Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
boyları, türk

Tüm Türk Boyları

Eski 10-25-2007   #1
Ergenekon
Varsayılan

Tüm Türk Boyları



Avşarlar (Afşarlar)
On birinci yüzyıldan itibaren, mühim roller oynamak suretiyle, adlarını zamanımıza kadar yaşatmış Oğuz boyu Bozokların Yıldızhanoğulları kolundandırlar
Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşundan önce, diğer Oğuz boyları ile beraber, Kıpçak çölünde yaşarlardı 1135-1136 yıllarında, reisleri Arslanoğlu Yakub Bey kumandasında gelerek Huzistan’a yerleştiler Yakub’dan sonra Afşarların başına Aydoğdu bin Küşdoğan geçti Şumla lakabıyla anılan bu bey, Büyük Selçuklu Devleti’nin zayıflamasından faydalanarak, Huzistan’da Selçuklu hakimiyetine son verdi ise de, 1159’da Irak Selçukluları sultanı Melikşah gelerek tekrar Huzistan’a hakim oldu Bu devrede, Şumla da Melikşah’ın hizmetine girdi 1194 yılında, Abbasî halifesi En-Nasır li-Dinillah, veziri İbn-ül-Kassab kumandasında Huzistan bölgesine bir ordu gönderdi İbn-ül-Kassab, Huzistan’ın başşehri Tuster’i ve birçok kaleleri zaptettikten sonra, Şumla’nın ailesini ve çocuklarını toplayıp Bağdat’a ***ürdü Böylece Huzistan’daki, Avşar Şumla ve oğullarının hakimiyeti sona erip, ülke, halifenin topraklarına katıldı
Diğer taraftan Malazgirt Savaşı'ndan sonra, Anadolu’ya Türkmenlerle beraber göç eden Afşarlar, Selçuklu Devleti’nin bölgelerine yerleştirilmişlerdi
Nitekim, Anadolu’da yerleşim yerleri arasında Avşar adı, Kayılardan sonra ikinci sırada gelmektedir Bu yer adları, Avşarların, Türkiye’nin fetih ve iskanında Kayı ve Kınıklar gibi birinci derecede rol oynadıklarını göstermektedir Yine kaynaklara göre, Karamanoğulları Beyliğini kuran ailenin, Avşar boyuna mensup olduğu belirtilmektedir Osmanlı ve İran tarihinde önemli rol oynayan Avşarlar, Anadolu’ya on üçüncü yüzyılda göç edenlerdir Bu ikinci göç hareketi sırasında Anadolu’ya gelen Avşarların bir bölümü, Akkoyunlular'ın İran’ı ele geçirmesi üzerine, Mansur Bey önderliğinde İran’a giderek Huzistan’a yerleşti Anadolu’da kalanlar ise; daha çok Malatya ve Doğu Anadolu’da bulunuyorlardı Bunlardan büyük bir bölümü, on altıncı yüzyıl başlarında İran’a göçerek Urmiye’den Herat’a kadar olan geniş bir bölgede yerleştiler ve Nadir Şah, 1736’da, bunlardan Afşarlar hanedanını kurdu
İran Afşarları; Mansur Bey Afşarları, İmanlu Afşarları, Alplu Afşarları, Usalu Afşarları, Eberlu Afşarları olmak üzere, başlıca beş büyük oba idi
Safevî hükümdarı Birinci Şah İsmail, Afşarları sınır koruyucusu olarak Horasan’a yerleştirdi Safevîler'in zayıfladığı bir dönemde, Afşarların lideri Nadir; Afşar, Celayir ve diğer Türkmenleri etrafında topladı ve İkinci Tahmasp’ın hizmetine girdi İran topraklarından Afganları çıkarınca, nüfuzu arttı Sonra İkinci Tahmasb’ı tahttan indirerek yerine Üçüncü Abbas’ı şah yaptı Kendisini de saltanat vekilliğine getirdi 1736’da da kendi şahlığını ilan etti 1737’de Hindistan seferine çıkarak Delhi’ye kadar ilerledi Bir suikasttan sonra, idareyi sertleştiren Nadir Şah, Afşar ve Kaçar Beyleri tarafından öldürüldü Horasan’ı yöneten torunu Şahruh’un ölümünden sonra, İran Afşar yönetimi de sona erdi
İran Afşarları, günümüzde, Urmiye gölünün kuzey batısında Hemedan, Kirmanşah, Nişabur, Kerman’ın güneyinde dağınık halde yaşamaktadırlar
Afşarlar, halis Türk olup, İran’dakiler hariç hepsi Sünnî ve Hanefîdirler
Afşarlar, güler yüzlü, iyimser, hayat dolu, sakin ve terbiyeli insanlardır Kadınları çok çalışkandır Ünlü Afşar kilimleri, bu çalışkan kadınların el emeğidir Günümüzde yerleşik olmalarına rağmen, bir kısmı, âdetlerini devam ettirmektedirler Bugün Kayseri’nin Pınarbaşı kazasının merkez nahiyesine bağlı bir kısım köyler ile, aynı kazanın Pazarören nahiyesi köylerinden pek çoğu, Sarız kazası ve Tomarza’nın Toklar nahiyesi köylerinin yarısından fazlası, Avşarlara aittir Ayrıca Adana’ya bağlı mağara kazası köylerinden Ayvad ve Ağdaş alanı köyleri de, Avşarlar tarafından iskân edildiği gibi, Çukurova’da mevcut bazı Avşar köylerinden başka Kastamonu, Bolu, Muğla, Isparta ve Antalya yörelerinde pek çok Avşar köy adına rastlanır



Bayat Boyu (Bayatlar)
Oğuz boylarından biri Bozokların Gün-Hanoğulları koluna bağlıdır "Devleti ve nimeti bol, devlet ve nimet sahibi" manâsına gelen Bayat boyunun ongunu (sembolü), şahin; şölenlerdeki et payları, "sağkarı yağrın" (sağ kürek kemiği) kısmıdır Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügati't-Türk'te Oğuz boylarının dokuzuncusu olarak, Bayat boyunu göstermiştir

Oğuzların sağ kolunda bulunan Bayat boyu, ekseri Oğuz hanlarının çıktığı dört Bozok boyundan biridir Diğer Oğuz boyları gibi Sirüderya (Seyhun) Nehri kıyılarında ve kuzeydeki bozkırlarda yaşayan Bayat boyu, İslamiyet'ten önceki tarihinde, Korkut Ata (Dede Korkut) ile temsil edilmiştir Bayat boyundan Kara Hoca'nın oğlu Korkut Ata, akıllı, bilgili ve keramet sahibi bir insandı "Ala atlı kiş tonlu" Kayı İnal Yavku ile ondan sonra gelen hükümdarlar devrinde çıkan birçok zor siyasî meseleler, Korkut Ata'nın dirayeti sayesinde halledilmiştir
Diğer Oğuz boyları gibi, İslamiyet'i kabul eden Bayat boyunun bir kısmı, 11 yüzyılda Selçuklu hükümdarları idaresinde, Horasan ve İran üzerinden Anadolu ve Suriye'ye geldiler Anadolu'ya gelenlerin bir kısmı, lara yerleştiler Bir kısmı ise göçebeliği bırakarak, Batı ve Orta Anadolu'da köyler kurdular Bu bölgelerde görülen ve bazısı günümüze kadar gelmiş olan yer adları, Bayat boyunun Anadolu'ya yerleştiği devirlere aittir
Orta Asya'da kalan, Bayat boyuna mensup bir kısım oymaklar ise, 13 yüzyılda Moğol istilasından kaçarak, Doğu Anadolu, Suriye ve Irak'a geldiler 14 yüzyılda Kuzey Suriye'de, Bozok kolunun Avşar ve Beydilli boylarıyla birlikte yaşadılar Yaz aylarında, yaylak olarak, Anadolu içlerine göçtüler
Kuzey Suriye'de bulunan, Avşar ve Beğdilli boylarıyla birlikte 40000 çadırdan fazla olan Türkmenlerin Bozok kolunu meydana getiren Bayatlar, bazı siyasî hadiselere katıldılar Büyük bir ihtimalle Dulkadiroğulları Beyliğini kurdular Maraş ve Elbistan bölgesinin yeniden iskânına katıldılar 15 yüzyılın başlarında, Kara Tatarlardan boşalan Yozgat ve komşu yörelerde, Bozok oymakları yurt tuttu Bunlar arasında, kalabalık sayıda Bayatlar da vardı Bu Bayatlar, kışın Kuzey Suriye'ye gittikleri için, Şam Bayatı adını aldılar Şam Bayatı'nın, bir kısım Akçalu (Ağçolu) ve Akçakoyunlu (Ağçakoyunlu) boylarının kollarıyla birlikte, Kaçar boyunu teşkil ettiler 15 yüzyılın sonlarına doğru Kuzey Azerbaycan'daki Gence yöresine giden Kaçarların bir kısmı, 17 yüzyılın başlarında İran'ın Esterabad yöresine göç ettirildi 18 yüzyılın son çeyreğinden başlayarak, 1925 senesine kadar İran'ı idare eden Kaçar Hanedanı, bu Kaçar koluna mensup olup Şam Bayatı'ndan çıkmış olması mümkündür
Bozok'ta (Yozgat ve civarı) kalan Şam Bayatı kolu ise, çiftçilik yaptığı arazide köyler kurarak, tamamen yerleşik hayata geçtiler Bayatların önemli bir kolu da, 15 yüzyılın sonunda Akkoyunlu fethi üzerine, İran'a göç etti Bunların bir kısmı Azerbaycan'da, önemli bir kısmı da Hemedan'ın güneydoğusundaki Kezzaz ve Girihrud yöresinde yerleşti
Akkoyunlu Devleti'nin yıkılmasından sonra İran'a hakim olan Safevîler'in hizmetinde, birçok Türkmen topluluğu gibi, önemli miktarda Bayat da vardı Cins atlar yetiştiren ve 10000 çadırdan ibaret olan bu Bayatların beyleri, Şah Abbas tarafından Azerbaycan'daki sancaklara tayin edildi Böylece, bu yörede yaşayan Bayatlar dağıldı
Aynı yüzyılda Horasan'da Nişabur bölgesinde de Bayatlar yaşıyordu Ancak, bu Bayatların Türk olmayıp Moğol asıllı oldukları anlaşıldı Onlara, Kara Bayat adı verildi Asıl Bayatları bunlardan ayırt etmek için, Akbayat veya Özbayat denildi
19 yüzyılın başlarında Akbayatların, Azerbaycan'da 5000 kişi, Tahran çevresinde 3000 kişi, Şiraz taraflarında 3000 kişi olmak üzere üç kol halinde yaşadıkları tespit edildi Karabayatlar ise Nişabur dolaylarında oturuyorlardı
Suriye ve Doğu Anadolu'nun Osmanlı Devleti topraklarına katılmasından sonra, bir kısım Bayatlar da diğer Türkmenler gibi geleneksel göçebe hayatlarını sürdürdüler Yerleşik hayata geçenler de, köy hayatı içinde uzunca bir müddet yaylaya çıkma geleneğini bırakmadılar Fakat, Osmanlı toplum yapısı içinde kaynaştılar Boy adlarıyla anılmaz oldular
Kanuni Sultan Süleyman Han devrinde, Kuzey Suriye'deki ana Bayat kolu, yirmi obadan meydana gelmişti Fakat bu obaların nüfusları fazla değildi 16 yüzyılın ikinci yarısında boyun başında bulunan Bozca adlı boy beyi ailesi, boy halkından birçok kimseyi de yanına alarak İran'a gitti Bunlar, orada Bozcalı adıyla anıldılar ve varlıklarını geçen yüzyılın sonlarına kadar korudular
Anadolu'da kalan Bayatlar, Pehlivanlı ve Reyhanlı gibi güçlü obalar olarak hayatlarını sürdürdüler 17 yüzyılda Bayat obalarından çoğu Pehlivanlıların, geri kalanları da Reyhanlıların etrafında toplandılar Böylece, 18 yüzyılda Pehlivanlılar, 15000 çadıra sahip güçlü bir oymak halinde Bozok'ta oturdular Reyhanlılar ise 3000 çadıra yükselerek, yaz mevsimini Sivas'ın güneyindeki Yeni İl'de, kışı da Amik Ovasında geçirdiler 19 yüzyılda Pehlivanlıların çoğu, Yozgat-Ankara arasındaki yörede yerleştiler Reyhanlılar ise 1865 senesinde Amik Ovasında yerleştirildiler Böylece, Reyhanlı kasabası meydana geldi Bayat boyunun Kuzu Güdenli oymağı, Kayseri'nin Bucakkışla yöresinde toprağa bağlandı
Irak'ın Kerkük bölgesinde yerleşmiş olan Bayatların, geçen yüzyılın başlarında, 2000 çadır kadar olduğu tespit edildi Bu bayatların, İran Bayatlarından olması muhtemeldir Anadolu'nun Türk yurdu haline getirilmesinde ve İslamiyet'in yayılmasında büyük hizmetleri olan Bayat boyundan, büyük şahsiyetler yetişti Oğuz elinin büyük manevî şahsiyeti Dede Korkut (Korkut Ata), şair Fuzulî, Cem Sultan adına Osmanlı Hanedanının eski atalarına dair Câm-ı Cem-Âyin adlı eseri yazan Mahmud oğlu Hasan, Bayat boyundan yetişen ünlü şahsiyetlerdir



Çavuldur Boyu (Çavuldurlar)
Yirmi dört Oğuz boyundan biri Üçokların Gök Han Oğulları koluna bağlı olup, alâmet olarak sungur/akdoğan kuşunu kullanırlardı “Nâmuslu ve ünü uzaklara yayılmış” manâsına gelen “Çavuldur” kelimesi bazı kaynaklarda “Çavundur” şeklinde geçer Çavuldur boyu, 10 yüzyılda diğer Oğuz boylarıyla birlikte yurtlarından Mangışlak/Siyahkûh Yarımadasına göç etti Bir kısım Çavuldur mensubu, Mangışlak’ta kalırken, bir kısmı Selçuklular'la birlikte Anadolu’ya geldi Bunlardan Emir Çavuldur, Sultan Alparslan’ın; Çavuldur Caka da Danişmend Gâzi'nin Anadolu fetihlerine komutan olarak iştirak ettiler Bu akınlarla gelen Çavuldurlardan Anadolu’ya gelip yerleşenler de oldu Kurdukları köylere, boylarının adlarını verdiler Bu isimle Anadolu’da, 16 yüzyılda on altı, 20 yüzyıl ortalarında on yedi köyün varlığı tespit edilmiştir
Mangışlak Yarımadasında kalan Çavuldur boyu mensupları ise, 16 yüzyılda Kalmukların baskısıyla Kafkasya’nın kuzeyine göç ettiler



Çepniler
Çepniler, sayıları 24 olarak belirlenen Oğuz Boyları'ndan biri ve en kalabalık olanıdır Üç - Oklar'ın Gök Han koluna bağlıdırlar Bilindiği gibi Oğuzlar; Türkiye ve Azerbaycan Türkleri'nin, Türkmenistan, Irak ve Suriye Türkmenleri ile Gagauzlar'ın atalarıdır Cümleden anlaşıldığı üzere Çepniler Orta Asya kökenlidir
Çepni isminin yer aldığı ilk yazılı metin, ilk Türk bilgini olan Kaşgarlı Mahmud'un 1070 yılında kaleme aldığı Divanü Lügati't-Türk isimli eserdir
Eserde Çepni Boyu, Oğuz Boyları'nın 21 sırasında gösterilmiş, damgasının resmi de verilmiştir 13 yüzyılda yayınlanan bir başka önemli eserde Çepniler, Üç Oklar'ın 4 boyu olarak gösterilir 16 yüzyılda, Anadolu'da Çepniler'e ait 50'ye yakın şehir adı tespit edilmiştir
Günümüze intikal eden kaynaklarda yer alan bilgiler, Çepniler'in, Osmanlı Hânedânı'nın mensup olduğu ve en önemli, en şerefli, en büyük Oğuz Boyu olan Kayılar'a yakın önemde bir boy olduğu kanaatini uyandırıyor Ne var ki onların savaşçı karakterleri, önemlerini günümüze yansıtacak kalıcı ürünler meydana getirmelerini engellemiş Çepniler'e ait kabileler, değişik tarihlerde farklı cephelerde savaşmışlar ve ordu ile gittikleri bölgelere yerleşmişler Savaşlarda nüfusları azalmış Belli ve kalıcı bir kültür oluşturamamışlar
Çepniler; 1071'de Anadolu'nun, 1277 yılından itibaren de Sinop'tan Trabzon'a kadar olan Karadeniz Bölgesi'nin fethedilmesinde çok aktif görevler üstlendiler 1277 yılında Sinop'a saldıran Rum Pontus İmparatorluğu'nun ordusunu bozguna uğrattılar
Daha sonra da Samsun'dan Giresun'a kadar olan bölgeyi ele geçirdiler Hacı Emir adlı güçlü bir Çepni, derebeyi gibi bir unvanla bölgeyi yönetiyordu Bir grup Çepni de 1461'de Fatih Sultan Mehmed Han, Trabzon'u fethetmeye gelmeden önce, şehri kendilerine yurt edinmişti
Onlar, Fatih'in Ordusu'na yardımcı oldular Elde edilen zaferde büyük payları vardır
Trabzon'un fethinden sonraki tarihlerde Çepniler, konar - göçer hayatı bırakıp, yerleşik düzene geçtiler 16 yüzyıla gelindiğinde, Zonguldak'ın sahil şehri olan Amasra'dan Rize'ye kadar uzanan kıyı şeridinde nüfusun çoğunluğunu Çepniler oluşturuyordu Ne sebepledir bilinmez, Sinop'taki Çepniler'den günümüze insan ve iz kalmamıştır Ordu ve Giresun'un bazı ilçeleri hariç, diğer bölgelerdeki Çepni nüfusu azalmıştır
Çepniler, 'nerede düşman görürse hemen savaşa tutuşan insanlar' olarak bilinirler Onlar, bu özellikleri sebebiyle 1690 yılında, Avusturya Seferi'ne çağrıldılar Savaşa katılarak başarının sağlanmasında etkili oldular
Çepniler, ilk Müslüman Türk'lerdendirler Bazı güvenilir kaynaklarda, Alevîler'in bir kolu olarak tanımlanmaktadırlar 'Çepniler'in küçük bir bölümünün Alevî olduğu' şeklindeki bir söylemin daha doğru olacağı şüphesizdir
Bu gün, çoğunluğu Karadeniz Bölgesi'nde yaşayan Çepniler'in Alevîlik'le ilgileri yoktur Onlar Hanefî mezhebine mensupturlar
Balıkesir ili dışında; Urfa, Maraş, Adana, Ankara, (Şereflikoçhisar) Yozgat, (Keksin) Kırşehir, (Hacıbektaş) Çorum, Sivas, Manisa, (Turgutlu) İzmir, (Bergama) bölgelerinde yaşayan Çepniler arasında Bekir, Ömer ve Osman isimlerine az da olsa rastlanması, Çepniler'in çok büyük bir ekseriyetinin Alevîlik'le ilişkilerinin olmadığının göstergesidir Bilindiği gibi Alevîler, bu üç ismi kesinlikle kullanmazlar Son iki cümlede, Çepniler'i Alevîlik'ten tenzih eden-uzak tutan bir anlam aranmamalı Amaç, bir gerçeğin vurgulanmasından ibarettir
Alevîler de, Alevî olan Çepniler de kültürümüze, ahlâki değerlerimize renk ve zenginlik katan has vatandaşlarımızdır
Görüldüğü gibi Çepniler, Türkiye içinde ve dışında, çok geniş bir coğrafyaya yayılmışlardır Bu olgunun sebepleri şöyle açıklanabilir: 1- Moğol istilâları, 2- Baba İshak Türkmenleri'nin ayaklanmaları, 3- Savaşçı karakterlerinin gereği olarak savaşlara katılmaları ve savaş amacıyla gittikleri yerler fethedildikten sonra oralara yerleşmeleri
Çepniler ve Alevîlik
Çepniler'den bir grup, Ak-Koyunlu ve onun halefi olan Safevî Devleti'nin hizmetinde bulundular Ak-Koyunlu ve Safevî ordularında görev alan Çepniler'in bir bölümü Anadolu'ya dönmedi İran'a yerleşti Bir bölümü de Urfa ve Hacıbektaş'a yerleşti
Hacı Bektaş-ı Velî'nin ilk müritleri Çepniler'di Ancak, Hacı Bektaş-ı Veli, hayatta iken kendisi ve müritleri Sünnî Müslüman idiler Ölümünden sonra Bektaşilik öğretilerinde sapmalar meydana geldi Bektaşî tarikatına mensup olanlar, Alevîlik ile özdeşleştirildi
İran'a yerleşen Çepniler'in ise Şiî Mezhebine geçmiş olmaları tabiî ve kaçınılmazdır
Balıkesir ilindeki Çepniler'in hangi etkenlerle Alevîlik kültürünü benimsedikleri bilinmiyor Büyük bir olasılıkla onlar, Safevî Devleti'nin hizmetinde bulunanların torunlarıdır
Balıkesir'de Çepni kelimesi, bazı kişiler tarafından aşağılayıcı amaçla kullanılır Bu olgunun, onların Alevî'liğinden kaynaklandığı söylenemez Alevî kültürüne saygılı olan Balıkesir'lilerde de aynı kullanım görülmektedir
Balıkesir köylerindeki Çepniler arasında yüz kızartıcı olaylar, herhangi bir yerdeki, herhangi bir toplumda yaşananlardan fazla değildir Bu yanlış tutumdan vazgeçilmesi arzu ve temennî edilir
Çepniler'in Alevîlik ile ilgileri yukarıda anlatılanlardan ibarettir
Anadolu'da Çepniler
Bazı kaynaklarda, 1500'lü yılların başında, bu günkü Giresun ilimize bağlı Keşap ve Dereli ilçelerinin bulunduğu yerlerde, 'Çepni Vilâyeti' isimli bir yerleşim bölgesinin varlığı yazılıdır Çepniler'e bu sebeple Giresun ve çevresinde sıkça rastlanır
Şebinkarahisar ve Alucra'da, Tirebolu'nun köylerinde Çepniler çoğunluktadır Tirebolu şehir merkezinde yaşayanlar, hangi kökenden olurlarsa olsunlar, bütün köylülere 'Çepni' derler O yörede, 'Çepni' kelimesi, 'köylü' ile özdeşleşmiştir
Çepniler, tarihin bir döneminde, uzunca bir süre, Çepni olmayan etnik grupların gıpta ettiği insanlardı Onların saygınlıkları, 19 yüzyılda doruğa çıktı O dönemlerde bölge halkının çoğu, kendilerinin de Çepni olduğunu iddia ediyordu Çepniler'in ünlü kabadayısı Çepni Ali, 1828-1829 Osmanlı-Rus Harbi'ne, çevresine topladığı 300 kişi ile katılmış ve Batum'a kadar giderek Ruslar'ı zarara uğratmış, ekibi ve topladığı ganimetle yurduna döndüğünde, gıpta ve hayranlıkla karşılanmıştı Bölgede, 'Çepni' soyadını taşıyan pek çok aile vardır
Ülkemizdeki Çepniler, çoğunlukla Karadeniz bölgesinde yaşıyorlar Karadeniz coğrafyasında arazi engebeli, dağlık, ormanlık ve kayalıktır Bu sebeple ekime elverişli alan azdır Tarım gelişmemiştir Halk, orta seviyenin altında bir ekonomik güce sahiptir İmkânı olan aileler, çocuklarını okumaya yönlendirirler
Orta Anadolu'da yerleşik Çepniler, Osmanlı döneminde cins atlar yetiştirirlerdi Bunlara 'At çekenler' denilirdi Onlar devlete vergi yerine at verirlerdi
Günümüz Çepnileri; çiftçilik, sütçülük, arıcılık, besicilik, fındık yetiştiriciliği ile geçim sağlamaktadırlar
Ülkemizde yapılan nüfus sayımlarında, boy ile ilgili tespitler yoktur Bu sebeple, Çepni Boyu'na mensup vatandaşlarımızın ne kadar olduğunu söylemek mümkün değildir
Anadolu Çepnileri, yedi grupta toplanır:
Karadeniz Çepnileri: Rum Pontus İmparatorluğu yönetimindeki Trabzon, Osmanlılar tarafından fethedilmeden önce şehre gelip yerleşen ve fetih ordusunda bulunup Trabzon'da kalan Çepniler'den oluşmaktadır Karadeniz Çepnileri , Giresun'dan Rize'ye kadar geniş bir alana yayılmışlardır Yoğunlukla Şebinkarahisar ve Alucra ilçelerinde ve köylerinde otururlar Bu bölgelerdeki topraklar, günümüz Çepnileri'nin ataları tarafından kan ve can vererek alınmıştır 'Çepni' denildiğinde, Karadeniz Çepnileri akla gelir Çepni kelimesine, 'yiğit - gözü pek ve cesur' anlamı kazandıran Çepni'ler bunlardır
Ulu Yörükler: Sivas, Tokat ve Kırşehir illeri ile ilçe ve köylerinde yaşayan Çepniler'dir Gümüşhâne'nin Kelkit ilçesinden 1520 yılında göç ettikleri biliniyor İkinci kalabalık grubu oluştururlar
Bozoklar: Yozgat ili ve ilçelerine bağlı köylerde yaşayan Çepniler'dir Bozok, esasen Yozgat'ın eski adıdır Yozgat, günümüzde de 'İkinci Ergenekon' olarak anılmaktadır
Başım Kızdulu Çepnileri: Aydın ve Saruhan bölgesinde yerleşmişlerdir 'Kızdulu' kelimesinin yazılışında bir yanlışlık yoktur Bu tür isimlere, Anadolu'muzun başka bölgelerinde de rastlanmaktadır Bu yöredeki Çepniler'in eski beylerinin adı Kantemir olduğundan, bunlar, 'Kantemirli' olarak da adlandırılırlar
Dulkadirli Çepnileri: Maraş Bölgesine yerleşmişlerdir Sayıca azdırlar
Adana Çepnileri: 1519 yılında bölgeye geldiler Çok az bir nüfusa sahiptirler Bunlara 'At Çekenler' de denilmektedir
Halep Türkmenleri: Kanuni Sultan Süleyman Han döneminde Suriye'ye yerleştirildiler Avusturya Seferi'ne dâvet edilen Çepniler bunlardır Bir kısmı sonradan Antakya'nın kuzeyindeki Gündüzlü ilçesine yerleştiler Bir kısmı da 1728 yılında Bergama ve Turgutlu'ya geldi Çepniler, Türkçe'den başka bir dille konuşmazlar



Kaçarlar
Türkistan, Âzerbaycan, İran ve Anadolu’da yaşayan Türkmen kabîlesi ve İran’da (1796-1925) tarihlerinde iktidar olmuş hanedan Kaçar adı, Türkçe kaçmak kelimesinden türetilmiştir
Moğollar (1206-1320) devrinden beri, Hazar Denizi kıyılarında otururlardı İlhanlılardan Hülâgu Hanın (1256-1264), Alamut Batınîlerine ve Suriye’ye karşı giriştiği seferlere katılan Kaçarlar; Irak, Suriye ve Anadolu’ya kadar yayıldılar İlhanlı Devleti yıkıldığı zaman, Suriye hududuna yerleştiler Timur Han, Suriye’yi ele geçirince, onları esas vatanları olan Türkistan’a yolladı On altıncı yüzyılın başında kurulan Safevî Devleti'nin (1502-1732) kurucusu Şah İsmail’i (1502-1524) destekleyen Kaçarlar; bu devirde vezirlik, başkumandanlık, beylerbeylik dahil, devlet kademelerinde vazife aldılar Safevîlerin yıkılmasıyla, 18 yüzyılda, Afşarlar (1736-1749) ile mücadele ettiler Afşarlı Nâdir Şah'a (1736-1747) düşmanca davranan Kaçarlar, Kuzey İran üzerinden Âzerbaycan’a yayıldılar Kaçarlı Mehmed Ağanın Âzerbaycan valiliği sırasında, İran’daki hakimiyetleri kuvvetlendi Zendlere (1749-1796) karşı 1779’da, Şiraz’da zafer kazanan Mehmed Ağa, İsfahan bölgesini alarak, şahlığını ilan etti 1796’da Zendlerin hakimiyetine son veren Mehmed Ağa, İran’ı bütünüyle zaptetti
Böylece, 1796’da kurulan Kaçar Devleti, Ruslarla mücadele edip, 19 yüzyılda Avrupa devletleriyle diplomatik münasebetler kurdu Feth Ali Şah (1797-1834) devrinde, Fransa ve İngiltere’nin yanına çekilmek istenen İran’daki Kaçar Devleti, Çarlık Rusyası'nın Hint Okyanusuna inme politikasına karşı, ordusunu kuvvetlendirerek, Avrupa’dan teknik eleman, silâh ve malzeme getirtti Feth Ali Şah, İran-Rus Harbi (1826-1828) sonunda imzalanan Türkmençay Antlaşması ile, İran ve Kafkaslar havalisindeki haklarını Rusya’ya vererek, Hazar Denizindeki Rus hakimiyetini kabul etti Muhammed Şah (1834-1848) devrinde, Kuzey İran’da Acem asıllı Elbab Ali Muhammed’in talebesi İslâm düşmanı Bahâullah’ın kurduğu “Bahâîlik” ortaya çıktı Bahâîler, Kaçarlı iktidarını tehdit edip, isyanlar çıkardı Nâsireddin Şah (1848-1896), Bahaîleri kılıçtan geçirdi ise de, bir fedai tarafından öldürüldü Doğu’nun fethedilmesi için Afganistan ve Herat’taki mücadeleler, Hindistan’daki Gürgâniyye (Babür) Devleti'nin (1526-1858) İngilizler tarafından yıkılmasına kadar devam etti
Rusya, İngiltere ve Fransa’nın, İran bölgesindeki rekabeti, Kaçarlar Devleti üzerinde Avrupa devletlerinin iktisadî hakimiyetini arttırdı Muzaffereddin Şah (1896-1907) devrinde, liberalizm ve meşrutiyet verilmesini isteyenlerin hareketleri karşısında, 1 Ocak 1907’de Meclis-i Şûrâ-yi Millî açıldı Muzaffereddin Şah'tan sonra tahta geçen Muhammed Ali Şah (1907-1909), Meşrutiyet Anayasasını ilan etmesine rağmen, tatbik ettirmemesi üzerine, Âzerbaycan ve diğer eyaletlerde, Kaçarlı Hanedanına karşı, silâhlı mücadeleler ile isyanlar başladı Muhammed Ali Şahın, Rus ve İngiliz kontrolündeki iktidarına ihtilalciler son verince, yerine oğlu Ahmed Şah (1909-1925) geçti Birinci Dünya Harbinde tarafsız kalan Kaçarlar Hanedanının ülkesi, Ruslar ve İngilizler tarafından muharebe alanı olarak kullanılıp, buradan Osmanlı Devleti'ne saldırılar tertiplendi Harp sonrasında, İran’da mahallî isyanlar ve ayrılma taraftarı hareketler gelişti Bolşevik Rus orduları Kuzey İran’a girdi İngilizler, Ahmed Şah'ı 1923’te Londra’ya ***ürünce, yerine, saltanat nâibi ve ordu başkumandanı Ali Rıza Han vekalet etti 1924’te İran Millî Meclisini elde eden Ali Rıza Han, 1925’te kanlı bir darbe yaparak, Kaçarlar Hanedanına son verip, Pehlevî hükümetini (1925-1979) kurdu Pehlevî hükümeti devrinde, Kaçarlar Hanedanından ve kabilesinden birçok devlet adamına vazife verildi Kaçarlar, bugün, Türkistan, Âzerbaycan ve kalabalık bir şekilde Esterâbat dahil İran’da yaşamaktadır



Kayı Boyu (Kayılar)
Oğuzların Bozok kolundan, Osmanlıların da mensup olduğu bir boy Kayı kelimesi; “muhkem, kuvvet ve kudret sahibi” demektir Kayı boyunun damgası, iki ok ve bir yaydan ibaretti Oğuz Han oğlu Gün Han oğlu Kayı’nın, bu boyun ceddi olduğu söylenir Yirmi sene hükümdarlık yapan Kayı’nın nesli, uzun yıllar bu makamda kalmıştır Bu sebeple Kayı boyu, Oğuz boyları arasında ilk sırada gösterilmektedir Dede Korkut da eserinde, gelecekte hanlığın geri Kayı'ya döneceğini bildirerek, Osmanlılar'ı haber vermiştir

Kayılar, Selçuklular'la birlikte, fetih esnasında ve daha sonraları Anadolu’ya gelip, değişik bölgelerde yerleştiler Osmanlı Devletinin kuruluşunda, esas nüveyi teşkil ettiler Osmanlılar zamanında, Rumeli’nin fetih ve iskânına katıldılar
Sultan İkinci Murad, soyunun bu boya mensubiyetini göstermek için, sikkelerine, Kayı boyuna ait iki ok ve bir yaydan müteşekkil damgayı koydurmuştur Sonraki padişahların bastırdıkları sikkelerde görülmeyen Kayı damgasının, Kanunî’ye kadar çeşitli eşya ve silâhlar üzerine konulmasına devam edilmiştir
Kayı boyuna mensup Karakeçili göçebe oymağı, eski zamanlardan beri her yıl, Söğüt’teki Ertuğrul Gâzi Türbesini ziyaret etmekte ve bununla ilgili şenlikler yapmaktaydı Sultan İkinci Abdülhamid Han, bu ziyaret ve şenliklere resmî bir hüviyet kazandırdı Kendi oymağı saydığı Karakeçili gençlerinden, Ertuğrul Alayını teşkil ettirdi Bu oymak mensuplarını, ziyarete gelen Alman imparatoruna, “akrabalarım” diyerek takdim etti
“Ertuğrul’un ocağında uyandım,
Şehidlerin kanlarıyla boyandım

beytiyle başlayan bir marş bestelenip, yıllarca dillerde söylenip, gönüllerde yaşatıldı Bugün, Kayı boyu mensupları, genellikle; Eskişehir, Mihalıççık, Orhaneli, Isparta, Burdur, Fethiye, Muğla, Aydın ve Ödemiş civarındaki köylerde yerleşmişlerdir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Tüm Türk Boyları

Eski 10-25-2007   #2
Ergenekon
Varsayılan

Cevap : Tüm Türk Boyları



Kınık Boyu (Kınıklar)
Selçuklu Hanedanının mensup olduğu Oğuz boyu Yirmi dört Oğuz boyundan biridir Üç-ok boylarındandır
Kınıklar, Selçuklular'ın kuruluşunda ve Anadolu’nun fethinde büyük rol oynadılar On üçüncü yüzyılda kalabalık bir kitle hâlinde Suriye’de bulunan Türkmen grubu arasında, Kınıklar da bulunuyordu Diğer boylarla birlikte Kınıklar da, Memlûklar'ın yanında yer alarak Çukurova’nın fethine katıldılar Çukurova’da, Ceyhan Irmağından Gâvur Dağına kadar uzanan bölgede ve bugünkü Osmaniye kazası ile Ceyhan kazasının bir kısım topraklarını içine alan bölgede yurt tuttular
On dördüncü yüzyılın son yarısında, Memlûklarla araları açıldı 1378’de üzerlerine gelen Memlûk ordusunu, diğer Üç-oklu Türkmenlerle beraber yendiler Fakat Memlûklar, Üç-ok boyları arasına tefrika (bölünme) soktular 1383’te Kınıklar, Yüreğirlere saldırdılar Daha sonra, Kadı Burhâneddin’in ülkesinde kargaşalıklar çıkardılar Bu hâdiselerden sonra, Kınıkların adı, siyasî sahnede gözükmez oldu Kınıklar, Osmanlı fethinin ilk yıllarında toprağa bağlandılar On dokuzuncu yüzyıla kadar, Çukurova’da Kınık adını taşıyan bir kaza vardı Muhtemelen, bugünkü Toprakkale, eski Kınık Kalesi olmalıdır Kalenin kuzey doğusunda yer alan kasabada, 1522’de iki mahalle, 1547’de beş mahalle vardı Ayrıca, kazaya yetmiş beş köy ve mezra bağlı idi Kınık kasabası ve köyleri, 17 yüzyılda harap oldu On altıncı yüzyılda Halep’te, Ankara’da ve Aydın’da Kınık boyuna mensup toplulukların yaşadığı bilinmektedir On yedinci yüzyılda, Sivas’ta da bir Kınık cemaatinin mevcudiyeti görülmektedir Bugün Anadolu’da, Kınık adını taşıyan pek çok köy ve İzmir’e bağlı Kınık kasabası vardır



Kıpçaklar (Kumanlar)
Avrupalıların “Kuman” adını verdikleri kuzey Türkleri Kıpçakları, Bizanslılar “Kumanos”, Macarlar “Kun”, Ruslar “Polovets”, Almanlar “Falben” adıyla bilirler İslamî kaynaklar ise “Kıpçak” (Kıfşak, Hıfşak) diye zikrederler Genellikle, beyaz tenli, sarı saçlı ve mavi gözlüdürler Batı Göktürkleri'nin bir kolu olduğu söylenen Kıpçakların, Kimek, Yimek, Kanglı ve Oğuz gibi Türk boyları ile irtibatları vardır

Karahıtayların baskını ile, Güneybatı Sibirya’da İrtiş ve Ural nehirleri arasındaki yurtlarından, 11 yüzyılda çıkarıldılar Volga üzerinden batıya göçtüler Özi (Dinyeper) Nehrine kadar Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara hakim oldular Buralar “Deşt-i Kıpçak” şeklinde kendi isimleriyle anıldı Bölgede yaşayan Bulgar, Alan, Burtas, Ulah, Mordva ve Hazarlar'ı hakimiyetleri altına aldılar Rus sınırında yerleşen Karakalpaklarla savaştılar Ruslarla, uzun yıllar (1061-1220) süren savaşlar yaptılar Esir aldıkları Rusları, Kırım’daki Bizanslı tacirler vasıtasıyla Akdeniz ülkelerine sattılar Bilhassa Rus knezleri arasındaki mücadelelerde yardıma çağrılmaları sebebiyle, akınlarını büsbütün arttırdılar On ikinci yüzyıl boyunca Ruslarla savaştılar Rusların meşhur İgör Destanı, 1185’te Kıpçaklara karşı düzenledikleri, fakat yenildikleri seferi konu almaktadır Beylikler hâlinde yaşayan Kıpçaklar, çevreyi bu şekilde kontrol altında tutmalarına rağmen, tam bir birlik sağlayamadılar
1222 yılında Moğollar, Kafkasları Derbent geçidinden aşarak Kıpçaklar üzerine yürüdüler Ancak Kıpçak Başbuğları, Rus knezleri ile işbirliği yapıp, Moğolları Kalka Nehrine kadar sürdü 1223’te yapılan Kalka Meydan Muharebesinde ise Rus knezleri ve Kıpçaklar müthiş bir bozguna uğradılar Birçok Rus köy ve şehri yakılıp yıkıldı 1236’da Batu Han, batı seferine çıktı Rusları yendikten sonra İdil ile Özi nehirleri arasındaki bozkırlarda yaşayan Kıpçakları dağıttı (1239) Kıpçaklardan bir kısmı, Özi’nin batısına gidip kitleler hâlinde Macaristan’a girdiler Bir kısmı ise, Orda İdil (Volga) sahasına yani Bulgar Türklerinin yurduna ulaştılar Bulgar Türkleri, Kıpçaklarla kaynaşıp Kazan Türklerini meydana getirdiler Batu Han, Macaristan’ı da itaatine aldıktan sonra, ordularını İdil’e kadar çekti ve Aşağı İdil boyunda, Altınordu Devleti'nin temelini attı (1242)
Yerli Kıpçak Türkleri, işgalci Moğolları, kısa zamanda kültürlerinin etkisi altında erittiler Devlet adeta bir Kıpçak devleti hâlini aldı Moğolların sadece adı kaldı Türkçe konuşup Türkçe yazmaya başladılar Bilhassa Batu’nun oğlu Berke Hanın Müslüman olması, Moğollar arasında İslâmiyet'in hızla yayılmasına yol açtı İslâmiyet, 922 yılında Bulgar Hanı Almas Hanın Müslüman olarak Abbasî halifelerine tâbi olmasından sonra, bölgedeki Türk boylarının ortak dini hâline geldi Yüzyıllarca, Rusları, Sibirya soğuğuna mahkûm eden Kıpçak Türklerinin hakim olduğu Altınordu Hanlığı, Timurlular'la giriştiği mücadele sonunda zayıf düştü
Altınordu’nun hakim olduğu bölgelerde, Kazan (1437-1552) ve Kırım (1430-1783) hanlıkları kuruldu Bu hanlıkların nüfusu, Kıpçak Türklerinden meydana geliyordu Kazan Hanlığı'ndaki taht kavgaları, Rusları iyice güçlendirdi 1552’de Korkunç İvan, Kazan Hanlığını yıktı 1783’te Kırım Hanlığı, Rusya hakimiyetine girdi Osmanlılar'ın zayıf dönemlerini iyi kullanan Ruslar, işgal ettikleri bölgelerdeki cami ve medreseleri yakıp yıktılar Birçok Müslüman, Osmanlı topraklarına göç etti Geride kalanlar, Rusların korkunç zulümlerine maruz kaldılar 1917 Bolşevik ihtilali ve sonrasında din tamamen yasaklandı Fakat bölgede meskûn olan Müslüman ahali, benliğini İslâmiyet sayesinde korudu 1990’lara doğru dinî inançların serbest bırakılması ile bölgede İslâmiyet, eski günlerine kavuşma yolunda hızla ilerlemektedir
Macaristan ve Romanya gibi ülkelere gidip yerleşen Kıpçaklar, Hıristiyanlaşarak benliklerini kaybettiler On ikinci yüzyıl ve sonrasında, Mısır’daki Eyyubî ve Memlûklu devletlerine satılan Kıpçak çocukları, zamanla devletin idaresini ele geçirdiler 1250-1382 yıllarında, Mısır’ı Kıpçak asıllı Memlûk hükümdarları idare ettiler Kıpçak Türkleri, kendilerine mahsus bir lehçe ile konuşurlardı Macaristan ve Mısır’da Kıpçak lehçesinde kitaplar yazmışlardır Kırım’da ticaretle uğraşan Kıpçak Türkleri ile irtibat kuran İtalyanlar, Codex Cumanicus adıyla ticareti ilgilendiren Kıpçakça bir lügat kitabı hazırladılar Ayrıca, Alman misyonerleri, bu kitabı dinî yönden tamamlayan ilâhiler kısmını yazdılar


Oğuzlar, Oğuz Boyu
Bugün; Türkiye, Balkanlar, Âzerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan’da yaşayan Türklerin ataları olan büyük bir Türk boyu Oğuzlara, Türkmenler de denir Oğuz kelimesinin türeyişiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürülmüştür Kelimenin boy, kabile mânâsına gelen “Ok” ve çokluk eki olan “z”nin birleşmesinden “Ok-uz” (oklar, koylar) anlamında olduğu ileri sürüldüğü gibi, oyrat (haşarı, yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı olduğunu iddiâ edenler de vardır Ancak kelime, Anadolu ağızlarında “halim selim, ağırbaşlı” mânâlarına da kullanılmaktadır Arap kaynaklarında ise “guz” veya “uz” şeklinde geçmektedir

İlk zamanlar Üçok ve Bozok adlarıyla iki ana kola ayrılmış olan Oğuzlar, daha sonraki devirlerde, Dokuz Oğuz, Altı Oğuz, Üç Oğuz adlarında boylara da ayrıldılar Oğuzlar, yirmi dört boydan meydana gelmişti Bunlardan on ikisi Bozok, on ikisi Üçok koluna bağlıydı Tarihçiler, hazırladıkları cetvellerde Oğuz boylarının adlarını, sembollerini ve ongunlarını (armalarını) göstermişlerdir Buna göre, Bozoklar; Kayı, Bayat, Alka Evli, Kara Evli, Yazır, Dodurga, Döğer, Yaparlu, Afşar, Begdili, Kızık, Kargın; Üçoklar ise; Bayındır, Peçenek, Çavuldur, Çepnî, Salur, Eymur, Ala Yundlu, Yüreğir, İğdir, Büğdüz, Yıva, Kınık boylarına ayrılmışlardı Bugün Türkiye’de yirmi dört Oğuz boyuna ait işaret ve yer adlarına çok rastlanmaktadır
Oğuz adına ilk defa Yenisey Kitabelerinde rastlanmaktadır Barlık Irmağı yöresinde bulunan bu kitabelerde; “Altı Oğuz budunda” sözü yer almaktadır Öz Yiğen Alp Turan adlı bir beye ait olan bu kitabelerin yazıldığı devirde, Oğuzlar, Göktürkler'in hakimiyeti altında altı boy hâlinde Barlık Irmağı kıyılarında yaşamakta idiler
Altıncı yüzyıldan itibaren Göktürklerin idaresinde toplanan Türk kabilelerinden bir kısmı gibi Oğuzlar da kendi aralarında birlik kurarak Tula-Selenga ırmakları bölgesinde Dokuz-Oğuz Kağanlığını meydana getirdiler Göktürk kağanlığının, Kutlug Şad (İlteriş Kağan) tarafından 682’de ikinci defa kurulmasından sonra, Göktürkler, hâkimiyetlerini kabul etmeyen Oğuzlar üzerine yürüdüler Tula Irmağı kıyısında yapılan kanlı bir savaşta, Oğuzlar yenildiler Fakat, Göktürklerin hâkimiyetini kabul etmediler İlteriş Kağan, Oğuzlar üzerine birçok sefer düzenledi ve Baz Kağanı öldürdü Oğuzların merkezi Ötüken ve çevresini ele geçirdi Bu yenilgi karşısında İlteriş Kağan’ın hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalan Oğuzlar, Göktürklerin Kırgız seferine katıldılar Göktürk hakanlarından Bilge Kağan zamanında isyan ettiler Bir sene içinde bir kaç defa harbe giren Oğuzlar; yenilerek, geri çekildiler Daha sonra Dokuz-Tatarlar ile ittifak kurarak Göktürklerle mücadele ettilerse de yine bozguna uğrayarak, Çin taraflarına göç ettiler Bir müddet sonra tekrar eski yurtlarına döndüler Bu mücadelelerde zayıflayan Göktürkler, 745’te Uygurlar tarafından yıkıldı Bu esnada Uygurlara yardım eden Oğuzlar, Uygur Devletinin dayandığı başlıca boylardan biri oldu Uygurlarla birlikte Basmıl ve Karluklar'a karşı savaştılar Fakat zaman zaman Uygurlara karşı da isyan etmekten geri durmadılar Eski müttefikleri Dokuz-Tatarlar ile birleşerek Uygur Kağanı Moyunçur’a karşı cephe aldılar Zaman zaman Çin’e gittiler Daha sonra Çin’den çıkarak eski yurtlarına döndüler Uygur Devletinin yıkılması üzerine batıya göçerek Sir Derya (Seyhun) kıyılarına ve onun kuzeyindeki bozkırlara yerleştiler Onuncu yüzyılda, göçebe hayatı yanında, yerleşik bir hayat sürmeye de başladılar Göçebe Oğuzlar, daha ziyade koyun, at, deve, sığır yetiştiriciliği ve ticaretle uğraşıyorlardı Yerleşik Oğuzlar ise, Sabran (Karacuk), Suğnak, Karnak, Sütkent gibi şehirlerde oturuyorlardı Onuncu asırda henüz Müslüman olmamış olan Oğuzlar, inanışları gereği bir takım ibadet ve âyinleri yerine getiriyorlardı Ancak yaşayış bakımından İslâmiyet'e uygun tarafları vardı Soy temizliğine ehemmiyet verirlerdi Bilhassa zina gibi suçların cezası ölümdü
Onuncu asrın başlarında Oğuzlar, Mâverâünnehir çevresinde yerleşip, Yabgu denilen hükümdarın idare ettiği bir devlet kurdular Devlet ve millet işlerinin bir mecliste istişare edildiği ve subaşı denilen ordu kumandanı, Yabgu’nun vekili ve nâibi olan tegin, İnal ve Tarkan unvanlarını taşıyan memurlar vardı Oğuzların bu sıradaki başşehirleri, Sir Derya kıyısındaki Yeni Kent idi Yabgu Devleti zamanında Oğuzlar, Üçok ve Bozok diye iki kısma ayrılmışlardı
Onuncu asrın sonlarında İslâm dînini kabul ederek iyice güçlenen Oğuzlar, komşuları Peçenekler ve Hazarlar ile savaşlar yaparak onları yendiler Fakat 11 yüzyılın ortalarında, Oğuzların İslâm dînini kabul etmemiş olan bir kısmı, Kıpçaklar'ın baskısıyla yurtlarını terk ederek Karadeniz’in kuzeyinden Tuna boylarına, oradan da Balkanlara indiler İslâm dînine girmedikleri için etraflarını saran Hıristiyan devletlerin baskısıyla kısa zamanda benliklerini kaybederek, örf, an’ane ve geleneklerini unuttular Eriyip, yok oldular Geri kalanları da Bizans hizmetine girdiler 1071’de yapılan Malazgirt Meydan Muharebesi'ne Bizanslıların yanında katıldılar Fakat çok geçmeden Selçuklular tarafına geçtiler
İslâm dînini kabul eden Selçuk Bey’in idaresindeki Oğuz boyları ise, Oğuz Yabgu Devleti hükümdarının, kendilerine kötülük yapacağından çekinerek, yurtlarından ayrılıp İslâm diyarı olan Horasan taraflarına gittiler Mâverâünnehir’de kalan diğer Oğuz boyları da, Kıpçakların hücum ve baskıları sonunda dağıldılar Böylece Oğuzlar Devleti yıkıldı Yerlerinde kalan Oğuzlar ise Karaçuk dağları bölgesinde, Mangışlak’da ve Seyhun Nehri kıyılarında yerleştiler Daha sonra Karahıtayların ve Karlukların baskısı netîcesinde, Horasan’a gelip Selçuklulara tâbi oldular
Selçuk’un büyük oğlu Arslan İsrâil, Horasan’da hâkimiyet kurup, diğer Oğuz boylarını idaresi altında topladı Daha sonraları, Tuğrul ve Çağrı Beyler idaresindeki Selçuklular, Sâmânoğulları ile ittifak kurarak, Karahanlılar'a ve Gazneliler'e karşı mücadele ettiler Selçukluların başarılı idareleri sebebiyle pekçok Oğuz boyu onların hâkimiyetinde toplandı Birçokları yerleşik hayata geçti
Selçuklu Devletinin kurulmasında esas rolü oynayan Oğuzlar ve diğer Oğuz boyları, 11 yüzyılın ikinci yarısından itibaren akın akın İran, Irak, Anadolu ve Suriye’ye doğru yayıldılar Selçuklu Devletinin sınırlarını Ceyhun Nehrinden Akdeniz’e kadar genişlettiler İslâmiyet'i kabul etmeden önce dünyevî maksatlar ve kuru cihangirlik için çalışan, harp eden ve soylarının temizliğiyle tanınan Oğuzlar, İslâm dînini kabul ettikten sonra, Allahü teâlânın yüce dîni olan İslâmiyet'i yaymaya gayret ettiler Gittikleri yerlerde doğruluğun, adaletin, ilmin ve medeniyetin savunuculuğunu yaptılar İnsanlara hizmet etmek, ilmin ve medeniyetin yayılmasını sağlamak için pekçok cami, medrese, kervansaray, hamam ve köprü yaptırdılar Büyük Selçuklu, Türkiye Selçukluları, Akkoyunlular, Salgurlular, Artukoğulları, Karamanoğulları, Ramazanoğulları, Dulkadiroğulları ve Osmanlı devletlerini kurarak İslâm dîninin yayılmasına hizmet ettiler İslâmiyet'in ve Müslümanların yok edilmesi için çalışan Haçlılara karşı parlak zaferler kazandılar İslâmiyet'e, ilme ve adalete karşı olan ortaçağ Avrupa’sına pekçok yenilikleri ***ürdüler Dokuz yüz sene boyunca, kurdukları devletlerin sınırları içinde yaşayan bütün unsurlara karşı İslâm dîninin emirleri doğrultusunda hareket ederek, hizmet ettiler Bugün Türkiye, Âzerbaycan, İran, Türkmenistan, Afganistan, Irak ve Suriye’de yaşayan Türkler, Oğuzların neslindendir
Oğuz teşkilâtı, yirmi dört boyun çıkardığı sülâleler ve meşhûr şahsiyetleri:
Boz-Oklar: Dış Oğuzlar da denip, Sağ kolu teşkil ederler (Bkz Oğuz Kağan Destanı)
1 Gün-Alp/Gün-Han: Sembolü şâhin Oğulları: a) Kayıg/Kayı-Han: “Sağlam, berk” mânâsındadır Üç kıta ve yedi denize altı yüz yıldan fazla hâkim olan Osmanlı sülâlesi bu boydandır Kayı Boyundan Ertuğrul Gâzi ve her biri birer müstesnâ şahsiyete sâhip, çoğu dâhî, cihangir, kumandan, şâir ve sanatkâr olan Osmanlı sultanları, Kayı Han neslinin kıymetini göstermeye kâfidir b) Bayat: “Devletli, nîmeti bol” mânâsındadır Maraş ve çevresine hâkim olan Dulkadiroğulları, İran’da Kaçarlar, Horasan’da Kara Bayatlar, Maku ve Doğubeyazıt hanları, Kerkük Türkmenlerinin çoğu, bu boydandır Dede Korkut kitabını 1480’de Hicaz’da yazan Tebrizli Hasan ve meşhûr şâir Fuzûlî bu boydandır c) Alka-Bölük/Alka-Evli: “Nereye varsa başarı gösterir” mânâsındadır Türkiye ve Âzerbaycan’daki Alaca, Alacalılar adı taşıyan yerler bu boyun hatırasıdır d) Kara-Bölük/Kara-Evli: “Kara otağlı (çadırlı)” mânâsındadır Karalar ve karalı gibi coğrafî yer adları bunlardan kalmadır
2 Ay-Alp/Ay-Han: Sembolü kartal Oğulları: a) Yazgur/Yazır: “Çok ülkeye hâkim” mânâsındadır Ab-Yabgu devrindeki Yenibent Yabguları, Batı Türkistan’daki Cend Emirleri, Kara-Daş denilen Horasan Yazırları, Ahıska’dan aşağı Kür boyundaki Azgur-Et (Azgur Yurdu) Kalesi, Kürmanç Kürtlerinin Azan Boyu, Toroslardaki Gündüzoğulları Hanedanı bu boydandır b) Tokar/Töker/Döğer: “Dürüp toplar” mânâsındadır Yenikentli Vezir Ayıdur, Harput-Diyarbakır-Mardin hâkimleri, Artuklular, Sincar-Siverek, Suruç arasında hâkim eski Caber Beyleri, Memluklar devrinde Halep Döğeriyle Hama Döğerleri, bugünkü Mardin-Urfa arasında yirmi dört oymaklı Kürt Döğerleri, Hazar Denizi doğusundaki Saka Boyu Takharlar; Şavşat’taki Ören kale, To-Kharis ve Malatya’nın Tokharis bucağı, Dağıstan’daki Digor ve Kars ve Arpaçay sağındaki Digor kazası bu boydan hatıradır c) Totırka/Dodurga/Dödürge: “Ülke almak ve hanlık yapmak” mânâsındadır Sivas doğusundaki Tödürgeler bu boydandır d) Yaparlı: “Misk kokulu” mânâsındadır Zaza Çarekliler ve misk ticareti yapan Yaparı Oymağı bu boydandır Yaparı Oymağının Akkoyunlu ve Giraylı camilerinin mihrap duvar harcına bu güzel ıtriyattan kattıklarından hâlâ hoş kokmaktadır Diyarbakır ve Kırım’da hatıraları vardır
3 Yıldız-Alp/Yıldız Han: Sembolü tavşancıl Oğulları: a) Avşar/Afşar: “Çevik ve vahşî hayvan avına hevesli” mânâsındadır Hazistan Beyleri, Konya’daki Karamanoğulları, İran’daki Avşarlı Nâdir Şah ve hanedanı, Ürmiye ve Horasan Afşarları bu boydandır b) Kızık: “Yasakta pek ciddi ve kuvvetli” mânâsındadır Gaziantep, Halep ve Ankara çevresindeki Kızıklar, Doğu Gürcistan’da ve Şirvan batısındaki ovaya Kızık adını verenler bu boydandır c) Beğdili: “Ulular gibi aziz” mânâsındadır Harezmşahlar, Bozok/Yozgat-Raka/Halep çevresindeki Beğdililer, Kürmanç Badılları bu boydandır d) Karkın/Kargın, “Taşkın ve doyurucu” mânâsındadır Akkoyunlu-Dulkadiroğlu ve Halep-Hatay bölgesindeki Kargunlar, Doğu Anadolu ve Âzerbaycan’daki ilkbaharda eriyen karların suları ile kopan sel ve su kabarmasına da Kargın/Korkhun denilmesi bu boyun adındandır
Üç-Oklar: İç Oğuzlar da denilip, sol kolu teşkil ederler
1 Gök-Alp/Gök Han: Sembolü sungur Oğulları: a) Bayundur/Bayındır: “Her zaman nîmetle dolu yer” mânâsındadır Akkoyunlular sülâlesi, İzmir’den Âzerbaycan’daki Gence’ye kadar Bayındır adlı yerler bu boydan gelir b) Beçene/Beçenek/Peçenek: “İyi çalışkan, gayretli” mânâsındadır Karadeniz kuzeyi ile Balkan Yarımadasına göçen ve 1071 Malazgirt ile 1176 Miryokefalon Meydan Muhârebelerinde Bizanslılardan ayrılarak Selçuklular safına geçen Peçenekler, Dicle Kürmançlarının iki ana kolundan güneydeki Beçene Kolu, Ankara-Çukurova Halep bölgelerindeki Türkmen oymaklarından Peçenekler bu boydandır c) Çavuldur/Çavındır: “Ünlü, şerefli, cavlı” mânâsındadır Türkmenistan’da Mangışlak Çavuldurları, Çorum çevresindeki Çavuldur ve Anadolu’daki Çavdar Türkmen oymakları, Erzurum ve çevresindeki Çoğundur adlı köyler bu boyun adından gelmektedir d) Çepni: “Düşmanı nerede görse savaşıp hemen çarpan, vuran ve hızlı savaşan” mânâsındadır Rize-Sinop arasındaki çok usta demirci Çepniler ve Çebiler, Kırşehir, Manisa-Balıkesir çevresindeki ve Kars ile Van bölgelerinde Türkmen Oymağı Çepniler bulunmaktadır
2 Dağ-Alp/Dağ Han: Sembolü uçkuş Oğulları: a) Salgur/Salur: “Vardığı yerde kılıç ve çomağı ile iş görür” mânâsındadır Kars ve Erzurum hâkimi Salur Kazan Han Sülâlesi, Sivas-Kayseri hükümdarı âlim ve şair Kadı Burhâneddin Ahmed ve Devleti, Fars Atabegleri, Salgurlular, Horasan’daki Teke-Yomurt ve Sarık adlı Türkmenlerin çoğu bu boydandır b) Eymür/Imır/İmir: “Pek iyi ve zengin” mânâsındadır Akkoyunlu, Dulkadirli ve Halep Türkmenleri içindeki Eymürlü/İmirlü oymakları, Çıldır ve Tiflis’teki iyi halıcı ve keçeci Terekeme Oymağı bu boydandır c) Ala-Yontlup/Ala-Yundlu: “Alaca atlı, hayvanları iyi” mânâsındadır Yonca kelimesi bu boyun hatırasıdır d) Yüregir/Üregir: “Daima iyi iş ve düzen kurucu” mânâsındadır Orta Toros ve Çukurova Üç-Oklu Türkmenlerinin çoğu, Adana’daki Ramazanoğulları bu boydandır 3 Deniz Alp/Deniz Han: Sembolü çakır Oğulları: a) Iğdır/Yiğdir/İğdir: “Yiğitlik, büyüklük” mânâsındadır İçel’in Bozdoğanlı Oymağı, Anadolu’da yüzlerce yer adı bırakan İğdirler, İran’da büyük Kaşkay-Eli içindeki İğdirler ve Iğdır adı, bu boyun hâtırasıdır b) Beğduz/Bügdüz/Böğdüz: “Herkese tevâzu gösterir ve hizmet eder mânâsındadır Dicle Kürtleri ilbeği olup, Hazret-i Peygamber’e elçi giden (622-623 yılları arasında Medîne’ye varan), Bogduz-Aman Hanedanı temsilcisi ve Kürmanç’ın iki ana kolundan Bokhlular/Botanlar, Yenikent-Yabgularından onuncu yüzyıldaki Şahmelik’in Atabegi Kuzulu, Halep Türkmenlerinden Büğdüzler bu boydandır c) Yıva/Iva: “Derecesi hepsinden üstün” mânâsındadır Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh (1072-1092) devrinde Suriye ve Filistin’i feth eden Atsız Beğ, 12 yüzyılda Hemedân batısında Cebel bölgesi hâkimleri Berçemeoğulları, Haçlıları Halep çevresinde yenen Yaruk Beg, Güney-Âzerbaycan’daki Kaçarlu-Yıva Oymağı bu boydandır Ankara’da çok makbul yuva kavunu bu boyun yerleştiği ve adları ile anılan köylerde yetişir d) Kınık: “Her yerde aziz, muhterem” mânâsındadır Büyük ve Anadolu Selçuklu devletleri, Orta Toroslardaki Üçoklu Türkmenler, Halep-Ankara ve Aydın’daki Kınık Oymakları bu boydandır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Tüm Türk Boyları

Eski 10-25-2007   #3
Ergenekon
Varsayılan

Cevap : Tüm Türk Boyları



Özbekler (Şeybaniler)
On dördüncü yüzyıldan itibaren Orta Asya’da hakimiyet kuran, bugün çoğunlukla Özbekistan Cumhuriyetinde yaşayan Türk boyu Özbek halkının tarihinin ilk dönemlerine ait bilgi yoktur Özbeklere bu ad, ilk olarak 1313-1340 yılları arasında hüküm süren, Altınordu Hükümdarı Gıyâseddin Muhammed Özbek tarafından verildi Daha sonraları, 1412-1468 yılları arasında hüküm süren Ebü’l-Hayr’a bağlı Müslüman-Türklerin adı oldu

Timur Han'ın 1405’te ölümünden sonra zayıflayan Timur İmparatorluğu parçalanmaya başladı Bu sırada Aral Gölünün ve Seyhun Irmağının kuzeyindeki bölgede dağınık olarak yaşayan Özbekler, Ebü’l-Hayr’ın idaresinde toplanarak, 1428’de onu kendilerine han ilan ettiler Kısa zamanda kuvvetlenip, çevredeki diğer boyları da hakimiyetleri altına aldılar Timurlulardan, Harezm’i alıp, Urgenc’i zaptettiler Siriderya (Seyhun) Irmağı kıyısındaki Sığnak, Arkuk, Suzak, Akkurgan, Özkent gibi şehirleri ülkelerine kattılar ve bunlardan Sığnak’ı başşehir yaptılar Türkistan taraflarına seferler düzenledilerse de, Kalmuklara yenilerek Sığnak’a çekildiler Özbeklerin bu zayıf durumundan istifade eden Karay ve Canibek adlı başbuğlar, Özbeklerden bir kısmını etraflarında toplayıp, Çağatay Hanı Esenboğa’ya başvurarak, kendilerine yurt vermesini istediler Esenboğa, onları, Çağatay Moğol İmparatorluğunun sınır bölgelerine yerleştirdi Canibek ve Karay’a tâbi olarak Özbeklerden ayrılan göçebe boylara, daha sonra Kazak veya Kırgız Kazakları adı verildi Kırgız Kazaklarını yeniden hakimiyeti altına almaya çalışan Ebü’l-Hayr, 1468’de bir savaşta vefat etti Ebü’l-Hayr’ın vefatından sonra, Özbekler, Çağatay Moğol hükümdarı Yunus Hana yenilerek dağıldılar Yunus Han, Ebü’l-Hayr’ın oğlu Şah Budak’ı öldürttü Dağınık halde bulunan Özbekler, bu hadise üzerine Şah Budak’ın oğlu Muhammed Şeybek’in (Şeybânî) etrafında tekrar toplanarak güneye doğru inmeye başladılar
Bu tarihten itibaren Şeybânîler adıyla da anılan Özbekler, ilk zamanlar, Çağatay Hanı Mahmud Hanın himayesine girerek Türkistan’a yerleştiler 1500 yılında Timuroğulları Devletindeki iç karışıklıktan yararlanarak, Buhara’yı zaptedip, Timur Hanedanına son verdiler Mâverâünnehir tahtına, Muhammed Şeybânî geçti Timur soyundan gelen Hüseyin Baykara’nın hüküm sürdüğü Harezm’i ve Hüseyin Safi’nin idare ettiği Hîve’yi de ele geçiren Özbekler, Çağatay Hükümdarı Yunus Hanın torunu Babür ile uğraştılar Yapılan bir savaşta, Babür’ü mağlup ederek Taşkent’e çekilmek zorunda bıraktılar Horasan tarafına da seferler düzenleyip, Belh ve Herat’ı ele geçirdiler Çağatayların elinde bulunan Taşkent’i de zapteden Özbekler, Çağatay Hanı Mahmud Han ile kardeşi Ahmed Hanı esir aldılar Böylece Türkistan, Mâverâünnehir, Fergana ve Horasan bölgelerine hakim olup, Orta Asya’nın en güçlü devleti hâline geldiler
Özbekler, on altıncı yüzyıl boyunca İran’daki Şiî-Safevîler'le devamlı olarak savaştılar Osmanlılar ve Hindistan’daki Babürlüler'le iyi münasebetler kurmaya çalıştılar 17 ve 18 yüzyılın ortalarına kadar Astırhanlar Hanlığı'nın hakimiyeti altında kaldılar 1740’ta, Nâdir Şah tarafından, Astırhanlar (Astrahan) Hanlığı yıkıldı
Nâdir Şahın vefatından sonra, hakimiyet Canoğullarının yerine Mangıthanlar sülâlesine geçti Canoğullarının hakimiyeti, 1860 yılına kadar devam etti 1860’tan itibaren Türkistan içlerine doğru ilerleyen Rusların himayesinde, yarı bağımsız olarak devam eden Buhara Hanlığı'nın hakimiyetinde kalan Özbekler, Rusların baskısı altında yaşadılar 1917’deki komünist ihtilalden sonra, Rus esaretine karşı harekete geçtiler Buhara, 1920’de Ruslar tarafından tamamen işgal edilince, Mangıthanlar sülalesi de ortadan kalktı Kadın-erkek, ihtiyar-çocuk demeden insanların kurşuna dizilmesi, cami ve mescitlerin kapatılıp din adamlarının şehit edilmesinden sonra, Buhara Halk Cumhuriyeti kuruldu Bu cumhuriyet de 1924’te ortadan kaldırıldı Bugün Özbekler, 1991’de bağımsızlığını kazanan Özbekistan Cumhuriyeti'nde yaşamaktadırlar 1984’te 175 milyon olan Özbekistan nüfusunun, 12 milyonu Özbeklerden meydana geliyordu Ayrıca, Tacikistan’da 1 milyon, Türkmenistan’da 240 bin, Kırgızistan’da 450 bin, Kazakistan’da 2 milyon 400 bin kadar Özbek yaşamaktadır Böylece Orta Asya Türk Cumhuriyetlerindeki toplam Özbek sayısı, 16 milyonu bulmaktadır



Peçenekler
Türk boylarından Oğuzların Üç-ok koluna mensupturlar İslâm kaynaklarında “Beçene, Beçenek, Biçene”; Anadolu ağzında “Peçeneke, Beçenek” olan boyun adı, “iyi çalışır, gayret gösterir” mânâsındadır Peçeneklere Bizanslılar “Patzinak”, Lâtinler “Bissenus”, Ruslar “Peçennyeg”, Macarlar “Beşennyö”, Ermenilerin “Badzinag” dedikleri, kaynaklarda yazılıdır Asıl yurtları, Orta Asya’da, Seyhun (Siriderya) ile İdil (Volga) nehirleri arasındadır

Dokuzuncu yüzyılda Hazar Hakanlığı ve Oğuzlar'ın baskılarıyla, asıl yurtlarını terk edip, batıya göç etmeye başladılar Yayılma istikametleri Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara doğru idi Hazar Hakanlığı, Rus Knezlikleri, Bizanslılar ve Balkan kavimleriyle mücadele ettiler 860-880 yılları arasında Don-Kuban nehirleri boyuna gelen Peçenekler, Macarları bu havaliden uzaklaştırdılar Don Nehrinden, Dinyeper’in batısına kadar yayıldılar
915’te, Rusların ataları olan Kiyef Rus Knezliği’ne, ilk Peçenek akını yapıldı Rusları, Karadeniz kıyılarına indirmemek için, 915’ten 1036 yılına kadar, on biri büyük olmak üzere pek çok akın yaptılar Peçeneklerin, Rusları Karadeniz’e indirmemeleri, Bizanslıların menfaatineydi Bizanslılar, 1018 yılına kadar, Peçeneklerle dost geçinmeye çalıştılar 1026, 1035, 1036’da, Balkanlara akın tertip ettiler
Peçeneklerin iç mücadelesinde, önce Kegen’in, sonra da Turak’ın Hıristiyan olmasıyla, millî felaketleri başladı Peçenekler, arasında 1048 yılında başlayan Hıristiyanlaşma, Balkanlarda sıkışmalarıyla hızlandı Hıristiyanlaşan Peçenekler, millî benliklerini unutup, Türklüklerini kaybettiler Bizanslılar, Peçenekleri yurtlarından alıp, başka yerlere iskân siyaseti takip ettiler Bizans ordusuna da asker alındılar
1071 Malazgirt Muharebesi'nde, Bizans ordusundaki Peçenekler, Selçuklular safına geçmeleriyle, Sultan Alparslan’ın zafer kazanmasında yardımcı oldular 1176 Miryokefalon Meydan Muharebesi'nde de Anadolu Selçukluları safına geçtiler Balkanlardaki Peçenekler, Anadolu’da Marmara kıyılarına kadar gelen soydaşı Selçuklularla münasebet kurdular Peçenekler, Trakya’da Bizans kuvvetlerini üst üste yenerek, Edirne ve Keşan’a hakim olarak, Çekmece’ye kadar geldiler Oğuzların Üç-ok kolu Çavuldur boyuna mensup olan İzmir Beyi Çaka Bey’in, kuvvetli bir donanma kurarak, Bizans’a ait adaları zaptetmesi, iki soydaş boyun, Bizans’a karşı ittifakına sebep oldu Bizans’a karşı Peçenek, Çavuldur ittifakı, entrika yüzünden bütünüyle gerçekleşemedi Bizanslılar, Peçeneklere karşı Kıpçaklarla anlaştı Bizans’a kırk bin atlı ile yardıma gelen Kıpçaklar, Bizans ordusuyla beraber olup, Meriç Irmağı ağzında ve Enez yakınında Peçeneklerle karşılaştılar 29 Nisan 1091 tarihinde Luvinyum Muharebesinde, Peçenekler yenildiler Luvinyum Muharebesi, Peçeneklerin siyasî tarihinin sonu oldu Peçeneklerden kırk bin aile, Arnavutluk kuzeyindeki Ohri Gölünün doğusuna yerleştiler Balkanlara dağılan Peçenekler, Müslüman olmadıklarından, Anadolu ve Hindistan’daki soydaşları gibi Türklüklerini muhafaza edemeyip, Slavlaştılar Asıl çoğunluğu, Karadeniz’in kuzeyi ve Balkanlarda olmasına rağmen, günümüzde buralarda, Peçenek hatırasına rastlanmamaktadır Anadolu’da, Peçeneklere ait coğrafî adlar hâlâ mevcuttur Ankara vilayeti, Şereflikoçhisar kazası yakınındaki Peçeneközü vadisi, Maraş’ın Elbistan kazasında iki, Konya bölgesinde de dört yer adı, Peçeneklerin Anadolu’ya geldiklerinin hatırasıdır


Salur Boyu (Salurlar, Salurlular)
Oğuzların Üçok koluna mensup bir Türk boyu On üçüncü yüzyılda İran’ın Fars bölgesinde Salgurlular (Fars) Atabegliğini kurdular Horasan ve Kirman’dan gelen diğer Türk boylarıyla, nüfuzlarını arttırdılar Atabegliğin 1286 yılında Moğollar tarafından ortadan kaldırılmasından sonra, Salurlar, Salur Türkmenleri adıyla anılmaya başladılar Bölgede kalanlar, Merv ve Serahs civarında hayatlarını devam ettirdiler Batıya göç edenlerse, Anadolu’da kurulan Mengücükler, Eretnalılar ve Türkiye Selçukluları'nın hizmetine girdiler Salurlulardan Kadı Burhâneddin, Eretnalıların zayıflamasından istifadeyle, Sivas ve Kayseri bölgesinde kendi adıyla anılan bir devlet kurdu (1381) Osmanlılar zamanında Salurlular, Sivas, Erzincan, Tokat, Amasya, Adana ve Trablusşam bölgesinde hayatiyetlerini devam ettirdilerse de, sonraları diğer Türkmen boyları arasına karıştılar Bugün Anadolu’da, Salur adını taşıyan birçok yerleşim birimi bulunmaktadır


Tatarlar
Türkistan’ın doğusundan, Cengiz İmparatorluğu zamanında Kırım ve Anadolu’ya yayılan bir kavimMuhtelif zamanlarda, muhtelif mânâlarda kullanılan Tatar kelimesi, daha ziyade Moğolları ve Türkleri ifade etmiştir Tatar kelimesine, ilk olarak Orhun Kitabeleri'nde, İstemi Han'ın bir merasimine gelenler listesinde rastlanmaktadır Aynı şekilde Kültigin ve Bilge Kağan kitabelerinde de Tatarlar, çeşitli vesilelerle anılır Bu kitabelerde Otuz-Tatarlar olarak geçen kavim, Göktürk ve Uygur kitabelerinde Dokuz-Tatarlar şeklinde geçer Bayan-Çur Kağan kitabesinde, Uygurlar'la Tatarların yaptıkları savaşlar anlatılır Farklı devirlerde yazılan yukarıdaki kitabelere bakılırsa, Otuz-Tatarların Moğol, Dokuz-Tatarların ise Türk olmaları muhtemeldir

Türk ve Moğol menşeli olmak üzere iki grup olarak kabul edilen Tatarların, Asya’dan batıya yayılmaları, iki dalga hâlinde olmuştur Atilla zamanındaki savaşlar esnasında batıya gitmişlerse de, çoğunluğu geriye dönmüş ve bir kısmı, Kuzey Kafkasya ve Karadeniz’de Bulgar birliğini kurmuşlardır Altıncı asırda, bu birlik dağılmış ve Balkanlar’a doğru göçmüşlerdir İkinci dalga ise, Cengiz Hanın savaşları esnasında vuku bulmuştur Moğol İmparatorluğunun dağılmasından sonra, batıya gelen Türk çoğunluklu Tatarlar, Altınordu Devleti'ni kurmuşlardır
Moğolların Ortadoğu’ya yayılmaları esnasında, geniş bir Moğol ve Türk topluluğu da Anadolu’ya gelmiştir Tarihî kaynaklarda Tatar olarak anılan bu zümrenin beyleri, İlhanlıların hizmetine girmişlerdir On beşinci asırdaki kaynaklarda, bunlara, Kara Tatar denilmekle beraber, bunların aynı isimdeki boyla münasebetleri yoktur
Anadolu’ya gelmiş olan Tatarlar, elli iki oymağa ayrılmışlardı Orta Anadolu ve Doğu Anadolu’nun batı kesimlerinde zengin otlaklara sahiptiler Hayvancılık sayesinde rahat bir hayat süren Tatarlar, vergi de vermiyorlardı Yıldırım Bayezid Han'ın Anadolu’yu fethi sırasında Osmanlı hizmeti altına giren Tatarlar, menfaatlerini her zaman kuvvetli bir hükümdarın emri altında olmakta görmüşlerdir Ankara Savaşı'ndan sonra Timur Han tarafından, Anadolu’dan göçe zorlanan Kara Tatarların büyük bir kısmı sürülmüştür Anadolu’da kalabilenler de, zamanla Türkleşmişlerdir
Göç etmeyip, Anadolu’da kalanlar, Fetret Devri'nde şehzadeler arasındaki mücadelede, önemli rol oynamışlardır Sultan Çelebi Mehmed Han (1413-1421), iktidarı ele geçirdikten sonra, bunları Filibe civarında yerleştirmiştir
Tatarların Türk olanları, günümüzde Rusya’nın ve dünyanın muhtelif bölgelerine yayılmışlardır Tataristan, Başkırdistan, Çuvaşistan, Astırhan, Batı Sibirya, Ukrayna, Kafkasya, Türkistan ve Kırım’da toplu veya dağınık halde yaşamaktadırlar Bu bölgelerin dışında Finlandiya, Mançurya, Kore, Japonya, ABD, Birleşik Almanya ve Türkiye’de Tatarlar bulunmaktadır Ancak, Mançurya, Kore ve Japonya’daki Tatarların ekseriyeti, Türkiye’ye göç etmişlerdir Zamanımızda, özellikle Eskişehir civarında yaşayan ve Tatar olarak bilinenler ise, Kırım’dan göçmüş Türklerdir


Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Tüm Türk Boyları

Eski 10-25-2007   #4
Ergenekon
Varsayılan

Cevap : Tüm Türk Boyları



Varsak Boyu (Varsaklar)
Oğuzlar'ın Üçok koluna bağlı bir Türk BoyuUlaş, Elvanlı ve Kusun gibi obalara ayrılırlardı On üçüncü asırda, Anadolu’ya gelerek, Tarsus-Mersin civarındaki dağlık araziye yerleştiler Osmanlı-Karamanlı mücadelesinde, Karamanoğulları tarafında yer aldılar Memlûklar'la da komşu olduklarından, zaman zaman Karamanlılara karşı da tavır aldılar Varsakların bir kısmı, Çelebi Sultan Mehmed zamanında, Osmanlı idaresi altına alındı Osmanlı-Akkoyunlu savaşında, bir kısım Varsaklar, Akkoyunlu tarafını tuttu Savaş sonunda, Uzun Hasan’la birlikte İran’a gittiler (1473) Anadolu’da kalanları, Fatih Sultan Mehmed Han'a tâbiiyetlerini arz ettiler İkinci Bayezid’e karşı Cem Sultan'ı destekleyen Varsaklar, Yenişehir Savaşından sonra, bu işten vazgeçtiler Osmanlı-Memlûk mücadelesinde, Memlûklar lehine hareket edip, İçel sancak beyliğini ele geçirdiler Ancak, Sadrazam Davud Paşa, bunları denetim altına alarak, çoğunluğunu, Karaman, Kırşehir, Antalya, Aydın ve Maraş tarafına sürgün edip yerleştirdi (1487) Bu durum, Varsakların bir daha devlet aleyhine birleşmelerine imkân vermedi



Yakutlar
Sibirya’nın kuzeydoğusunda yaşayan bir Türk boyu Sahalar adıyla da bilinen Yakutların, Gulıganlarla (Kurıkanlar) Tunguzların karışmasından meydana geldiği tahmin edilmektedir Kurıkanların, 7 yüzyılda Çin sarayına hediyeler verdikleri, Göktürk Devleti'ni ikinci defa kuran İlteriş Kağan'a karşı çıktıkları bilinmektedir Yakutlar, 10 yüzyıldan sonra, Moğol istilaları yüzünden yurtlarını terk ederek, Selenga Irmağının aşağı kıyılarında, Angara ve Lena ırmaklarının yukarı bölgelerine göçtüler

On yedinci asrın başlarında Ruslar, Asya’yı ele geçirme tasavvurlarını gerçekleştirmek üzere, Yakutların ülkesine girmeye başladılar 1620-1630 yılları arasında tamamen işgal ettiler Yakutlar, zaman zaman ayaklandılar ise de, bir netice elde edemediler Bu tarihten sonra Yakutların büyük çoğunluğu, Rusların etkisiyle Hıristiyanlaştı Buna rağmen Şamanî inançlarını da devam ettirmişlerdir İyi at yetiştirmeleriyle tanınan ve zengin insanlar olan Yakutlar, Rusların zulmü altında fakirleştiler Yakutistan, Çarlık Rusya’sında siyasî suçluların sürgün edildiği bir ülke durumuna geldi Diğer bölgelerden Rus nüfus göçürülerek, Yakutistan'da iskân edildi Sürgünler, Yakut ülkesinde, Batı kültürünü ve muhtariyet (özerklik) fikrini yaydılar On dokuzuncu asırda, kültürlü kimseler yetişti 1900’lü yılların başından 1917 ihtilâline kadar, bağımsızlık mücadelelerine devam ettiler 1920-1921’de kurulan Yakut Millî Hükümeti, komünistlere karşı savaştı Fakat, Moskova’nın güçlü ordusu karşısında mağlup oldular Ruslarla yapılan barış neticesinde Yakutistan, Sovyet Sosyalist Muhtar Cumhuriyetini kurdular (1922) Fakat Ruslar, 3062000 km2'yi bulan Yakutistan’ı, kolonizatör Ruslarla iskân ederek, Yakut nüfusunun oranını devamlı düşürmektedir 1970 sayımına göre Yakutların nüfusu, 602000 idi 1992’de, 944000’e yükselmiştir



Yörükler
Anadolu ve Rumeli’de göçebe olarak yaşayan, geçimlerini hayvancılıkla sağlayan ve mevsimlere göre ova veya yaylalarda kurdukları çadırlarda oturan Oğuz Türklerine verilen ad Bunlara, Türkmenler adı da verilir “Cesur, muhârip, iyi yürüyen, eli ayağı sağlam” gibi mânâları ifade eden “Yörük” kelimesi yerine, “yürük” kelimesi de kullanılır Umumî olarak konar-göçer hayat yaşayan bütün topluluklar için kullanılan bu isim, daha çok göçebe Oğuz boyları için alem (özel isim) olmuştur
On birinci yüzyılda Orta Asya’dan göç eden ve göçebe hayat yaşayan Oğuzlar, İran’dan geçerek, Malazgirt Zaferi'nden sonra Anadolu’ya geldiler Burada da eski hayat tarzlarını aynen devam ettirdiler İlk zamanlar Türkmen adıyla anılan Oğuzların bir kısmı yerleşik hayata geçti Anadolu’nun İslâmlaştırılıp Türkleştirilmesi sırasında, Oğuz boyları, Anadolu’nun her tarafına yayıldı Bir kısmı yerleşik hayata geçerek Türkmen adını aldı, bir kısmı da göçebe hayatını sürdürüp Yörük ismiyle anıldı
Anadolu Selçukluları ve beylikleri dönemlerinde, Yörüklerden, askerî güç olarak faydalanıldı Selçuklular ve Osmanlılar, Yörükleri sistemli bir şekilde toprağa yerleştirmeye çalıştılar Orhan Gâzi ve Yıldırım Bayezid devirlerinde, geçitlerin, derbentlerin korunması, Yörüklere yaptırıldı Osmanlıların Rumeli’ye geçişinden sonra, Yörüklerin önemli bir bölümü de Rumeli’ye göç ettirildi Sultan Birinci Murad Han zamanında, Saruhan’dan, Serez taraflarına kalabalık gruplar hâlinde sevk edilen Yörükler, iskân edildikleri yeni bölgelerde, yabancı unsurlar arasında bir dayanak noktası teşkil ettiler ve ileride yapılacak fetihlere yardımcı oldular Yörüklerin Rumeli’ye geçirilmeleri, Yıldırım Bayezid Han devrinde daha yoğun bir şekilde devam etti
Sultan İkinci Murad Han ve Fatih Sultan Mehmed Han zamanlarında, yeni fethedilen yerlere, çok Yörük nüfus nakledildi Fatih Kanunnâmesi’nde Yörüklere, diğer ahaliye göre bazı vergi muafiyetleri tanındı Fatih Kanunnâmesi’nde, Yörüklerin, ağnam (koyunlar) resmî mükellefi ve askerlikle mükellef oldukları belirtildi Orduda yardımcı kuvvet olarak vazife alan Yörükler, Kanunî devrinden itibaren, daha çok imar ve muhafaza hizmetlerinde kullanıldı Bulundukları coğrafî mevki itibariyle çeşitli hizmetler gören Yörükler, sahillerde gemi malzemesi temini ve gemi yapımında; derbentlerde ve ana güzergâhlarda yol emniyeti, tamir, muhafaza, köprü inşası ve menzillere zahire toplanması ve korunmasında; madenlerde, ordunun nakliye işlerinde ve devletin kalelerinin onarımlarında da istihdam edildiler Yörüklerin, geçtikleri yerlerde kalabilecekleri, yaylak ve kışlak alanları belirlendi
Yörüklerin Rumeli’ye geçirilmesi ve fethedilen yerlere yerleştirilmesi, daha sonra Osmanlı Devletinin umumî bir siyaseti oldu Ancak, sonraki devirlerde, Yörüklerin Rumeli’ye yerleştirilmesi yavaşladı Fakat 18 yüzyılın sonlarına kadar devam etti Bu göçlerin bir kısmı, isteğe bağlı olduğu gibi, bir kısmı ise devlet siyaseti doğrultusunda mecburî olmuştur
Anadolu’da başgösteren Celâlî isyanları ve neticesinde meydana gelen iç çalkantılar ve ekonomik buhranlar, Anadolu’daki Yörüklerin düzeninin bozulmasına yol açtı Bu karışıklıklar, Yörük camiasına da sirayet etti Devlet, bu yüzden, Yörükler üzerindeki idarî otoriteyi sağlamak ve doğabilecek zararları önlemek için, onları mecburî yerleşmeye tâbi tuttu Mecburî iskânın gayesi, göçebe hayat tarzı sebebiyle Yörüklerin, yerleşik halka zarar yapmalarını önlemek, harap ve boş olan iskân merkezlerinin imar edilmesini, ekilmeyen toprakların işlenmesini temin etmek, devlet tarafından kontrol edilmesi zor olan eşkıya gruplarına karşı bir emniyet unsuru olarak set vazifesi görmelerini sağlamaktı
1683 Viyana Seferi'nin mağlubiyetle sonuçlanması, Rumeli ve Anadolu’da, geniş çapta aşiret hareketleri ve eşkıyalık hadiselerine sebep odu Köprülüzâde Fazıl Mustafa Paşa'nın sadrazamlığı sırasında, 1691 senesinde, Yörükleri tamamen iskân etmek için harekete geçildi
Rumeli’deki Yörükler, “Evlâd-ı Fâtihân” adı altında yeni bir teşkilata tâbi tutuldu Bunlardan, askerî maksatlarla faydalanılmaya çalışıldı Anadolu’daki Yörükler ise, bilhassa Hama, Humus, Rakka ve Halep bölgelerine yerleştirilmek suretiyle, Aneze ve Şammar aşiretlerinin baskınları önlenmeye çalışıldı 18 Mart 1692 tarihli bir ferman ile, Anadolu’nun çeşitli vilayet ve sancaklarından, muhtelif yörük aşiretlerine mensup yetmiş kadar oymak yerleştirildi Bu aşiretlerin, yerlerini terk etmemeleri için de, Adana ve Maraş taraflarında, derbent mahallelerine Yörükler yerleştirildi 1720 senesinde, Şam vilayetine bağlı bazı sancaklar Yörükler yerleştirilmek suretiyle, Türk nüfusu yönünden takviye edildi Bazı Yörük oymakları da, kendi yaylak ve kışlaklarında iskâna tabi tutuldular 1693 senesinde, Kayseri vilayetine bağlı Zamantı ve Pınarbaşı yaylaları, 1728’de Zamantı Irmağının etrafındaki harabe köyler, bu bölgede yaylak-kışlak hayatı yaşayan Yörüklere tahsis edildi Ayrıca Kozan Dağındaki Yörükler, Çukurova’ya, Orta Toroslar'daki kalabalık Yörük cemaatleri İçel’e, Antalya ve Isparta bölgelerinde dağınık halde bulunan Yörükler ise, Taşeli yaylaklarına yerleştirildiler Bu arada, Orta Anadolu’ya (Çiçekdağı, Nevşehir, Niğde) yörük iskânı yapılırken, Teke, Hamid, Beyşehir, Alanya ve Akşehir Yörüklerinin de uygun yerlere yerleştirilmeleri için, 1732 senesinde ferman çıkarıldı Ayrıca doğudan batıya uzanan Toros Dağlarının iç ve dış kısımlarında yeni kurulan birçok kasaba ve nahiyelere de, çeşitli yörük cemaatleri yerleştirildi İçel ve Alanya bölgesinde yaşayan bazı Yörükler, Kıbrıs Adasına gönderildiler
On dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren, Yörüklerin iskânı, daha düzenli olarak yapılmaya başlandı Vilayetlerine Yörük iskân edilecek valiler, yaylak ve kışlaktaki Yörükler üzerine iskân nazırı tayin ederek, onları disiplin altına almaya çalıştılar Tanzimat'tan itibaren de boş araziler ve terk edilmiş yerler, iskân sahası olarak seçildi Bu şekilde iskân için Bursa, Sivas, Ankara, Konya ve Aydın eyaletleriyle mülhakatı (bağlı yerler) seçildi Yörüklerin iskânı için tertip edilen Fırka-i Islâhiye, Adana Halep, Maraş ve Ayıntab'da (Anteb) yeni kasabalar da kurmak şartıyla pek çok Yörük cemaatini iskâna tâbi tuttu
Bugün, Yörüklerin tamamı yerleşik hayata geçmişlerdir Ancak, eski hayat tarzlarını devam ettiren ve yaylak-kışlaklarda göçebe olarak yaşayan Yörükler, Toroslar'da hâlâ mevcuttur
Yörüklerin isimleri ve onlarla ilgili kanunî hükümler, ilk defa Fatih Kanunnâmesi’nde yer aldı Buna göre kurulan yörük teşkilatı, idarî ve askerî maksatlara uygun şekilde düzenlendi Fatih Kanunnâmesi’nde, Yörüklerin, sefere çıktıklarında her türlü teçhizatı kendilerinin temin etmeleri ve avârızdan muaf tutulmaları ve sefere çıkanların ertesi yıl çıkmamaları kanun hâline getirildi Ancak, Yörüklerle ilgili kanunnâme Kanunî devri ortalarına doğru tamamlandı Hasılatı, devletin hazine defterlerinde yazılı ve muayyen zeamet birliklerine çevrilen Yörükler, seraskerlik adı altında bir takım gruplara ayrıldı
Bunların başında, Yörüklerin arasından seçilerek bir berat ile tayin edilen “serasker” (yörük reisi) bulunurdu Yörük seraskerlikleri, kendi aralarında ocaklara taksim olunmuşlardı İlk zamanlar yirmi beş kişi bir “ocak” sayılırken, sonradan ocağın sayısı, otuza çıkarıldı Bu ocakların her birinden beş kişi, sefere gitmek veya devlet hizmetini görmek üzere “eşkinci” olarak ayrılır, ocakta kalan diğer yirmi beş kişi de “yamak” olurdu Eşkinci olarak seçilen bu beş kişinin, sefer ve dîvân-ı hümâyûna hizmet masraflarını, altı aylık müddetle ve ellişer akça olmak üzere yamaklar karşılar, buna mukabil avârız-ı dîvâniye vergisinden muaf tutulurlardı Yörükler, yörük tarzı hayatı devam ettirirlerse, kendi hayat düzenlerine göre ayarlanmış bir kısım vergileri verirlerdi Onlardan, hiçbir surette, diğer halktan alınan vergi alınmazdı Ancak Yörükler, tabiî hayatlarını bırakır da, ziraî hayata geçerlerse reaya kaydolunurlar, diğer halkın verdiği vergileri öderlerdi
Yörüklerin yaşadıkları mıntıkalarda, köyler, mezralar ve yurtlardan meydana gelen kazalar kurulmuştu Yörükler için cazip bir hâle getirilen kazalarda, Yörüklerin kazâî (adlî) meselelerini hal için, bir kadı bulunurdu Kadılar, aynı zamanda, Yörüklerin sahip oldukları hayvanların tahrirleri ile, sefer sırasında orduda ikmal ve nakliye işlerinde vazife alacak olanların isimlerini ve kira bedellerini de tespit ederdi Anadolu’da, bu şekilde kurulan birçok yörük kazası vardı
Yörükler, Orta Asya’dan getirdikleri gelenekleri devam ettiriyorlardı Hayatları, belli kaidelere bağlanmıştı Bu kaideler, daha çok, örfe bağlıydı Yazları serin olan yaylalarda, kışları ise sıcak veya ılık kışlaklarda geçiren Yörüklerin, yaylalara gidiş gelişleri, belli bir düzen içinde yapılırdı Bu gidiş gelişler, belli yollardan olurdu Yaylağı ve kışlağı olmayan Yörükler de otlak kiralarlardı Yörüklerde yaylaklar, oymakların malı sayılır, o oymağa mensup olan herkesin hayvanları, burada serbestçe otlardı Yaylak veya kışlaklardaki evler ve çevrelerindeki küçük bahçeler, şahıslara aitti Çadırların ve küçük bahçelerin bulunduğu yere, “yurt yeri” denirdi Bir oymağın hayvanlarının, diğer oymakların hayvanlarına karışmasını önlemek için, hayvanlara “dökün, dövme” veya “döğme” adı verilen damgalar vurulurdu Hayvanların kulakları, belli şekillerde çentilerek de, diğer oba hayvanlarından ayrılırdı Bu işaretlere “en” adı verilirdi Koyun, keçi, sığır ve deve gibi hayvanlar besleyen Yörükler, yaylak ve kışlaklarda buğday, arpa, mısır ve bazı sebzeleri yetiştirirlerdi Süt mâmulleri ve et, temel gıdalarını teşkil ederdi Giyim ve ev eşyalarını, kendileri dokurlardı Bununla beraber, kapalı bir ekonomiye sahip olmayıp, köy ve kasabalardaki pazarlara inerler, ürünlerini satarak kendi ihtiyaçlarını satın alırlardı Develeriyle, şehirler arasında yük taşırlardı İstanbul gibi büyük şehirlere, buğday ve benzeri tüketim maddelerini, develeriyle, Yörükler taşırlardı Keçi besleyen Yörükler, kıldan yapılmış çadırlarda, diğerleri ise keçeden yapılmış çadırlarda otururlardı Evi andıran yörük çadırlarında, oturma, yatma ve yemek pişirme için bölümler vardı Çadır, orta direğin etrafına sıralanmış 5-9 direk üzerine kurulurdu Büyük çadırlarda, binek hayvanlarının bağlandığı bölüm dahi bulunurdu Çadırın oturma bölümü, Yörük kilimleriyle döşenir, kenarlarda minderler bulunurdu Çadırda, herkesin oturacağı yer belliydi
Yörüklerde aile yapısı, daha çok erkek hakimiyetine dayanırdı Yörüklerde esas evlilik şekli, tek evliliktir Umumiyetle, evlenen çocuklar, babayla birlikte yaşardı Bu yüzden, büyük aileler meydana getirirlerdi Yörükler, amca kızı, dayı kızı, amca ve teyze kızı gibi yakın akrabayla da evlenirlerdi
Yörüklerin idarî teşkilatlanmaları, oba, oymak, boy ve ulus şeklindeydi Yaylak ve kışlaklarda, bir soyun yaşadığı alana “oba” denirdi Bu terim, zamanla kaybolmuş ve yerini mahalle kelimesi almıştır Bir veya iki oba halkına “oymak” denirdi Oymakların başında, “kethüda” bulunurdu Yörükler, buna, “kâhya” derlerdi Birkaç oymağın birleşmesinden meydana gelen topluluklara, “boy” adı verilirdi Boyun başında “boybeyi” bulunurdu Boy beylerine daha sonra, “yörük başbuğu” adı da verildi Birkaç boyun birleşmesinden “ulus” meydana gelir, bunun başkanlarına “ulusbeyi” denirdi
Arı duru bir Türkçe konuşan ve zengin bir folkloru bulunan Yörüklerde, an'ane ve geleneklere bağlılık vardı Yörüklerin göçleri, belli esaslara bağlanmıştı Yaylaklara göç, bahar aylarında olurdu Oymak veya boy beyleri, göçün gününü önceden tespit ederek herkese duyururdu Göç günü gelmeden önce, gerekli hazırlıklar yapılırdı Önceden bildirilen gün gelince, bütün eşyalar develere yüklenir, üzerine kilimler atılırdı Develerin alınlarına süs, küçük ve büyük çanlar takılırdı Kervanın önünde, yeni elbiselerini giymiş, elinde kirmanı ile yün eğirerek bir gelin giderdi Çevrede, ata binmiş genç erkekler, silah atarak, at sürerek yayla yoluna yürürlerdi Boyun çocukları, kadınları ve genç kızları, hayvan sürülerinin önünde veya yanında yürürlerdi Uzun yolculuktan sonra yaylağa varılır, yerleşilirdi Sonbaharda da buna benzer merasimle yaylaktan göç edilirdi Yörüklerin nişan, düğün, bayram ve sünnet zamanlarında uyguladıkları, buna benzer merasimleri vardı
Yörüklerin, bir kısmı bugün de devam eden, nişan ve düğün âdetleri şöyleydi:
Oğlu evlenme çağına gelen yörük ailesi, kendisine uygun bulduğu ailenin kızına dünür giderdi Eğer olumlu cevap alınırsa, kız evinde kahve içilirdi Bunun tersi olursa, dünürcüler, hemen evi terk ederlerdi Dünürcüler, uygun cevap aldıkları zaman, oğlan evi tarafından hazırlanan ve beraberlerinde getirdikleri şerbeti içerlerdi Uygun cevap alınıp, söz kesildikten sonra, “beylik” ismi altında, oğlan tarafından seçilen kadınlar, kız evine giderler ve kıza nişan takarlardı Nişanlar, elbise, altın, gümüş gibi ziynet eşyalarıydı Söz kesiminde, oğlan tarafından kızın babasına veya velîsine bir miktar para verilirdi İslâm dinine göre alınmasının haram olduğu bildirilen bu paraya “başlık” adı verilirdi Oğlan tarafı, kızın elbise, mutfak ve diğer eşyalarını aldıktan başka, kızın akrabalarına da uygun hediyeler alırdı Bunun ismine “yol” denirdi Kız, başka köyden gelecek olursa, oğlan babası davet edeceği köylerin her odasına ve her oda sahibine ayrıca birer yol (dâvet hediyesi) gönderirdi Bu yollar kâse, bardak, sahan, şeker, kahve gibi şeylerdi Oda sahipleri, düğüncüleri odalarına davet ederek yedirip içirirler ve oğlan babasına düğün sahibiymiş gibi yardım ederlerdi Odalara inen misafirlerin misafirliği, tamamen oda sahiplerine ait olurdu Kız tarafı da davetçiler çıkarırdı Düğün başladığında, her iki taraf, konuklarına ikramlarda bulunurdu Kız evinde, kına gecesi yapılırdı Gelinin gideceği gün, kız evinde hazırlanan ve oğlan tarafından önceden kız evine gönderilen çeyizler, kapının önüne çıkarılırdı Kız evinden, yüzü alla örtülü olarak çıkarılan gelin, ata bindirilirdi Çeyizler de yükletilip oğlan evine ***ürülürdü Oğlan evine ***ürülen gelinin, yollarda önüne sık sık çocuklar tarafından ipler gerilir, çocuklara hediyeler verilerek geçilirdi Gelini, güveyin evi önünde, yengeler attan indirirdi Gelin attan inmeden önce, güveyin yakın akrabalarından biri, başına üzüm, şeker, arpa, buğday, para gibi şeyler serperdi Gelin attan ineceği sırada, oğlan babası davet edilir, geline hediye verir veya vaad ederdi Kaynana ve diğer yakınlar da, çeşitli hediyeler verirlerdi Gelin attan indikten sonra, güveyinin evine gider, çeyiz içinde ayrılmış olan ve “dürü” adı verilen bazı eşyalar, davetlilere dağıtılırdı

Damada törenle elbise giydirilirdi Güvey, elbiseyi giydikten sonra, “sağdıç” adı verilen, evli bir kimsenin evine ***ürülür, vaktin gelişine kadar, güveye her türlü şakalar yapılır, güvey burada izin almadıkça yerinden kalkamaz, gülemez ve söz söyleyemezdi Bundan sonra meclise köyün hocası gelirdi Güveye, gerdeğe ait sıhhî ve dinî öğütler verir, kendisine hayırlı bir evlilik için dua ederdi Yatsı namazı kılındıktan sonra, güveyi, arkadaşları evine ***ürürler, evin giriş kapısı önünde hoca tarafından dua okunduktan sonra, arkadaşları tarafından vurulan birkaç yumruk arasında, güveyi eve girerdi
Ertesi gün kadınlar, gelini ziyaret ederler, bu ziyaret esnasında yapılan törene “baş bağlama” veya “duvak açma” adı verilirdi Bir hafta veya bir ay sonra damat, gelinle beraber kayınpederin evine giderek, büyüklerin ellerini ve dizlerini öptükten sonra, kayınpeder ve kayınvalidesini evine davet ederdi Bu davet günü, kayınpeder de, ayrıca bir gün için onları davet etmiş olur ki, buna “el öpme” denirdi
Yörükler mensup oldukları Oğuz boylarına göre isim alırlardı: Kayı, Bayat, Karaevli, Yazır, Döğer, Dodurga, Yaparlı, Avşar, Kızık, Beğdili, Karkın, Bayındır, Peçenek (Beçenek), Çavundur, Çepni, Salur, Eymir, Alavuntlu, Yüreğir, İğdir, Buğdüz ve Kınık isimleri yörük boylarına ait isimlerdir Bugün Anadolu’daki birçok mezra, köy ve kasaba, isimlerini bu yörük boylarının isimlerinden almışlardır Yörükler, umumiyetle Orta, Güney ve Batı Anadolu’da yerleşmişlerdi Bugünkü, Sivas, Ankara, Bolu, Kastamonu, Balıkesir, Manisa, Kütahya, Afyon, Uşak, İzmir, Aydın Antalya, Konya, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Adana, Hatay, Gaziantep ve Maraş illerinin bulunduğu geniş bir sahaya yayılmışlardı Büyük gruplar hâlinde yaşayan Yörükler, ayrıca birçok tâli kollara ayrılmışlar ve çeşitli yerlere dağılmışlardı Bunlardan Ankara, Tokat, Kırşehir bölgesinde yaşayan Ulu-yörük topluluğu ve Ankara Yörükleri, Orta Anadolu yaylalarında yaşamaktaydılar Aydın, Honaz, Nif, Çeşme ve Bozdoğan havalisinde Karaca-Koyunlu, Menteşe bölgesinde Oturak Barza, Güne Barza, Küre Barza, İskender Bey, Kayı, Horzum, Kızılca-Yalınç, Bolu, Uluborlu, Tefenni ve Ereğli civarında Bolu Yörükleri diye adlandırılan Yörükler yaşamaktaydı Söğüt Yörükleri diye anılan büyük bir topluluk, Bursa’daki Emir Sultan Evkafı reayası olarak, Söğüt, Edincik, Balıkesir, Bursa, Bergama, Gönen ve İnegöl’e kadar yayılmışlardı Kara-Keçili Yörükleri, Söke; Boynu-İncelü Yörükleri, Nevşehir ve Aksaray; Kayı ve Çoban Yörükleri, Manisa civarında dolaşıyorlardı Kalabalık nüfusa sahip Danişmendlü Yörükleri de, Aksaray, Kırşehir, Aydın ve Adana gibi geniş bir sahaya yayılmışlardı Biga ve çevresinde yaşayan Ağaca-Koyunlu Yörükleri ise, daha küçük bir cemaati teşkil etmekteydi
Anadolu’da dağınık bir durumda bulunan Yörükler, Rumeli’de daha teşkilâtlı ve belli yerlerde yaşamaktaydılar Rumeli’deki Yörükler, İstanbul’dan kuzeye doğru Bender ve Akkerman’a kadar, Tuna’yı takiben Bulgaristan ve Sırbistan hudutlarına, oradan da Selanik Çatalcasına kadar yayılmışlardı Bu geniş saha içinde, sekiz grup olarak defterlere kaydedilmiş olan Yörükler, daha sıkı disiplin altındaydılar Rumeli’deki Yörükler, Tekirdağ, Naldöken, Kocacık, Vize, Selanik, Ofçabolu Yörükleri, Aktuğ ve Oktav Tatarları adlarını taşımaktaydılar
Uzun müddet Rumeli’de kalan, fetihler sırasında Osmanlı ordularına yardımcı olan bu Yörükler, zamanla azaldılar Osmanlılar'ın, Rumeli’den çekilmeleri üzerine, onlar da Anadolu’ya göç ederek, çeşitli yerlere yerleştirildiler Rumeli’de kalan yörüklerden bir kısmı, bugün Yugoslavya’da Ograzden Dağlarının güney eteklerinde hayvancılıkla uğraşmakta, geleneklerini, dillerini ve ekonomik yapılarını korumaktadırlar Bugün, hemen hemen tamamen yerleşik hayata geçmiş olan Yörükler; Aydın, Manisa, Kütahya, Antalya, Mersin, Adana, Muğla ve Balıkesir gibi muhtelif yerlerde yerleşmişlerdir Eski an’anelerini ve hâlen konar-göçer yaşayışlarını sürdüren Yörükler de vardır Bilhassa Orta Toroslar üzerindeki Bulgar (Bolkar) Dağlarının eteklerinde bulunan, Güzeloluk, Yağdağ, Karagül, Eğriçayır, Perçengediği, Sarıtaşgediği, Konçagediği, Bayboğan, Düden, Çatalca, Dikmen, Yağlıpınar, Bastırık, Dedeli, Barçın, Alaçayır, Cumayalık, Konurcuk yaylalarında; yine Toroslar üzerindeki Aladağlar eteğindeki Üçkapılı, Demirkazık, Baş Yayla, Alagöl, Göşdere, Dönberi, Taşhan, Tekir ve Namrun yaylalarında; Kozandağı eteklerindeki, Uyuzpınarı, Seyhan Nehrinin kolu Zamantı Suyunun yamaçlarındaki Şıhlı, Yeniköy, Bakırdağı, Kurşundağı, Çataloluk, Dereşimli, Gölalan, Çadıryeri, Boncuklubel, Boyduran yaylalarında; Binboğa Dağlarındaki Ayran Pınarı, Yedi Kardeş Pınarı, Alapınar, Karagöl, Yaylaklı, Kemerli gibi yaylalarda; Nurhak Dağlarındaki Gülkice, Akpınar, Beysöğüt, Yamrıtaş, Isırganlı, Yapraklı ve Abeş yaylalarında yarı konar göçer halde yaşamaktadırlar





Yüe-çiler (Yüeçiler)
Eski Türk kavimlerinden Çince kaynaklarda “Yüeh-ch’ih” olarak geçer Yüe-çilere, tarihî kayıtlarda, ilk defa MÖ 3 yüzyılda rastlanır Çin’in kuzeyine hakimdiler Anayurtları, Orta Asya’da Tanrı Dağları ile Kan-su havalisiydi Büyük ve Küçük Yüe-çiler olmak üzere ikiye ayrılırlardı MÖ 3 yüzyılda Çin’in Şansi ve Kan-su eyaletlerinde, kuvvetli bir devlet kurdular Çinlilerle sıkı münasebette bulundular Çin kültürünü benimsediler Millî kıyafet ve dilleriyle, Çinlilere benzediler Hunlar'ın meşhur imparatorlarından Mete, Yüe-çileri, MÖ 203 yılında mağlup etti Yüe-çiler devleti yıkıldı Çin’den çıkarak, Orta Asya’ya göçtüler Makedonyalı İskender’in, Baktria (Belh) bölgesinde kurduğu Grek hakimiyetine, MÖ 166’da son verdiler
MÖ 129’da, Türkistan’a yerleştiler Türkistan’da kuvvetli bir devlet kurdular İran’ın doğusunu ele geçirerek, Partlarla komşu oldular Partlara MÖ 127’de yenilince, beş ayrı beyliğe ayrıldılar Bir asır birlik olamadılar Kuşan Beyi Kucula, merkezleri Belh olmak üzere, Yüe-çiler’i, MÖ 25’te birleştirdi Yüe-çilere, Kuşanlar denmeye başladı Yüe-çiler, önce Çin kültürünü, sonra da Budizm inancını benimsediler Bundan sonra, Türklük vasıflarını, benliklerini kaybedip, tarihten silindiler


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.