Prof. Dr. Sinsi
|
Küfrün Diğer Yüzü Yalan
Küfrün Diğer Yüzü Yalan
Yalan: Bir yalın yılan
Dünyevîleşen insan, var oluşunu ebedî âleme göre değil de, gelip geçici dünya hayatına göre mânâlandırdığından ciddi bir aldanma süreci yaşamaktadır Günümüzde insanoğlu, modernite rüzgârlarıyla aslına ve ruhuna yabancılaşma yoluna sevk edilmiştir Moderniteyi takip eden süreçte ise, maddî-mânevî her şeyi paramparça ederek anlamlandırmaya çalışan yıkıcı postmodern felsefelerle insanlık iyiden iyiye sersemletilmiş durumdadır İnsanların, “Neciyim, nereden geldim, nereye gidiyorum?” sorularını kendi kendilerine ve birbirlerine sormamaları için neredeyse her şey yapılmaktadır Kitle iletişim vasıtalarında ve Holywoodun başını çektiği filmlerde sürekli işlenen hayatı hızlı yaşama felsefesi, insanları âdeta hızlı yaşamaya şartlandırmaktadır Var olmanın esas gâyesi olarak dünyadan kâm alma –bugünkü moda tabiriyle keyif alma– tüketim çılgınlığıyla birlikte empoze edilmektedir Âdeta insanlar, varlığını ve birliğini kâinatın her zerresinde hadsiz mühürlerle bildiren Vacibül-Vücud, haşa sanki yokmuş gibi bir hayat sürmeye mahkum edilmektedir Ve bu akıl almaz oyunda başrol ise hakikatin hilâfından başka bir şey olmayan yalana verilmiştir Evet bugün yalan, (onu yasaklayan dinlere ve öğretilere rağmen) belki de hiçbir dönemde olmadığı kadar revaçtadır
Garbi yeli, garbi yeli, ne esersin deli deli
Tim Raymentin 20 Kasım 2005 tarihli The Sunday Times gazetesinde yazdığı “Hakikat Elle Tutulamayacak Kadar Yakıcı Mı?” başlıklı makalesinde ve araştırmacı Brian Martinin Social Anarchism dergisinin 35 sayısında kaleme aldığı “Daha İyi Bir Dünya İçin Yalan Söylemek” başlığını taşıyan ilmî makalesinde, yalana karşı takınılan genel tutum ve mülâhazalar açıkça gözler önüne serilmektedir Raymentın ifadelerine göre Batıda yalan/yalan söyleme, delilik sınırında bir ömür süren ve sonunda da deliren nihilist felsefeci Nietzschenin: “Yaşamak için yalanlara ihtiyacımız var ” hezeyanıyla paralellik arz eder Batıda yalan, en az hakikat kadar hayatın bir parçası hâline gelmiş durumdadır Öyle ki eskiden beri, bir şekilde insanın kendi çıkarlarını korumak, bir kâr veya fayda elde etmek için söylediğine inanılan yalanı, bugün herhangi bir psikolojik hastalığı olmayan ve toplumda çok başarılı kabul edilen insanlar bile görünür hiçbir makul sebep olmadığı hâlde söyler duruma gelmiştir Toplumda hemen herkesin her fırsatta yalan söylemeye meyilli olması, insanlarda doğruyu söylese de nasıl olsa inanılmayacağı düşüncesini oluşturduğundan, hakikati söylemek sanki lüzumsuz ve kıymetsiz bir hâl almaktadır Bu menfî durum da, yeni yalanlardan oluşan fasit daireler doğurmaktadır
New Scientist dergisinin 253 ayrı araştırmaya dayanarak ilân ettiği bir rapora göre, insanlar inandırıcı yalan söyleme konusunda o derece ustalaşmışlar ki, ortaya çıkarılan yalan nispeti, yaklaşık % 53tür Bu nispete, yalanları ortaya çıkarma hakkında uzmanlaşmış polislerin, psikologların, terapistlerin ve hakimlerin söz ve fiilleri de dâhildir
Dr Sean Spence, British Research dergisinde, insanlar yalan söylemeye karar verdiğinde beyinde ne gibi değişiklikler olduğunu ortaya koyan bir makale yayımladı Bu araştırma, yalan söylemek için yapılan her teşebbüste prefrontal korteksin hep aynı bölgesinde yoğun bir uyarılma faaliyeti oluştuğunu ortaya çıkardı Öfke ve saldırganlık dâhil otomatik olarak amigdala bölgesinde oluşan dürtülerin iradî olarak kontrol edilmesinde vazifeli prefrontal korteks bölgesiyle, yalan söyleme anında yoğun şekilde uyarılan bölgenin aynı olması dikkat çekiciydi Buradan çıkan neticeye göre, yalan söyleme durumu oluştuğunda, hem doğru hem de yalan söylemeye müsait yapıdaki insan fıtratında mündemiç olan hakikati söyleme eğilimi, beyindeki bu bölgenin otomatik olarak artan uyarılma faaliyetleriyle bastırılmaya çalışılır Spencein tespitlerine göre, yalan söyleme durumunda beynin sergilediği bastırma ve direnç gösterme faaliyetinin yoğunluğu, diğer dürtüleri kontrol etmede gösterilen aktivite derecesinden oldukça yüksek seyretmektedir Bu araştırmanın ortaya koyduğu önemli hakikat şudur ki, aslında yalan söylemek, gayrifıtrîdir ve bozulmamış insan için hakikati söylemekten çok ama çok daha zordur
Kant, Augustine ve Aquinasın temellerini attığı Hristiyan ahlâkına göre yalan çok hususi hâller hâricinde bu dine inanmış toplumlarda yasaklanmasına rağmen, günümüzde hâlâ revaçtadır Martinin mülâhazaları tahlil edildiğinde de manzara çok farklı değildir Martin, hakikat teoride öne çıkarılmasına rağmen, Batıda yalanın her yerde olduğunu, çünkü çocuklara nasıl yalan söyleyeceklerini ailelerin bizzat öğrettiğini iddia etmektedir Postmodernite, haz duygusunun her türlü yolla tatminini hoş görme ve her fikre saygılı olma anlayışıyla, yalan söylemeyi kolaylaştırmış, hattâ imaj kültürüyle daha da teşvik etmiştir Martine göre, bu teşvik, kahredici yalan anlayışının temellerinden birini teşkil etmektedir Makaledeki referanslardan biri olarak sunulan Forda göre ise toplum öyle bir hâl sergilemektedir ki, insanlar bozulmamış gerçeğe ve doğruya tahammül etmekte zorlanır hâle gelmişlerdir İnsanlar duymak istedikleri şeyler söylendiğinde, bunları yalan olarak görmeme eğilimindedirler İnsanların büyük bir kısmı tabiatta ve sosyal hayatta kendi rollerinin ehemmiyetsizliğini kabul etmeme eğilimi göstermekte, başkalarının kendi konumlarıyla alâkalı yalanlarını doğru saymaya hevesli görünmektedirler Hattâ ne acıdır ki, bu konularda kendi kendilerini dahi aldatmaktan kaçınmamaktadırlar Belli ki, insanlar kâinattaki yerlerini konumlandırırken, nihilist ve ateist felsefelerin de tesiriyle şişirilmiş egoları sebebiyle, Cenab-ı Rabbül-Aleminle aralarında Hâlık-mahluk münasebetini kuramadıklarından, kendi hiç hükmündeki varlık seviyelerini kabullenmekte zorlanmakta ve kendi kendilerine yalan söyleme küçüklüğüne düşmektedirler
Batılı psikologların ifadeleri de modern Batı toplumlarında yalan karşısında düşülen acziyetin itirafının izlerini taşır Çocuklarda yalanın gelişmesini incelemiş olan Maria Vasek, yalan için gerekli olan maharetler(!) olmadan insanın var olamayacağını savunurken, benzer hatadan kendini alıkoyamayan Nyberg ise, yalanı; “dünyayı düzene sokmak için başvurulan, birbirinden farklı fertlerin aralarındaki problemleri çözmelerini sağlayan, acıyla başa çıkabilmeye yardımcı olan, ferdiyetçiliği yakalayabilmeye destek veren ve insanı hayata bağlayan bir mekanizma olarak ” görmektedir
Beyaz yalan aldatmacası
D Kuhnun 22 Nisan 2004 tarihli “Bir Yalan Öbür Yalana Götürür” başlıklı makalesinde etraflıca ele aldığına göre, Batı dünyasında söylenildiğinde kimseye zarar vermediği varsayılarak hoş görülen ve sosyal olarak kabul gören yalanlar, masumluğu ve temizliği tedai ettiren beyaz sıfatı ile taltif edilmiş ve beyaz yalanlar olarak adlandırılmıştır Bu durum, Batı toplumunun yalan konusunda düştüğü vartayı bir defa daha açıkça göz önüne sermektedir İnsan karakterinin çocukken şekillendiği hakikatinden yola çıkılacak olunursa, beyaz olarak tarif edilen yalanların, zamanla alışkanlığa dönüşerek, yerlerini bir gün kömür karası yalanlara bırakacağını tahmin etmek herhalde güç olmayacaktır Belki beyaz yalanların hiçbir zararı olmadığı iddia edilebilir Ancak beyaz yalanın “hakikati kısmen gizlemenin veya çarpıtmanın başka bir yolu veya tarzı olduğu” düşüncesini îmâ etmesi, yalana kapı aralaması açısından önemlidir İçinde yaşadığı âleme göre hayli zıt ve müspet bir duruşu olan meşhur İngiliz yazar Jonathan Swift, kendi ülkesinde revaç bulmuş olan aldatma ve yalanı eleştirme adına Gülliverin misafir olduğu atlar ülkesinin sözlüğünde yalanı karşılayan tek bir kelimenin yer almadığını tasavvur eder Zîrâ yalan öyle bir kezzaptır ki, damlası dahi hayatı ve insanı eritmeye yetmektedir Bu sebeple onun beyazı siyahı olmaz; radyasyon gibidir, zararda şahıs, zaman ve mekân ayırt etmez; sadece bugünü harap etmez, geleceği de ipotek altına alır
Âlemşümul doğruluk modeli: El Emîn -kendisi emîn herkes kendisinden emin-
Doğruluk dendiğinde aklımıza gelen ilk isim, yüreklerimizi ferahlatan, İnsanlığın İftihar Tablosu, El-Emîn, Muhammedül-Arabî (sas) Hazretleridir Onun (sas) yalan karşısındaki tavizsiz duruşu, hem tarih ilmiyle kayıt altına alınmış, hem sosyal bilimin kriterlerince doğrulanmış bir hakikattir Şanı yüce Peygamberimiz (sas), ferdî ve sosyal açıdan asla yalana tevessül etmemesiyle ve ona karşı duruşuyla insanlık için değişmez, eskimez ve erişilmez insan modelidir İslâmın iki pınarı olan kitap ve sünnetçe Efendiler Efendisinin (sas) bu orijinal hâli, her kültürün insanınca kolayca anlaşılabilecek derecede açık olarak ortaya konmuştur Kurân-ı Kerîm Efendiler Efendisinin (sas), bu milim şaşmaz doğruluğunu “Sen büyük bir ahlâk üzeresin ” (Kalem/4) diye tarif ve takdir ederken, Ona yâr olanlara da “Andolsun ki, Allahın peygamberinde Allahı ve âhireti arzu eden ve Allahı çok anan kimseler için güzel bir örnek vardır ” (Ahzab/21) kuvvetli işaretiyle, ve “Peygamber size ne verdi ise, onu alın ve size neyi yasakladı ise ondan sakının ” (Haşr /10) emriyle, bir bağlılık ve modeli takip etme çerçevesi çizmektedir
Sahih hadîs geleneği ise, Kurânın muciznuma âyât-ı beyyinâtına paralel olarak Efendiler Efendisinin (sas), doğru söz esasına dayalı eşsiz ahlâkını şerh ve tefsir eden sayısız vakayı ortaya koymaktadır Öyle ki esas prensip –emrolunduğu gibi dosdoğru olma- hiç değişmediğinden, birkaç misâl meseleyi aydınlatmaya yetmektedir:
i) “Ey Allahın Resûlü! dedik, mümin korkak olur mu?” “Evet!” buyurdular “Peki cimri olur mu?” dedik, yine: “Evet!” buyurdular Biz yine: “Peki yalancı olur mu?” diye sorduk Bu sefer: “Hayır!” buyurdular ” (Safvân İbnu Süleym (r a ) - Muvatta, Kelâm 19, (2, 990)
ii) “Hz Ömer radıyallahu anh bize Câbiyede hitap etti ve dedi ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, tıpkı benim sizin aranızdaki şu kalkmam gibi bizim aramızda hitap için ayağa kalktı ve dedi ki: “Ashabım, bunları takip edenler (tabiîn) ve onları da takip edenler (etbauttabiîn) hakkında bana riayetkâr olun (benim hatırım için onlara da saygılı olun) Onlardan (etbauttâbiînden) sonra yalan yaygınlaşacak, öyle ki, kişi kendisinden şahitlik istenmediği hâlde şehadette bulunacak, yemin talep edilmediği hâlde yemin edecek ” (Cabir İbnu Semüre (r a ) Kütüb-ü Sitte 6683)
iii) “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: “Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?” buyurmuş ve bunu üç kere tekrar etmişlerdi Biz: “Evet!” deyince: “Allaha şirk koşmak, anne ve baba haklarına riayetsizlik, cana kıymak!” buyurdular Bu sırada dayanmış durumda idi, yere oturup: “Haberiniz olsun! Yalan söz, yalan şahidlik!” dedi ve bunu o kadar tekrar etti ki, “Keşke kesse artık!” temennisinde bulunduk ” (Ebu Bekir (r a ) - Buhâri, Şehâdât 10, Edeb 6, İstizân 35, İstitâbe 1; Müslim, İmân 143, (87); Tirmizi, Şehâdât 3, (2302) )
Hâlıkın nâmütenahî adı var, en başı Hakk
Çetin bir ruh tufanının yaşandığı bugünün dünyasında, kötülüğü ve gayrifıtrîliği bütün insanlarca kabul edilen yalanın, nasıl olup da bu kadar yaygın olduğu hususunda, ferdî ve içtimaî tesirleri üzerinde düşünülmelidir Hakkın ve dolayısıyla hakikatin hatırının her şeyden âli olduğu hususu, her türlü ilmî vasıtalar kullanılarak ortaya konmalıdır Günümüzün insanını hakiki medeniyete ulaştırma ve yalandan korumanın yolu, temsil keyfiyetiyle (konuşurken-yazarken-çizerken, hepsinden önemlisi yaşarken) hakikati ifade etmektir
Dr Numan SARIYAZI
|