Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
kanuni, kültürümüz, sultan, süleyman

Kanuni Sultan Süleyman Ve Kültürümüz

Eski 11-25-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kanuni Sultan Süleyman Ve Kültürümüz







Kültürün, millet hayatında çok ehemmiyetli bir yeri vardır Geçmişe ve ruh köklerine bağlı olmak, bir millete yükselme yollarını açar, o milletin yarınlarını aydınlatır Kendi değerlerinden beslenen millî kültürlerini oluşturamamış veya bunları gelecek nesillere taşıyamamış milletler, yaşasalar bile istikballerinden endişe etmelidirler

Kültürel değerlerin milletlerin hayatındaki yerini bilen Osmanlı sultanları, cihangir ordularıyla ülkeler fethedip devletin sınırlarını genişletirken, ilim, irfan ve sanat erbabının çalışmaları için gerekli zemini hazırlamayı da ihmal etmemişlerdir Kazandıkları zaferlerden ziyade, ilim adamlarını ve sanatçıları muhafaza etmekle, onlarla dost olmakla iftihar eden Osmanlı sultanları, bu tavırlarıyla muhteşem bir medeniyetin oluşmasına öncülük etmişlerdir

Sultanların ve ilim adamlarının gayretleriyle yükselmeye başlayan Osmanlı medeniyeti, 2 Murad ve Fatih Sultan Mehmed dönemlerinde gelişmiş; Sultan Süleyman devrine gelindiğinde ise, en muhteşem günlerine ulaşmıştı

Aldığı eğitim sayesinde bir sanat âşığı olarak yetişen Sultan Süleyman, siyaseti ve askeri yönlendirmedeki ustalığını, sanat ve ilim erbabı üzerinde de göstermiştir Bu sayede onun döneminde sanat faaliyetleri zirveye çıkmış, mükemmel eserler ortaya konmuştur Bu dönemde yaşayan Şeyh Yahya Efendi ve Şeyhülislam Ebussuud Efendi gibi mânevîyât erlerinin yanında, Mimar Sinan, Baki, Matrakçı Nasuh, Nakkaş Osman, Fuzuli, Şah Kulu, Kara Memi, Ahmed Karahisârî gibi usta sanatçılar, Osmanlı medeniyetinin gelişmesine büyük katkı sağlamışlardır

Şeyhülislâm Ebussuud Efendi

Sultan Süleyman'ın en büyük talihi, asrında Şeyhülislam Ebussuud Efendi gibi büyük bir âlimin yetişmiş olmasıydı Ebussuud Efendi, engin fıkıh bilgisi ve adalet telakkisi ile sultanın baş danışmanıydı Sultan Süleyman ile Ebussuud Efendi arasında devlet vazifesinin ötesinde bir gönül bağı vardı Bu, âdeta hoca talebe münasebeti gibiydi Sarayın bahçesindeki ağaçları saran karıncalardan kurtulmak isteyen sultanın:

"Dırahta ger ziyân etse karınca

Zararı var mıdır ânı kırınca"

mısralarıyla hocasından müsaade isteyen bir talebe edasıyla seslenmesi;

Ebussuud Efendi'nin ise bir mürşit edasıyla:

"Yarın Hakk'ın divanına varınca

Süleyman'dan hakkın alır karınca"

diyerek sultana yapacağı işin âhiret mesuliyetini hatırlatması, bu bağın güzel bir örneğidir



Fıkıh ve tefsir alanında derin bir bilgiye sahip olan Ebussuud Efendi, Sultan Süleyman'ın nazarında, asrının Ebû Hanife'si idi Ebusuud Efendi ilmî seviyesini gösteren muhteşem bir tefsir hazırlamıştı Bu tefsir Osmanlı döneminde Zemahşerî ve Kadı Beyzâvî'nin tefsirinden sonra en çok müracaat edilen üçüncü eserdi Ebussuud Efendi, tefsirinin birinci cildini bitirip oğluyla Sultan Süleyman'a gönderdiğinde, sultan onu sarayın kapısında hürmetle karşılamıştı Eserin muhteşemliği karşısında hayrete düşen sultan, Ebusuud Efendi'nin maaşına iki yüz akçe zam yaparak, onu ödüllendirmiş ve eserden iki nüsha daha yazdırılarak Mekke ve Medine'ye gönderilmesini emretmişti

Süt Kardeş, Ağabey "Yahya Efendi"

Sultan Süleyman'ın gönül dünyasında yer bulan diğer bir mânevîyât büyüğü ise, Şeyh Yahya Efendi'dir Trabzon Müftüsü Ömer Efendi'nin oğlu olan Yahya Efendi, Şehzade Süleyman ile aynı günlerde doğmuştu Yahya Efendi'nin, Sultan Süleyman'ın nezdinde ayrı bir yeri vardı Çünkü Yahya Efendi, Sultan Süleyman ile "sütkardeşi" idi Annesinin sütü yeterli olmadığından, Şehzadeyi Yahya Efendi'nin annesi emzirmişti Böylece geleceğin "sultan"ı ile "veli"si sütkardeş olmuşlardı Bu yakınlıktan olsa gerek, Sultan Süleyman, Yahya Efendi'ye "ağabey" diye hitap ederdi

Halk arasında Zembilli Ali Efendi olarak tanınan Molla Cemâlî'den ders okuyup icazet alarak müderris olan Yahya Efendi, Beşiktaş sırtlarında insanlardan uzakta medrese, mescit, hamam ve çeşmeden müteşekkil küçük bir külliye kurmuştu Yahya Efendi, son akçesine kadar fakir ve muhtaçlara dağıtan, hattâ ziyaretine gelenlerin kayık kirasını dahi kendisi verecek kadar cömert bir veli idi

Sultan Süleyman devlet işlerinden bunalıp, biraz nefes almak istediğinde, Yahya Efendi'nin bu mütevazı uzlet hanesine misafir olur, onunla hasbıhâl ederdi Dünyevî ihtiraslardan arınmış bir ruha sahip olan Yahya Efendi, sultana hâl ve sözleriyle saltanatının fânîliğini hatırlatan, gerektiğinde eksik yanlarını, yanlışlarını söyleyebilen beklentisiz bir dosttu

Mimar Sinan ve Süleymaniye Külliyesi

Sultan Süleyman devrinde yetişen büyük sanatçılardan biri de, Mimar Sinan'dır Mimar Sinan, Yeniçeri Ocağı'nda yapı işlerinden mesul bir asker olarak devlet hizmetine girmiş ve gösterdiği yararlılıklar sayesinde sekban ocağına alınmıştır Vezir Lütfi Paşa'nın tavsiyesiyle de askerî vazifeden alınıp, sivil mimar olarak sarayın hizmetine verilmiştir

Sultan Süleyman devrinde inşa edilen eserlerin hemen hepsinde Mimar Sinan'ın mührü yer almaktadır Mimar Sinan, başta İstanbul olmak üzere memleketin birçok yerinde cami, medrese, hastane, imarethane, su kemeri, köprü, dergâh gibi eserler inşa etmiştir

Mimar Sinan'ın Sultan Süleyman döneminde inşa ettiği en büyük eser, şüphesiz Süleymaniye Külliyesi'dir 24 Mayıs 1550 Perşembe günü inşasına başlanan eserin ilk temel taşını koymak bahtiyarlığını, Sultan Süleyman, Mimar Sinan'a vermeyip, bu vazifeyi ilme ve insanlığa duyduğu saygının gereği olarak devrin fazilet ve bilgi âbidesi Ebussuud Efendi'ye vermişti Yedi yıl sonra, gelenleri haşmet ve heybetle selâmlayan Osmanlı mimarlık sanatının en mühim eserlerinden biri vücuda getirilmişti

Ahmet Karahisarî ve muhteşem Mushaf-ı Şerîf

16 yüzyılın büyük sanatkârlarından olan Ahmet Karahisarî'nin en önemli eseri hâlen Topkapı Müzesi'nde muhafaza edilen büyük ebattaki Mushaf-ı Şerif'tir Sultan Süleyman'ın isteği üzerine yazılmaya başlanan Mushaf-ı Şerîf, 16 yüzyılın en büyük şaheserlerinden birisi olarak kabul edilmektedir Orijinali 61,5 x 42,5 santimetre boyutunda olan eserin 220 yaprağı 1554?1555 yılları arasında Ahmet Karahisarî, 80 yaprağı ise 1584?1587 yılları arasında mânevî evlâdı Hattat Hasan Çelebi tarafından yazılmıştır Tamamlanması 51 yıl süren Mushaf'ın sadece tezhibi ve cildi, 1584?596 arasında (12 yılda) bitmiştir

Kanunî Sultan Süleyman ve şiir

Sultan Süleyman devrinde şiirin ve şairlerin itibarı artmış, söz ustaları her yana yayılmıştı Şiir hususunda son derece hassas olan sultan, nerede iyi bir şair duysa, onu himaye eder, ondan iltifatını esirgemezdi Devrinde Bâkî, Fuzulî, Hayâlî, Ahmet Paşa, Necati Bey ve Zâtî gibi değerli birçok şairin yetişmiş olması, biraz da sultanın gayretleriyle mümkün olmuştur

Kendisi de bir şair olan Sultan Süleyman, "Muhibbî (seven, âşık)", mahlasıyla şiirler yazmıştır Söz ustalığında şair sultanların en ihtişamlısı ve en çok şiir yazanı olan Sultan Süleyman'ın, biri Farsça olmak üzere iki "divân"ı bulunmaktadır Sultan Süleyman'ın devlet işlerinin arasında binlerce şiirden oluşan bir "divân" vücuda getirebilmesi, hayret edilecek bir muvaffakiyettir

Şair Muhibbi'nin dilden dile dolaşan şu ünlü gazeli, aynı zamanda onun dünya saltanatı karşısındaki tavrını da yansıtmaktadır

"Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet, cihanda bir nefes sıhhat gibi

Saltanat dedikleri, ancak cihân gavgâsıdır

Olmaya baht ü sa'âdet, dünyada vahdet gibi"

Sultanü'ş-şuara Bâkî

İstanbul Fatih Camiî müezzinlerinden Mehmed Efendi'nin oğlu olarak dünyaya gözlerini açıp, bir saraç çırağı olarak hayata ilk adımını atan Bâkî, asıl yerinin burası olmadığını kısa sürede anlayacaktır Zekâsı ve fıtrî kabiliyeti, Osmanlı halkının kadir bilirliği ile birleşince zanaat hayatından irfan dünyasına geçmesi zor olmamıştır Zamanının ünlü müderrislerinden Karamanlı Mehmed ve Ahmed efendilerden aldığı derslerle henüz delikanlılık çağında ilim ve sanat muhitlerince kabul edilmişti Nahçıvan Seferi (1555) sonrasında, Sultan Süleyman'a sunduğu kasideyle saray çevrelerine girmeyi başaran Bâkî, bu tarihten itibaren sultanın sohbet arkadaşları arasında yer almıştı Osmanlı şairleri arasında ayrı bir yeri olan Bâkî, Sultanü'ş-şuara unvânıyla anılmıştır Bâkî'nin bu unvânı almasında en büyük pay, şüphesiz Sultan Süleyman'ındır Sultan ondaki sanat kabiliyetini ve kudretini keşfederek, onu has meclisinin ayrılmaz bir parçası yapmıştı Tarihçi Selanikî'nin anlattığına göre, Sultan Süleyman, Bâkî hakkında "Ömrümün üç yerinden çok hazzetmişimdir; bunlardan biri de Bakî gibi bir şairi bulup, çıkarıp iltifat etmekliğimdir!" demiştir

Sultan Süleyman'ın gâye-i hayâli ve son seferi

Hayatını İlâhî rızayı kazanmak üzere programlamış olan Sultan Süleyman, bu uğurda hiçbir gayretten geri kalmamıştı Sultan Süleyman gâye-i hayâlini;

"İmtisal-i cahidu-fi'llah oluptur niyyetim,

Din-i İslâm'ın mücerret gayretidür gayretim"

mısralarıyla ifade etmişti

Avusturyalı diplomat Busbecq, Türk Mektupları adlı eserinde 16 Yüzyıl İstanbul'u hakkında bilgiler verirken, Sultan Süleyman için; "Devletinin sınırlarını genişletmek istediği kadar, dinini yüceltmek ve yaymak gayesindedir" demektedir

Sultan Süleyman bu uğurda, 72 yaşına girmiş olmasına rağmen, Avusturya üzerine Zigetvar Seferi'ne (1566) karar vermişti Hekimler, sultanın hem yaşlılığı hem de müptelâ olduğu nikris (gut) hastalığı sebebiyle sefer meşakkatine tahammül edemeyeceğini bildirmişler; ancak o "Her şey takdir-i İlâhiye tevakkuf eder" diyerek sefere gitmeye karar vermiştir Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa da aynı sebeplerle sultanın sefere çıkmasını istemeyenlerdendi Bu fikrini sultana arz edince, sultan "Sarayda kalıp, baş yastıkta ölürsem, yarın rûz-i mahşerde fatih cedlerimin huzuruna nasıl çıkabilirim?" cevabını vererek tarih karşısındaki mesuliyetini beyan etmişti

Bu şartlarda sefere çıkan Sultan Süleyman, Zigetvar'ın fethini büyük bir sabırsızlıkla beklemiş; ancak fethi göremeden bir gece öncesinde (7 Eylül 1566) vefat etmiştir Sultan Süleyman'ı yaşlı hâlinde, ata binmeye dahi muktedir olamayacak kadar hasta vaziyette, bu uzun sefere sevk eden gerekçe, onun derin imanında ve yüce gâyesinde aranmalıdır O âdeta 46 seneden beri rızasını kazanmak için diyardan diyara koştuğu, Rabb'ine kavuşmaya gidiyordu Bu sefer esnasında şehâdet talep ettiği, hattâ; "Ya Rabbi, nice müddettir ki rûy-i zemini zîr-i nigin-i zafer karinim etdin! Vasıl olmadık recâm, hâsıl olmadık mânâm kalmadı; hâlen habibin hürmetine, saadet-i şehâdet, ba'dehu didâr-ı şerifini müşâhedet nasip eyle" dediği, böylece muharebe esnasında vefatıyla arzuladığı mertebeye kavuştuğu rivayet edilir

Sultan Süleyman'ın cenaze namazı ve sandukanın sırrı

Henüz düşman karşısında bulunulması sebebiyle Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa, sultanın vefatını bir müddet gizlemeyi uygun görmüş; vefat haberi Belgrat'a gelindiğinde, yani kırk sekiz gün sonra duyurulmuştu Bâkî bu durumu mersiyesinde "Halk-i cihana kırk sekiz gün duyurmadı" mısraları ile belirtmiştir Sultanın cenaze namazı Süleymaniye Camiî'nde muhteşem bir kalabalık huzurunda, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi tarafından kıldırılmış ve naaşı, Süleymaniye Külliyesi'nde Dâr'ul-Kurrâ'nın (Kur'ân Mektebi) yanındaki türbesine defnedilmiştir

Sultan'ın defni esnasında elindeki sandukayı ısrarla kabre koymaya çalışan bir saray görevlisi, topluluğun dikkatini çekmişti Bu duruma mâni olunup ne yaptığı sorulduğunda ise, bunun sultanın vasiyeti olduğu öğrenildi Ebussuud Efendi duruma müdahale ederek, sandığın açılmasını istedi Sandık açıldığında, dışarıya kâğıtlar saçıldı Bunlar sultanın hayattayken Şeyhülislam Ebussuud Efendi'den aldığı fetvalardı Kendi eliyle yazdığı fetvaları gören Ebussuud Efendi; yaşlı gözlerle "Sen bunlarla kendini kurtardın Ulu Hakan Biz verdiğimiz hükümlerin mesuliyeti karşısında yarın ahirette ne yapacağız?" demişti

Sultan Süleyman'ın vefatı Osmanlı halkına derinden tesir etmiş, bu meyanda hüznü ifade eden birçok mersiyeler yazılmıştı Bunlardan en meşhuru Bâkî'nin "Mersiye-i Hazret-i Süleyman Han" isimli eseridir

Baki mersiyesini:

"Minnet Hudâya iki cihânda kılub saîd

Nâm-ı şerîfin eyledi hem gaazi hem şehîd"

beytiyle bitirmiştir

Netice

Sultan Süleyman'ın 46 yıllık saltanatı sırasında Osmanlı Devleti üç kıtaya yayılmış, deniz ve karalarda bütün dünyayı ilgilendiren siyasî kararlar alınmış; her tarafta maddî ve mânevî nüfuzu artmıştı O, muazzam Osmanlı Devleti'ni, sadece maddî ve siyâsî kuvvetle değil, devrinde yetişen siyaset, bilim ve sanat erbabının da katkılarıyla başarıyla yönetmişti Saltanatı süresince devletini ve milletini hakkıyla temsil etmiş, seleflerinden devraldığı Osmanlı medeniyet bayrağını, daha yukarılara taşımayı başarmıştı

Bu sebepledir ki O, "Muhteşem Süleyman", "Büyük Türk", "Büyük Efendi" şeklinde anılmış ve onun asrı da "Türk Asrı" olarak tarihe geçmiştir

Kaynaklar

- Gökbilgin, M Tayyip, Kanuni Sultan Süleyman, MEB Yay, İstanbul, 1992

- Ayverdi, Samiha, Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 1999

- Aksun, Ziya Nur, Osmanlı Tarihi, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1994

- Aksun, Ziya Nur, Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, Çağ yayınları, İstanbul, 1989

- Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, TTK Yayınları, Ankara, 1988[/COLOR]

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.