Prof. Dr. Sinsi
|
Mağrifet Ayı
Euzü billâhi mineş şeytànir racîm
Bismillâhir rahmânir rahîm
Elhamdü lillâhi rabbil àlemîn… Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidil evvelîne vel âhirîn, muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn… Ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmid dîn… Emmâ bad:
Aziz ve muhterem cemâat-i müslimîn! Kıymetli kardeşlerim! Allah-u Teâlâ Hazretleri cümlenizden râzı olsun… Namazlarınızı, niyazlarınızı, oruçlarınızı, ibadetlerinizi, tâatlerinizi kabul eylesin… Muradlarınızı ihsân eylesin…
Oruç tuttunuz, terâvihinizi kıldınız, yoruldunuz Ben de Peygamber SAS Efendimizin hadis-i şeriflerinden bir nebze, bir demet, birkaç söz söyleyip münâsib bir miktar konuştuktan sonra sözümü kesmek istiyorum
Allah-u Teâlâ Hazretleri bir hadis-i kudsîde buyurmuş ki:
(Yebni âdem) “Ey Ademoğlu! ” Hepimiz Hazret-i Ademin evlatlarıyız Binaen aleyh Hazret-i Ademden gelen nesiller olarak, Adem ASın evlatlarının hepsi benî Ademdir Hepimiz kardeşiz… Ayrıca Peygamber Efendimiz, “Adem topraktandır ” buyurmuş; binâen aleyh aslımız toprak olduğuna göre, mütevâzî olmamız gerektiğine oradan işaret edilmiş oluyor
(Eksirû biz zâd, feinnet tarika baîd) buyrulmuş Zâd, Arapçada yol için hazırlanılan yiyecek, içecek; torbasına konulan nevâle demek… Eskiden yolcular yola çıkarken, yanlarına yol azıklarını almaları gerekirdi Çünkü, yollar şimdiki gibi konforlu değildi Elhamdü lillâh biz bugün Maraştan çıktık da, nereleri geçtik, dağları aştık; eski zamanın imkânlarına göre kaç haftalık yoldan kalktık, Aksaraya ulaştık; Allahın lütfuyla, keremiyle…
Tabii, yollarda da her türlü imkân var… Benzin istasyonları var, abdest yerleri var… Yiyecek sıkıntısı yok, nevâle derdi yok… Ama, eskiden böyle değildi Çöle çıkan bir insanı düşünelim: Çölde ne yiyecek, ne içecek? İkisi de büyük problem… Suyunu kırbasına veyahut tulumuna doldururdu, devesinin veya bineğinin bir yanına asardı Yiyecek olarak da –ekmek mi olur, kavrulmuş un mu olur– yolda bozulmayacak, uzun zaman dayanacak besleyici kuvveti olan şeyi –buğday gibi, hurma gibi– yanlarına alırlardı Torbalarına koyarlardı, yola çıkarlardı
Yollarda da sıkıntı çektikleri çok olurdu Yorgunluk bir tarafa, uzun mesafeleri zahmetlerle aşmak bir tarafa, yiyecek içecek sıkıntısı da olurdu Bu sıkıntıdan dolayı Peygamber SASin bir hadis-i şerifi var:
“–Çölde yolculuğunuz esnasında bir yere misafir olduğunuz zaman, eğer size misafirin hakkı olan ikramı yapmazsa, alabilirsiniz ” diyor
Neden? Hayâtî tehlike var, ikram etmesi lâzım! Çadırdaki veya obadaki veya köydeki insanın, misafire hiç olmazsa birazcık su, birazcık yiyecek vermesi lâzım! “Vermezse, misafirin hakkını alabilirsiniz Ölecek değilsiniz ya, alın!” diyor Peygamber Efendimiz… Tabii bu, işin vehâmetini, ciddiyetini gösteriyor
Burada sahabe-i kirâmın bir seyahatini de hatırladım: Sahabe-i kirâmdan bir grup yola çıkmışlar Kimbilir hangi vazifeyi verdi Peygamber SAS Efendimiz kendilerine… Çölde kumlara bata çıka, sıcaktan terleyerek, yorgun argın giderken, nihâyet bir vâhaya gelmişler İşte biraz hurma ağaçları var, su emâresi var, birkaç çadır var… Sevinerek gitmişler Demişler ki:
“–Yolcuyuz işte…”
Onlar misafir etmemiş Bu mübareklerin kim olduğunu bilememişler, misafir etmemişler o vâhada… Ne yiyecek vermişler, ne içecek vermişler, ne de obalarına alıp götürmüşler Bunlar sahabî… Peygamber SAS Efendimizin mübarek asr-ı saâdetinde kendisinin etrafında bulunan, her birisi evliyâ olan insanlar ama, misafirperverlik göstermemişler
Bizimkiler de obanın kenarında, kumların üstüne yatmışlar Yorgunlukları gitsin bâri, ne yapalım… Aç ve susuzlar amma, hiç olmazsa yorgunluktan dinlensinler diye uzanmışlar, yatmışlar
Biraz sonra obadan bir feryad, bir takım çığlıklar, telâş, bağırma vs duyulmuş Bir cariye yüzünü örte örte gelmiş, demiş ki:
“–Zehirli bir yılan kabile reisini soktu İçinizde tedâvi bilen var mı? ”
Yaaa; sen böyle evliyâ, sahabe insanları obanda misafir etmezsen, nasıl bilir yılan sokacağı kimseyi… Obanın reisini sokmuş Başlamış vücudu şişmeğe… Ölecek adam… Yılan zehirli, yılanı tanıyorlar Soktuğu insanı öldüren cinsten yılan… Obanın reisi ölecek, vücudu şişmeğe başlamış “Var mı sizde tedâvi bilen bir kimse? ” diye sormuş
Onlardan bir tanesi:
“–Biraz ben biliyorum ” demiş
“–Hemen gel!” demişler
O zaman, obaya almışlar Demin almamışlardı, şimdi almışlar Kabile reisinin yanına gitmişler Ne yapmış tedâvi olarak, bir şey mi içirmiş? Hayır! Sadece Kuran okumuş Şişmekte olan vücut iyileşmeğe başlamış, düzelmiş Onun üzerine tabii, çok sevinmişler ve çok ikramlar etmişler Baş tâcı etmişler, içeriye almışlar, yedirmişler, içirmişler, istirahat ettirmişler Ertesi gün de yola giderken, onlara koyun, kuzu vs bir sürü hediyeler vermişler
Bunlar da aldıkları hediyelerle Medine-i Münevvereye gidiyorlarmış Fakat, okuyan şahıs üzüntülü… Demiş ki:
“–Ben bu işe çok üzüldüm ”
“–Niye? ” demişler
“–Kuran-ı Kerimi okudum, sonra bana bu hediyeleri verdiler Kuran-ı Kerimi maddî menfaat celbinde mi kullandım diye üzülüyorum Bunu Rasûlüllaha soracağım Verilenlere hiç el sürmeyin!” demiş
Medine-i Münevvereye gelmişler Peygamber SAS Efendimize durumu anlatmışlar Peygamber Efendimiz:
“–Siz haklısınız, herhangi bir mahzur yok… Niyetiniz gayet hâlis, gayet temiz… Obanın olaylarının seyir tarzı gayet güzel… Aldığnız hediyelerin de bir mahzuru yoktur Hattâ, bana ikram ederseniz, getirin ben de alayım ” demiş
Yâni, herhangi bir mahzuru olmadığı belli olsun diye… Sonra sormuş o zâta:
“–Ne yaptın da ilaç gibi tesir etti, ne okudun?”
“–Yâ Rasûlallah, Fâtiha Sûresini okudum ” demiş
Bu hadis-i şeriften ne çıkıyor? Esas itibariyle vücudu zehirlenmeye başlamış, şişiyor Maddi bir hastalık var, hasar var, şişme var… Ötekisi ne yapıyor? Sadece dua ediyor Onun dışında bir ilaç vermiyor Ama şifâ Allahtan olduğundan, Allah-u Teâlâ Hazretleri kàdir-i mutlak olduğundan, her şeye kàdir olduğundan; yâni ölümden döndürmeğe kàdir değil mi? Yılanın zehirlemesiyle ölecek insanın ölmemesini emrettiği zaman, yaşatmağa kàdir değil mi? Âmennâ ve saddaknâ, kàdir… Hasta iyi oluyor, Fâtiha okumakla…
Tabii şimdi ramazan ayı içindeyiz “Ramazan ayı nedir?” diye sorunca, bir takım tarifler yapılacağı, isimler verileceği zaman evvelâ ne denilir? Ramazan mâh-ı gufrândır Allah-u Teâlâ Hazretlerinin kullarını çok afvü mağfiret eylediği bir aydır İftar vakitlerinde affeder, sahur vakitlerinde affeder
Bu ayda Allah duaları kabul eder Çünkü, (Duâuhû müstecâbün) “Oruçlunun duası müstecâbdır ” diyor Peygamber SAS Efendimiz… Oruçlunun duasının makbul dua olduğunu, müstecâb dua olduğunu bildiriyor Akşam namazı yaklaştığı zaman, top atıldığı zaman, “Yâ Rabbi! Beni, anamı, babamı, müminleri mağfiret eyle…” diye dua edilmesini Peygamber SAS Efendimiz tavsiye ediyor
Kulların çok mağfiret edildiği, cehennemi hak etmiş çok kimsenin cehennemden âzâd olduğu bir aydır ramazan… Mâh-ı gufrân, veyahut Arapça tabiriyle şehrü gufrân… Kulların afvü mağfiret olduğu bir ay…
Sonra, başka nedir ramazan? Peygamber SAS buyurdu ki:
(Evvelühû rahmetün) “Evveli Allahın rahmetinin tecelli ettiği; (ve evsatühû mağfiretün) ortasının Allah tarafından kulların mağfiret olunduğu; (ve âhiruhû ıtkun minen nâr) sonunda da kulların cehennemden âzâd olduğu bir aydır ” Mâh-ı gufrândır
Sonra nedir? Mâh-ı Kurândır, Kuran-ı Kerim ayıdır ramazan… Neden? Peygamber SAS Efendimiz ramazan ayında Kuran-ı Kerimin bütününü Cebrâil ASa okur ve mukabele ederdi Onun için, hafızların camilerde Kuran-ı Kerim okuması ve cemaatin Kuran-ı Kerimleri açıp onu dinlemesi, Peygamber Efendimiz ile Cebrâil ASın Kuran-ı Kerimi tekrârının bir nişânesidir O adetin devamıdır
İşte ramazan aynı zamanda, Kuran-ı Kerime sarılma, Kuran-ı Kerimi okuma, Kuran-ı Kerim bilgisini tekrarlama ayıdır
Kulların tabii kusurları, günahları vardır İçki günahtır, yalan günahtır, iftira günahtır, gıybet günahtır… Harama bakmak günahtır, haram yemek günahtır Kuran-ı Kerimi bildiği halde unutursa, en büyük günahlardan birisidir Onun için bütün gün insanın Kuran-ı Kerime sımsıkı sarılıp, hafızasını tazelemesi lâzım! Ramazanda bu işe gayret etmesi lâzım! 
–Evvelce ben Rahmân Sûresini ezbere bilirdim
–Oku şimdi! 
–Okuyamıyorum
–Yâsini bilirdim
–Oku şimdi! 
–Okuyamıyorum
–Annem babam sağ iken, küçükken hocaya göndermişlerdi Amme cüzünü bitirmiştim
–Oku şimdi! 
–Okuyamıyorum
Çok büyük günah! Onun için, Kuran-ı Kerimin tekrârı da lâzım! İşte bu münâsebetle, anlattığım menkabede de Kuran-ı Kerimin maddî bir devâ olduğunu da görüyoruz Sahâbenin hayatından maddî bir devâ… Sanki ilaç almış da, sanki panzehir almış da zehrin tesirini durdurmuş gibi… Fâtihayı okuyor ve adamın hastalığı geçiyor Ölecekken hayata geri dönüyor
Demek ki, Kuran-ı Kerimin çok büyük özellikleri var… Mânevî sevabı var, maddî şifâ özelliği de var… Günümüzde de şifadır İmansızların sorularına cevap verdiğinden onların iman zaaflarına şifadır, aynı zamanda insanların maddî rahatsızlıklarına şifâdır
Bu menkabeyi niçin anlattık? Hani çölde seyahat edildiği zaman, seyahat edenlerin başlarına ne manzaralar geliyormuş; aç kalıyorlarmış, susuz kalıyorlarmış, sıkıntı çekiyorlarmış Onun için torbasına yiyeceğini doldurup öyle gitmeli insan… Suyunu koymalı! Neme lâzım, aç kalmak var, yayan kalmak var… Böyle bir şey olmasın diye azıkla yola çıkmak gerekiyor
Diyor ki hadis-i kudsîde Allah-u Teâlâ Hazretleri:
“–Yol azığını çok yapın, biriktirin fazla alın yanınıza; çünkü, yol çok uzaktır ”
Burdan ne kasdediliyor? İnsanoğlunun dünyadaki hayatı bir yolculuğa benzetiliyor İnsanoğlu dünyaya geliyor… Ondan sonra çocukluktan orta yaşa, orta yaştan ihtiyarlığa hayatın bir akışı oluyor Ondan sonra vefat ediyor, ahiret alemine geçiyor Ondan sonra alem-i berzahta ruhlar bekliyor Kıyamet kopuyor… Kıyamet kopunca, mahşer yerinde insanlar toplanıyor Ondan sonra hesapları görülüyor Sıratı geçenler cennete varıyor
Demek ki, insanoğlunun yolculuğu daha dünyaya gelmeden ruhlar aleminden başlıyor, dünyaya gelişiyle devam ediyor; ölümüyle öbür aleme geçiyor insan… Öbür alemdeki mahkemeden sonra, kıyamette hesabının görülmesinden sonra da yolculuğun sonu ebedî durak olan cennet veya cehennem… Yâni, kâfirler için cehennem, müminler için cennet…
Ama tabii, müminlerin de kusuru olanları, günahkâr olanları, âsî olanları, hak edenleri; onlar da cehenneme girecek Onlar da ehennemde cezalarını bir müddet çekecekler, ondan sonra çıkacaklar, cennete girecekler Neden? İmanlarından dolayı… Çünkü, “Lâ ilâhe illallah” diyen cennete girecek
(Men kàle lâ ilâhe illallah, dehalel cenneh) “Lâ ilâhe illallah” diyen cennete girecek Girecek ama, nasıl girecek? Herkes cennete girecek ama, kimisi bigayri hisâb girecek Bahtiyarlar, Allahın mübarek kulları, sevgili kulları, defter ve divan açılmadan, hesaba tutulmadan, sorgu sual olmadan, bigayri hisâb cennete girecekler
Peygamber SAS bir hadis-i şerifinde buyurdu ki:
“–Yetmişbin kişi benim ümmetimden bigayri hisâb cennete girecek ”
Ükkâşe ibn-i Mihsân es-Sakafî RA, Peygamber SAS Efendimizin orduların başına komutan olarak tayin ettiği sevdiği mübarek sahabilerinden birisi… O kalktı:
“–Yâ Rasûlallah, dua et; cennete bigayri hisâb girecek bahtiyarlardan birisi de ben olayım! ” dedi
Gülerek baktı Peygamber Efendimiz:
“–Sen de onlardansın!” dedi
Sonra buyurdu ki:
“–Allah-u Teâlâ Hazretleri bana, Yetmişbin kişi cennete bigayri hisâb girecektir buyurunca, ben artırılmasını diledim Mevlâmdan… Yâ Rabbi, daha ziyâde eyle, yetmişbini arttır! dedim Allah-u Teâlâ Hazretleri de yetmişbinin her birine yetmişbin bağışladı ”
O zaman yetmişbin kere yetmişbin oluyor Dörtmilyar dokuzyüz milyon mümin cennete bigayri hisâb girecek Bir de hadis-i şerifte esrarlı bir ifade var: “Rahmânın avuçlarından birkaç avuç daha eklenecek ” Yâni Allah-u Teâlâ Hazretlerinin bir avucu dediği miktar ne kadardır, onu da bilmiyoruz Hani çarşıda pazarda alışveriş yapıldığı zaman, satıcılar malı tartarlar da, “Bu da terazinin hakkı…” derler, fazla olarak bir avuç daha koyarlar
Allah-u Teâlâ Hazretleri Peygamber Efendimizin niyazı üzerine yetmişbinin her birine yetmişbin daha ihsân eylemiş; dört milyar dokuzyüzmilyon ediyor Bir de Rahmânın avucuyla birkaç avuç daha… Artık onun miktarı hangi noktada bilemiyoruz Bigayri hisâb girecekler bazıları… Nasıl girecekler? Arş-ı Alânın gölgesinde gölgelenecekler, defter divan açılmayacak, “Sen ne günah işledin; gel bakalım, ver hesabı! ” denilmeyecek Hesaba tâbî olmadan cennete girecekler
Tabii, ilk cennete girecek kimdir? Peygamber Muhammed-i Mustafâ SAS Efendimiz girecek Hattâ buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
(Âtî bâbel cenneh) Ben cennetin kapısına varacağım Kapıya geldiği zaman, cennetin kapısı kapalı… Cennetin bekçisi Rıdvân soracak:
–(Men ente?) “Kimsin sen? ”
Diyecek ki Peygamber SAS:
–(Ene muhammedin) “Ben Allahın sevgili kulu, habîbi, elçisi Muhammed-i Mustafâyım ”
O zaman cennetin vazifeli meleği Rıdvan diyecekmiş ki:
–(Bike ümirtü en lâ efteha liehadin kableke) “Buyur yâ Rasûlallah! Sorgu sual etmemin sebebi şu: Senden önce bu kapıyı kimseye açmamayı Allah bana emretti de ondan soruyorum Buyur yâ Rasûlallah! ” diyecek
Cennete ilk kim girecek? Peygamberimiz SAS Efendimiz Hazretleri girecek Cennetten evvel mahşer yerinde her mümin Peygamber SAS Efendimizin Livâül Hamdi altında toplanacak Adem AS ve bütün peygamberler, Mûsâ AS, İsâ AS… hepsi Peygamber Efendimizin Livâül Hamdi altında toplanacaklar
Onun için niyaz ediyoruz ki, “Yâ Rabbi! Bizi Peygamberimiz Muhammed-i Mustafâ SAS Hazretlerinin hamd sancağı altında, Livâül Hamdi altında, peygamberlerle, sıddîklerle, şehidlerle, salihlerle beraber haşr eyle… Onlarla topla, onlarla beraber eyle…” diye dua ediyoruz
Bütün peygamberler Peygamber Efendimizin bayrağı altında toplanacaklar ve cennete doğrudan girecekler Bunlara duhûl-i evvelîn denilecek Burada duhûl, dâhilin cemidir; girenler demek… Duhûl-i evvelîn, ilk giren mübarekler demek… Peygamberler ilkönce girecek cennete ama, cennetin kapısına ilk gelen ve cennetin kapısının ilk açıldığı kimse, server-i enbiyâ Muhammed-i Mustafâ SASdir Adem AS ve bütün peygamberler onun sancağı altında cennete gidecekler
İşte bigayri hisâb cennete girenler ondan sonra girecek Çünkü bu mübarekler şehidlerdir, Allahın çok sevgili kullarıdır, evliyâullahtır, mukarrebîndir
(Ves sâbiknes sâbikn Ülâikel mukarrabûn Fî cennâtin naîm Sülletün minel evvelîn Ve kalîlün minel âhirîn ) diye Vâkıa Sûresinde bildirilen müminlerin yüksek tabakasıdır Safvet-i ibâd, Allahın kullarının seçkin tabakasıdır
Ondan sonra hesaba göre, hesabı görülüp de cennete girecekler var… Bu hesap meselesini de bir menkabe ile size anlatmak istiyorum, muhterem kardeşlerim:
Hazret-i Ömer RA dünyada dostlarından biriyle anlaşma yapmış Hayatta birbirlerini seviyorlar, anlaşma yapmışlar Arkadaşı ona:
“–Yâ Ömer! Sen önce ölürsen, ahirete benden önce gidersen, benim rüyama gir; ahirette gördüklerini bana anlat! Ben önce gidersem, senin rüyana girmeye çalışayım, ahirette gördüklerimi anlatayım ” demiş
Hazret-i Ömer RA, bu anlaştığı mübarekten önce ölmüş Hazret-i Ömer RAı, biliyorsunuz hançerledirler, şehîden ahirete irtihal eyledi Hazret-i Ömeri defnetmişler Adamcağız o gece merakla rüyada Hazret-i Ömeri beklemiş Yok Hazret-i Ömer… Ertesi gün beklemiş; yok Hazret-i Ömer… Ertesi gün beklemiş; yok… Onbeş gün Hazret-i Ömeri beklemiş, rüyada görebilir miyim diye… Anlaştılar ya ikisi, rüyada gelecek Hazret-i Ömer; bilgi verecek
Onbeşgün sonra Hazret-i Ömer RAı görmüş Hamamdan çıkmış gibi terli olarak görmüş Kıpkırmızı olmuş yanakları, boncuk boncuk terliyor Sormuş:
“–Yâ Ömer! Hani anlaşmıştık seninle, ölünce rüyada bana görünecektin? ”
“–Sus! Daha hesaptan yeni kurtuldum ” demiş
Şimdi ben inanıyorum böyle şeylere… Birisi uydurmamıştır, gerçektir diye inanıyorum Vuk bulduğuna kendim inanıyorum Aziz ve muhterem kardeşlerim, şu dersi çıkartıyorum şahsen kendim: Hazret-i Ömer öyle bir insan ki, İslâm halifelerinin ikincisi… Ebûbekr-i Sıddîk, Ömerül Fâruk… İkinci halife… Peygamber SAS Efendimize kızını vermiş, Peygamber Efendimizin kayınpederi… Ebûbekr-i Sıddîk RA kayınpederi, Ömerül Fâruk RA de kızın Hafsa Vâlidemizi verdiği için Peygamber Efendimizin kayınpederi… Arkadaşı…
Aşere-i mübeşşereden… Peygamber Efendimiz on kişinin hayatında iken; “Ebubekir cennetliktir, Ömer cennetliktir, Osman cennetliktir, Ali cennetliktir…” diye bildirmiş Camilerde kenarlara, yuvarlak levhalara bu aşere-i mübeşşerenin isimlerini yazarlar
Peygamber Efendimizin sahabesinin derecesinin ne kadar yüksek olduğunu biliyoruz Yâni sahâbenin derecesine hiçbir evliyâ ulaşamıyor Ehl-i sünnet itikadına göre, en yüksek evliyânın bile derecesi sahabeden aşağı… Çünkü, Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
(Hayrul kurûni karnî) “Çağların en hayırlısı, devirlerin en güzeli benim devrimdir, insanları en hayırlıdır (Sümmellezîne yelûnehüm sümmellezîne yelûnehüm) Yâni önce ashâb, Peygamberimizi görenler; sonra tabiîn, ashâbı görenler; sonra tebe-i tabiîn, tabiîni görenler…” diye üç neslin çok mübarek olduğunu beyan ediyor Rasûlüllahı görmek yetiyor Sohbetine ermek, sahabesi olmak şerefi muazzam yükseltiyor
Aşere-i mübeşşereden, Peygamber Efendimizin sahabesi, kayınpederi… Sonra ashabdan iki kişiye Peygamber Efendimize kabir arkadaşlığı nasib olmuş, başkasına nasib olmamış Birisi Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz, biri Ömerül Fâruk Efendimiz… Peygamber Efendimizin kabrini arkasında onların kabirleri var… Medine-i Münevverede, Kubbe-i Hadrânın altında… İki kişiye nasib olmuş
Hazret-i Aişe validemiz bir gece bir rüyâ görmüş Delâilül Hayrât kitabında anlatılır bu rüyâ… Rüyasında gökten üç tane dolunay Hazret-i Aişe Vâlidemizin odasına kadar gelmiş, oraya inmiş, toprağa geçivermiş
Bunu babası Ebûbekr-i Sıddîk RA Efendimize anlatmış Demiş ki:
“–Babacığım, ben böyle bir rüya gördüm Nasıl yorumlarsın bu rüyâyı, nedir bunun tevili? ”
Demiş ki:
“–Kızım! Senin odana ilerde üç kişi vefat edince defnolunacak Onlar yeryüzünün en hayırlı insanlarıdır ”
Çünkü rüyada dolunay olarak görünüyor, pırıl pırıl görünüyor En nurlu insanlar, yeryüzünün en hayırlı insanlarından üç kişi… “Onlar senin odana defnolunacak ” dedi
Aradan yıllar geçti Peygamber SAS Efendimiz ahirete irtihal edince, Ebûbekir Sıddîk kızı Aişe Anamızın yanına yanaşıp dedi ki:
“–Yâ Aişe, kızım! Hani sen bana bir zamanlar bir rüyâ anlatmıştın da ben de yorumlamıştım ya, işte senin dolunaylarından bir tanesi budur ”
Çünkü, Peygamber Efendimiz Hazret-i Aişe Vâlidemizin odasında vefat etti Peygamberler vefat ettikleri yere gömülürler diye, oraya kabrini kazdılar; Peygamber Efendimizi Hazret-i Aişe Vâlidemizin odasına gömdüler
Ondan sonra kim gömüldü? Ebûbekr-i Sıddîkin kendisi gömüldü Ondan sonra kim gömüldü? İzin aldılar Hazret-i Aişeden, Hazret-i Ömer RA da gömüldü Rüya çıktı, yeryüzünün en hayırlıları gömüldü
Peki, aşere-i mübeşşereden, yeryüzünün en hayırlılarından, cennetle müjdelenmiş, Peygamber Efendimizin kayınpederi, rüyada onbeşgün sonra geliyor, hesaptan daha yeni çıktım diyorsa; aziz ve muhterem kardeşlerim, biz günahkâr âsî mücrim ümmetleriz, bizim hesap verirken halimiz nice olacak? Allah bize yardım eylesin… Allah bizi affeylesin, mağfiret eylesin… Biliyorsunuz, mağfiret etmek demek, günahları silmek demek, örtmek demek…
Onun için bu ramazanda muhterem kardeşlerim, Allahın mağfiret ettiği kullardan olmaya canla başla çalışalım, var gücümüzle çalışalım! Çünkü, Allah bizi bir hesaba çekerse hâlimiz haraptır Mağfiret ederse, ne mutlu! Eğer bizi hesaba çekerse, hâlimiz haraptır
Onun için, şu mübarek günlerde Allah-u Teâlâ Hazretlerinden biz günahkâr kullarını affetmesini, mağfiret eylemesini, rahmetine erdirmesini niyaz edelim, isteyelim; canla başla buna çalışalım, var gücümüzle çalışalım! 
Hâtem-i Esam Efendimiz KS, namaza dururken şöyle bir şeyler düşünürmüş: Karşısında Kâbe-i Müşerrefeyi düşünürmüş Dururken de Kâbeye doğru dönüyoruz ya… Ayağının altında Sırat köprüsünü düşünürmüş; yâni, kayarsa cehenneme düşecek… Arkasında Azrâil ASı bekliyor diye düşünürmüş Kıldığı namazın en son kıldığı namaz olduğunu düşünürmüş “Bak, şu namazdan sonra selâm verince, kurbanlık kuzu gibi Azrâil canımı alacak!” diye düşünürmüş Korkuyla, ahirete rağbet ederek, böyle ihlâsla, “Allahu ekber” diye namaza dururmuş
Allah hepinize uzun ömürler versin… Nice nice yıllar sıhhat afiyetle yaşamayı, nice ramazanlara ulaşmayı nasib eylesin… Şu ramazanımızı en sonuncu ramazanımızmış gibi düşünelim, öyle ihyâ edelim! Bu ramazandan sonra bir dahaki ramazana çıkmayız diye düşünelim! Bunu bayağı ciddî düşünelim, çünkü gerçekten de olabilir
Rabia-i Adeviyye, her sabah dermiş ki:
“–Bugün senin en son günündür, hadi bakalım ibadet eyle! ”
Her gece dermiş ki:
“–Bu gece senin en son gecen; hadi bakalım en son gecesi olan insan nasıl vakit geçirirse, öyle ibadet eyle! ” dermiş
Öyle çalışmışlar mübarekler, öyle ağlamışlar, öyle yalvarmışlar, ihlâsla ibadet etmişler; o makamlara eren olmuşlar Biz de onlardan ibret almalıyız Biz onların ayağının tozu olamayız; onların derecesine ulaşmak nerde, biz nerde? Onun için çok gayret etmemiz lâzım geliyor
Şimdi, Allah-u Teâlâ Hazretleri buyurmuş ya, “Yol azığını çok yapın, çünkü yol uzundur ” diye… Bu yol nedir? İşte hayatımız, ömrümüz… Ondan sonra ahiret, ahiretteki Mahkeme-i Kübrâ… Ondan sonra son durak olan cennet inşaallah mümin kullara… Asi mücrim kullara da cehennem…
Tabii, cennete girenlerin derecelerini anlatıyorduk Hesabı görülürken sevabı günahına gàlib olanlar; onlar da cennete girecek Onların da dereceleri var… Kimisi sıratı (kelberkul lâmi şakıyan bir şişek gibi, çakan bir şimşek gibi, bir göz yumup açıncaya kadar sıratı geçecekler Kimisi koşarak geçecek, kimisi düşe kalka geçecek Koşarak, emekleyerek, düşe kalka sıratı geçip cennete varacaklar Cennete geldi mi, ne mutlu! 
(Femen zühziha anin nâri ve üdhilel cennete fekad fâz) “Cehennemden kurtulup de cennete nâil olabildi mi, ne kadar büyük bahtiyarlık… Artık ordaki nimetlerin haddi hesabı yok…
Bir de mümin olduğu halde günahları dolayısıyla azab gören kimseler olacak Hem kabirde azab görenler olacak, hem de cehenneme düşüp azab görenler olacak
Kabirde azabın misali hadis-i şerifte geçiyor: Mümin kullardan bir tanesi kabrine konulur konulmaz, kabirde azab melekleri ateşten topuzu başına bir hızlmı vuruyorlar ki, darmadağın oluyor Çok büyük ızdırablar çekiyor ve diyor ki: “Yâhu ben müslümanım! Niye böyle beni azablandırıyorsunuz, niye bana vuruyorsunuz? ” diye söyleyince, melekler diyorlar ki: “Evet sen müslümandın amma, hâl-i hayatında zalimler bir mazluma ezâ cefâ ediyorlardı Sen onların yanından geçtin de mazluma yardım etmedin Bu onun cezâsı!” diyorlar
Demek ki, mümin de olsa mazluma yardım etmeyince kabirde azab görebiliyormuş Bu hadis-i şeriften onu anlıyoruz Tabîi artık Çeçenistana, Bosnaya, dünyanın diğer yerlerindeki mazlumlara yardımı ne kadar yapabilirsek, elimizden ne gelirse onları yapmağa çalışmalıyız burdan bu çıkıyor
Sonra bir keresinde Peygamber SAS iki kabrin yanından geçiyordu Müminlerin kabirleriydi bunlar… Dedi ki: “Bu iki kabirdeki şahıslar azab görüyorlar ” Çünkü kabirdekilerin içini görürdü Peygamber Efendimiz… Hattâ evliyâullahın da evliyâlık mertebelerinde ilk dereceleri keşfül kulûb ve keşfül kubûrdur Yâni, gönlünden geçeni bilir, kabirde olanların halini bilir İnsan evliyâlık derecesine yükseltilse, böyle olduğu rivayet ediliyor
“Bakın bu iki kabirdeki şahıs azab görüyor
–Neden? 
Birisi laf taşırdı, ara bozardı Onun lafını ona, onun lafını ona… Nemmamlık derler buna, Türkçede koğuculuk diye tercüme ediyorlar Ara bozucu laf taşımak, onun lafını ona iletmek, casusluk gibi yâni… Ordan haber getirmek buraya, burdan oraya haber götürmek… Onun için azab görüyor
Ötekisi de küçük abdestini yaparken sakınmazdı ” diye geçiyor tarifte… “Şimdi bunlara taze dal getirin diyor Taze dalı ikiye bölüyor Birisini bir kabrin üstüne saplıyor, birisini öteki kabrin üstüne saplıyor “Şimdi bu taze dallar kuruyana kadar bunlar azab görmezler ” diyor
Demek ki, bu hadis-i şeriften de anlıyoruz ki, mümin olduğu halde, eğer kötü huyları varsa, kabrinde azab görebilir
Sonra çeşitli günahları işlediği için, bazı insanlar cehennemin çengellerine takılacaklar ve cehenneme düşeceklerdir Bir kısmı da Mahkeme-i Kübrâda hesabı bozuk çıktığı için, günahları sevabından daha fazla olduğu için, günahlarının cezasını çekmek üzere cehenneme girecekler
Bir keresinde Peygamber SAS Efendimiz sordu:
“–Müflis kimdir?”
“–Ticaretini batırmış, parası pulu bitmiş, dükkânı yağmalanmış, elinde bir şey kalmayan kimseye müflis derler ” dediler
Dedi ki:
“–Asıl müflis o kimsedir ki, Mahkeme-i Kübrâya, mizanın başına dağlar gibi sevablarıyla gelir Namaz kılmıştır, oruç tutmuştur, sadaka vermiştir, hayr u hasenât yapmıştır… Dağlar gibi sevabla mizanın başına gelir Hesabı görülürken kendisinde hakkı ve alacağı olanlar birer birer karşısına gelirler:
–Yâ Rabbi, bunda bizim hakkımız var; hakkımızı isteriz! derler, alırlar
Haklarını alırlar, haklarını alırlar… Sevabı onlara verilir, verilir… Sonunda sevab kalmaz Fakat yine gelirler alacaklılar:
–Yâ Rabbi, bizim de hakkımız var bunda! E sevabı yok, ne olacak? 
–Sizin günahlarınızı bırakın!
Sevabı alamayınca, bu sefer günahı vermek sûretiyle hakkını almış olurlar Böylece günahlar oraya bırakılmağa başlanır Hesabı bittiği zaman, mizanın başına dağlar gibi sevabla gelmişken, sonunda dağlar gibi günahla cehenneme atılır ”
Burdan da alacağımız ders muhterem kardeşlerim: Kul haklarına dikkat etmemiz lâzım, ahirette yakamıza yapışacak insan bırakmamağa gayret etmemiz lâzım! Sevablarımızı ahirette yağmalattırmamamız için, bugünkü hayatımızda, hâl-i hayatımızda herkesin hakkını vermemiz lâzım! Kimseye ezâ, cefâ, zulüm yapmamaya çalışmamız lâzım! 
Cehenneme girdi Mümin olduğu halde cehenneme girecek bir insan… Böyle bir durumdan dolayı, hesabı negatif olduğu için, günahlar biriktiği için cehenneme girecek ve orada cayır cayır yanacak Hattâ putlara tapanlar da bunlarla alay edeceklermiş: “Bakın, sizin müslüman olmanız size fayda vermedi Lâ ilâhe illallah dediniz ama, yine cehennemde yanıyorsunuz ” diyeceklermiş
–Müminlerden günahkârlar cehenneme girecek, acaba ne kadar yanacak? 
Peygamber SAS bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki: “Ey müminler, ey müslümanlar! Kendinizi cehennemden koruyun! Cehenneme düşmemeye gayret edin, dikkat edin! Cehenneme bir düşerseniz, orada ahkàben kalacaksınız ”
Ahkàben kelimesi Amme Sûresinde geçiyor:
(Lâbisîne fîhâ ahkàbâ) İçecek bir meşrubat bulamayacaklar Cayır cayır içleri dışları yanacak, azaba uğrayacaklar Orda ahkàben kalacaklar
Ahkàben demek, hukublar demek… Hukub ne demek? Seksen küsur yıl, 83 yıl filân demek… Araplar 83 yıla hukub diyorlar En aşağı üç hukub kalacak Bir hukub seksen küsur sene, 83 sene… Üç hukub, 3 x 83 = 250 sene… Cehenneme bir düşen, en aşağı 250 sene kalacak Hattâ ayet-i kerimede geçiyor ki, bismillâhir rahmânir rahîm:
(Ve inne yevmen inde rabbike keelfi senetin mimmâ teuddûn) “Allah indinde bir gün, sizin bu dünya zamanına göre, bin yıl miktarıdır ” Ahiretteki bir gün, bu dünya ölçümüyle, zaman birimiyle bin yıl… O zaman, ahiretin bir yılı 365 bin yıl eder İkiyüzelli yıl ise, o zaman doksanbir milyar ikiyüzelli milyon sene eder O kadar sene kalacak demek oluyor
Binâen aleyh, aziz ve muhterem kardeşlerim, bu hadis-i şeriften şunu çıkartıyoruz ve sonuç olarak söylüyoruz: Cehenneme düşmemeğe çalışmak lâzım! Çünkü, düşen bir insan milyonlarca sene yanacak orda…
Allah-u Teâlâ Hazretleri biliyorsunuz Kuran-ı Kerimin bir çok ayet-i kerimesinde bize:
(Yâ eyyühellezînê âmenuttekullah) “Ey iman edenler, Allahtan korkun!” buyuruyor Veyahut:
(Vettekun nârelletî ve kduhen nâsü vel hicâreh) “Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden sakının!” buyruluyor Birçok ayet-i kerimelerde cehennemeden sakınmak tavsiye ediliyor Ramazan ayında oruç tutmanın farz olduğunu bildiren ayet-i kerime de nasıl bildiriliyor, bismillâhir rahmânir rahîm:
(Yâ eyyühellezîne âmenû kütibe aleykümüs sıyâmü kemâ kütibe alellezîne min kabliküm lealleküm tettekn) “Ey iman edenler! Sizden önceki ümmetlere oruç farz kılındığı gibi sizin de boynunuza oruç farz kılındı, yazıldı Mecburiyettir, farzdır, orucu tutacaksınız (lealleküm tettekn) Takvâyı öğrenebilesiniz diye…”
Allah CC Kuran-ı Kerimin bir çok ayetlerinde bize takvâyı tavsiye ediyor, “Allahtan sakının!” diye emrediyor Takvânın öğrenilmesi için de ramazan orucunu nasib etmiş, ramazan ayını nasib etmiş Çünkü, Allah-u Teâlâ Hazretleri her şeyi hikmetle yapmıştır, her şeyi hikmetlidir Emirlerin tutulması için, çareleri de beraber gelmiştir
Eski yıllarda okumuştum: Güneydoğu Asyada Kanadalı bir diplomat alim, ismi Tomas Örvin… Müslüman olmuş, bir de İslâm üzerine kitap yazmış Müslüman olduğunu anlatırken, bir şey benim dikkatimi çekti Biz tabii müslümanlığı anneden, babadan gördük; namazımızı kılıyoruz, orucumuzu tutuyoruz… Ama, dışardan bir insan İslâma nasıl bakıyor, İslâmın neresini beğeniyor; bu mühim…
Bu müslüman olan Tomas Örvin diyor ki: “Ben hristiyan bir ülkede doğdum, hristiyanlığı biliyorum Güneydoğu Asyada diplomatlık yaptım yıllarca, Güneydoğu Asya dinlerini de biliyorum ” Ne var Güneydoğu Asyada? Hintliler var, Çinliler var… Laoslular, Taylandlılar, Vietnamlılar var… Bunların budizm, brahmanizm, şintoizm gibi dinleri var… “Bunların dinlerini inceledim, hristiyanlığı da biliyorum Bu adamların dinlerine de baktım, ibadetlerine de baktım Müslümanlığa da baktım ”
Müslümanlıkta ibadetler neler? Namaz kılmak var, oruç tutmak var, zekât vermek var, hacca gitmek var, zikretmek var… Hayr u hasenât yapmak var… “İslâmın bütün emirlerini çok güzel, çok mantıklı, çok faydalı, çok hikmetli gördüğüm için; ötekilerin de ibadetlerinin bomboş olduğunu gördüğüm için; maksatsız, faydasız, gayesiz, lüzumsuz gördüğüm için müslüman oldum ” diyor
Şimdi muhterem kardeşlerim!… Hakîkaten düşününce bir ay boyunca bir eğitim görüyoruz İbadet yapıyoruz diye kendi irademizi kuvvetlendirme eğitimi görüyoruz Su helâldir, su içmiyoruz Yemek helâldir, yemek yemiyoruz Günde kaç bardak su içerdik, çay içerdik susuzluğumuzu giderirdik, meşrubat içerdik Gazozlar gelsin, pepsiler gitsin, bilmem ne derken; pastalar geldi, meyvalar geldi… Yasak! Niye yasak? Kendi irademizle kendimiz Allahın emri olduğundan yemiyoruz Kendimizi tutmayı öğreniyoruz, bir şeyi arzu ettiğimiz halde sabretmeyi öğreniyoruz, sakınmayı öğreniyoruz
–Bu ne mânâya geliyor? 
“–Ey kullarım bakın! Sizin en büyük ihtiyacınız olan su, en büyük ihtiyacınız olan yemek; bakın bunları yememeyi başarıyorsunuz ya, ihtiyacınız olmayan günahlara hiç yanaşmayın! ” mânâsına geliyor
Günaha ne ihtiyacı var insanın? Helâller var o kadar… Helâller varken, haramların adı mı olur? İnsan dönüp de haramın yüzüne mi bakar? 
Bizim fakültemizde Abdülhâlik Bey diye bir profesör vardı Eskiden milli eğitim bakanlığı da yapmış, çok eski yıllarda… O kendisi anlatmıştı Almanyaya gitmiş, işte diplomatik bir ziyarette… Bunun önüne içki de koymak istemiş Almanlar…
O demiş ki:
“–İçki koymayın!”
“–Niçin efendim?” demişler
O da filozof olduğundan, felsefeci olduğu için, şöyle cevap verdim diye anlatıyordu Demiş ki:
“–Allahın meşrubat olarak o kadar çok helâlleri var ki, o helâlleri bırakıp da harama el uzatmağa lüzum yok! İhtiyaç da yok! ”
Hakîkaten de ihtiyaçtan mı içiyor insanlar? Hayır! 
Bir fıkra anlatırlar: Eski devirde şehirlerde içki yasakken, kervanla gidiyorlarmış akşamcılar… Sofra kurmuşlar, mezeleri çıkarmışlar Deveci de şöyle yan yan bakıyormuş, canı istiyormuş “Efendiler, zenginler sofra kurmuşlar Kimbilir kaymak vardır, bal vardır, tatlı vardır, şehirlilerin yemekleri vardır…” diye düşünerek geçerken, “Gel!” demişler, o da oturmuş
O yemeklerden almış, tatmış Derken, bir kadeh rakı vermişler buna… Bir içmiş rakıyı… Allaaah, ağzından midesine kadar alev alev yanmış içerisi… Gözünden ateşler fışkırmış Öksürmüş, aksırmış Gözünden yaşlar akmış Ondan sonra, acıyarak bakmış adamlara:
“–Beyler, efendiler siz bunu hükümet zoruyla mı içiyorsunuz?” demiş
Hükümet zoruyla sözü burdan kalmış diye anlatıyorlar
Yâni, hükümet mi zorluyor da bu çirkin, acı, pis, berbat, sıhhate zararlı, karaciğeri harab eden, mideyi delen şeyi içiyorlar? Kanûnî mecburiyet mi var, asker mi bekliyor başında? Faydalı bir şey değil, zararlı bir şey… Tatlı bir şey değil…
Sigara da böyle… Vardır içinizde kaç tane sigara içen insan… Sigaranın da faydası yok! Dumanını yel alır, parasını el alır, derdi kalır size… Kanser yapıyor, çeşitli rahatsızlıklar yapıyor diyorlar Onun için helâller varken, helâllerden istifade etmeli insan…
Şimdi ramazan boyunca, Allahın helâl kıldığı şeyleri bile, çok ihtiyaç duyduğumuz şeyleri bile yemiyoruz Yaşamak için su lâzım, yiyecek lâzım; onları bile yemiyoruz Yâni aslî ihtiyaçlarımızı bile yemiyoruz; ihtiyacımız olmayan, kıyıda kenarda adı anılmayacak olan haramlara hiç uzanmayacağız Kendimizi tutabilmeyi öğreneceğiz Bir ay bunun talimini yapmış oluyoruz Takvâ eğitimi olmuş oluyor
Orucun hikmetlerinden birisi de; Allah insanlara cehennemeden sakınmayı emretmiş, cehennemden sakınmak için de insanın arzularını tutması lâzım! Arzularını tutmak için de irade eğitimi lâzım! 
Şimdi, bizim millî eğitimimizin en eksik taraflarından birisi, bilgi öğretiyor, ahlâk öğretmiyor Vicdan eğitimi yok, ahlâk eğitimi yok; sadece bilgi öğretiliyor Halbuki ahlâk eğitimi daha önemli… İnsan cahil olabilir ama, güzel ahlâklı olursa çok faydalı olur
İslâmın ilk devirlerinde Hazret-i Ömer halifeyken Mekke-i Mükerremeye gidiyordu Yanına bir arkadaşını almış; asker yok, tantana yok, lâlettâin yolcu gibi Mekkeyeye doğru gidiyorlar Yorulmuşlar, gölgelik bir yere oturmuşlar Orda bir çoban da koyunları otlatıyormuş
Hazret-i Ömer çobanı çağırmış:
“–Şu koyunlardan bir tanesini bize sat!” demiş
Kesecek, yiyecekler Parasını da verecek
Çocuk karşısındakinin kim olduğunu bilmiyor, demiş ki:
“–Koyunlar benim değil… Ben sadece çobanım, sahibi değilim; satamam!”
“–Sat da kurt yedi dersin, ne olacak? ”
Demiş ki:
“–Hadi koyunların sahibini aldattık, Allahı aldatabilir miyiz? ” demiş
Bu neyi gösteriyor? Hazret-i Ömer zamanında, daha İslâm yeni… Dağdaki çoban bile sapasağlam ahlâka sahip… Onun için güzel mümin sahtekârlığı, yalanı dolanı yapamaz
Hazret-i Ömer bir gece Medinenin sokaklarında dolaşırken, bir evden bir ses geldi Kızına sesleniyor kadın:
“–Kızım, sağdığın sütün içine birazcık su katıver!” diyor
Hazret-i Ömer duvarın dışından geçiyor, ama ses duyuluyor Çünkü, betonarme binalar değil… Çalılar örülüyordu, iki taraftan sıvanıyordu İşte Medinenin o zamanki evleri böyleydi
Kızı itiraz ediyor:
“–Anne, Hazret-i Ömer dellal çıkartıp ilan etmedi mi? Sütlerinize su karıştırmayın, halis satın! diye söylemedi mi? ”
“–Kızım sen de, şimdi Hazret-i Ömer nerden bilecek; kat!” diyor
“–Hazret-i Ömer bilmiyor ama, Allah bilmiyor mu anne? ” diyor
Bak, genç kız ne söylüyor, dağdaki çoban ne söylüyor! Bu nedir? Bu ahlâk eğitimidir Ne olmuş? İslâmın mayası tutmuş da, halk müslüman olmuş; Allah korkusuna sahib olmuş, takvâya sahib olmuş Zorluyorsun günahı yapmıyor; süte su katmıyor, koyunu satmıyor
Şimdi? Şimdi bu kadar bilgi var ama, reisicumhurlar şikâyet ediyor, “Rüşveti engelleyemiyoruz!” diye… Çünkü alan da râzı, veren de râzı…
Haa, burda bir büyük hatâmız çıktı ortaya… Millî eğitimin büyük bir hatâsı çıktı ortaya… Evet mühendis yetiştirdik, evet doktor yetiştirdik, evet münevver yetiştirdik, evet bakan yetiştirdik amma, bilgi öğrettik, ahlâk öğretmedik Onun için, rüşvet engellenmiyor, mafialar hakim oluyor, sûistimaller oluyor… Her gün gazetelerden binbir tane rezâlet duyuyoruz
Onun için, aziz ve muhterem kardeşlerim! Mutlaka ahlâk eğitimine, takvâ eğitimine, ruh eğitimine önem vermek lâzım!
Biliyorsunuz insanoğlununu bir bedeni var… Bu bedenin içinde nefsi var… Bu nefis esas itibariyle insana bir takım duygular veriyor, bir takım isteklerde bulunuyor Nefsin isteklerine ne diyoruz? Hevâ-yı nefs diyoruz veya şehevât-ı nefsâniye diyoruz Şehevât ne demek? Şehvetler demek; iştahâ, istekler, kuvvetli arzular demek… Yâni, insanoğlunun içinde bir nefsi var, bir takım istekler öne sürüyor İnsan bunlara uyduğu zaman, haramlara dalıyor
(İnnennefse leemmâretün bissûi illâ mâ rahime rabbî) “Nefis insana kötülükleri emreder, keyfiyle ameli emreder, şehevâtı emreder Allahın rahmetine mazhar olup da günahlardan korunanlar müstesnâ…” Çoğu kimse nefsin arzularına uyup da günahları işlerler, günahlara dalarlar
Bu günahlara daldığı zaman da, işte mümin iken bile cehennemi boyluyor, milyonlarca sene yanma durumuna düşüyor
O halde ne yapmak lâzım? Şehevât-ı nefsâniyyeye uymamak lâzım! Hevâyı nefse karşı koymak lâzım, direnebilmek lâzım! İnsan içinde Kuran-ı Kerimle, İslâm imanıyla terbiye görmüş olan aklını emir tayin etmesi lâzım! İnsanın vücudu bir ülkeyse, bu ülkeyi kimin idare etmesi lâzım? Aklın idare etmesi lâzım! Akılla mantıkla idare edilmesi lâzım! Ama nasıl akıl? İmanlı akıl, Kurana dayanan, dine dayanan bir aklın idare etmesi lâzım!…
Eğer akıl idare etmez de, insanın içindeki nefs-i emmâresi insanı idare ederse;
(Kad eflehâ men zekkâhâ Ve kad hàbe men dessâhâ) “Nefsini terbiye edemeyen, hevâ-yı nefsine esir olan insan mahvolur, perişan olur ” Nefsi terbiye etmek lâzım! İşte bu nefsin terbiyesi ve nefse takvâyı öğretmek, bu oruç ayında oluyor
İslâmın beş büyük farzından üçü burada yapılıyor: Kelime-i şehâdet ramazanda var… Nasıl var? Peygamber SAS buyuruyor ki:
“Ramazanda dört şeyi çok yapın:
1 Eşhedü en lâ ilâhe illallahı, Kelime-i şehâdeti çok söyleyin! 
2 Estağfirullahı çok söyleyin! ” Ne demek? “Yâ Rabbi, beni mağfiret eyle… Benim ayıplarımı, günahlarımı siliver…” demek
3 “Allahtan cenneti isteyin! 
4 Cehennemeden Allaha sığının! ”
O halde Peygamber Efendimizin ramazanda sizlere bizlere tavsiye ettiği şey ne: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah”ı çok söylemek, “Estağfirullah”ı çok söylemek… Mânâsını bile bile…
“Yâ Rabbi! Sen varsın, birsin, şerikin, nazîrin yok… Ben sana ibadet ediyorum Senden başka mabud olmadığını biliyorum ” Bu “Eşhedü en lâ ilâhe illallah”ın mânâsı…
Estağfirullah ne? “Yâ Rabbi, benim suçlarım, günahlarım var; onların afvü mağfiret edilmesini istiyorum ” demek…
Sonra, “Cennetini istiyorum yâ Rabbi senden! Beni o nimetlerini topladığın, sevgili kullarını soktuğun cennetine dahil eyle… Beni cehenneminden âzâd eyle…” diyoruz
İşte bu nasıl oluyor? Nefse takvâsını vermekle, haramlardan, günahlardan kaçınmakla…
Böylece İslâmın beş temel emrinden kelime-i şehadet ramazanda var… Sonra namaz var ramazanda… Hem de kaç kat artırıyoruz elhamdü lillâh… Teravihler var, camiye gidiyoruz Oruç var…
Bir de Peygamber Efendimiz SAS buyurmuş ki: “Ramazanda yapılan ibadetlerin sevabı başka zamanlarda yapılanlara göre yetmiş kat daha sevaptır ” Onun için, bunu bilen müminlerin çoğu zekâtlarını ramazanda veriyorlar
Demek ki, ramazan öyle bir ay ki, kelime-i şehadet var, namaz var, oruç var, zekât var; hepsi var… Her türlü ibadetin içinde toplandığı mübarek bir eğitim ayı… Bu ayın içinde irademizi kuvvetlendiriyoruz, vücud memleketimize aklı sultan yapıyoruz Hangi aklı sultan yapıyoruz? Allaha inanmış, Kurana bağlanmış, imanlı aklı sultan yapıyoruz; kurtuluyoruz
(Kad efleha men zekkâhâ) O zaman felâh buluyor insan… Amma, eğer nefsi hakim kılarsak, nefs-i emâre insana hakîm olursa; nefs-i emmâresi kendisine hâkim olanlar ne yapıyor? Namaz kılmıyor, şöyle geçerken bakıyorsunuz sigara tüttürüyor, çatır çatur simit yiyor, yiyecek yiyor Bakıyorsun kazık kadar adam, müslüman evlâdı, anasa babası görse kan ağlayacak; sigara tüttürüyor, namaz kılmıyor, utanmıyor, sıkılmıyor
Eskiden gayrimüslimler bile, “Müslümanların oruç ayıdır, dışarda yemek yeme!” diye çocuklarını çağırırlarmış “Müslümanların oruç ayıdır, karşılarında yemek yemeyin!” derlermiş
Nefs-i emmâresi insana hâkim oldu mu, oruç tutmuyor, camiye gelmiyor, zekât vermiyor, haram helâl bilmiyor Ne yapıyor sonra? Bu aydan hiç istifade edememiş olarak geçip gidiyor
Peygamber SAS Efendimiz hadis-i şerifinde buyuruyor ki: “Ramazan ayının ecrinden, bereketinden istifade edememiş insan, şakîdir Hakîkî şakî budur ” diyor
Şakî ne demek? Cehennemlik demek… Süedâ zümresinden değil, eşkıyâ zümresinden, cehennemliklerden… Şakî o kimsedir ki, ramazan gelmiş geçmiş, ramazanın hayrına nâil olamamış, mahrum bırakılmış Allah tarafından…
Biliyorsunuz berat gecesinin duası var… Allah o zaman tesbit ediyormuş mukadderatı diye dua ediyoruz: “Yâ Rabbi eğer benim ismimi şakîler defterine yazdıysan, şu mübarek berat gecesinde benim adımı o eşkıyâ defterinden sil; benim adımı saidler, süedâ defterine kaydet yâ Rabbi! Eğer benim adımı zâten süedâ defterine kaydettiysen, öyle takdir etmişsen; aman yâ Rabbi, ismimi orda tesbit eyle, sabit kıl, bana yardım eyle! ” diye dua ediyoruz, said olmayı istiyoruz, saadetli olmayı istiyoruz Ahirette cennete girip ebedî saadete ermeyi istiyoruz
Amma, ramazanın hayrından istifade edememiş kimseye, Peygamber Efendimiz diyor ki: “İşte şakî o kimsedir ki, ramazanın hayrından mahrum…”
Şimdi elhamdü lillâh, nasib olmuş sizler camiye gelmişsiniz Allah size nasib etmiş, evine almış Camiler Allahın evidir, Allahın misafirisiniz siz… Bu çok büyük bir bahtiyarlıktır ki, herkese nasib olmuyor Bu nimetin kadrini kıymetini bilin! Etrafınızdaki komşularınızdan, arkadaşlarınızdan, tanıdıklarınızdan –askerlik arkadaşı; sokak, mahalle, mektep arkadaşı, dükkân arkadaşı– kimse, o arkadaşlarınıza da ikaz edin, ihtar edin, doğru yola çekmeğe çalışın! Şu ayın hayrından, bereketinden mahrum kalmasınlar! 
Son bir hadis-i şerifi söyleyerek sözümü tamamlamak istiyorum Peygamber Efendimizin bir hadis-i şerifinde şöyle anlatılıyor:
Hutbe okumak için minbere çıkıyormuş Peygamber Efendimiz… Bir adımını atmış, “Amin…” demiş Bir adım daha atmış, yine “Amin…” demiş Bir merdiven daha çıkmış, yine “Amin…” demiş İnince sormuşlar:
“–Yâ Rasûlallah! Eskiden hutbeye çıkarken, böyle yapmıyordunuz Bugün her adımınızda bir defa Amin… dediniz; niye? ”
Demiş ki:
“–Cebrâil AS geldi, bana çıkarken… Üç beddua etti, ben de onlara amin dedim ”
Ne imiş o üç beddua, onu da size nakledeyim Birisi bizim bu ramazanla ilgili…
Cebrâil AS buyurmuş ki:
“–Ramazan gelip geçtiği halde; ramazana ulaşıp, ramazanı yaşayıp, ramazan geçtiği halde, Allahın rahmetine eremeyen kimseye yuh olsun, yazıklar olsun, burnu yerde sürtsün!
(Rağime enfühû) Arapça tabiri bu… Böyle demiş Cebrâil AS, Peygamber Efendimiz de:
“–Amin…” demiş
Yâni, Cebrâil ASın bedduasına Peygamber Efendimiz de katılıyor, “Amin…” diyor
İkincisi:
“–Anne veya babasına yetişmiş, ya da her ikisine yetişmiş de cenneti kazanamamış kimseye yazıklar olsun! ” demiş
“–Amin…” demiş Peygamber Efendimiz…
Burdan da ne anlıyoruz: “Eğer bir insan annesine babasına güzel evlâtlık yapar da duasını alırsa, cenneti kazanacak, garanti demek… Kazanamamışsa yuh olsun, yazıklar olsun! ” diyor Peygamber efendimiz de o bedduaya “Amin…” diyor Bu duruma da dikkat etmek lâzım! 
Üçüncüsü nedir:
–Ben Rasûlüllah anılıyorum da bir toplantıda, benim adımın geçtiği yerde, bir dudağını kıpırdatıp da bana salevât getirmemişse bir kimse; “Yâ Rasûlallah sana salevat getirmemişse bir kimse, ona da yazıklar olsun, burnu yerde sürünsün!” dedi Cebrâil; ben de ona “Amin…” dedim
Demek ki üç vazife çıkıyor ortaya:
1 Rasûlüllah SAS Efendimizin adı anıldığı zaman, Hazret-i Muhammed denilince “Aleyhis selâm” diyeceğiz, “Sallahu aleyhi ve sellem” diyeceğiz Dilimizi alıştırmış dedelerimiz, Allah râzı olsun; farkına varmadan söylüyoruz İsa Aleyhisselâm, Mûsa Aleyhisselâm, Muhammed Mustafâ Aleyhisselâm deyiveriyoruz Sanki ismi gibi geliyor bize… Allah râzı olsun, büyüklerimiz ne iyi terbiye etmişler bizi…
Getirmesek ne olacak? Ben okurken bizim fakültelerde böyle hocalar vardı Sonra İlâhiyat Fakültesinde bu tip hocalar vardı “Muhammed” diyor “Muhammed geldi, Muhammed gitti…” Muhammed senin askerlik arkadaşın mı? Allahın en sevgili kulu! Allahın habibi o, Allahın sevgilisi, rasûlü…
Sen, “Süleyman geldi, Süleyman gitti…” diyebiliyor musun reisicumhura? “Sayın reisicumhurum!” deniliyor; “Sayın başbakanım, sayın bakanım, sayın müdürüm…” deniliyor, saygı gösteriliyor “Muhammed” demeye ne hakkın var? Gayrimüslimler bile (Yâ Ebelkàsım!) “Ey Kàsımın babası!” derlerdi Künyesiyle hitab ederlerdi ki, asillere künyesiyle hitab edilirdi, ismiyle hitab edilmezdi
Babanın ismi Ahmedse, sen babana “Ahmed gel!” diyebilir misin? Bir tokat çarpar baban sana, herkes de kınar Babasına, “Muhterem babacığım!” der insan; ismiyle hitab edilmez
Peygamber SASin ismi anıldığı zaman, biz ona aşk ile şevk ile –”Aşk ile şevk ile eytün essalât!” dediği gibi Mevlidde– salât ü selâm getireceğiz Neden? Çünkü, dinimizin en mühim esaslarından bir tanesi, Rasûlüllahı sevmesidir insanın… Peygamber Efendimiz yeminle söylüyor:
(Vellezî nefsî biyedihî) “Canım elinde olan Allaha yemin ederim ki, (lâ yüminü ehadüküm) sizden biriniz hakîkî mümin olmuş olamaz; (hattâ ekûne ehabbe ileyhi min vâlidihî ve veledihî ven nâsi ecmaîn) ben ona babasından da, evlâdından da, bütün öteki insanların hepsinden de daha sevgili olmadıkça, o hakîkî iman etmiş olmaz!” diyor
Müminin vazifesi neymiş, gerçek mümin olmasının şartı neymiş? Rasûlüllahı her şeyden çok sevmekmiş Canından da çok sevecek! Ashâb-ı kirâm, “Anam babam, canım sana fedâ olsun yâ Rasûlallah!” derlerdi
Onun için “Muhammed” deyince yüreğimiz ağzımıza gelecek Sevdiğimiz, başımızın tacı, gözümüzün nûru, Muhammed-i Mustafâ SAS diyeceğiz, sevgi göstereceğiz
Ben İrana gittim 1981 yılında… Onbeş kişilik bir heyeti devlet gönderdi Kutlama törenlerinde bulunduk Bizi en büyük otellerinde ağırladılar Devrim muhafızları, önde arabalar, arkada arabalar; resmî merasimle toplantılarda bulunduk İşte o zaman Humeynî mânevî liderdi Emin olun her seferinde, “İmam Humeynî” dendi mi, salondaki herkes hooop ayağa kalkıyor, “Allàhümme salli alâ muhammedin ve âli muhammed” diyorlar Bir cümle sonra bir daha “İmam Humeynî” desin, hoop yine herkes ayağa kalkıyor, “Allàhümme salli alâ muhammedin ve alâ muhammed” diyor Yâni, böyle edeb gösteriyorlar
Biz de ne yapacağız? Biz de Peygamber Efendimizin adı anıldı mı, sevgiden coşacağız, salât ü selâm getireceğiz Bu bir… “Bunu yapmazsa bir insan, yazıklar olsun! Burnu yerde sürtsün!” diyor, Cebrâil böyle söylüyor “Burnu yerde sürter ” mânâsına da geliyor
2 Anne ve babamıza iyi evlâtlık edeceğiz, duasını alacağız, rızâsını kazanacağız Elini öpeceğiz, hediye vereceğiz, istediği yere götüreceğiz “Bir emrin var mı?” diyeceğiz Sabahleyin uğrayacağız, akşamleyin uğrayacağız
Benim rahmetli annem anlatırdı “Evlâdım bir gün gelir evlenirseniz, halimizi hatırımızı siz sorun, elin kızına bırakmayın!” derdi Fıkra anlatırdı: Adam kasabada pazara inecekmiş, hanımına diyor ki:
“–Annem bir şey istiyor mu, bir sor!”
Gelin de gidiyor:
“–Oğlun pazara gidecek anne, inci boncuk ister misin?” diyor
Kadın kızıyor:
“–İstemem!” diye bağırıyor
İhtiyarlar boncuğu ne yapsın? Sonra geliyor:
“–Bak duydun ya, istemem dedi Bangır bangır bağırıyor, sana kızdı ” diyor, fesatlık yapıyor Öyle olmayacağız
“Siz gelin, kendiniz sorun halimizi!” derdi Öğretirdi bize rahmetli annemiz… Nur içinde yatsın, Allah cümle geçmişlerimize rahmet eylesin…
Öyle başkasına havale etmeyeceksin Sabahleyin ineceksin, “Babacığım!” diyeceksin elini öpeceksin Akşamleyin elini öpeceksin Kapıcıyı gönderip de, “İhtiyacı varsa alıver!” demeyeceksin, kendin alacaksın! Kendin seçeceksin, kendin götüreceksin! O da diyecek ki: “Allah râzı olsun bu benim evlâdımdan… Tuttuğu altın olsun… İki cihanda aziz olsun… Allah cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin…” Tamam…
Cennet annelerin ayağı altındadır Annesine babasına erişti mi, duasını aldın mı insan, Allah kabul edecek, cennete girecek Bu fırsatı kaçırdı mı, burnu yerde sürtecek Sürtsün, cennetlik olamadıktan sonra sürtsün, Yazıklar olsun, vah vah…
Annemiz babamız sağsa hürmet edin, cenneti kazanmayı bilin! 
3 Üçüncüsü de, yine bizim içinde olduğumuz ayla ilgili… Ramazan gelip geçip de istifade etmeyen insan olmamaya çok gayret gösterin, çok dikkat edin! Ramazanı ciddîye alın! Çok çalışın, çok yalvarın! Çok namaz kılın, çok dua edin, çok Kuran okuyun, çok sadaka verin! Ne yaparsanız yapın, allem edin kallem edin ramazanda müjdeyi alın, Allahın mağfiret ettiği, cehennemden âzâd ettiği kullardan olun! 
Benim talebelerimden birisi kafile başkanı olarak Hicaza gitmişti muhterem kardeşlerim! Döndü geldi, bizim evde bizi ziyaret etti:
“–Hocam, bizi kafile başkanı yaptılar âcizâne… Yedi tane otobüs vardı elimizde… Karayoluyla hacca götürdük, getirdik ” dedi
“–Nasıl geçti, nasıl hacı efendiler? ” dedim
“–Hocam maalesef milletimiz cahil! Oraya gidiyorlar, Hicazın kıymetini bilmiyorlar da, çarşı pazarda vakit geçiriyorlar Akşamleyin de birbirlerine aldıklarını gösteriyorlar Sen bunu kaç riyale aldın? Nerden aldın? Haremin kaç tane minaresi var, kaç tanesi kapısı var? Bilmem ne… Olmadık şeylerle meşgul oluyorlar ” dedi
Yahu, insan çarşı pazarda vaktini geçirir mi? Ömründe bir defa gittiği bir yer… Attığı bir adıma yediyüz Mekke hasenesi sevab veriliyor Yaptığı ibadetler yüzbin misli Mekkede… İnsan orda çarşı pazara gider mi? Çarşı pazarda vakit öldürür mü? Git, Harem-i Şerifte Kuran oku, namaz kıl, hayır yap, hasenat yap…
“İşte yatıyorlar, uyuyorlar, gafletle vakit geçiriyorlar… Yalnız bir tane aşık bir insan vardı kafilemde…” dedi Çok duygulandırdı beni
“Medineye gittiğimiz zaman, otobüsten bir inişini görecektiniz! Otobüsten indi, yerleri öptü, ağlıyordu Rasûlüllah buralara ayağını bastı mı diye ağlıyordu Aşık, seviyor Yerlere yüzünü gözünü sürdü
Haccı çok güzel yaptı İbadetini çok güzel yaptı, kimseyi incitmedi Hayır hasenâtını güzel yaptı Sonra dönüşe geçtik, Medine-i Münevvereye geldik ” dedi
Bakın muhterem kardeşlerim: Rüya görmüş bu aşık… Rüyada Rasûlüllah SAS Efendimizi görmüş Rasûlüllah SAS Efendimiz ona demiş ki: “Evlâdım haccın makbul oldu Kâğıt kalem getir de haccının makbul olduğunu bir kâğıda yazayım, imzalayıvereyem!” demiş rüyada…
O da gitmiş içteki odaya; kâğıt aramış, kalem aramış, Rasûlüllaha kâğıt yetiştireceğim diye… kâğıdı kalemi bulmuş, gelmiş Bakmış ki, Rasûlüllahı oturuyor bıraktığı yerde şeyhi oturuyor Tabii, bunun da mânâsı şu: Şeyhi Rasûlüllahın hakîkî varisi demek yâni…
İnsan haccı yapınca, böyle bir iltifata ermesi ne güzel değil mi? Hacca gitmiş gelmiş, rüyada Rasûlüllahı görüyor; “Haccın kabul oldu evlâdım! Getir bir kâğıdı da yazıvereyim, imzalayıvereyim!” diyor Rasûlüllah rüyada… Ne mutlu? 
Onun için Aziz ve muhterem kardeşlerim! Şu mübarek günlerde dua edelim de, Allah Rasûlüllahı rüyamızda bize göstersin de, “Ramazanın kabul oldu evlâdım!” diye Rasûlüllahın iltifatını Allah cümlemize nasib eylesin…
Sübhâneke lâ ilmelenâ illâ mâ allemtenâ inneke entel alîmül hakîm… Sübhâne rabbike rabbil izzeti ammâ yesıfûn… Ve selâmün alel mürselîn… Vel hamdü lillâhi rabbil âlemîn… Elfâtiha! 
13 2 1995 / 13 Ramazan 1415 – AKSARAY-Mahmud Esad Coşan (rh a)
|