Peri Bacalari |
11-25-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Peri BacalariPERİ BACALARI Vadi yamaçlarından inen sel sularının ve rüzgarın, tüflerden oluşan yapıyı aşındırmasıyla ‘Peribacası’ adı verilen ilginç oluşumlar ortaya çıkmıştır Sel sularının dik yamaçlarda kendine yol bulması, sert kayaların çatlamasına ve kopmasına neden olmuştur Alt kısımlarda bulunan ve daha kolay aşınan malzemenin derin bir şekilde oyulması ile yamaç gerilemiş, böylece üst kısımlarda yer alan şapka ile aşınmadan korunan konik biçimli gövdeler ortaya çıkmıştır Daha çok Ürgüp civarında bulunan şapkalı peribacaları konik gövdeli olup, tepe kısımlarında bir kaya bloku bulunmaktadır Gövde tüf, tüffit ve volkan külünden oluşmuş kayaçtan; şapka kısmı ise lahar ve ignimbirit gibi sert kayaçlardan oluşmaktadır Yani şapkayı oluşturan kaya türü, gövdeyi oluşturan kaya topluluğuna oranla daha dayanıklıdır Bu peribacasının oluşumu için ilk koşuldur Şapkadaki kayanın direncine bağlı olarak, peribacaları uzun veya kısa ömürlü olmaktadır Kapadokya Bölgesi’nde erozyonun oluşturduğu peribacası tipleri; şapkalı, konili, mantar biçimli, sütunlu ve sivri kayalardır Peribacaları en yoğun şekilde Ürgüp- Uçhisar- Avanos üçgeni arasında kalan vadilerde, Ürgüp-Şahinefendi arasındaki bölgede Nevşehir Çat kasabası civarında, Kayseri Soğanlı vadisinde ve Aksaray Selime köyü civarında bulunmaktadır |
Peri Bacalari |
11-25-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Peri BacalariTARİHCESİ Erozyonun oluşturduğu Peri Bacaları ve inanılmaz görüntülerle herkesi şaşırtan vadileri, insanların inanç uğruna oyarak inşa ettikleri ve günümüze kadar canlılığını koruyabilmiş freskleriyle kaya kiliseleri, canlarını kurtarabilmek amacıyla yerin metrelerce altını -kimi zaman sekiz kat- oyarak yeraltı yerleşim yerleri bugünkü Kapadokya'yı meydana getirir İnsan ve doğa el ele vermiş ve dünyanın harikalarından birini ortaya çıkarmıştır Roma İmparatorluğu döneminde yaşamış olan Strabon, Geographika adıyla yazmış olduğu kitabında Kapadokya'yı, doğuda Malatya, batıda Aksaray, güneyde Toros Dağları ve kuzeyde Doğu Karadeniz'e kadar uzanan b ir bölge olarak sınırlandırır Bugün ise Kapadokya eşittir peribacaları, kaya kiliseleri, yeraltı şehirleri olduğu için bugünkü Kapadokya, bu oluşumların en yoğun olduğu Avanos, Ürgüp, Uçhisar, Göreme, Ortahisar, Gülşehir, Derinkuyu ile Aksaray yakınındaki Ihlara vadisi akla gelmektedir Kapadokya bölgesinin jeolojik oluşumu Erciyes, Hasan, Melendiz, Göllüdağ ile daha birçok küçük volkanik dağların, Üst Miyosen çağda patlamaları ile başlamıştır Bölgeye yayılan lavlar, göller, akarsular üzerinde 100-150 metreyi bulan değişik sertlikte tüf tabakasından oluşan yüksek bir plato meydana getirmişlerdir Zamanla bu platonun, erozyonun etkisiyle inanılmaz derecede aşınması sonucu bugünkü vadiler ortaya çıkmış, peri bacası adı verilen üzerinde daha sert ve geniş bir kaya tabakasının bulunduğu konik şekiller oluşmuştur Dünyanın birkaç bölgesinde de görülen Peri Bacaları, hiçbir yerde Kapadokya'da olduğu kadar yoğun bir şekilde bulunmamaktadır Tabiatın bu cömertliğinden yararlanan insanoğlu ise, oyulmaya çok elverişli olan bu kalın kaya kütlesini oyarak, günün şartlarına göre evler, manastırlar, kiliseler ve yeraltı sığınakları yapmışlardır Özellikle Hıristiyanlığın Anadolu'da yayılmaya başlamasıyla birlikte, Kapadokya'nın jeolojik yapısının verdiği bu avantajla manastır ve kilise sayısı binlerle ifade edilen sayıya ulaşmış ve Hıristiyan keşişlerin merkezi durumuna gelmiştir MÖ 2000'lerden başlayarak Hititler bölgeye yerleşmiş ve yerli halkla kaynaşarak Büyük Hitit İmparatorluğunu kurmuşlardır Bu dönemde Kayseri yakınlarında bulunan Kültepe (Neşa,Kaniş) Asur Ticaret Kolonilerinin önemli bir ticaret merkezi durumundadır MÖ 1200'lere kadar hüküm süren Hitit İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Geç Hitit Devletleri kurulmuştur Friglerin, Geç Hitit Devlerine son vermesinden sonra Kimmerlerin, Medlerin ve MÖ 547'den itibaren ise Perslerin hakimiyetinde kalmıştır Persler Anadolu'yu Satraplık adı verilen bölgelere ayırarak yönetirler Bu bölgelerden biri olan bugünkü Kapadokya bölgesine ise Pers dilinde “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelen Katpatuka adını verirler Pers İmparatorluğu'nu yıkan Büyük İskender Katpatuka'da beklemediği bir direnişle karşılaşır Bunun üzerine, komutanlarından biri olan Sabistas'ı bölgeyi denetim altına almakla görevlendirir Buna karşı çıkan halk bir Pers asilzadesi olan I Ariarathes'i (MÖ 332-352) kral ilan eder Büyük İskender ile iyi ilişkiler kuran I Ariarathes, Kapadokya Krallığının sınırlarını da genişletir Büyük İskender'in ölümüne kadar barış içinde yaşayan Kapadokya Krallığı, yeniden bir savaş dönemine girer ve Pontus, Galat, Makedonya ve Romalılarla mücadele eder MS 17 yılında Tiberius Roma İmparatorluğuna bağlayarak eyalet haline getirir Batıya açılan yeni yolların yapılması, eyaletin merkezi durumundaki Kayseri'nin önemini artırmış, ticaretin Asur Ticaret Kolonilerindeki parlak dönemindeki canlılığına kavuşmuştur Daha sonraki yıllarda İran'dan gelen Sasanilerin akınlarından korunmak için şehrin etrafı surlarla çevrilmiştir Hıristiyanlığın yayılması sırasında, Kapadokya bölgesi bu bakımdan da önemini artırmış ve Hıristiyanlık Roma İmparatorluğu tarafından resmi din olarak kabul edilince Kayseri Başpiskoposluk merkezi haline gelmiştir IV Yüzyılda Başpiskopos olan Aziz I Basilius'un büyük çabalarıyla Hıristiyanlık bölgeye yerleşmiş ve kayalar içinde mistik bir manastır hayatı başlamıştır Roma İmparatorluğu MS 395 yılında ikiye ayrılınca, Kapadokya doğal olarak Doğu Roma İmparatorluğunun sınırları içinde kalır VII Yüzyıl başlarında Bizanslılarla Sasaniler arasında yoğun savaşlar meydana gelmiş ve Sasaniler 6-7 yıl bölgeyi ellerinde tutmuşlardır MS 651 yılında, Halife Osman Sasani Devletini yıktıktan sonra, Arap-Emevi akınlarına maruz kalır Kapadokya halkı Bu karışıklık sırasında, bir süredir devam eden hıristiyan mezhep çatışmaları, özellikle İmparator III Leon'un ikonaları yasaklamasıyla, doruk noktasına ulaşır ve İkonaklazm (726-843) denilen dönem başlar İkonaklastik dönemde Kapadokya'ya büyük bir göç yaşanmış, ikona taraftarı olan Hıristiyanlar bölgeye gelip kayalara oyulmuş manastırlarda gizlenerek ibadetlerine ve faaliyetlerine devam etmişlerdir 1082 yılında Kayseri'nin Selçuklular tarafından fethedilmesini müteakip Kapadokya halkı huzurlu bir döneme girer Selçuklu hakimiyetindeki Hıristiyanlar serbestçe ibadetlerini yaparlar ve kiliselerini inşa ederler Ancak, 1308 yılında Moğol kökenli İlhanlılar Kayseri'yi ele geçirip, şehri yakıp yıkarlar Bu durum çok sürmez ve Osmanlılar döneminde bölge artık rahat ve huzura kavuşur |
|