|
|
Konu Araçları |
anlatımı, dersi, edebiyat, hakkında, hayatı, hececilerin, içerik, konu |
5 Hececilerin Hayatı Hakkında Edebiyat Dersi Konu Anlatımı İçerik |
12-20-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
5 Hececilerin Hayatı Hakkında Edebiyat Dersi Konu Anlatımı İçerik"HECECİLER" adıyla anılan, Hecenin Beş Şairi [Orhan Seyfi (Orhon) 1890-1972; Halit Fahri (Ozansoy) 1891-1971; Enis Behiç (Koryürek) 1891-1949; Yusuf Ziya (Ortaç) 1895-1967; Faruk Nafiz (Çamlıbel)1898-1973] İkinci meşrutiyet dönemindeki Milliyetçilik ve Türk halkını bir araya toplama sürecinde ortaya çıkmış; yurt sevgisini dile getiren hece ölçüsüylüe şiirler yazarmışlardır "Konuşulan güzel Türkçeyi yazı diline geçirerek yeni ve büyük davayı kazanan ve kazandıranlar" olarak nitelendirilen Hececiler; Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin'lerin başlattıkları "Yeni Lisan" anlayışının etkisiyle, Osmanlıcadan arınan bir dille şiir yazamaya yöneldiler Ulus/ulusçuluk bilincini sürekli ön planda tutmuşlardır Beş Hececiler Hareketi, aruzla yazanlara bir tepkiydi, biçimde ve içerikte sadeliği getirdi Bu işlevlerinden öte, bir rejimin sorunlarını da tartışmaya yönelmişlerdir HALİT FAHRİ OZANSOY 20yy şair ve yazarlarından Halit Fahri Ozansoy, 12 Temmuz 1891 yılında İstanbul’da dünyaya geldi Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi)'yi bitirerek, 1916 yılında sınavla Muğla Lisesi’ne edebiyat öğretmeni oldu İki yıl kadar Muğla ve Konya'da çalıştıktan sonra 1956 yılında emekli oluncaya kadar kırk yıl süreyle İstanbul'da pek çok okulda edebiyat öğret-menliği yaptı İlk şiirleri lisede öğrenciyken Rübap (1912) ve Şebal (1912-1913) dergilerinde çıkan Halit Fahri, 1914-1918 yılları arasında adını aruz şiirleriyle duyurmuş, sonra Yeni Mecmua’da ard arda hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerini yayımlayarak Hecenin Beş Şairi’nden biri olmuştur Nedim adında 18 sayı süren haftalık bir dergi çıkarmış; kendisinin, Reşat Nuri, Faruk Nafiz, Selahattin Enis gibi şair ve yazarların ilk yazıları bu dergide yayımlanmıştı Sonraki şiirleri en çok Hayat, Ayda Bir, Serveti Fünun-Uyanış (derginin yazı işleri müdürlüğünü de yapmıştır), Çınaraltı, Varlık, Hisar dergilerinde basılmıştır Eserlerinde objektif tasvirlerle sübjektif sıfatlar arasında bir denge vardır Şiirlerinde çoğunlukla egzotik sahnelere, masal alemlerine, hüzün ve melankoli gibi bireysel duygulara, aşk ve ölüm temalarına rastlanan Halit Fahri, 23 Şubat 1971 yılında seksen yaşında da vefat etmiştir 11 şiir kitabı, sonuncusu düz yazı 8 oyunu, 2 romanı, 3 anı kitabı olan şairin,; çeviri ve roman oyunlarının; batı edebiyatı üzerinde inceleme sayısı 50’ye yakındır ESERLERİ Şiir Kitapları Rüya (1912) Cenk Duyguları(1917) Efsaneler(1919) Zakkum (1920) Bulutlara Yakın (1920) Gülistanlar Harabeler (1922) Paravan (1929) Balkonda Saatler(1931) Sulara Dalan Gözler (1936) Hep Onun İçin (1962) Sonsuz Gecelerin Ötesinde (1964) Romanları Sulara Giden Köprü (1939) Aşıklar yolunun Yolcuları (1939) Oyunları Baykuş (1916) İlk şair (1923) Sönen kandiller (1926) Nedim (1932) On yılın Destanı (1933) Hayalet (1936) Bir dolaptır dönüyor (1958) İki Yanda (1970) VATAN DESTANI O kadar dolu ki toprağın şanla, Bir değil, sanki bin vatan gibisin, Yüce dağlarına çöken dumanla, Göklerde yazılı destan gibisin Hep böyle bulutlar, içinde başın, Hilali kucaklar her vatandaşın Geçse de asırlar, tazedir yaşın O kadar leventsin fidan gibisin Çiçeksin bayılır kuşlar kokundan, Her dalın bir yay, ki zümrüt okundan Müjdeler fısıldar Ergenekon’dan Bu sese gönülden hayran gibisin Ey bütün cihana bedel Türk eli, Açtır cenklerin yoktur evveli, Tarih bir nehir ki çoşkundur seli, Sen ona nisbetle umman gibisin Bir yandan hep böyle taştın köpürdün, Bir yandan cefall bir ömür sürdün, Fakat ne derece ezildinse dün, Şimdi yine tunçtan kalkan gibisin Yeni bir ay ördün al bayrağına, Girdin en sonunda irfan bağına; Medeni hayatın nur ırmağına, Ezelden susamış cihan gibisin ŞADIRVANLAR 1 Musluklarında ince bir aheng-i şir’-i şuh Mermer sütunlarında güvercinler ağlaşır, Baygın cıvıldaşır, Munis şırıltılarla akar musiki-i ruh 2 Ra’şan ezanların uzanır aks-i nalişi, Sessiz, boş avlularda küçük kumrular gezer Durgun minareler Dinler şırıltılardaki eş’ar-ı cuşişi 4 Hulyalı servilerden uçar hasta bir reca, Yorgun pırıldaşır, der-i mescidde hep sarı Kandil ziyaları, Abdest alır şadırvanların altında bir hoca 5 musluklarında ince bir aheng-i şi’r-i şuh mermer sutunlarında güvercinler ağlaşır, baygın cıvıldaşır, munis şırıltılarla akar musik-i ruh YUSUF ZİYA ORTAÇ 20 yy şair ve yazarlarından Yusuf Ziya, 23 Nisan 1895 tarihinde İstanbul'da doğdu Vefa İdadisi'ni bitirdikten sonra sınavla kazandığı İzmit Sultanisi’nde başladığı edebiyat öğretmenliğine sonradan istambul’da yabancı okullarda devam etti 1946-1950 yılları arasındaki Ordu Milletvekilliği görevinden sonra Orhan Seyfi Orhon'la birlikte yayımladıkları Akbaba adlı gülmece dergisine geri döndü Bir yarışmada birincilik kazanan ilk şiiri Kehkeşan dergisinde çıkmıştır; ardından Büyük Mecmua, İnci, Serveti Fünun, Şair, Türk Yurdu gibi dergilerde yazmıştır Mizah, şiir ve yazılarına Diken dergisinin ilk sayılarında başladı Diken dergisinin her sayı- sında (1918-1920) Çimdik imzasıyla çoğu kez ikişer manzumesi yer almış; bu türdeki çalışmalarına ölümüne kadar Akbaba Dergisi’nde devam eden Yusuf Ziya edebiyat tarihimize Hecenin Beş Şairi’nden biri olarak geçmiştir Binnaz (1919) oyunu, tiyatro tarihimizde heceyle yazılmış sanat değeri üstün, başarılı ilk manzum piyes kabul edilir Düz yazılarında da Türkçesi’nin sağlamlığı ve kıvraklığıyla bir üslup ustası olan Ortaç, 11 Mart 1967 tarihinde İstanbul'da kalp krizi sonucu vefat etmiştir 30’u aşkın eseri bulunmaktadır Şiir Kitapları Akından Akına (1916) Cenk Ufukları (1917) Âşıklar Yolu (1919) Yanardağ (1928) Bir Selvi Gölgesi (1938) Kuş Cıvıltıları (1938, çocuk şiirleri) Bir Rüzgâr Esti (1962) Oyunlar Binnaz(1919) Name (1919) Nikahta Keramet (1923) Romanları Göç (1943) Üç Katlı Ev (1953) Gezi Yazıları : Göz Ucuyla Avrupa (1958) Edebiyat-basın anıları : Portreler (1960), Bizim yokuş (1966) Biyografi-roman : İsmet İnönü (1946) Fıkraları : Beşik (1943) Ocak (1943) Sarı Çizmeli Mehmet Ağa (1956) Gün Doğmadan (1960) ANAHTAR Bulsam, bir sihirli anahtar bulsam, Açsam göğün mavi kapılarını Bir samanyolundan geçip dolaşsam Yıldızların altın yapılarını! Bulsam, bir sihirli anahtar bulsam, Toprak kilidini açsam dünyanın, Çözsem düğüm düğüm muammasını Ölüm denen sonsuz, büyük rüyanın! Gelse bahçe bahçe mevsimler dile, Ağaçlar, çiçekler konuşsa biraz: Kimdir şu dallarda kızıl gülleri Böyle alev alev yakan sihirbaz! Bulsam, bir sihirli anahtar bulsam, Ne yıldızlar için, ne güller için! Alnı eşiğinde bekleyenlere Açılmak bilmeyen gönüller için! KOŞMA Bir daha o fırsat geçer mi ele? Dün gördüm, bugün de göresim geldi! Gülüşü o kadar hoştu ki hele, Lebinden koncalar düresim geldi! Hem küçük, hem güzel, hem de utangaçtı, Gözleri gözümden daima kaçtı, Saçları ne güzel, ne ipek saçtı, Öpüp okşayarak öresim geldi! Yüzü benziyordu bahar ayına, Kaşları can yakan aşkın yayına, Hasretle kapanıp hâk-i pâyına, Yüzümü, gözümü süresim geldi! BİR GÜN Kavuşmak bir gün toprağa, Bir bahar cümbüşü olmak, Dört mevsimde ayrı ayrı Tabiatın düşü olmak Bir buluttan düşen yağmur, Bir yıldızdan damlayan nur, Bir yeşil yaprakta huzur, Bir gonca gülüşü olmak Yazın savrulmak harmanda, Kışın şahlanmak ummanda, Fecre karşı bir ormanda, Bir kuşun ötüşü olmak ORHAN SEYFİ ORHON 23 Kasım 1890 doğumlu olan Orhan Seyfi Orhon Beş Hececi Şairler’in yaşça en büyüğüdür Önce Mercan İdadisi’ ni (1909), ardından Hukuk Fakultesi’ni bitirmiş; kısa bir memurluk hayatından sonra gazetecilik ve öğretmenlik yapmaya başlamıştır Zonguldak 81946-1950) ve İstanbul (1965-1969) milletvekilliği görevlerinde bulunmuştur Milliyet, Tasvir-i efkar, Cumhuriyet, Ulus, Zafer, Havadis ve Son Havadis gazatelerinde fıkra yazarlığı başta olmak üzere, çeşitli sahalarda kalem oynatan sanatçı, edebiyatımızdaki asıl ününü ve kalıcılığını şiirleriyle yakalamıştır İlk şiirlerini aruz ölçüsüyle yazan şair, bu şiirleri "Fırtına ve Kar" adlı kitabında bir araya getirerek yayınlamıştır Daha sonra devrin şiir anlayışı gereği, hece ölçüsüyle şiir yazmaya başlayan sanatçı, bu sahada oldukça önemli bir başarı sağlamış ve bu şiirlerini "Gönülden Sesler" ismiyle yayınlamıştır "Gönülden Sesler" aynı zamanda, Orhan Seyfi'nin edebiyat ve sanat dünyasındaki ününü de duyuran kitaptır Şairin edebiyat dünyasındaki kalıcılığını, hattâ yok olmamasını ve unutulmamasını sağlayan şiirler, "Gönülden Sesler"deki bu, hece ölçüsüyle yazılmış sevgi ve aşk şiirleridir Sanatçı bu başarılı çıkışından sonra çeşitli nedenlerle şiirden uzaklaştır Tekrar dönmek istediğindeyse zaman ise, artık her şey için çok geçtir Aruz ölçüsüyle yazdığı "Kervan"daki Şiirler de, yine aruz ölçüsüyle yazdığı en son şiirleri olan "İşte Sevdiğim Dünya"daki şiirler de, gereken ilgiyi görmez Şâir bu son denemelerinden sonra, şiiri bırakır Hayatına çeşitli gazetelerde köşe yazarı olarak devam eder 22 Ağustos 1972'de "Son Havadis"te köşe yazarı iken bir kalp krizi sonucu vefat eder Orhan Seyfi, edebiyatımızda "Hecenin Beş Şairi"nden biri olarak, başarıyla kaleme aldığı sevgi ve aşk şiirleriyle tanınmış ve kalıcı olmuştur Onun şiirlerinde kadın, belki de en vazgeçilmez ilham kaynağı ve hareket noktasıdır Şairin şür sahasındaki bir başka başarılı cephesi de Fiske takma adıyla yazdığı mizah ve hiciv şiirleridir Sanatçı, bu şiirlerinde çok etkili esprili bir dil kullanmış, sahasında gerçekten başarılı ürünler vermiştir Şairin dili kullanmada çok hassas ve mükemmeliyetçi olduğu söylenemez Eselerinde bireysel duyguları işlemiş, ahenkli ve zarif şiirinde sade, akıcı ve temiz bir Türkçe kullanmaya gayret etmiştir Özellikle "Gönülden Sesler"deki şiirlerinde başarılı ve kendine has, özgün bir üslûp yakalayabilmiştir ESERLERİ Şiir Kitapları Fırtına Ve Kar (1919) Peri Kızı İle Çoban Hikayesi (1919) Gönülden Sesler (1922) O Beyaz Bir Kuştu (1941) Kervan (1964) Roman Çocuk Adam (1941) Mizah-Hiciv Hikayeleri Asri Kerem (Destan,1942) Makaleleri Dün Bugün Yarın (1943) Fıkraları Kulaktan Kulağa (1943) ANADOLU TOPRAĞI Senelerce sana hasret taşıyan Bir gönülle kollarına atılsam Ben de bir gün kucağında yaşayan Bahtiyarlar arasına katılsam En bakımsız en kuytu bucağın Bence ‘İrembağı’ kadar güzeldir Bir yıkılmış evin, harap ocağın Şu heybetli saraylara bedeldir Kadir mevlam eğer senden uzakta Bana takdir eylemişse ölümü, Rahmet etmem bu yabancı toprakta Cennette de avutamam gönlümü Anladım ki: sende gençlik, şeref, şan Asıl şeymiş şu yalancı dünyada, Hasretinle yadellerde dolaşan, Hızır bulsa, yine ermez murada Yalnız senin tatlı esen havanda Kendi milli gururumu sezerim Yalnız senin dağında, ya ovanda Başım gökte, alnım açık gezerim “Hürüm” derim, eskisinden daha hür Zincirle bağlansa da ayağım; Şimdikinden daha ferah görünür Zindanında olsa bile durağım Bir gün olup kucağına ulaşsam Gözlerimden döksem sevinç yaşını Bayrağımın gölgesinde dolaşsam Öpsem, öpsem toprağını, taşını GELDİĞİN GÜNÜN HATIRASI Sana nasıl anlatılır Sensiz hayatın boşluğu, Bir zindanın ağır ağır Çöker üzerime loşluğu Dünya her mihnete bedel Sen olduğun için güzel Hayat, hayal, ümit, emel Senden alıyor hoşluğu Arıyorum seni uzak Bir şehirde sallanarak Hala geldiğin günün bak Üzerimde sarhoşluğu TEREDDÜT Sarahaten, acaba, söylesem darılmaz mı? Darılmak adeti, bilmem ki çapkının naz mı? Desem ki: 'Ben, seni' ,yok, dinlemez ki, hiddet eder! Niçin? Bu sözde ne var? Sanki hiddet etse ne der? Desem ki: 'Ben, seni pek' Ya kızar, konuşmazsa? Derim: 'Bu çektiğim insaf edin, eğer azsa' Desem ki: 'Ben, seni pek çok' hayır, kızar bilirim, Tereddütüm acaba hiddetinden az mı elim? Desem ki: 'Ben, seni pek çok' Sakın gücenme emi, Sakın gücenme, eğer anladınsa sevdiğimi… DİKKAT: BU SAYFADAKİ ŞİİRLER FAZLADAN İSTERSEN ÇIKAR İSTEMEZSEN ÇIKARMA!!!! Düşünce Yıllar var ben onu hiç unutmadım O beni sorar mı hatırlar mı ki? Büsbütün silinip gitti mi adım? Gönlünün vefası bu kadar mı ki? Döktüğü yaşları unutmuş mudur? Kendini aldatıp avutmuş mudur? Vaadini tutmuş mu unutmuş mudur? Şimdi başkasına meyli var mı ki? Bilsem uzaklarda kimler ağlıyor Kimlerin kalbini aşkı dağlıyor? Acep kederli mi yas mı bağlıyor? Yoksa eskisinden bahtiyar mı ki? Veda Hani o bırakıp giderken seni Bu öksüz tavrını takmayacaktın? Alnına koyarken veda buseni Yüzüne bu türlü bakmayacaktın? Hani ey gözlerim bu son vedada, Yolunu kaybeden yolcunun dağda Birini çağırmak için imdada Yaktığı ateşi yakmayacaktın? Gelse de en acı sözler dilime Uçacak sanırdım birkaç kelime Bir alev halinde düştün elime Hani ey gözyaşım akmayacaktın? Vasiyet Doslarım, toplanın öldüğüm zaman; Riyayı, o günluk bir yana atın! Tutunuz tabutumun bir kenarından; Bir derin çukura beni fırlatın! Kalınca büsbütün sizden uzakta, Vücudum çürürken kara toprakta, Uzanın rahatça sıcak yatakta Yaşamak gururu içinde yatın! Yüzyüze getirmez bizi asırlar, Meydana vurulsun saklanan sırlar Sayılsın şahsıma ait kusurlar Korkmayın içine yalan da katın! Anlayım: Kimlermiş dost sandıklarım; Muhabbetlerini kıskandıklarım? Anlayım: Ne boşmuş inadıklarım; Şu yalan hayatı bana anlatın! Dostlarım, anmayın artık adımı! Siliniz gönülden eski yadımı! Kırınız, sonuncu itimadımı: Ölünce bir daha aldatın beni! Ölünce bir daha aldatın beni! ENİS BEHİÇ KORYÜREK 11 Mart 1891, İstanbul doğumlu olan şair yüksek öğrenemini Mülkiye’de (1910-1913) yaptıktan sonra, hariciyeci olmuştur Bükreş’te (1985), Budapeşte’de (1916-1922) konsolos katipliği ve konsolusluk yapmış, Türkiye’ye döndükten sonra adalet, iktisat ve çalışma bakanlıklarına bağlı çeşitli görevlerde çalışmıştır Şiirleriyle Balkan Savaşı dönemlerinde tanınmaya başlanmıştır Servet-i Fünun’cuların etkisiyle ilk şiirleri Şehbal (1912-1914) dergisinde yayımlanmıştır Daha sonra hece ölçüsünü, sade dili benimseyerek, Ziya Gökalp’in önderliğini yaptığı Milli Edebiyat saflarına geçmiştir Böylece kısa zamanda aruz ölçüsünden heceye ölçüsüne dönen, Enis Behiç’in en ünlü şiirleri, milli heyecanlarla yüklü epik şiirleridir Hamasî ve lirik şiirler yazmıştır 1946’dan sonra ise, ikinci kitabında toplanan tasavvuf şiirlerini yazmıştır Ruh çağırma gibi mistik sapmalara da yönelen Enis Behiç, 1949 yılında Ankara’da vefat etmiştir ESERLERİ Miras(1927) Varidat-ı Sülamaniye (1949) Enis Behiç Koryürek’ten Miras ve Güneş'in Ölümü (iki baskısı yapılmıştır 1952,1971) HATIRA Geçsin günler, haftalar, Aylar, mevsimler, yıllar Zaman, sanki bir rüzgar Ve bir su gibi aksın Sen gözlerimde bir renk, Kulaklarımda bir ses Ve içimde bir nefes Olarak kalacaksın… NEYİZ Tarife kalkma bizi; Ne şuyuz, ne de buyuz Adem denen denizi Arayan birer suyuz Döner, kıvrılır fakat Daire olmaz bu hat Ne kadar sürse hayat, O yolun yolcusuyuz TUNA KIYISINDA Evimden uzakta, annemden uzak; Kimsesiz kalmışım yad ellerinde Bir vefa ararım kalbe dolacak Gurbetin yabancı güzellerinde Tuna'nın üstünde güneş batarken Sevgili yurdumu andırır bana Bir hayal isterim Boğaziçi'nden Bakarım "İstanbul!" diye her yana İstanbul! Ey sedef mehtaplarından Hülya gözlerime ilk ışık veren! Buranın ufkunda yanıp tozlanan En munis renge de biganeyim ben Ah, orda renklerin -şark güneşile Naz eden- sihirbaz ahengi vardır Bu akşam yurdumu andırsa bile Ah, orda akşamın bin rengi vardır FARUK NAFIZ ÇAMLIBEL 18 Mayls 1898, İstanbul doğumlu olan yazar, Tıp Fakültesi'ndeki yüksekögretimini yarıda bırakarak önce yazar sonra ögretmen oldu Kayseri (1922), Ankara (1924-1932) ve İstanbul'da (1932-1946) edebiyat ögretmenliği, İstanbul millevekilligi (1946 - 27 Mayıs 1960) yaptı Şiire Birinci Dünya Savaşı yıllarında aruzla basladı Duygu ve düşünceyle bir arada yürüten, romantik ve realist konu ve hayatları işleyen şiirleriyle kendisine yaygın bir ün sagladı Heceyle ilk şiirleri de gene 1918-1921 yılları dergilerinde çıktı Hecenin Beş Şair’ inden biri olarak bilindikten sonra da zaman zaman aruzla yazdı Özellikle son şiirleri hep aruzladır Şair her iki vezni de ustalıkla kullanmıştır Savaş yıllarından sonraki şiirleri Güneş (1927), Hayat (1926-1929) ve daha yeni dergilerde çıktı; Akbaba dergisinde Çamderviren ve Deliozan adlarıyla mizah şiirleri de yazdı 1933 yılında Anayurt adında haftalık bir sanat dergisi de çıkarmıştır 20 yüzyılın en usta şairlerinde Faruk Nafız Çamlıbel 8 Kasim 1973 ‘te Akdeniz’de bir gezideyken gemidekalp yetmezliğinden vefat etmiştir “Faruk Nafız şiirini 1925-1935 yıllarında geniş kalabalığa götüren, bir bakışta anlaşılabilir olması, ilk okunuşta okurun dünyasıyla ilinti kurabilecek dış öğelerden yararlanmasıdır Buna karşın, Yenilik Edebiyatımızın geçiş döneminde dili, tekniği ve romantik İstanbul'lu kişiliğiyle de olsa, Anadolu gerçegine açılması özellikleriyle dilimizin gelişme aşamasında yeri yadsınamaz'' (Şükran Kurdakul, 1989) ŞİİR KİTAPLARI Şarkın Sultanları (1918) Gönülden Gönüle (1919) Dinle Neyden (1919) Çoban Çeşmesi (1926) Suda Halkalar (1928) Bir Ömür Böyle Geçti (1933) Elimle Seçtiklerim (1934) Akarsu (1937) Tatlı Sert (Mizah Şiirleri, 1938) Akıncı Türküleri (1938) Zindan Duvarları (1962) Han Duvarları (Seçme Şiirler, 1969) OYUNLARI Canavar (1925) Akın (1932) Özyurt(1932) Kahraman (1933) ROMAN: Yıldız Yağmuru (1936) HAN DUVARLARI -Osmanzäde Hamdi Bey'e- Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı, Bir dakika araba yerinde durakladı Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya, Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık! Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık, Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları, Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler, Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler Ellerim takılırken rüzgârların saçına Asıldı arabamız bir dağın yamacına Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık, Yalnız arabacının dudağında bir ıslık! Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar, Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine Yol, hep yol, daima yol Bitmiyor düzlük yine Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali, Sonunda ademdir diyor insana yolun hali, Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor, Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine Bir sarsıntı Uyandım uzun süren uykudan; Geçiyordu araba yola benzer bir sudan Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu, Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu: Ağır ağır önümden geçti deve kervanı, Bir kenarda göründü beldenin viran hanı Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı, Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor, Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı Gitgide birer ayet gibi derinleştiler Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı, Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı; Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler, Aygın baygın maniler, açık saçık resimler Uykuya varmak için bu hazin günde, erken, Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı; Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa; "On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan Baba ocağından yar kucağından Bir çiçek dermeden sevgi bağından Huduttan hududa atılmışım ben" Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi Gözüm imza yerinde başka ad görmedi Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş! Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş; Araya gitti diye içlenme baharına, Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına! Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk, Soğuk bir mart sabahı Buz tutuyor her soluk Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor, Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar, Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide, İki dağ ortasında boğulan bir geçide Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden: Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla, Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu, Burada son fırtına son dalı kırıyordu Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla, Savrulmaya başladı karlar etrafımızda Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü; Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü Gönlümde can verirken köye varmak emeli Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!" Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana Biz menzile vararak atları çektik hana Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor, Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri, Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor, Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor; "Gönlümü çekse de yârin hayali Aşmaya kudretim yetmez cibali Yolcuyum bir kuru yaprak misali Rüzgârın önüne katılmışım ben" Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı, Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık, Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım, Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım! "Garibim namıma Kerem diyorlar Aslı'mı el almış haram diyorlar Hastayım derdime verem diyorlar Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben" Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında, Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı! Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı! Az değildir, varmadan senin gibi yurduna, Post verenler yabanın hayduduna kurduna! Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu: "Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?" Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende, Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!" Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti, Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi Aradan yıllar geçti işte o günden beri Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim, Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar, Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar! Ey garip çizgilerle dolu han duvarları, Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları! ZAFER TÜRKÜSÜ Yaşamaz ölümü göze almayan Zafer, göz yummadan koşar da gider Bayrağa kanının alı çalmayan Gözyaşı boşana boşana gider! Kazanmak istersen sen de zaferi Gürleyen sesinle doldur gökleri Zafer dedikleri kahraman peri Susandan kaçar da coşana gider Bu yolda herkes bir ey delikanlı Diriler şerefli ölüler şanlı Yurt için döğüşen başı dumanlı Her zaman bu şandan, o şana gider KISKANÇ Sakın bir söz söyleme Yüzüme bakma sakın! Sesini duyan olur, sana göz koyan olur Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın, Annen bile okşasa benim bağrım kan olur Dilerim tanrıdan ki, sana açık kucaklar Bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun; Kan tükürsün adını candan anan dudaklar, Sana benim gözümle bakan gözler körolsun! “bir ömür böyle geçti” SON AŞIK Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım, Ey sevdiğim, ben ümitsiz değilim gene Ak düşünce saçların kumral rengine Kollarında son aşıkın ben olacağım Ey başında şimdi sevda rüzgarları esen, Böyle her gün yollarımdan geçsen de süzgün Sen benimsin büsbütün terk olunduğun gün O mukadder günü, bilmem, düşündün mü sen? Ben bir beyaz saçlı aşık, sen bir ihtiyar O gün bana yalaşırken ey ilahi yar, Esirgeme gözlerimden bir son buseni, Kirpiğinden yavaş yavaş bir damla aksın, Çünkü, ruhum, sen de o gün anlayacaksın Ki hiç kimse benim kadar sevmemiş seni! |
|