Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
din, milliyet, yok

Din Yok Milliyet Var! 1

Eski 11-25-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Din Yok Milliyet Var! 1



Geçen haftaki laiklik ve sekülerlik kavramlarının ortaya çıkışına değinen yazıma yapılan iki eleştiriyle söze başlamak istiyorum Okurlarımızdan Burhan Kartal, Fransız İhtilali sırasında burjuvazinin dine karşı tavır alışının, Kilise’nin monarşinin en yakın müttefiki olmasıyla doğrudan ilintili olduğunu, nitekim burjuvazinin Lyon’daki işçi ayaklanmalarından sonra korkuya kapılarak adım adım Kilise ile ittifaka yönelerek devrimci karakterini kaybettiğini ve laikliğin artık işçi sınıfının meselesi haline geldiğini hatırlatıyor ki, son derece haklı

Okurlarımızdan, Şu Bizim Bizans-Byzantium 330-1453 (Remzi Kitabevi, 4 Baskı, 2009) adlı kitabın yazarı Radi Dikici ise, aynı yazıda Constantinus’a Doğu Roma İmparatoru dememin yanlış olduğunu, doğrusunun ‘Roma İmparatoru’ olduğunu belirttikten sonra bir resmin alt yazısının “tam bir felaket” olduğunu ekliyor Radi Bey de haklı Kullanılmayan bir başka resminkiyle karışan alt yazıyı şöyle düzeltiyorum: “313 tarihli Milano Fermanı ile Hıristiyanlara sınırlı da olsa serbestlik getiren Constantinus’un Roma İmparatoru Maxentius’u yendiği 28 Ekim 312 tarihli Milvian Köprüsü Savaşı’nı gösteren tablo” Şimdi, geçen hafta bıraktığım yerden devam edeceğim

Osmanlı’da laik rüzgârlar

Başından itibaren ‘herkesin dini kendisine’ prensibini izleyen Osmanlı Devleti’nde ruhani olanla dünyevi olan, Batı’daki gibi bir karşıtlık oluşturmamış, aksine birbirini desteklemişti Bu bağlamda, meşruiyetini dinden alan ‘Millet Sistemi’nin de dünyevi açıdan genel olarak iyi işlediğini söyleyebiliriz, ancak Osmanlı Devleti ‘laik’ bir devlet değildi

‘Laiklik’ kavramı, ülke gündemine ilk kez 1866'da Mustafa Fazıl Paşa tarafından sokuldu Mısır Hıdivliği üzerindeki veraset hakkını 4,5 milyon Sterlin tazminatla ağabeyi İsmail Paşa'ya devrettikten sonra Fransa'ya yerleşen ve Yeni Osmanlılar hareketine verdiği destekle adını duyuran Fazıl Paşa, Sultan Abdülaziz'e Paris'ten yazdığı mektupla “Din ezeli gerçekler makamında durursa, yani dünya işlerine müdahale ederse, her şeyi yok eder, kendisi dahi yok olur Hükümeti muhafaza etmediği gibi, harap eden eski kaideleri bırakalım, diğer devletlerde yerleşmiş, onlara mutluluk getirmiş yeni düzeni biz de uygulayalım” demişti Bu öneri ne Saray ne de Yeni Osmanlılar denen aydınlar grubunun ilgisini çekti Yeni Osmanlılar devleti İslâmi kurallara göre ihya etmenin yollarını aramaya devam ettiler Fakat Sultan Abdülaziz’in bu tavsiyeyi zihninin bir köşesine yerleştirdiği, 10 Mayıs 1868’de Şura-yı Devlet’in açılışında, Meclis’in yürütme fonksiyonlarının ‘dinden ayrılığı’na dikkat çekmesiyle görüldü II Abdülhamit’in tahta çıkma karşılığında ilan etmek zorunda kaldığı 1876 tarihli I Meşrutiyet Anayasası da, “Devletin dini İslâm’dır” diyen 11 maddesine rağmen, gayrımüslimlerin haklarını koruması açısından laik unsurlar taşıyordu Aynı şekilde başta padişahlar olmak üzere diğer yöneticilerin, siyasi, idari, hukuki ve sosyal problemleri halletmek için genellikle şer’i hükümleri görmezden gelerek örfi hukuka ağırlık vermeleri de laik uygulamalar sayılabilirdi Örfi hukukun yanı sıra, fethedilen yerlerin eski hukuku, fetih sırasında yapılan antlaşma ve tanınan ayrıcalıklar ile ‘saltanat hikmeti’ gibi başka esneklik alanları da vardı

Pozitivizmin etkisindeki kuşak

Bir sonraki kuşakta daha radikal düşünenler olduJön Türkler tam anlamıyla pozitivist olmasalar bile bilimcilik, biyolojik maddecilik, otoriteryanizm, entelektüel elitizm, kitlelere duyulan derin güvensizlik, sosyal Darwinizm ve ruhban karşıtlığı gibi pozitivist yönelimlere sahiptiler Örneğin, İttihatçıların sivil kanadının lideri Ahmet Rıza, dinin eğitim, idare ve siyaset üzerindeki nüfuzundan vazgeçtiği ‘laik’ bir düzenin inançlı bir savunucusuydu ve bilgisizlik taraftarlığını (obskurantizm’i) beslemekle suçladığı cahil imam ve softalara şiddetle karşıydı Ancak ilginçtir, Ahmet Rıza, İslâm’dan materyalizme, hatta pozitivizme geçişi Hıristiyanlıktan materyalizme geçişe göre çok daha kolay bulduğu için, İslâm’ı Hıristiyanlığa tercih ediyordu

Bir başka Jön Türk Ahmet Ağaoğlu, pozitivist olduğu şüpheli, fakat laik ve ruhban sınıfı karşıtlığı kesin olan Fransız düşünür Ernest Renan’a yakındı Din düşmanlığını hiç gizlemeyen Abdullah Cevdet, Jön Türklerin pek çoğu gibi, 1870 Paris Komünü sırasında ortaya çıkan büyük kargaşa ortamının burjuvazi üzerinde yarattığı korkudan hareket ederek ‘kitle psikolojisi’ üzerine bir teori geliştiren Fransız sosyal psikolog Gustave Le Bon’dan çok etkilenmişti (Le Bon’a göre, entelektüel bir elit tarafından sıkı biçimde yönlendirilmeyen kitleler, kolaylıkla akıldışı davranışlara yönelirlerdi Jön Türklerin ve onların ardıllarının kitlelere duyduğu derin güvensizliğin temelinde Le Bon’un görüşleri yatıyordu)

Ziya Gökalp’in dine bakışı

Kendisini, hayata pozitivist olarak başlayan sosyolog Emile Durkheim’ın şakirdi olarak tanımlayan İttihatçı-Türkçü ideolog Ziya Gökalp, ileriki yıllarında Durkheim’ı eleştirerek pozitivizmden rasyonalizme kaydıysa da, özellikle dinle ilişkileri açısından pozitivistti Nitekim 1916-1917’de, Şeyhülislamlığın kabine dışına çıkarılması, medreseler ve vakıflarla ilgili konuların ‘laik’ bakanlıklara aktarılması ve medeni hukukta düzenlemeler yapılması, dinci çevrelerden gelen büyük protestolara rağmen Kuran’ın Türkçeye çevrilmesi ve cuma hutbelerinin Türkçe yapılmaya başlanması, Ziya Gökalp’in görüşleri doğrultusunda olmuştu

Dinin kullanılması

Ancak İttihatçı kadrolar Milli Mücadele’nin ilk yıllarında dine karşı daha pragmatik bir tavır takındılar Kürtler, Çerkezler, Lazlar gibi Türk olmayan unsurların Türklerle birliği için İslâm dinini sonuna kadar kullandılar Halide Edip (Adıvar) ünlü Sultanahmet Mitingi’nde “Müslümanlar, Türkler, Türk ve Müslüman bugün en kara gününü yaşıyor!” derken, İstiklal Marşı’nın güftesinin yazarı Mehmet Akif Ersoy, halkı düşmana karşı savaşa çağıran vaazlar vermek üzere Anadolu camilerini geziyordu Milli Mücadele’nin temel metinleri olan Amasya Tamimi, Sivas ve Erzurum kongrelerinin kararlarında defalarca İslâm’a, Halifeliğe atıf yapıldı (Örneğin Sivas Kongresi’ndeki ant içme cümlesi şöyleydi: “Makam-ı Celil-i Hilâfet ve Saltanata, İslâmiyete, Devlete, millete ve memlekete manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye takip etmeyerek () çalışacağıma () namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billâh”)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.