Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanli Başkentleri - 2.Başkent &Quot;Edirne&Quot;
Edirne, Osmanlı'nın 2 Başkenti  
KENTİN TARİHİ
Odrysler
Ainos (Enez) yakınlarında M Ö 5500-5000 yıllarına rastlayan dönemde, Anadolu özellikleri taşıyan çanak çömleği ve sur duvarlarıyla bir koloni niteliğinde olan ve Balkanlar'da bilinen en eski neolitik kültürlerden de eski bir yerleşim yeri vardı
Sonraları Trakya'ya yerleşen, cesaret ve savaşçılıktaki büyük becerileri pek çok ülkeyi korkutan Traklar'ı, bu niteliklerinden dolayı Atinalılar da, Romalılar da ordularında ücretli asker olarak görevlendirdiler Traklar'da, mağaradan, güçlü kalelere, çiftliklerden, kazıklar üzerinde inşa edilmiş balıkçı köylerine ve açık kentlere kadar çok çeşitli yerleşme biçimlerine rastlanırdı
Apsintiler; Ainos'un (Enez) doğusunda, Drugeriler; orta Hebros (Meriç) bölgesinde, Tynler; Salmydessos (Midye) bölgesinde, Kalopothaklar; Ainos'un (Enez) güneyinden Kallipolis (Gelibolu) Yarımadası'na kadar olan alanda yerleşmiş Trak kabilelerinden bazılarıydı Bunların içinde en ünlüsü Tonzos (Tunca) vadisinden sahile uzayan bölgede oturan ve güçlerinin zirvesinde olan Odrysler'di
Trakya'da böyle geniş bir alana yayılmış olan Odrys halkının en önemli kasabalarından biri Odrysai idi Odrysai, Hebros (Meriç) ile Tonzos'un (Tunca) birleştiği yerde ve bu nehirlerin oluşturduğu kavisin içinde kurulmuş bir yerleşim ve pazar bölgesiydi
Geçiş yolu Bölge, Güneydoğu Avrupa'nın Anadolu'ya zorunlu geçiş yolu üzerinde bulunması nedeniyle, göç, istila, ticaret ve kültür alışverişi konularında etki altındaydı Özellikle göçler ve geçişler nerede ise hiç durmadı
M Ö 513'te Pers kralı Darius İskit seferine, önce İstanbul Boğazındaki Anadolu ve Rumeli'den geçtikten sonra, Trakya'nın içlerine doğru kıyıdan çok uzak olmayan bir yerden devam etti Ordunun ilk durak yeri Odrysler'in memleketi oldu Artık Trakya Pers egemenliğine giriyordu
M Ö 492'de Mardonius'un seferi Persler'in egemenliğini sağlamlaştırdı Daha sonra da M Ö 480'de Traklar, Kral Kserkses'in ordusuna asker vermek zorunda kaldılar Kserkses, Melas Körfezi'nde (Saros Körfezi) Kallipolis (Gelibolu) Yarımadası'ndan hareket etti, Ainos (Enez) şehrinden geçti ve böylece Hebros (Meriç) Nehri'nin bütün ovası Persler tarafından alındı
Persler'in ülkedeki egemenliğine son verilmesinden sonra, dağınık Trak kabilelerinin birleşmesi gerektiğine inanılarak, önderlik kral Teres'in idaresi altındaki Odrysler kabilesine verildi Böylece Odrysler, Hebros (Meriç) ve Kypsela'dan (İpsala) Varna'ya kadar olan toprakların sahibi oldular Odrysler aristokratik, feodal bir devlet olarak kurulup, örgütlendiler
Roma dönemi M Ö 342-341'de Makedonya kralı Philip'le yaptıkları savaşı kaybeden Odrysler, giderek zayıflamaya başladılar M Ö 336'da Philip'in öldüıülmesinden sonra, huzursuzluk çıkacağın- dan korkan Büyük İskender, M Ö 335'de Trakya içine uzun bir sefere kalktı Sahil boyunca devam edip, kralsız kalan Traklar ülkesinden ve Nestos (Mesta) Nehri'nden geçerek on gün içinde Balkanlar'ın eteğine ulaştı Doğu Trakya'da sahile yakın bir yerden ilerleyip, Odrysia ve Hebros'dan (Meriç) sonra Tonzos (Tunca) boyunca ilerleyerek bir dağ geçidinden geçti İskender'in ölümünden sonra Trakya başlıbaşına satraplık oldu
M Ö 280-279'da Trakya, Galatlar'ın istilasına uğradıysa da tekrar güçlenen Odrysler, kralları Kotys sayesinde Makedonya ile dostluklarını sağlamlaştırdılar M Ö 171-168 yıllarında Roma'ya karşı yapılan savaşta Perseus'un tek yandaşı Kotys'di Makedonya Krallığı'nı ortadan kaldıran Romalılar Trakya'yı etkileri altına aldılar
Caligula, Rhaimetalkes'i Trakya'ya M S 37-38'de kral yaptı Rhaimetalkes'in öldürülmesinden sonra İmparator Claudius vaktinde 45'te Trakya'nın bağımsızlığına son verildi Artık Trakya bir eyalet olarak tam anlamıyla Roma İmparatorluğu'na dahil edilmişti
Hadrianopolis
123-124 yıllarında Doğu'ya bir gezi yapan İmparator Hadrianus (117-138), Uscudama veya Odrysai adıyla çağrılan yerleşim yerinin üzerinde yeni yapılar inşa edilmesini buyurdu Kasaba gelişip kent durumuna yükselmeye başlamıştı Roma İmparatorluğu'nun en önemli yerleşim yerlerinden biri haline getirilen Odrysai, onu bu konuma yücelten imparatorun adını yaşatmak üzere "Hadrianus'un Kenti" anlamına gelen Hadrianopolis/Adrianopolis diye adlandırıldı
Hadrianus'un kente kazandırdığı en önemli yapı kaleydi Tümüyle bir Roma Castrum'u planına sahip olan kalenin dört köşesinde dört yuvarlak burç vardı Burçların arasında dört köşeli on ikişer küçük kule ve dokuz kapı dizilmişti Surların önüne de bir hendek inşa edilmişti Roma İmparatorluğu'nun altın devrini yaşadığı 2 yy ve 3 yy'ın ilk yarısında Trakya şehirleri çok gelişti Hadrianopolis de, askeri alanda, ticaret ve ziraat konularında bu altın dönemden nasibini aldı ve sürekli olarak gelişme gösterdi
Önemli bir Roma kalesi durumunda olan Hadrianopolis, Diocletianus'un (284-305) 297'de yaptığı yeni bir yönetim bölünmesinde, Trakya eyaletinin altı vilayetinden birini oluşturan Haemimontus'un başkenti oldu Diocletianus'un çekilmesinden sonra iç kavgalar başladı
324'de Hadrianopolis yakınında yapılan savaştan Licinius yenilgi alarak çıktı Savaşın galibi ise, Constantinus oldu Constantinus Bizantion'a kadar çekilen Licinus'u önce yenilgiye uğratıp sonra da katlettikten sonra imparatorluğa egemen oldu İmparatorluğun başkentini de Roma'dan Bizantion'a taşıdı O artık bu yeni kentteki İmparator I Constantinus'du (324-337) Önceleri Nea Roma adı ile anılan kent, I Constantinus'un adıyla özdeşleştirilerek, Constantinopolis oldu (11 Mayıs 330)
378'de İmparator Valens (364-378) döneminde Hadrianopolis'in kuzeyinde Gotlar ile yapılan savaş Roma ordusunun yenilgisi ile bitti
İmparator I Theodosius (379-395) Trakya'daki karışıklıkları önlemek için Gotlar'a karşı daha ılımlı bir politika izleyerek bir anlamda göç tehlikesini de uzaklaştırmayı amaçladı I Theodosius, 381 yılının Eylül ayını Hadrianopolis'te geçirdi
441-447 yılları arasında bu defa da Hunlar Trakya'ya akınlar düzenleyerek bölgeyi kırıp geçirip yağmaladılar
550'de Avarlar'la yapılan savaşta Bizans ordusu Hadrianopolis önlerinde ağır bir bozguna uğradı ve çok sayıda askerini esir verirken, Büyük Constantine'in kutsal sancağı da Avarlar'ın eline geçti Savaş sonrasında Anastasios suruna kadar dayanarak etrafı talan eden Avarlar'a bir baskın yapıldı ve kutsal sancakla birlikte bazı esirler kurtarıldı
Heraklius (610-641) sülalesi döneminde Hadrianopolis'in ruhani idaresinde beş metropolitlik vardı
807'de İmparator I Nicephorus (802-811), Bulgarlar'a karşı bir sefer düzenleyip Hadrianopolis'i geri aldı ancak kendisine karşı bir ayaklanma hazırlandığını anlayarak, Constantinopolis'e döndü
1018'den sonra Bizans için en büyük tehlike Peçenekler'den gelmeye başladı Constantine IX Monomachus (1042-1055) vaktinde birleşip büyük bir güç oluşturan Peçenekler, Hadrianopolis önüne gelerek burada ordugâh kurup etrafı yağmalamaya başladılar Hadrianopolis, Bizans devleti parçalandığı sırada en büyük toprakları alan Venedik'in hissesine düştü
1336'da Hadrianopolis'te III Andronicus'un (1328-1341) kızlarından biri Bulgar Prensi Mikhael ile evlendi III Andronicus, 1341'de öldüğünde devleti, dokuz yaşındaki oğlu Ioannes'e (1341-1391) bıraktı Naib olarak da güvenilir bir yönetici olan Cantacuzenos'u gösterdi Bu güvenilir yönetici, 26 Ekim 1341'de kendini Didymoteikhos'da (Dimetoka) imparator ilan ediverdi (1341-1354) İki imparatorlu ülkede başlayan çekişmeler bir taht kavgasının ötesine geçerek, büyük toprak sahipleri, asiller ve kentin ileri gelenleri ile halk arasında bir sınıf çatışmasına dönüştü Hadrianopolis'te başlayan bu ayaklanma hızla Trakya'ya yayıldı Hadrianopolis'i Cantacuzenos aldı ve 1347'de Constantinopolis'e girerek bu kentte hüküm sürmekte olan V Ioannes Palaiologos'a (1341-1391) karşın kendini VI Ioannes olarak bir defa daha imparator ilan etti Cantacuzenos'un Hadrianopolis kenti için 1352'de yeniden ve bu defa V Ioannes Palaiologos'la savaşması gerekiyordu Palaiologos Sırp ve Bulgarlar'dan büyük yardımlarla birlikte 4000 süvari de almıştı Cantacuzenos ise bu büyük güç karşısında galip gelebilmek için, dostu ve damadı Orhan Gazi'nin (1326-1360) yardımına başvurdu Süleyman Bey idaresinde 10 000 kadar Türk savaşçısı savaşı Cantacuzenos adına zaferle bitirdiler
OSMANLI DÖNEMÎ
Adı Edirne
1354'de bir gece Süleyman Bey Kallipolis (Gelibolu) kalesini aldı ve Osmanlı kuvvetleri Trakya'ya akınlara başladı Artık Trakya'da Türkler'in ayak sesleri duyuluyordu 1360'da Didymotheikos (Dimetoka) fethedildi I Murad (1359-1389), tahta çıkışından başlayarak Rumeli'nin ele geçirilmesi için yapılan girişimlere büyük önem ve hız verdi Sultan, Çorlu ile Keşan'ın da Osmanlı yönetimine geçmesinin ardından, Lala Şahin Paşa'yı Hadrianopolis'in fethi ile görevlendirdi Lala Şahin Paşa, Hacı İlbeyi ile birlikte bu görevi yerine getirerek ken- ti Bizanslılar'dan aldı 1362'nin Temmuz ayında I Murad döneminde Hadrianopolis artık Türkler'indi I Murad'ın Celayirli hükümdarı Üveys Han'a gönderdiği fetihnamede kentin adı Edirne olarak yer aldı Fethedilen bu yeni kenti büyük bir onurla ziyarete gelen I Murad, kalenin yönetimini Lala Şahin Paşa'ya bıraktı Bundan sonra Edirne Türkler'in Rumeli'yi fethetme hareketlerinde çok önemli bir askeri üs oldu 1363'de Lala Şahin Paşa Filibe'yi ele geçirmek amacıyla buradan harekete geçti Ertesi yıl, Sırp, Eflak ve Macar birliklerinden oluşan haçlı ordusuna karşı Sırpsındığı Savaşı, Edirne'nin 25 km batısında gerçekleşti Sultan Murad bir gece düşünde, ak sakallı, nur yüzlü bir kimseyle yarenlik ederken, o kişi ona Edirne'de bir saray yaptırmasını söylediğinden, Edirne'de büyük bir saray inşa ettirildi
Osmanlı'nın "Dar--ül Mülk'ü
Edirne fetholunduktan sonra büyük bir hızla Türkleşmeye başladı Osmanlılar'ın kenti 1365'de başkent yapmaları Edirne için yepyeni bir devrin başladığını gösteriyordu I Bayezid (1389-1403) İstanbul'u kuşatma hareketlerini buradan yönetti
Yıldırım Bayezid'in ölümünden sonra taht kavgası nedeniyle şehzadeleri birbirlerine düştüler Bu Fetret Devri'nde (1403-1413) kent daha büyük bir önem kazandı Bayezid'in büyük şehzadesi Emir Süleyman Çelebi, devlet hazinesini Bursa'dan Edirne'ye taşıyarak burada tahta çıktı Daha sonra şehzadelerden Musa Çelebi, Eflak Voyvodası'nın da yardımı ile ağabeyi ile mücadeleye girerek 1411'de kenti ele geçirdi ve burada kendi adına para bastırdı 1413'de I Mehmed Çelebi (1413-1421) Osmanlı Devleti'ni yeniden toparlayarak Edirne'yi kardeşinin elinden aldı
1419'da bu defa da I Bayezid'in Ankara Savaşı'nda kaybolan oğlu olduğunu ileri süren Mustafa Çelebi (ya da Düzmece Mustafa) sahneye çıktı Taht üzerinde hak iddia ederek Edirne'yi ele geçirdi Bir sultan olduğu inancı ile de burada kendi adına para bastırdı Ardından güçlü bir orduyla Edirne'den Anadolu'ya geçtiyse de, Bursa yakınlarında II Murad'a (1421-1451) yenildi Edirne'de bıraktığı hazinesini aldıktan sonra Eflak'a giderken yakalanan Mustafa Çelebi, 1442'de yeniden Edirne'ye getirilerek öldürüldü Edirne'de ilk şenlik, işte bu olayın ardından yapıldı Halk da büyük bir coşku ile bu şenliklere katıldı
II Murad, Edirne'de şehzadeleri Alaeddin ile Mehmed'e çok görkemli sünnet düğünleri de düzenletti Sultan, 1444'de tahtı oğlu II Mehmed'e bırakarak Manisa'ya çekildi Edirne başkent olduktan sonra tahta çıkan ilk sultan olduğu için, Edirne Sarayı'nda yapılan ilk culüs töreni de II Mehmed için gerçekleştirildi Bu ilk tahta çıkışında 12 yaşında olan çocuk sul- tanın adı, İstanbul'u fethettikten sonra şanına yakışır biçimde Fatih Sultan Mehmet olarak anılacaktı Manisa'ya çekilen II Murad, bir haçlı ordusunun harekete geçmesi üzerine yeniden Edirne'ye gelmek zorunda kaldı Bu haçlı ordusu Varna'da kesin bir yenilgiye uğrayacaktı
II Murad zaferin ardından yönetimi yine oğluna bırakmasına karşın, yeniçerilerin ayaklanması üzerine Edirne'ye gelerek üçüncü kez tahta çıkmak zorunda kaldı II Mehmed (1451-1481), II Murad'ın 5 Şubat 1451'de ölümüyle kesin olarak tahta çıktı Artık onun önünde çok önemli bir hedef vardı Constantinopolis'i almak  Bu amacına yönelik harekatı Edirne'den başlattı
Yeni başkent Constantinopolis
II Mehmed'in bu kutsal amacı 1453'de gerçekleşti 29 Mayıs sabaha karşı yapılan taarruzla Constantinopolis'in kara tarafındaki surlan yıkıldı Aynı gün, II Mehmed at üzerinde kente girerek, Ayasofya'da namaz kıldı Constantinopolis'in fatihi II Mehmed artık "Fatih Sultan Mehmed" olarak tarihe geçecek, Osmanlı İmparatorluğu'nun yeni başkenti de Cons- tantinopolis olacaktı Başkentliği devrettikten sonra da Edirne, imparatorluğun önemli olaylarına sahne olmaktan geri kalmadı Kent, Gedik Ahmet Paşa'yı Edirne Sarayı'nda idam ettiren II Bayezid (1481-1512) ile oğlu Selim arasındaki taht kavgasına sahne oldu
Edirne, 16 yy'da Batı'ya düzenlenen seferlerin merkez üssü oldu Sultanların çoğu zamanlarını geçirdikleri bir yer durumunda olduğundan sürekli olarak ilgi gördü Yavuz Sultan I Selim (1512-1520), Kanuni Sultan I Süleyman (1520-1566), ve II Selim (1566-1574) kentin bayındırlığına büyük önem verdiler
Edirne'nin parlak dönemleri
17 yy'da ise I Ahmed'den (1603-1617) başlayarak bu ilgi daha da arttı II Osman (1617-1622) ve daha sonra IV Murad (1623-1640) Edirne koruluk ve ormanlarında büyük av eğlenceleri düzenlediler "Avcı" adıyla anılan N Mehmed (1649-1687) ise çoğu zamanını burada sürek avına çıkarak geçirdi 1670'lerde Edirne'yi neredeyse ikinci bir yönetim merkezi yapan N Mehmed, Rus ve Leh Seferleri'ne de Edirne'den başladı
Yaşamını Edirne'de sürdürmeyi seven bir başka sultan, II Mustafa (1695-1703) Edirne Vakası diye bilinen ayaklanma sonunda 1703'de tahtından uzaklaştırıldı
Türkler'le Ruslar arasındaki Prut Savaşı'ndan sonra 16 Nisan 1712'de Prut Antlaşması yapılmasına karşın, üzerinden yedi ay geçtiği halde Ruslar Lehistan'ı (Polonya) terketmediler Bunun üzerine Osmanlı Devleti sefer kararı aldı III Ahmed (1703-1730) İstanbul'dan Edirne'ye hareket etti Bu durum karşısında kaygıya kapılan Rus Çarı I Petro, görüşmeye hazır olduğunu bildirdi Edirne'de yapılan görüşmeler sonunda 24 Haziran 1713'te Edirne Antlaşması imzalandı İmzalanan antlaşmaya göre, Ruslar Lehistan'ı iki ay içinde boşaltacaklar, IV Mehmed dönemindeki sınır çizgisi esas olarak alınacaktı Ruslar aynca Osmanlı İmparatorluğu'nda misafir olarak kalan İsveç Kralı XII Karl'ın da Rus topraklarından bir Türk koruma birliğinin eşliğinde geçirilerek ülkesine dönmesini kabul ettiler
Yıkımlar
1745'deki büyük yangından sonra, 1751 yılındaki deprem Edirne'nin bir anlamda gözden düşmesine neden oldu Bu dönemden başlayarak Edirne eski debdebesinden uzaklaşıp ge- rilemeye başladı
III Selim'in (1789-1807) Nizam-ı Cedit Islahatı'na karşı çıkan Rumeli'nin ileri gelenleri ve derebeyler, Edirne'de 1801'de ve 1806'da devlete karşı iki kez ayaklandılar (Edirne kıyamı)
1828-1829 Türk-Rus Savaşı'nda kent düşman eline geçti 22 Ağustos 1829'da Ruslar'ın kente girmesi Edirne'nin yaşadığı zor günler oldu 14 Eylül 1829'da Edirne'de imzalanan barış antlaşması sonucunda yeniden Osmanlı yönetimine geçmekle birlikte, savaş Edirne'yi olumsuz yönde etkiledi Müslüman halk başka yerlere göçmeye başladı Sultan II Mahmud (1808-1839), halka moral vermek üzere 1831'de kente geldiğinde on gün kalıp yıkımların giderilmesi için emirler verdi Bu gezinin anısına Hayriye, Nısfiye ve Rubiye adlarında Edirne damgalı paralar bastırıldı
1877-1878 Türk-Rus savaşında, 20 Ocak 1878'de Edirne tekrar on üç aydan fazla sürecek olan Rus işgali altına girdi Birçok bölgesi yakılıp yıkıldıktan sonra 13 Mart 1879'da yine Osmanlı Devleti'ne bırakıldı
20 yy'ın başlangıç yılları da Edirne'ye zor günleri getirdi 1912'de Balkan devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu'na karşı giriştiği Balkan Savaşı'nda Edirne yüzaltmış gün Şükrü Paşa'nın kahramanca savunmasına karşın, açlıktan Bulgar ve Sırp kuvvetlerine 26 Mart 1913'de teslim oldu
22 Temmuz 1913'de Enver Bey komutasındaki kuvvetler hiçbir direnişle karşılaşmadan Edirne'ye girdiler Kent yıkık ve harap durumdaydı Diğer Avrupa devletlerinin Türkler'i Edirne'den çıkarmak için verdikleri tüm çabalar sonuçsuz kaldı ve Edirne 10 Ağustos 1913'te imzalanan Bükreş Antlaşması gereğince Osmanlı toprağı sayıldı
Sınır kenti
Edirne bu defa da, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1920'den 1922'ye kadar iki yıldan fazla Yunan işgalinde kaldı Ancak 25 Kasım 1922'de Mudanya Mütarekesi'nden sonra Türk ordusu Edirne'ye girdi 24 Temmuz 1923'deki Lozan Antlaşması'yla da o artık Türkiye Cumhuriyeti'nin Trakya bölgesinde Yunanistan ve Bulgaristan sınırı boyunca uzanan, bağrında pek çok Türk anıtını taşıyan sınır kentiydi
YAPILAR
İlk Osmanlı başkenti Bursa, erken dönem Osmanlı mimarisi örnekleriyle bezenmişti İkinci başkent Edirne ise, mimarideki gelişmeleri ve değişmeleri yaşayarak, Osmanlı sanatının en yükseldiği dönemin eserlerini sahiplendi
Yıldırım Bayezid Camisi
Edirne'deki Türk döneminin en eski yapısıdır (1397-1400) Haç planlı eski bir Bizans kilisesinin yalnızca temeli bırakılarak, üzerine yeni cami binası inşa edildi Ortasında küçük bir orta kubbe ve etrafında dört tonoz bulunmaktadır
Eski Cami İnşaatına 1403'de Emir Süleyman Çelebi tarafından başlandı, 1414'de Çelebi Sultan Mehmed tarafından tamamlandı Mimarı Konyalı Hacı Alaeddin'di Kare şeklindeki yapı, dokuz kubbesiyle çok kubbeli ulu camiler planındaydı Bina kesme taştan yapıldı İç mekân dört paye ile bölündü Son cemaat yeri, kesme taş ve tuğla sıralamasıyla bitirildi Büyük yazılarıyla dikkati çekmektedir
Muradiye Camisi
1436'da Sultan II Murad'ın yaptırdığı bu cami, yan mekânlı camiler planının uygulandığı en güzel örneklerdendi Yalın bir dış görünüşü olup, doğu ve batı duvarı ile mihrap duvarını kaplayan çinileri, iki orta kubbeyi birbirine bağlayan büyük kemerin iç yüzündeki ince kalem işleri yalın görüntülerine karşın 15 yy başındaki Osmanlı dekor sanatının en başarılı eserleri arasında yer aldı Yapı, görkemli mihrabı ve minberiyle dikkati çekmektedir
Üç Şerefeli Cami
1438-1447 yılları arasında Sultan II Murad tarafından yaptırılan cami, Osmanlı mimarlığında erken dönemle klasik dönem arasında yer almaktaydı Türk sanatında ilk kez ortaya çı- kan plan şeması ile enine gelişen bir mekân anlayışında inşa edildi Dört minaresinin biri üç, biri iki, ikisi ise birer şerefeli olup, baklavalı, şişhaneli, çubuklu ve burmalı motif üslupları ile bezendi Üç şerefeli minaresindeki her üç şerefeye ayrı merdivenlerden çıkılan ilk minare tarzıdır ve bu tarz camiye adını vermiştir Hafif sivri kemerli revakları ile şadırvanlı avlusu vardır
Sultan Bayezid Külliyesi
Sultan II Bayezid, Kili ve Akkerman fethine giderken, ordunun gereksinimlerini karşılamak üzere Edirne'de kaldı Bu konaklama sırasında da Tunca'nın kenarında 23 Mayıs 1484 günü cami, şifahane, medrese, imaret, tabhane, hamam, değirmen ve köprüden oluşan bü- yük bir külliyenin temellerini attı
Avrupa'da akıl hastaları hasta sayılmazlar, şeytanla işbirliği yapan insanlar diye düşünülerek çoğu kez diri diri yakılırlardı Külliyenin şifahanesindeyse akıl ve ruh hastaları, Türk müziğinin çeşitli makamları ile tedavi edilirlerdi Şifahaneye devamlı bağlı on hanende ve sazende çalışırdı Ney, keman, santur ve ud kullanılan sazlar arasındaydı Özellikle neva, rast, dügah, segah, çargah ve buselik gibi makamların dinletilmesinden olumlu sonuçlar alınmıştı Musikiden başka hastalar çiçek kokuları ile de tedavi edilirdi
Türk-Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden biri olan külliyenin mimarı Hayreddin'di 21 m çapındaki kubbesi ile cami tek kubbeli camilerden olup, külliye yüz kadar kubbe ile örtülmüştür
Selimiye Camisi
Mimar Sinan'ın "ustalık eserim" diye nitelendirdiği Selimiye Camisi bu kentin tacıdır Mimar Sinan'a Sultan II Selim tarafından 1569-1575 yılları arasında yaptınlan cami önce, birbirine eşit üçer şerefeli dört minaresi ile göze çarpar Çok uzaklardan görünen bu zarif minareler kubbenin etrafına cami tabanının oturduğu karenin köşelerine dizilmiştir
31,5 m çapındaki kubbe, 8 filayağı ile bağlanmış, örttüğü iç mekâna verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekânın bir kerede kolayca algılanmasına neden olmaktadır Kubbe aynı zamanda caminin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler
Caminin mimarisinde olduğu kadar, mermer, çini ve hat işçiliklerinde de kusursuzluğa varılmıştır Minberin mermer işçiliği diğer camilerden üstündür Mihrap tarafındaki duvarlarla birlikte, Hünkar mahfili ve bütün alt kat pencerelerinin alınlıkları zarif bir çini dekoru ile kaplanmıştır Mihrap duvarında bulunan büyük çini panoların renk ve komposizyonları ve Hünkar mahfilinin alt kısmındaki tavanın kalem işçiliği çok güzeldir
Caminin revaklarla çevrilmiş avlusunun ortasında mermerden özenle işlenmiş bir şadırvanı vardır
Edirne Sarayı
Sultan I Murad tarafından yaptırılan ilk saraydan sonra, Sultan II Murad döneminde Tunca'nın batısında, çok büyük bir alan üzerine 1450'de Edirne Sarayı'nın inşaatına baş- landı Sultan'ın 1451'de ölümünden sonra oğlu Fatih Sultan Mehmed tarafından yapı tamamlatıldı
Edirne Sarayı'nın önemli bölümlerinden olan Cihannüma Kasrı'nın yedi katlı olduğu ve en üst katında sekiz köşeli bir odanın ve ortasında bir havuzun bulunduğu yazılmaktadır Cihannüma Kasrı'nın sağ tarafında Kum kasrı bulunurdu Kum Kasrı hamamının, helezoni kubbesi vardı
Cihannüma Kasrı'nın arka tarafındaki yerde, tonozlu bir bodrum üzerinde dikdörtgen bir planda su maksemi vardı Terazilerden gelen sular binanın yukarısındaki depolarda toplanır oradan altı bölümle dağıtılırdı 16 yy'ın ikinci yarısında saraya namazgâh eklendi
Saray, 22 Ağustos 1829'da Ruslar'ın kente girip birkaç ay kalmaları sırasında yıkıma uğradı 1867'de Sultaniye yatı ile Avrupa gezisine başlayan Sultan Abdülaziz'in gidiş yolu Tolulon'dan sonra Paris ve Londra olmuştu Dönüş yolunda Sultan'ın Edirne'den geçme olasılığı üzerine özellikle Cihannüma Kasrı'nda bazı onarım ve eklemeler yaptırıldı Oysa dönüş, Belçika-Koblenz-Prusya-Viyana-Budapeşte'den geçilerek, Tuna Nehri'nden vapurla yapıldı
1875'de Ruslar'ın Edirne'yi işgal edeceği haberi üzerine sarayın yakınında bulunan cephanelik Ruslar?ın eline geçmesin diye Vali Cemil Paşa?nın emriyle ateşlendi Böylece 3-4 gün süren patlama sesleri ile büyük tehlike içinde kalan Edirne kentinin 425 yıllık sarayı ortadan kalktı
123-124 yıliarında Doğu'ya yaptığı gezi sırasında İmparator Hadrianus kendi adıyla Hadrianopolis diye çağrılan Edirne kentine görkemli bir kale armağan etmişti 19 yy'ın ilk yarısına kadar sağlam duran bu kale de 1866-1870'den itibaren hastane, okul, hükümet binaları, kışla yapımı için Vali Hurşid Mehmed Paşa vaktinde yıkılmaya başlandı Dört ta- ne olan köşe kulesinden yalnızca biri saat kulesi haline dönüştürüldü
Köprüler
Edirne'deki önemli yapı türlerinden biri de köprülerdir Üzerine türküler yakılan bu taş köprülerin çoğu Tunca Nehri üzerinde bulunur Taş köprüler, Osmanlı'nın mekânsal ve anıtsal anlayışıyla her zaman uyum içinde olurlar, düzenlilik ve geometri kurallarına uygunluk gösterirlerdi Kent içi köprüler, iki başından kent dokusuna dayanırlardı Edirne'nin içinde bulunan ve Sinan devrinin Edirne dışında inşa ettiği köprülerin güzelliğine başka kentlerde erişilememiştir
Bu kentteki köprülerin en eskisi Bizans İmparatoru Michael Palaiologos (1261-1282) dönemindendir Köprü sonradan Gazi Mihal Bey tarafından yeniletildiğinden onun adı ile anılır (1420) 1640'da Kemankeş Kara Mustafa Paşa bu yirmiyedi gözlü köprüye sivri kemerli Tarih Köşkü'nü ekletmiştir 1451'de yapılan Şahabettin Paşa (Saraçhane) Köprüsü on iki ke- merli ve on bir ayaklıdır
1452'de Fatih döneminde yaptırılan Fatih Köprüsü, 1488'de Mimar Hayrettin'in yapıtı olan Bayezid köprüsü, 1560'da Mimar Sinan'ın eserleri arasında yer alan Saray (Kanuni) Köprüsü, 1608-1615 yılları arasında Sedefkar Mehmed Ağa'nın yaptığı Ekmekçizade Ahmed Paşa Köprüsü, 1842-1847 yılları arasında Meriç'le Arda'nın birleştiği yerde tamamlanan Meriç Köprüsü (Yeni Köpıü) Edirne'nin en önemli köprüleridir
Kervansaraylar
Sokak üzerinde bir sıra dükkânı bulunan ve klasik Osmanlı mimarlığının ilginç örneklerinden olan Rüstem Paşa kervansarayı, Kanuni Sultan Süleyman'ın ünlü sadrazamı Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırıldı Dikdörtgen avlu çevresinde önleri revaklı odalar sıralanmaktadır
Ekmekçioğlu Ahmed Paşa kervansarayı, I Sultan Ahmed'in emri ile Defterdar Ekmekçioğlu Ahmet Paşa tarafından 1609 senesinde yaptırıldı Mimarları Sedefkar Mehmed Ağa ve Edirneli Hacı Şaban'dı
Evler
Taş duvar ve sıvayla örülmüş ahşap iskelet sistemleri ile yapılırdı Bu evler genellikle yanındaki daha yüksek saçaklara çift eğri öğe ile bağlanan bir çatıyla örtülü, az derinde kalan locanın içine yerleştirilmiş merkezi girişi ile kusursuz bir simetriye sahipti
Odalardan kıbleye dönük olanı namaz odası olarak ayrılırdı Dolaplarda, tatlı, şeker, şerbet ve şurup dağıtılmasına yarayan şık kaplar, bardaklar, tabaklar, şık havlular, örtüler, le- ğen ve ibriklerin en kıymetlileri saklanırdı Misafir odalarının duvarları boyunca yapılmış "sıra" denen raflar üzerine odayı süslemek amacıyla kıymetli çini ve porselen tabaklar, kaseler ve sürahiler konurdu Katlı raf denilen hücrelere de değerli kaseler, gülapdanlıklar ve çiçeklikler yerleştirilirdi
Kalınca yapılmış duvarların içine yerleştirilen veya odanın arkasında bir kümbet şeklinde dışarı çıkarılan ocaklar en sağlıklı ısınma aracıydı
Balkan Yarımadası'nın hemen her tarafında en küçüğünden en gösterişlisine kadar bütün evlerde "hayat" denilen bölümler vardır Oda kapılarının açıldığı yer olan bu bölüm, doğrudan evin bahçesine bakan yönde 1,5-2 metrelik direkler üzerine dayandırılmıştır Hayatların sonunda bir basamak yükseklikte dört köşe bir kısım ayrılarak, tahta sedirlerle çevrilirdi
Evin harem ve selamlıklarında büyük kapıların açıldığı bahçe kısımları olan avluların uygun bir yerinde mermer bir çeşme bulunurdu Bazı evlerde avluların ortasında küçük havuzlar, üzerine asma sardırılmış çardaklar vardı Harem ve selamlık avlularından birbirine geçilecek küçük kapı bulunurdu
TİCARET
Edirne, çok parlak günler yaşamış büyük bir ticaret merkeziydi Bedestenlerindeki elmas ve mücevherler altmış gece bekçisi tarafından korunurdu 15 yy'da Doğu Akdeniz'de canlanan ticaret, bu kentin gelişmesine de büyük yardımda bulundu
Mısır'dan, Ege adalarından ve İzmir gibi diğer Batı Anadolu kentlerinden gelen buğday, arpa, mısır gibi ana gıda maddeleri ve tarımsal zenginlikleri Enez'e gelir, buradan nehir yoluyla küçük gemilere yüklenerek Edirne'ye ulaştırılarak burada pazarlanırdı Meriç yoluyla Filibe'den gelen pirinç de buradan İstanbul'a ulaştırılırdı
17 yy'da İran'dan kervanlarla gelen bazı tüccarlar da Edirne'de alım-satım yaptıktan sonra buradan Balkanlar'a doğru açılırlardı Avrupa malları Edirne pazarlarında bulunurdu Değişik cinslerde malı bu pazara getiren Avrupalı tüccar, buradan balmumu, deri eşyalar alırlardı Venedikli ve Fransız tacirlerin aldıkları ise, Bursa ipeği ve Ereğli'den gelen yündü
Çarşılar
Geçiş yolları üzerinde bulunan kentin gelişme döneminde hem artan ekonomi ve ticaret yoğunluğunu karşılamak hem de cami ve imaretlere gelir sağlamak amacıyla birçok han, bedesten ve çarşı inşa edildi
1417-1418 yılları arasında Çelebi Sultan I Mehmed tarafından Mimar Alaeddin'e Eski Cami'ye vakıf olarak bir bedesten yaptırıldı On döıt kubbeli yapının etrafında bir sıra dükkân, içte tonoz örtülü otuz altı oda bulunmaktaydı Duvarları kırmızı ve beyaz kesme taştandı
1569'da Hersekli Semiz Ali Paşa'nın Mimar Sinan'a yaptırdığı Ali Paşa Çarşısı yüz otuz dükkândan oluşmaktaydı Çarşısı üç yüz metre uzunluğunda olup, altı kapılıydı 73 kemerli, 255 metre uzunluğunda, 124 dükkândan oluşan arasta, III Murad (1574-1595) tarafından Selimiye Camisi'ne vakıf olmak üzere Davut Ağa'ya yaptırıldı
Esnaf
Edirne büyük ve değişik esnaf gurubunun toplandığı bir merkezdi Deri ve dericilikle ilgili işlerle uğraşan saraçlar, yularcılar, keçeciler, ayakkabı ya da çizme üretenlerle birlikte, dokuma işlerinde çalışan bezciler, iplikçiler, ibrişimciler, külahçılar ve terziler vardı Yiyecek ve içecek gruplarında ise pek çok aşçı, bakkal, fırıncı, kasap, kebapçı çalışırdı Kentteki es- naf grupları arasında sarraf ve kuyumcular da güçlü bir yer tutardı Maden işleri ile uğraşan demirci ve bakırcılar da vardı
Kentte ayrıca dokuma boyacılığı, araba üretimi, basmacılık, gülyağcılık ve sabunculuk gibi çok gelişmiş küçük işyerleri bulunmaktaydı Bu işyerlerinin bir çoğunun çalışmalarını sürdürdüğü dükkânlar cadde veya sokakların üzerinde iki üç katlı binaların zeminlerindeydi Bazıları da birer üst katları bulunan sıra dükkânlar biçimindeydi Edirne'de vergi gelirlerinin bir kısmı vakıflara ayrılırdı
YAŞAMIN RENKLERÎ
Batı'ya açılan kapı Edirne parlak dönemlerinde geçiş yolu üzerindeki konumuyla ve ticaretinin canlılığıyla Osmanlı'nın çok önemli merkezlerinden biriydi Kentin önemi yalnızca onun ticari gücünden gelmiyordu Bu kent, İstanbul'da etkisini göstermeye başlayan Batı çıkışlı sanat modalarını hemen benimseyip, Balkanlar'a yayılmasını sağlamak gibi bir görevi de üstlenmişti
17 yy'da Edirne 350 bin nüfusu ile İstanbul, Paris ve Londra'dan sonra Avrupa'nın dördüncü büyük kentiydi İmparatorluğun gerilemesi, geçirdiği büyük yangınlar (1745, 1751) ve özellikle 19 yy'da uğradığı işgaller (1829 ve 1878 Rus, 1913 Bulgar, 1920-1922 Yunan) kentin sosyal ve ekonomik dengelerini etkiledi 1828-1829 Osmanlı- Rus savaşları sırasında Müslüman halkın çoğu göç etti Onlardan boşalan yerlere köylerden Hıristiyanlar yerleştirildi
Edirne'nin en neşeli insanları kuşkusuz her zaman Çingeneler oldu Erkekleri kalay ve at arabacılığı işleri ile, kadınları ise genellikle bohçacılıkla uğraşırlardı Müslüman nüfusun içinde sayılan Çingeneler, davul, zurna, klarnet, kanun, darbuka, def, ud ve cümbüş gibi enstrümanları kendilerine özgü bir tavırla ve yorumla çalarlardı
19 yy sonlarında, Müslümanlar'ın nüfusu 79 bin, Rumlar'ın 77 bin, Ermeniler'in 5 bin, Bulgarlar'ın 32 bin, Yahudiler'in 9 bin civarındaydı
Edirne Paşa Sancağı adı ile Rumeli Beylerbeyliği'ne bağlıydı Tanzimattan sonra kurulan eyaletin merkezi oldu
Er meydanı Kırkpınar
İnanılır ki, Kırkpınar adı kırk yiğidin adından gelir
Bizans İmparatorları, kendi iç çekişmelerinde uzun seneler Aydın ve Saruhan Beyleri'ni kullanmış, ayaklanmalarını, taht kavgalarının başlangıçlarını hep onlarla bastırmıştı
Aydın ve Saruhan Beyleri, bu iç çekişmelerde güçlerini Bizans'ın gereksinimi doğrultusunda kullanırken, Rumeli'deki baş kaldıran pekçok küçük Bizans kalesine ve kentine akınlar yapmışlardı Önceleri Bizans'ın bütünlüğüne yardım için yaptıkları bu akınları, sonraları iyice alışkanlık haline getirmeye başladılar Gücü yavaş yavaş Beyler'e kaptırdıklarını farket- meye başlayan Bizans İmparatoru, yeni kullanacak güç aramaya başladı İmparator, Anadolu yarımadasında gün geçtikçe etkinlikleri artan Osmanoğulları'ndan Aydın ve Saruhan Beyleri'nin korkacaklarından emindi Bu defa da Osmanoğulları'nı amaçları doğrultusunda kullanmayı tasarlayarak, onlardan yardım istedi
Orhan Gazi de uzun zamandır Bizans İmparatoru'nun bu durumundan yararlanmayı kuruyordu Orhan Gazi, daha önce Aydın ve Saruhan Beyleri gibi diğer Türk Beylikleri'nin de Bizans'a yardım için Rumeli taraflarına akınlar düzenleyip Bizans İmparatorları'nın durumunu kurtardıktan sonra tekrar Anadolu'ya döndüklerini biliyordu Onun amacı ise farklıydı Tüm istediği Rumeli yakasına ayak basarak, orada yerleşmek ve Osmanlı topraklarını büyütmekti
Orhan Gazi, Süleyman Bey'in Rumeli yakasındaki Bizans kalelerinden birini baskınla ele geçirmek fikrini uygun gördü Süleyman Bey, Çanakkale Boğazı'nı iki salla ve kırk yiğitle birlikte geçip, Rumeli'ye ulaştı Sabaha karşı Kallipolis (Gelibolu) Kalesi'ni ele geçirdikten sonra, arkadan gelen diğer kuvvetlerle birlikte, Rumeli'nin büyük küçük kalelerine doğru yürümeye başladı
Çanakkale Boğazı'nı ilk geçen kırk yiğit, Hadrianopolis'e doğru kuvvetlerin öncülüğünü üzerlerine aldılar Bu kırk yiğidin her biri birer başpehlivan olduğundan, her konaklamada aralarında güreşirlerdi Hadrianopolis civarındaki bir meraya geldiklerinde, pehlivanlar yine çayırlıkta güreşecek arkadaşlarını seçtiler İçlerinden iki pehlivan Anadolu yakasındayken, sonuçlandıramadıkları bir güreşi Rumeli seferi için yarıda bırakmışlardı Yemyeşil çayırın üzerinde güreşe tutuştuklarında Hıdırellez'di Akşam karanlığı çöktüğü sıralarda sonuç hâlâ alınamamıştı
Ortalık iyice kararırken iki pehlivan güreşmeye devam ettiler Gece yarısına doğru ise dehşetli güreş iki kahramanın son nefeslerini vermeleriyle son buldu Er meydanında can veren pehlivanları arkadaşları bu çayırlığa gömerek Hadrianopolis üzerine savaşa devam ettiler
Aradan uzun bir zaman geçmiş Orhan Gazi'nin yerine I Sultan Murad geçmişti ve Hadrianopolis artık Türkler'in Edirnesi olmuştu Kırk yiğitten sağ kalanlar, iki pehlivanın çayırlıktaki mezarlarına birer taş yaptırmak istediler Çayırlığa vardıklarında, iki pehlivanı gömdükleri incir ağacının altından billur gibi akıp giden kırk kaynaklı pınarı gördüler İşte ilk Kırkpınar diye adlandırılan yer burasıydı
I Sultan Murad Edirne'yi başkent yaptıktan sonra bu kentte okçuların, ciritçilerin ve pehlivanların yetişmesi için bir güreşçiler tekkesi açtı Kırkpınar güreşlerinin ilk yapıldığı yer, Edirne'nin altı saat batısında olup, bugün bu bölge sınırlarımızın dışinda kalmıştır
Kırkpınar bir Türk atasözünün de kaynağı oldu Hıdırellez başlamadan yaklaşık yirmi beş gün önce Kırkpınar Ağası, halkı güreşlere çağırmak için, yöredeki kent, kasaba ve köylerin kahvelerinin tavanlarına asılmak üzere, kırmızı dipli mumlar gönderirdi Bu, özellikle çağrılıyorsunuz anlamını taşırdı Bir yere gelmesi istenmeyen kişi, çağrılmadan oraya giderse söylenen; "Kırmızı dipli mumla mı çağrıldın" atasözü buradan kaynaklanmaktadır
Hıdırellez'den yaklaşık on beş gün önce, köylüler tarafından Kırkpınar yakınına tezgah ve dükkânlar, meydanın etrafına da izleyiciler için çardaklar yapılmaya başlanırdı Yakın yörelerden gelen esnaf ve satıcılar, hazırlanmış olan derme çatma dükkânlara ve tezgahlara yerleşirler ve satacakları yiyecek, içecek ve giyecekleri buralara yerleştirirlerdi Meydanın etrafı köşkler, dükkânlar ve köylülerin yaptıkları gölgeliklerle dolardı
Kırkpınar Ağası ise, Hıdırellez'den bir hafta önce Ağa Çadırı'nı, güreşçilerin ve misafirlerin çadırlarını meydanın etrafına kurdurmaya başlardı Aynı zamanda yemek kazanları ve kaplar getirilir, aşçılar hazırlıklarına başlarlardı Bütün bu hazırlıklar yaşanacak cümbüşün ve renkliliğin müjdecisi gibiydi
Güreşler Hıdırellez'den üç gün önce başlar, günlerce süren bayram ve açık hava eğlenceleri içinde sürüp giderdi Halkın saygı gösterdiği, güvendiği eski yaşlanmış pehlivanlardan iki üç tanesi, Ağa'nın çağrısıyla hakem olurlar ve Ağa ile birlikte, onun çadırından güreşleri izlerlerdi
Birinci gün eğlencelere aynlır, son gün genellikle başaltı ve başpehlivanın güreşleri ile geçer, tüm karşılaşmalar Hıdırellez'in arifesinde akşamüstü sona ererdi
Edirne kırmızısı ve Edirnekâri
Tahta üzerine boya ile yapılan süslemeye Edirnekâri denirdi Edirne'de 14 yy'dan başlayarak bu biçimde pek çok tavanlar, kapılar, dolap kanatlan, saatler, sandıklar, kalemlikler, raf lar ve çekmeceler bezendi Aynca çekmecelerin içine de yaldızla tuğralar ve değişik bezemeler yapıldı
Motifler doğaya dönük olup, çiçek, yaprak, meyvalardan oluşurdu Bu süslemeler, boyalarının sağlamlığı ve ince işçilikleriyle dikkati çekerdi
Edirnekâri süslemelerdeki motifler, 17 yy'a kadar tek tek çiçekler, minik buketlerden oluşurken, 18 yy'da bu çiçekler büyük buketler haline geldi veya vazolann içinde resmedildiler
18 yy'da Edirnekâri, motif ve düzenleme olarak deri kitap kapaklarında da yer almaya başladı ve giderek yaygınlaştı
Edirne'de yapılan lake ciltler de Edirnekâri adını almaya başladı Bu ciltlerin üzerindeki nakış ve resiınler vernikle parlatılırdı Edirne'de yapılan lak işleri de Edirne Lakı olarak anılmaya başlandı
18 yy'da Edirne Türk Kırmızısı ya da Edirne Kırmızısı (Rouge d'Andrinople) diye adlandırılan boyacılığı ile büyük ün kazandı Bu al rengi taşıyan pamuklu kumaşlar da Edirne Kırmızısı diye adlandınldı
Edirnekâri, 19 yy'ın ortalanna kadar kullanıldı ve büyük ustalar yetişti
Şenlikler
Edirne, 16 yy'a kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun kent şenliklerini yaptığı tek yerdi Bu yüzyılın başından başlayarak şenlik kenti İstanbul oldu Böyle olmakla birlikte, IV Meh- med'in 1675'de Edirne'de şenlik düzenlettiği bilinmektedir
Bu kentte ilk şenlik II Murad'ın Düzmece Mustafa'yı yakalayıp öldürttüğü olay sonrasında yapıldı II Murad, Edirne'de Şehzadeleri Alaeddin ile Mehmed'in görkemli sünnet düğünleri şenliklerini de burada yaptırdı 1444'de yine II Murad, Ramazan Bayramı nedeniyle üç gün üç gece spor gösterilerinin ağırlıkta olduğu şenlikler düzenletti 1450'deki ise, Sultan'ın oğlu Şehzade Mehmed'in Sitti Hatun'la evlenmesi nedeniyle yapılan ve yaklaşık üç ay süren şenlikti
1457'de Fatih Sultan Mehmed'in şehzadeleri Bayezid ve Mustafa'nın sünnet düğünü şenliklerinde, spor gösterilerinin yanısıra, bilim adamlarının sohbet ve tartışmalan da yapıldı
Bunlardan başka, 1472'de Cem Sultan ile Şehzade Abdullah'ın sünnet düğünlerinde ve 1480'de şehzadeler, Selim, Şehinşah, Mahmud, Âlem, Korkud, Ahmet ve Oğuz Han'ın sünnetlerinde şenlikler yapıldı
Şenliklerin en unutulmazı kuşkusuz, başkent İstanbul olmasına karşın Edirne'den ayrılamayan IV Mehmed'in (Avcı Mehmed) 1674 yılında yaptırdığı şenlik oldu 1674'de on iki yaşında olan şehzadesi Mustafa (sonradan Sultan II Mustafa) ve iki yaşındaki şehzadesi Ahmed'in (sonradan Sultan III Ahmed) sünnet düğününün arkasından, on yedi yaşındaki kızı Hatice Sultan ile vezir ve müsahib Mustafa Paşa'nın evlenme düğünleri yapıldı Ziyafet ve şenliklerle on altı gün süren sünnet düğünü ve on dokuz gün süren evlenme düğünü, Edirne kentinin tarih sayfalarına güzel anılar ekledi
Bu şenliklerin hazırlıkları altı ay öncesinden başladı Geçit törenindeki nahıllar, yapma bahçeler, şekerlerden yapılmış hayvan heykelleri göz kamaştırıcıydı Seyirlik oyunlarında ise, cambazlar, yılan oynatanlar, gölge oyuncuları, kuklacılar, gözbağcılar bütün hünerlerini gösterdiler At yarışları, ok atıcılığı, cirit, kılıç ve güreş karşılaşmaları da günlerce sürdü
18 yy'dan başlayarak bütün kentlerde kır gezinti alanlan ve çayırlar halkın eğlencesi için açıktı Edirne'de ise, Meriç boyunca uzanan meyva ve sebze bahçeleri, geceleri buralara gelen halkla neşelenip renklenerek bir gezinti yerine dönüşür, Meriç'in çağıldayan sularına, insan seslerinin cıvıltıları katılırdı
|