![]() |
Vahdet-İ Vücud |
![]() |
![]() |
#1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
![]() Vahdet-İ VücudVahdet-i Vücud Hem O'dur, Hem O'ndandır: Yeryüzünde Allah-u Teâlâ'nın çeşmeleri vardır ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Allah-u Teâlâ'nın hoparlörleri de vardır, tecelli eder söyletir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Böyle olmasına rağmen bir kimse Allah-u Teâlâ'nın bu tecelliyatını kendine mâlederse, “Ben çeşmeyim” veya “Ben hoparlörüm” derse; veyahut ki hiç tecelli etmediği halde tecelli etmiş gibi, kendisinde varmış gibi göstermeye çalışırsa, bu sırları benimserse, o dalâlettedir ![]() ![]() Bu gibi esrâr-ı ilâhiye ne zaman tecelli eder? Bir insan pislik yuvarlayan Cuballâ adlı pislik böceğinin pisliği yuvarladığı gibi, kendisine ait tüm varlığının pislik şeklinde yuvarlandığını gözü ile görmedikçe hiçbir zaman bu hâl husule gelmez ![]() ![]() Bunun da sırrı şudur: Asliyetinin bir damla pislik olduğunu insan kendisi göremez ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Şeyh-ül Ekber Muhyiddin İbn-ül Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri “Her şey O'dur ![]() ![]() ![]() Tecelliyâtları ayrı ayrı olduğu için, bu iki zât-ı muhteremin ayrı beyanlarda bulunmaları ile İslâm'da büyük bir çelişme husule gelmiştir ![]() ![]() Her iki söz de doğru ![]() “Her şeyi Hazret-i Allah var etti, her şey O'nun varlığı ile kâimdir ![]() Böylece bu ihtilafı ortadan kaldırıyoruz, elhamdülillah ![]() Birincisi İmam-ı Rabbâni -kuddise sırruh- Hazretlerinin beyanı, ikincisi Muhyiddin İbn-ül Arabi -kuddise sırruh- Hazretlerinin beyanı ![]() ![]() ![]() ![]() Her zerrede O'nun varlığı mevcuttur ![]() ![]() Âyet-i kerime'de: “Allah göklerin ve yerin nurudur ![]() ![]() Olanlar O'nun nurundan oldu ![]() O'nsuz hiçbir zerre yok ![]() ![]() ![]() Mesela Âdem Aleyhisselâm'a ruh verilmeden evvel çamur halinde idi ![]() ![]() ![]() Âyet-i kerime'de: “Ona kendi ruhumdan üfledim ![]() ![]() Yani sen Allah-u Teâlâ ile kaimsin ![]() ![]() İnsanoğlu ruh verildiği zaman her şeyi yapıyor ![]() ![]() ![]() ![]() O'nu bilmek ise mânevî tahsillerle mümkün olur ![]() Zâhirde ilk, orta, yüksek tahsiller olduğu gibi, mânevî ilimler ve mânevî tahsiller de mevcuttur ![]() Bu mânevî tahsil üç merhaledir: 1- İlmel-yakin, “Bilmek”tir ![]() 2- Aynel-yakin, “Bulmak”tır ![]() 3- Hakkâl-yakin ise “Olmak”tır ![]() İlmel-yakin mertebesinde olanlar “Zâhid”ler, Aynel-yakin mertebesinde olanlar “Arif”ler, Hakkâl-yakin mertebesine ulaşanlar da “Vâkıf”lardır ![]() Bir ilim diğerine erişemediği için hakikat da anlaşılamıyor ![]() ![]() Bu mevzu “İlmel-yakîn”de ve “Aynel-yakîn”de olan kişinin işi değildir ![]() ![]() ![]() Göz üç türlüdür: 1- Kör göz: Tabiat karanlığına düşmüştür, ondan başka hiçbir şey görmez ![]() 2- Şaşı göz: Hem kendisine, hem de Yaratan'ına bakar ![]() ![]() 3- Görür göz: Allah-u Teâlâ'nın nuru ile bakar ![]() ![]() ![]() Çözülmeyen ve bilinmeyen Vahdet-i vücud'un sırrı budur ![]() ![]() ![]() ![]() Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Bedir'de Cebrâil Aleyhisselâm'ın tavsiyesi üzerine yerden bir avuç kum alarak müşriklerin üzerine attı ![]() ![]() Âyet-i kerime'de ise: “Resulüm! Sen atmadın, Allah attı ![]() ![]() Görünüşte Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- attı, fakat Allah-u Teâlâ: “Ben attım!” buyuruyor ![]() Ancak bu hâle gelen Vahdet-i vücud'dan bahsedebilir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() İnsan bildiği mevzuda konuşmalı, bilmediği mevzuda konuşmamalı, aksi halde cehaletini ortaya koymuş olur ![]() Bu mevzuda kimler konuşuyor? 1 ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() 2 ![]() ![]() ![]() ![]() 3 ![]() ![]() ![]() ![]() Vahdet-i Vücud'a Mazhar Olanlar Vahdet-i vücud nedir? Buna mazhar olan kimlerdir? Vahdet-i vücud, Hazret-i Allah'tan başka hiçbir mevcut olmadığını görene ve bilene mahsustur ![]() ![]() ![]() Vahdet-i vücud'dan bahseden kimsenin “İsm-i Âzam”ı bilmesi lâzımdır ![]() İsm-i Âzam'ı mı merak edersin? Allah dediğin zaman ve O'ndan başka hiçbir mevcut olmadığını gördüğün zaman, onu söylemiş olursun ![]() “Lâ ilâhe illallah” da İsm-i Âzam'dır ve fakat O'ndan başka bir mevcut olmadığını gördüğün zaman ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Bu esrar-ı ilâhi'yi ancak marifetullah ehlinden dilediği kimseye bildirmiş, her veli kuluna dahi beyan etmemiştir ![]() ![]() ![]() Bildirdiklerinin dahi tecelliyatları ayrı ayrı olduğu için kişi kendi bilgisini ortaya koymuştur ![]() Bunlar pek az gelmiştir, fakat bunların dahi tecelliyatları ayrı ayrıdır ![]() Vahdet-i Vücud'un Tecellisi Bu gibi esrar-ı ilâhî ne zaman tecelli eder? Bir insanın gerçekten yaratılışı bir damla kerih sudur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde: “Rabbimi Rabbimle bildim ![]() ![]() Fakat şu hale inmeyen, bunları Allah-u Teâlâ'nın nuru ile görmeyen kimse Vahdet-i vücud'dan nasıl bahsedebilir? Bu gibi kimseler Vahdet-i vücud'dan bahsetmeye sahib-i salâhiyet bile değildirler ![]() Yaratılışı olan bir damla meniye indiği zaman, âyân-ı sâbitesini gördüğü zaman, Allah-u Teâlâ'nın tecellisi husule geldiği zaman bir de bakar ki yalnız O var ![]() ![]() ![]() ![]() Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde: “Allah göklerin ve yerin nurudur ![]() ![]() Ve bu hususu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'le açıklıyor, fakat biz o tecelliyâta mazhar olmadığımız için anlamıyoruz ![]() Buyururlar ki: “Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer siz süflî arza bir ip sarkıtmış olsanız Allah'ın üzerine düşerdi ![]() Bakınız az önce geçen Âyet-i kerime'yi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz nasıl görmüş ve nasıl açıklıyor ![]() ![]() Gerek bu pisliği gerek âyân-ı sâbiteyi görebilmek için ancak Allah-u Teâlâ'nın lütuf nur ışığı lâzımdır ![]() Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki: “Allah bir kimsenin kalbini müslümanlık için açarsa, o Rabbinden verilen bir nur üzerindedir ![]() İşte Rabbinden verilen bu nur sayesinde ancak bu esrar-ı ilâhî bilinir ![]() ![]() Allah-u Teâlâ'nın nur verdiği kimseler, o nur ile beşeriyete hayat veriyorlar ![]() ![]() Bu nuru Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'leri ile beyan ediyorlar: “Müminin ferasetinden korkunuz ![]() ![]() Ancak bu nura sahip olanlar bunu görür, başkası göremez, başkasına şâmil değildir, çünkü o göz onun değildir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki: “İçinizde ![]() ![]() ![]() İşte bunlar Allah-u Teâlâ'nın içte olduğunu görüyor, O'ndan başkasını da görmüyor ![]() ![]() ![]() O'ndan başka mevcud yok ![]() ![]() Bir ağaç var, dışı kabukla örtülmüş ![]() ![]() ![]() ![]() Sen de bir kabuksun, kâinat da bir kabuktur ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Kim ki bunu görmezse bu mevzudan bahsetmesin ![]() Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor: “Biz insana şah damarından daha yakınız ![]() O Allah-u Teâlâ'nın lütuf tecelliyâtına mazhar olmuş ![]() ![]() ![]() Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor: “O hem Evvel'dir, hem Âhir'dir, hem Zâhir'dir, hem Bâtın'dır ![]() ![]() Bu Âyet-i kerime'yi okuyabilen bir kimse, hem “O” olduğunu, hem her şey “O'ndan” olduğunu ilmel-yakîn de olsa, gayet rahat bilmiş olur ![]() Allah-u Teâlâ “Evvel”dir, ezelîdir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() “Âhir”dir; ebedîdir, sona ermekten münezzehtir ![]() ![]() “Zâhir”dir; her görünen varlık O'nun kudretinin eseridir, O'nun varlığı ile kaimdir ![]() ![]() ![]() “Bâtın”dır; Ulûhiyet sırları her zerrede mevcuttur ve gizlidir, varlık da vücud nurunun zerrelerinin zuhur mahallidir ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() O ise her şeyden her şeye yakındır ![]() Âyet-i kerime'sinde buyurur ki: “Biz ona sizden daha yakınız, fakat siz görmezsiniz ![]() Her zerrede Fâil-i mutlak'ın fiilleri vardır, yani her zerrede ulûhiyet sırları mevcuttur ![]() ![]() Bunu bilmeyen Vahdet-i vücud'dan nasıl bahsedebilir? Dikkat ederseniz size Vahdet-i vücud'u hem izaha hem de Âyet-i kerime'lerle ispata çalışıyoruz ![]() Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor: “Resulüm! Sana ruhtan sorarlar ![]() ![]() Ruhu koyduğu zaman var gibi görünüyorsun ![]() ![]() ![]() İnsan bildiği mevzuda konuşmalı, bilmediği mevzuda konuşmamalı, aksi halde cehaletini ortaya koymuş olur ![]() Kendini gören Vahdet-i vücud'dan bahsetmeye de sahib-i salâhiyet hiç değildir ![]() Hiç olduğunu bilen, zerre hakir olduğunu gören Hakk'ı görür, Vahdet-i vücud'dan ancak o bahseder ![]() ![]() ![]() ![]() Sıddıkiyet makamına çıkardığı kimseyi dilerse; kendisini ifnâ ettirir, kendi varlığını husule getirir ![]() ![]() Amma bakıyorsunuz ki, vitrinler Vahdet-i vücud'dan bahseden kitaplarla dolu ![]() ![]() Bu Âyet-i kerime'lerin bir tanesinin tecelliyâtına dahi mazhar olamamışsa, hep boşuna konuşmuştur ![]() ![]() Nasıl ki tasavvufta “Fenâfişşeyh” olmadan “Fenâfirrasul” olmuyorsa, “Fenâfirrasul” olmadan “Fenâfillâh” olmuyorsa, “Fenâfillâh” olmadan da “Vahdet-i vücud”a geçilmiyor ![]() ![]() Burada insan asliyeti olan âyân-ı sabitesini görür ![]() ![]() ![]() ![]() Var olan da, var eden de Hazret-i Allah'tır ![]() ![]() ![]() Bu da ancak Allah-u Teâlâ'dan başka bir mevcut olmadığını gören ve bilenin işidir ![]() Zerreyi zirveye çıkaran ve yine murad ettiğinde denize düşüren Allah ![]() O damla denize düştüğünde ne olur? Hiç olur ![]() ![]() İşte, bunu bilen gerçek mânâda hiç olur, var olan Hazret-i Allah'tır ![]() ![]() Kendini gören Vahdet-i vücud'dan bahis dahi edemez ![]() ![]() ![]() Mürşid-i kâmil dünya yüzünde nadir bulunur, Vahdet-i vücud'dan bahsedenler dünyaya nadir gelenlerdir ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|