldı Kapı açıldığında o civarın ağaları ve halkın ileri gelenlerinden kırk-elli kadar kişinin orada olduğunu gördü İçeri girerek selâm verdi Yeşil Şeyh hiç iltifât etmedi Fakat Ahmed Haznevî hazretleri Yeşil Şeyh'in bu davranışına aldırış etmeden yanına gidip müsâfeha yaptıktan sonra oturdu Ahmed Haznevî oturur oturmaz, Yeşil Şeyh konuşmaya başladı; "Yetmez mi bize yaptığın, hakâret ve zulüm, bütün talebelerimizi elimizden aldın Etrâfımızda hiç talebe bırakmadın Nedir bu senin yaptığın? Ne kadar benim babamdan, dedemden kalan talebem varsa, hepsini etrafına topladın Olur mu böyle şey?" diyerek uzun uzun konuştu

Yeşil Şeyh'in hakaret dolu bu sözlerini sabır ve tahammülle dinleyen Ahmed Haznevî, susarak dinlemeye devâm etti Ahmed Haznevî'nin bu derece sabırla susmasına dayanamayan Yeşil Şeyh; "Sen niye konuşmuyorsun?" deyince, Ahmed Haznevî; "Benimki sâdece iki kelimedir, dinle! Eğer işim ve niyetim Allah içinse, vi değil sen, senin gibi yüz kişi daha olsa bunu bozamaz Yok eğer işim Allah için değilse, sabret altı aya kalmaz, darmadığın olur giderim" buyurdu Yeşil Şeyh; "Çok doğru söyledin Hakîkaten öyle, eğer Allah içinse yüz tâne benim gibisi gelse sana hiç bir zarar gelmez Çünkü Allah için çalışana kimse dokunamaz Yok eğer Allah için değilse, talebelerimiz hâliyle geri gelirler" diyerek hakkı teslim etti ve Ahmed Haznevî hazretlerinin büyüklüğünü kabûl etti

İşte Ahmed Haznevî böyleydi O kadar sabırlı ve yumuşak huyluydu ki, muhâtabı o kadar konuştuğu ve hakâretlerle dolu sözler söylediği hâlde cevap vermedi Rahatsız da olmadı O kendisine eziyet edenlere bile yardımcı olurduİlim, irfân ve güzel ahlâk sâhibi olan Ahmed Haznevî, sohbetleriyle insanların dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmalarına vesîle oldu Sohbetlerinden birinde buyurdu ki:

"Zaman fırsatı, bir ganîmettir Kişi sıhhatini ve boş vaktini kendine ganîmet bilmelidir Öyle ise ömrünü faydasız şeylere harcaması lâyık değildir Ömrün hepsinin Allahü teâlânın rızâsının olduğu şeylere sarf edilmesi daha lâyıktır Beş vakit namazı cemâatle kılmalı; teheccüd, gece namazını terk etmemeli, seher vakitlerinde istiğfâra, tövbeye devâm etmelidir Tavşan uykusu gibi uyuyarak, ibâdetlerden geri kalmamalı, dünyâ nîmetlerinin lezzetine aldanmamalıdır Ölüm ve âhiret hallerini anıp göz önünde bulundurmalıdır Hattâ vakitlerin devamlı olarak Allahü teâlânın ismini anarak geçirilmesi vâciptir Parlak olan İslâm dînine uygun olan her şey alış-veriş de olsa, kişinin yaptığı ameller zikir sayılır Öyle ise yapılan bütün işlerin zikir olması için bütün davranışlarda İslâmiyetin hükümlerine uyulması gerekir Çünkü zikir gafleti kovmaktan ibârettir Bütün fiillerde Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına riâyet edildiğinde gafletin etkisinden kurtuluş mümkün olup, Allahü teâlâya devamlı zikrin sevâbı hâsıl olur

Hülâsâ; Allahü teâlânın yoluna tâlib olan kimsenin dünyâdan yüz çevirip, kalbi ile âhiret işine yönelmesi, zarûret mikdârı dünyâ işleriyle uğraşması diğer bütün vakitlerini âhiret işlerine safretmesi gerekir

Dünyâ ve içindekilere gönül bağlamamak ve Peygamber efendimize tâbi olmak husûsunda ise; "İyi bilmelidir ki, dünyâsını âhiretine vesîle eden kimseden başkasına esenlik yoktur Çünkü dünyâ meşakkat ve aldanma evidir Zîrâ hadîs-i şerîfte; "Dünyâ lânetlenmiştir (kıymetsizdir) ve dünyânın içindeki şeyler de lânetlenmiştir Ancak Allah'ın zikri ve Allah'ın sevdiği şeyler bu lânetlenmenin dışındadır" buyrulmuştur İşte bundan dolayı akıllı kimse Allahü teâlânın dostu ve sevgilisi olan Muhammed aleyhisselâmın şerîatine, Nakşibendiyye büyüklerine, fakirlik, zenginlik, rahatlık ve sıkıntılı zamanlarında dahi tâbi olmalı, uymalıdır Çünkü onların boyalarıyla boyanmak en üstün maksat ve arzu edilen şeydir Boyanmayana pişmanlık vardır Beyt:

Ömrünü beyhûde yere geçiren kimse

Allah'ın muhabbetinden bir nasibi olmadığı için ağlasın"

Şeyh Ahmed-i Haznevî hazretleri insanları dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşturan Nakşibendiyye yolunun fazîletiyle ilgili olarak buyurdu ki:

"Hâce Behâeddîn Nakşibendî hazretleri; "Hakîkaten yolumuz, Allah'a giden yolların en yakını ve en kısasıdır Allahü teâlâdan kat'î olarak kulu kendisine ulaştırıcı bir yol diledim Dileğimi yerine getirip duâmı kabûl etti" buyurdu Bu tarîkate ilk girişte bir tad ve zevk olup, sonunda aşk harâreti ve sekr, kendinden geçme hâli vardır İşte bunun içindir ki, ârif kimse kendini hiçe sayıp frenk kâfirlerinin bile kendinden daha iyi olduklarını düşünür"

Bir sohbeti esnasında da ramazân-ı şerîf ayının fazîletiyle ilgili olarak buyurdu ki:

"Ramazân-ı şerîf ayında Peygamber efendimizin âdet-i şerîfi, esirleri serbest bırakmak, istedikleri şeyleri onlara vermekti Bu ayda akşam olunca orucu acele açmak, sahuru tehir etmek, terâvih namazı kılıp, Kur'ân-ı kerîm okuyup hatim etmek sünnet-i müekkede olup birçok iyi neticeler verir

Bu ayda sâlih ve iyi ameller yapmayı başaran bir kimse o senenin sonuna kadar da iyi işleri başarmış olur Bu ayı günâh işlemekle geçse ki (bundan Allahü teâlâya sığınıyorum) o yılı sonuna kadar günah işlemekle geçirecektir Öyle ise müslümanın, mümkün olduğu kadar bu ayda aklını Allah yoluna verip çalışması, bu ayı kendine ganîmet bilmesi gerekir Bu ayın her gecesinde, Cehennem ateşine müstehak binlerce kimse âzâd edilip serbest bırakılır Cehennem kapıları kapatılıp, şeytanlar bağlanır, rahmet kapıları açılır"

Şeyh Ahmed-i Haznevî hazretleri uzaktan yakından sohbetlerine gelen kimselere İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatarak kurtuluşlarına vesîle olduğu gibi sevenlerine ve talebelerine de mektuplar yazarak onlara yol gösterdi Deyrezorlu Molla Ahmed, Muhammed ve Hacı Hayreddîn'e yazdığı mektupta buyurdu ki:

"Arka arkaya gelen kıymetli mektuplarınız bize ulaştı İçindekilerini anlayınca çok sevindik Çünkü onlar, sizin bu yüce Nakşibendiyye yoluna olan şiddetli muhabbetinizin, samîmi azim ve arzûnuzun çokluğunun habercisidirler Bu muhabbet ve arzu çok büyük nîmetlerdir Nasıl büyük olmasınlar ki, bu yolun büyükleri, müridin, talebenin Allahü teâlânın mânevî feyz istemesini kendisine verilen manevî nîmetlerin yarısı, arzusunu da Allah'a kavuşmanın yarısı saymışlardır Zîrâ istek ve talep ile Allahü teâlâya kavuşmak Azîz ve Yüce olan Allah'tandır Kerem sâhibi olan Allahü teâlâ kulun kalbine isteme ve arzuyu attığında, bu o kula mânevî bir mertebe vermesine ve kendine kavuşmasını irâde ettiğine delâlet eder

İşte kardeşlerim! Bu beyandan anlaşıldı ki, sizde hâsıl olan talep sizin için büyük bir nîmet olup şükretmeniz gerekiyor Tâ ki içinizdeki talep kuvvetten fiiliyete çıksın "Nîmetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları artırırım" (İbrâhim sûresi: 7) meâlindeki âyet-i kerîmesi de buna kesin bir delildir Bununla berâber şunu da ilâve edelim ki, bu zamanda İslâmiyet garîb oldu Bu zamanda az bir dindarlık, diğer zamanlardakinden çok hayırlıdır

Yine size şu tavsiye olunur ki: Bu parlak şerîate (İslâmiyete) ve mübârek sünnete tâbi olmanız lâzımdır Zîrâ tarîkat şerîatın çekirdeğidir Hattâ bu tarîkatın imâmı yâni Şâh-ı Nakşibend Buhârî hazretleri buyurdular ki: "Şerîata aykırı olan herhangi bir tarîkat zındıklıktır" Bu yolun büyükleri buyurdular ki: "Bu tarîkat üç esas üzeredir: Muhabbet, ihlâs ve kendine dînini öğreten mânevî hocasına, mürşidine tâbi olmaktır" Bu yolun büyükleri bunları şöyle açıklamışlardır: "Muhabbetin en aşağı derecesi, Allahü teâlâyı seven kişinin, kendini nefsânî arzu ve dileklerinden tamamiyle sıyırıp, sevgilisi olan Allahü teâlânın irâde buyurduğu şeylere teslim olmasıdır İhlâsın en aşağı derecesi de; mürîd yâni talebenin, dünyâ yüksek evliyâlarla dolu olsa bile, yine hidâyetin ancak mürşidinin kapısının eşiğinde olduğunu kesinlikle bilmesi ve buna kalben karar vermesidir Teslimiyetin en aşağı derecesi de; müridin kendini mürşidinin huzûrunda, ölünün yıkayıcının elinde istediği gibi çevrildiği şekilde olduğunu bilmesidir"

Kısaca; talebe kendi nefsinin irâde ve arzusundan sıyrılıp, hocasının irâdesine bağlanmalıdır Öyle ise şerîat ve tarîkattaki bid'atlardan sakın Sakın Sakın Çünkü sermâyemiz bu yolun büyüklerine uymaktan başka bir şey değildir

Size, evlâdınıza, ev halkınıza, yanınızda bulunan dostların cümlesine selâm ederiz Çocuklarımız, tâbilerimiz hepsi size selâm edip duânızı diler Size duâ ederler Selâm sizin ve Mustafâ'nın sallü aleyhi ve sellem şerîatına tâbi olanların üzerine olsun"

İlim meclislerinde ve sohbetlerinde pek çok âlim ve evliyâ yetiştiren Ahmed Haznevî'nin birçok kerâmetleri de görülmüştür

Ahmed Haznevî'nin talebelerine ve sevdiklerine yazdığı nasihat veren mektupları oğlu Şeyh İzzeddîn tarafından toplanmıştır Nusaybin Müftüsü Hasip Seven tarafından tercüme edilerek hocası Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretlerinin mektuplarıyla birlikte Mektûbât adıyla 1982 senesinde İstanbul'da bastırılmıştır

İBRET ALIN

Sevdiklerinden birisinin kardeşinin vefâtı üzerine tâziye, başsağlığında bulunduğu sırada buyurdu ki:

"Ey kardeş! Hakikaten ölüm, musîbetlerin en büyüklerindendir Ondan gafil olmak da ondan daha büyük bir musîbettir Öyle ise fukahânın cenâze bâbında söyledikleri gibi ölüme hazırlık yapılması her mükellefin üzerine vâcibdir Hele kendisiyle arasında alış-verişi olan kimselerle helallaşması gerekir Allah'ın mağfiretine kavuşanınızın musîbeti şiddetli ve güç olsa da, kulun Hak sübhânehû ve teâlânın yaptığı işe râzı olması lâzımdır Çünkü bizler dünyâda ebedî kalmak için yaratılmadık Belki faydalı işler yapmak için yaratıldık Öyle ise çalışmak lâzımdır Esâsen ölüm musîbet olmayıp, belki ölümden sonra, dost olan Allahü teâlâya kavuşmaktır Mürşidim (Şeyh Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî) bâzı sevenlerinin tâziyesinde şöyle yazmıştır: "Ey kardeş! Ölümden nasîb ibret almaktır İbret alıp onu nasîhat kabûl ederek işlek bir yol olduğunu, ondan hiçbir kimsenin kurtulamayacağını bilen ve o yola evliyânın sevgilerini kazanarak ve Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak hazırlanan kimseye ne mutlu Ondan ibret almayana ne yazık Allahü teâlânın rahmetine kavuşanın bizdeki nasîbi, ona, bağışlanması için duâ etmektir Allah'ım! Kusurlarını affedip ona rahmet eyle"

İbn-i Abbâs'dan radıyü anh rivâyet edilen hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Ölünün mezardaki hâli imdâd diye bağıran denize düşmüş kimseye benzer Boğulmak üzere olan kimse kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de, babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duâyı bekler Kendisine bir duâ gelince dünyânın hepsi kendine verilmiş gibi sevinmekten daha çok sevinir Allahü teâlâ yaşayanların duâları sebebiyle ölülere dağlar gibi çok rahmet verir Dirilerin de ölülere hediyesi onlar için duâ ve istiğfâr etmektir" Şüphesiz rahmetli Hacı Süleymân, öz kardeşindi Yaptığı iyiliğine karşı mükâfât olarak iyilik etmek, zaman zaman ona duâ edip rûhuna sadaka vermeniz, onu unutmamanız, ölümünden kendinize ibret alıp, öleceğinizi hatırlayarak, Hak sübhânehû ve teâlânın râzı olduğu şeylere bütünüyle yönelmeniz lâzımdır Allah sevâbınızı artırsın, üzüntünüzün mükâfâtını versin, ölünüzün kusurlarını affeylesin Kalplerinize sabır versin"

__________________

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Allah(c.c) Dostları

Eski 01-30-2008   #2
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : Allah(c.c) Dostları



Mahmud Usta Osmanoğlu Efendi (ks)
1931 yılında Of'da dünyaya geldiler ilk tahsilini babası Ali Efendiyle yaptı Hafızlığını Of'ta ikmâl etti Bir müddet Kayseri'de Arapça okuduTahsilini eniştesi Hacı Dursun Efendi de tamamlayarak ondan icazet aldı

Uzun süre çocuğu olmayan Fatma Hanım, çocuğu olması için Allah(cc)' a yalvarıyordu Bir gece rüyasında, ayın koynuna indiğini ve bütün dünyayı aydınlattığını gördüler Bu rüyanın üzerinden uzun zaman geçmeden Efendi Hazretleri dünyaya teşrif ettiler

Efendi Hazretleri (KS), çocukluğunda yakalandığı bir hastalık sebebiyle doktora götürülüyor Doktor, Ben, bu çocukta acaib bir hal görüyorum Bu çocuk, ya yaşamayacak veya yaşarsa çok büyük bir kimse olacak diyor Askerliğin ilk aşamasında Bandırmaya gidiyorlar Birliğine teslim olmadan önce gittiği bir camide Kur'ân okurlarken, Ali Haydar Efendinin müridlerinden Hacı Emrullah Efendinin dikkatini çekiyorlar Namazdan sonra tanışıyorlar

Kendileri anlatıyor:

Halil Efendi isimli takva bir zat vardı Buralarda şeyh yok mu diye sordum Bana Ali Rıza el-Bezzaz Efendi Hazretlerinin kabrini gösterdi ve bu zatın halifesinin İstanbul'da olduğunu söyledi Ben de bu zatın kabrini ziyaret ettim Bir fırsatını bulup İstanbul'a nasıl gideceğimi düşünüyordum

Bir gün deniz kenarındaki Haydar çavuş Camisinde Cuma namazından sonra caminin bir köşesinde beyaz sarıklı, beyaz cübbeli nuranî bir zat gördüm Cuma namazını kıldım, camiden çıkarken sağ tarafta Ali Haydar Efendi' yi gördüm Bana padişah gibi heybetli göründü Cemaate kim olduğunu sordum, tanımadıklarını söylediler Camiden çıkınca, babası takva bir zat olan Fahri Hoca' ya camide gördüğüm zatı sordum Fahri Hoca bana: işte o senin görmek istediğin Ali Haydar Efendi Hazretleridir dedi Yanına gittim ve görüşmek istedim O bana: Gece gel, görüşelim; zaman çok kötü, takipteyim dedi Akşam olunca Halil Efendi'nin evine gittim Efendi Hazretleri hastalanmıştı, görüşemedim Sabah olunca gittim, yine görüşemedim Ancak ikindi vakti Eskici Abdullah Efendi'nin evinde görüşebildim Elini öptüm ve yanımdakilere okumuş olduğumu söylemeyin dedim Gizlice benim hoca olduğumu ona söylediler İçeri girerken Ali Haydar Efendi ayağa kalktı " İşte emaneti teslim alacak kişi geliyor " buyurdu Sofralar kurulmuştu ve çok güzel yemekler vardı Tam sofraya oturduğumuzda bana soru sormaya başladı ilk sorduğu soruları cevapladım, ancak daha sonra zor sorular sormaya başladı Yanındakilere dönüp siz yemeğinizi yiyin dedi Sorduğu sorular karşısında zorlanıyordum ve yemek de yiyemiyordum


Ali Haydar Efendi Hazretleri İnegöl'e kayınpederine gitti Benim de askerliğim devam ediyordu Efendi Babam: " İstanbul'a nasıl sevk olursun oğlum" demişti Nihayet sevk zamanım geldi ve benim ismim de okundu: Mahmut Ustaosmanoğlu, İstanbul dediler çok sevinmiştim Selimiye Kışlası, oradan da Gebze' ye yolladılar Efendi Baba ziyaretlerime geliyordu Efendi Babama çok uzak olmuştum Sevkimi istedim Yüzbaşıdan beni yollamasını rica ettim O da bana: " Lâzımsın " dedi Bunun üzerine ben de size oradan da dua ederim dedim Bunun üzerine beni Sirkeci'ye yolladılar Efendi Babama çok sık gidebiliyordum, çok ilmî sohbetleri vardı Askerliğim bittikten sonra bir kilo üzüm alıp kendisini ziyarete gittim Bana: " Oğlum seninle ilk görüşmemden üç gün sonra, ikinci görüşmemde vefat eden şeyhim zuhur etmişti ve senin elini tutup benim elime verip: " Bunu al, bizimdir "demiştir Oğlum seni bana kim verdi" ; "50, 60 mandayı birbirine bağlasalar Mahmudum dan ayırmak isteseler beni, senden ayıramazlar" derdi

Büyük Veli anlatıyor: " İstanbul' da iken Ali Haydar Efendi ile birlikte yanımızda dört - beş kişi olduğu halde hatm-i hace okurduk O' nu sürekli takip ederlerdi O devirde Arapça okuyup-okutmak müşkildi Bu ilimleri okuyabilmek için çok zorluklar çektim Derdi ki: " Oğlum Mahmud! Ben seni, bir şey emretsem ve sen de hemen onu yapsan arzusunda olduğunu görüyorum Ateşin içinde yandıkça ateşin rengini alan demir gibi" Büyük Veli de seyr-i sülukte mesafe aldıkça Şeyhi Ali Haydar Efendi Hazretleri'nin muşahhaslaştırdığı hakikatin içinde kayboldu Öyle ki mürşidinin bütün ifadelerini emir kabul ediyor ve onları hiç yüksünmeden yapıyordu Gerçek oluş ve hakikati buluş sırrına ermiş bir mürid vardı İsmet Efendi Tekkesi'nde Artık emanet teslim edilebilirdi Ali Haydar Efendi, halefine velayeti, takati nisbetinde ve en ince ayrıntısına varıncaya kadar anlattı Bu anlatış birkaç yıl devam etti


Ali Haydar Efendinin oğlu anlatıyor; "Babam, Muhterem Mahmud Efendi ile kuşluk vaktinden sonra baş başa kalırdı Derdi ki; "Oğlum! Görüyorsun ki bende olan her şeyi ona aktarıyorum Fakat bunu tedricen yapıyorum ki onu sürekli müşahede altında tutayım Manevi aleme ait malumatın birden kazanılmasına hiçbir akıl tahammül edemez" Zira Babama sekr halinde şeyhler gelirdi Onlara yedi gün evrad-ı bahaiye okur ve Allah(cc)'ın izniyle iyileşirlerdi"

Beni babamdan istediğinde, " Mahmudumu bana verdin mi? " dediğinde babam: " Parası benim kendisi senin" demesine çok gülmüştü Ve kendisine sorulduğunda: " Bir sahib çıkacak, henüz tomurcuk halindedir demi?" Ali Haydar Efendi Hazretleri, İsmailağaya imam olacaksın diyor


Ali Haydar Efendi, Mahmud Efendi'yi hususi sohbetlerinin yanı sıra Mesnevi, Mektubat, Reşahat, Risale-i Kudsiye gibi sadırlardan satırlara aktarılan ve temelinde irfan olan kitaplarla da istikbale hazırladı Onu, gece geç saatlere kadar kitap mutalaa ederken gördüklerinde "Oğlum Mahmud şimdi çok çalış ileride kitap okumaya vakit bulamayacaksın" diyerek teşvik ederdi İmam Rabbani Hazretleri'nin Mektubat'ının büyüklüğünü idrak etmesi için derdi ki; " Mektubat o kadar büyüktür ki, Reşahat ona ancak elif-ba olabilir" Muhterem Mahmud Efendi naklediyor: " Ali Haydar Efendi buyurdu ki; "Mahmud' un elinden tutan benim elimden tutmuş olur Hakikat şu ki; bu fakirin elinden tutan Ali Rıza Bezzaz Hazretleri'nin elinden tutmuş olur Böylece halka halka silsile ta Peygamber Efendimiz' e (sav) dayanır İşte buna Sahih Yed diyoruz" Yine derdi ki; " Dağda bulunan bir su membaının köye kadar gelebilmesi için, köye kadar uzanan birbirlerine ekli su künkleri gerekir Bu künklerden biri eksik olduğunda nasıl köye su ulaşamıyorsa tıpkı bunun gibi meşayih silsilesinden biri düştüğünde Feyz-i İlahi de kişinin kalbine ulaşmaz"

Risale-i Kudsiye'nin sahibi meseleye dair şunları söylüyor:
Sahih yed yok ise nisbet olur sed
Sahih yed ile Aziz Hakk'a gidelim
Cemali ba kemale seyredelim

Ali Rıza Bezzaz Hazretleri, Ali Haydar Efendi' yi bağlılarına emanet ederken şöyle demişti: " Söz veriyorum size, kim bunun elinden tutarsa hiçbir kitaptan okuyamayacağı, hiçbir kimseden duyamayacağı şeyleri bundan duyacak ve öğrenecektir" Ali Haydar Efendi, ihvanlarına söze dökülmeyen, satırlara aktarılamayan hakikati tanımayı, idrak ölçülerine göre yaşamayı öğretti Has odada, kuşluk vaktine kadar da Yusufa33;um dediği talebesiyle yüksek perdeden konuştu Şimdi ise Ali Haydar Efendi'nin konuştuğu frekanstan aynı hakikati Büyük Veli anlatmaya devam ediyor Yirmi birinci yüz yılda bir " sahih yed " dünyamıza sağanak sağanak feyz-i ilahi taşıyor Nur akıyor, çünkü künkler ta Mişkatu'n-Nübüvve'ye kadar kesintisiz yerli yerinde duruyor Mevlana Halid' den İmam Rabbani'ye, Şah-ı Nakşibend'den, Abdulhalık Gücdüvani'ye nur arkının kol başları, akışı sürekli murakabe ediyorlar Allah(cc) Resulü'ne (sav) kadar uzanan sahih el, rektörü, dekanı, öğretim üyesi olmayan amfisiz, sınıfsız, diplomasız bir üniversite gibi çağın müminlerini eğitmeyi sürdürüyor Aşk laboratuarında aklın ve ruhun takıldığı problemleri çözüyor

MAHMUD EFENDİ KUTUBDUR

Seyyid Mâlikî Hazretleri zâhirî ilimlerde üstad olduğu gibi, bâtınî ilimlerde de söz sahibiydi, pek çok mürîdânı vardı Soyu, ilmî kariyeri, Dinî hizmetleri ve geniş nüfûzu hasebiyle pek çok makam ve mevki sahibi kişiler, hatta krallar ve prensler onun duasını almak için ziyaretinde bulunurlardı İstanbul'a geçtiğimiz Haziran ayında yaptığı ziyareti sırasında, misafir edildiği Efendi Hazretlerimizin odasında elini öpmek ve duasını almak bize de nasip olmuştu İstanbul'da birkaç gün daha kalıp Mekke'ye dönecekti O henüz İstanbul'dayken bizler o mukaddes topraklara umre yapmak üzere hareket ettik Tabi ki, arzumuz Seyyid Mâlikî Hazretleri'ni İstanbul'dan Mekke'ye döndüğünde yerinde de ziyaret etmekti Ve öyle de oldu Biz Mekke-i Mükerreme'ye gittikten birkaç gün sonra onun Mekke'ye döndüğünü haber aldık Efendi Hazretlerimizin hulefâsından Mustafa Efendi Hocamız başımızda olmak üzere, bu fakirle beraber ayrıca iki hoca efendi kardeşimiz de dâhil olmak üzere, dört kişi, Seyyid Mâlikî Hazretleri'nin ziyaretine gittik Daha geçen hafta Türkiye'de ziyaret etmiştik, elhamdülillâh şimdi de Mekke'de ziyaret nasip oluyordu Bizden başka o mübareğin ziyaretine gelmiş pek çok misafir vardı Herkes sırayla ziyaretinde bulunuyordu Sıra bize geldiğinde önce Mustafa Efendi Hocamız görüştü Seyyid Mâlikî Hazretleri Mustafa Efendi'yi görünce çok sevindi, memnun oldu, sarıldı Diğer misafirlere göstermediği çok özel bir ilgi gösterdi Ve birkaç gün önce Efendi Hazretleri ile beraber olduğu ânı orada kısaca dile getirdi Daha sonra bu fakir, Seyyid Mâlikî Hazretleri'nin elini öperken kendimi ona takdim edecektim ki, tatlı bir tebessümle "Araftü" tanıdım buyurdu Bu beni öylesine memnun etti ki, anlatamam Demek unutmamıştı Gerçi Türkiye'deki ziyaretimizin üzerinden henüz bir hafta gibi kısa bir zaman geçmişti, ama yine de hatırlayamayabilirdi Çünkü o kadar çok ziyaret edeni vardı ki O akşam yaptıkları derste bizleri kendi yanına oturttu İhtiram ve ikrâmda bulundu Tabiî bizlere yapılan bu güzel karşılama ve alâka, hiç şüphesiz Efendi Hazretlerimizin yüce hatırı içindi Ona olan sevgisi, saygısı ve muhabbeti sebebiyle bizlerle böylesine ilgileniyordu Üstelik başımızda az önce ifade ettiğim gibi Efendi Hazretlerimizin hulefâsından olan Mustafa Efendi Hocamız bulunuyordu Seyyid Mâlikî, Üstadımız Mahmud Efendi Hazretleri'ni gerçekten de çok sever, mümkün oldukça Türkiye'ye ziyaretine gelirdi Yani geçen Haziran ayındaki İstanbul'a gelişi, ilk değildi Daha önceleri de defalarca ülkemize gelmiş ve her gelişinde de mutlaka Üstadımız Hacı Mahmud Efendi Kuddise Sırruhu Hazretleri'nin ziyaretinde bulunmuşlardı Bu ziyaretlerinden birinde bizzat Cübbeli Hoca'mıza "Mahmud Efendi kutuplardandır" demişti Dünya çapındaki bir allâmenin bu sözü ve ifadesi, bir anlık hislerle söylenen bir söz değil, defalarca yapılan ziyaretlerin sonucunda, Efendi Hazretleri'nin etrafına, etbâına hâllerine bakıp, bunları kendi ilim süzgecinden geçirerek yaptığı tahlilden sonraki tesbitidir Nitekim "O kutuplardandır" buyurduktan sonra "çünkü" diyerek şunları ilâve etmişti "Bir kimsenin bu kadar seveni, bu kadar etbâı olacak, etrafında bu kadar âlim bulunacak, ama o kimse buna rağmen nefsini âdeta paspas edip, tevazuyla hareket edecek ve kendisinde nokta kadar dahi enaniyet kokusu olmayacakAncak Kutup olan bir zat böyle olabilir"

Mahmud Efendi Hazretleri, büyük âlim, evliyâ, Bütün dâvası onun, Kurr17;an ve Sünneti ihyâ Gece gündüz, durmadan, dinlenmeden çalışır,
Hak yolunda yarışır Çeçenistan için, hep gece gündüz duâda, Kendisi burada ama, kalbi Çeçenistanr17;da Çeçen Mücahidler, çarpışırken Ruslarla; Efendi Hazretleri, sanki savaşıyor onlarla Bir defasında, Çeçenr17;li bir mücahid, Efendiyi Ziyaret etmek için gelmişti İstanbulr17;a, Camide bekliyordu, Efendi Hazretlerini, Ama görünce birden, kaybetmişti kendini Kendine gelince dediler; "neden ki sen bayıldın?" Dedi ki, Çeçenr17;li Mücahid:" Hayretimden şaşırdım Bu Mahmut Efendi ki, daima bizlerledir, Çeçenistanr17; da bizlerle, hep cihad etmektedir" Hatta geçen gün, çarpışırken cepher17;de, Yaralandı ayağından, biz varmıştık mendille; Baktılar ki o mendil, ayağında sarılı, Efendi Hazretleri ayağından yaralı Gâzi olmuştu o, Çeçen cephesinde, Savaşırdı, gelirdi, Allah(cc)r17;ın sayesinde Yine o günlerde, herkesi hep arardı, Çeçenistan cephesinden haberleri sorardı Bir gün de; Yavuz Selimr17;de, bir sohbet esnasında, Çeçenistan cihadını anlattı, bir defasında; Buyurdu ki: " Bu Çeçen kardeşlerimizin sayıları çok azdır, Belki 15 bin mücahid, ya yokturlar, ya vardır Peki nasıl oluyor ki, yeniyorlar Ruslarr17; ı? Ruslarr17; ın sayıları, geçiyor milyonları Çünkü Rabbımr17; ın yardımı yağar, Çeçenistanr17; a, Görünmeyen ordular, saldırırlar Ruslarr17; a Melekler, şehîdler, evliyâlar, hep birden; Akın ederler sanki, dağlar oynar yerinden " Gene bir gün mübarek, kürsüden anlatmıştı, O gün Yavuz Selimr17;de, herkesi ağlatmıştı " Bir Rus pilotu, bir gün havalandı üssünden, Mücahidleri bombalayıp, öldürecek hep birden Tam düğmeye basıp ta, bombalar yağdıracak; Yüzlerce mücahid, hep bombayla yok olacak Tam o sırada, birden pilotun sağ yanında, Yeşil sarıklı bir zât, belirmişti o anda Elindeki kılıcı, Rus pilota uzattı, Sonra dağları çınlatan bir nâra attı Dedi ki: Bombaları atarsan mücahidlere, Bu kılıçla gövdeni, parçalarım ikiye Rus pilotun o anda, aklı gitmişti baştan, Uçağı indirmişti, vazgeçmişti savaştan Çeçenistanr17;lı mücahidlere dedi ki: Sizinleyim, Müslüman oluyorum, cephede beraberim İşte böyle, Allah(cc)r17;tan yardımlar geliyordu Çeçenistanr17;a, görünmez ordular iniyordu " Bu olayı, kürsüden anlatırken o mürşid, Sanki bu olanlara, hep oluyordu şahit Kalp âleminde, sanki cepheyi seyrediyor, Çeçen cihadını, ümmete haber veriyor O Mahmud-u Rabbanî, bir mürşid-i kâmildir, Hem Çeçen cephesinde, bir büyük mücahittir Yine bir gün Beykozr17;da, bir sohbette, Nur yağıyor camiye, kalplar hep muhabbette O günler Çeçenistan, çok zor durumda idi, Ruslar her cepheden, hain saldırıda idiGazeteler yazardı, Çeçenistan bitmiştir, Ruslar gâlip gelecek, mür17;minler yenilmiştir Gerçekten mücahidler, sarılmış her cepheden, Ruslar, zâlimce saldırıyor hep birden Artık yenildik diye, Müslümanlar çok mahzun, Yürekler kan ağlıyor, diller üzgün ve suskun İşte o haldeyken, Müslümanlar Beykozr17;da; Efendi Hazretleri, sohbetteydi Beykozr17;da Buyurdu: " Ben bilmem, gaybı sadece Allah(cc) bilir, Ama bu âyetler! hepinize müjdedirBu ayetlerle müjde veriyor Yüce Allah(cc), Çeçenistan gâlip gelecek, çok yakında İnşâAllah(cc) " Mür17;minler tekbirlerle, camiyi inlettiler, Gözlerden yaş akıtıp, çok dualar ettiler Nihayet, bir kaç gün geçmişti ki aradan, Çeçenistanr17; a yardımı, yetiştirdi YaradanŞamil Basayev komutasında, hep Çeçenler, Hepsi bir aslan oldu da, Ruslara kükrediler! Ve bir mucize daha gerçekleşmişti, Çeçenler galip gelmiş, Ruslar pes etmiştiÇeçenr17; li Müslümanlar, hep gâlip gelecektir,Melekler, şehîdler ve velîler, onlarla beraberdir Yâ Rabbi! mücahidlere dâima yardım eyle, Rusları sen kahreyle! Rusları sen kahreyle!


İsmailağa Camii, deprem nedeniyle harabe halinde idi 80 senedir virane olan camiyi kalaycılar mesken tutmuştu O sırada, Efendi babanın büyük oğlu Şerif Efendi' nin rüyasında İsmailağa kabristanından bir kol çıktığını ve İsmailağa Camiini göstererek: Ne durursunuz, bu camiyi neden tamir etmezsiniz denildiğini görüyor Kısa sürede cami eski haline getirilir ve Efendi Hazretleri (KS) orada irşad vazifesini sürdürmeye başlar Ali Haydar Efendi (Ks) Dergahının bulunduğu mahalde bulunan evinde, 1 Ağustos 1960 yılında vefat etti Vefatında, ayetler okuyarak, etrafındakilere nasihatler ederek, tebessümler saçarak, dârı bakaya göç etti Arkasında binlerce gözü yaşlı mürid bıraktı Ali Haydar Efendi Kuddise Sırruhr17;un kabri Edirnekapı Mezarlığır17;ndadır

Ali Haydar Efendi'nin bir asırlık ömrünü kuşatan diriliş hareketi bu gün aynı çizgide, aynı heyecanla Büyük Veli'nin murakabesinde devam ederek hâlâ bu görevini sürdürmektedir

Elhamdülillah!

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Allah(c.c) Dostları

Eski 01-30-2008   #3
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : Allah(c.c) Dostları



Seyyid Abdülbaki Hazretleri

Adıyamanlı Şeyh Abdulbaki Bilvanisi Hz 'lerinin hayatı
SEYYİD ABDÜLBAKİ HAZRETLERİ
Bilvanis, Siyanüs, Taruni, Havil, Dilibey, Nurşin, Kasrik ve Gadir köylerinden soluklayarak Menzil'i mekan edinen Gavs Hzleri ve oğulları (Seyda Hzleri ve Seyyid Abdülbaki Hzleri) kıyamete dek sürecek irşad faaliyeti sergilemektedirler Peygamber soyundan gelen bu aile, Şah-ı Nakşibendi (ks)'ın Kasr-ı Arifan'da başlattığı irşadın ikincisini her türlü çileye rağmen, devam ettirmektedirler Bu yüzden Menzil'e Seyda Hzleri (ks) ikinci Buhara demiştir Gerek Gavs Hzleri, gerek Seyda Hzleri ve gerekse Seyyid Abdulbaki Hzlerinin bu yerlerde Allah'ın rızasını kazanmaktan başka gayeleri olmamıştır Rıza-ı Bari hayatlarının parçası olmuş ve bu uğurda diyar diyar gezmişler ve bu uzun yürüyüşten sonra , Menzil en son durakları olmuş Böylece göç ve hicret hayatını yaşayarak Resulüllah'a mutabaat yaptılar

Bu yürüyüşü önce Gavs Hzleriyle köy köy gezerek başlamış Seyda Hzleri döneminde kalabalıklara dönüşmüş ve Seyyid Abdülbaki Hzlerin de ise zirveye ulaşmıştır Bu irşad halkasının içinde Şeyh Abdurrahman-ı Tahi, Şeyh Fethullah, Şeyh Muhammed Diyauddin, Şeyh Ahmed-el Haznevi gibi sadatlar sıralanmış, mekan değiştirenlerin yerine Gavs Hzleri, Seyda Hzleri ve Seyyid Abdülbaki Hzleri aynı heyecanla bu yolu bugüne dek taşıyarak onların yollarını takib etmişlerdir

Nöbeti devraldığı zat, hem kardeşi, hem yol arkadaşı, hem mürşidi Seyda Hzleridir hayattayken arkasında iki büklüm bir vaziyette büyük bir adabla peşisıra yürümesiyle dikkati çeken Seyyid Abdulbaki Hzleri ilerisini haber verircesine nöbeti Seyda Hzlerinden devralmıştır Babaları Gavs Hzleri olan bu ikili, ailenin gözbebekleridir adeta

Seyyid Abdulbaki Hzleri tâ çocukluk yaşlarda hastalığa yakalanmış, zayıf ve bitap düşmüştür Malum bizim gibi zayıf insanlar için hastalık günahlara kefaret olan ilaçtır ama, büyük zatlar için makam almalarına veya bir basamak ilerisine sıçramak için verilen ilaçtır Verem hastalığına yakalanmış, ama hasta haliyle Siirt'te, oradan da Van'a okumaya gitmeyi ihmal etmedi O zamanları medrese talebeliğinin yanısıra , tevbe de veriyordu Bir yandan hastalık, bir yandan talebelik ve bir yandan da Gavs Hzlerinin emri doğrultusunda irşada yardımcı olmasıyla alametlerini tâ o günlerde belli etmesi büyüklüğüne işarettir

Gavs Hzleri Van'a gönderdi Van'da ne oldu? Kısa zamanda irşad halkası genişledi ve çoğaldı Kötü hallerini bırakan halkaya dahil oluyordu Tabii bu arada rahatsız olanlar muhalefet etmeye başladılar İstemeyenler ve çekemeyenler oldu Münkirler boş durmadılar, hemen şikayet ettiler İki-üç gün tevkif edildikten sonra Seyyid Abdulbaki Hzlerini genç yaşta 30 gün süreyle tutukladılar Molla Ahmed bu durumu Gavs Hzlerine açıklamaya çekinir, rahatsızlık duyacağını hesap ederek önce tereddüt etti ve nihayet Seyyid Sıtkı'ya söyler Zaten Seyyid Abdülbaki Hzleri hastaydı Bir de hapishane hayatı eklenince, bütün bunları Gavs Hzleri işitirse ne yapar düşüncesiyle Molla Ahmed'in anlattıklarını dayıları açıklarDayıları Seyyid Sıtkı diyor ki:

"Ben Gavs Hzlerine söyleyince, Gavs Hzleri öyle oldu ki, öyle ferahlandı ki, inanın çiçek gibi açıldı Öyle tebessümle bana dedi ki:

-Ondan büyük nimet ne var? Allah'a şükredelim İmam-ı Rabbani, Şah-ı Nakşibendi, Abdulkadir Geylani, Şah-ı Hazne hepsi içerde mapus kaldı Onlara mutabaatı oldu Bazıları hata yapıyor, suç işliyor, tevkif ediliyor ve ceza altına giriyor Bu Allah'ın yolunda tevkif edilmiş ve nezaret altına alınmış ne kadar büyük nimettir Ne kadar şükretsek azdır"

O yörenin insanları kötü işleri bırakıp, yola gelmesinden rahatsızlık duyanlar Yüzbaşı'ya şikayet ediyorlar, o da huduttaki yüzbaşıya bildiriyor, derken yirmibeş muhtardan imza toplayarak gözaltına alıyorlar

30 günden sonra serbest bırakıyorlar Gerçi şikayet edenlerin ekserisi hakikati görünce pişmanlık duymuşlar ve yola girmişler Baktılar ki ne kadar çile çekiyorsa bu zat, o kadar Allah (CC) daha fazla veriyor Bu durumu idrak edenler hemen diz çöküp halkaya dahil oluyorlardı 30 günden sonra Menzil'e geliyorlar, daha sonraları tekrar okumak için gidip geliyorlardı Allah'ın dostları hepsi çekmiş, eziyet onlar için lezzet ve taddırSeyyid Abdulbaki Hzlerinin terbiyesinde başta Gavs Hzlerinin ve Molla Derviş gibi Hocaların katkısı büyüktür Seyda Hzleri nasıl ki Gavs Hzlerinin emrinde nasıldı, Seyyid Abdülbaki belki iki-üç misli daha fazla Seyda (ks)'ın emrindeydi Seyda Hzleri ağabey-kardeş ilişkisinin ötesinde can yoldaş idiler Seyyid Abdulbaki Hzleri Gavs (ks)'ın döneminde bile Seyda Hzlerinin karşısında sanki ölü ve cansız gibiydi, yani teslimiyet çoktu Zaten Seyyid Abdülbaki Hzlerinin bu halleri , onun ileride Seyda Hzlerinden sonra büyük bir zat olacağını haber veriyordu Adabı ve halleri "Seyda Hzlerine layık olmaya çalışacağım" mesajını ortaya koyuyordu

Nitekim de Seyda Hzleri bu dünyadan göç ettikten sonra irşad daha da kat kat arttıSeyyid Abdulbaki Hzleri hastalık çektiği için genç yaşlarda çok zayıfmış, ince yapılıymış Gavs Hzlerini Ankara'ya yolladı, o hastalık geçti, dönüşte kilo almaya başladı Böylece o zayıflık da üzerinden alınmış yerine heybet hakim olmuş Hem de öyle bir heybet ki, sima olarak artık babası Gavs
Hzlerine benziyordu Seyda Hzlerinin sofilerinden Gavs'ı tanımayanlara, Seyyid Abdulbaki'yi görmeniz kâfi deniliyor Gerçekten de, Gavs'ı görenler yüzcek benzediğini söylüyorlar Hastalık, hapis, eziyetler derken sabır yürüyüşünü Seyda Hzlerinin arkasında adapla yapıyordu Seyda Hzlerinin halifelik öncesi ve sonrası emrinden çıkmayan birisi varsa o da Seyyid Abdulbaki Hzleri idi Hayatında iki şey mukaddes biliyordu: birisi Gavs Hzleri ve Seyda Hzleri, diğeri ise Kur'an ve hadis

Öyle ki , Seyda Hzleri şu işi yap, hemen yapıyordu Ağabey-kardeş ilişkisi teslimiyet çerçevesinde geçti Zaten Mürşid-i Kâmil'in alameti âdâbıdır Gavs Hzleri vefat edince bütün işleri Seyda Hzleri yapıyordu O yıllar en büyük yardımcısı Seyyid Abdulbaki (ks)idi Hayatını âdâb ve teslimiyet üzerine tanzim etmişti Gavs Hzlerine de öyle candan ve aşktan bağlıydı ki,
onun dar-ı bekâya irtihali Seyyid Abdulbaki (ks)'ın iç dünyasında fırtına estirmiş, adeta şok hali yaşamasına sebep oldu Öyle bir şok ki beraber yaşadıkları Seyda Hzlerini bile bir an unuttururcasına, 21 gün biat etmemiş Gavs Hzlerinin merkadına günlerce yüz sürmüş ve onu kaybetmenin hüznünü yaşıyordu Tabii bu şoktan çıkmama hali Seyda Hzlerine beyatını
geciktirmesine sebep olmuş Seyyid Abdulbaki Hzlerinin bu haline itiraz edenler olmuş ama , o bütün bunlara aldırış etmeden Gavs (ks)'ın merkadına yapışmıştı Yine birgün Seyyid Abdulbaki Gavs'ın merkadında, Seyda Hzleri de merkadda o arada Kur'an okuyor İşte o sıra ne olduysa orda oluyor, Seyda Hzleri:

"Abdulbaki otur" diyor ve beyatı o anda gerçekleşiyor Hatta, maneviyatta Gavs'ın (ks) Seyda Hzlerine üç sefer:

"- Raşid, S Abdulbaki'ye dikkat et Onu sana teslim ettim" dediği rivayet ediliyor Böylece, Seyda Hzleri bu ikaz karşısında Seyyid Abdulbaki (ks)'ına "otur" diyerek emaneti veriyor Kelimenin tam anlamıyla bu emanet Seyyid Abdulbaki'ye (ks) verilen en büyük hediyeydi Artık o şok hali
üzerinden kalkıyor, yeni bir hayata başlamanın sevinci üzerini kaplıyordu Gavs (ks)zamanındaki beraberlik eskisinden daha da çok koyulaşarak Mürşid-Halife ilişkisine dönüşüyor Seyda Hzleri halifeliği Molla Abdulbaki ile beraber ikisinin icazetini bir perşembe akşamı veriyor Seyda Hzlerinin sofileri Menzil'e ziyarete gittiğinde hep onu Seyda Hzlerinin arkasında iki büklüm gördü ve hafızalarımızda hep o hali kaldı Ayrıca Seyyid Abdulbaki sırt ağrılarından dolayı Seyda Hzlerinin emriyle ameliyat da olurlarSeyda Hzleri de dar-ı bekâya irtihal edince bütün yük Seyyid Abdulbaki Hzlerinin omuzlarına binmiştir Nasıl ki, Gavs zamanında en büyük destekçi

Seyda Hzleri idi, Seydamızın döneminde de en büyük yardımcı Seyyid Abdulbaki Hzleri idi Şimdi Menzil'in işleri daha da yoğunlaşmıştır Bir yandan camii inşaatı, diğer yandan merkad inşaatı ve diğerleri bunun en büyük göstergesidir Menzil artık gelen misafirleri maddeten kaldıramadığı için, Seyyid Abdulbaki Hzleri büyük çapta inşaat ve imar faaliyetlerini başlatarak, Gavs (ks) ve Seyda (ks)'ın bıraktığı temelleri daha da genişletmişlerdir

Önce Türk-i Cumhuriyet'lere yönelik bir seyahatı başlatırlar Daha sonra bu yolculuktan sonra umre hazırlığına koyulur Türk-i iller ve Umre yolculuğu derken, Menzil'e döner dönmez merkad ve camii inşaatını gerçekleştirir Sene içinde de Afyon'u ve Pursaklar'ı ziyaret ederek hem irşad hem de mutabaat yapıyorlar Seyda Hzlerinden devraldığı yük, beş-on misli daha da artarak
bu dönemde şeritle (iple) tevbe verme metodunun görülmesi bu dönemin en belirgin özelliğini ortaya koyması bakımından mühimdir O kadar yük artmış ki, Allah'ın rahmeti ve kudreti olmasa hiç bir insanın bu yükü taşıması mümkün değildir Bütün bu eziyetleri Allah için çekiyorlar Her türlü insanın nefes kokusuna normal bir insan, değil bir gün, bir saat bile dayanamaz Öyle oluyor ki, camii tıklım tıklım, üstüste secde ediliyor, nefessizlikten dayanılmaz hale geliyor Böyle olduğu halde, hem camii inşaatı, hem Menzil'in işleri, hem sırt ağrıları, hem de irşad faaliyetlerini bıkmadan usanmadan, aralıksız bir şekilde yürütüyorlar Fakat, Allah-ü Teala ona göre kuvvet vermiş Allah'ın muhabbeti olmazsa ve sadatların muhabbeti olmazsa bütün bu işlerin yapılması imkânsızdır

Bel ağrılarına rağmen yine de irşaddan geri kalmıyor, devamlı sofilerin hizmetinde Rahatsızlığını bile hiçbir zaman dile vurmaktan haya edinen bir mizacı var Hastalığını soranlara, sıkılgan bir vaziyette anlatmaktan imtina ediyor, ancak ve ancak sırtını çeviremediğini görerek anlaşılıyor Dikkatle bakıldığında kendini ve sırtını çeviremediği gözlerden kaçmıyor Bunlara rağmen irşad faaliyetlerine yılmadan usanmadan ve sorumluluk duygusuyla devam ediyorlar Bu vazifeyi madem yapacaksan, tam yapacaksın şuuruyla hareket ediyor Allah (CC) ecirlerini artırıyor

Seyyid Abdulbaki Hzleri denilince ilk evvela âdâb akla geliyor Gavs (ks)'ın Şah-ı Hazne'ye bağlılığı ve Seyda Hzlerinin Gavs'a teslimiyeti, Seyyid Abdulbaki (ks)'ında zirveye çıkarak âdâba dönüşmüştür Diğer halifelerde de var ama, Seyyid Abdulbaki'de tarif edilmez bir şekilde
bambaşka

Seyda Hzlerinin ardından merkadı ve camiiyi yapması, evlere ve çeşmelere el atması gibi faaliyetlerine de akıl sır ermiyor Yani tasarrufatına akıl ermiyor ve çok hızlı başladı Tabii hep Allah'tan geliyor Bu dönemde çorba daha da fazla kaynıyor, ekmek daha çok çıkıyor, tabiri caizse on misli oldu

İşte bu yoğun faaliyetinde Seyyid Abdulbaki Hzlerinin dilinden sohbet bile işitemez olduk Zaten fırsat yok Sohbet ederse, tevbe veremezsin ve irşadın aksamasına yol açar O bakımdan hiç boş durmuyor, o yüzden sohbete sıra gelmiyor Seyda Hzleri Gavs'tan sonra yaklaşık iki sene çok sohbet etti, sonradan birdenbire bıraktı Vefatına yakın veda niteliğinde sohbetleri oldu o kadar Fakat, Seyyid Abdulbaki Hzleri irşadı devraldıktan sonra sohbet etmemesi, yukarıda işaret ettiğimiz hususlardan kaynaklanmaktadır Bu dönemde amel, zikir ve akıl ön planda Muhabbetten ziyade çalışmak, bu dönemin en belirgin özelliği

İşin özü, fazla söze ne hacet, Seyyid Saki Hzlerinin de buyurduğu gibi:

"Artık emeklemeyi bitirdik, şimdi Amel zamanı"

Hakkınızı helal edin

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Allah(c.c) Dostları

Eski 01-30-2008   #4
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : Allah(c.c) Dostları



Seyyid Abdulhakim HÜSEYNİ (KS)

Son devirde Sûriye'de yetişen evliyâdan Şeyh Ahmed Haznevî'nin halîfelerinden İsmi, Abdülhakîm'dir Seyyiddir Hazret-i Hüseyin'in soyundan geldiği için Hüseynî nisbesiyle meşhûr olmuştur Gavs-ı Bilvânîsi lakabıyla da bilinir 1902 (H1320) senesinde Siirt'in Baykan ilçesine bağlı Kermat köyünde doğdu 1972 (H1392) senesinde Ankara'da vefât etti Adıyaman'ın Kahta ilçesine bağlı Menzil köyünde defn edildi

Doğumundan kısa bir müddet sonra babasının imâmlık yapmak ve medresede talebe okutmak için dâvet edildiği komşu Siyânis köyüne taşındılar Babası vazîfesinin altıncı ayında vefât edince onu dedesi yanına aldı Dedesi onu okutmak için âlim ve tasavvuf ehli Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretlerinin ders halkasına ve sohbetlerine gönderdi Bu sırada sekiz yaşında bulunan Abdülhakîm Hüseynî 14 yaşına kadar bu zâttan ilim öğrendi ve feyz aldı Hocası Nurşîn'e taşınınca tahsiline başka medreselerde devâm etti Aynı zamanda hocası ile mânevî bağını devâm ettirdi Daha ilmini tamamlayıp icâzet almadan medrese ve tekkeler kapatılınca Siyânis'e döndü Komşu Tarunî köyüne imâmlık yapıp, talebe okutmak üzere dâvet edildi Burada pekçok talebe yetiştirdi Bu sırada hocası Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî vefât etti Abdülhakîm Efendi hem ilmini tamamlamak, hem de tasavvufta ilerlemek için Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî'nin talebelerinden Şeyh Selim'e talebe olmak istedi Ancak rüyâsında hocası ona çok sevdiği halîfesi Şeyh Ahmed Haznevî'ye bağlanmasını bildirdi Rüyâsında Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî, Şeyh Ahmed Haznevî'ye hitâben; "Şeyh Ahmed! Bu Seyyid Abdülhakîm'in babasının bizde emeği çoktur Onun için sen ona gözün gibi bakacaksın!" diye emânet etti Bu işâret üzerine Abdülhakîm Hüseynî, Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî'nin talebelerinden Suriye'nin Hazne köyünde bulunan Şeyh Ahmed Haznevî'ye giderek talebe oldu Hazne'ye Ahmed Haznevî'nin talebelerinden Seyyid Ahmed'le birlikte gitti Şeyh Ahmed Haznevî misâfirlere iltifatta bulunup talebeliğine ve sohbetine kabûl etti

Şeyh Ahmed Haznevî daha ilk günden îtibâren "Molla Abdülhakîm" diye hitâb ederek, onun ilim ve irfânını takdir ettiğini gösterdi

Abdülhakîm Hüseynî, Ahmed Haznevî'nin sohbetlerinde bulundu Daha sonra tekrar memleketine döndü Fakat 14 sene müddetle gidip gelerek ilmini ve tasavvuftaki derecesini arttırdı Hocasından 34 yaşındayken medresede talebelere ilim öğretmek üzere, 36 yaşındayken de insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak sûretiyle kurtuluşa kavuşmalarına vesîle olmak için icâzet aldı Memleketine dönerek köyünde ve çevresindeki diğer kasabalarda İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatmaya başladı Bütün ilim ve irfânını talebe yetiştirmeye ve müslümanların Allahü teâlânın rızâsını kazanmalarına vesîle olmaya hasretti İlk üç senede fazla netîce alamadı Ancak hocası Ahmed Haznevî'nin vefâtından sonra onun sohbetlerine büyük bir rağbet oldu Akın akın gelen insanlar onun ilim ve feyzinden istifâde etmeye çalıştılar Ona olan bu büyük rağbet civar kasabalardaki bâzı şeyhlerin gıptasına, bâzılarının da kıskanmalarına sebeb oldu Çünkü onlara bağlı olan bâzı kimseler de gelip Abdülhakîm Efendinin sohbetine katılıyorlardı Bu şeyhlerden biri ona gönderdiği mektupta; "İnsan düşünür ve kabûl eder ki yanyana koyun otlatan iki çobandan birinin birkaç koyunu diğerinin sürüsüne kaçıp karışırsa onları iâde etmek lâzımdır O hâlde sen de bizim sürüden ayrılanları iâde etmelisin" diyordu Bu mektubu okuyan Abdülhakîm Hüseynî tebessüm ederek; "Biz cedd-i pâkimizin (Peygamber efendimizin) ümmetine hizmeti gâye edinmişiz ve bunun için çabalıyoruz Baş olmak ve çok tarafdâr toplamak gayretinde değiliz Ceddimiz bize ilim mîrâs bırakmıştır Bu ilme kim sâhipse vâris odur Biz inşâ mîrâs gerçek vârislerinin eline geçer diye duâ ediyoruz" buyurdu Hep aynı yerde kalmayıp, ikâmetgâhını devamlı değiştirdi Tarunî ve Bilvanis köylerinden sonra Bitlis'in Narlıdere nâhiyesine, oradan da Siirt'in Kozluk kazasına bağlı Gadiri köyüne yerleşti

Abdülhakîm Hüseynî gittiği yerlerde hem talebe okutup ilim öğretti hem de sohbetleriyle insanlara dünyâda ve âhirette mutlu olmanın yollarını gösterdi Talebelerinden birisinin; "Canım Gavs'a kurbân olsun! Bize öyle bir nasîhatte bulununuz ki dünyâ ve âhirette bizim kurtuluşumuza vesîle olsun" dedi Abdülhakîm Hüseynî Efendi; "Kurtuluş için hürriyet ve iffete dikkat edin" buyurdu Talebesi; "Efendim hürriyet ve iffet nedir?" deyince; "Hürriyet Allahü teâlâdan başka hiç bir sebebe bağlanmamaktır Umum işlerde sebeplere değil, sebepleri yaratana dayanmak kulun ilk kurtuluş kapısıdır İffet ise, kendi nefsi ve başkasının hesâbına değil, söz, hareket, amel, niyet ve özde yalnız Allah hesabına göre olmaktır" buyurdu Talebesi; "İhlâsdan çok bahs edilir İhlâs nedir?" diye sorunca da; "İhlâs; illet ve gâye olmaksızın yalnız Allah için günâhı terk ve emirleri yapmaktır Yâni vargücünü Allahü teâlânın emrine sarf etmektir Bu hâlde sebat etmenin zâhirine takvâ, özüne ihlâs ismi verilmiştir Meselâ kimin düşüncesi mîdesi olursa, kıymeti ondan çıkan kadardır Binâenaleyh himmetini şöhrete, şehvete harcayanın hâli mâlûm olur" dedi

Bir müddet Siirt'in Kozluk kazâsına bağlı Gadiri köyünde kaldıktan sonra Şehri'ye gelen Abdülhakîm Hüseynî insanlara tatlı sohbetlerde ve nasîhatta bulundu Dinleyenlerden birinin; "Açık ve gizli darbelere nasıl dikkat ederiz, onlardan nasıl kurtuluruz?" sorusuna şöyle cevap verdi:

Darbelerden kurtulmak için açık ve gizli edeplere uymak, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmek, hasbel beşer, insanlık îcâbı bir günâh işlenirse, tövbeyi geciktirmemek, Selef-i sâlihînin yâni Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn ve diğer İslâm âlimlerinin eserlerini okumak, öğrendiğimiz İslâmî bilgileri bilfiil tatbik etmekle ve İslâmiyeti bilenlerin sohbet ve nasîhatlerini dinlemekle kurtuluruz Bunlar zâhirî edeptir Bâtınî, gizli edepleri gözetmek ise bu zamanda çok zordur Kalbi mâsivâdan yâni Allahü teâlâdan başkasını düşünmekten temizlemekle mümkün olur Nitekim Hâfız-ı Şîrâzî hazretleri; "Seni dostundan geri bırakan ne ise kalpten onu terk et" buyurdu

Bir sohbeti esnâsında da dinleyenlerden birisi; "Bir kimse Kur'ân-ı kerîmi, hadîs-i şerîfleri, fıkıh ilmini biliyor, Selef-i sâlihînin, ilk devir İslâm âlimlerinin kitaplarını okursa, mânevî bir yol göstericiye ne gerek vardır?" diye sordu Cevâbında buyurdu ki:

"Dediğin doğrudur fakat bir eczâcı türlü türlü otları ve çiçekleri bilir Hangisinden ne gibi şerbet çıkarılacağını, hangi hastalığa faydalı olacağını da bilir Hattâ çoğu zaman doktorlara da onu gösterir, onun tahlil ve araştırmasına göre teşhis ettikleri hastalığa onun ilaçlarını tavsiye ederler Fakat eczâcı bir hastanın hastalığını teşhis etmekten âcizdir Doktorun reçetesi olmadan bir hastaya ilaç verse, hele ilacın üzerinde reçetesiz satılmaz diye bir kayıt olursa, eczâcı o ilacı parasız olarak verdikten sonra hasta o ilaçla ölürse, eczâcı cezâlandırılır Elbette böyle satış yapan cezâyı hak eder Bununla berâber hastalıkları tedâvî ve teşhis eden doktor da kendi filmini çekmekten âcizdir Belki filmini çekebilir ama iki omuzu arasında bir çıban varsa onu tedâvî etmekten âcizdir Âlimleri de buna kıyas ediniz Halbuki insan âhiret yolunda evvelâ avâmdır yâni halktandır Nasıl kendini tedâvî edebilir Kalb hastalıklarının tedâvîsi maddî tedâvîden daha zordur Acaba nazarî olarak tıb ilmini tahsil edene, senin oğlun dâhi olsa beyin ve kalb ameliyâtında sen kendini teslim edebilir misin? Fakat tecrübe görmüş ve birçok başarıları görülmüş bir doktora kendini tereddütsüz teslim edebilirsin değil mi? Bu kadar vâizler, nasîhatlarıyla az kimseleri yola getirirler fakat mânevî rehber olan hocalar öyle değildir Peçok günahkâr ve fâsık onların sohbetleri sebebiyle günahlarından vaz geçmişlerdir Bu hâl apaçık meydandadır Diyebiliriz ki zamânımızda yol göstericiler az olduğu için gençlerimizin isyânı fazla olmuştur Bugün vâz ve nasîhat eden kimseler çoktur ama hakîkî saâdet yolunu gösteren rehberler azdır"

Abdülhakîm Hüseynî bir sohbeti sırasında tövbe ile ilgili olarak şöyle buyurdu:

Tövbe geçmiş günahları pişmanlıkla terk etmek ve gelecekte yapmamaya azmetmektir İşte bu hâl insana on güzel ahlâk ve hasleti kazandırır Bu hasletlere tövbenin şartları denir Birincisi; ikinci bir seferde günah işlememektir ki farzdır İkincisi; tutulduğu günahları terk etmek ve işlediği için üzülmektir Üçüncüsü; Allahü teâlâya yönelip kazâsı gereken ibâdetleri kazâ etmek, keffâreti gerekenin keffâretini vermek, kul hakkına âit iâdesi gerekeni yerine vermektir Abdurrahmân Tâgî hazretleri; "Utancından dolayı gasb ettiği ve çaldığı malı sâhibine iâde etmeyen veya helâllaşmayanın zulüm ile ilgili tövbesi sahîh değildir" buyurdu Dördüncüsü; yaptığından pişmanlık duymak ve hattâ ağlayarak suçunu idrâk etmektir Beşincisi; istikâmeti düzeltmek için bütün tedbirleri almak, bilfiil istikâmet yoluna girmek, ölünceye kadar istikâmetten ayrılmamayı azimle kasd eylemektir Altıncısı; günahlarının âkibetinden korkmaktır Yedincisi; günahlardan vaz geçtiği için affedilmek ve cenâb-ı Hakk'ın mağfiretini ümid etmektir Sekizincisi; dergâh-ı ilâhiyede günahlarını îtirâf edip affını taleb etmektir Dokuzuncusu; günahları Allahü teâlânın takdîri ve adâleti ile olmuş bilmek ve Allahü teâlânın tövbeyi nasîb ettiğine inanmaktır Onuncusu; sâlih amellere devâm etmektir

Tövbeyi geciktirmemelidir Tövbenin zamânı, ruh gargarayı geçmeyinceye kadardır Gargarayı geçince kâfirin îmânı kabul olmadığı gibi müminin tövbesi de makbûl değildir "Muhakkak Allahü teâlâ kulun tövbesini cân gargaraya gelmeden önce kabûl eder" hadîs-i şerîftir Nihâyet can boğazına çıkınca ne kâfirin îmânı, ne de müminin tövbesi kabûl değildir"

Abdülhakîm Hüseynî Menzil'de bulunduğu sırada hastalanmadan önce şimdiki türbesinin yerini etrafına taşlar dizerek işâretledi Vefât ettiği zaman buraya defn edilmesini vasiyet etti Ömrü boyunca insanların îmânlarını kurtarabilmeleri için gayret etti Bir sohbetinde; "Evliyâ yetiştirme mektepleri olan tarîkatler, artık îmân kurtarma mektepleri hâline geldi Eskiden insanlar yıllarca gezer, kendilerine şeyh ararlardı Şimdi ise şeyhler kapı kapı dolaşıp müslümanları îmânlarının kurtulması için çağırıyor ve topluyorlar Şâh-ı Hazne (Ahmed Haznevî) Ümmet-i Muhammed'in îmânını kurtarmaya çalıştı Yoksa bu zamanda tarîkat meselesi diye bir şey olmuyor Şimdi bir oyalamadır yapıyoruz Maksad îmân kurtarmaktır Tam hidâyet Mehdî aleyhirrahme zamanında olacaktır" buyurdu

Ömrünün son zamanlarında sohbetine gelen insanlara buyurdu ki:
İnsanın kalbi dâimâ Allahü teâlâya bağlı olmalı, Allah insanın aklından, fikrinden hiç çıkmamalı İnsanın kalbi hem mahzûn olmalı, hem de Rabbine yalvarış içinde bulunmalı Kişi ne kadar mahzûn, ne kadar nefsinden ve benliğinden uzaklaşmışsa Allahü teâlânın yanında o kadar makbûl ve yüksektir Zâlim olan, zulm eden, zevk ve safâ peşinde koşan kişinin, elbette Allahü teâlâdan haberi olmaz

İnsan fakîr olmalıdır Rabbü'l-âlemîn hep fakirlerledir Fakirleri sever Fakirlikten maksat nefs ve benlikten uzak olmaktır Dünyâ malından dolayı fakirlik değildir İnsanın nefs ve benliğini yenmesi lâzımdır Nefsini gören, kendinde büyüklük hisseden kimseyi Allahü teâlâ sevmez Şeytanın küfre gitmesinin sebebi nefsini, kendini büyük görmesi değil miydi? İnsanın ayağı nefsin göğsünde bulunmalıdır ki, başkaldırmaya gücü yetmesin Nefsin düşmanlığı çok büyüktür Firavun, Şeddat, Kârûn gibilerin felâketlerine nefisleri sebeb oldu Çünkü büyüklük taslayan nefisleri, büyük iddialara kalkıştılar Kendileri boş bir dâvâ güttüklerini, ilâh olmadıklarını ve Allahü teâlâdan uzak olduklarını bildikleri hâlde nefislerinin Allahlık dâvâsına boyun eğdiler Çünkü nefisleri o kadar büyümüş ve kendilerine hâkim olmuştu

İnsanın iyi amellerini ve ibâdetlerini görmemesi, hep günâhlarını görmesi lâzımdır İnsan bir şey olmadığını bilmelidir Hayrını, amelini, ibâdetini değil, hep günahlarını göz önünde tutmalıdır Çünkü insan amel ve ibâdetini görünce nefsi kabarır İnsanı felâkete götüren nefsidir Firavun, Şeddad ve Kârûn gibi ilâhlık dâvâsında bulunan ve helâke gidenler hep nefisleri yüzünden bu felâketlere uğradılar Nefisleri büyüdü, büyüdü, sonunda ilâhlık dâvâsına kalkıştılar Çünkü nefis kendinden üstün hiç bir varlığın bulunmasını istemez İşte onlar da haddini aşmış, azgınlaşmış nefislerinin ilâhlık iddiâsına uymuşlardır Onlar kendilerinin ilâh olmadığını bilmiyorlar mıydı? Biliyorlardı fakat büyüyen ve büyük iddiâlara kalkışan nefislerine kendileri de uydular

İnsan hep iyilerle bulunmalı, iyilerle arkadaşlık yapmalıdır İyilerle bulunmanın menfaati ebediyete kadar devâm eder İşte Eshâb-ı Kehf'in köpeği, köpek olması münâsebetiyle haram ve necisdir Islâkken dokunduğu yerin temizlenmesi için yedi defâ yıkamak gerekir (Şâfiî mezhebine göre) Fakat iyilerle kaldığı için, Allahü teâlâ onu berâber kaldığı iyilerin hürmetine cennetlik yaptı Haram ve necis olduğu hâlde cennetlik oldu ve Cennet'te iyilerle berâber bulunacaktır Halbuki Nûh aleyhisselâmın oğlu Ülü'l-azm bir peygamberin oğlu olduğu hâlde, kâfirlerle arkadaşlık yapıp onlarla berâber bulunduğu için îmânını kaybetti Allahü teâlâ onu kâfirler topluluğundan yazdı Peygamber oğlu olduğu hâlde kâfirlerle arkadaşlık yapmasından dolayı son nefeste küfür üzerine îmânsız gitti Öte yandan necis olan bir köpek ise cennetlik oldu Çünkü iyilerle berâberdi, onlardan ayrılmadı Peygamber efendimiz sallü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "İnsan her kimi seviyorsa kıyâmette de onunla berâber haşrolacak, kiminle arkadaşsa haşirde de onunla arkadaş olacaktır"

Ömrünün sonunda bir yıl kadar kaldığı Adıyaman'ın Kahta ilçesine bağlı Menzil köyünde hastalanan Abdülhakîm Hüseynî Efendi tedâvî için Diyarbakır'a götürüldü Oradan da Ankara'ya nakledildi Burada iken bâzı siyâset adamları ve parlamenterler kendisini ziyâret ederek duâsını istediler Onlara hitâben; "Hâlis niyetle dîn-i mübîne, İslâm dînine her kim hizmet etmek isterse Allahü teâlâ onu muvaffak kılsın" diye duâ etti

Allah Rahmet etsin(Amin)

Seyyid Abdulhakim HÜSEYNİ (KS)

Son devirde Sûriye'de yetişen evliyâdan Şeyh Ahmed Haznevî'nin halîfelerinden İsmi, Abdülhakîm'dir Seyyiddir Hazret-i Hüseyin'in soyundan geldiği için Hüseynî nisbesiyle meşhûr olmuştur Gavs-ı Bilvânîsi lakabıyla da bilinir 1902 (H1320) senesinde Siirt'in Baykan ilçesine bağlı Kermat köyünde doğdu 1972 (H1392) senesinde Ankara'da vefât etti Adıyaman'ın Kahta ilçesine bağlı Menzil köyünde defn edildi

Doğumundan kısa bir müddet sonra babasının imâmlık yapmak ve medresede talebe okutmak için dâvet edildiği komşu Siyânis köyüne taşındılar Babası vazîfesinin altıncı ayında vefât edince onu dedesi yanına aldı Dedesi onu okutmak için âlim ve tasavvuf ehli Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî hazretlerinin ders halkasına ve sohbetlerine gönderdi Bu sırada sekiz yaşında bulunan Abdülhakîm Hüseynî 14 yaşına kadar bu zâttan ilim öğrendi ve feyz aldı Hocası Nurşîn'e taşınınca tahsiline başka medreselerde devâm etti Aynı zamanda hocası ile mânevî bağını devâm ettirdi Daha ilmini tamamlayıp icâzet almadan medrese ve tekkeler kapatılınca Siyânis'e döndü Komşu Tarunî köyüne imâmlık yapıp, talebe okutmak üzere dâvet edildi Burada pekçok talebe yetiştirdi Bu sırada hocası Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî vefât etti Abdülhakîm Efendi hem ilmini tamamlamak, hem de tasavvufta ilerlemek için Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî'nin talebelerinden Şeyh Selim'e talebe olmak istedi Ancak rüyâsında hocası ona çok sevdiği halîfesi Şeyh Ahmed Haznevî'ye bağlanmasını bildirdi Rüyâsında Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî, Şeyh Ahmed Haznevî'ye hitâben; "Şeyh Ahmed! Bu Seyyid Abdülhakîm'in babasının bizde emeği çoktur Onun için sen ona gözün gibi bakacaksın!" diye emânet etti Bu işâret üzerine Abdülhakîm Hüseynî, Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî'nin talebelerinden Suriye'nin Hazne köyünde bulunan Şeyh Ahmed Haznevî'ye giderek talebe oldu Hazne'ye Ahmed Haznevî'nin talebelerinden Seyyid Ahmed'le birlikte gitti Şeyh Ahmed Haznevî misâfirlere iltifatta bulunup talebeliğine ve sohbetine kabûl etti

Şeyh Ahmed Haznevî daha ilk günden îtibâren "Molla Abdülhakîm" diye hitâb ederek, onun ilim ve irfânını takdir ettiğini gösterdi

Abdülhakîm Hüseynî, Ahmed Haznevî'nin sohbetlerinde bulundu Daha sonra tekrar memleketine döndü Fakat 14 sene müddetle gidip gelerek ilmini ve tasavvuftaki derecesini arttırdı Hocasından 34 yaşındayken medresede talebelere ilim öğretmek üzere, 36 yaşındayken de insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak sûretiyle kurtuluşa kavuşmalarına vesîle olmak için icâzet aldı Memleketine dönerek köyünde ve çevresindeki diğer kasabalarda İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatmaya başladı Bütün ilim ve irfânını talebe yetiştirmeye ve müslümanların Allahü teâlânın rızâsını kazanmalarına vesîle olmaya hasretti İlk üç senede fazla netîce alamadı Ancak hocası Ahmed Haznevî'nin vefâtından sonra onun sohbetlerine büyük bir rağbet oldu Akın akın gelen insanlar onun ilim ve feyzinden istifâde etmeye çalıştılar Ona olan bu büyük rağbet civar kasabalardaki bâzı şeyhlerin gıptasına, bâzılarının da kıskanmalarına sebeb oldu Çünkü onlara bağlı olan bâzı kimseler de gelip Abdülhakîm Efendinin sohbetine katılıyorlardı Bu şeyhlerden biri ona gönderdiği mektupta; "İnsan düşünür ve kabûl eder ki yanyana koyun otlatan iki çobandan birinin birkaç koyunu diğerinin sürüsüne kaçıp karışırsa onları iâde etmek lâzımdır O hâlde sen de bizim sürüden ayrılanları iâde etmelisin" diyordu Bu mektubu okuyan Abdülhakîm Hüseynî tebessüm ederek; "Biz cedd-i pâkimizin (Peygamber efendimizin) ümmetine hizmeti gâye edinmişiz ve bunun için çabalıyoruz Baş olmak ve çok tarafdâr toplamak gayretinde değiliz Ceddimiz bize ilim mîrâs bırakmıştır Bu ilme kim sâhipse vâris odur Biz inşâ mîrâs gerçek vârislerinin eline geçer diye duâ ediyoruz" buyurdu Hep aynı yerde kalmayıp, ikâmetgâhını devamlı değiştirdi Tarunî ve Bilvanis köylerinden sonra Bitlis'in Narlıdere nâhiyesine, oradan da Siirt'in Kozluk kazasına bağlı Gadiri köyüne yerleşti

Abdülhakîm Hüseynî gittiği yerlerde hem talebe okutup ilim öğretti hem de sohbetleriyle insanlara dünyâda ve âhirette mutlu olmanın yollarını gösterdi Talebelerinden birisinin; "Canım Gavs'a kurbân olsun! Bize öyle bir nasîhatte bulununuz ki dünyâ ve âhirette bizim kurtuluşumuza vesîle olsun" dedi Abdülhakîm Hüseynî Efendi; "Kurtuluş için hürriyet ve iffete dikkat edin" buyurdu Talebesi; "Efendim hürriyet ve iffet nedir?" deyince; "Hürriyet Allahü teâlâdan başka hiç bir sebebe bağlanmamaktır Umum işlerde sebeplere değil, sebepleri yaratana dayanmak kulun ilk kurtuluş kapısıdır İffet ise, kendi nefsi ve başkasının hesâbına değil, söz, hareket, amel, niyet ve özde yalnız Allah hesabına göre olmaktır" buyurdu Talebesi; "İhlâsdan çok bahs edilir İhlâs nedir?" diye sorunca da; "İhlâs; illet ve gâye olmaksızın yalnız Allah için günâhı terk ve emirleri yapmaktır Yâni vargücünü Allahü teâlânın emrine sarf etmektir Bu hâlde sebat etmenin zâhirine takvâ, özüne ihlâs ismi verilmiştir Meselâ kimin düşüncesi mîdesi olursa, kıymeti ondan çıkan kadardır Binâenaleyh himmetini şöhrete, şehvete harcayanın hâli mâlûm olur" dedi

Bir müddet Siirt'in Kozluk kazâsına bağlı Gadiri köyünde kaldıktan sonra Şehri'ye gelen Abdülhakîm Hüseynî insanlara tatlı sohbetlerde ve nasîhatta bulundu Dinleyenlerden birinin; "Açık ve gizli darbelere nasıl dikkat ederiz, onlardan nasıl kurtuluruz?" sorusuna şöyle cevap verdi:

Darbelerden kurtulmak için açık ve gizli edeplere uymak, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmek, hasbel beşer, insanlık îcâbı bir günâh işlenirse, tövbeyi geciktirmemek, Selef-i sâlihînin yâni Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn ve diğer İslâm âlimlerinin eserlerini okumak, öğrendiğimiz İslâmî bilgileri bilfiil tatbik etmekle ve İslâmiyeti bilenlerin sohbet ve nasîhatlerini dinlemekle kurtuluruz Bunlar zâhirî edeptir Bâtınî, gizli edepleri gözetmek ise bu zamanda çok zordur Kalbi mâsivâdan yâni Allahü teâlâdan başkasını düşünmekten temizlemekle mümkün olur Nitekim Hâfız-ı Şîrâzî hazretleri; "Seni dostundan geri bırakan ne ise kalpten onu terk et" buyurdu

Bir sohbeti esnâsında da dinleyenlerden birisi; "Bir kimse Kur'ân-ı kerîmi, hadîs-i şerîfleri, fıkıh ilmini biliyor, Selef-i sâlihînin, ilk devir İslâm âlimlerinin kitaplarını okursa, mânevî bir yol göstericiye ne gerek vardır?" diye sordu Cevâbında buyurdu ki:

"Dediğin doğrudur fakat bir eczâcı türlü türlü otları ve çiçekleri bilir Hangisinden ne gibi şerbet çıkarılacağını, hangi hastalığa faydalı olacağını da bilir Hattâ çoğu zaman doktorlara da onu gösterir, onun tahlil ve araştırmasına göre teşhis ettikleri hastalığa onun ilaçlarını tavsiye ederler Fakat eczâcı bir hastanın hastalığını teşhis etmekten âcizdir Doktorun reçetesi olmadan bir hastaya ilaç verse, hele ilacın üzerinde reçetesiz satılmaz diye bir kayıt olursa, eczâcı o ilacı parasız olarak verdikten sonra hasta o ilaçla ölürse, eczâcı cezâlandırılır Elbette böyle satış yapan cezâyı hak eder Bununla berâber hastalıkları tedâvî ve teşhis eden doktor da kendi filmini çekmekten âcizdir Belki filmini çekebilir ama iki omuzu arasında bir çıban varsa onu tedâvî etmekten âcizdir Âlimleri de buna kıyas ediniz Halbuki insan âhiret yolunda evvelâ avâmdır yâni halktandır Nasıl kendini tedâvî edebilir Kalb hastalıklarının tedâvîsi maddî tedâvîden daha zordur Acaba nazarî olarak tıb ilmini tahsil edene, senin oğlun dâhi olsa beyin ve kalb ameliyâtında sen kendini teslim edebilir misin? Fakat tecrübe görmüş ve birçok başarıları görülmüş bir doktora kendini tereddütsüz teslim edebilirsin değil mi? Bu kadar vâizler, nasîhatlarıyla az kimseleri yola getirirler fakat mânevî rehber olan hocalar öyle değildir Peçok günahkâr ve fâsık onların sohbetleri sebebiyle günahlarından vaz geçmişlerdir Bu hâl apaçık meydandadır Diyebiliriz ki zamânımızda yol göstericiler az olduğu için gençlerimizin isyânı fazla olmuştur Bugün vâz ve nasîhat eden kimseler çoktur ama hakîkî saâdet yolunu gösteren rehberler azdır"

Abdülhakîm Hüseynî bir sohbeti sırasında tövbe ile ilgili olarak şöyle buyurdu:

Tövbe geçmiş günahları pişmanlıkla terk etmek ve gelecekte yapmamaya azmetmektir İşte bu hâl insana on güzel ahlâk ve hasleti kazandırır Bu hasletlere tövbenin şartları denir Birincisi; ikinci bir seferde günah işlememektir ki farzdır İkincisi; tutulduğu günahları terk etmek ve işlediği için üzülmektir Üçüncüsü; Allahü teâlâya yönelip kazâsı gereken ibâdetleri kazâ etmek, keffâreti gerekenin keffâretini vermek, kul hakkına âit iâdesi gerekeni yerine vermektir Abdurrahmân Tâgî hazretleri; "Utancından dolayı gasb ettiği ve çaldığı malı sâhibine iâde etmeyen veya helâllaşmayanın zulüm ile ilgili tövbesi sahîh değildir" buyurdu Dördüncüsü; yaptığından pişmanlık duymak ve hattâ ağlayarak suçunu idrâk etmektir Beşincisi; istikâmeti düzeltmek için bütün tedbirleri almak, bilfiil istikâmet yoluna girmek, ölünceye kadar istikâmetten ayrılmamayı azimle kasd eylemektir Altıncısı; günahlarının âkibetinden korkmaktır Yedincisi; günahlardan vaz geçtiği için affedilmek ve cenâb-ı Hakk'ın mağfiretini ümid etmektir Sekizincisi; dergâh-ı ilâhiyede günahlarını îtirâf edip affını taleb etmektir Dokuzuncusu; günahları Allahü teâlânın takdîri ve adâleti ile olmuş bilmek ve Allahü teâlânın tövbeyi nasîb ettiğine inanmaktır Onuncusu; sâlih amellere devâm etmektir

Tövbeyi geciktirmemelidir Tövbenin zamânı, ruh gargarayı geçmeyinceye kadardır Gargarayı geçince kâfirin îmânı kabul olmadığı gibi müminin tövbesi de makbûl değildir "Muhakkak Allahü teâlâ kulun tövbesini cân gargaraya gelmeden önce kabûl eder" hadîs-i şerîftir Nihâyet can boğazına çıkınca ne kâfirin îmânı, ne de müminin tövbesi kabûl değildir"

Abdülhakîm Hüseynî Menzil'de bulunduğu sırada hastalanmadan önce şimdiki türbesinin yerini etrafına taşlar dizerek işâretledi Vefât ettiği zaman buraya defn edilmesini vasiyet etti Ömrü boyunca insanların îmânlarını kurtarabilmeleri için gayret etti Bir sohbetinde; "Evliyâ yetiştirme mektepleri olan tarîkatler, artık îmân kurtarma mektepleri hâline geldi Eskiden insanlar yıllarca gezer, kendilerine şeyh ararlardı Şimdi ise şeyhler kapı kapı dolaşıp müslümanları îmânlarının kurtulması için çağırıyor ve topluyorlar Şâh-ı Hazne (Ahmed Haznevî) Ümmet-i Muhammed'in îmânını kurtarmaya çalıştı Yoksa bu zamanda tarîkat meselesi diye bir şey olmuyor Şimdi bir oyalamadır yapıyoruz Maksad îmân kurtarmaktır Tam hidâyet Mehdî aleyhirrahme zamanında olacaktır" buyurdu

Ömrünün son zamanlarında sohbetine gelen insanlara buyurdu ki:
İnsanın kalbi dâimâ Allahü teâlâya bağlı olmalı, Allah insanın aklından, fikrinden hiç çıkmamalı İnsanın kalbi hem mahzûn olmalı, hem de Rabbine yalvarış içinde bulunmalı Kişi ne kadar mahzûn, ne kadar nefsinden ve benliğinden uzaklaşmışsa Allahü teâlânın yanında o kadar makbûl ve yüksektir Zâlim olan, zulm eden, zevk ve safâ peşinde koşan kişinin, elbette Allahü teâlâdan haberi olmaz

İnsan fakîr olmalıdır Rabbü'l-âlemîn hep fakirlerledir Fakirleri sever Fakirlikten maksat nefs ve benlikten uzak olmaktır Dünyâ malından dolayı fakirlik değildir İnsanın nefs ve benliğini yenmesi lâzımdır Nefsini gören, kendinde büyüklük hisseden kimseyi Allahü teâlâ sevmez Şeytanın küfre gitmesinin sebebi nefsini, kendini büyük görmesi değil miydi? İnsanın ayağı nefsin göğsünde bulunmalıdır ki, başkaldırmaya gücü yetmesin Nefsin düşmanlığı çok büyüktür Firavun, Şeddat, Kârûn gibilerin felâketlerine nefisleri sebeb oldu Çünkü büyüklük taslayan nefisleri, büyük iddialara kalkıştılar Kendileri boş bir dâvâ güttüklerini, ilâh olmadıklarını ve Allahü teâlâdan uzak olduklarını bildikleri hâlde nefislerinin Allahlık dâvâsına boyun eğdiler Çünkü nefisleri o kadar büyümüş ve kendilerine hâkim olmuştu

İnsanın iyi amellerini ve ibâdetlerini görmemesi, hep günâhlarını görmesi lâzımdır İnsan bir şey olmadığını bilmelidir Hayrını, amelini, ibâdetini değil, hep günahlarını göz önünde tutmalıdır Çünkü insan amel ve ibâdetini görünce nefsi kabarır İnsanı felâkete götüren nefsidir Firavun, Şeddad ve Kârûn gibi ilâhlık dâvâsında bulunan ve helâke gidenler hep nefisleri yüzünden bu felâketlere uğradılar Nefisleri büyüdü, büyüdü, sonunda ilâhlık dâvâsına kalkıştılar Çünkü nefis kendinden üstün hiç bir varlığın bulunmasını istemez İşte onlar da haddini aşmış, azgınlaşmış nefislerinin ilâhlık iddiâsına uymuşlardır Onlar kendilerinin ilâh olmadığını bilmiyorlar mıydı? Biliyorlardı fakat büyüyen ve büyük iddiâlara kalkışan nefislerine kendileri de uydular

İnsan hep iyilerle bulunmalı, iyilerle arkadaşlık yapmalıdır İyilerle bulunmanın menfaati ebediyete kadar devâm eder İşte Eshâb-ı Kehf'in köpeği, köpek olması münâsebetiyle haram ve necisdir Islâkken dokunduğu yerin temizlenmesi için yedi defâ yıkamak gerekir (Şâfiî mezhebine göre) Fakat iyilerle kaldığı için, Allahü teâlâ onu berâber kaldığı iyilerin hürmetine cennetlik yaptı Haram ve necis olduğu hâlde cennetlik oldu ve Cennet'te iyilerle berâber bulunacaktır Halbuki Nûh aleyhisselâmın oğlu Ülü'l-azm bir peygamberin oğlu olduğu hâlde, kâfirlerle arkadaşlık yapıp onlarla berâber bulunduğu için îmânını kaybetti Allahü teâlâ onu kâfirler topluluğundan yazdı Peygamber oğlu olduğu hâlde kâfirlerle arkadaşlık yapmasından dolayı son nefeste küfür üzerine îmânsız gitti Öte yandan necis olan bir köpek ise cennetlik oldu Çünkü iyilerle berâberdi, onlardan ayrılmadı Peygamber efendimiz sallü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "İnsan her kimi seviyorsa kıyâmette de onunla berâber haşrolacak, kiminle arkadaşsa haşirde de onunla arkadaş olacaktır"

Ömrünün sonunda bir yıl kadar kaldığı Adıyaman'ın Kahta ilçesine bağlı Menzil köyünde hastalanan Abdülhakîm Hüseynî Efendi tedâvî için Diyarbakır'a götürüldü Oradan da Ankara'ya nakledildi Burada iken bâzı siyâset adamları ve parlamenterler kendisini ziyâret ederek duâsını istediler Onlara hitâben; "Hâlis niyetle dîn-i mübîne, İslâm dînine her kim hizmet etmek isterse Allahü teâlâ onu muvaffak kılsın" diye duâ etti

Allah Rahmet etsin(Amin)


__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Allah(c.c) Dostları

Eski 01-30-2008   #5
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : Allah(c.c) Dostları



KISA HAYAT HIKAYESI Muhammed Rasid Hazretleri

Baglilari arasinda Seyda hazretleri nâmiyla bilinen Esseyh Esseyyid Muhammed Rasid Erol (ks) hazretleri 2331930 tarihinde Siirt'in Baykan ilçesine bagli Siyanüs köyünde dünyayi sereflendirmislerdir Babasi Gavsi Bilvanisi Seyyid Abdulhakim Hüseyni (ks) hazretleri olup Naksibendi büyüklerindendirDedeleri Seyyid Muhammed Seyh Muhammed Diyauddin (ks) hazretlerinin halifelerindendir Baba ve dedeleri ilim ve tarikat ehli olan Seyda hazretleri Evladi Resul olup Bilvanis seyyidlerindendir Hz Hüseyin (ra) soyundan geldigi için de "El-Hüseyni" denilmektedir

Seyyidlik seceresi su sekildedir:
1- Seyyid Muhammed Rasid el-Hüseyni
2- Seyyid Abdülhakim el-Hüseyni
3- Seyyid Muhammed
4- Seyyid Ma'ruf
S- Seyyid Tahir
6- Seyh Seyyid Kâl
7- Seyyid Hace Ehu Tâhir
8- Seyyid Said Ebu'l-Hayr
9- Seyyid Ali
10- Seyyid Halil
11- Seyyid Hasan
12- Seyyid Mahmud
13- Seyyid Ali
14- Seyyid Taceddin
15- Seyyid Kasim
16- Seyyid Idris
17- Seyyid Ca'fer
18- Seyyid Kasim
19- Seyyid Kemaleddin
20- Seyyid Ebu Firas
21- Seyyid Fellâh
22- Seyyid Muhammed
23- Seyyid Taceddin
24- Seyyid Ebu Firas
25- Seyyid Maceddin
26- Seyyid Muhammed el-Magfur Ebu Firas
27- Seyyid Serafeddin
28- Seyyid Imam Ali
29- Seyyid Imam Hüseyni (ra)

Dedesi Seyyid Muhammed (ks) medreselerde yetismis çok büyük bir alimdi Hüsn-ü hat sanatinda çok mahirdi Hazret'e intisab etmis, Naksibendi halifesi olarak icazet ve hilafet almisti Fakat kendisi seyhine "Sizin sagliginizda kendi halifeligimi açikliyamam, sizden sonraya kalirsam, açiklanmasini birisine vasiyyet edersiniz Aksi takdirde sizin yasadiginiz devirde ben mürsidim ben seyhim diyemem, lütfen beni gizleyiniz" diye rica etmisti Seyhinden önce vefat ettigi içinde halifeligi asikare olarak ilân edilmeyip gizli kalmistir

Babasi olan Gavs hazretlerini Seyyid Muhammed'in vefati üzerine Seyyid Maruf (ks) (Seyda hazretlerinin dedesinin babasi) büyütmüstür Gavs hazretleri Siyanüs seyyidlerinden olan Fatima Validemizlee vlenmisler, bu izdivactan Seyyid Muhammed(ka), Seyyid Muhammed Rasid (ks) ve Seyyid Zeynel Abidin isimlerinde üç oglu ile Halime ve Hatice isminde iki kizi olmustur Zeynel Abidin küçük yasta vefat etmistir Ilk zevcesinin tesvikiyle evlendigi Taruni köyünden Seyyide olan ikinci hanimi Sidika Validemizdende Seyda hazretlerinin diger kardesleri, Seyyid Abdülbaki (ks), Seyyid Ahmed, Seyyid Abdülhalim, Seyyid Muhyiddin ve Seyyid Enver ile Aynulhayat, Refiate, Raikate, Naciye adli kizkardesleri olmustur Seyda hazretleri 2 yaslarinda iken Seyyid Ma'ruf vefat edince Gavs hazretleri evini Siyanüs köyünden Taruni köyüne tasidi Burada 13 sene kaldilar Daha sonra mürsidi Ahmedi Haznevi'nin (ks) izniyle Bilvanis köyüne hicret ettiler Seyda hazretleri (ks) bu köyde yine Seyyide olan Sekine Validemizle evlenmislerdir Bu evlilikten Seyyid Fevzeddin, Seyyid Abdülgani, Seyyid Taceddin, Seyyid Mazhar, Seyyid Abdurrakib isimli ogullari ile Hasine, Muhsine, Hasibe, Rukiye, Münevver, Mukaddes, Mümine ve Hediye isimli kizlari dünyaya gelmistir Gavs hazretleri Bilvanis köyünde 6 sene kaldiktan sonra Seyda hazretleriyle birlikte Bitlis'in Kasrik köyüne tâsindilar Burada 11 sene kaldiktan soma Siirt'in Kozluk kazasinin Gadir köyüne hicret ettiler 9 sene (Burada iken vatan görevini önce acemi birligi olan Manisa'da, soma Diyarbakir'da tamamladi) kaldiklari Gadir'den hayatinin sonuna kadar ikamet edecekleri Adiyaman ilinin Kâhta kazasinin Menzil köyüne yerlestiler Babasi Gavs hazretleri 1 Haziran 1972 yilinda vefat edince basliyan irsad görevi 21 sene 4 ay 19 gün devam etmisti
1968 yilinda halifelik icazetini alan 1972 yilinda irsad görevine baslayan Seyda hazretlerinin (ks) yurtiçinden ve yurdisindan asiri ziyaretçisinin gelmesi 1871983 tarihinde Çanakkale'nin Gökçeada ilçesinde mecburi ikametine yolaçmistir Önce Adiyaman'a, soma Adana'ya oradanda Gökçeada'ya götürülen Seyda' hazretleri çektigi sikinti ve adanin havasinin sihhatini etkilemesi sonucu 3011985 tarihinde Ankara'ya nakledilmistir Burada da 16 ay gözetim altinda tutulduktan soma Merkezi idarenin müsadesiyle tekrar Menzil'e dönmüstür Tekrar teblig ve irsad hizmetine devam ederken 1991 yilinin Ramazan Bayrami bayramlasmasi sirasinda içersine zehirli böcek ilaci çekilmis siringayla suikast yapilmis, eline isabet eden zehir etkisini göstermis, acil müdahaleyle hastaneye yatirilan Seyda hazretleri (ks) hayati tehlikeyi atlatmis, fa-
kat elinin üstündeki ve içindeki yaralar sebebiyle uzun
süre izdirap çekmistir

Seker, damar sertligi, tansiyon ve romatizma hastaliklari nedeniyle uzun yillar tedavi gören Seyda hazretlerinin ölümünden bir yil önce ayagi kirilmis çektigi izdiraplarina bir yenisi eklenmis, fakat irsad faaliyetleri kesintisiz devam etmistir Romatizma sebebiyle her yaz gittigi Afyondaki kaplicalardan Ankara'ya dönüsünden bir kaç gün sonra 22101993 Cuma günü cuma namazindan iki saat sonra 63 yasinda Rahmet-i Rahmana kavusmustur Vefat haberini alan onbinlerce baglisinin katilimiyla ertesi gün Menzilde babasinin yani basinda topraga verilmistir

Dr ASelahaddin Kinaci

TAHSIL HAYATI

Seyda Hazretleri ilk tahsiline babasinin yaninda baslayarak 7 yasinda Kur'an-i Kerim'i hatmetmistir Sonra Baykan Müftüsü Molla Muhyiddinden ilim tahsili görmüstü Daha sonra Mus ilinin Demirci köyünde Hazretin torunu Seyh Nasr'dan daha sonra Molla Ramazandan ders almisti Dayisinin oglu olan ve sonradan halifesi olacak olan Seyyid Molla Abdulbaki'nin derslerine ise 5 yil Dilbey köyünde devam etmisti Bu kiymetli alimlerden sarf, nahiv, mantik, belagat gibi alet ilimlerinin yaninda tefsir, hadis ve fikih dersleri aldi Daha sonraki yillarda ilimle birlikte babasi ve mürsidi olan Gavs Hazretlerinden tasavvuf egitimini alarak 1968 yilanda Naksibendi Halifesi olmustur

AHLAKI

Seyda Hazretlerinin (ks) en belirgin vasfi sabir, tevazuu ve hilmdi Kendisi hiçbir zaman hiç kimseye karsi kirici bir harekette bulunmamis, kin duymamistir Binlerce kisi etrafinda pervane olurken kendisinde kibir ve kabaliktan eser görülmezdi Seriata aykiri olmadigi takdirde kimseye sunu yap veya yapma demezdi Günahkar veya itaatsiz demeksizin herkese karsi güleryüzlü ve güzel ahlakliydi

SAHSIYETI

Seyda hazretleri kiyamete kadar bu dini ihya ve ikame eden Hz Resulullah'in varis ve halifelerindendir Muhammedi nuru yaydi, sünneti ihya ve kullari islah etti O, Resulullah'in âli ve en yakinlarindan olup bu hale iman ve takva bagiyla ulasmis olup ne-
sebçede ehli beytindendir Allah (cc)'in seçtigi kalbleri aydinlatan, insanliga yol gösteren, yeryüzünde emin Rabbanî alimlerdendir

Onun güzel ahlakini gören herkes yaptiklarindan pisman olur, hemen tevbe etmek isterdi Yanina gelenlerde çok hizli ahlakî degisim görülürdü Ziyaretegelenlere öyle davranirdi ki sanki insanlar onun yanina degilde baska bir sebeble toplanmislar Hizmet etmeyi ve hizmet edeni çok severdi Bizzat çorbanin atesini yakar, sofilere çorba tasir, misafirleri yemek yemeden ve agirlamadan geri yollamaz, sofiler yemek yemeden kendisi yemezdi Misafirperverligi o derecedeydiki hanelerinde hizmet eden erkek olmadigi taktirde kendisi bizzat ikram da bulunurdu Ayrica çaliskanlari çok sever, her iste bizzat çalisanlara yardimda
bulunurdu

Önceki Naksibendi büyüklerinin büyük-küçük demeden evlatlarina hürmet ve edebde kusur etmezdi Seyda hazretleri herkese anlayisina ve aklina göre hitabederdi Yoksul kisilerle konusur, hal ve hatirlanni sorar, ihtiyaçlan varsa hallederdi Kendilerine karsi yapilan bir haksizlikta fitne çikmasin diye hakkindan vazgeçer, olaya sabrederdi Dünya malina önem vermez, muhtaç olanlara gücünün yettigi kadar yardimda bulunur, dul ve yetimlere bizzat yardim ederdi Talebeyken yabanci köylerde açliktan rerigi degisir ben açim demez, sabrederdi Zulme ugradiginda sikayette bulunmazdi Onun döneminde Menzil Dergahi adeta bir sehâvet, uhûvvet ve ihlâs merkezi durumundaydi Ondan etkilenen baglilari birbirlerine kizmaz, en ufak kusurda özür ve helallik dilerlerdi Insanlar huzur ve kardeslik içinde Islami ögrenmeye ve yasamaya baslamislardi

AMEL VE TAKVASI
Seyyid Muhammed Rasid (ks) hazretleri, ilim tahsil eden ve ilim ögretenleri çok severdi Ilim tahsili hususunda kisinin kendi cemaatindan olup olmamasina bakmazdi Bir defasinda talebelerinden birine söyle söyledi: "Ey Allah'in kulu! Bir talebe yetistirmek bin kisiyi sofi yapmaktan efdaldir Hele o talebe varisu'l enbiya olursa Siz dininizi beldenizde bulunan en büyük alimlerden ögreniniz Herkesten fetva sormayin Çünkü memlekette fetva verecek kimse çok azdir Ilimle mesgul olan kimse dünyada en güzel is ile mesgul oluyor Ilim olmadigi zaman cehalet olur Cahilin abidi de sofisi de hüsrandadir Siz Osmanli'ya bakiniz Ne idi ne oldu Sultan Abdülhamid arif-i billah idi Basa geçer geçmez memlekette talebe yetistirme seferberligi baslatti"

Camiye ve cemaata çok bagliydi Hasta oldugu zamanlarda dahi cami ve cemaati terk etmez bazan inler gene camiye gelirdi
Seyda hazretleri farz ve vacib ibadetlerinin disinda nafile ibadetlere, bilhassa geceleyin yapilan amellere çok önem verir, sofilere gece namazina kalkmayi tavsiye ederdi Vitr namazini gece teheccüd namaziyla birlikte kilardi Kusluk namazini normalde dört, Ramazan ayinda sekiz rekat kilardi Gecenin çok az kismini uyku ile diger zamanini günes doguncaya kadar ibadetle ihyâ ederdi Ramazan ayinda amelini arttirir, gece ve gündüz olmak üzere günde 2 defa tesbih namazi kilardi Ilk onbesgün teheccüd namazini ehli beyti ile, son onbes günü camide cemaatla kilar, Ramazanin son on günü gecesinde uyumayarak, Kadir Gecesine vasil olmaya çalisirdi Diger zamanlar günde bir cüz Kur'an-i Kerim okurken, bunu Ramazan ayinda iki günde bir hatim indirmeye kadar fazlalastirirdi

Ramazan ayi orucu disinda Sevval ayi orucunu, Arefe günü orucunu ve Muharrem orucunu hiç terketmezdi Hangi sartlarda olursa olsun Hatme-i Hacegan-i yapmaya çalisir ve yakinlarina da (baglilarina da) tavsiye ederdi
IRSADI

Daha önceki büyük mürsidler gibi Seyyid Muhammed Rasid (ks) de Ümmet-i Muhammedin Allah Teala'ya tevbe vesilesi idi O ulu zat hayatini yaklasik son yirmiiki senesindeki irsadi boyunca hergün yüzlerce, hafta sonlarinda ve özel günlerde binlerce kisiye Allah adina, tevbe veriyor, dogru yoldan ayrilmayacaklarina dair söz aliyordu Irsadinin ilk yillarinda tek tek tevbe verirken ileriki yillarda kalabalik arttigindan iki elini uzatarak sigabildigi kadar insanlara gruplar halinde tevbeyle bey'at veriyordu Kisiler grup grup, önüne diz çökerek, onun söyledigi tevbe sözlerini tekrarliyor, sonra da bu sözlütevbeyi sünnet-i seniyede tarif edildigi gibi, abdest ve gusl abdesti alarak kilacagi iki rekat tevbe namazi ile saglamlastiriyordu Daha sonra bu sahislar usülünce Allah'i (cc) zikrederek ve diger nafile amelleri ögrenerek sünnet-i serif'e uygûn, ihlas ve tevazu içinde dinini yasamaya gayret gösteriyordu

Ikamet ettigi Adiyaman'in Kâhta kazasinin Menzil köyü yerlesim yerlerinden uzaktâ olmasina ragmen insanlarin, Allah'in yardimi, ve fethi, Rasulullah (as)'in bereket ve feyzi ile akin akin gelmesiyle devamli kalabalik bir sehir görünümünde, sen ve hareketli idi Sadece Türkiye'den degil diger Islam ülkelerinden hatta Avrupa'dan gelerek tevbe yapip intisab edenler oluyordu
Hazret, Allah Teala'nin kiyamete kadar açik tuttugu tevbe kapisindan kim gelirse, kilik-kiyafetine, saçina-basina degil zahiren de olsa tevbe niyetine bakiyor, tevbe için diz çökme anlayis ve tevâzusunu gösteren herkese el uzatarak, tövbe veriyordu Isteyene zikrullah gizli zikir usulünce tarif ediliyordu

Görünürde herhangi bir kimseyi ortaya çekecek cazibe olmadigi halde insanlarin ona teveccühünü ve gruplar halinde tevbe edisini, daha güzel yasamak için dine yönelisini görenlerin akillari hayrette kaliyordu Zira Hazret bu davetini ve irsadini sözlü olarak degil, mânevi nazar, Rabbani hal ve bizce farkedilmeyen ilahî bir çekimle yapiyordu Onun yasadigi hayat ve hal Allah adina bütün meramini anlatmaya kafi geliyordu

O'nun derdi Allah (cc)'ti Davasi kulluktu Cihadi islahti Istedigi; ihlas, sevgi ve gayretti Allah rizasi için ve samimi niyetle yanina giden herkes, Allah yolunda ondan bir nasib almis ve muhakkak bereket- lenmistir O'nu sahid tutarak Allah'a tevbe edenlerin ekseriyeti, tevbesinde sadik kalmaya ve Islami Allah ve Resulunun istedigi gibi yasamaya çalismistir Bu zamana kadar kendisinden rahatsiz olanlar Allah düsmanlari olmustur Hakkinda mahkemlere duyurulan bütün suç ve suçlamalar sunlardi:
"Bu zat, etrafinda kalabaliklari topluyor!"
"Insanlar akin akin gelip, ziyaret ediyor, elini öpüyorlar!"
"Herkese tevbe ettirip, zikir ögretiyor!"
"Milleti içki ve uyusturucu gibi seylerden tövbe
ettirip, tekel satislarinin düsmesine ve devletin zarar
görmesine sebep oluyor!" vs
O ise, bütün teveccüh ve nazarini bu tür itham sahibi saskinlara degil, Allah Teala'nin açtigi tövbe kapisina kosan asiklara dönderdi ve Nur Ceddi'nin (sav) garib kalmis ümmetine, O'na vekaleten, bereketli ellerini uzatip tevbeye davetine devâm etti Talebelerine: "Allah'a gelin, Allah'a dönün, O'na gidecegiz, O'na gidiyorum" diyerek bir sonbahar günü Rabbi Kerim'inin: "Ey mutmain olmus nefis (sahibi kulum): Sen Rabbinden razi, Rabbin de senden razi olarak O'na dön (Gel, salih) kullarimin arasina katil Gir cennetime!" davetine uyarak aramizdan ayrildi

Allah rahmet etsin (Amin)

Bismillahirrahmanirrahim

Ellhamdülillahi rabbil âlemîn Vessalatü vesselamü alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain

Allah (cc) biz Müslümanlar'a büyük nimetler bahsetmistir Bu nimetlere çok sükretmemiz lazimdir Bu nimetlerin birincisi ve en önemlisi Allahü Teala'nin bizi Islâm'la sereflendirmesidir Bu nimete karsilik Allah'a çok ibadet etmemiz icab eder Zaten namaz kilmak, oruç tutmak, zekat vermek, sadaka vermek gibi ibadetler de Allah'in bize dünyada bahsettigi en büyük nimetlerden degil midir? Bu ibadetlere karsilik Allahü Teala(cc) Müslümanlara cenneti ve içindeki nimetleri hazirlamistir; orada ebedi olarak kalacaklardir Buna göre ibadetlerimizi arttirmamiz gerekir

Allahü Teala (cc) bize hidayet yolunu
göstermekle büyük bir lütuf ve ihsanda bulunmustur Kafirler bu lütfu Rabbani'ye icabet etmediklerinden dolayi onlara ebedi cehennem atesi ve azabini hazirlamistir Insan söyle bir düsünse, parmagini tuttugu bir mum alevinin verecegi aciya dahi dayanamaz Bir mum atesine bile parmagini tutamazken nasil olur da ebedi ates olan cehennemlik amelleri isler, günahlardan kaçinmaz ve ibadet yapmaz? Iste bütün bunlari düsünerek ibadetlerimizi artirmaliyiz

Allahü Teala (cc) bütün dünyanin servetini bize vermis olsaydi Müslüman olmanin bedelini yine de karsilayamazdik
Bu nimetlerin ikincisi Allahü Teala'nin (cc) bizleri en son ve en büyük peygamber Hazreti Muhammed (sav) ümmetinden kilmasidir Nasil ki, Hazreti Muhammed (sav) peygamberlerin en efdali ve en üstünüdür, onun ümmeti de ümmetlerin en üstünüdür Hazreti Musa (as) Levh-i Mahfuz'a baktigi zamari, orada Hazreti Muhammed (sav)'in hasletlerini, büyüklügünü, faziletini görmüs de "Ya Rabbi! Keske beni de Hazreti Muhammed (sav) ümmeti olarak yaratsaydin Baska birsey istemezdim" diye buyurdugu rivayet edilir Iste biz böyle büyük bir peygamberin ümmetiyiz Buna layik olmaya çabalayalim

Hazreti Peygamber (sav)'den rivayet edilen bir hadis-i serifte `Benim ümmetimin (ilmiyle amil) alimleri Beni Israilin peygamberleri gibidir (Bu, büyüklük bakimindan degil hidayet bakimindandir)" buyurmustur Eskiden gönderilen peygamberlerin bir kismi yalniz kendisini irsad etmis, bir kismi yalniz kendi aile ferdlerini, bir kismi içinde bulundugu kabilesini, bir kismi da yalniz içinde bulundugu köyü irsad edebilmistir Hazreti Peygamber (sav)'in ümmetinin velileri, mürsid-i kamiller ise daha fazla irsadda bulunarak daha çok kimselerin hidayete ermelerine vesile olmuslardir
Cenabi Hakk'in bizlere farz kilmis oldugu namazda husu ve takvaya da çok dikkat etmemiz gerekir Namaz peygamber (sav)'e miraçta farz kilinmistir ilk önce elli rekat olarak fart kilinmistir Bu emirle Rabb'in huzurundan dönen Hazreti Peygamber (sav) altinci kat semada HzMusa (as)'in ruhaniyeti ile karsilasir HzMusa (as), Rasulüllah Efendimiz'e (sav) elli vakit namazin çok oldugunu, bunun ahir zaman üm-
metine agir gelecegini, Allah (cc)'tan namaz vakitlerini azaltmasi için niyazda bulunmasini söyler Rasulüllah (sav) da tekrar Allahü Teala'nin (cc) huzuruna varip,
elli vakit namazin agir gelebilecegini, vakitleri biraz azaltmasi için Allahu Teala'ya (cc) niyazda bulunur Allahü Teala (cc) da namazlari on vakit azaltarak kirk vakte
indirir Rasulüllah Efendimiz (sav) geri dönerken tekrar Musa Aleyhisselam ile karsilasir Hazreti Musa (as) yine bu kadar vakit namazin çok olacagini söyler ve biraz daha azaltilmasi için tekrardan Allahü Teala (cc)'nin huzuruna gitmesini söyler Bu gidip gelmeler birkaç kez daha tekrarlanir ve namaz vakitleri sonunda bes vakte indirilir Iste böylece Muhammed Aleyhisselam ümmetine her gün bes vakit namaz farz kilinir

Peygamber Efendimiz (sav), Musa Aleyhisselam'm bizzat kendisi ile degil ruhaniyeti ile görüsmüstür Elbetteki Allah'in (cc) dostlari ölmez Onlar için sadece nakil söz konusudur Mekan degistirirler Onlarin himmet ve yardimlari daima vardir

Musa Aleyhisselam, Hazreti Muhammed (sav)'in ve O'nun ümmetinin fazilet ve büyüklügünü, Allah (cc) yanindaki degerini Levh-i Mahfuz'da gördükten sonra söyle der: "Ya Rabbi! Hazreti Muhammed Sallü Aleyhi ve Sellem'in ümmeti olamadim Bari ümmetini görenlerden olsaydim" deyip derin bir arzu ediyor O sirada Imam-i Gazali'nin ruhaniyeti (rahmetullahi aleyh) oraya gelir ve Musa Aleyhisselam ile görüsürler Musa Aleyhisselam; -Sen kimsin? diye sorunca, Imam-i Gazali: Muhammed oglu, Muhammed oglu, Hamid oglu Imam-i Gazali'yim diye cevap verir Bu cevap üzerine Hazreti Musa (as): -Künyeni neden bu, kadar uzun söyledin? Yalnizca Imam Gazali deseydin kifayet etmez miydi? diye sorar Imam-i Gazali de (rha) söyle cevap verir:
-Allah (cc) Hazretleri ile kelam konusmaya gittigin zaman sana `Sag elindeki nedir?'diye sordugunda, sen onu tanitirken `0 benim asamdir Ona dayanir ve onunla davarlarima yaprak silkelerim ve onda benim baska hacetlerim de vardir' (Taha, 18) diye uzun uzun anlattin, kisaca cevap verseydin yeterli olmaz miydi?" seklinde sorusuna soruyla cevap verir Hazreti Musa Aleyhisselam da buna cevap olarak:
-Ben Allahü Teala (cc) ile biraz daha fazla konusabilmek için uzunca açikladim, der Imam-i Gazali de (rha) cevap olarak:
Sen, Allah'in (cc) büyük peygamberlerindensin Kelimullah'sin Kitab verilenlerdensin Onun için seninle daha fazla konusabilme serefine nail olmak için uzun açiklamada bulundum, der
Iste Musa Aleyhisselam ile bu derece yakin olabilen Imam-i Gazali (rha) zamaninin en büyük alimlerinden birisiydi Fakat önceleri tasavvufi yoldan uzak ve bu yolu da benimsemeyen bir zat oldugu, kardesi ile aralarinda geçen bir hadiseden sonra tasavvufa yöneldigi ve kisa zamanda gavs oldugu rivayet edilir

Bizler de içinde bulundugumuz bu nimete layik olmak için çok çalisalim, Hazreti Muhammed Mustafa Sallü Aleyhi ve Sellem'e hakiki ümmet olmaya gayret edelim

Padisah ne kadar büyük olursa, hizmetçisi de o kadar büyüktür Hasan-i Basri (ra) bir gün çarsiya çikmis ve bir dükkana oturmus Bakmis ki bir adam çarsida elini kolunu sallaya sallaya, gururlu ve kibirli bir sekilde geziniyor Hasan-i Basri (rha) sorar
" -Bu kimdir ki böyle gururla ellerini kollarini sallaya sallaya yürüyor?" Orada bulunanlar:
-Bu sahis padisahin hizmetçisidir 0nun için böyle gururla yürüyor" derlerBunun üzerine Hasan-i Basri (rha):
"-Ben de sultanlar sultani Allahü Teala'nin (cc) kuluyum Ben neden bu adamdan daha iyi yürümeyeyim" der ve çarsinin içinde ellerini kollarini sallaya sallaya bir müddet gezinir

Bizim de üzerimize düsen, sultanlar sultanina çok ibadet edip, çok çalismamizdir Zaten Allahü Teala (cc) "Insanlari ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattim" diye buyurmustur (Zariyat) O'na layik olmaya çalisalim Bizlere bildirmis oldugu hayirlari yapmaya gayret edelim Zaten Allahü Teala da (cc) söyle buyuruyor "Azaba duçar olmadan önce (tevbe edip) Rabbiniz'e dönün ve ona teslim olunSonra yardim olunmazsiniz Ansizin haberiniz olmadan azap size gelmeden önce Rabbiniz'den size indirilenin en güzeline (nehyedildiklerinizi birakip emrolunduklaniza) tabi olun" (Zümer, 54-5) Dünyada yapilan günahlarin hesabi, azabi ve cezasi ahirettedir Ölmeden önce iyi amelde bulunmaya acele edin Bir insan tek basina, yalnizken, günah isleme firsati oldugu halde, Allah'tan (cc) korkarak o günahi islemezse, Allah (cc) ona çok büyük ecir ve sevap veriyor Bu davranis (günahtan kaçis) mümin için en hayirli istir Bu hal imanin kemale erdiginin alametidir
Kalabaliktan çekindigi için günah islemeyen kimseye sevap yoktur ama yalnizken ve elinden geldigi halde, yapabilecek durumdayken günah islemeyene çok sevap vardir

Herkesin birbirinden kaçacagi o günde, bütün insanlar hesaplari görüldükten sonra bir kismi cennete bir kismi da cehenneme gitmek üzere ayrilirlar Daha sonra herkes ayrildiklari yerlerine gitmeden önce; anne, baba, ogul, kiz hepsi birbirlerine sarilip vedalasirlar Onlarin bu vedalasmalari 500 yil sürer Vedâalasma bitince melekler onlara gelecek ve " Vedalasma bitmistir Artik birbirinizden ayrilin" diyeceklerdir
Sonra da herkes hak ettigi yere gönderilecektir Cehenneme gidenlere Allah (cc) seslenir:
" -Ey Adem ogullari! Seytana itaat etmeyin, o sizin apaçik düsmaninizdir, bana itaat edin, dogru yol budur, diye size bildirmedim mi?" (Yasin, 60-61)
Yine Allahü Teala (cc) söyle buyurur:
" -Bugün onlarin agizlarini mühürleyecegiz Elleri bize konusacak ve ayaklari da neler isledilerse ona sahitlik edeceklerdir"
(Yasin 65)

Insanlarin omuzlarinda iki melek vardir Islenen günahi tevbe edebilir diye sagdaki melek soldakine yirmidört saat yazdirmiyor Bu vakit zarfinda tevbe etmezse, defterine bir günah yaziliyor Sevap melegi ise, her sevap ve iyilik için ondan yediyüz katina kadar sevap yazdigi oluyor Hiç beklemeden hemen yaziyor Bundan büyük bir nimet olur mu?

Allahü Teala(cc) kulunu bagislayip affetmek için adeta ufak bir bahane ariyor Madem Allah (cc) bahane ariyor, biz de gayret edelim Dünya ile magrur olmayalim, ona kanmayalim

Sofiler ayakta çok beklediler Onun için sohbetime burada nihayet veriyorum Allah (cc) hepinizden razi olsun Insa nasib olursa cumaya kadar evimize dönmek niyetindeyiz Bu maksatla buradan ayriliyoruz

Allah (cc) hepimizi affetsin, insa
BIR MANEVI ÖNDERIN KAYBI

Fehmi KORU - ZAMAN

Vefatinin üçüncü günüydü ve vefati ögrendigimiz günden beri ilk defa biraraya geliyorduk Yüzündeki buruk ifadeyi açiklamak için, "Insanin mürsidi ölünce içinde bir bosluk kaliyor" dedi Birkaç gündür etrafta hissettigim sarsilmanin en derin anlamini bunu söyleyenin yüzüne baktigim o an çikardim Yakinimdaki birçok insan, su siralarda içlerinde derin bir bosluk hissediyorlar Ve o sebeple buruklar

Hayatinda hiçbir inis çikisi bulunmayan, davranislari önceden kesitirilebilir bir insan olan babamin, hepimizi sasirtan iki ani ve fevri davranisini gördük bugüne kadar Biri, bizlere kizip biraz kafasini dinlemek istediginde, neredeyse 30 yil aradan sonra, askerligini yaptigi il olan Malatya'ya çekip gitmesiydi Digeri ise; birkaç günlük bir baska ortadan kaybolmasiydi Döndükten bir müddet soma, o da iyice sikistirinca, Adiyaman'in Menzil köyüne gitttigini itiraf etmis Izmir nere Adiyaman nere? Esnaflar çevresinde biçok kisi, her hafta birkaç otobüsle Menzil ziyaretini aliskanlik haline getirmisler; cami arkadaslari onu da ikna edip, bizlere bile haber vermesini beklemeden Menzil'e sürüklemisler Sorguladigimizda, orada gördügü basit ama anlamli hayattan bölük pörçük sahneler aktarmisti: Alti her zaman kaynayan kazan, disaridan gelenlerin yatmasi için hazirlanmis yer yataklari, cemaat halinde kilinan namazlar Kimsenin aç, açikta ve manevi korumasiz kalmadigi bir yermis Menzil

Baskalari manevi hayatin disinda kalmislar "ölümü" zor idrak ediyorlar Çok kisa sürede olup bitenler onlari sasirtiyor olmali Cuma namazi sirasinda vefateden bir insan, sevenleri tarafindan hemen köyüne götürülüyor, Safii gelenegine uyularak vakit geçirmeden topraga veriliyor Ölümle topraga verme arasinda yalnizca 24 saat geçmesine ragmen onbinin üzerinde insan Menzil'e gelmis bile Türkiye'nin her tarafindan

Seyh Rasid Erol, vefatindan sonra çikan yazilardan ögrendigime göre, öyle fazla konusan bir "mürsid"degilmisOnu ziyaret edenler, Menzil'de bulduklari ortamin etkisinde kalirlarmis Daha dogrusu, sözlü ikna yerine, hal ve tavriyla teblig yöntemi imis onunki Saglandigi esaslar ve takipçilerinin izlemesini istedigi ilkeler, varligiyla etrafina örnek olarak insandan insana geçiyor olmali

Mana aleminin disinda kalanlar iste bunu anlayamaz Onlarin zannetikleri, inanan kesim arasindaki iliskilerin madde ve para temeline dayandigidir Biraz daha insafli olanlar, önder durumundaki kisinin cezibesinin etkisini de kabul ederler Ancak hiçbirinin aklina, kalpten kalbe bir yol olabilecegi gelmez Konusmadan anlasilabilecegini düsünmezler bile Oysa, Seyyid Rasid Erol, Öyle çok konusmayan, insanlari etkilemek için hiç çaba göstermeyen, ama insanlarin pesinden ayrilmadigi bir "mürsid"di

Küçücük bir köy, sirf o orada yasiyor diye, ülkenin her tarafindan gelen insanlarla dolup tasiyordu Otobüslerle, otomobillerle gelenler, köydeki imkanlarla misafir ediliyor, doyuruluyor ve isteyen istedigi kadar kalip, istedigi anda orayi terkediyordu Gelenlerin içinde kötü aliskanliklari olan, içki ve kumardan kendilerni alamayanlar, Menzil'in manevi havasini teneffüs edince, o aliskanliklarini terkediyorlardi Vaktiyle meyhane iken lokantaya çevrilmis yerler gördüm Anadolu'da Adlarini da "Menzil"e çevirmislerdi

12 Eylül askeri darbesinin en, baskici günlerinde, ülkeyi yöneten komutanlar Menzil'i de kesfetmislerdi Kimin aklina nereden geldiyse, Seyh Rasid Erol'a zorunlu ikamet yeri olarak Gökçeada'yi seçmisti Az kisinin yasadigi, vaktiyle Rumlar tarafindan iskan edilmis bir adayi Ikametgahida, eger yanlis bilmiyorsam, bir meyhanenin üstüydü Inançli bir insana yapilabilecek en büyük zulüm Çesitli saglik sorunlari bulunan Seyh'in tedavisini de engelliyorlardi Zorunlu ikamet ve tedavisinin engellenmesi bir yana, kendisini taniyanlarla irtibatinin kesilmesi daha da büyük bir zulümdü

Kenan Evren, sonradan kitaplastirdigi anilarinda, Turgut Özal'a ilk olumsuz teshisi koymasina Seyh Rasid Erol'un vesile oldugunu anlatir Özal, sagligi bozuk, sevenleriyle irtibati kopmus Seyh'in sürgün hayatinin sona ermesini talep etmistir Her halde, bunu, uygun bir dille yapmis olmali 12 Eylül'ün kudretli lideri, "Yaptigi teklif igrençti" gibi bir seyler söyler Bir manevi liderin zulmüne son verilmesini igrenç bulan Kenan Pasa

Seyyid Rasid Erol'un zorunlu ikametinin sona erdirilmesi, askerlerin göreve getirdigi merhum Turgut Özal gibi siyasiler tarafindan basarilamaz, ama yine onlarin kurdugu partinin basina getirdikleri bir baska emekli askerin devreye girmesi etkili olur MDP Lideri Turgut Sunalp Pasa, parti isinde yaninda bulunan siyasetten anlayan bir kadronun telkiniyle, Seyh Rasid Erol'un daha uygun bir yere tasinmasini saglar Ankara'daki kisa bir ikamet, ANAP iktidarinin ilk günler'inde, yeniden Menzil'e dönüsle noktalanir Köydeki cenaze töreninde Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Baskani Muhsin Yazicioglu da bulunmus Yeniden Dogus Partisi (YDH) lideri Hasan Celal Güzel de Fotograflara baktim, çesitli vesilelerle tanidigim yiginla insan gördüm Hepsi de sevgi ve bagliliklarini sunmak üzere oraya gitmislerdi, besbelli Bagliligi olan bir yakinim, gitmesi mümkün olmadigi halde gitmediginin izdirabini çekiyordu, törendendört gün sonra bile Binlerce kisi ayni duygulari pay- lasiyor olmali simdi

Cuma günü Meclis'e gittim ve cuma namazini da orada kildim Zaman'dan vefat haberini duymuslar, ama teyidi için bir kanal gerekmis Benim aklima ilk gelen isim, Seyh ile uzaktan ilgimi kuran isadami Ahmet Etöz oldu Izmir Caddesi'nde spor malzemeleri magazasi olan Ahmet Bey, vefat haberiyle birlikte hastaneye kosmus Magazasinda çalisanlar vefati dogruladilar Simdi kimbilir ne kadar üzgündür Ahmet Bey

Türkiye zor bir döneme girdi Bu dönemde birlik ve beraberligin çimentosu olacak manevi liderlere daha fazla ihtiyaç var Seyyid Muhammed Rasid Erol, Adiyaman'in Menzil köyünde, dogusu ve batisiyla bütün anadolu'yu kepçeleyen böyle bir manevi önderdi Vefati, onu taniyan, ona baglilik duyanlar kadar, onu uzaktan sevenleri de derinden üzdü

TRT bu vefattan herkesi haberdar edebilirdi, etmedi Gazeteler, etki alaninin genisligini tam kestiremedikleri için, kisa haberler vermekle yetindiler Seyh Rasid Erol, kendi çizgisini devam ettirecek hayirli evlatlarla onbinlerce baglisini geride birakti Onu taniyamamis bizim gibiler de yoklugunu hissedecekler Ama en büyük kayip, ayrilik ve bölünme belasinin pençesine düsmüs olan ülkenindir; bunu unutmayin

Mekani cennet olsun
SEYYID MUHAMMED RASID (KS)'NIN ARDINDAN

Vehbi VAKKASOGLU

Insanimizi ayakta tutan, iç ve dis bozgunculara karsi güçlü ve dirençli kilan, kültürümüzü nesilden nesile sessiz sedasiz büyük bir tevazu ile nakleden büyükler vardir Isimleri, resimleri bilinmez büyüklerdir bunlar Çünkü saklanmayi, mahviyet perdesiyle örtülü kalmayi kendileri isterlerOnlar kendi varliklarini öne çikaran her türlü alayis ve nümayisten uzakta kalmaya özel bir özen gösterirler, hizmetlerinin karsiligini hakiki alemde görmeyi umarlar, bunun için de talip olduklari sey sadece ve sadece Cenab-i Hakk'in rizasidir

Bu büyükler, Allah rizasi yolunda, dayanilmasi çok zor ceberutlara, baskicilara, laiklik perdesine bürünüp gizlenmis din düsmanlarina müthis bir direnisle karsi koymuslar, yollarindan dönmemisler, gelecege dair ümitlerinden vazgeçmemislerdir Daha dogrusu, gelecegin nasil olacagini fazla da düsünmeden Islam'a, imana sahip çikmislar, neticeyi Allah'in rahmetinden bekleyerek rizave tevekkül göstermislerdir Bugün iman ve Islam davasindaki insanlarimiz yakin geçmisimizde yasanan serefli mücadeleleri bilmek zorundadirlar Bilmek ve vefa duygusunun geregini yerine getirmek borcundadirlar Geçmisin zorluklarini bilmek, hem bugünümüz için dersler verecek, hem de içinde bulunulan kolaylik ve imkanlarin sükrünü ihmal etmemeye sebep olacaktir Aynca bu isimsiz kahramanlarin taninmasi, hizmetlerinin bilinmesi, onlarin haksiz suçlanmalarinin da önüne geçecektir
Zira bugünün sartlarindan geçmise dönüp bakinca, birtakim yanlis degerlendirmeler yapiliyor ve bu suretle de devrin ilim adamlari, Allah dostlari, manevi dinamikleri suçlanabiliyor

Iste onlardan biri Bir büyük silsilenin günümüzdeki temsilcisi, manevi dünyamizin temiz yapi taslarindan Muhammed Rasid Erol Hazretleri Ebedi aleme göçüsüyle bütün mü'minleri büyük bir hüzne bogdu Ancak, mini birlik ve beraberlige en çok muhtaç oldugumuz bir dönemde dahi ne yazik ki, basta devlet radyo ve televizyonlari olmak üzere medyamiz bu olaya göz yumdu Bu görmezden gelisin temel sebebi, bir eski hastaliktir Bizi bir vatanda iki millet haline getiren eski bir hastalik Isin içine din, dindarlik, daha dogrusu islamiyet girince, bir kisim aydin ve bürokratimizin hala kendilerini kurtaramadiklari laiklik
hassasiyetiyle çekinmek, korkmak, endiselenmek ve bu suretle de uzak kalmak, lakaytlasmak duygusu

Onbinleri ilgilendiren ve heyecanlandiran bir olayda dahi kör ve sagir kalmak vurdumduymazligi, bu eski aydin hastaliginin temel belirtisidir Oysa ki, vefat eden maneviyat kutbu, ülkenin sadece güneydogusunda degil, her yanindâ bir manevi asayis muhafizi gibiydi Ona gönül baglamis olanlar, her türlü kargasaya ve teröre karsi, ülkenin her yaninda güçlü bir teminat idiler Ve varliklariyla terörü önlemeye giden yolun nerelerden geçmesi gerektigini de isaretini veriyorlardi Anadolu'yu bir huzur ortami haline getirmekte samimi olanlarin onlarla ortak paydalar aramamalari mümkün mü?

Evet, daha kisa zaman önce, Muhammed Rasid Erol Hazretleri'nin basina gelen sürgünlü olaylara bakilinca, - yöneticilerimizin bindigi dali kesme gafletini bile asan bir saskinlik içinde olduklarini açikça müsahede ediyoruz Nedir bu korku? Birakiniz bu büyüklerin faaliyetlerine yardim etmeyi, onlarin vefatlarini ve bunu meydana getirdigi yurt sathina yayilan aciyi haber degerinde bile görmemek gafleti hala sürebiliyor Bu kafayla halkla bütünlesmek nasil mümkün olacaktir? Inançlarda, duygu ve düsüncelerde birlik ve beraberlik nasil saglanacaktir? Bütün yurt sathinda oldugu gibi, Güneydogu'da da temelli ve esasli bir birligin ve ortak paydanin adi Islam'dir Artik bunu yok saymanin imkani kalmamistir

O bölgemize saldiran eskiyanin bile, gerçek yüzünü din açisindan göstermeye basladigi bizzat Genel kurmay Baskani Sayin Dogan Güres Pasa tarafindan açiklanmistir Güres Pasa'ya göre, bir kisim teröristler "Buralarda eskiden bizim ecdadimiz yasiyordu ve kiliseler vardi" diyorlar Dis kaynakli, Ermeni destekli Hiristiyani hülyalarin açiga çiktigi bir zamanda bile artik bazi tarihi yanlislari bir tarafa atip, insanimizi Islam harciyla birlestirmeyi, düsünemeyenlerin samimiyetlerine nasil Inanâcagiz?

Seyh Muhammed Rasid Hazretleri'nin mensup oldugu manevi silsile, iman ve irsad sahasinin en parlak ve etkili yollarindandir Öyle ki, bir zamanlarin meshur eskiyalari olan Hamido ve Celilo dahi, Gavs Hazretleri'nin sohbet halkasinda yepyeni bir sahsiyet haline gelmisler, eski hayatlarindan tamamen çekilerek, tertemiz bir ömür yasamislardir Bunun binlerce örnegi, o mütevazi Menzil'de halen yasanmaktadir Bunca ibretli olaydan sonra, hala birtakim temelsiz fobilerle yurdumuzun manevi dinamiklerine, göz yummanin gafletle de tarifi zorlasmaktadir O maneviyat büyükleri bu dünyadan ve sizlerden birsey beklemiyorlar Siz ise iddiali oldugunuz dünyevi rahat ve huzurun saglanmasinda onlara çok çok muhtaçsiniz Birakiniz inanci, böyle bir fayda için bile onlara yaklasamamanin, dost olmamanin altindaki psikoloji nedir? Evet, artik bu tahlili yapmanin ve birtakim fobilerden, komplekslerden kurtulmanin çoktan zamani geldi ve geçiyor bile

Muhammed Rasid Hazretleri'ne Allah`tan rahmet, geride kalan sevdiklerine sabr-i cemil diliyor, bu kudsi silsilenin kiyamete kadar "Imana hizmet" yolunda muvaffakiyetini Cenab-i Hakk'tan niyaz ediyorum
SAHIFE - SEYH M RASID EFENDI

25 - EKIM - 1993
MSevket EYGI - milli gazete

NAKSIBENDî mesâyihinden Muhammed Râsid hazretlerinin âhirete yürüdüklerini teessürle ögrendim Âlimin ölümü âlemin ölümüdür, buyuruluyor Bunca insanin hidâyetine, salâhina, istikametine vesile olan bu kadri büyük zâtin yeri nasil doldurulur? Ümmet-i Muhammed'e tâziyetlerimi beyan ederim Bu gibi zevat sadece bir tarikin veya mesrebin büyügü degil, bütün ehl-i tevhidin büyükleridir

Televizyonlarin bu büyük kayip karsisinda suskun kalmalari ne kadar utanç vericidir Yaramaz adamlarla ilgili haberlere büyük yer ayiran gök gözlü ekranlar, büyük bir zatin kaybindan bahs etmiyorlar Ne büyük bir ayiptir 1960 NisanindaBediüzzaman Said Nursî hazretleri Urfa'da irtihal-i dâr-i beka ettiklerinden cenâzesine yetismek üzere yola çikmis, fakat sehre vardigimda vâlinin emriyle gömülmüs oldugundan geç kalmistim Ancak kabrini ziyaret
edebilmistim Seyh Râsid hazretlerinin cenazesinde de bulunmak isterdim; ne çâre ki geç kaldim, su sirada bazi mâzeretlerim de var Cenab-i Hak garik-i rahmet eyleye, sevenleriyle ve bütün mü'minlerle Cennet-i Âlâda bulustura

Naksîlik, diger turuk-i aliyye gibi, ucu Resûllerin Seyyidi'ne ulasan nûranî bir kurtulus silsilesidir Milletimizin, vatanimizin, devletimizin varliginda Naksîligin büyük hizmetleri geçmistir Sanilmasin ki, bu topraklar sadece kiliç gücüyle, ordularla, savaslarla feth edilmistir Asil fâtihler mâneviyat ordularidir Anadolu ve Rumeli öncelikle tasavvuf ulularinin, dervisânin himmetleriyle feth edilmistir Istanbul'un fethinde Aksemseddin Hazretlerinin rolü ve tesiri düsünülsün

Merhum ve magfur Seyh Râsid efendi hazretleri sayisiz fâcir kisinin salâhina hizmet etmis ricâldendi Insa hizmetleri devam edecek, onu sevenler i'la-yi kelimetullah yolunda yürüyeceklerdir

Böyle büyük zatlarin âhirete yürümeleri, birtakim büyük Hâdiselere tekaddüm edebilir Bediüzzaman'in vefatindan sonra da 27 Mayis ihtilâli olmus, ortalik toz duman içinde kalmisti Gafil olunmaya

TEFEKKÜR - Menzil'de Bir Günes Batti

25 - EKIM - 1993
Hekimoglu ISMAIL

Menzil, varilacak yer demektir Hiç kimse "Falan yere gidin" demedi, herkes oraya akin akin gitti Evvela devlet gözetledi: "Ne oluyor?" diye, sonra Muhammed Rasid Efendi'yi gözetim altina aldi, sorgulamasi yapildi:
-Biz, kimseye gelin demiyoruz, onlar kendi istekleriyle geliyorlar Onlara bir sey de söylemiyoruz
Seklinde ifade verdi fakat, yakasini bir türlü birakmadilar Neticede o bizi birakti, dünya yurdundan ahiret yurduna göçtü "Allah indinde din Islâmiyettir" buyuruluyor, "Allah dinini kiyamete kadar koruyacaktir" deniyor Halbuki Islâmi egitim hemen hemen yok edilmis, günah selleri sevaplari da alip götürmüs, ortada ismi Müslüman fakat Avrupa hayati yasiyan insanlar kalmisBu durumda Islâmiyet nasil devam edecek? Sebepleri yaratan Allah, bazan sebepleri asarak icraatini sürdürüyor Menzil'de bunun tatbikatini gördük

Menzil Urfa yolu üzerinde, Urfa'ya yakin bir yer Eskiden burasi bir bozkirmis, Rasid Efendi'nin dedesi buraya gelip, gayet basit evler yapmislar,birkaç haneden ibaret bir belde kurmuslar Isin en önemli yani buradan bir su çikmis, tadi degisik amma güzel Içmeye, temizlige, bahçe sulamasina yetecek kadar Sanki kendi kendilerini sürgün etmisler, sehirlerden kaçip, issiz bir yerde ikamete baslamislar Fakat milyonlarca insanin bulundugu sehirlerde kendilerini yalniz hissedenlere inat, bunlara hergün binlerce insan akin akin ziyarete gelmis Evet, orada bulundugum üç gün içinde, hergün otobüsler, taksiler, mi- nibüsler dolu insan gelirdi Mahseri bir kalabalik vardi Bu insanlari oraya çekip getiren neydi? Niçin geliyorlardi? Yaz, kis demeden, yorgansiz, yataksiz camide veya surda burda nasil yatiyorlardi? Ne yiyip, içiyorlardi? Evet, Islâmî ögretim ve egitim yok edilirken, Müslümanlar sebeplerin disinda, Islâmiyet'le müserref olup, Islâmiyet'in hakkaniyetine alenen inaniyorlardi

Rasid Efendi, pek konusmazdi, vaz-i nasihatte bulunmazdi Sadece imamlik ederdi Amma onu gören kötü aliskanliklarini terk eder, bazilari sakal birakir, dinî kiyafetler içinde isine bakardi Nasil ki miknatis, demir cinsinden seyleri miknatislandirirsa, o da yanina yaklasana Islâmî hayati asilardi Bu, elbette Allah vergisiydi Islâm'dan uzaklasan bir ki- sim kullarini Allah, bu sekildeIslâm'a çekiyordu Her irktan, her mezhepten, hatta her dinden insanlar gelirdi, bunlari getiren sebebi anlatmak mümkün degil, amma giden bir daha gitmek ister, sevdiklerini de götürürdü O, seyyiddi, ali beyttendi Bu noktada düsünüyorum: Hazreti Ali'yi sevdigini söyleyen, onun soyuna hürmetkâr ve bagli olan Alevîler, bu seyyidler kervanina tâbi olsalar gerçek mânâda Hazreti Ali'ye de tabi olurlar Seyyidler çok önemlidir, onlardaki hal ve tesir daha baskadir

Rasid Efendi Arapça, Türkçe ve Kürtçe bilirdi, Menzil'de Kürt'ü, Türk'ü, Arap'i, kardes kesilirdi Böylece millî derdimizin dermani idi, bir kisim bürokratlar kadrini bilmedi Osmanli Devleti'ni asirlarca ayakta tutanlar Rasid Efendi gibi kimselerdi Türkiye, bunlarin kiymetini bilmedigi için simdi basimiza PKK olaylari çikti Çünkü Islâmiyet'i yasamaktan baska bir gayesi olmayan Rasid Efendi ve onun gibiler sürekli gözetim altinda bulunduruldu, sürgün edildi, ifadesi alindi, kisacasi rahat birakilmadi, olaylar PKK'lilara malzeme oldu Islâmiyet her irki, her mezhebi, kisacasi Müslümanlar'i kardes ederken, bugünkükavmiyetçilik, kardesi kardese düsman etti Rasid Efendi gibilere imkân taninsaydi Güneydogu hadiseleri olmazdi

Dedik ya, "O seyyiddi" Seyyidler kervani yollarina devam edecek, bu kervana katilanlarin âünya ve ahiretleri cennet olacaktir insa

SEYYID MUHAMMED RASID

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Allah(c.c) Dostları

Eski 01-30-2008   #6
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : Allah(c.c) Dostları



Seyyid Taha (ks)

O' nun neslinden 0 da Seyyid

Gavsı Geylani'nin torunlarındanKur'an-ı Kerimi hatim ve hıfz ettikten sonra ilim tahsiline başladı Süleymaniyye, Kerkük, Revandız, Erbil, Bağdad ve daha birçok medreselerde büyük alimlerden ders almış, ilim ve fenleri ikmal edip, icazetle Süra (Berdesur) gelerek, bir medrese tesis edip tedrisata devam buyurmuştur Bir çok ulema ve ezkiya yetiştirmiştir Kendileri o havalide "Alleme" olarak iştihar etmiş, tanınmıştır




Bir gün rüyada görürler Dağdan bol bir su akıyor ve herkes ondan içmeye koşuyor Seyyid Taha ise suyu kaynağından içmek için dağın tepesine tırmanıyorlar Bir de ne görsün; Suyun kaynağında Allah'ın (CC) Resulü (SAV) Tüm sular onun mukaddes parmaklarından akmakta ve tüm coşku ile suyu asli kaynaktan içiş



Nihayet babası ve annesi gibi en yakınlarına danışıyorlar:



-"Ne yapayım?"



Ardından cedleri Abdülkadiri Geylani'nin (KS) türbelerinde derin murakabe Gelen hitap:



-"Oğlum Taha: Benim tarikatım çok büyüktür, ama şimdi ehli kalmadı Sen hemen Mevlana Halid'e teslim ol ve onun yoluna gir"



Mevlana Halid, Seyyid Taha'yı, Abdullah Dehlevi'nin kendisini beklediği gibi beklemekte Büyük ikram ve itibar Seyyid Taha hazretlerine özel bir ev tutuyorlar ve onu, tam seksen gün hususi bir murakabe altına alıyorlar Sekseninci gün her şey tamam Mevlana Halid buyuruyorlar:



"Artık yerine dönebilir ve irşat makamına geçebilirsin! Yürü bu yol senin"



Süluk ve terbiye esnasında Hazreti Mevlana, Seyyid Taha hazretlerine dağdan istinca taşları getirtti Hülefa ve etba'ı arasında, bu hal, taaccüble karşılanır, Hazreti Mevlana Resulü Ekrem'in (SAV) Ehl-i Beytine çok fazla bağlı olduğu halde Seyyid hazretlerini dağa göndermesindeki hikmet nedir? diye tereddüt hasıl olur, Mevlana hazretleri ise bu hususta konuşmaz, sükut ederdi



Seyyid Taha hazretleri hilafetle müşerref olup Berdesüra hareket edeceği zaman, Hazreti Mevlana büyük bir cemaat ile teşyi ederler Arz-ı veda eder Mevlana'nın ayrılmış olduğunu hissedip, atına binmek istediğinde üzenginin bir kimse tarafından tutulduğunu anlamış, bakmış ve görmüş ki, üzengiye yapışan ve onu tutan bizzat Mevlana'nın kendisidir Estağfirullah deyip, geri çekilmiştir Hazreti Mevlana, Seyyid Taha hazretlerine hitaben: "Bir zaman nefsin terbiyesi için size dağdan taş getirtiyordum Şimdi Resul-i Ekremin Ehl-i Beytine olan bağlılığım hasebiyle, üzengini benden başka kimse tutamaz Siz de imtina edemezsiniz" 0 da sıkılarak, emir edepten üstündür sözü gereğince ata biner ve şehrin dışına kadar, binlerce alim, salih, mürit ve halkın katıldığı uğurlama merasimi ile gîder Mevlana durup elindeki dizginleri de, Seyyid Taha' ya verip, bundan sonra dizginlerin senin elindedir Terbiye ve yetişmede kusur etmedin Cenab-ı Hak yardımcın, büyüklerin ruhları sığınağın olsun, buyurur



Rabıta etmenin çokluğundan boynundaki kemik dışa doğru eğilmiş görünürdü



Nehri kasabası 1750 hane iken, hiçbir evde yemek söz konusu değildi Hepsi tekkeden yer, içerdi Mürşidinin tavsiyelerine binaen devlet ricali ile temas buyurmazlar, ancak bazı Müslümanların zararını önlemek üzere mektup yazarlardı Halbuki başta Sultan Abdülmecid Han olmak üzere bütün devlet ricali her emirlerine amade idi



Seyyid Taha hazretleri zamanında, İran Şahı, Şemdinan'a yakın 145 pare köyü, her şeyi ile beraber Seyyid Taha'ya bağışlar Bu haberi kendisine getirdiklerinde, bir an başını eğer ve sonra kaldırıp: "Elhamdulillah" der İran Şahı ölünce oğlu bu köyleri geri alır Haberi Seyyid Taha'ya getirdiklerinde yine başını eğer, bir an sonra kaldırır ve "Elhamdulillah" buyurur Halife Köse: "Efendim, köyleri size hediye ettikleri zaman da hamd ettiniz, geri aldıklarında da hamd ettiniz Hikmeti nedir? diye arz edince: "Hediye ettikleri zaman kalbimi yokladım Dünya malına sevinmediğini gördüm, bunun için hamdettim Şimdi geri aldıklarında, yine kalbime baktım Hiç üzüntü bulunmadığını gördüm Yine hamd ettim" buyurdu



İlimde öyle şöhret sahibi idi ki, rahle-i tedrisatlarında zamanın büyükleri devamlı bulunmaktaydı

Hırsızın biri, Seyyid Taha hazretlerinin ambarına girip, bir çuval un çalmak ister Çuvalı doldurur, fakat kaldıramaz Yarıya kadar boşaltır, yine kaldıramaz Kaldırmak değil, çuvalı yerinden bile oynatamaz Biraz daha boşaltır, yine kaldırıp götüremez 0 sırada Seyyid Taha hazretleri ambara gelir: "Ne o çuvalı kaldıramıyor musun? Yardım edeyim buyurur" Hırsız, Seyyid Taha hazretlerini görünce donakalır Bir şey diyemez Seyyid hazretleri çuvalı kaldırıp hırsızın sırtına verir ve: "Bunu al git bizim adamlarımız görmesin, belki canını yakarlar Bir daha ihtiyacın olursa ambara değil bize gel" buyurup onu gönderir Hırsız tövbe edip, sadık müritlerinden olur



Seyyid Taha hazretlerinin kayınpederi Nehri kadısı İdi Bu mübarek damadını o kadar çok severdi ki, kabrinin, onun kabrinin girişine yapılmasını ve: "Seyyid Taha hazretlerinin kabrini ziyaret etmek isteyen Hak aşıkları benim mezarımın üstüne bassın da geçsinler Belki mübarek Taha'yı ziyaret edenlerin toprağına deyen ayaklarımın yüzü suyu hürmetine Allahü Teala beni affeder, yahut Onu ziyarete gelenlerin ayaklarına mezarımın toprağı değmekle teberrük ederim" buyurdu Ve gerçekten o mezar Seyyid Taha hazretlerinin mezarının tam girişindedir



Berzenci seyyidlerinden Seyyid Musa (KS) kervan başı olarak İran'a giderken, gayet sarp bir yerde, katırı yoldan düşüp, uçuruma yuvarlanırken, "İmdat ya Seyyid Taha!" diye yalvarır Hayvan olduğu yerde kalır Çekip yola çıkarırlar Bir müddet sonra ziyaret için Nehri' ye gelir Seyyid Taha hazretleri: "Ya Seyyid Musa, bir katır için bizi İran'a çekiyorsunuz buyurur Seyyid Musa cevaben: "Efendim hazretleri, dünyada katırımıza bakmazsanız, ahiretde bize nasıl bakarsınız" diye latife eder



Sultan Abdülmecid Han zamanında İstanbul'da Remil ilmi yaygın idi Padişahın emri ile zamanın kutbul ferdi nerede ve kim olduğu araştırılmış, neticede kutb-ül ferdin hazreti Seyyid Taha olduğu tespit edilmişti Bunun üzerine padişah tarafından Seyyid Taha hazretlerine yazılmış ve İstanbul'a davet buyurulmuştur Seyyid hazretleri ise "Remle itimat tahminidir Bu hususta İstanbul'a gelmem mümkün değildir Padişah ısrar ederlerse, başka bir tarafa hicret edeceğim" diye kesin cevap vermiştir Zira Mevlana Halid hazretleri bütün halifelerini devlet ricali ile görüşmekten men buyurmuşlardır



Seyyid Taha hazretlerinin iki oğlu vardı Biri genç yaşta vefat etti Bu oğlunun ismi Habibullah'tı Bu oğlunu çok severdi Diğer oğlu Seyyid Ubeydullah hazretleri olup,babasından istifade ettikten sonra, amcası Seyyid Muhammed Salih hazretlerinden hilafet alarak, amcasından sonra büyük bir salabetle Nehri makamını irşat ve hükümdarlıkla idare etmişti



H1269 yılında ebediyete göç var



Mübareğin alnı geniş, kaşları kesif (sık), iki kaşlarının arası açık, mübarek gözleri siyah, yüzleri müdevver, lihyeleri top, kametleri mu'tedil bir nur parçası idi

__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Allah(c.c) Dostları

Eski 01-30-2008   #7
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : Allah(c.c) Dostları



HZ VEYSEL KARÂNÎ ve İLÂHÎ AŞKIN ¤¤¤AHÜRÜ

Üveys el-Karânî hazretleri, Peygamber Efendimiz (sav) zamanında yaşamış büyük bir Allah dostudur İsmi Üveys b Âmir el-Karnî'dir Yemen’in Karn köyünde doğmuştur Doğum tarihi bilinmemektedir 657 (h 37) tarihinde şehit edilmiştir Peygamber (sav) Efendimizin sağlığında Müslüman olmuş; fakat göremediği için Sahâbî olamamıştır Tâbiî’nin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirilmiştir

Hazret-i Ömer’in halifeliği sırasında Medine’ye geldi Çok ilgi ve hürmet gördü Önceleri kendi memleketi Yemen’de yaşadı Sonra Basra'ya gitti
Veysel Karânî hazretleri, Yemen’de iken deve güder, geçimini onunla temin ederdi Geçimi, yaşaması pek sadeydi Hasta, âmâ ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse kabul ederdi Fakir olanlardan hiç ücret almazdı Aldığının yarısını sadaka olarak fakirlere dağıtır, kalanını da kendi ihtiyaçlarına ve annesine harcardı

Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca Sevgili Peygamberimiz (sav)’in aşkı ile yanıp tutuştu Bir an bile Rabbini unutmadı Kulluğunda o dereceye yükseldi ki, her hâli, her hareketi ve her sözü insanlara ibret ve nasihat oldu

Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir Onun en önemli vasfı; Peygamber (sav) Efendimiz’e olan aşkı, ibadete canla başla devamı ve annesine saygısıdır Annesine çok hizmet edip hayır duasını aldı Rasûlullah Efendimiz’i görmeyi çok arzu ediyordu Defalarca Peygamber Efendimizi görmek için annesinden izin istedi Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin vermedi

Peygamber (sav) Efendimiz; "Üveys-i Karnî, ihsân ve iyilikte Tâbiînin hayırlısıdır” buyurdu Rasûlullah Efendimiz, zaman zaman mübârek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve; “Yemen tarafından rahmet rüzgârı estiğini duyuyorum” buyururdu Yine Efendimiz (sav): “Kıyâmette Allah’ü Teâlâ Üveys sûretinde yetmiş bin melek yaratır ve Üveys’i onların arasında Arasat’a götürürler Cennet’e gider ve Allah’ü Teâlâ’nın dilediği (bildirdiği)nden başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez” “Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebî’a ve Mudar kabîlelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyâmette şefâat edecektir” buyurmuşlar ve o dönemde Arabistan’da bu iki kabîlenin koyunları kadar kimsenin koyunu olmadığı söylenmiştir

Ashâb-ı Kirâm; “Yâ Rasûl, bu kimdir?” dediler Peygamber Efendimiz; “Allah’ın kullarından biri” buyurdu “Biz hepimiz kullarız, ismi nedir?” dediler “Üveys” buyurdu “Nerelidir?” dediler “Karnlıdır” buyurdu “O sizi gördü mü?” dediler “Baş gözü ile görmedi” buyurdu “Hayret, size bu kadar âşık olsun da, hizmet ve huzurunuza koşup gelmesin!” dediler “İki sebepten: Biri hallerine mağluptur İkincisi ise benim dînime bağlılığından dolayıdır İhtiyar bir annesi vardır Îmân etmiştir Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar” buyurdu “Biz onu görür müyüz dediler Hazret-i Ebû Bekr’e; “Sen onu kendi zamanında göremezsin” ama Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali’ye; “Siz onu görürsünüz Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır Bu baras hastalığı beyazlığı değildir Ona varınca, benim selâmımı söyleyin ve ümmetime duâ etmesini bildirin” buyurdu

Peygamber (sav) Efendimizin vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler “Üveys-i Karnî'ye verin” buyurdu Rasûlullah’ın vefâtından sonra Hazret-i Ömer ile Hazret-i Ali Kûfe’ye geldiklerinde, Ömer (ra) hutbe esnasında; “Ey Necdliler, kalkınız!” buyurdu Kalktılar Aranızda Karn’dan kimse var mıdır? buyurdu Evet dediler ve birkaç kişiyi ona gönderdiler

Hazret-i Ömer, onlardan Üveys’i sordu Biliyoruz O, sizin bildiğinizden pek aşağı bir kimsedir Dîvânedir, akılsızdır ve insanlardan kaçar bir hâli vardır, dediler “Onu arıyorum, nerededir?” buyurdu Arne vâdisinde develerimize çobanlık yapmaktadır, biz de karşılığında ona akşam yiyeceği veririz, saçı-sakalı karışıktır, şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez, insanların yediğini yemez; üzüntü ve neşe bilmez İnsanlar gülünce, o ağlar; insanlar ağlayınca o güler dediler “Onu arıyorum” buyurdu Sonra Hazret-i Ömer’le Hazret-i Ali, onun olduğu yere gittiler Onu namaz kılar gördüler Allah’ü Teâlâ, develerini gütmesi için bir melek vazifelendirmişti Namazı bitirip selâm verince, Hazret-i Ömer, kalktı ve selâm verdi Selâmı aldı Hazret-i Ömer; “İsmin nedir?” diye sordu “Abdullah, yâni Allah’ın kulu” dedi “Hepimiz Allah’ın kullarıyız; esas ismin nedir?” diye sordu “Üveys” dedi “Sağ elini göster” buyurdu Gösterdi Hazret-i Ömer; Peygamber Efendimiz size selâm etti Mübârek hırkalarını size gönderip; “Alıp giysin, ümmetime de duâ etsin” diye vasiyet buyurdu, dedi

“Yâ Ömer! Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum Dikkat buyur, bu vasiyet başkasına âid olmasın?” deyince; “Hayır yâ Üveys, aradığımız kimse sensin Peygamber Efendimiz senin eşkâlini ve vasfını belirtti” cevabını verdi
Bunun üzerine, Hırka-i Şerîf’i hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü Sonra; “Siz burada bekleyin” dedi Yanlarından ayrıldı Biraz ileride hırkayı yere bırakıp, yüzünü yere koydu Cenâb-ı Hakk’a şöyle duâda bulundu:
“Yâ Rabbî! Sevgili Peygamber Efendimiz, ben fakir, âciz kuluna Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali ile Hırka-i Şerîflerini göndermiş” dedi Günahkâr olan bütün müslümanların affı için duâ etti Bir çok günahkâr müslümanın affolduğu kendisine ilham ile bildirilince, Hırka-i Şerîf’i hürmetle giydi
Veysel Karânî hazretleri, kendisine hırka verildikten sonra Yemen’den Kûfe’ye gitti Kûfe’ye gittikten sonra çok az kimse onu görebildi

Görenlerden biri Harem bin Hayyan’dır Harem bin Hayyan anlatır: "Üveys’in şefâatinin ne derecede olduğunu bildiren hadîsi işitince, onu görmek istedim Kûfe’ye gidip, onu aradım Nihayet Fırat Nehri kenarında abdest alırken buldum Daha önce hakkında malûmatım olduğundan onu tanıdım Selâm verdim Selâmımı aldı Bana baktı Müsafaha etmek istedim, elini vermedi “Allah sana merhamet eylesin, seni bağışlasın ey Üveys, nasılsın?” dedim Onu o kadar sevmiştim, ona o kadar acımıştım ki ağladım Çünkü çok zayıftı O da ağladı ve; “Allah sana hayırlı ömür versin, ey Harem bin Hayyan! Nasılsın ey kardeşim! Beni sana kim gösterdi?” dedi İsmimi ve babamın ismini nasıl bildin ve hiç görmeden beni nasıl tanıdın? dedim “Her şeyi bilen ve her şeyden haberi olan bana bildirdi Rûhum senin rûhunu tanıdı Çünkü mü’minlerin rûhları birbirlerini tanırlar, birbirlerini görmeseler de!” dedi"

Rasûlullah Efendimizden bana bir haber ver, dedim “Ben onu görmedim, O’nun haberini başkalarından işittim Hadîs yolunu kendime açmayı istemem Muhaddis, müftü veya müzekkir olmayı istemem Benim meşguliyetim vardır Bunlarla uğraşamam” dedi Bana bir âyet okuyun Sizden duyayım dedim Elimi tuttu Eûzü besmele okudu ve çok ağladı Sonra; “Cinleri ve insanları beni tanımaları, ibâdet etmeleri için yarattım”(ez-Zâriyât, 51/56) “Gökü, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadım”(el-Enbiyâ, 21/16) meâlindeki âyet-i kerîmeleri okudu Sonra bir feryat etti Aklının gittiğini sandım Sonra; “Ey Hayyân’ın oğlu, sen buraya niçin geldin?” dedi Seni tanımak, seninle sohbet etmek arzusu ile dedim “Bir kimsenin Allah’ü Teâlâ’yı tanıdıktan sonra, herhangi bir kimse ile ahbaplık etmek istemesine hiçbir zaman bir mânâ veremem” dedi Bana vasiyet, nasihat et dedim “Yattığın zaman ölümü yastığının altında bil Kalkınca da karşında bulundur Günahın küçüklüğüne değil, onunla âsî olmaklığının büyüklüğüne bak! Günâhı küçük tutarsan, onu yasak eden Rabbini küçük tutmuş olursun Onu büyük tutarsan, Rabbini büyük tutmuş olursun” dedi Nereye yerleşmemi tavsiye edersin? dedim “Şam’a” dedi Orada geçim nasıldır dedim “Şüphenin ağır bastığı şu kalbe yazıklar olsun, nasihat kabul etmez” dedi Bana bir tavsiyede daha bulun? dedim “Ey Hayyân’ın oğlu! Baban öldü, Âdem aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm, Muhammed Rasûlullah öldüler Halîfesi Ebû Bekir öldü Kardeşim Ömer öldü Ah Ömer! Ah Ömer!” dedi Allah sana rahmet eylesin, “Hazret-i Ömer ölmemiştir” dedim “Allah’ü Teâlâ, onun öldüğünü bana bildirdi” dedi Salavât okuyup, kısa bir duâdan sonra şu vasiyeti yaptı: “Ben ve sen, ölülerdeniz Allah’ın kitabını ve onda bildirilen sırât-ı mustakîmi, doğru yolu elden bırakma ve ölümü bir an unutma! Kavmine ve akrabana varınca onlara nasihat et ve Allah’ın kullarına öğüt vermekten geri durma Ehl-i Sünnet’e uymaktan bir adım ayrılma ki, dînini kaybedersin de haberin olmaz ve Cehennem’e düşersin” Birkaç duâ daha etti, sonra; “Git Harem bin Hayyan, bir daha ne sen beni gör, ne de ben seni! Beni duâ ile hatırla, ben de seni duâ ile anarım Sen bu taraftan git, ben de şu taraftan gideyim” dedi Bir zaman onunla gitmek istedim Bırakmadı Gitti, ağlıyordu Ben de ağladım Ardından baktım durdum Gözden kayboluncaya, şehre girinceye kadar baktım Hâlâ ondan bir haber alamadım

Veysel Karânî hazretleri Mekke’de hac yapıp, Medîne’ye gidince, işte Rasûlullah’ın türbesi burasıdır diye kendisine gösterildi Kendinden geçerek düşüp bayıldı Ayılınca; “Beni buradan götürün Rasûlullah Efendimizin medfûn bulunduğu bir beldede benim için yaşamanın tadı olmaz” buyurdu
Geceleri hiç uyumazdı Bir gece; “Bu gece kıyâm gecesidir” dedi Diğer gece, “Bu gece rükû gecesidir” Öbür gece, “Bu gece secde gecesidir” dedi Bir geceyi kıyâm, bir geceyi rükû, bir başka geceyi de secdeyle geçirdi “Ey Üveys, bu kadar uzun geceyi bir hâlde geçirmeye nasıl katlanıyorsun?” dediklerinde; “Secdede, sabah oluyor da, ben hâlâ bir kere Sübhâne Rabbiyel a’lâ diyemem Hâlbuki üç tesbih sünnettir Bunu yapamamamın sebebi, meleklerin ibâdetini yapmak istememdir Buna ise gücüm yetmemektedir” dedi

Kendisine, namazda huşû nedir? dediklerinde; “Böğrüne iğne batırılsa, namazda duymamaktır” dedi Kendisine nasılsın? dediler: “Sabahleyin kalkıp, akşama sağ çıkacağını bilmeyenin hâli nasıl olur?” dedi İş nasıldır? dediler “Ah, yolun uzaklığından azıksızlıktan, ah!” dedi
Birisi Veysel Karânî hazretlerini ziyârete gitti Ona hitâben; "Ey Allah’ü Teâlâ’nın sevgili kulu! Bana bir nasîhatte bulun?" dedi Veysel Karânî hazretleri; “Allah’ü Teâlâ’yı bilir misin?” Evet bilirim “Öyle ise, Allah’ü Teâlâ’dan gayri şeyleri unut Bu yetişir” buyurdu

Yâ Üveys, bir nasihat daha söyle! “Allah’ü Teâlâ seni bilir mi?” Evet bilir “Öyle ise, Allah’tan gayrisi seni bilmesin Allah’ü Teâlâ’nın bilmesi senin için kâfidir” dedi
Buyurdu ki:
“Ey insan bu fâni hayatta Allah korkusunu kalbinden çıkarma! Kurtuluş çâresi O’na itâattedir
“Yüksekliği aradım, tevâzuda buldum Başkanlık aradım, halka nasihatte buldum Neseb aradım, takvâda buldum Şeref aradım, kanâatte buldum Rahatlık aradım, zühdde buldum Zenginlik aradım, tevekkülde buldum
Veysel Karani hazretleri Rasûlullah (sav) Efendimizi dünya gözüyle görememiş ve Sahâbî olamamıştır; ancak ”muhadramûn”dandır Çünkü Peygamberimiz (sav) Efendimiz zamanında yaşayıp onu göremeden îman eden kişilere İslâmî literatürde bu isim verilmiştir Tasavvufta mürşidlerini görmedikleri halde onların ruhaniyetinden istifade edip, feyiz alarak yükselenlere “üveysi” denilir Bu tabir Veysel Karani hazretlerinin Rasûlullah (sav)’i görmeden feyiz alıp, O’na tabi olmak suretiyle tasavvufta yüksek derecelere kavuşmasına benzetilerek söylenilmiştir Üveysi demek; görmediği halde Rasûlullah (sav) Efendimizin ve O’nun varisleri olan evliyanın büyüklerinin ruhaniyetlerinden feyiz alıp yükselmek demektir
Veysel Karani hazretlerinin yolu “Veysîlik” denilen öyle manevi bir yoldur ki, Peygamber (sav) Efendimizi görmeden sevmenin, sevebilmenin manevî bir okuludur O’nun bu Veysîlik denilen manevî okulundan îman ehli nice insanlar Allah’ın izniyle, kıyamete kadar Peygamber ve Allah aşkını öğreneceklerdir

Kaynakça
1 Tabakâtü’l-Kübrâ; c 1, s 27
2 ¤¤¤kiretü’l-Evliyâ; s 12
3 Tabakât-ı İbn-i Sa’d; c 6, s 161
4 Mektûbât-ı Rabbânî; c 1, Mektup, 222, 270
5 İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c 2, s 74
6 Sahih-i Müslim ve Evliyalar Ansiklopedisinden faydalanılmıştır




Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.