Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
birlikte, türk, ülküsükavramlarıyla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



TÜRK ÜLKÜSÜ

Dünya bir çarpışma alanıdır Yaratıcı kuvvet, dünyayı bir çarpışma düzeni içinde yaratmış, yaratılanlar çarpışma düzeni içinde yaşayıp bugüne erişmişlerdir

Bunun, neden, niçin böyle olduğu hakkındaki yüksek felsefi düşünceleri bir yana bırakıp gerçeği olduğu gibi kabul edersek, çarpışmaya hazır bulunmanın en hayatî prensip olduğu sonucuna kendiliğinden varırız

İnsanlar arasındaki çarpışma, birleşip düzene girmiş topluluklar arasında oluyor Bu topluluklara, millet diyoruz Milletler, binlerce yıldan beri var Amansız boğuşmalarda bazıları ortadan kalkmış, bazıları sonradan kurulmuş, fakat milletler her zaman var olmuş, her zaman birbiriyle savaşmıştır

Savaşmak, yaşamak için gereklidir Çünkü millî çıkarların çatıştığı dâvaları bitirmek için, savaştan başka çâre bulunamamıştır Milletleri savaşa hazır bulunduran iki vâsıta vardır Biri maddîdir, buna "teknik" diyoruz Biri ruhîdir, "ülkü" adını veriyoruz

Uzun tarih göstermiştir ki, eşit maddî kuvvetler arasındaki çarpışmayı ruhî yönden üstün olan kazanır Ruhî kuvvet, teknik kuvveti yaratabilir Ruhî kuvvetten yoksunluk ise, maddi güç ne kadar büyük olursa olsun, bozgun demektir

Ruhî kuvvet nedir?

Millî üstünlük inancı, büyümek isteği, yâni millî ülküdür Millî ülküler, toplulukların yaratıcı kuvvetidir Bütün yaratıcı güçler gibi de, aykırıları yok etmek özelliğine mâliktir

Türk yaratıcı gücü, yâni Türk ülküsü, yüzyıllardan beri prensip hâline gelmiş, uğrunda çarpışılmış, birkaç kere gerçekleşmiş bir düşüncedir Ona hayal diyenler, hayal içinde gevşeyip tembelleşmiş olanlardır Dedikleri gibi hayal olsaydı, hiç gerçekleşir miydi?

Bununla beraber yirminci yüzyıl bir mucizeler zamanı olmuş, olmaz sanılanlar mümkün kılınmıştır Bu bakımdan da, Türk ülküsünün gerçekleşmesini ummak, insanlar için, haktır

Türk ülküsü, Türk büyüklüğü ve Türk kudreti isteği ve inancıdır İnancın ne büyük ruhî amil olduğunu anlatmaya lüzum yok İmanla, ümitsiz hastalar bile iyileşiyor

Bir ülküsünün çevresinde toplanmak ve onun için ölümü göze alarak savaşmak ne güzel şeydir! İnsanlar ancak ülkü ile hayvanlardan ayrılabiliyorlar Milli bir ülkü olmadıktan sonra, insanın hayvandan ne farkı kalır? Hayvan, ölümden ve ıstıraptan kaçar, kuvvetliden korkar Ölümden korkmayan, ıstıraptan kaçmayan, kuvvetli ile savaşı göze alan yaratık, ancak ülkücü insandır

Bir zamanlar, insanları hayvan olmaktan kurtarmak için çalıştı, onlara Tanrıdan öğütler verdi Bugünkü ülküler, tamamıyla millîdir Dini inancı da içine almış olan millî ülkü, insanları sürükleyen, güçlendiren ve asilleştiren bu duygu ve düşüncedir

Bugünün kaba maddeciliği arasında, Türk ülküsü sararmış, biraz küllenmiş gibi görünüyor Maddecilik hastalığı geçtiği zaman, o, yine parlayacaktır Onun için Türk ülküsüne sarılmaya mecburuz Bütün Doğu milletlerim yendiği halde, yalnız Türklerle başa çıkamayan Batı'nın, içine sinmiş düşmanlığı ve hıncı karşısında, bizim silahımız, Türk ülküsüdür

Arab'ı, Acem'i, Hint’i, Çin'i yenilerek, tek başına Avrupa'ya dalan ve yüzyıllarca tek başına bütün Avrupa milletlerine karşı Tanrı'nın adını savunan Asya Arslanları, zaman zaman gaflet uykusuna dalmışlar, fakat sonra sıçrayıp şahlanmışlardır

Bu seferki dalgınlık biraz tehlikeli gibi görünüyor Çünkü içinde bir de yabancıya hayranlık unsuru var Tehlikeler nereden gelirse gelsin, ne kadar büyük olursa olsun, tek çâre ve tek ilacı "Türk ülküsü" dür

Bir şair;

Bu toprak için,

Bu bayrak için

Ölelim…

Fakat bilelim

diyor Güzel bir düşünce, Türk ülküsünün yoluna girdiğimiz gün, bu şiiri biraz değiştirerek şöyle söyleyeceğiz:

Bu toprak için,

Bu bayrak için

Ölelim

Ne düşünelim, ne de bilelim!

10 Kasım 1955

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



KIZILELMA

Bir milletin yürütücü kuvvetine "ülkü" denir Toplumlardaki kişileri birbirine bağlayan nesne, sadece kök birliği, çıkar ve ihtiyaç değil, bunlarla birlikte ve aynı zamanda ülküdür

Ülküsüz topluluk yerinde sayan, ülkülü topluluk yürüyen bir yığındır Sözlük anlamı "and" ve "uzak hedef" demek olan "ülkü", topluluğu aynı yolda yürüten bir kuvvettir ki, bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten sözleşmiş gibidirler

Ülkü, ilkönce, insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliğinde, şuur altlarında, hayallerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir Sonra şuura geçer, büyük kılavuzlar tarafından açıklanır Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar Bu hamle sırasında da ülkülü millet, kahramanların ardından gönül isteği ile koşar Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür, önce manen, sonra maddeten ilerler, olgunlaşır, erginleşir

Türk destanlarından çıkan anlama göre, Türklerin ülküsü fetihler sonunda büyük ve üstün bir devlet kurarak bu devletin içinde bolluğa ve mutluluğa kavuşmaktır

Aşağı yukarı, her millet, aynı şekilde millî gayelerin ardındadır Milletlerin çapma, kabiliyetine göre millî ülkülerin ayrıntılarında farklar olmakla beraber, ana çizgiler bakımından hepsi birbirine benzer: Büyümek ve rahatlığa kavuşmak!

Türkler, kendi ülkülerine niçin "Kızılelma" demiştir, bunun sebebini bilmiyoruz Yalnız bu addaki saflık ve tabiîlik, Türk ülküsünün çok eksik olduğunu göstermek bakımından manalıdır Kızılelma adı, ülkünün, aydınlardan önce halk arasında doğduğunu gösterse gerekir

Kızılelma ülküsü, Osmanlıların parlak çağlarında iyice belirip şekillenmiş ve konak konak, Türk büyüklüğünün, yükseklik fikrinin, ilâhî bir gayenin timsâli hâline gelmiştir Bu büyük düşünce olmasaydı XI Yüzyılda Anadolu'ya gelen, en çok bir milyon Türk, Bizans'ın Asya ve Avrupa'daki topraklarında rastladıkları diğer Türklerin birkaç tümenlik Hıristiyanlaşmış döküntülerinin yardımı ile de olsa, bu dünya çapında devleti kurup dört kıta (dördüncüsü Okyanusya'dır) üzerindeki teşkilât ve medeniyet şaheserini yaratamazdı

Milletlere millî inanç ve güç veren ülkünün ne büyük bir kuvvet olduğunu anlamak için bugünkü olaylara bakmak yeter

60 milyonluk bir millet olmalarına rağmen dağınık, teşkilâtsız ve geri olan Araplar, millî ülküleri olan Arap Birliği düşüncesi sayesinde toparlanma yoluna girmişlerdir Ülkülerinden aldıkları güçle, Filistin işinde İngiltere ve Amerika'ya kafa tutmaktadırlar Ülkü sahibi millet oldukları için de dünyada itibârları ve değerleri artmıştır Bizim için çok büyük bir ibret ve ders olan şu olay, Arapların itibârını göstermesi bakımından manalıdır: Birleşmiş Milletler Teşkilâtının 11 üyeli Güvenlik Konseyi'nin beşi (Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin) daimî, altısı geçicidir 1945 yılında, bu altı üyelik için seçim yapıldı 900 yıllık büyük bir geçmişi ve tarihi olan, askeri devlet olarak nâm kazanmış bulunan Türkiye, bu seçimde ancak bir tek oy alarak Konsey'e giremediği halde, İngiliz işgalinden henüz kurtulmamış olan ordusuz, donanmasız Mısır, 45 oy alarak bu üyeliğe seçildi Demek ki, o zamanki Birleşmiş Milletler Teşkilâtına dâhil bulunan 50 devletten 45'i, Mısır'ı bizden dahi itibarlı ve üstün görmüştü

1946'da geçici üyelik için yapılan seçimde de, Türkiye'ye kimse oy vermediği halde, Suriye 45 oy aldı Bir iki yıllık bir devlet olan o zamanki üç milyon nüfuslu Suriye'nin Türkiye'ye tercih edilmesinin sebebi açıktır: Suriye, bir ülkünün ardındadır Yâni prensip sahibidir Bundan dolayı da, düşmanlarının bile saygısını kazanmıştır

Yahudiler de, ülkü sahibi olmanın ikinci bir ibret verici örneğidir Korkaklığı atasözü hâline gelen bu millet, bugün, bir millî ülkünün ardında, herhangi bir millet kadar cesaretle çarpışıyor Millî kahramanlar yetiştiriyor ve bu millî kahramanlar, idama mahkum edildikleri ve bağışlanma dileğinde bulunurlarsa ölümden kurtulacakları hâlde, İngiltere’den af dilemeyerek milletlerine şeref vermek suretiyle ölüyorlar Bu millî ülkü sayesinde, Filistin'deki yarım milyon Yahudi1, yalnız Araplarla değil, koca İngiltere ile savaşı göze alıyor, Amerika'ya meydan okuyor Millî ülküye yapışmak sayesinde Yahudiler o kadar kuvvetlendir ki, bugün İngiltere imparatorluğu onlara karşı bir şey yapamıyor Tebaasından bir tek kişinin hapse atılmasını savaş sebebi sayan İngiltere, bugün, İngiliz askerlerinin öldürülmesine, İngiliz subaylarının kaçırılıp dayak atılarak horlanmasına, masum İngiliz çavuşlarının Yahudiler tarafından canice asılmasına ses çıkaramıyor

Bütün bunların en önemli sebebi Arapları ve Yahudilerin olağanüstü kuvvetli olmasıdır Bu kuvvet maddî değil, manevîdir Yâni ülkü kuvvetidir

Kızılelma ülküsüne "tehlikeli maceracılık" diyenler, bugünkü Araplar ile Yahudilere bakıp düşünmelidirler Hele Yahudiler 2000 yıl önce kaybettikleri vatanlarını yeniden ele geçirmek ve yalnız kitaplarda kalmış olan İbranî dilini diriltip bir konuşma dili hâline getirmek uğrundaki çalışmaları ile dünyaya örnek olmuşlardır

Biz ise bir yandan: "Bir Türk dünyaya bedeldir" vecizesine inanmış görünürken, bir yandan da kendimizi baltalayıp inkâr ettik Büyüklükten korktuk Küçüklüğü benimsedik ve millî ülkü ile delilik diye alay ettik Güvenlik Konseyindeki seçimler göstermiştir ki, kimseden bir şey istememek, herkesle hoş geçinmek ittifaklar yapmak bir millete itibâr sağlamıyor2 Kızılelma ülküsünü bir delilik sayacaksak, büyüklükten değil, yaşamaktan da vazgeçmeliyiz "Tarihi görevim yapmış ve artık ölmeye yüz tutmuş bir topluluk" olmayı kabul etmeliyiz Eski Asurlular, Hintliler, Romalılar gibi haritadan silinmeye razı olmalıyız Buna razı değilsek millî ülkünün peşine düşmeliyiz ve demiryolu yapmakla birkaç fabrika kurmayı ülkü diye göstermek gafletinden çekinmeliyiz

Ülküler için "maddî faydası nedir?", "uygulanabilir mi?" diye düşünmek doğru değildir Hiçbir inanç riyazi mantığa vurulmaz Tanrı'nın varlığı da riyâzî metot ile ispat edilememiştir Fakat yüz milyonlarca insan ona inanmakta ve bu inançtan güç almaktadır

Ülküler de böyledir

Kızılelma ülküsünün gerisinde savaşlar ve büyük sıkıntılar görüp de korkanlar bulunabilir Kendi rahatı ve keyfî kaçmasın diye insanlık dâvası (!) güdenler, ülküyü inkar edenler her zaman, her yerde çıkabilir Fakat bir milletin içinde büyük bir çoğunluk millî ülküye inandıktan sonra, geri kalanlar da ister istemez bu millî akıntıya uymaya mecburdurlar Bizim için önemli olan, dost kılıklı yabancıların millî ülküyü gûyâ millî çıkar adına baltalamasının önüne geçmektir

Bir topluluktan ortak ülküyü kaldıran, insanların hayvanlaş tığını görürsünüz Ortak düşünce olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve zevkini düşünür Böyle bir toplulukta fedâkârlık, saygı, nezâket kalmaz Bencillik, kabalık, rüşvet, iltimas ve namussuzluğun türlüsü alır yürür Maddîleşmiş bir insan vatan için ölür mü? Bencil bir insan muhtaçlara yardım eder mi? Milletine inanmayan bir adam yabancı ile işbirliği yapmaz mı? Erdemi gülünç bulan birisi çalıp çırpmaz mı?

Kızılelma, Türk milletinin manevî besinidir Açlar yiyecek bulamadıkları zaman nasıl faydasız, zararlı, hattâ zehirli nesneleri yerlerse, Türk milleti de "Kızılelma" kendisine yasak edildiği için Marksizm ve kozmopolitizm gibi zararlı ve zehirli fikirlere el uzatıyor

Fakat artık bu devir kapanmıştır Gittikçe uyanan millî şuur karşısında gafiller ve hâinler, Türk milletini daha çok aldatamayacaklardır Kızılelma yolunu kapatamayacaklardır

Ziya Gökalp’in mısraları düsturumuz olacaktır

Demez taş, kaya

Yürürüz yaya…

Türk’üz, gideriz

Kızılelma'ya

1) O zaman Filistin'de yarım milyon Yahudi vardı

2) Nitekim daha sonraki Türkiye herkesle dost geçinmediği, Kore savaşma katıldığı ve Kıbrıs yüzünden müttefiki Yunanistan ile çatıştığı halde, itibârı, eskisine göre, çok yükselmiş ve 1960 ile 1963'te iki kere Güvenlik Konseyine seçilmiştir

(Kızılelma, 1 Sayı, 31 Ekim 1947)

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



BÜYÜKLÜK ÜLKÜSÜ

Şahsî çıkara önem vermeyen, toplumun iyiliğini isteyen her düşünce insanîdir Bu insanî düşünce, toplumun maddi kazançları ile yetinmeyip manevî kazanç dâvası da güderse, o zaman "ülkü" olur Ülküler, birer büyüklük davasıdır Bundan dolayıdır ki, büyümek isteyen, büyüklük ardından koşan milletlerin ülküsü vardır Bir Nepal'in, bir Panama'nın veya İsviçre'nin ülküsü olamaz Bunların millî dâvalarının son basamağı, nihayet, huzur ve bolluktur Huzur ve bolluk ise ülkü olmak özelliğini taşımaz Çünkü huzur ve bolluk isteği, milletleri heyecanlandıramaz Vecd hâline getiremez Onları ölüme kadar varan fedâkârlığa sürükleyemez

Büyüklük dâvası, yâni ülkü, savaşla elde edildiği içindir ki, insanlık tarihinde büyük savaşçıların, kumandanların ve kahramanların dâima seçkin bir yeri olmuştur Savaşlar, kahramanlık ruhunu beslemiş, erdemli insanların yetişmesine sebep olmuş, destanî edebiyatı yaratmıştır Yirminci Yüzyıla doğru yaklaştıkça savaşlar daha ıstıraplı bir hâl almakla beraber, hiçbir şey onun ahlâkî karşılığı olamamıştır ve uzun zamandır savaşmayan milletlerde ahlâkî bir bozulmanın başladığı gözden kaçmamaktadır Meselâ İsveç'te kültür ve refah son dereceye vardığı, bu alanda Amerika ve Almanya'dan bile üstün bulunduğu halde, İsveç halkının ahlâkındaki, günden güne çoğalan yozlaşma, düşündürücü bir durum almaktadır Bazı bayramlarda İsveçli gençlerin topyekûn yaptığı rezaletler, memlekette homoseksüel derneklerin yasa ile tanınması, çocuk yetiştirebilecek kabiliyetteki aileler arasında bile sun'i nikahla çocuk sahibi olmak gibi gariplikler, bu milletin bir iç sıkıntısı, bir manevî bocalama içinde olduğunu gösteriyor İsveç, iki yüzyıldan beri savaşmamıştır Bir zamanlar "büyük devlet" olan İsveç'in artık hiçbir büyüklük emelinin kalmayışı, uzun bir süredir devam eden tarafsızlık, atom savaşma tam manâsıyla hazırlanacak kadar maddî güç göstermesine rağmen, manevî kuvvetlerden yoksunluğu, bu sonuçları hazırlamıştır Soysuzlaşma durdurulmazsa, İsveç, günün birinde tıpkı Estonya, Letonya ve Litvanya gibi Bolşevikliğin ağına düşüverecektir Çünkü İsveç milletinin heyecan verici bir ülküsü, bir büyüklük emeli yoktur

Bu örnekler epeyce çoğaltılabilir Şu kadarını söyleyeyim ki, hükümet darbelerinin sanat hâline geldiği belirli ülkelerde, bunun baş sebebi, bu ülkelerin bir büyüklük ülküsünden yoksun bulunuşlarıdır İktisadî yoksulluk, siyasî buhran işin dış tarafıdır Asıl ve gerçek sebep, millî ülküsüzlüktür

Millî ülküler, milletleri yüzyıllar boyunca ayakta tutacak enerji kaynağıdır Ülkücü milletler, fedakâr insanlarla doludur Fedakâr insanların çokluğu, her türlü insanî meziyetlerin hakimiyeti demektir İnsan toplumları insanî meziyetlerle yaşar Hayvanlaşmış toplumlar refah ve dıştan büyüklük içinde olsa, yıkılmaya mahkûmdur Eski Roma gibi…

Türk milleti, ülküsü olan mutlu toplumlardan biridir Bütün tarihi boyunca büyüklük ülküsü ardından koşmuş, birlik ve fetih savaşları yapmış ve Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar da dâima bir büyük devletin sahibi olmuştur

Bugün, Türkler arasındaki mayalanmanın Kızılelma, Turancılık, Uluğ Türkistan veya Büyük Türkili adlarıyla adlandığını görüyoruz Bunun mânâsı "büyüyüp birleşmek" veya "birleşip büyümek istiyorum" demektir

Ancak kabiliyetli ve enerjik olanlar büyüklük ülküsü ardından koşar Çünkü büyüklük ülküsü, büyük fedâkârlıklar ülküsü demektir Bundan dolayıdır ki, korkaklarda aşağılıklar büyüklükten korkar, dâima küçük kalmak ister

(Büyük Türkeli, 2 Sayı, 25 Nisan 1962)

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



ÜLKÜLER SALDIRICIDIR

Biyoloji bakımından canlıların, yâni hayvanlarla bitkilerin gayesi, kendi soyunun bütün dünyayı bürümesidir Hiçbir hayvan veya bitki cinsi dünyayı kaplayamıyorsa, bunun sebebi, aynı gayeyi güden başka cinslerin mukavemetiyle karşılaşmasıdır Cinslerin, aynı gaye için yaptıkları bu tesir ve karşılaştıkları tepkiden "hayat kavgası" doğuyor Bu arada güçsüzler eziliyor, azalıyor; güçlüler yayılıp çoğalıyor Bazı soylar ise yeryüzünden büsbütün kalkıyor

Milletler arasında da aynı yasa hüküm sürer Millet adeta bir şuuraltı itişiyle, dünyaya yayılıp hâkim olmak ister Fakat yayılırken, başka milletlerin mukavemetine çarpar Böylelikle aralarında savaş başlar Sonunda güçlüler kazanır

İnsan toplulukları, yâni milletler, yüksek bir şuur derecesine eriştikleri için, onlar arasındaki hayat kavgası, yalnız tabiat yasaları içinde sürüp gitmekle kalmaz Buna, insan şuurunun sistemi ve metodu da eklenir Bundan da millî ülküler doğar Demek ki millî ülkü, milletin şuuraltında bulunan "yayılıp hâkim olma" içgüdüsünün, başkanlar ve kılavuzlar tarafından şuurlandırılıp sistemlendirilmiş şeklidir Ülküye kılavuzluk veya başkanlık eden kimselerin ifâde ve kuvvet derecesi, ülkülerin başarısında birinci derecede rol oynar

Millî ülkülerde, azdan çoğa doğru üç dönem vardır: Bağımsızlık, birlik, fetihler…

Millî ülkünün ilk dönemi bağımsızlık kazanmaktır Bağımsız olmayanlar bunu kazanmak, kazanmış olanlar ise onu koruyup sağlamlaştırmak düşüncesi ardından koşarlar

İrlandalılar, sekiz yüzyıldan beri bağımsızlık için çalışıyorlardı Küçük bir millet oldukları hâlde, fedakârlıkları sayesinde, koca İngiltere'nin elinden bağımsızlıklarını zorla söküp aldılar

Estonlar, Letonlar, Litvanlar, yüzyıllardan beri bağımsızlık rüyası görmekte idiler Birinci Dünya Savaş'ından sonra ülkülerine kavuştular 1940'ta kaybettikleri bağımsızlığı yeniden elde etmek için, şimdi içerde ve dışarıda çalışıyorlar

Eskiden bağımsız bulunup 150 yıl önce bunu kaybetmiş olan Lehliler, büyük fedakârlıklardan, kanlı ihtilallerden sonra, Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminde bağımsızlıklarını kazanmışlardı 1939'da yeniden kaybettiler Fakat sanki hiçbir şey olmamış, o kadar felâketli anlar yaşanmamış gibi yine bağımsızlık dâvası ardındadırlar Bir yandan da çete savaşlarıyla millî ruhu ayakta tutmaya uğraşırken, bir yandan da dışarıdaki teşkilâtları vasıtasıyla her fırsattan faydalanarak bağımsızlıklarını kurtarmaya çabalıyorlar1

Hindistan, Pakistan, Birmanya, İndonezya da aynı yolun yolcusu olarak aynı gayeler için kan dökerek, sonunda emellerine kavuştular

Bağımsızlık uğrundaki savaşın en dikkate değer örneğini Yahudiler vermiştir Tutsaklıkları yirmi yüzyılı geçen, dünyanın her tarafına dağılarak bir anayurtları kalmayan ve dillerini de kaybeden Yahudiler, bağımsızlık içgüdüsünün tesirinde olarak yaptıkları uzun ve yıpratıcı mücâdelelerden sonra, millî ülkünün ilk dönemine ulaştılar

Bugün, milletlerin çoğu bağımsız olduğu için, millî ülküsünün bu ilk dönemi ardında koşan toplumlar azdır

Millî ülkünün ikinci dönemi birliktir Yâni bir milletin bütün fertlerinin tek bayrak altında, tek devlet hâline gelmesidir Bağımsızlığını kazanmış olan her milletin ilk işi, yabancı çizmesi altında kalmış olan uruktaşlarını kurtarma yollarını aramaktır Yahut bir millet birkaç ayrı devlet hâlinde bağımsız bir hayat yaşıyorsa, bunların birleşmesi için siyâsî ve askerî çalışmalara girişmektir

XIV Yüzyılda Türkiye Türkleri yirmi otuz ayrı hükümetle idare olunuyordu Birleşme yasası dolayısıyla, bunlar, bir buçuk yüzyıl birbirleri ile çarpıştılar 1515'te birliği tamamladılar

İtalyanlar da aynı şekilde hareket ettikten sonra, gözlerini, yabancı hâkimiyetinde kalmış olan soydaşlarına çevirdiler Birinci Dünya Savaşı'nda İtalyanların müttefiklerine ihaneti, Avusturya idaresinde yaşayan birkaç yüz bin İtalyan'ı kurtarmak içindi İkinci Dünya Savaşı'nda Fransa ve Yugoslavya ile yaptığı savaşlar da o iki ülkedeki birkaç yüz bin İtalyan için olmuştur

Ayrı bağımsız devletler hâlinde yaşayan Almanlar, 1870'te yaptıkları büyük bir atılışla, siyâsî birliklerini ana çizgileriyle kurduktan sonra, bunu tamamlamak için 1938'de başlayan bir seri hamleler daha yaptılar Gerçi bu büyük işi başaramadılar Fakat başarmalarına az kalmıştı Bugün, Avusturya ayrılmış ve Almanya da iki ayrı parçaya bölünmüş olduğu halde, Alman Önderlerinin bir birlik ardında koştukları açıkça görülmektedir Hattâ Batı Almanya meclisinde Doğu Almanya ile birleşmek konusu üzerinde sözler söylenirken, bazı milletvekilleri Avusturya ile de birleşmek istediklerini haykırarak açığa vurmuşlardı

Romen birliği, Eflak ve Buğdan beğliklerinin birleşmesiyle başlamış ve Romanya bundan sonra uruktaşlarını kurtarmak için 1913, 1914–1918 ve 1941 savaşlarına girmiştir

Finler, Rusya idaresinde bulunan Karelya Finlerini kurtarmak için, Almanya'nın yanında savaşa girmişlerse de kaybetmişlerdir Fakat ilerde mutlaka kazanacaklar ve Büyük Finlandiya'yı kuracaklardır

Macarlar, Bulgarların, Sırpların, Yunanlıların da, son yüzyılda aynı yasa ile hareket ettiklerini olaylar pek açık olarak gösteriyor

Bazı çok yeni ve güçsüz, askerî kudreti sıfır derecesinde veya kültür seviyesi çok aşağı olan milletlerde de aynı yasa ile hareket edildiğini görüyoruz Meselâ, Afganistan, aşağı yukarı 10–12 milyonluk geri bir memleket olduğu halde, 100 milyonluk Pakistan ile dâvâlıdır Pakistan sınırları içinde yaşayan ve Peşto, yâni Afgan dili konuşan uruktaşlarını istiyor

Yanında müttefikleri olduğu halde Yahudilere yenilen Mısır ise, İngiltere'den Sudan'ı ve Trablus'la Bingazi'yi istiyor Bütün nüfusu 400000 kişi bile olmayan Ürdün Beyliği2 Suriye ve Filistin'in hepsini istiyordu Bu kadarını elde edemedi ama Yahudilerden artakalan Filistin parçasını eklemesini becerebildi

Habeşistan, Eritre'yi istemektedir Yahudiler ise, millî birlik için, İran ve Yemen'deki yüz bine yakın Yahudi'yi uçaklarla İsrail'e taşıdılar

Millî ülkünün üçüncü dönemi ise fetihlerdir Çünkü millî birliğini tamamlamış olan milletler, kendi soylarını yeryüzüne hâkim kılmak için istilalar ve fetihler yapmak zorgudadırlar Hattâ bir millet, bazan kendi millî birliğini tamamlamadan önce de fetihlere başlayabilir Meselâ, Osmanlılar, Türkiye'deki Türk birliğini tamamlamadan önce Avrupa'da geniş fetihler yapmışlardı, İtalyanlar ve Almanlar da, millî birlik işi bitmeden önce sömürge fetihlerine kalkışmışlardı Fakat böyle tek tük istisnalar, kuralı bozmaz

İkinci Dünya Savaşı, millî birliklerini tamamlamış olan Alman, İtalyan, Japon ve Rusların, üçüncü döneme varmak gayretlerinden başka bir şey değildi Şimdi yalnız Rusya bu yolda yürümek istiyor ve tabiî bir sonuç olarak başkalarının mukavemeti ile karşılaşıyor Başka millî ülkülerin zafere erişmesi de yakında Rusya'yı çökertecektir

Görülüyor ki, ülküler saldırıcıdır Bağımsız olmayan millet, onu kazanmak için, kendisine hâkim olan milleti yenmeye mecburdur Yâni saldırıcı bir maksatla hareket edecektir Birliğini tamamlamamış olan millet, bu birliği elde etmek için, uruktaşlarını tutsak eden millet veya milletler ile çarpışacak, onlardan toprak alacaktır Millî birliğini kurmuş olanlar ise fetihler yapmak için başkalarını yeneceklerdir Demek ki, millî ülkünün her üç dönemi de saldırıcıdır

Acaba, savunucu ülkü olamaz mı? Bir millet, sahip bulunduğu sınırlar içinde yaşayıp bolluğa ve mutluluğa kavuşmak ülküsünü güdemez mi?

Hayır! Çünkü eldeki sınırları korumak ve zengin olmak düşüncesi hiçbir zaman bir ülkü olamaz Bunlar bir millet için en küçük ve olağan isteklerdir Ülkü ise küçük ve olağan bir istek değildir Ülkü, biraz hayâl ile karışık, uzak ve güç bir hedeftir Ülkü, o ülkü ile tutuşmuş millet fertlerini heyecan içinde yaşatan kutlu ve tatlı bir düşüncedir Ülküler kanla, fedakârlıkla, kahramanlıkla beslenir Bir millet, ülküsüne varmak için ırmaklar gibi kan akıtır, yığınlarla can harcar Ülkülere kanla, kılıçla, dövüşle, millî kinle varılır Ülkü çelik yürekler, demir bilekler, sarsılmaz irâdeler, yüksek ahlâklar ister Ülkü bir dindir Kahramanlar ve şehitler ister

Geçmişte birlik kurmuş, fetihler yapmış olan milletler, eski ululuğu yeniden diriltmek için uğraşmışlar Çünkü "mazide tarihi hakikat olan şeyler, âtide de tarihî hakikat olabilirler" Ülküler, hiçbir kayıtla, hiçbir siyâsi ve insanî düşünce ile sınırlandırılamaz Bir ülküye bel bağlamış, gönül vermiş milletlerin tarihi düşmanları vardır O düşman milletle dostluk antlaşmaları yapılmış olabilir Bu geçici dostlukların hiçbir değeri yoktur Tarihi düşmanlar ancak dışişleri ba kanlarının dostudur Milletin, asla!

Bir millet için en büyük tehlikelerden biri barış ve dostluk afyonu yutarak uyumaktır Büyümek istemeyen millet küçülmeye mahkûmdur Saldırmayan millete saldırılır

Hayat bir savaşken ve onu kazanmak için mutlaka saldırmak gerekirken, millî ülkü yolunda yapılacak saldırının çirkinliğini haykırmak ya gaflet, ya ihanettir Devletlerin sorumlu yerlerinde bulunanlar, siyâsî nezâket veya çıkar dolayısıyla böyle sözler söyleyebilirler Fakat milletin gençliğine seslenenler, yâni öğretmenler, şâirler, gazeteciler, yazarlar ve evlerindeki gizli evrakı araştırmak tarihin, bilhassa Türk tarihinin değişmez gerçeğini bir kere daha ortaya koyacaktır

1) İkinci Dünya Savaşı'nda Alman ve Rus işgali sırasındaki durum

2) O zamanki nüfusu Filistin'in bir bölümünü ve Yahudilerin kovduğu Arapları alınca, nüfusu 1400000 olmuştur

(Orhun, 14 sayı, 1 Şubat 1944)

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



TÜRKÇÜLÜK

Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır Kelimenin sonundaki ek, yerine göre mensupluk, sevgi, taraftarlık gösteren bir ektir Türkçülük de Türk sevgisi ve taraftarlığı demek olduğuna göre, kelime, yerinde kullanılmıştır Başka milletlerin Türk taraftarlığı ve Türk sevgisi bu kelime ile ifâde olunamaz Zaten başka milletlerin Türk'ü sevmesi de gerçekten bir sevgiye değil, geçici bir nezâkete, çıkara, siyâsî zaruretlere işarettir Türk'ü gerçek olarak, Türk’ten başkası sevmez

Türkçülük bir ülküdür Ülküler, milletlerin manevî gıdasıdır Ülküsüz milletlerin en talihlisi dahi silik ve sönük kalmaya mahkûmdur Eğer bu millet talihli de değilse, onun sonucu yenilmek, ezilmek, hattâ yok olmaktır

Ülküler, gerçekle hayâlin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını arayan, milletlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük dileklerdir Milletler, ölebildikleri kadar yaşama hakkına sahiptirler

Türkçülük, büyük Türkeli'nde, Türk uruğunun kayıtsız şartsız hakimiyeti ve bağımsızlığı ile Türklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür

Bu ülkü, geçmişte, birkaç kere gerçekleşmişti Büyük Türkçülük ülküsü ve inana ile yetişen gençlik sayesinde yarın yeniden gerçek olacaktır

Türkçülük, dün bir kaynaktı; bugün çaydır Yarın coşkun bir ırmak olacak ve önünde yabancı duygu ve düşüncelerden gelen bütün engeller yıkılacaktır

Türkçülük, dört kaynaktan geliyor:

-Kökü çok eski olan ve Türk uruğunun şuuraltında yüzyıllardan beri yaşayan milliyetçilik;

- Tanzimat'tan sonra, Avrupa'daki milliyetçiliklere benzeyen halkçı bir hareketin bizde de tatbik olunmasını isteyen milliyetçilik hareketi;

- Devletimizin içindeki yabancı unsurların ihaneti dolayısıyla doğan tepki;

- Türklerin 200 yıldan beri çektikleri büyük sıkıntılar

Bu dört kaynaktan gelen düşünceler birbiriyle kaynaşıp yoğrularak bugünkü Türkçülük ortaya çıkmıştır Türkler, Türkçülük ile güçlenecek, kurtulacak, ilerleyecek, yükselecektir

Bir millet yükselme irâdesini taşımazsa, kendine güveni olmazsa, başkalarını taklitten başka bir şey yapamazsa, geçmişiyle övünmezse, başkalarından üstün olmak istemezse, ülkü için ölümü göze almazsa, savaştan korkarsa, o millet içinden çürümüş demektir

Bugün ülküler ve kahramanlar çağında yaşıyoruz Geçmiş haklara dayanılarak dâvaların öne atıldığı, hesapların görüldüğü günlerdeyiz Kan çağlayanları, kılıç şakırtıları ve gülle sesleri içinde yarının neler hazırladığım bilemiyoruz Bu kasırga arasında, milletlerin yalnız geçmişlerin hatırlayarak millî ülkülerine yapıştıklarını görebiliyoruz

Geçmişi olmayan yahut olup da unutan, millî ülküsü bulunmayan devriliyor

İnsanlığın tarihinde büyük kasırgalar eskiden zaman zaman gelip geçerdi Gitgide bu kasırgalar sıklaşıyor Bu gidişle tarih, ebedi bir kasırgadan ibaret kalacak gibi gözüküyor Bugün ayakta kalabilmek için eskisi kadar sağlam olmak yetişmiyor Çok güçlü, çok sağlam, çok sert, çok yürekli olmak gerekiyor Bunun da bizim için birinci şartı, Türkçülük ülküsüne sıkı sıkıya yapışmaktır Şaşıran, ürken, sapıtan milletleri, tarih bağışlamıyor

Türkçülük ülküsü bizden amansız bir görev ahlâkı istiyor Subay hiç yorulmadan altı saatlik tâlimini yaptırırsa, öğretmen bıkmadan öğreticilik işini yaparsa, memur sinirlenmeden halka kolaylık göstermeye devam ederse, öğrenci her şeyden önce dersini bellemeye çalışırsa ve bütün görevlerle rütbeler arasına ne caka, ne gösteriş, ne dalkavukluk, ne de ilgisizlik olmadan bir ahenk kurulursa, aşağıdakiler yukarının buyruğunu ukalâlık saymaz, yukarıdakiler de aşağının doğru ihtarlarına kızmazlarsa, bütün karşılıklı işlerde, görüşme ve konuşmalarda ne ikiyüzlülüğe kaçan nezâket, ne de kabalığa kaçan sertlik bulunmazsa, görevin biz den istediği şey yapılmış olur

Gerçekten Türkçü olmak kolay değildir Her önüne gelen Türkçü olamayacağı gibi, her Türkçüyüm diyen de Türkçü olamaz

Her Türkçü, bulunduğu yerin görevini inançla yaparsa, Türkçülük ülküsü sağlamlaşır, Türklük güçlenir

Türkçülerin ilk işi, görevlerini, arınmış gönül ve inanmış yürek ile yapmaktır

(Orhun, 10 sayı, 1 Ekim 1943)

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



DIŞARDAN GELMEMİŞ OLAN TEK DÜŞÜNCE

Türkçülük düşüncesi, bu fikrin, düşmanları veya her şeyle alay etmek alışkanlığında olan prensipsizler tarafından saldırıya uğrarken, yapılan sataşmaların başlıcaları şunlar olmuştur:

1 - Bunlardan biri "Türkçülük" kelimesine olan itirazdır İtirazcılar şöyle demektedirler: "Türkçülük de ne demek oluyor? Bunlar Türk mü satıyorlar? Sütçü, süt satan demek olduğu gibi bunun manasını da Türk satan demektir Böyle saçma bir düşünce olur mu?"

Bu itirazın hiçbir ciddi tarafı olmadığı meydandadır Çünkü kelimelerin sonuna gelen "ci, cı, cü, cu, çi, çı, çü, çu" eklerini, yalnız o nesnenin satılıcılığını göstermez; türlü türlü manalara da gelir En yaygın ve geniş anlamı ise sevgi, taraftarlık, mensupluk belirtmesidir Nitekim "cumhuriyetçi" ve "kralcı" kelimeleri cumhuriyeti ve kiralı satan değil, tamamen aksine seven, taraftarlık eden demektir Bunun gibi "Türkçü" kelimesi de "Türkü seven", "Türk’e taraftar olan" anlamına gelir

2 - İkinci ve pek olumsuz bir itiraz, Türkçülüğün, memleketteki başka unsurları gücendireceği fikridir Bunun da hiçbir tutar yerin olmadığı ortadadır Dünyanın hiçbir yerinde, yüzde on gücenecek diye yüzde doksanın kendi düşüncelerini ve çıkarlarım açıkça ileri sürmekten alıkonmak istenmesi görülmüş değildir Bundan başka bir memleket, yalnız bir milletindir ve o milletin istek ve çıkarlarına göre idare olunur Azınlıklar o ülkede, ancak, asıl sahiplerin millî haklarına saygı göstermek şartıyla adalet içinde yaşamak hakkına mâliktirler ve hiçbir suretle, kendi özel ve millî şartlarını, çıkarlarını ileri süremezler Hele memleketin asıl sahiplerinin hak ve çıkarları aleyhinde hiçbir dilekte bulunamazlar Bu takdirde vatana ihanet etmiş olurlar

Türkiye'de, yüzde on gücenecek diye yüzde doksanı Türkçülük yapmaktan alıkoymaya çalışmak, adeta, yüzde onun manevî diktatörlüğünü kurmak demektir Böyle bir düşüncenin ahlâkla ve kanunla ilgisi yoktur Hiçbir türlü mantıkta da makbul bir prensip değildir

3 - Üçüncü ve makul gibi gözüken bir itiraz, Türkçülüğün, bütün dünya Türklerini ülkü edinmesi bakımından hayâlı, boş, hattâ maceracı ve tehlikeli olması düşüncesidir

Bu da yanlıştır "Hayâlı" demek, asla gerçekleşmeyecek ve gerçekleşmemiş demekse, Türkçülük hayalî değildir

Türkçülük, Türklüğün geçmişteki haklarının mirasını istemek bakımından haklı, meşru ve tarihî bir dâvadır

Türkçülüğün istekleri, geçmişte birkaç kere gerçek olduğu için, "hayâl olmamak" gibi bir dayanağı var demektir

Büyük millî ülkülerin hiçbirisi, gerçekleşmesi kolay işlerden değildir Fakat hepsi birer birer gerçek olmaktadır, Hindistan ve İndonezya kaç yüzyıl sonra millî dileklerine kavuştular? Otuz yıl önce yalnız birkaç aydının kafasındaki hayal olan İndonezya bağımsızlığı nasıl gerçekleşti? Sekiz yüzyıllık bir tutsaklıktan, hattâ dilini kaybettikten sonra, İrlandalılar, nasıl kurtulup, kitaplardan kalan millî dillerini diriltmeye koyuldular? Ya hele, dilleriyle anavatanlarını da kaybedip dünyanın her tarafına dağılan Yahudiler, 2000 yıl sonra Filistin'de millî devletlerini kurup millî dillerini millî yazıları ile yazmaya başlamadılar mı? Bütün bunların yanında Türkçülük ülküsü ne kadar yumuşaktır?

Türkçülüğün, maceracı olduğu hakkındaki iddia da hiçbir tarihî olaya dayanmamaktadır Türkçülük, şimdiye kadar iş başına gelmiş değildir ki, maceracı olduğu denenmiş olsun Sınır dışı ırkdaşlarını düşünmek, onların bizimle, birleşmesini veya hiç olmazsa bağımsız olmasını istemek ise hiçbir zaman maceracılık değildir Dünyanın bütün milletleri, hattâ pek yeni devlet kuranları bile ilk iş olarak sınır dışı ırkdaşlarını düşünüyorlar Biz de, geçmişi ve bugünü ile büyük bir millet olmak dolayısıyla, sınır dışı ırkdaşlarımızı düşünmek ve hele insan hakları beyânnamesinden sonra, onların da insan haklarından faydalanması için teşebbüslere girişmekle yükümlüyüz Soydaşlarımızı, sistemli bir şekilde yok edenlerle savaşa hazırlanmak maceracılık değildir Milletimizin ve insanlığın en kutlu hakları uğrunda Kore savaşma katılmak nasıl maceracılık değilse; Türklüğün, insanlığın, medeniyetin, mukaddesatın düşmanı olan Moskoflarla hesaplaşmayı düşünmek de öylece maceracılık değildir Kore'de nasıl Türkiye savunulduysa, kendi sınırlarımızda da Türkiye, Türklük ve bütün insanlık korunacaktır

4 - Solcular tarafından yapılan bir itiraz da, Türkçülüğün dışardan gelme bir fikir olduğudur Güya bunu Almanlar icâd ederek Türkiye'ye sokmuşlar! Türkçülüğün ırkçılık ilkesi de, Hitler Almanyası'nın ırkçılığından alınma imiş!

Yalnız Yahudilere karşı güdülen Alman ırkçılığı ile her millete karşı bir korunma ilkesi olarak ileri sürülen Türk ırkçılığı arasında bir bağlantı bulunmadığı ve Türk ırkçılığının Alman ırkçılığından çok eski olduğu belgelerle meydandadır Bir millî ülkünün, yabancı bir millet tarafından Türklere aşılandığı yolundaki bu itiraz, üzerinde durmaya değmeyecek kadar çürüktür

* * *

Gerçekte ise, bugün, Türkiye'deki fikir akımları arasında yerli ve millî olan tek fikir Türkçülüktür Faydalı veya zararlı olsun, ötekilerin hepsi dışardan gelmiştir Komünizm, bize, Rusya'dan aktarılmış ve bir vatan ihaneti hâlini almıştır Milletlerarası Yahudi âleti olan masonluk, Balkanlar yolu ile Türkiye'ye girmiştir Bugün itibarda olan demokrasinin vatanı İngiltere, sonra Fransa'dır Epey taraftarı bulunan iktisadî liberalizm ve devletçilik de yabancı köklüdür İtalya ve Almanya'da doğmuştur Hattâ bugün Türklerce benimsenip millî bir hâle gelmiş bulunan Müslümanlık bile aslında Türk köklü değildir

Türk köklü olan tek fikir, tek ülkü yalnız Türkçülüktür Bu bakımdan da millî şuurumuzun gelişmesi nispetinde büyüyecek, güçlenecek ve atılışlar yapacaktır

(Orkun, 2 sayı, 13 Ekim 1950)

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



TÜRKÇÜ KİMDİR?

Türkçü, Türk soyunun üstünlüğüne inanmış olan kimsedir Bilir ki, bugün görülen geri ve kötü ne varsa, hepsi, geçici bir hastalığın belirtisidir ve geçmiş zamanlarda bizi ileri götüren, zaferden zafere yürüten erdemlerin hepsi kanımızda, ruhumuzda, içimizde gizli bir hâlde yaşamakta, belirecek imkân ve fırsat aramaktadır

Türkçü, millî çıkarları şahısların üstünde tutan, millî mukaddesata ve geçmişe saygı gösteren, görev ahlâkı yüksek olan, haksızlıklarla savaşta korkusuz bir insandır

Türkçü, gününü gün eden veya dalkavuk bir insan olamaz Sert yaşamaktan hoşlanır ve en büyük sertliği de nefsine karşı gösterir Tarihimizde kahramanlık ve büyüklük bol bol bulunduğu için, bazı küçük milletlerin yaptığı gibi kahraman ve kahramanlık icadına lüzum görmeden, esasen var olanların hakkını vermekle yetinir Böylelikle, millî kahramanlarına saygı gösterir, fakat millî kahramanların kusuru da varsa, söylemekten çekinmez ve hiçbir sebeple, kahraman olmayan kahramanlık payesi vermek Hele Türklüğün mukaddesatını yıkanları asla bağışlamaz ve bunları bağışlayanları düşman sayar

Türkçü, alçakgönüllü olmaya mecburdur Çünkü kendini ileri sürmek, yaptığının karşılığını beklemek veya takdir olunmak içindir Halbuki takdir beklemek bir bencililiktir Türkçü, milletine bir hizmet, yaparken, bunu, beğenilmek için değil, görev bildiği için yapar ve yapacağı en büyük hizmetin bile, adı sanı bilinmeden ölüp mezarsız yatan şehitlerin hizmeti yanında pek küçük kalacağını bilir

Türkçülük, yükselmek için değil, yükseltmek içindir Topluluklar, fedakâr fertlerinin çokluğu nispetinde yükselir

Türkçülük, bir fikir olduğu kadar da bir inançtır İnanç olduğu için de tartışmasız, tenkitsiz kabul olunur Onun tartışılacak ve tenkit olunacak tarafı temeli, esâsı değil, ayrıntılarıdır

Türkçüler, dayanışmalı, yaşamaya mecburdur Dayanışma, az kuvvetle çok iş görmenin tek ve değişmez çâresidir Dayanışma olmayan yerde, için için bir çekişme var demektir Türkçü, ülküdaşları ile olacak bir geçimsizliğin ülküye zarar getireceğini bilir

Türkçü, hiç şüphesiz, Türk’ten olur Fakat her "Türkçüyüm" diyen Türkçü değildir Samimî olması ve Türkçülüğün şartlarına uyması lâzımdır

Türkçünün en büyük görevi Türklüğe hizmettir Bunun da baş şartlarından biri, çevresinde bulunanlara Türklük sevgisini aşılamaktır O, yorulmadan, bıkmadan Türk soyunun üstünlüğünü anlatacak, yabancıların tehlikesini söyleyecek, Türk ahlâkının gereklerini bildirecek, barışmaz düşmanımızın Moskof olduğunu telkin edecektir

Moskofçu komünistin vatan hâini olduğunu en iyi ve herkesten önce anlayan Türkçülerdir Onun için komünistlerle her yerde, her vasıta ile her şekilde savaşacaklardır

Kısacası, Türkçüler XX Yüzyılda Türk milletinin fedakârlarıdır

(Orkun, 3 sayı, 20 Ekim 1950)

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



TÜRK BİRLİĞİ

Dünya Türklüğü yalnız Türkiye'de kilerden ibaret değildir Rusya, Îran, Çin, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya, Yunanistan, Rodos, Kıbrıs, Suriye, Irak ve Afganistan'daki Türklerin sayısı Türkiye'dekilerden daha çoktur Mısır'da, Libya'da, Avrupa'da, Kuzey ve Güney Amerika'da, Uzakdoğu'da yaşayan ve herhalde birkaç on bin tutarında olan Türkleri de, kadroyu tamamlamak için, bu listeye sokabiliriz

Genel istatistikler olmadığı için dünyadaki Türklerin sayısını doğru olarak bilmiyoruz Düşmanlar, kasti olarak bu sayıyı azaltmaya çalıştıkları gibi, dostlar da körü körüne çoğalmaktadırlar

Türkleri, eskiden beri kalabalık bir millet oldukları hakkındaki düşünceler, tarihi incelemelerin ilerlemesinden sonra, çürümüştür Türkleri pek kalabalık gösteren şey, onların büyük siyâsî rol oynamaları ve hareketli oluşlarıdır Gerçekte ise Türkler, bütün kırgınlara rağmen, hiçbir zaman XX Yüzyılda oldukları kadar çok olmamışlardır

Bugün, Türklerin sayısı hakkında en müspet bilgiye, yalnız Türkiye ve Rusya Türkleri hakkında sahibiz 1926 ve daha sonra Rusya'da, 1927'den beri de Türkiye'de yapılan genel nüfus sayımlarından sonra yayınlanan istatistiklere göre, bugün1, toparlak hesapla Türkiye'de, 30, Rusya'da ise 35 milyon Türk vardır Başka ülkelerde yaşayan Türkler hakkında ise birbirinden çok uzak, türlü rakamlar ileri sürülüyor Meselâ, Çin Türkistan’ında yaşayan Türkleri, bazıları 3 milyon olarak gösterdiği halde, bu rakamı 13, 15 hattâ 18 milyona çıkaranlar bile vardır Türklerin sayısını çok göstermek eğiliminde olanlar, mesela Rusya'da 40 – 50 milyon Türk yaşadığını, Rusların siyâsî düşüncelerle Türkleri az gösterdiklerini ileri sürüyorlar

Rusların, siyâsî endişelerle Türkleri az göstermek istemeleri hakkındaki iddia doğrudur Ancak bunda da mübalağaya kaçmak yersiz bir düşünce olur Ruslar ne kadar çalışsalar, oradaki Türkleri yarı yarıya indirip gösteremezler Biz de kendi millî ve ırki gücümüzü hesaplarken, aşırdığa kaçmamak zorundayız Bazılarının iddia ettikleri gibi, gerçekten 120 milyonluk bir milletsek ve buna rağmen büyük bir kısmımız tutsaksa, bu, geleceğimiz için ümit verici değil, ümit kırıcı bir durumdur Bunu düşünerek, gerçekleri olduğu gibi göstermekten çekinmemeliyiz Hele çocukça düşünceler uğruna, lehimizdeki gerçekleri değiştirmemeliyiz Bu gerçek şudur:

Biz, azlık bir millet olduğumuz ve bazı sebeplerle teknikçe geri kaldığımız için, kalabalık milletlerin tutsaklığına düştük Fakat bu azlığımıza rağmen, kendi aramızda toplanabilirsek, dünyada yenemeyeceğimiz kuvvet yoktur

Acaba, dünyadaki Türklerin sayısı hakkında, aşağı yukarı bir rakam söyleyemez miyiz? Bunun için, her ülkedeki Türklerin sayısı hakkında en az ve en çok olarak söylenen rakamları toplamak ve bunun üzerinde biraz durup düşünmekten başka çıkar yol yoktur

Rusya'da 80, Çin'de 18 milyon Türk olduğu hakkındaki hayâli sayıları bir yana bırakırsak, bu rakamlar şunlardır:

En az

En çok

Türkiye'de

30000000

32000000

Rusya'da

35000000

40000000

İran'da

10000000

13000000

Çin'de

5000000

8000000

Afganistan'da

1000000

3000000

Balkanlarda

1000000

2000000

Irak-Suriye'de

700000

1000000

Kıbrıs'ta

90000

100000

Başka ülkelerde

50000

100000

Bütün Türkler

82840000

99200000

Demek ki, Türkler en aşağı bir hesapla 82840000 kişi tutuyorlar Şu halde yabancı milletlerin, Türkleri az göstermek gayretlerini de hesaba katarsak, milletimizin 100 milyonluk bir topluluk olduğunu söyleyebiliriz

Dünya bir devler memleketi olmaya doğru gidiyor Yüz milyonluk milletlerin kurulduğunu görüyoruz İkinci, üçüncü derecedeki milletlerden bazıları da yaman bir hızla çoğalıyorlar Böyle bir yüzyılda 85–100 milyonun önemi bir kat daha artar

Yeryüzünde, ne kalabalık topluluklar bulunduğunu kavramak için, şu ülkelere bir göz atalım:

Çin 800 milyon

Hindistan 540 "

Rusya 250 "
İngiltere (imparatorluk olarak) 200 "

Amerika 220 "

İndonezya 130 "

Pakistan 120 "

Japonya 110 "

Brezilya 95 "

Almanya 70 "

İtalya 53 "

Fransa 52 "

Bu kalabalık milletlerden Rusya sınırdaşımız, İngiltere, İtalya ve Fransa komşumuzdur Acaba, dünyada dev devletler kurulurken, siyâseten dağınık olan 85 -100 milyonluk Türk milletinin geleceği ne olacaktır?

Bize göre, millî programın hareket noktası bu soru olmalıdır Bu sorunun cevabı, millî ülkümüzün adı demektir Bu ad, "Türk birliği" sözleriyle özetlenebilir

Her milletin, yaşamak için, bir ülküye ihtiyacı vardır Bu ülkü, milletlere göre ayrıntılarında değişse bile, ana çizgilerinde hemen hemen bir gibidir Çünkü şu tarihi gerçeği kimse inkar edemez ki, her tutsak milletin ilk ülküsü bağımsızlığını kazanmak, her bağımsız milletin ilk ülküsü de, henüz tutsak yaşayan kardeşlerini kurtarmaktır Fetihler, millî ülküde üçüncü dönemdir

Bu, kabataslak bir sınıflandırmadır Hayata, olaylara, milletlerin özel durumlarına göre bu dönemler biraz değişebilir Meselâ, bir milletin fetihlere başlaması için, mutlaka bütün uruktaşlarını kendi sınırları içine almış olması gerekmez İtalya, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce millî birliğini aşağı yukarı elde etmiş ama Avusturya'da, Fransa'da, Malta'da, Tunus'ta epey İtalyan, başka milletlerin tutsağı olarak yaşıyordu Buna rağmen İtalya, millî ülkünün üçüncü dönemi olan fetihlere başlamıştı Habeşistan ve Türkiye ile yaptığı savaşlar bunu gösterir Demek ki, millî ülkünün üç dönemi bağımsızlık, millî birlik ve fetihler olmakla beraber, bunlar, birbirleri içine girmişlerdir Biri tamamlanmadan öteki başlayabilir

Millî ülkülerde dâima bu üç dönemin varlığına, tarihten, istediğimiz kadar örnek bulabiliriz:

İrlanda, yüzyıllarca uğraşıp İngiliz tutsaklığından kurtulduktan sonra, şimdi İngiltere elinde bulunan Kuzey İrlanda’yı almak, yâni millî birliğini kurmak için uğraşıyor

Yine İngiliz tutsaklığından kurtulan Mısır, ilk iş olarak Sudan'ı almak, sonra da bütün Arap ülkelerini kendi çevresinde toplamak dâvası ardındadır

Almanların şimdiki dâvası, Rus tutsaklığındaki Doğu Almanya'yı kurtarmaktır Arkasından sıra yine Avusturya ile birleşmeye gelecektir

Finlerin, Karelya için çalışan bir dernekleri vardır

Macarlar, Transilvanya'dan hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir

Yugoslavlar, çok eski zamanlarda olduğu gibi, yine bütün Makedonya'yı ve Selanik'i almak sevdası peşindedirler

Bulgarlar, Sırp ve Yunan Makedonyaları ile Doğu ve Batı Trakya'da gözleri vardır

Yunanlılar, Kuzey Epir'i ve Doğu Trakya'yı istiyorlar

Yahudilerin ilk hedefi, bütün Ürdün Krallığıdır

Suriye, Hatay'ı ve hattâ Çukurova'yı kendi toprağı sayıyor

Afganistan, Patanlar ülkesini, yâni Pakistan'ın kuzey bölgelerini kendinde koparılmış sayıyor

Tunuslular ile Faslılar ilk döneme ulaştılar Şimdi, Büyük Sahra'nın bir bölümü ile Moritanya'yı istiyorlar

Çok geri olan zenciler bile, artık bağımsız devletler hâline girdiler

Acaba, Türkler, bu safhaların hangisinde bulunuyor?

Bunun cevabını vermek için, haritaya bir bakmak yeter: Türkler, Anadolu'daki Kurtuluş Savaşı ile ülkülerinin ilk döneminde pek parlak bir başarı gösterdikten sonra, tabi ve tarihi bir kayıtla, ülkülerinin ikinci basamağında bulunuyorlar 1923'te gerçekleşen birinci dönemden sonra, ikinci dönem yoluna yalnız Hatay kurtarılmış, daha sonra da Kıbrıs üzerinde millî emellerimiz olduğu, kayıtlı şartlı olmakla beraber, resmen açığa vurulmuştur

Millî birlik ve millî birlikten sonra cihan hâkimiyeti, milletin şuuraltında yaşayan bir ülküdür Şuuraltındaki bu istek, zaman zaman şuura çıkar Zaman iyi seçilmişse muzaffer olur İyi seçilmemişse milletin başını derde sokabilir Fakat bu ülkü, milletin hız ve ahlâk kaynağıdır Bir gaye için ıstırap çeken, fakat buna isteyerek katlanan insan gibi, milletler de millî ülküleri için hesapsız fedâkârlığa katlanırlar, katlanmışlardır Ülkü yolunda yürüyen milletler başka milletleri hem korkutur, hem de hayran bırakır Ülkü yolunda yürüyen millet, kendisinde başka milletlere karşı mevcut aşağılık duygusunu atmıştır Kendisine inandığı ve hiçbir şeyden korkmadığı için, düşmanlarının çokluğundan, tekniğinden ürkmez Ölümü seven milletlere, hayat, kollarını açar Böylelikle millî ülkü bir gün gerçekleşiverir

Türkler vaktiyle birkaç kere birleşmişler ve mutlu olmuşlardı Yeniden birleşeceklerdir Milli ülkümüzün ilk maddesini: ‘‘Bütün Türkler birleşecektir" diye ifâde edebiliriz

(Orhun, 8 sayı, 23 Haziran 1934)

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



TÜRK HALKI DEĞİLİZ, TÜRK MİLLETİYİZ

Uzmanlar, yeryüzünde insanların 500000 yıldan, belki de daha eskiden beri var olduğunu söylüyor Fakat insanların tarih sahnesine girmesi dört beş bin yıllık bir meseledir

İnsanlık durmaksızın ilerleyerek bugünkü durumuna gelmiş, tarih öncesindeki ırkların türlü nispetlerde birbiriyle karışmasından bugünkü ırklar doğmuş, ırklar da yine türlü sebeplerle parçalanarak günümüzün milletlerini meydana getirmişlerdir

Bu söylediğim, insanlık tarihinin ana çizgisidir

İnsan zekâsının gelişmesi Ölçüsünde de madde ve manâdaki her kavram için kelimeler bulunmuş, zamanla kelimelerden başka kelimeler türemiş, bazı kelimeler anlamını değiştirmiş, bazıları unutulmuş veya bırakılmış, yerine yenileri alınmış veya bulunmuştur

İnsan olgunlaşmasının toplum hayatındaki son durağın "millet" ve "devlet"tir "Millet", bağımsız yurdu olan teşkilâtlı bir topluluktur Asırların kuvvetli fikir akımı olan milliyetçilik bu kelimelerden çıkar

Son zamanlarda, solculardan başlayarak yavaş yavaş herkese, hattâ resmî şahsiyetlere de yayılan bir tabirle "millet" yerine "halk" kelimesinin kullanıldığını görüyoruz

Komünistler "millet"i kabul etmedikleri için ve bu kelimeden ürkmeleri dolayısı ile daima "halk" kelimesini kullanırlar Aşırı sosyalistlerde de aynı eğilim vardır Fakat bu iki kelime eş anlamda değildir Şemseddin Sami "halk" kelimesini "Kaamus-i Türki" adlı mühim eserinde "insanlar, cem'iyyet-i beşeriyye, umum, cemaat, güruh, kalabalık" diye açıklar Bugünün edebî dilinde ise bu kelime "milletin bir parçası" yahut "aşağı tabakası" yerinde kullanılır, "İstanbul halkı" veya "Orta Anadolu halkı" dediğimiz zaman İstanbul’da veya Orta Anadolu'da doğan yahut oralarda yaşayan insanlar anlaşılacağı gibi "halktan yetişme" tabirleri de aynı mânâdadır Halk= millet demek oldaydı "halktan yetişme", "halk tabakası" sözlerine lüzum kalmazdı Herkes zaten milletten yetişme olduğu için bu türlü sözler lüzumsuz olurdu Bundan başka "halk" yalnız o an için mevcut olan topluluktur "Millet" ise her üç zamanda da vardır ve "millet" bir "var olma şuuru "nun da ifadesidir

Kanunların ruhunda da bu iki kelimenin ayrılığı şiddetle göze çarpar Kanun koyucusu millete hakareti ceza tehdidi altına almıştır Halk için böyle bir tutum yoktur

Türkiye'deki insanlar "Türkiye halkı" olarak alındığı zaman yalnız çalışıp kazanan, şuraya buraya giden, oturan veya eğlenen bir yığın akla gelir

Aynı insanlar "Türk milleti" olarak ele alınınca geçmiş yüzyıllardan kopup gelen, zafer ve kültür yaratıcısı olan, gelecek için ülküsü bulunan, bunun için savaşa varıncaya kadar her fedakârlığı göze alan güçlü bir topluluk söz konusudur

Komünistler, milletlere "yığın" diyemedikleri için "halk" diyorlar Onlar için insanlar ham madde yığınından başka bir şey değildir İran'daki komünist partisinin adı olan "Tûde", Farsçada "yığın" demektir Bizdeki komünistler de bir zamanlar "Yığın" adında bir dergi çıkarmışlardı

Komünist Çin'de yüz milyonlarca insanın Mao'nun sözlerini gece gündüz ezberlemeye zorlanması milletleri yığın, hatta sürü gibi görmenin bir şeklidir

Çünkü halk şuursuzdur Baştaki zorbalar neyi telkin ederse onu körü körüne yapar Böylece iktisadî bir takım başarılar sağlanır; yollar yapılır; kanallar açılır; ağaçlar dikilir, ırmakların yatağı derinleştirilir ve bunları yaparken halk sürüsünden milyonlarca insanın ölmesine ehemmiyet verilmez

Millet ise şuurludur Neyi, ne için yaptığını bilir Halk, arkasında makineli tüfekler işlediği için savaşta ileri yürür Millet bir görev yaptığına inanarak ateşe atılır Yaratılıştan cesur olmasa bile sırf haysiyet ve utanç duyguları yüzünden ölüme doğru gitmekten çekinmez

Resmî bildirilerde sık sık görülen "halklarımız arasındaki geleneksel dostluk" gibi tabirleri Türk dış işleri bakanları kaldırmalı, bunun yerine "milletlerimiz" kelimesini koymalıdır Milletin bir pasaport meselesi olmadığı kafalara iyice sokulmalıdır

Türk milleti nedir, kimler Türk'tür diye sorulacak

Türk milleti, Türk kökünden gelenlerle Türk kökünden gelmiş olanlar kadar Türkleşmiş kimselerden meydana gelen topluluktur

Türkler, Polonya Türkleri gibi tek tük istisnalarla evlerinde Türkçe konuşan, anadili Türkçe olan insanlardır

Şuuraltında veya duygularının gizli yönünde başka bir ırkın şuur ve özleyişini taşımayan kimselerdir

Türkçülere yedi, hatta yirmi kuşak ilerisine kadar soy kütüğü arayan kimseler diye iftira ediliyor Tatbik kabiliyeti ve araştırma imkânı olmayan bu gibi safsatalar ancak Moskofçuların ve başka düşmanların uydurmasından ibarettir Her zaman verdiğimiz örnekleri yine tekrarlayalım: En büyük Türkler'den biri olan Yıldırım Bayazıd'ın anası Türk değildir Hangi Türkçü onu Türklük kadrosundan çıkarmıştır veya çıkarabilir? îstikâl Marşı şairi Mehmed Akif in babası Arnavut, ülküsü de Türkçülüğe aykırı olan ümmetçilik olduğu halde hangi Türkçü Mehmed Akif için Türk değildir demiştir?

Mesele Yıldırım Bayazıd veya Mehmed Akif kadar Türk olabilmektedir Bir millette millî ruh yükseklerde olduğu zaman onların arasına karışan yabancıların hiçbir tesiri olmaz Millî ruh, herhangi bir yabancılığı eritir Fakat millî ruh arıklayınca, yabancılara karşı hayranlık başlayınca her şey allak-bullak olur Milliyet inkâr edilir, insanlıkla hiçbir ilgisi olmayan çıkarcılar insaniyetçi kesiliverir Her türlü konfor ve rahat içinde yaşayan milyoner çocukları, bu konfor ve rahatın zerresini bile feda edemeyecek oldukları halde komünist olur Komünizm uygulanırsa ne o yiyeceği, ne o evi, rahatı, parayı, arabayı bulamayacağım, işçi haline geleceğini düşünemeyecek kadar ahmaklaşır

Millet olmanın sonuçlarından biri de başka milletlere göre birçok özellikleri olmak, onlardan ayrılmak, onlara benzememek, bazen onların zıddı olmaktır Bu benzemeyiş ve ayrılış maddî ve manevî yönlerdedir Milletlerin ses tonundan konuşma şekline, sevdiği ve sevmediği şeylere, davranışlarına kadar birçok şeyleri birbirinden ayrıdır Sevinç ve şaşkınlığın ifadesi bile her millette başka başkadır Sözün kısası milletler birbirine benzemez Birinin ak dediğine öteki kara der

Milletler binlerce yılın geliştirip şekillendirdiği sosyal varlıklardır Bunları ortadan kaldırarak insanları kardeş yapmak, birleştirmek, tek devlet haline getirmek, devletleri kaldırıp insanları devletsiz bir birlik yapmak Hasan-i Sabbâh müritlerine yakışır rüyalardır Tabiatta bir yandan birleşme, bir yandan bölünme olduğu gibi sosyal hayatın kanunlarında da hem birleşme, hem parçalanma aynen mevcuttur İnsanlık tarihine kısa bir göz atış bu birleşme ve ayrılmaların düzinelerle örneğini verir

Şimdi, insanlığın son merhalesi olan şuurlu, inançlı ve istekli "millet" dururken onu kaldırıp yerine şuursuz, her kalıba girmeye elverişli, ham madde halindeki "halk" ı koymakta ne mânâ var?

Bu sözlerimize karşı hemen Atatürk kalkanıyla karşımıza dikileceklerini, "öyle ise Atatürk kurduğu partiye ne diye Halk Partisi" dedi diye soracaklarını biliyoruz

Atatürk, Halk Partisini kurarken komünistlerin sinsi maksatları henüz anlaşılmamıştı Milletleri ortadan kaldırmak için halk kelimesini kullanacakları bilinmiyordu Atatürk "halk" demekle edebî dildeki mânâyı kastetmiş, milletin geri kalmış tabakalarını düşünmüştü Partisiyle bunları kalkındırmayı amaç edinmişti

Sözün kısası: Biz çobandan bilgine kadar bir bütün halinde Türk milletiyiz Türk milleti siyasî sınırlarla ölçüştürülmesine imkân olmayan, Adalar Denizi'nden ve Tuna'dan Altaylar'ın ötesine kadar uzanan geniş dünyada yaşayan yaratıcı millettir Bu köklü millet, bir takım maskaraların tabirleri ve taktikleriyle, dillerinin zorla değiştirilmesiyle ve bozulmasıyla, yurtlarından sürgün edilmekle bölünmez, yok olmaz

Sürülseler de, dilleri bozulup değiştirilse de günün birimde yeni bir Bozkurt doğup Türkellerini kurt başlı sancak altında birleştirir, değişen lehçeleri tek bir edebî Türkçe haline sokar, Türk'ten boşaltılan Türk ülkelerini Türkler'le doldurur Yoksun budunu bay kılar, azlık milleti çok eder, geri kalmışı en ileri ve üstün seviyeye ulaştırarak tarihin önüne geçilmez zaruretini gerçekleştirir

(Ötüken, 61 sayı, Ocak 1969)

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



SAĞCI KİMDİR?

Sosyalistler ve komünistler "solcu" diye tanındıkları için, onların karşısında olanlara da "sağcı" demek âdet olmuştur İktisadî bakışla devletçi olmayan, liberal olan, muhafazakâr olanlar sağcı sayılmış Sol taraf, çoğunlukla dini inkâr ettiğinden dindarlar da sağcı diye gösterilmiştir

Fakat bu tarifler eksik ve kısırdır Son zamanlarda her şey gibi bu tâbirler de müptezel olmuş, sağ ve sol birbirine karışmıştır Kendilerine "mukaddesatçı" diyen dindarlar milliyetçi ve sağcı sayıldığı gibi, sosyalist, aşırı sosyalist ve komünistlerin de kendilerini "Milliyetçi" diye öne sürdükleri görülmüştür

Sağ ve sol deyimleri kabataslak ele alındığı takdirde Turancılarla İslâm birliği taraftarları sağda birleştikleri gibi, yalnız sosyal adalet kavramı düşünüldüğü anda da Türkçülerin sosyalistlerle aynı hizada olmaları gerekmektedir

Demek ki sağ ve solu iyi anlatmak, eksiklik ve kısırlıktan kurtararak öne sürmek lâzım Çünkü sağ ve sol yalnız iktisadî veya sosyal bakım değil, millî şuur bakımından da ele alınıp değerlendirilmelidir

Türkiye'de koyu dindarların bir takımı milliyeti inkâr ederek yalnız dinle yetinmek taraftarıdırlar Bunlardan biri camideki vaazında "vatan için ölenler cehenneme gider Cennete gidecekler ancak din uğrunda ölenlerdir" demiş Şimdi, bu seviyesiz yobazla Türkçüleri aynı cephede saymak hem bir anlayış kıtlığı, hem de gerçeklere sırt çevirmek demektir İktisadî görüşe göre sosyal adalet düşüncesi bugün hemen herkes tarafından benimsenmiş olduğundan artık millet meclislerinde partileri bu görüşe göre sıralamak asla doğru değildir

Bizdeki dincileri ve hilafetçileri sağa koymak, Batı ülkelerindeki teamüle de aykırıdır Hitler'in iktidara gelmesinden önce Alman meclisindeki kuvvetli Hıristiyan partisinin adı "Merkez Katolik Partisi" idi ve împaratorcu Çelik Tulgalılar partisi ile Hitler'in Milliyetçi Sosyalist Partisi, Katoliklerin sağında yer almıştı Hitler'in partisi "sosyalist" bir parti olduğu halde sırf milliyetçi olduğu için sağa sayılmış ve iktidara geçtikten sonraki tutumu ile de bütün solculara, yani sosyalistlerle komünistlere düşmanlık güttüğünü ispat etmişti

Sağ ve solun Türkiye için en doğru tarifi, milliyetçilik açısından ele alınarak yapılabilir Bir parti, milliyetçi olduğu nispette sağcıdır Milliyetçilikte millî gelenekler mühim olduğundan bu türlü partiler millî ahlâk bakımından muhafazakârdır Fakat milliyetçilik, milletin toplum ve fert olarak yükselmesi demek olduğundan milliyetçi bir parti adaletin ve servetin dağıtımı bakımından sosyalistlerin fikirlerine yakın olabilir

Dincilik ve siyasî ümmetçilik, Türklüğü ikinci plâna itmek veya var saymamak olduğundan milliyetçiliğe aykırı yahut düşmandır Bu bakımdan dinciler, siyasî ümmetçiler, hilafetçiler "Sağcı" olamazlar Siyasî ümmetçiler, İslâm beynelmileli düşüncesinde olup Türklüğü İslâm topluluğu içinde eritmek malihulyasına kapılmış olduklarından beynelmilelcidirler ve her beynelmilelci gibi soldurlar

Moskovacı veya Pekinci sosyalistlerin kendilerine "milliyetçi" demesi de hem yanlış, hem gülünç, hem de taktik icabı olduğundan yalandır Milliyetçilik, bir milleti "millet" olmaktan çıkarıp "halk yığını" haline getirdikten sonra onun yalnız iktisadî refahını düşünmekle olmaz Çünkü insanlarda yalnız mide değil, zihniyet ve inanç da vardır Milliyetçilik yüzyıllardan kopup gelen manevî bir mirastır Büyüklük duygusudur Tarih şuurudur Mukaddes hodkâmlıktır Yaratılış hâsılasıdır

Türk milleti üç bin yıldan beri vardır Onun var oluşu, büyüklüğü, gücü, tarihe damgasını vuruşu yalnız millî karakteriyle mümkün olabilmiştir Türklüğün büyüklüğünü veya var oluşunu Türklüğün dışındaki şu veya bu faktöre bağlamak asla doğru değildir

Gazetelerde çok görülen, siyasîlerin dillerinde dolaşan "aşırı sağ" deyimi yanlış olarak kullanılmaktadır Çünkü aşırı sağ diye çok defa İslâm beynelmilelcileri kasdolunmaktadır Geçen yılın sonlarında yakalanan "Hizbüttahrir" adlı derneğin hilafetçi olduğu, Türkiye'yi şeriate göre idare etmek istediği, resmî dil olarak Arapçayı kabul ettiği açıklanmış ve başlarında bir Arap bulunan bir grup "aşırı sağcı" diye vasıflandırılmıştır

Şimdi soğukkanlılıkla düşünülsün: Türk milletinin üstünlüğüne inanmış ve bütün Türklerin birleşip tek devlet halinde toplanmasını ülkü edinmiş Türkçülerle bu yobazlar aynı grupta nasıl toplanabilir? Yalnız Türklerden mürekkep bir devlet kurmak isteyen Türkçülerle, Müslümanları bir devlet yapıp resmî dilin Arapça olmasını isteyenler bir tutulur mu? Türk devletinin büyük makamlarında yarım kan Türklere bile tahammülü olmayan Türkçülerle başkanlarını Arap'tan seçen kişiler aynı kazanda kaynar mı?

Demek ki aşırı sağ veya sağ tâbirleri yanlış kullanılmaktadır İdeoloji bakımından "sağ" milliyetçiliği, "sol" beynelmilelciliği temsil ettiği için sağda Türkçüler, solda da beynelmilelciler vardır, ister dünya beynelmilelcisi, isterse İslâm beynelmilelcisi olsun, Türklüğü başa geçirmeyen, ihmal eden veya yok sayan bütün düşünceler soldur İktisadî bakımdan devletçi, sosyalist, komünist olmanın sağ ve solla ilgisi yoktur Nitekim İkinci Cihan Savaşı'ndan önce Japonya'daki "Milliyetçi Komünist Partisi", adından da anlaşılacağı üzere milliyetçi yani sağcı olduğu gibi, bugünkü İngiltere'nin "İşçi Partisi" de adına ve iktisadî ilkelerine rağmen milliyetçidir

İktisadî doktrinler çabuk değişir Değişmeyen prensipler milliyetçilik ve beynelmilelciliktir "Milliyetçilik" derken bu kelimenin asıl anlamım kastediyorum Yoksa son zamanlarda İslâm beynelmilelcileri, siyasî ümmetçiler ve kozmopolit beynelmilelcilerle dünya vatandaşı sosyalistlerin, Moskofçuların kastettiği milliyetçiliği elbette düşünmüyorum Aslında bunların hiçbiri milliyetçi olmayıp aksine milliyetçilik düşmanı iseler de, herhangi bir tereddüt ve şüpheye meydan vermemek için, karıştırılmasına asla imkân olmayan "Türkçülük" kelimesini Türk milliyetçiliği olarak kullanıyorum…

Sağcı biziz: Türkçüler Sosyal adaletçi olmamız, vatanın nimetlerini turistlere değil de soydaşlarımıza üleştirmek istememiz, gerçek ahlâkın gerektirdiği adaleti sağlamayı dilememiz, solcu olmamızı gerektirmez Türkiye'nin solcuları daha ortada yokken, Türkçü şair Mehmet Emin Yurdakul o basit şiirleriyle Türk milleti için sosyal adalet istiyordu Bu fikir onun Türkçülüğünden doğmuştu Kendisinden yıllarca sonra, "sömürü" nakaratına başlayan plâklar gibi, bu fikri Yahudi Marks'tan almış değildi

Milliyetçilik, yalnızca vatandaşlık şuurundan ibaret değildir Milliyetçilik siyasî sınırların dışında kalan soydaşları da kavrayan bir şuurdur Bunun Türkiye'deki en açık delili Kıbrıs Türklerine karşı duyulan ilgidir Bu ilgi yarın Moskof, Çin Acem, Arap ve diğer milletlerin pençesindeki Türklere de yönelecektir

Milliyetçilik, "ben bu milletin sömürülen fertlerini düşünüyorum" demekle de olmaz Bir milletin sömürülen fertlerini başka milletlerin merhametli insanları da düşünebilir

Milliyetçilik Zenci Lumumba'ya Viyet-Kong'a destan yazıp da Özbekler'i, Tatarları, Kazaklar'ı, Kırgızlar'ı, Azerileri, Başkurtlar'ı, Türkmenler'i, Tarançılar'ı, Uygurlar'ı, Karakalpaklar'ı, Çuvaşlar'ı, Yakutlar'ı, Karaçaylar'ı, Balkarlar'ı, Kumuklar'ı, Kırımlılar'ı, Kerküklüler'i diğer Türkleri es geçmek değildir

Milliyetçilik, Bolivya dağlarında öldürülen Arjantinli maceracı serseri Guevera için zırlayıp da sıra Kazak kahramanı Osman Batur'a gelince susmak hiç değildir

Milliyetçi insan, eğer insansa, kendi milletinin kahramanlarına, hürriyet savaşçılarına bakar, yanar, ağlar O zaman "sağcı" olur Bunu yapmayıp mazisi meçhul, gayesi belirsiz, şahsiyeti karanlık insanlara sempati gösterdi mi o insan, insan değildir En aşağısından sinir ve ruh sistemi bozuk bir hastadır

Sözün kısası: Türkçüler sağcı olduğuna göre sol uçta komünistler vardır Bu ikisinin arasındaki yerleri millî fikre veya beynelmilelciliğe olan yakınlık veya uzaklıklarına göre Ötekiler doldurur

Ancak bunlar, kavramların ideolojik mânâlarına göredir Meselenin en doğru ve hiçbir tereddüde meydan vermeyecek şekli, Türk milliyetçiliğini sadece "Türkçülük" kelimesiyle dile getirmektir

(Ötüken, 50 sayı, Şubat 1968)

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



TARİHİN BARIŞMAZ DÜŞMANLARI

Komünizm, artık bütün dünya ve bilhassa bizim için iktisâdı bir fikir veya toplumsal bir düzen olmaktan çıkmıştır Komünizm bugün, yalnız Moskofçuluk demektir1 Fransız ve İtalyan komünist partileri şeflerinden Filipin komünist liderlerine kadar hepsinin, kendi vatanları aleyhinde en utanmaz ve iğrenç bir dille söyledikleri "Kızıl ordu memleketimize girerse onunla birleşiriz" sözü, komünistin bir fikir veya parti adamı değil, Moskova ajanı, Rus casusu ve Moskofçu olduğunu ispata yeter Tarihin hiçbir çağında insan ruhunun bu kadar sefilleştiği ve bu kadar çok vatan hâininin çıktığı görülmemiştir

Komünizm, ruh ve seciye bakımından soysuzlaşmış binlerce casusu bulunan bir Moskof emperyalizmidir Hırslarına sınır bulunmayan, Akdeniz'e, Atlas'a, Hint Okyanusu'na çıkmak isteyen, bütün dünyayı elde etmek hülyası ardında koşan kaba ve Moskof a yakışan bir emperyalizm… Bütün bu doymak bilmez hırsın dayanağı da dünyaya toplumsal adalet götürmek efsânesi…

Geri ve kaba İslav’ın en aşağılık kolu olan Moskof, dünyaya medeniyet ve adalet götürecek! Yıllardan beri açlar ve mahpuslar yeri olan Moskofistan, dünyaya önderlik edecek ve insanlığı ebedî mutluluğa kavuşturacak!

Bu muhteşem fanteziye gafletle inananlar olduğu gibi, gizli maksatla herkesi inandırmak isteyenler de çıkıyor Moskof un dostluğuna inananlarla, Kurtuluş Savaşı başında bize karşı, kendi çıkarı icabı olarak gösterdiği dostluğu (!) başımıza kakanlardan daima şüphe edeceğiz Yıllarca devam eden bir tarihin en açık ve su götürmez gerçeklerine göz yumarak Kurtuluş Savaşı başındaki kısa, geçici bir ânı "Büyük gerçek" diye göstermek isteyenler şüphe etmezsek, tarih bizden şüphe eder Türk soyu ile Moskof sürüsünün damarlarına kadar işlemiş düşmanlığı, yirmi beş yıllık hâin propaganda ile sildik sananlar, millet önünde konuşmak şerefini ebediyen kaybederler Milletin, Moskof dostluğu teranesine karşı gösterdiği soğuk, fakat manalı susmayı, "kabul" sayanlar, ancak düşünce hastası zavallılardır

Bazı dışişleri bakanları, siyâsî nezâket gereği "iki millet arasındaki geleneksel dostluk" tan bahsedebilirler veya Moskof a karşı gerçekten dostluk besleyebilirler Fakat ocakları Moskof düşmanlığı hatıraları ile canlı insanlar, buna inanmaz, aldırmaz, böyle bir dostluğu dinlemezler

Tarihini, jeopolitiğin ve mukadderâtın düşman yaptığı Türklükle Moskofluk, hiçbir zaman barışmayacak ve bu "kıran kırana dövüş", kesin sonuç elde edilinceye kadar sürüp gidecektir Nasıl barışabiliriz ki, Yaradan bizi zıt yaratmış, tarih bizi düşman olarak yetiştirmiş, coğrafya bizi toprağa çarpışsınlar diye yerleştirmiştir

Biz, başkalarının bile benimsediği şanlı millî adımızı taşırken, onlar, kendilerini idare etmek üzere çağırıp başlarına geçirdikleri Norman "Rus" boyunun adını almıştır Soyumuzun ve milletimizin adı olan "Türk" ün mânâsı "kuvvet" veya "medeni=türeli" demekken, onların millî adı İslav’ın kendi dillerindeki anlamı "köle" dir Biz Tanrı Dağlarında doğduk Onlar Pripet bataklıklarından fırladılar

Biz, insanlığın tarihine ve fikir dünyasına Aristo'dan sonra "ikinci öğretmen" olarak kabul edilen Fârâbî'yi verdik Onlar ancak Korkunç İvan'ları, Deli Petro'ları yetiştirdiler

Moskofla dostluk yapılabileceğini sananlar, geçmişe dikkatli bir göz atmalıdır Bizim onlarla 1798 ve 1833'te yapılmış iki ittifakımız daha vardır Bu ittifaklar ve ittifak antlaşmalarındaki "ebedî ve sarsılmaz dostluk" vaatleri, daha sonraki kanlı boğuşmaları önleyebildi mi? Altın Ordu ve Türkistan Türklerinin Ruslarla olan uzun düşmanlık tarihini bir yana bırakıp yalnız Osmanlı Türklerini alalım 14 savaşın yığdığı düşmanlık yükünü atmaya imkân var mı?

Osmanlı Türklerinin Moskoflarla münasebeti 1495'te, onların gönderdiği elçiyle başladı ve 1667 tarihine kadar bizim ancak 9 kere elçi yollamamıza karşılık, onların 38 kere göndermeleriyle dâimîleşti İlk savaşımız 1639'da, yapıldı ve 1917'de, biten son savaşla beraber 1639, 1641 – 1642, 1646, 1677, 1686 – 1699, 1710 – 1713, 1736–1739, 1768–1774, 1787 – 1792, 1806 – 1812, 1827–1829, 1853–1856, 1877 – 1878, 1914–1917 tarihlerinde olmak üzere bu savaşlar 14 kere tekrarlandı 1639 -1917 arasındaki 278 yılda yapılan bu 14 savaşın hepsi 49 yıl sürmüştür Yani 19 yılda bir savaş! Dünya tarihinin son üç yüzyılda, başka iki millet gösterilemez ki, 19 yılda bir çarpışmış olsunlar

Bu çarpışmalar, bu şehit vermeler Anadolu'nun taşını, toprağını Moskof düşmanlığı ile yoğurup taşırdı, Türk milleti ile Moskof sürüsü, tarihin barışmaz iki düşmanı hâline geldi Biz, Anadolu'nun kuzey kıyılarına gelen yıkıcı poyraza "Moskof rüzgârı" dedik Onlar, Ukrayna’nın güneyine saldıran yıkıcı lodosa "Türk dalgası" dediler Türk kelimesinin Moskof halk dilindeki mecazî mânâsını bilmiyorum, fakat Türkçede Moskof "hâin, kötü" anlamını aldı

Hayat var oldukça her şey zıddı ile anlaşılmakta devam edecektir Ölümsüz hayat olmayacağı gibi, kin olmadan da sevgi olamayacaktır Büyük insanlık hamleleri yapmak, millî ülküler ardında mı koşmak istiyorsunuz, sevginin yanına mutlaka nefreti de koyacaksınız Türklerin millî ülküsünden mi bahsediyorsunuz, "Türk’e sevgi"nin yanında "Moskof a kin"i de yerleştirmeye mecbursunuz Türk'ü sevmek demenin Moskof’a düşmanlık demek olduğunu, Türklüğe tapmanın içinde Moskof a kinin de yer alacağını bilmek için derin bilgiye ve düşünceye lüzum yoktur Tarihe ve haritaya bakmak yeter

Moskofçuluk, bütün dünyada gidebileceği en ileri sınırlara kadar gittikten sonra artık gerilemeye başlamıştır Medeni bir dünyada, bu çılgınlık ve ahlâksızlık dini zaten daha çok ilgi bulamazdı Tam demokratça seçim yapan ülkelerin meclislerindeki komünist sayısına bakmak, dünyadaki fikri ve ahlâki sefaletin azalmakta olduğunu gösterir Toplumsal yapısı çok sağlam olan İrlanda, İngiltere ve Amerika'da bir tek komünist milletvekili yoktur Toplumsal yapıları çürük olan Fransa ve İtalya'da ise, meclislerin aşağı yukarı üçte birini komünistler meydana getiriyor İkinci Dünya Savaşı'nda her iki taraftan da ilk nakavt olan büyüklerin "Latin hemşireler" olması, bir tesadüf değildir

"Aramızda savaş olursa Ruslara silah çekmeyiz", "babama söv, fakat Stalin'e bir şey söyleme" diyenlerini kulağımızla işittiğimiz bu fikir sapıklarının, günün birinde doğru yola geleceklerini sanmak ve başkalarına telkin etmek, ihanettir

Moskofçulara müsamaha mı? Asla! Müsamaha, şuurlu bir gaflettir ve şuurlu olduğu için de gafletten çok ihanete yakındır Moskofçuların niçin resmi görevlere alındığını sorduğumuz zaman: "Artık tövbekâr oldular" diye cevap veriyorlar, inanmak doğru değil dediğimiz zaman da: "Vatan çocuklarım kaybedemeyiz" vecizesiyle mukabele ediyorlardı Ah, bu tövbekâr ******leri, ailenin "harîm-i ismeti"ne sokan büyük hoşgörü! Ah bu safça inanış veya umursamayış! Tövbekâr olmuş vatan çocuğu (!) Sabahattin Ali'nin akıbetini gördüler Üç ay hapse girmemek için Bulgaristan'a kaçıyordu Marksist düşünceli, fakat vatansever (!) bir Türk (!) şâiri (!) diye kampanya açılarak ve başta büyük vatansever insan (!) Ali Fuat Başgil'inki olmak üzere imzalar toplanarak hapisten çıkarılan Nazım Hikmet'in, hemen Rusya'ya kaçarak ve Lehçe bir soyadı alarak geberinceye kadar Türkiye aleyhinde "Bizim Radyodan neler söylediği, elbette unutulmamıştır

Bu yurtta, Moskofçuluğu alabildiğine koruyanlardan, yıllarca: "Batı medeniyetine girdik, onları geçtik, onlara örnek olacağız" diye teraneler dinledik Bize: "Avrupa'nın sınırları Kars'ta biter" diye deli saçmaları söylediler Ama Avrupa, yâni Batı, yâni onların deyimiyle "akıl ve ilim" komünistliği tepelerken, onlar Moskofçuluğu Meclis'e kabineye soktular ve Türkçülüğün kökünü kazımak için de en bayağı ve alçakça iftiralarla görülmemiş bir haçlı seferi açtılar Batıyı taklit ederken yalnız yol, okul ve fabrikaya değil, daha çok balo ve kokteyl partileri yurdumuza soktular Moskofçulukla savaşa gelince, onun arkadan gelmesini istediler

Tehlike olmadığım millete zorla kabul ettirmek istedikleri komünizm, Amerika'dan atomun sırrını çaldığı gibi, Türkiye'de de, Adana'daki Köy Enstitüsünde Türk bayrağım lağıma atacak kadar ileri gitti 1948'de Milli Eğitim Bakanlığı binası ile Güzel Sanatlar Akademisi'ni kül ettiği gibi, 1949'un 11 Şubatında Amasya'daki askerî un fabrikasını, 2 Martında Nuri Paşa'nın İstanbul'daki silah fabrikasını, 10 Martında Tuzla'daki Radar Okulu'nun telsiz dâiresini, 11 Martında Adana Askerî Hastahanesi'ni, 13 Martında Çatalca'nın Dağ Yenicesi'ndeki cephaneliği, 13 Martında İslâhiye Askerlik Şubesi subay mahfelini, 26 Martında Harp Akademisinin birinci kat döşemesini, 2 Nisanda Millî Eğitim Basımevi'nin bir kısmı ile Tekirdağ Hükümet Dâiresi'ni kundaklayabildi Ve bunların çoğunu yakıp bitirebildi

Eski Moskofçuların tövbekâr olduklarına inananlar veya inanmış gözükenler, bu yangınlara da kontak deyip işin içinde sıyrılmasını bildiler İşleri o kadar kolaylıkla açıklıyorlardı ki, günün birinde vatan yanıp kül olsa, yine kontak diyerek suçu elektriğe yüklemekten geri kalmayacaklardı

Gerçekte ise, bu kundaklar, barışmaz Türk-Moskof düşmanlığının ufak görünüşlerinden başka bir değildi Onlar bütün Türkeli'ni yakamadıkları için binaları yakıyor; bütün Türk soyunu yok edemedikleri için, yangınlarda ve patlamalarda üç beş kişinin kanına giriyorlardı Onlar, bu toprakları elde edemedikleri için, kendilerini tutamayarak Kars'ı, Ardahan'ı, Boğazları istiyorlar ve hazırlanıyorlardı Kafalarının içinde, karısını Baltacı Mehmed Paşa'ya gönderen Deli Petro'dan kalma bir aşağılık duygusu ve o duygunun doğurduğu kin, gönüllerinde İslav olmanın, yâni aşağı bulanmanın verdiği kaba ihtiras Bir yandan çokluğun ve imkânların verdiği ümit Bir yandan Türk'le şaka olmayacağını bilmekten doğan kırgınlık

Karşı tarafta İslav sürüleri, tanklar, uçaklar, toplar ve milyonlar Bu tarafta, berikilerine göre çok hafif silahlarla demirden ellerin tuttuğu çelik süngüler ve yüz binler Bir de o yüz binlerin yardımcısı: Tarih, inanç ve elli milyon şehidin ruhu

1) O tarihlerde (1950) henüz Maoculuk vs yoktu

(Orkun, 5 sayı, 3 Kasım 1950)

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



MİLLİ ŞUUR UYANIKLIĞI

Millî şuur, bir milletin, kendini duyması ve bilmesidir Hem duyguya, hem de düşünceye dayanan millî şuur, bir milletin manevî kuvvetlerinden en önemlisidir Milletlerin hayatını koruyan dört savunma hattından en geride olanı, yâni sonuncusu ve en mühimi millî şuurdur İnsan uzviyetinin akciğer, karaciğer, kalb ve beyin nasıl dört önemli organı ise, bir milletin de ordu, bağımsızlık, dil ve millî şuur, dört büyük kalesidir

Bir millet, ordusunu kaybedebilir Bağımsızlığım da kaybedebilir Fakat dilini sakladıkça, o millet yaşıyor demektir Dilini kaybeden bir millet ölmüş sayılır Buna rağmen bir millet, dilini zorlayıcı sebeplerle kaybettiği halde, millî şuuruna sahipse, o millet kendisine zorla kabul ettirilen yabancı dile rağmen, gerçek kişiliğini bilir ve günün birinde bu millî şuur sayesinde, öz dilini yeniden öğrenerek gerçek benliğine döner Bunun en güzel örneği Lehistan Türkleridir Türkçeyi, yüzyıllardan beri unutup Lehçe konuştukları halde Türklüklerini unutmamışlardır ve günün birinde Türkçe konuşacaklardır1

Millî şuurun uyuşuk veya uyanık olması, milletlerin yaşama kabiliyetleriyle orantılıdır

Millî şuurun uyanık olduğu yerlerde, yabancı unsurların borusu ötmez İdâre işlerinin başına, önemli yerlere yabancı soydan kimse gelemez Orada "bilim", "millî menfaat"in emrindedir Bilim, bilim için değil, milletin büyüklüğü ve şânı içindir

Millî şuurun uyanık olduğu yerlerde, millet, yabancıyı kendisinden saymaz Yabana soydan olanlar, vatandaş ve tebaa olsa bile, yine yabana sayılır Ona güvenilmez Yabancılarla evlenilmez Hele yüksek tabakada bu evlenme hiç görülmez Kânunlar, yalnız millî menfaati korumak ve milleti yükseltmek için yapılır Tarih, yalnız millî şân ve şeref bakından ele alınır Geçmişe sövülmez Yabana milletler ve kimseler millî kadroya sokulmaz Geçmişi, mefahiri, ahlâkı, aileyi, seciyeyi, erdemi, kahramanlığı, milliyetçiliği açıktan açığa veya sinsice baltayalan yazılara, eserlere, filmlere, piyeslere, konferanslara izin verilmez Millete hitap eden ve halkı terbiyede rol oynayan müesseselerin basma o milletten olan iktidarlı, ahlâklı ve zekî insanlar getirilir

Millî şuur uyanık olunca iltimas, rüşvet ve haksızlık kalkar Hizmeti olanların hizmeti inkâr olunmaz Tarihi şahsiyetlere gerçek değeri verilir Ne ufacık kusurları yüzünden dev gibi adamlar küçültülür, ne de gerçeğe dayanmayan büyüklükleri dolayısıyla ahlâksız insanlar devleştirilir Avukatlar, millete hakaret etmiş yabancıların savunmasını üzerlerine almaz Soysuzlaşmış tipler, yarı çılgınlar, millî dili doğru dürüst bilmediği halde kendini gençliğin önderi sayan manyaklar ve budalalar, gazete ve dergilerde, kendilerinden daha kuvvetli olanlara, fikir ve ülkü savunması perdesi altında, kendi cüce şahsiyetlerinin reklâmını yapamaz

Millî şuurun uyanık olduğu yerlerde doktorlar sahte rapor vermez Okula gelmeyen öğrenci, hastaydım diye yalan söylemez Millî şuurun olduğu yerde hiçbir zaman yalan söylenmez Kadınlar ve erkekler, aşkı, millet ve vatan duygularından üstün tutmaz Sancak kutlanır ve saygı görür, Millî renkler her yerde ululanır Bayrak, katlanmak için bile, yere değdirilmez Atalar mezarlarında hayvanlar otlamaz ve hele ******ler ve yabana kam taşıyanlar orada zina yapacak kadar müsamaha görmez Küçük büyüğün, öğrenci öğretmenin, memur amirin aleyhinde söz söylemez Kadınlara saygı gösterilir Kadınlar kokotlaşmaz

Öğrenciler, millî heyecanla coşan bir yürek taşır Fakat ciddî ve disiplinlidir

Öğretmenler iltimas yapmaz Öğrenciler kopya çekmez Herkes hakkına razıdır Dün okula başlayanlar bugün üstadlık dâvasına kalkmaz Görev kutsal tutulur

Millî şuurun uyanık olduğu yerlerde, dil kıskançlıkla korunur Dilin kurallarını ve söz dizimini bozmaya kalkıp bunun hakkında yazı yazan çılgınlar alkışlanmaz, aksine tımarhaneye sokulur Herkes kendi keyfince bir imla kullanmaz Millî şuur uyanık olunca başıbozukluktan kurmay, vatan hâininden profesör, hekimden dilci, câhilden müverrih, yabancıdan vekil, serseriden ülkücü çıkmaz

Millî şuur, bir ışıktır Yurdu aydınlatır ve gizli köşelere sinmiş olan bütün akrepleri açığa çıkararak, karanlıkta iş görmelerine engel olur İnsanda beyin ne ise, millette de millî şuur odur Ciğeri, karaciğeri, hattâ bazan kalbi kurşunla delinen bir adamın yaşadığı görülür Fakat beyninden kurşun yiyen bir insanın yaşamasına imkân yoktur Bunun gibi, bir millet de ordusuz ve bağımsız yaşayabilir Hattâ dilini kaybetse de ölmeyebilir Yeter ki millî şuuru olsun

Millî şuur, bir milletin yaşama ifâdesi, hayat kaynağı ve en kuvvetli silâhıdır XX Yüzyılda millî şuuru olmayan milletler yıkılmaya mahkûmdurlar

1) Unutulmuş millî dili, millî şuur sayesinde yeniden dirilten Yahudiler ve İrlandalılarla, diriltmeye çalışan Norveçliler, XX Yüzyılın üç milli mucizesini göstermişlerdir

(Kızılelma, 10 sayı, 2 Ocak 1948)

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



TÜRK AHLAKI

Merhûm Ziya Gökalp, Türklerin ahlâkta birinci olduğunu söylerken, millî bir övünme duygusuna kapılmış değildi Çok tarih okumuş, millî maziyi öğrenmiş ve düşmanlarımızın bizim hakkımızda söylediklerini belledikten sonra bu hükmü vermişti

Burada ahlâkın hangi sebepler ve tesir edici şeyler altında meydana geldiğini inceleyecek değiliz Yalnız şu kadar söyleyeceğiz ki, ahlâkın meydana gelmesinde coğrafyanın tesiri yoktur Bu sözümüzün en büyük delili de, aynı coğrafya alanında yaşamış olan eski Romalılarla yeni İtalyanların ahlâkça birbirinin hemen her alanda zıddı olmalarıdır

Ahlakın meydana gelmesinde en önemli sebep soydur Bir toplumun ahlâkı, soyunun karışması ile değişebilir

Türk ahlâkı en eski çağlardan beri toplumcudur Yani Türklerde toplumun menfaati insanlarınkinden üstün tutulur Bununla beraber kuvvetli şahsiyetler dâima saygı görmüşler ve topluma faydalı olmuşlardır Ferdiyete değer vermeyen Türk ahlâkı, şahsiyete saygı göstermiştir Milâttan önceki yüzyıllarda Kunlar, çocuklarını topluma faydalı olabilecek bir terbiye ile yetiştirirlerdi Topluma faydası dokunamayacak kadar yaşlanmış olanlar ise intihar ederlerdi

Askeri ruh, hayatın ve toplumun her yerinde hâkimdi Savaşta ölmekten gurur duyarlar, yatakta ölmekten korkarlardı Bu ihtimalle benizleri sararırdı İslamiyet'ten önceki Türklerde İslamlığın cenneti gibi bir vaad yoktu Böyle olduğu halde, şeref saydıkları için savaşta ölmek isterlerdi

Bir milletin yükselmesi için birinci şart olan disiplinde eşleri yoktu Meşhur Mete (=Motun), sadakatlerini denemek istediği askerlerine, sevgililerine ok atmayı emrettiği zaman, bu buyruğu hepsi yerine getirmişlerdi

Doğru sözlü idiler Kunlar'ın baş düşmanı olan Çinliler bile onların çok doğru sözlü olduklarını, o kadar ki, verdikleri sözün yeter olduğunu yazarlar

Açık sözlü idiler Dalkavukluğun ne olduğun bilmezlerdi Vicdanî kanaatlerini hiç çekinmeden söylerlerdi Hükümdarlar da bu sözleri hiç kızmadan dinlerler ve doğru bulurlarsa uygularlardı Milâttan önce II Yüzyılda Kun yabgusu Türkleri Çin medeniyetine sokmak istediği zaman, baş vezir buna şiddetle karşı koymuş ve sözlerini hükümdara kabul ettirmişti Miladın VIII Yüzyılında Bilge Kağan, Buda dinini kabul etmek istediği zaman, meşhur Bilge Tonyukuk kabul etmemiş, deliller sayarak hükümdarı caydırmıştı Yine VIII Yüzyılda Bögü Kağan Manihaizm’i devlet dini olarak kabul etmek istediği zaman, tarkanlar, yâni bakanlar, avam dini olarak gördükleri Manihaizm’in kabulüne şiddetle karşı durmuşlardı Her ne kadar Bögü Kağan Tarkanları dinlemeyerek millete yeni dini kabul ettirmiş ise de, tarkanlar vicdanî kanaatlerinden dönmemişler, prensip sahibi olduklarını ispat etmişlerdi

Mohaç meydan savaşından sonra, savaş alanını gezen Kanunî Sultan Süleyman'ın bir sorgusuna bir sancak beğinin verdiği cevap da doğruluk ve açık sözlülüğün güzel bir örneğidir

Türk beğleri dalkavukluğun ne olduğunu bilmedikleri, devşirmeler ise bunda pek usta oldukları için, II Murad çağından sonra memleketin yüksek mevkilerine devşirmeler gelmeye başlamış ve millî ahlâkın bozulmasına sebep olmuşlardır

Türkler, en eski çağlardan beri kımız, şarap ve rakı içerek sarhoş olurlar, fakat ciddiyetlerini, vakarlarını asla bozmazlardı Ziya Paşa'nın XIX Yüzyılda yazmış olduğu;

Bed-mâye olan anlaşılır meclis-i meyde,

İşret, güher-i âdemi temyize mihenktir

beyitini sanki hepsi biliyordu Değil sarhoş olup cıvımak, sendelemek bile ayıptı

Cengiz Han'ın oğlu Çağatay, bir gün, küçük kardeşi olup büyük kağanlık mevkiinde bulunan Ögedey ile birlikte çok içerek ciddiyete aykırı sayılabilecek bir harekette bulunmuş, ertesi gün Ögedey'e giderek bir gün önceki hareketinden dolayı kendisinin cezalandırılmasını istemişti

Aksak Temür'ün de günlerce süren toylardan boyuna şarap içtiği olur, fakat ne neşeye kapılır, ne kimsenin gönlünü kırar, ne de devlet işlerinde aksaklık yapacak bir buyruk verirdi

Türklerin cinsî ahlâkları da yüksekti Yuva, aile ve evdeş muhterem sayılırdı Evli bir kadına taarruzun cezası idamdı Kadın hürdü Kocası uzak yolculuğa gitmiş bile olsa eve gelen yabancı erkeği konuklardı Kendisine saygı gözü ile bakıldığı için bundan bir kötülük de doğmazdı Anadolu Yörüklerinde ve Türkmenlerinde, Türkistan göçebelerinde de bu âdet hâlâ vardır

Eski Türklerin ahlâk ve âdetlerinin büyük bir kısmını aynen saklamış olan Türkistan Kazaklarının bazılarında şöyle bir adet vardır: Bir genç erkek evlenmek istediği kızın çadırına üç gece gizlice girer Kızla birlikte yatarlar, kızın babası ve anası bunu sezseler bile ses çıkarmazlar Üç gecede erkek, kendisiyle evlenmesi için kızı razı edebilirse, dördüncü günü babasına giderek kızı ister Kandıramazsa çekilir gider Fakat bu üç gecede en ufak bir uygunsuzluk olmaz Erkek ve kız, birbirlerine karşı hiçbir kötü düşünce beslemez

Bu da gösteriyor ki, Türkler hem ahlâklı, hem de iradeli bir millettir Zaten bu ikisi, çok kere birlikte bulunur Yaşayıp yükselmek, ahlâklı ve irâdesi sağlam milletlerin hakkıdır

Biz bu Türk ahlâkına tam olarak sahip bulunduğumuz zamanlarda yükseldik Yabancıların ahlâkını alarak bozulduğumuz zaman düşüp geriledik Yükseldiğimiz zamanlar bu toprak, büyük millî dâvalar için kendilerini feda eden, yalan, iki yüzlülük bilmeyen, vicdanını satmayan insanlarla dolu idi Niğbolu'da, 60000 Türk, birleşik Avrupa'yı yenerken; Yavuz, korkunç çölleri aşarken; Kânûnî, boy ölçüşmek için Şarlken'in ordusunu ararken böyle yıkılmaz ruhlu bir topluma dayanıyordu

Ahlâk, millet yapısının temelidir O olmadan hiçbir şey olmaz

(Çınaraltı, 7 sayı, 20 Eylül 1941)

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



TÜRKÇÜLÜKTE AHLAK

Türkçülüğün tarihini yazmaya kalkarsak, ihtimal ki, Milâttan önceki yüzyıllara kadar gitmeye mecbur kalırız Fakat çağdaş Türkçülüğe baktığımız zaman, bunun tarihine kuşbakışı bir göz atmak pek kolaydır

Türkiye'de ve dışarı Türklerde aşağı yukarı aynı zamanda doğan Türkçülük, eski çağların Türkçülüğü ile ölçülemeyecek kadar güç şartlar içinde gelişmeye mecburdu Fakat Tanzimat'tan sonra başlayan bu hareket o kadar kuvvetli idi ki, Şemseddin Sami gibi bir Arnavut milliyetçisini bile tesiri içine almış ve ona ilmî ve edebî Türkçülük yaptırmıştır Bu kuvvetli hareket, birçok engellere, ihanetlere uğramasına rağmen dâima ilerlemiş ve bugünkü dereceye varmak için pek sert savaşlar yapmaya mecbur kalmıştır

Merhum Ziya Gökalp, Türkçülük fikrinin şimdiye kadar gelen ilk ve son teşkilâtçısıdır Dağınık fikirleri sistem hâlinde toplayıp onlara çekidüzen veren ve Türkçülüğü ilmîleştiren odur Yaşasaydı, belki, bugünkü Türkçülük daha derli toplu bir sistem hâlinde olacak ve pek hızlı yürüyen zamandan gereğince faydalanabilecekti Fakat onun erken ölümü ve Türkçülüğü yeni bir ruhla yoğuracak ikinci bir teşkilâtçının henüz gelmeyişi, bugün bu hareketin az çok aksamasına, hiç değilse geç büyümesine sebep olmaktadır

Bununla beraber, artık, Türkçülüğün gösterişli yürüyüşü başlamış ve inançlı bir kafile yola çıkmıştır Bu kafile, güçlüklere ve fırtınalara uğrasa da, eski büyük Türkçülerin hayatında ve verdikleri derslerden hız ve örnek alarak ülküye ulaşacaktır Artık bu, bir ihtimal, bir ümit, bir kanaat veya inanç olmaktan daha ileri bir şeydir Bu, artık, tarihi mukadderattır Tarihî mukadderatın önüne ise hiçbir kuvvetin geçemeyeceğini herkes bilir

Eski Türkçülerin hepsinde (tabiî ki gerçek Türkçülerden bahsediyorum) belki az çok şahsî kusurlar bulunsa da, ortaklaşa bir meziyet vardır ki, o da, öteki Türkçüleri, hele kendilerinden öncekileri inkâr etmemek erdemliliğidir Bu, ahlâki bir meseledir Her inanç ahlâkla yürüyeceğine göre, Türkçülükte de sağlam bir ahlâkın bulunması birinci şarttır Zaten, yeryüzünde zafere ulaşmış fikirler, dâima, doğru ve iyi olanlar değil, sağlam ahlâklı taraftarlara sahip bulunanlardır En güzel fikri veya prensibi, en şahane ülküyü çürük bir çevreye sokun, hemen paçavraya döndüğünü, değersiz bir hâl aldığını görürsünüz Türkçülüğün de, mukadder olan tam zaferine rağmen, daha köklü olabilmesi için, Türkçülerin ahlâkça yüksek insanlar olması lazımdır

Türkçülük, Türk soyunun ruhunda, kanında, beyninde yaşayan hayat prensiplerinin fikir haline gelmiş bir şeklidir Bundan dolayı da "sıra" ve "saygı" esaslarını ihmâl edemez Türkçülerin, daha eski Türkçülere saygı göstermesi, bunun için şarttır Sırayı, saygıyı gözetmeden çığırtkanlık edenler, hele daha eskileri, batırarak kendisini yükseltmek hayâli ardında koşanlar Türkçü değil, Türk değil, alelade insan bile olamazlar Türk soyu, eskiyi inkâr eden, kendisine hizmet etmiş eski insanları küçük gören bir soyun olmadığı için, böyle yapanların Türklüğünden dâima şüphe eder

Bir fikir, uzun uğraşmalardan sonra zafere doğru yürürken, onun zaferinden faydalanmak isteyen asalaklar her yerde bulunur Bir Yahudi, ihtikara zekasıyla, nasıl, herhangi bir malın yakında değerleneceğini kestirerek onu istif etmeye kalkarsa, bu ülkü asalakları da hangi fikrin zafere doğru gittiğini dalavereci zekalarıyla anlayarak, onun çığırtkanlığını yapmaya kalkarlar Bunlar birdenbire meydana çıkarak ortalığı gürültüye boğarlar, haykırırlar, ötekini berikini baltalarlar ve ilk önce bazı kimseleri de kendi samimiyetlerine inandırabilirler Fakat en adil hâkim olan zaman, bunların maskelerini sonunda indirir O maskenin altındaki iğrenç yüzün gözlerinde parlayan âdi ihtiraslar, herkes tarafından hemen sezilir

Bu dalavereciler çıkar ve yükselme yolunda her kalıba girerler:

Kimisi yobaz bir softa olduğu halde, lâik bir cumhuriyet kesilir

Kimisi, zengin ve hovarda bir mirasyedi olduğu veya maiyetinde birtakım zavallı işçiler çalıştırarak onların emeğini sömüren insafsız bir sermayedar olduğu halde, komünistlik taslar

Kimisi, menfî ruhlu bir dedikoducu olduğu halde, hükümete dalkavukluk eder

Kimisi de, kendinden başka bir şey düşünmeyen bir dalavereci veya çirkin yüzünden Türk olmadığı anlaşılan bir gayrı Türk olduğu halde, Türkçülük rolü yapar

Bunların hepsi, Türklük ve Türkçülük için zararlı insanlardır Türkçülüğün, sert bir ahlâkı vardır Türkçü kendisini mühimsemez, alçakgönüllüdür, suç yapmışsa veya yanılmışsa itiraf eder Geçmişe ve eski değerlere bağlıdır Eski Türkçüleri devirerek yükselmeyi düşünmez Kalbi yalnız milletine hizmet etmek duygusu ile vurur Bencillik davasında değildir Her dinde ve her ahlâk prensibinde kötü olan yalan, iftira gibi küçüklüklerin yanından bile geçmez Kendisine soy kütüğü uydurmaz ve hele babası veya dedesi şüpheli bir çevreden gelmiş birisi ise, bu şüpheyi gidermek için kendisini Anadolu'nun koyu Türk çevrelerinden birisine yamamak teşebbüsüne girişmez Bilhassa, yıllarca çalışarak Türkçülüğe hizmet ettikten sonra az veya çok bir manevî mevki kazanmak gibi nâmuslu ve şerefli bir yol dururken, bir hamlede yükselmek için eskileri baltalamak gibi çirkin ve şerefsiz bir harekete başvurmaz

Bunları yapan Türkçü değildir Türk de değildir Bu gibi insanların Türkçüler kadrosunda yeri yoktur

(Bozkurt, 5 sayı, 11 Haziran 1942)

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)

Eski 11-25-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Ülküsü(Kavramlarıyla Birlikte)



GENÇLİK VE AHLAK

Milletlerin temeli ahlâktır Ordu, bilgi, teşkilât gibi şeyler ahlâktan sonra gelir Gerek Türk milleti olsun, gerek başka milletler olsun, ahlâkça yüksek oldukları zaman büyümüşler, ahlâk sağlamlıkları bozulduğu zaman da çürüyüp dağılmışlardır Roma, Îran, Bizans, Îspanya'daki Gotlar, Araplar ahlâklarının bozukluğu yüzünden battılar Dünkü Fransa, ahlâk bozukluğu yüzünden devrildi Türk tarihinde geçirilen sarsıntıların baş sebebi de ahlâkın gevşemesidir Her ne kadar bu gevşeme Türkümsüler, Dönmeler ve Devşirmeler yüzünden olmuşsa da, yine aynı sebepler ve aynı sonuçlar apaçık görülmektedir

Bir milletin, özellikle gençliğin ahlâkı önemlidir Çünkü milletin mukadderatı söz konusu olduğu yerlerde, onlar iş görecekler, kan dökeceklerdir Gençlik, kendini saran maddî ve manevî çevrede ahlâk disiplini, ahlâk örnekleri görürse, ahlâksızlığın dâima ezileceğinden gençlik, kendisine sözle ahlâkî telkin yapıldığı halde rüşvet, iltimas, dalkavukluk, haksızlığın hâkim olduğunu görürse, işte o zaman onda ahlâk buhranı başlar

Gençler, en çok öğretmenlerini örnek diye alırlar Öğretmen gevşek veya ahlâksız oldu mu, gençte ilk tepkiler başlar ve bu tepkiler her şeyi inkâra kadar gider

Öğretmen, ahlâk bakımından mükemmel bir insan olmalıdır Yani seçkin bir zümreden olmalıdır Halbuki bizde herkes öğretmen olmuştur Ne ilkokul öğretmenleri için, ne de ortaokul ve lise öğretmenleri için bir karakter seçimi yapılmamıştır Yalnız gerektiği zaman bir yoklama yapılmış, onda da çok kere haksızlık olmuştur Kim daha çok veya kuvvetli tavsiye mektubu getirmişse, sınavı o kazanmıştır Öğretmen olacak gençleri soy, karakter, aile bakımından gözden geçirmek gerekmez mi? Hattâ öğretmen olacak bir gencin soyu, bilgisinden daha önce gelmez mi? İşte bu önemli nokta tamamıyla ihmâl olunmaktadır Askerî okullara girecek öğrencilerin nasıl Türk soyundan olması şartsa, öğretmenlerin de Türk soyundan olması öylece şart olmalıdır Bundan başka, ahlâki özellikleri nedir, bazı zayıf tarafları var mıdır, öğrenci gözünde gülünç bir tip midir, bütün bunlara da dikkat edilmelidir Halbuki bunlara hiç dikkat olunmuyor ki, sonucun ne olduğu meydandadır

Gençlik, ahlâki bir çevre içinde yaşamalıdır, dedim Gençlik okulda, hayatta, sinemada, kitapta, plajda, sokakta, vapurda, tramvayda daima ahlâkın hâkim olduğunu görmelidir Gevşek bir öğretmen, kötü bir filim, zararlı bir kitap, bir plaj kepazeliği, sinsi bir yazı bazan herhangi bir gencin bu toplum için kaybolmasına sebep olabilir

Türk gençleri, millete kötülük edenlerin tepelendiğini, büyüklere heykel dikildiğini görmelidir Türk gençliği ata yâdigârı olan sebillerde rakı satıldığını, sinemalarda şehvet uyandıran filimler gösterildiğini, sağlık koruma yeri olan plajlarda türlü kepazelikler yapıldığını görmemelidir Mefahiri inkâr eden, yalancı ülkülerin propagandasını yapan, aileyi baltalayan yazı, roman, makale okumamalıdır Yoksa yalnız telkin vermekle, öğüt vermekle iş bitmez

Millî ahlâkın mezbahası olan bar, meyhane, balo gibi yerler ve güzellik kraliçesi seçimi gibi rezaletler Türkiye'de yasak edilmelidir Medeniyet bunlar değildir Bunlar medeniyetin kanalizasyonlarıdır

İstanbul'un seyyah şehri olmasını isteyenler, bunun ahlâkımızı da açacağı yaraları düşünemiyorlar Seyyah şehri demek, bir alay yabancı ve ahlâksız zenginin keyfini yapmak için açılmış sefahat ve fuhuş yuvaları ile dolu şehir demektir İstanbul'a para vermek, sefahat ve ahlâksızlık yapmak için bir sürü budala milyoner değil, eski tarih eserlerini görmek için ciddi bilim adamları gelmelidir Yabancı milyoner sefahat yaparken kaç tane Türk genci onları kıskanarak kendisini girdaba atacaktır, hiç düşünülüyor mu?

Sözün kısası: Kendimize dönelim Ahlâk, edebiyat, musiki, giyim, zevk, yemek, eğlence, hukuk, aile, görenek, gelenek ve her şeyde millî olalım

Milliyetçi dergiler ortalığı kapladıktan sonra, o paçavra gibi komünist şiirleri (!) ortalıkta azaldı Bir de şu caz denilen zenci musikisi, balo denilen Avrupa rezaleti, bar denilen Amerikan kepazeliği kalksa, hele şu tercüme kanunlar yerine millî örf ve ahlâkımızdan alınmış yasalar yapılsa, yâni tam manasıyla millî olsak ne olur biliyor musunuz?

Yine dünyanın birinci milleti oluruz

(Bozkurt, 7 sayı, 2 Temmuz 1942)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.