Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ahzab, fizilalil, kuran, kutub, seyyid, suresi, tefsiri

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



Fizilal-il Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

1- "Ey Peygamber: Allah'tan kork, kafirlere ve münafıklara itaat etme Şüphesiz, Allah her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir"

2- "Sana Rabbin tarafından vahyedilen kitaba uy; şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır"

3- "Allah'a güven, dost ve dayanak olarak Allah yeter"

Bu, genç İslam toplumunun toplumsal ve ahlâki hayatının çeşitli yönlerini düzenleyen Ahzab suresinin başlangıcıdır Bu başlangıç İslamın sosyal düzeninin özelliğini ve bu düzenin gerek pratik hayatta gerekse vicdan aleminde dayandığı temel ilkeleri gözler önüne sermektedir

Kuşkusuz islam bir konferanslar ve vaazlar, davranış ve ahlâk kuralları, yasa ve kanunlar, rejim ve gelenekler kolleksiyonu değildir İslam bunların tümünü kapsıyor ama, sadece bunların tümü islam demek değildir İslam teslim olmaktır Allah'ın iradesine ve kaderine teslim olmaktır; daha baştan itibaren Allah'ın emir ve yasaklarına itaat etmeye, başka hiçbir direktife, hiçbir yöne yönelmeden, aynı şekilde O'ndan başkasına güvenmeden Allah'ın belirlediği hayat sistemine uymaya hazır olmaktır Bu, daha baştan itibaren şu yeryüzünde yaşayan insanların, tek ve ortaksız Allah'ın belirlediği evrensel yasalar sistemine boyun eğdiklerinin bilincinde olmaktır Hem kendilerinin hem içinde yaşadıkları yeryüzünün hem yıldızların hem galaksilerin hareketlerini yönlendirenin; gizli açık, görünmeyen-görünen, akılların algıladı,y-insanın kavrama yeteneğinin algılama bakımından yetersiz kaldığı top yekün varlık alemini bu bir ve ortaksız İlâh'ın yönettiğini bilmektir Yüce Allah'ın emirlerine uymaktan, yasaklarından sakınmaktan; yüce Allah'ın kolayca kullanmaları için buyruklarına verdiği sebeplere sarılıp sonuçlara katlanmaktan başka seçeneklerinin olmadığını kesin şekilde bilmektir İşte temel budur Bundan sonra, vicdanda yer eden inanç sisteminin gereklerinin fiili tercümesi ve nefsin Allah'a teslim olmasının, onun hayat sistemine göre hareket etmesinin pratik sonuçları olan şeriat ve kanunlar, rejim ve gelenekler, davranış ve ahlâk kuralları bu temele dayalı olarak biçimlendirilir İslam bir inanç sistemidir Şeriat bu inanç sisteminden kaynaklanır Toplumsal düzen de bu şeriata dayandırılır İşte birbirini bütünleyen, birbiri ile bağlantılı olan, karşılıklı etkileşim halinde bulunan bu üçlü islam demektir

Yepyeni kanunlar koyarak, alışılmışın dışında uygulamalar belirleyerek müslümanların sosyal hayatlarını düzenleyen Ahzab suresinin ilk direktifinin Allah'tan korkmaya ilişkin olması bu yüzdendir Bu direktif bizzat bu kanunları ve düzenlemeleri uygulamayı üstlenen Peygamber efendimize yöneliktir "Ey Peygamber, Allah'tan kork" Çünkü Allah'tan korkmak, O'nun gözetiminin bilincinde olmak, O'nun yüceliğini hissetmek en başta gelen ilkedir Vicdanın derinliklerinde kanun koyma ve bu kanunları uygulamayı gözetleyen bekçidir İslamın öngördüğü bütün yükümlülükler, bütün direktifler bu temele bağlanır

İkinci direktif ise kafir ve münafıklara itaat etmemeyi, onların direktif ve önerilerine uymamayı, görüş ve teşvik amaçlı sözlerini dinlememeyi öngören yasaktır: "Kafirlere ve münafıklara itaat etme" Bu yasağın, Allah'ın vahyettiği kitaba uymaya ilişkin emirden önce vurgulanması, o sıralar Medine ve çevresinde yaşayan kafir ve münafıkların müslümanlar üzerindeki baskılarının çok ağır olduğunu gösteriyor O kadar ki, onların görüş ve direktiflerine uymamaya ilişkin bu yasağın konulmasını, onları ve baskılarını bertaraf etmeye fiilen başlanmasını gerektirmiştir Bu yasak her zamanki toplumlar için geçerlidir Mü'minleri genel anlamda kafir ve münafıkların görüşlerine aymaktan, özellikle inanç, kanun koyma ve sosyal düzen açısından onlara itaat etmekten sakındırıyor Bununla müslümanların hayat sisteminin tamamen Allah'ın dinine uygun olması, kesinlikle başka görüş ve direktiflerin bu sisteme bulaşmaması amaçlanıyor

Şu halde hiç kimse -zayıflık ve sapmaların egemen olduğu dönemlerde kimi müslümanların yaptığı gibi- kafir ve münafıkların sahip oldukları dış görünüşü itibariyle parlak olan ilmi birikime, deneyim ve beceriye kanmamalıdır Çünkü her şeyi bilen ve her şeyi bir hikmete göre yerli yerinde yapan sadece yüce Allah'tır Bu sonsuz bilgisi ve hikmeti uyarınca mü'minlerin uyacakları hayat sistemini belirleyen O'dur "Şüphesiz Allah her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir" İnsanların bilgisi ise özden yoksun bir kabuktur ve üstelik çok azdır!

Bunun hemen ardından gelen üçüncü direktif ise şudur: "Sana Rabbin tarafından vahyedilen kitaba uy" Çünkü direktif vermeye yetkili tek merci burasıdır Uyulmayı hakkeden biricik kaynak budur Ayet ifadenin yapısında gizli bulunan bazı anlamlı mesajlar içeriyor "Sana Rabbin tarafından vahyedilen kitaba uy" "Sana" kelimesiyle vahiy Peygamberimize özgü kılınıyor "Rabbin tarafından" tamlaması ile de vahyin kaynağı vurgulanıyor Buyruğuna uymanın kaçınılmaz olduğu yüce Allah'tan gelen somut ifadenin yanı sıra, cümlenin yapısında belirginleşen bu duyarlı ve anlamlı mesajlarla da Allah tarafından vahyedilen kitaba uymanın zorunluluğu vurgulanıyor Bunun üzerine yapılan değerlendirme ise şöyledir: "Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır" Sizinle ilgili bilgileri ve sizin neler yapmakta olduğunuzu O vahiy kanaliyle size bildiriyor Sizin yaptıklarınızın gerçek mahiyetini, sizi bu tür eylemlere iten vicdanlarınızda yer eden arzularınızı bilir

Son direktif ise şudur: "Allah'a güven, dost ve dayanak olarak Allah yeter" İnsanların senin yanında ya da karşında olmalarına önem verme Komplo ve tuzaklarına aldırma Bütün işlerini Allah'a bırak O, sonsuz ilmine, hikmet ve ön tasarımına göre bu işleri yönlendirir İşi en sonunda Allah'a bırakmak ve sadece O'na dayanıp güvenmek, kalbin gölgesinde yatıştığı sağlam bir dayanaktır İnsan kalbi bu dayanağın yanında kendi etkinliğinin sınırını bilir ve artık ötesine geçmez Bunun ötesini içten bir bağlılıkla, güvenle, teslimiyetle her türlü emir ve yönlendirme yetkisine sahip olan yüce Allah'a bırakır

Şu üç unsur: Allah korkusu (Takva), O'nun vahyettiği kitaba uyma, -Kafir ve münafıklara karşı tavır almakla birlikte- sırf O'na dayanıp güvenme unsurları davetçinin gücünü arttırır, onun daha duyarlı ve dikkatli hareket etmesini sağlar Davetin Allah'tan gelen, Allah'a doğru yol alan ve Allah'a dayanan açık ve katışıksız metoduna göre yoluna devam etmesini sağlar "Dost ve dayanak olarak Allah yeter"

Bu direktifler duygusal gözlemlere dayanan kesin bir mesajla sona eriyorlar:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



4- "Allah bir insanın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmadığı gibi zihar yaptığınız (sen bana anamın sırtı gibisin dediğiniz) eşlerinizi, sizin anneleriniz yapmadı ve evlatlıklarınızı da öz oğullarınız gibi saymanızı meşru kalmamıştır Bunlar sizin dillerinize doladığınız boş sözlerdir Allah gerçeği söyler ve O, doğru yola iletir"

İnsanın sadece bir kalbi vardır Şu halde sadece bir hayat sistemine uyması bir zorunluluktur Hayat ve varlık için başvuracağı tek ve kapsamlı bir düşünce sistemi olmalıdır Değerleri ölçeceği, eşya ve olayları değerlendireceği tek bir kriterinin olması kaçınılmazdır Aksi taktirde hayatı paramparça olur, birbirinden ayrı, birbiri ile çelişen düşünceler arasında bocalanır İki yüzlü davranışlar sergiler Yamuklaşır Bir yöne doğru -sağa-sola sapmadan dengeli bir şekilde hareket edemez

İnsan, davranış ve ahlâk kurallarını bir kaynaktan, yasa ve kanunlarını bir başka kaynaktan, sosyal ya da ekonomik rejimi üçüncü bir kaynaktan, sanat ve düşüncesini dördüncü bir kaynaktan alamaz Çünkü bu karmaşa içinde kalp sahibi bir insanın olgunlaşması, insana yaraşır dengeli davranışlar sergilemesi mümkün değildir Olsa olsa farklı merciler arasında düşünce ve hareketleri paramparça olmuş bir et kemik yığını meydana gelir

Gerçek bir inanç sistemine inanan bir insanın hayatının herhangi bir noktasında, büyük ya da küçük bir meselede bu inanç sisteminin gereklerinden ve özel değerlerinden soyutlanması mümkün değildir Bir insanın herhangi bir söz söylerken, herhangi bir harekette bulunurken veya bir şeye niyetlenirken ya da bir şey hakkında düşünürken bu inanca göre davranmaması, bu inanç sisteminin gereklerine uymaması söz konusu olamaz Ancak eğer bu inanç sistemi onun vicdanına pratik olarak yerleşmişse Çünkü yüce Allah insana sadece bir kalp bahşetmiştir Bu yüzden tek bir yasaya boyun eğmesi, bir tek düşünce sistemine dayanması, eşya ve olayları tek bir ölçüye göre değerlendirmesi zorunludur

İnanç sahibi bir kişi herhangi bir şey yaptığı zaman: "Bunu şahsım adına yaptım Bunu da islam adına yaptım" diyemez Nitekim günümüzde politikacılar, şirket yöneticileri; toplumsal ya da bilimsel dernek temsilcileri bu tür sözler söylemektedirler Oysa bir tek kişilikleri ve bir tek inanç ile beslenen sadece bir kalpleri vardır Bu yüzden hayata ilişkin bir tane düşünceleri, değerleri ölçecekleri bir tane kriterleri olmalıdır Bağlı bulundukları inanç sisteminden kaynaklanan düşünceleri onların her durumunu kuşatmalıdır

İnsan tek başına, aile içinde, toplum arasında, devlet yönetiminde, bütün yeryüzünde; gizli-açık, işçi-işveren, yöneten-yönetilen olarak, bollukta ve darlıkta tek bir kalple yaşar Bu yüzden hiçbir durumda kriterleri, değer yargıları ve düşünce sistemi değişmemelidir "Allah bir insanın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır"

Bu yüzden insanın izleyeceği hareket metodu bir tanedir Sadece bir yolda yürümeli, sadece bir vahye ve yalnızca bir merciye yönelmelidir Kısacası tek ve ortaksız Allah'a teslim olmalıdır Çünkü bir kalp iki İlâh'a birden kulluk yapamaz, iki efendiye birden hizmet edemez Aynı anda iki yolu izleyemez, iki merciye yönelemez Böyle bir şey yapmaya kalkıştığı an duygu, düşünce ve davranış olarak paramparça bir görünüm sergiler, kendi kendi ile çelişir, et ve kemik yığınına dönüşür

Uyulacak sistemin ve izlenecek yolun belirlenmesine ilişkin bu kesin mesajdan sonra ayet-i kerime "zihar" (Yani, adamın karısına sen bana anamın sırtı gibisin demesi) ve evlat edinme geleneklerinin geçersiz olduklarını duyuruyor Amaç toplumu açık, normal ve sağlam temellere dayandırmaktır

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



5- "Evlatlıkları öz babalarına nisbet ederek çağırın, bu Allah katında en doğru olanıdır Şayet öz babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır Yanılarak yaptığınızda size bir günah yok, fakat kalbinizin bile bile yaptığınızda günah vardır Allah çok bağışla-yan çok esirgeyendir"

Cahiliye döneminde erkek karısına: "Sen bana anamın sırtı gibisin, yani anamın bana haram oluşu gibi haramsın" der ve o andan itibaren karısıyla cinsel ilişkide bulunması haram olurdu Sonra kadın ortada kalırdı Ne boşanmış sayılırdı ki bir başkası ile evlensin, ne de normal bir eş gibi kocasına helal olurdu Bu durum büyük sıkıntılara neden olurdu Bu uygulama aynı zamanda cahiliyede kadına karşı takınılan tavrın, ona uygulanan baskının iğrençliğini, kadının ne büyük zorluklara ve meşakkatlere katlandığını gösteriyor

İslam aile ortamındaki sosyal ilişkileri yeniden düzenleyip aileyi ilk toplumsal birim olarak tanımlayınca; kuşaklara kaynaklık eden bu yuvaya layık olduğu özeni ve korumayı yerine getirince kadının omuzlarına binmiş bu ayıbı kaldırdı, aile içi sosyal ilişkileri adalet ilkesine dayalı olarak, taraflardan herhangi birine zorluk çıkarmadan düzenledi İslamın koyduğu bu kural da aynı amaca yöneliktir: "Zihar yaptığınız (sen bana anamın sırtı gibisin dediğiniz) eşlerinizi, sizin anneleriniz yapmadı" Çünkü dille söylenen bir söz pratik gerçeği değiştiremez Zira anne annedir, eş de eşdir İnsanın bunlarla olan ilişkisinin özelliği bir cümle ile değişmez Bu yüzden cahiliyede olduğu gibi "zihar" yapma, annenin haram oluşu gibi sürekli bir haramlığın sebebi olarak kabul edilmemiştir

Rivayete göre "zihar" geleneğinin geçersizliği "mücadele" suresindeki ayetlerle karara bağlanmıştır O zaman Evs b Samit karısı Havle binti Sa'lebe'ye zihar yapmıştı (sen bana anamın sırtı gibisin demişti) Bunun üzerine kadın, Peygamber efendimize gelmiş ve "Ya Resulallah, kocam malımı yedi, gençliğimi yedi bitirdi Ona çocuk doğurdum Ne zamanki yaşlanıp çocuk doğuramaz hale gelince bu sefer "sen bana anamın sırtı gibisin" dedi" diyerek şikayette bulunmuştu Bunun üzerine Peygamber efendimiz "Benim görüşüme göre sen ona ha-ram olmuşsun" demişti Kadın bu şikayetini defalarca tekrarlamış, bunun üzerine yüce Allah şu ayetleri indirmişti: "Ey Muhammed! Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir: esasen Allah konuşmanızı işitir Doğrusu Allah işitendir, görendir İçinizde karılarını zihar' yapanlar (sen bana anamın sırtı gibisin diyenler) bilsinler ki, karıları anneleri değildir; anneleri ancak, onları doğuranlardır Doğrusu söyledikleri kötü ve asılsız bir sözdür Allah şüphesiz affedendir, bağışlayandır Karılarım zihar yoluyla boşamak isteyip, sonra sözlerinden dönenlerin, karısı ile ilişkiye girmeden önce bir köle azad etmeleri gerekir Size bu hususta böylece öğüt verilmektedir Allah işlediklerinizden haberdardır Azâd edecek köle bulamayanın karısı ile ilişkiye girmeden önce iki ay birbiri peşinden oruç tutması gerekir Buna gücü yetmeyen, altmış düşkünü doyurur Bu kolaylık Allah'a ve Peygamberine inanmanızdan ötürüdür Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır; kafirler için can yakıcı azab vardır" (Mücadele Suresi, 1-4) Bununla, zihar yapma geçici bir süre için cinsel ilişkinin haram oluşuna neden sayılmıştır Sürekli bir haram ya da boşanma nedeni olarak kabul edilmemiştir Kefareti de bir köle âzâd etmek Ya da ara vermeden iki ay üst üste oruç tutmak yahut altmış yoksulu doyurmaktır Bu kefaret yerine getirildikten sonra tekrar adamın karısı kendisine helal olur Evlilik hayatı da eski haline döner Böylece her zaman için geçerli olan değişmez ve doğru hüküm pratik bir gerçeğe dayandırılmış olur: "Zihar yaptığınız eşlerinizi, sizin anneleriniz yapmadı" Bu sayede aile, cahiliye döneminde kadına reva görülen kötülüklerin ve meşakkatlerin bir yönünü temsil eden bu tür cahiliye gelenekleri yüzünden dağılmaktan, aile ortamındaki ilişkiler, erkeklerin cahiliye toplumunda kabaran arzuları ve üstünlük kompleksleri karşısında bozulmaktan, karmaşık ya da başıboş hale gelmekten korunmuştur

Bu zihar' meselesi Evlat edinme ve evlat edinilenlerin öz babalarında başkasına nisbet edilerek çağırılması meselesine gelince, bu da hem aile hem de toplum yapısında sarsılmalara neden oluyordu

Arap toplumunda namusla ve soyla övünme geleneği son derece yaygın ve meşhur olmasına rağmen, herkes tarafından bilinen ünlü bir soya mensup birkaç ailenin dışında toplum içinde övünç vesilesi olan bu gelenekle çelişen davranışlar sergileniyordu

Örneğin toplumda babaları bilinmeyen çocuklar olurdu Herhangi bir adam bunlar arasında hoşuna giden birisini evlat edinir, oğlu olarak çağırırdı Bu çocuğu soyu arasına katardı Böylece gerçek baba-evlat gibi birbirlerine mirasçı olurlardı

Öte yandan babaları bilinen çocuklar da vardı Herhangi bir adam bunlar arasında hoşuna giden birini kendisi için satın alır, onu evlat edinirdi Böylece kendi soyuna katardı Artık o çocuk insanlar arasında kendisini evlat edinen adamın adı ile tanınırdı Adamın ailesinden biri olurdu Bu durum daha çok savaş ve baskınlarda esir alınan kız ve erkek çocuklar için söz konusuydu Bunlar-dan birini soyuna katmak isteyen birisi, onu evladı olarak çağırır, ona kendi ismini verirdi O da bu isimle bilinir ve öz oğulun hak ve yükümlülüklerine sahip olurdu

Bunlardan birisi de Zeyd b Harise el-Kelbi idi Zeyd bir Arap kabilesine mensuptur Daha küçük bir çocukken cahiliye döneminde bir baskında esir alınmıştı Hakim b Hazzam da onu halası Hatice :Allah ondan razı olsun- için satın almıştı Hz Hatice Peygamber efendimizle evlenince Zeyd'i Peygamberimize hediye etmişti Sonra Zeyd'in babası ve amcası gelip onu Peygamber efendimizden istemişlerdi Peygamber efendimiz kararı Zeyd'e bırakmıştı O da Peygamber efendimizin yanında kalmayı tercih etmişti Bunun üzerine Peygamber efendimiz onu âzad ederek kendisine evlat edinmişti Bu nedenle ona "Zeyd b Muhammed" derlerdi Zeyd Peygamber efendimize inanan ilk kölelerdendi

İslam, aile içi ilişkileri doğal temelleri üzerinde düzenlemeye, bu doğal temeller üzeriné kurulu aile bağlarını güçlendirmeye, bu bağları her türlü karışıklıktan ve bulanıklıktan uzak ve açık şekilde belirtmeye başlayınca, bu evlat edinme geleneğini geçersiz kıldı Soya bağlı ilişkileri yani, kan, öz babalık ve evlatlık ilişkilerini gerçek sebeplerine döndürerek şu ilkeyi yerleştirdi: "Evlatlıklarınızı da öz oğullarınız gibi saymanızı meşru kılmamıştır" "Bunlar sizin dillerinize doladığınız boş sözlerdir" Söz ise realiteyi değiştirmez Kan bağı, nutfenin taşıdığı soya çekim bağı, evladın canlı babasının canlı bir parçası oluşundan kaynaklanan doğal duygular bağı yerine yeni bir bağ meydana getiremez

"Allah gerçeği söyler ve O, doğru yola iletir"

Yüce Allah, batılın bulaşmadığı kesin ve katışıksız gerçeği söyler Aile içi ilişkilerin ağızla söylenen dayanaksız bir söz yerine et ve kandan kaynaklanan doğal bağlara dayandırılması da bu gerçeğin bir gereğidir: "O, doğru yola iletir" Yüce Allah uyulması gereken doğru ve fıtratın temel yasasına bağlı olan yolu gösterir İnsanların pratikte hiçbir anlam ifade etmeyen sözlerle, kendi ağızları ile oluşturdukları başka yollar bu yola duyulan ihtiyacı ortadan kaldırmaz Yüce Allah'ın söylediği gerçek söz ve fıtrat insanların ağızlarıyla uydurdukları gelenekleri ortadan kaldırır ve uyulması gereken doğru yolu gösterir:

"Evlatlıkları, öz bahalarına nisbet ederek çağırın; bu Allah katında en doğru olanıdır"

Çocuğun öz babasına nisbet edilerek çağırılması, adaletin gereğidir Kendisinden canlı bir parça olarak dünyaya gelen çocuğun babası için bir adalettir Babasının adını taşıyan, ona mirasçı olan ve mirası bırakan, onunla yardımla-şan, gizli bir katılımla babasının devamı sayılan, babasının ve atalarının özelliklerini temsil eden çocuk için adalettir Aynı şekilde her şeyi yerli yerine koyan; her türlü ilişkiyi fıtri temellerine dayandıran, babanın ve çocuğun hiçbir meziyetini yok etmeyen, evladın sorumluluğunu ve meziyetlerini gerçek babadan başkasına yüklemeyen, yine gerçek evlattan başkasına evlatlık yükümlülüklerini ve ayrıcalıklarını yüklenmeyen hak ilkesi için de adalettir

İşte aile içindeki yükümlülükleri dengeli biçimde ayarlayan toplumsal düzen budur Bu düzen aileyi, realiteden destek gören ince ve kalıcı temellere dayandırır Aynı zamanda toplum binasını da gerçek ve güçlü bir ilkeye dayandırır Bu ilke evrensel gerçeğin ifadesidir ve derin fıtri realiteyle uyuşmaktadır Ailenin doğal gerçeğinden habersiz olan bütün düzenler zayıf, temelleri çürük, iflas et-meye mahkum düzenlerdir Bu düzenlerin yaşaması mümkün değildir(Komünizm, toplumsal yapı içinde aile temelini inkar etmeye kalkıştı Fakat büyük bir başarısızlığa uğradı ve uğramaya devam edecektir de Felsefi ve ideolojik düzenin ilkelerine rağmen insan fıtratı Rusya'da mücadeleye başlamış ve yavaş yavaş yeniden egemenliğini kurup önplana çıkmaya başlamıştır)

Cahiliye toplumunda aile içi ilişkilerdeki başıboşluk, soyun karışmasına ve kimi zaman babaların bilinmemesine neden olan cinsel anarşizm göz önünde bulundurulduğunda, islam, aile içi ilişkileri yeniden düzenleyip toplumu da bu temele dayalı olarak kurarken bu sorunu kolaylıkla çözümlemiştir Gerçek babaların bilinmesine imkan bulunmadığı durumlarda, islam toplumu içinde doğal hiçbir dayanağı bulunmayan evlatlık edinme yerine din kardeşliği ve dostluğu ilkesini yerleştirmiştir

"Şayet babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır"

Bu, son derece edepli ve manevi bir ilişkidir Bu tür bir ilişki, mirasçı olmak, diyetlerin ödenmesinde dayanışmak gibi belli yükümlülükler gerektirmez -Bunlar soy ve kan bağının gerektirdiği yükümlülüklerdir Nitekim evlatlıklar için de bu yükümlülükler geçerliydi- Bu manevi bağın burada vurgulanması, evlatlık bağının geçersiz kılınmasından sonra evlatlıkların toplum içinde yalnızlığa terk edilmemeleri amacına yöneliktir

"Şayet babalarını bilmiyorsanız" ifadesi, bize cahiliye toplumundaki soy karışıklığının, cinsel ilişkilerdeki anarşizmin boyutlarını tasvir etmektedir İslam aile düzenini babalık temeline, toplumsal düzeni de doğal ve sağlam aile esasına dayandırmak suretiyle bu karışıklığı ve bu anarşizmi ortadan kaldırmıştır

Soyları aslına döndürmek için gerekli çaba sarf edildikten sonra, gerçek soyu belirleme imkanından yoksun oldukları durumlarda mü'minler için herhangi bir sorumluluk yoktur

"Yanılarak yaptığınızda size bir günah yok, fakat kalplerinizin bile-bile yaptığında günah vardır"

Bu hoşgörünün geri planındaki gerekçe yüce Allah'ın bağışlayıcılık ve merhametlilik niteliklerine sahip olması, insanlara kaldıramayacakları yükü yüklememesidir:

"Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir"

Peygamber efendimiz cahiliye toplumunda yaşanan karışıklığın tüm sonuçlarını geçersiz kılan yeni düzenlemenin ciddiyetini vurgulamak için gerçek soyun belirlenip doğrulanmasına büyük özen gösterirdi Bu yüzden gerçek soylarını gizleyenleri küfürle nitelendirirdi İbn-i Cerir diyor ki: Bize Ya'kup b İbrahim anlattı; ona da İbn-i Aliye anlatmış; ona da Uyeyne b Abdurrahman babasından şöyle rivayet etmiş: Ebubekir (ra) şöyle dedi: Yüce Allah buyuruyor ki; "Evlatlıkları öz babalarına nisbet ederek çağırın; bu Allah katında en doğru olanıdır Şayet babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır" Ben de babaları bilinmeyenlerden biriyim Şu halde ben sizin din kardeşinizim Babam dedi ki (Bu söz Uyeyne b Abdurrahman'a aittir): Allah'a andolsun ki, zannedersem o, babasının bir eşek olduğunu bilseydi kendini ona nisbet ederdi Nitekim Peygamber efendimiz "Kim -bildiği halde- kendisini babasından başkasına dayandırırsa, kâfir olur" Bu özen, bu önemseme islamın ailenin ve aile bağlarının her türlü kuşku ve yabancı unsurdan korunmasına, ailenin her türlü korunma, doğruluk, güçlülük ve sağlamlık sebepleriyle kuşatılmasına verdiği öneme uygun düşmektedir Kuşkusuz bununla güdülen amaç, birbiriyle kenetlenmiş, bozulmamış, temiz ve iffetli toplum binasının sağlıklı temellere dayandırılmasıdır

Bundan sonra evlatlık edinme uygulaması kaldırıldığı gibi kardeşlik sözleşmesi de iptal ediliyor Ancak kardeşlik uygulaması bir cahiliye geleneği değildi İslam, hicretten sonra mallarını ve ailelerini Mekke'de bırakan muhacirlerin, aynı şekilde Medine'de müslüman olmalarının sonucu aileleri ile bağlarını koparan bazı müslümanların durumunu pratik bir çözüm yolu ile karşılamak amacı ile bu uygulamayı başlatmıştı Bunun yanı sıra Peygamber efendimizin genel anlamda müslümanlar adına karar verme (velayet) yetkisine sahip olduğu ve bu yetkinin, soydan kaynaklanan her türlü yetkiden öncelikli olduğu, onun eşlerinin bütün mü'minlerin manevi anaları oldukları vurgulanıyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



6- "Peygamber mü'minlere canlarından ileridir O'nun eşleri de mü'minlerin anneleridir Akraba olanlar miras hususunda Allah'ın kitabına göre birbirlerine muhacirlerden ve ensardan daha yakındır Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır Bunlar kitapta yazılmıştır"

Muhacirler geride her şeylerini bırakarak Mekke'den Medine'ye hicret etmişlerdi Dinlerini korumak için Allah'a koşmuşlardı İnançlarını akrabalık bağlarına, mal varlığına, dünya hayatının gerektirdiği sebeplere, çocukluk ve delikanlılık anılarına, arkadaşlık ve dostluk duygularına tercih etmişlerdi Sırf inançlarım kurtarmak için geride kalan her şeyden soyutlanmışlardı Onlar bu şekilde hicretleriyle, aralarında eş, aile ve çocukta olmak üzere insanın değer verdiği her şeyden bu şekilde uzaklaşmalariyle, inancın eksiksiz olarak gerçekleşmesinin, içinde inançtan başka hiçbir şeye yer kalmayacak şekilde kalbi bürümesinin yeryüzündeki canlı ve pratik örnekleriydi Yüce Allah'ın şu sözünü doğrular tarzda insan kişiliğinin bölünmez bütünlüğünün somut kanıtlarıydılar:

"Allah bir insanın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır"

Medine'de de bu durumun bir başka şekli ortaya çıkmıştı Bazı evlerde kimi fertler müslüman olmuş, kimisi de müşrik kalmaya devam etmişti Bunun sonucu akrabaları ile aralarındaki ilişkiler kesilmişti Bu yüzden ailesel ilişkilerde belli bir çözülme baş göstermişti Toplumsal düzeydeki ilişkilerde baş gösteren çözülme ise daha geniş boyutlarda idi

Müslüman toplum henüz yeni oluşmuştu Yeni kurulan islam devleti ise kurulu bir rejime dayalı bir düzenden çok ruhlara egemen olan bir düşünce olmaya daha yakındı

Tam bu noktada yeni inanç sisteminden kaynaklanan bir bilinç dalgası kabardı Bu bilinç dalgası bütün sevgileri, bütün duyguları, bütün gelenek ve görenekleri, bütün ilişkileri ve bağları örttü Onların tüm etkinliklerini sildi süpürdü Bununla kalpleri birbirine bağlayan tek unsurun, inanç sisteminin olması hedefleniyordu Aynı zamanda inanç unsurunun bile kabile ortamındaki doğal köklerinden kopmuş parçaları birbirine bağlaması, kan, soy, çıkar, dostluk, ırk ve dil gibi bağların yerini alması, islama girmiş bu parçaları birbiri ile kaynaştırması, bunları birbiriyle kenetlenmiş, birbiriyle kaynaşmış, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma içinde bulunan gerçek bir kitle haline getirmesi isteniyordu Kuşkusuz konunun hükmü ile ya da devletin buyrukları ile olmayacaktı bu iş İçten gelen bir dürtü ile, ïnsanların normal hayatlarında alışık oldukları her şeyi silip süpüren bir bilinç kabarması ile gerçekleşecekti İşte islam toplumu devlet düzenine ve rejimin gücüne dayanamadığı sıralarda bu temele dayanmıştı

Muhacirler, kendilerinden önce Medine'yi bir iman yurdu haline getiren ensara konuk oldular Ensar da evlerini, kalplerini ve mallarını peşkeş çekerek muhacirleri karşıladılar Onları barındırmak için birbiriyle yarıştılar, muhacirleri konuk etmek hususunda o kadar birbirleri ile çekiştiler ki, bir muhaciri ancak kur'a ile bir ensariye konuk etmek mümkün olmuştu Çünkü muhacirlerin sayısı, onları barındırmak isteyen ensardan azdı Fıtri cimrilikten, gösteriş ve riyadan uzak, gerçek bir mutlulukla, gönül hoşnutluğu ile isteyerek her şeylerini onlarla paylaştılar

Peygamber efendimiz muhacir erkeklerle ensar erkekleri arasında kardeşlik bağı oluşturdu Bu kardeşlik, inanç sahipleri arasındaki dayanışma tarihinde eşine rastlanmayan bir bağdı Bu kardeşlik, kan kardeşliğinin yerini aldı O da miras, diyet ve benzeri soy bağından kaynaklanan diğer hak ve yükümlülükleri kapsıyordu

Bilgide bu bilinç yüksek bir zirveye ulaşmıştı Müslümanlar bu yeni ilişkiyi büyük bir ciddiyetle benimsemişlerdi -Onların bu tutumları islamın getirdiği bütün prensiplere karşı takındıkları tavrın aynısıydı- Bu bilinç islam toplumunu oluşturma ve onu kuşatma açısından yerleşik bir devlet düzeninin, oturmuş bir yasama gücünün, otoriter bir rejimin işlevini görmüş, hatta ondan fazlasını başarmıştı Bu tür istisnai ve karmaşık koşullarda bunun gibi yeni doğmuş bir toplumu korumak ve onları bir arada tutmak için bunun gibi bir uygulama zorunluydu

Bu tür duygusal yönü ağır basan istisnai uygulamalar, benzeri koşullarla karşı karşıya kalan toplumların organik oluşumlarını tamamlamaları için zorunludur Yerleşik bir devlet sistemi, oturmuş bir yasama gücü ve toplumun yaşaması, gelişmesi ve korunması için gerekli olan güvenceleri yeterince sağlayan otoriter bir rejim meydana gelene kadar bunun gibi istisnai uygulamalara başvurmak gerekir Bu durum doğal durumlar ve uygulamalar ortaya çıkma imkanı bulana kadar sürer

Kuşkusuz islam, -bu tür duygusal yönü ağır basan uygulamaları her zaman içermekle beraber, bu duygunun kalpteki kaynağının her zaman açık, her zaman artar durumda ve her an için fışkırmaya elverişli olmasını öngörmekle beraber toplumsal yapısını insan ruhunun normal gücüne dayandırmayı ister, istisnai heyecanlanmalara değil Duygusal yönü ağır basan uygulamalar istisnai dönemlerde işlevlerini yerine getirdikten sonra yerlerini doğal akışa terk ederler Özel zorunluluk dönemi sona erince normal düzen devreye girer

Bu yüzden Kur'an-ı Kerim Bedir savaşından sonra durumun yavaş yavaş normalleşmesinden, islam devletinin otoritesini pekiştirmesinden, sosyal rejimin gitgide yerleşmesinden, rızık edinme için makul şartların oluşmasından, büyük Bedir savaşının ardından sefere çıkan seriyyelerin herkese yetecek kadar bol ganimet elde etmelerinden, özellikle sürgün edilen yahudi Beni Kaynuka kabilesinden geride kalan bol servetten sonra Evet Kur'an-ı Kerim bu tür güvencelerin artması ile birlikte muhacir ve ensar arasında başlatılan kardeşlik uygulaması, kan ve soy bağından kaynaklanan yükümlülükleri açısından geçersiz kılmıştır Ama bu kardeşliğin sevgi ve duygusal yönü korunmuştur İhtiyaç duyulduğunda tekrar yürürlüğe konulsun diye Bundan sonra islam toplumunda bütün işler doğal durumuna döndürülmüştür Örneğin miras ve diyetlerde yardımlaşma kan ve soy akrabalığına özgü kılınmıştır -Nitekim yüce Allah'ın ezeli kitabına ve doğal yasasına göre aslolan budur- "Akraba olanlar miras hususunda Allah'ın kitabına göre birbirlerine muhacirlerden ve ensardan daha yakındır Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır Bunlar kitapta yazılmıştır"

Aynı sırada Peygamber efendimizin genel anlamda mü'minler adına karar verme yetkisi ve bu yetkinin kan akrabalığından, hatta insanın kendi kendine olan yakınlığından daha öncelikli olduğu vurgulanmıştır: "Peygamber, mü'minlere canlarından ileridir" Bu arada Peygamber efendimizin eşlerinin bütün mü'minlerin manevi annemleri oldukları belirtilmiştir: "Onun eşleri de mü'minlerin anneleridir"

Peygamber efendimize verilen bu yetki, hayat sistemini ve hareket metodunu bütün yönleriyle belirlemeyi kapsayan genel bir yetkidir Bu konuda mü'minler bütünüyle Resulullah'ın buyruğuna uymakla yükümlüdürler Hz Peygamberin yüce Allah'tan aldığı vahiy doğrultusunda kendileri için seçtiği hayat sistemini seçmekten başka seçenekleri yoktur: "Sizden biriniz arzusunu benim getirdiğim vahye uydurmadıkça mü'min değildir"

Bu yetki, bu önceliklilik mü'minlerin duygularını da kapsıyor Çünkü Hz Peygamberin şahsı onlara kendilerinden daha sevgili olur Onu bırakıp kendilerini tercih etmezler Kalplerinde hiçbir kişi ya da hiçbir şey Hz Peygamberden ileri olamaz Bir sahih hadiste Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: "Beni kontrolünde tutan Allah'a andolsun ki, sizden biriniz, beni kendisinden, malından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe mü'min olamaz" Yine bir başka sahih hadiste belirtildiğine göre Hz Ömer (ra) "Ya Resulallah, Allah'a andolsun ki, kendimin dışında seni her şeyden çok seviyorum" demiş Bunun üzerine Peygamber efendimiz "Hayır ya Ömer, beni kendinden daha çok sevmedikçe olmaz" buyurmuştur Ardından Hz Ömer: "Ya Resulallah, Allah'a andolsun ki, seni kendim dahil her şeyden çok seviyorum" demiş, Peygamberimiz de "Şimdi oldu ya Ömer" buyurmuştur

Bu sadece dille söylenen bir söz değildir Yüce bir makamdır bu Kendisini bu erişilmez, bu aydınlık ufka ulaştıracak dolaysız, direkt bir temas olmadığı sürece bir kalp buraya erişemez Buraya eriştikten sonra kalp şahsının cazibesinden, benliğinin her noktasına, her büklümüne işlenmiş kendisine yönelik derin sevgiden sıyrılır Çünkü insan kendi şahsını ve kendi şahsı ile ilgisi bulunan her şeyi sever Bu sevgi insan düşüncesini, idrakini aşan boyutlardadır Zaman zaman insan duygularını yendiğini, nefsini tatmin ettiğini, kendi şahsına yönelik aşırı sevgiyi kontrol altına aldığını düşünür Oysa onurunu zedeleyecek şekilde kendisine dokunulduğu zaman, kendisini yılan sokmuşçasına yerinden kalkar Bu onur kırıcı dokunuş karşısında büyük acı duyar ve tepkisine engel olamaz Çünkü insanın kendi şahsına yönelik sevgisi duygularında ve benliğinin derinliklerinde gizlidir İnsan nefsini tüm hayatın feda etmeye razı edebilir, ancak kendisini küçük düşürücü, veya herhangi bir özelliğini ayıplayıcı, yahut karakterini eleştirici yada bir niteliğini, eksikliğini vurgulayıcı tarzda kişiliğine dokunan bir davranışı kabul etmeye razı etmesi son derece güçtür

Bu konuda aşırıya kaçmadığını, yada fazla etkilenmediğini ileri sürmesine rağmen İnsanın kendi şahsına yönelik derin sevgisini yenmek, dille söylenebilecek bir söz değildir Daha önce de söylediğimiz gibi bu, yüce bir makamdır Dolaysız ve manevi bir temas veya uzun süreli bir çaba, yahut sürekli bir egzersiz, ya da Allah'ın yardım ve desteğini hakkeden kesintisiz bir uyanıklık ve samimi bir istek olmadığı sürece insan kalbi bu yüce makama erişemez Bu, Peygamber efendimizin nitelendirdiği gibi en büyük cihattır Bu konuda Hz Ömer'in -düzeyi ne olursa olsun- Peygamber efendimizin uyarısına muhtaç olması meselenin önemini ortaya koyması bakımından yeterli bir örnektir Bu tertemiz kalbi açan, Peygamberimizin dolaysız, uyarı amaçlı teması olmuştur

Peygamber efendimize verilen bu yetki mü'minlerin yükümlülüklerini de kapsar Bir sahih hadiste Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: "Beni dünya ve ahirette her şeyden üstün ve kendisine daha yakın görmeyen bir mü'min yoktur İsterseniz "Peygamber, mü'minlere canlarından ileridir" (Ahzab, 6) ayetini okuyun Şu halde herhangi bir mü'min geride bir mal bırakırsa, soyundan olan kimseler ona mirasçı olsunlar Şayet bir mü'min ölürde geride bir borç bırakırsa ya da ailesine bakacak kimsesi yoksa bana getirsinler Çünkü ben onun yakınıyım" Yani bu adam borçlu ölmüş ve borcunu karşılayacak kadar malı da yoksa Hz Peygamber onun borcunu ödeyecektir Eğer kendilerine bakamayacak yaşta iseler çocuklarının bakımını üstlenecektir

Bunun dışında hayat, doğal temellerine dayanır Bunun için de duygusal yönü ağır basan ve istisnai durumlarda başvurulan uygulamalara gerek yoktur Bununla beraber kardeşlik uygulamasının iptal edilmesinden sonra dostlar arasındaki sevgi kalıcıdır Bir dostun dostuna ölümünden sonra mirasından pay verilmesini vasiyet etmesine ya da sağlığında bir şeyler hibe etmesine engel oluşturacak bir hüküm söz konusu değildir: "Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır"

Bütün bu uygulamalar en başta gelen kulpa bağlanıyor ve bunun yüce Allah'ın ezeli kitabında yer alan iradesi olduğu vurgulanıyor: "Bunlar kitapta yazılmıştır" Böylece kalpler yatışıyor, sakinleşiyor; bütün yasamaların ve düzenlemelerin kâynağı olan büyük temele sarılıyor

Bununla hayat doğal temelleri üzerinde normal şeklini alıyor Kolay ve rahat bir şekilde yoluna devam ediyor Fert ve toplumların hayatında son derece sınırlı olan kimi istisnai durumların dışında normalde ulaşılmayacak olan yüksek ufuklara bağlı kalmıyor

Sonra islam, müslüman toplumun hayatında yine bu tür bir zorunluluk baş gösterdiğinde tekrar coşsun, tekrar kaynasın diye bu coşkun kaynağın kurumamasını istemiştir

Yüce Allah'ın ezeli kitabında yazılan hükmü ve o yönde gelişen iradesi münasebetiyle, kalıcı bir yasa olsun, her zaman için geçerli bir hayat sistemi olsun diye, yüce Allah'ın genelde bütün Peygamberlerle, özelde de Peygamber efendimizle ve diğer büyük (ulul azm) Peygamberlerle yaptığı sözleşmeye işaret ediliyor Bu sözleşme, Allah'ın hayat için belirlediği sistemi omuzlamayı, ona uymayı, onu insanlara açıkça duyurmayı, gönderildikleri milletlerin hayatına bu sistemi egemen kılmayı öngörüyor Bununla insanların, Peygamberlerin açık duyurularından sonra tüm mazeretleri geçersiz kılındıktan sonra bizzat kendi sapıklıklarından veya doğru yolda oluşlarından, mü'minliklerinden veya kafirliklerinden sorumlu olmaları hedeflenmiştir:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



7- Hani" biz Peygamberlerden söz almıştık, senden, Nuh'tan, İbrahim'-den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan, pek sağlam bir söz aldık"

8- "Allah, doğrulardan doğruluklarını sormak ve kafirlere can yakıcı azap hazırlamak için bunu yapmıştır"

Bu, Nuh Peygamberden son Peygamber Hz Muhammed'e (sas) kadar değişmeden yürürlükte kalan bir sözleşmedir Bu, tek bir sözleşme, tek bir hayat sistemi ve tek bir emanettir Her biri kendisinden öncekinden aldığı şekliyle kendisinden sonra gelene teslim etmiştir

Önce genel bir ifade kullanılıyor: "Hani biz Peygamberlerden söz almıştık" Sonra kendisine Kur'an-ı Kerim indirilen ve alemlere yönelik evrensel mesajı taşıyan Hz Muhammed'e (sas) özel olarak işaret ediliyor Ardından Peygamberler içinde (ulul azm) büyük olanlara değiniliyor Bunlar, son Peygamberlikten önce gönderilen büyük risaletlerle görevlendirilmiş Peygamberlerdir "Nuh tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan söz almıştık"

Kendileri ile sözleşme yapılanların açıklanmasından sonra sözleşmenin niteliğine değiniliyor: "Onlardan pek sağlam bir söz aldık" Burada sözleşme sağlam olarak nitelendirilirken ayetin orijinalinde geçen sözleşme anlamındaki "misak" kelimesinin sözlük anlamı göz önünde bulundurulmuştur Bu sözcük bükülmüş ip anlamındadır Bu yüzden antlaşmalar ve ilişkiler bu sözcükle ifade edilmiştir Öte yandan sözcüğün duygulara yönelik mesajının etkinliğini arttıran manevi bir vurgusu da vardır Bununla yüce Allah ile seçkin kulları arasında; Allah'ın vahyini almak, onu insanlara açıkça duyurmak, hiçbir taviz vermeden, sağa-sola sapmadan onun sistemini tam bir güvenle uygulamak üzere gerçekleşen bu sözleşmenin sağlam ve dayanıklı bir sözleşme olduğu vurgulanmak isteniyor

"Allah doğrulardan doğruluklarını sormak için böyle yapmıştır"

Doğrular mü'minlerdir Çünkü doğru sözü söyleyen ve doğru bir inanç sistemine inananlar onlardır Onların dışındakiler yalancı kimselerdir Çünkü batıla inanıyor, batıl söz söylüyorlardır Bunun için ayette kullanılan bu nitelemenin bir amacı, vermek istediği bir mesaj vardır Mü'minlerden doğruluklarının sorulması ise, tıpkı bir öğretmenin seçkin ve başarılı öğrencisine, mezuniyet törenine davet edilenlerin huzurunda soru sorup onun başarısını ve yükselmesini sağlayacak cevap almasına benziyor Onurlandırma, başarıyı duyurma, şahitlerin huzurunda herkese bildirme, ödülün kazanıldığını açıklama, büyük haşir gününde böylesine büyük bir onuru hakkedenleri övme amacına yönelik bir sorudur bu

Doğrulardan başkalarına gelince Batıl bir inanç sistemine uyan, ya doğru ya da yalan söylemeyi gerektiren en büyük meselelerde, yani inanç meselesinde yalanı tercih edenlere gelince, onlar için hazırlanmış, onları bekleyen bir başka karşılık vardır:

"Kâfirlere can yakıcı bir azap hazırlanmıştır"

Hayat içindeki mücadelelerle, olayların etkisiyle müslümanın kişiliği biçimleniyordu Günden güne ve olaydan olaya bu kişilik olgunlaşıyor, gelişiyor, karakteristik çizgileri belirginleşiyordu Bu kişiliklerden oluşan müslüman kitle de kendine özgü nitelikleri ile, değer yargıları ile, kendisini diğer toplumlardan ayıran özellikleriyle varlık sahnesine çıkıyordu

Olaylar kimi zaman yeni doğmakta olan toplumlar için o kadar ağır ve acımasız olur ki, zaman zaman bir sınav boyutlarına varır Bu sınav tıpkı altının eritilip saf altın ile değersiz tortunun birbirinden ayrılması gibi ruhların gerçek durumlarını ve cevherlerini ortaya çıkarır Değeri bilinmeyecek şekilde tortulara karışıp gitmesini önler

Kur'an-ı Kerim ya sınav esnasında ya da sonuçlanmasından sonra iniyordu İnerken olayları tasvir ediyor, olayların gizli yanlarını, köşesini-bucağını ortaya çıkaracak şekilde aydınlatıcı projektörlerini üzerine dikiyordu Böylece tüm tavırları, tavırların gerisindeki duyguları, niyetleri ve vicdanlardaki kıpırdanmaları ortaya çıkarıyordu Sonra her türlü perdeden ve örtüden soyutlanmış şekilde projektörün ışığı altında çırılçıplak duran kalplere hitap ediyordu İçlerindeki alıcı ve verici noktaları uyarıyordu, böylece günden güne, olaydan olaya onları eğitiyordu Bu kalplere yönelik mesajları ve onlardan aldığı tepkileri kendisinin belirlediği eğitim metoduna göre düzenliyordu

Müslümanlar, emir ve yasakları, yasa ve direktifleri bir kerede inecek şekilde bu Kur'an'la başbaşa bırakılmamışlardı Tam tersine yüce Allah onları deneylerden geçirmiş, musibetlere uğratmıştı Fitne ve imtihanlara tabi tutmuştu Çünkü yüce Allah, kalplere kazınan, sinirlere işlenen, ruhları tutup hayatın içindeki mücadele meydanına, olayların içine atan bu tür pratik ve uygulamalı bir eğitimden geçmedikleri sürece kendi halifesi olarak seçtiği insanların kişiliklerinin olumlu yönde istenen şekilde biçimlenemeyeceğini, sağlıklı olarak olgunlaşamayacağını, bir inanç sistemi üzerinde dengeli bir hayat sürdüremeyeceğini biliyordu İşte Kur'an bu ruhlara olup bitenlerin gerçek mahiyetini, ne anlama geldiklerini göstermek için iniyordu Fitne ateşi ile eriyen, imtihanın sıcaklığı ile kızgınlaşan, dövülmeye ve biçim verilmeye müsait durumda olan bu kalplere direktifler vermek, onları yönlendirmek için iniyordu

Hiç kuşkusuz müslümanların Peygamber efendimizin sağlığında geçirdikleri bu dönem gerçekten olağanüstü bir dönemdi Yerin gökle birleşmesi dönemiydi Bu birleşme, gelişen olaylarda ve konuşmalarda belirginleşen açık ve dolaysız bir birleşmeydi O dönemde her müslüman gecelerken yüce Allah'ın gözlerinin üzerinde olduğunu, kulağının onda olduğunu, söylediği her sözün, yaptığı her hareketin, daha doğrusu kafasında geçen her düşüncenin, her niyetin insanların gözlerinin önüne serileceğini; buna ilişkin olarak Hz Peygambere vahiy ineceğini hissediyordu Her müslüman Rabbi ile kendisi arasında doğrudan bir bağ bulunduğunun farkındaydı İçinden çıkılmaz bir işle karşı karşıya kaldığında, zor bir problem baş gösterdiğinde yarın ya da öbür gün gök kapılarının açılıp problemi için bir çözüm, üstesinden gelemediği için bir çıkar yol, meselesini sonuca bağlayan bir açıklamanın gönderilmesini beklerdi Bazan yüce Allah şöyle derdi: "Sen ey falan, şöyle dedin, şöyle yaptın, şunu gizledin şunu da açıkladın Şöyle ol, şöyle olma" Ne olağanüstü ve ne dehşet verici bir olay! Yüce Allah'ın belirterek bir kişiye belli bir konuda hitap etmesi ne dehşet verici, ne olağanüstü bir olay! Oysa o kişi ve içindeki herkes ve her şeyle birlikte bütün yeryüzü yüce Allah'ın sonsuz mülkü içinde bir zerre konumundadır

Gerçekten olağanüstü bir dönemdi Bu gün insan o dönemi düşününce, olayları ve tutumları algılamaya çalışınca, akla hayale sığmayan o büyük realitenin nasıl meydana geldiğini kavrayacak gibi oluyor

Ne var ki yüce Allah müslümanları eğitim ve müslüman kişiliklerini olgunlaştırmak için sadece bu duygularla başbaşa bırakmıyordu Onları pratik deneylerden geçiriyor, birtakım musibetlere uğratarak onları sınıyordu Bütün bunları kendisinin bildiği bir hikmet uyarınca yapıyordu Çünkü o yarattıklarını herkesten iyi bilir O latiftir, her şeyden haberdardır

Bu ilahi hikmet üzerinde uzun uzadıya durmamız, kavramaya çalışmamız, etraflıca düşünmemiz ve kendi hayatımızda yaşadığımız olayları, başımızdan geçen imtihanları bu kavrayış ve bu düşüncenin ışığında değerlendirmemiz gerekir

Ahzab suresinin bu bölümü, islami hareketin ve müslüman cemaatin tarihinde baş gösteren büyük olaylardan birinin geniş bir açıklamasını içeriyor Çetin bir imtihanın yaşandığı bir durumu, hicretin dördüncü ya da beşinci yılında gerçekleşen Ahzab savaşını' anlatıyor Bu savaş, genç İslam toplumunun, bu toplumun sahip olduğu değer yargılarının ve düşüncelerinin denendiği bir imtihan alanıydı Bu konudaki Kur'an ayetlerini, Kur'an'ın olayı sunuş yöntemini, bazı sahneler, olaylar, hareketler ve duygular üzerinde durup onları tanımlama ve anlama üzerinde değerlendirme yapmadaki ifade tarzını, bazı değer yargılarını ve yasaları belirginleştirmesini etraflıca algılamaya, onları anlamaya çalıştığımız zaman Evet bütün bunlardan yola çıkarak yüce Allah'ın bu ümmeti aynı anda hem Kur'an'la hem de olaylarla nasıl eğittiğini kavrayabiliriz

Kur'an-ı Kerim'in kendine özgü sunuş ve dikkatleri bir olay üzerine çekme yöntemini kavrayabilmemiz için, Kur'an ayetlerinin açıklamasına başlamadan önce, siret kitaplarının sunduğu şekliyle -uygun şekilde özetleyerek- olayın meydana gelişini aktaracağız Bu arada yüce Allah'ın savaşı ve savaşta meydana gelen olayları sunuşu ile insanların sunuşu arasındaki farkı göstereceğiz

Muhammed b İshak bir topluluğa dayanarak şöyle der:

Hendek savaşı öncesinde cereyan eden olaylardan biri de, içinde Selam b Ebu'l Hukeyk en-Nadrî, Huyey b Ahtab en-Nadrî, Kenane b Ebu'l Hukeyk en Nadrî, Hevze b Kays el-Vailî ve Ebu Ammar el-Vailî bulunan bir yahudi grubunun, kabileleri Resulullah'a karşı kışkırtan Beni Nudeyr ve Beni Vail kabilelerinden birer grupla çıkıp Kureyş kabilesi ileri gelenleri ile görüşmelerde bulunmak üzere Mekke'ye gitmeleri ve onları Peygamber efendimize karşı savaşmaya çağırmalarıydı Yahudiler Kureyşlilere şöyle demişlerdi: "Onu yok edene kadar sizinle beraber olacağız" Kureyşliler de: "Ey Yahudiler, sizler kendilerine kitap verilen ilk toplumsunuz Yine bizim durumumuzdan haberdarsınız Bizimle Muhammed sas arasında inanç ve görüş ayrılığı baş gösterdi Sizce bizim dinimiz mi iyidir, yoksa onun dini mi iyidir?" diye sormuşlardı Yahudiler şöyle cevap vermişlerdi: "Tam tersine, sizin dininiz onun dininden iyidir Siz gerçeğe ondan daha yakınsınız" Yüce Allah onlar hakkında "Şu kendilerine kitaptan bir pay verdiklerimizi görmüyor musun? Bunlar puta ve Tağut'a inanırlar ve kafirler hakkında Bunların yolu mü'minlerin yolundan daha doğrudur' derler" ayetinden "Yoksa Allah'ın, lütfunun eseri olarak insanlara bağışlamış olduğu imtiyazı çekemiyorlar, bu yüzden onları kıskanıyorlar mı? Oysa biz İbrahim'in soyundan gelenlere de kitap ve hikmet vermiş, kendilerine büyük bir egemenlik bağışlamıştık" (Nisa Suresi, 51,54)ayetine kadar indirmişti

Yahudiler Kureyşlilere böyle söyleyince çok sevindiler Hz Peygambere karşı kendilerini savaşa çağırmış olmalarından memnun kaldılar ve hemen savaş hazırlıklarına başladılar

Daha sonra bu yahudi heyeti -Kays Aylan topluluğu içinde yer alan- Gatafan kabilesinin bölgesine gidip onları da Peygamber efendimize karşı savaşmaya çağırdılar Bu arada savaşa katılmaları durumunda kendilerine yardım edeceklerini de vaad ettiler Öte yandan Kureyş kabilesinin de kendileri ile ittifak yaptıklarını söyleyerek Gatafanlıları aralarına kattılar

Kureyş kabilesi Ebu Süfyan b Harb komutasında yola çıktı Gatafan kabilesinin başında da Fezaze oğullarından Uyeyne b Hısn vardı Aralarında Beni Mürre kabilesirtden Haris b Avf ile kavminin en cesur savaşçılarının başında sefere katılan Mas'ar b Ruhayle vardı

Peygamber efendimiz bu ittifakı ve hedeflerini haber alınca hemen Medine'nin etrafında hendek kazılmasını kararlaştırdı Peygamberimiz bizzat hendek kazma işinde çalıştı Müslümanlar da onunla birlikte çalıştılar Hem Peygamberimiz hem de müslümanlar işe dört elle sarıldılar Bazı münafıklar Peygamber efendimizin ve müslümanların bu çalışmalarının gecikmesine, ağır yürümesine neden oluyorlardı Bu amaçla basit işlerle oyalanarak kaytarıyorlardı Peygamberimizin bilgisi dışında ve ondan izin almaya gerek duymadan gizlice evlerine gidiyorlardı Öte yandan müslümanlardan birinin de mutlaka yerine getirmesi gereken bir işi olsaydı gidip Peygamberimizden izin alır, işini görürdü İşini gördükten sonra da iyiliğe olan arzusu ve sevap düşüncesi ile işinin başına dönerdi Bunun üzerine yüce Allah bu mü'minler hakkında şu ayeti indirdi: "Mü'minler öyle kimselerdir ki, Allah'a ve Peygambere inanırlar; bunun yanı sıra herhangi bir kamu görevini yerine getirmek üzere Peygamberin yanında bulunduklarında O'ndan izin almaksızın bir yere gitmezler

Ey Muhammed, ortak görev yerinden ayrılacakları zaman senden izin isteyenler varya, onlar Allah'a ve Peygambere inanan kimselerdir Öyleyse böyleleri herhângi bir işleri için senden izin istediklerinde içlerinden dilediklerine izin ver ve onlar adına Allah'tan af dile Hiç kuşkusuz Allah affedicidir ve merhametlidir"(Nur Suresi, 62)

Daha sonra yüce Allah işten kaytaran ve Hz Peygamberimizin izni olmadan evlerine giden münafıkları kastederek "Peygamberi çağırırken O'na, birbirinize seslendiğiniz gibi seslenmeyiniz (Ya da Peygamber sizi çağırdığında O'nun çağrısını, aranızda birbirinize yönelttiğiniz çağrılarla bir tutmayınız) Allah, arkadaşlarını siper ederek gizlice Peygamberin yanından sıvışanları iyi bilir Onun emrini çiğneyenler ya başlarına bir hela gelmesinden ya da acıklı bir azaba çarpılmaktan korkmalıdırlar" (Nur Suresi, 63)

Peygamber efendimiz Hendek kazma işini bitirince, Kureyş kabilesi, kendilerine uyan Beni Kinane ve Tihame halkı ile birlikte sayıları on binleri bulan müttefikleri ile Rume mıntıkasındaki sel yataklarından Medine'nin üzerine yürüdüler Gatafan kabilesi ile kendilerine katılan Necd halkı Uhud dağının yanındaki "Zenbinekmo" bölgesinden çıkageldiler Peygamber efendimiz ve müslümanlar, üç bin kişilik bir ordu halinde sel'a dağını arkalarına alacak şekilde harekete geçtiler Peygamberimiz hendeği düşmanla aralarına alacak şekilde karargahını kurdu Bu arada kadın ve çocukların kalelere yerleştirilmesini emretti

Allah'ın düşmanı Huyey b Ahtab en-Nadrî Beni Kureyze adına antlaşma ve ittifak kurma yetkisine sahip olan Ka'b b Esed el-Kurezi'nin yanına geldi Peygamber efendimiz daha önce onun kabilesi ile saldırmazlık hususunda anlaşmaya varmıştı Bu konuda Ka'b b Esed el-Kurezi ile antlaşma imzalamıştı Huyey b Ahtab çeşitli vaatlerde bulunarak bir sürü dil dökerek sonunda Ka'b b Esed el-Kurezi'yi kendisi ile bir antlaşma yapmaya razı etti Antlaşmaya göre Ka'b b Esed, Huyey b Ahtab'a şu güvenceyi veriyordu: "Eğer Kureyş ve Gatafan kabileleri Muhammed'e bir şey yapmadan dönecek olurlarsa ben de seninle birlikte senin kabilenin kalesine sığınacağım ve sana yönelik saldırıları ben de karşılayacağım" Böylece Ka'b Peygamberimizle arasındaki antlaşmayı tek taraflı olarak feshetmiş, daha önce ona verdiği sözden dönmüş oluyordu

Huyey b Ahtab ile Ka'b b Esed arasında gerçekleşen bu antlaşma ile birlikte müslümanların başındaki belâ gittikçe ağırlaştı Daha büyük bir korku içine düştüler Çünkü düşmanları hem yukardan hem de aşağıdan kendilerini kuşatmıştı Bazı mü'minler son derece olumsuz şeyler düşünüyorlardı Münafıkların içindeki bozgunculuk çıkarma duygusu da belirmişti Nitekim Amr b Avf oğullarından Muattib b Kuşeyr şöyle demişti: "Muhammed bize Kisra (İran hükümdarı) ve Kayser (Bizans hükümdarı)'in hazinelerini vaad etmişti Ama şimdi hiçbirimizin tuvalete gidecek kadarlık bir can güvenliği yoktur Harise b Haris oğullarından birisi olan Evs b Kayzi de Peygamber efendimize gidip kabilesinden bazı adamlar adına "Ya Resulallah, evlerimiz düşmana karşı korumasız durumdadır İzin ver de çıkıp evlerimize gidelim Çünkü evlerimiz Medine'nin' dışındadır" demişti

Peygamber efendimiz de düşmanları da bir aya yakın bir süre beklediler Muhasara ve karşılıklı ok atışları dışında aralarında herhangi bir çarpışma meydana gelmedi

Müslümanların başındaki bela dayanılmaz boyutlara varınca, Peygamber efendimiz Gatafan kabilesinin liderlerinden Uyeyne b Hısn ve Haris b Avf'a haber göndererek kuşatma harekâtı içinde yer alan kuvvetlerini geri çekmeleri karşılığında Medine'nin yıllık ürününün üçte birini vereceğini bildirdi (Yahudiler de kendilerine yardım etmeleri durumunda Hayber'in bir yıllık ürününü vaad etmişlerdi) Bu konuda anlaşma sağlandı ve hatta maddeler yazıya da döküldü Ancak şahitler gösterilmemiş ve anlaşma fiilen imzalanmamıştı Sadece karşılıklı yumuşama ve memnuniyet belirtilmişti Peygamber efendimiz anlaşmayı imzalamak isteyince Evs kabilesinin başkanı Sa'd b Muaz ile Hazreç kabilesinin başkanı Sa'd b Ubade'yi çağırarak meseleyi onlara açtı ve görüşlérine başvurdu Bunun üzerine onlar: "Ya Resulallah bu, yapmamızı istediğin bir emir midir? Yoksa yerine getirmek zorunda olduğumuz yüce Allah'ın bir emri midir? Yoksa sırf bizim çıkarımızı düşünerek yapmış olduğun bir öneri midir?" diye sordular Peygamber efendimiz: "Hayır bunu sırf sizin çıkarlarınızı düşünerek önerdim Allah'a andolsun ki Arapların tek bir yaydan fırlamışçasına üzerinize saldırdıklarını, tıpkı köpekler gibi başınıza üşüştüklerini gördüğüm için bu öneride bulundum Bununla, belli ölçüde aleyhinizde birleşen güçlerini kırmak istedim" dedi Sa'd b Muaz: "Ya Resulallah, biz ve şu düşmanlarımız daha önce Allah'a ortak koşuyor, putlara ibadet ediyorken, Allah'a ibadet etmiyor, O'nu gereği gibi tanımıyorken bile, bir ziyafet ya da satış durumu dışında onlar Medine'nin ürününün tadına bakamazlardı Yüce Allah bizi İslam ile onurlandırmışken, bize doğru yolu göstermişken, seninle ve İslam ile bizi güçlendirmişken mi mallarımızı onlara peşkeş çekeceğiz? Allah'a andolsun ki meseleyi bir sonuca bağlayana kadar kılıçtan başka onlara verecek bir şeyimiz yoktur" dedi Bunun üzerine Peygamber efendimiz şöyle buyurdu: "İstediğini yap" Sa'd b Muaz anlaşma metnini aldı ve orada yazılı bulunan maddelerin hepsini sildi ardından şöyle dedi: "Şimdi bize saldırsınlar bakalım"

Peygamber efendimiz ve arkadaşları, düşmanın saldırıya geçmesi, yukarıdan ve aşağıdan kendilerini muhasaraya alması nedeniyle yüce Allah'ın belirttiği şekliyle büyük bir korku içinde meşakkatli bir direniş gösterdiler (Ümmü Seleme (ra) şöyle der: Peygamberimizle birlikte korku ve ölüm dolu sahneler yaşadım; Müreys'i, Hayber'i, Hudeybiye'yi, Mekke'nin fethini ve Huneyn savaşını gördüm Ama Hendek savaşı gibi Peygamberimizi yoran bize de dehşet dolu anlar yaşatan, bizi korkutan bir olayı görmedim Çünkü o zaman müslümanlar cendereye alınmış gibiydiler Ve biz çocuklarımız hususunda Beni Kureyze kabilesine güvenmiyorduk Bu yüzden bütün Medine sabahlara kadar nöbet tutardı Korku içinde sabahlayan müslümanların tekbir seslerini duyuyorduk Nihayet yüce Allah düşmanları kinleri ile birlikte geri çevirdi Bir sonuç elde etmelerine müsaade etmedi)

Daha sonra Gatafan kabilesinden Nuaym b Mes'ud b Amir Peygamber efendimizin yanına gelerek: "Ya Resulallah, ben müslüman oldum Ama kabilem müslüman olduğumu bilmiyor Ne yapmamı istiyorsan, emret yapayım" dedi Peygamberimiz "Sen aramızda tek bir adamsın, yapabilirsen gidip düşmanı birbirine düşür Çünkü savaş bir hile, bir taktiktir (Nuaym b Mes'ud b Amir söyleneni yapınış, böylece hem Peygamberimize karşı oluşan müttefik kuvvetler arasında hem de onlarla Beni Kureyze kabilesi arasında güvensizlik baş göstermişti Bu zatın faaliyetlerine ilişkin uzun ve ayrıntılı bilgiler siret kitaplarında mevcuttur Biz konuyu gereğinden fazla uzatmamak endişesiyle meseleyi özetleyerek sunuyoruz)

Yüce Allah, onları birbirine düşürdü, kışı andıran çok soğuk bir gecede üzerlerine dondurucu bir rüzgar estirdi Bu rüzgar çadırlarını ve yemek pişirdikleri ocaklarını altüst etti

Peygamber efendimiz düşmanların arasında ihtilaf baş gösterdiğini, yüce Allah'ın ittifaklarını dağıttığını fark edince, Huzeyfe b Yeman'i çağırdı ve gidip düşmanın geceleyin ne yaptığını öğrenmesini istedi

Tarihçi İbn-i İshak diyor ki: Bana Zeyd b Ziyad, Muhammed b Ka'b el Kurezi'den aktararak şöyle anlattı: Kufeli birisi Huzeyfe b Yeman'a: "Ya Ebu Abdullah siz Resulullah'ı görüp ona arkadaşlık ettiniz değil mi?" diye sordu Huzeyfe: "Evet, yeğenim" dedi Adam "Peki ne yapıyordunuz?" dedi Huzeyfe: "Cihad ediyorduk" şeklinde cevap verdi Adam "Allah'a andolsun ki, eğer onu biz görseydik, yerde yürümesine izin vermez omuzlarımızda taşırdık" dedi Bunun üzerine Huzeyfe: "Yeğenim, Allah'a andolsun ki sen bizi Hendek savaşında Resulullah'la birlikteyken görmeliydin Gecenin bir kısmında Resulullah bize dönüp şöyle demişti: "Kim gidip düşmana bakacak ve olup bitenleri anlatmak üzere geri dönecek Peygamberimiz bu adamın döneceğini garantiliyordu Ayrıca bu adamın cennette arkadaşım olmasını Allah'tan dileyeceğim" diyordu Buna rağmen, korkunun, açlığın ve soğuğun şiddetinden hiç kimseden ses çıkmıyordu Kimse kalkmayınca Hz Peygamber beni çağırdı Peygamberimiz beni çağırınca kalkmaktan başka seçeneğim yoktu Bana şöyle dedi: "Ey Huzeyfe, git düşmanların arasına gir ve neler yaptıklarına bak Bize gelinceye kadar da kimseye bir şey söyleme" Gittim ve aralarına girdim Rüzgar ve Allah ın askerleri onlara yapacağını yapmıştı Yemek pişirecekleri bir tencere, ısınacakları bir ateş, sığınacakları bir sığınak, bir çadır kalmamıştı Ebu Süfyan kalkmış şöyle diyordu: Ey Kureyşliler, herkes yanındaki adamın kim olduğuna baksın Bunun üzerine ben hemen yanımdaki adamı tutup "Kimsin?" diye sordum "Falan oğlu falan" dedi Sonra Ebu Süfyan devamla "Ey Kureyşliler, Allah'a andolsun ki artık burada kalamazsınız Atlarımız ve develerimiz mahvoldu Beni Kureyze bizi yarı yolda bıraktı Onlardan hoşumuza gitmeyen şeyler duyuyoruz Gördüğünüz gibi şiddetli bir rüzgara tutulmuşuz Aşımız pişmiyor, ateşimiz yanmıyor, sığınacak bir yerimiz yok Haydi toparlanıp geri dönün Çünkü ben dönüyorum" dedi Sonra kalktı ve bağlı duran devesine yöneldi Devenin üstüne oturdu ve onu üç ayağının üzerine kaldırdı Allah'a andolsun ki, ayağa kaldırdıktan sonra devenin bağını çözebildi Eğer Hz Peygamber, yanıma gelmedikçe kimseye bir şey söyleme diye bana direktif vermeseydi, isteseydim onu orada okla öldürebilirdim

Huzeyfe diyor ki; Peygamber efendimizin yanına döndüğüm zaman hanımlarından birine ait yemen işi bir örtünün altında namaz kılıyordu Beni görünce ayaklarının arasına aldı ve örtünün bir ucunu üzerime attı Ben ayaklarının arasındayken rüku ve secde yaptı Selam verince ona gördüklerimi anlattım

Gatafanlılar da Kureyşlilerin yaptıklarını duyunca toparlanıp yurtlarına döndüler

Kur'an ayetleri, insan tiplerini ve karakteristik özellikleri tasvir etmek için olaylarda rol alan kişilerin adlarına ilişkin bir açıklamada bulunmuyor, şahısları tanıtma yönüne gitmiyor Kalıcı değerler ile değişmez yasaları vurgulamak için olayların ayrıntılarına, gelişmelerin detayına girmiyor Çünkü Kur'an-ı Kerim'in ön plana çıkardığı değerler ve yasalar olayların sona ermesi ile bitmezler; şahısların ortadan kaybolması ile yok olmazlar, ortamın değişmesi ile gündemden düşmezler Bütün kuşakların, bütün toplumların uyacakları birer kural olarak kalırlar Kur'ana Kerim olayları ve tavırları yüce Allah'ın olaylar ve kişiler üzerinde egemen olan kaderi ile bağlantılı olarak ele alır Böylece yüce Allah'ın dilediğini yapabilen eli, latif planı belirginleşir Yine gerekli direktifleri vermek, çeşitli yorumlarda bulunmak ve meseleyi büyük temele bağlamak için savaşın her aşamasında durup değerlendirmelerde bulunur

Kur'an-ı Kerim hikayeyi bizzat yaşayanlara, hikayede gelişen olayları bizzat gözleriyle görenlere anlatıyor olmasına rağmen, onlara olay hakkında bilmedikleri birçok şeyi haber veriyordu Hikayenin kahramanları ve oyuncuları olmalarına rağmen kavrayamadıkları hikayenin çeşitli yönlerini aydınlığa kavuşturuyordu Projektörlerini ruhların temellerinin, kalplerin dönemeçlerinin, vicdanların gizli bölmelerinin üzerine dikiyordu Göğüslerin derinliklerinde gizli bulunan sırları, niyetleri ve duyguları gün yüzüne çıkarıyordu

Kuşkusuz bunları gerçekleştirirken Kur'an-ı Kerim tasvir güzelliğinin, güçlü ve sıcak anlatımının erişilmez örneklerini sergiliyordu Bunun yanı sıra korkaklığı, korkuyu, münafıklığı, hainliği ve karaktersizliği alaya alan, bu tür niteliklere sahip olanları can evinden vuran örneklerle onları aşağılayan anlatımlara yer veriyordu Öte yandan mü'min ruhlardaki imanı, yiğitliği, sabır ve direnci son derece canlı bir şekilde tasvir ediyor, bu niteliklerin göz kamaştırıcı yüceliklerini belirginleştiriyordu

Kur'an ayetleri her zaman harekete dönüktürler, işlevlerini görmeye hazırdırlar Sadece olayı yaşayanların, onu bizzat görenlerin bulunduğu ortamlarda değil, bundan sonra her ortamda ve her tarihte aynı işlevi görürler Aynı olay ya da farklı çevrelerde ve daha değişik boyutlarda benzeri bir olayla karşılaştığı zaman bir sınırlandırma söz konusu olmaksızın tüm insanlar arasında, yine de hareket etme özelliklerini korurlar Hem de ilk is1am toplumundaki gücün aynısı ile hareket ederler

Kur'an-ı Kerim'in ilk defa karşılaştığı şartların aynısı ile karşı karşıya kalanlar ancak gereği gibi anlayabilirler Kur'an ayetlerini Ancak böyle durumlarda ayetler gizli hazinelerini açar, ancak böyle durumlarda kalpler ayetlerin içeriklerini eksiksiz bir şekilde kavrayacak hale gelebilirler Böyle durumlarda Kur'an ayetleri kelime ve satırlardan güç ve enerjiye dönüşürler Bu ayetlerde tasvir edilen olaylar ve gelişmeler elle tutulur gibi somutlaşırlar Karakterler canlı, anlamlı, etkileyici, coşkun, hayatın pratiğinde hareket eder şekilde, hayatı hem realite dünyasında hem vicdan aleminde gerçek bir hareketliliğe iten unsurlar olarak belirginleşirler

Kur'an bir okuma kitabı, bir kültür kaynağı değildir Kesinlikle Kur'an atılıma hazır bir canlılık kaynağıdır Çeşitli durumlarda ve olaylar esnasında yenilenen mesajlar içerir Onun ayetleri harekete hazır durumdadırlar Yeter ki onlarla kaynaşacak, onlarla iletişim kurabilecek kalpler bulunsun Olağanüstü sırlara sahip bulunan bu ayetlerde gizli bulunan potansiyel enerjinin hareket imkanı bulacağı şartlar oluşsun!

İnsan bir Kur'an ayetini yüzlerce defa okuyabilir Sonra öyle bir noktaya gelir, öyle bir olayla karşılaşır ki, sanki ilk defa bu ayeti görmüş gibi olur Ayet, kendisine bundan önce duymadığı mesajlar vermeye başlar Kendisini şaşkına çeviren sorusunu cevaplandırır, içinde bulunduğu girift problemi çözüme bağlar, gizli bulunan yolu açığa çıkarır Gidilmesi gereken yönü belirler Karşı karşıya kaldığı meselede kalbi kesin bir bilgiye kavuşturur, derinliklerindeki kuşkulan gidererek onu yatıştırır

Kur'an dışında, eski ve yeni hiçbir kitapta bu özellik yoktur

Ahzab olayını anlatan Kur'an'ın bu yeni akışı, şayet Allah'ın yardımı ve latif planı olmasa,neredeyse köklerini kurutacak orduyu hiçbir şey yapamadan geri döndüren yüce Allah'ın mü'minlere ne büyük bir nimet bahşettiğini hatırlatarak başlıyor Bu yüzden daha ilk ayette, ayrıntılara girmeden ve takınılan tavırlara değinilmeden bu olayın özelliği, başı ve sonu hep bir arada anlatılıyor Amaç kendilerine hatırlatılan ve hatırlanması istenen Allah'ın nimetini ön plana çıkarmaktır Bir diğer amaç ta mü'minlere vahyettiği kitaba uymalarını emreden, sırf kendisine güvenmelerini isteyen, hiçbir konuda kafir ve münafıklara uymamalarını isteyen yüce Allah'ın kendi davasını yürütenleri, kendi hayat sistemine uyup uygulayanları kâfir ve münafıkların düşmanca tutumlarından koruyacağını vurgulamaktır:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



9- "Ey mü'minler! Allah'ın size yönelik nimetini hatırlayın, bir zaman üzerinize ordular gelmişti de, biz onların üzerine rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik Allah yaptıklarınızı görüyordu"

Böylece bu kısa girişte, savaşın başı, sonu ve düşman ordularının gelişi, yüce Allah'ın rüzgar ve mü'minlerin göremediği orduları onların üzerine salışı, yüce Allah'ın mü'minleri bilmesi ve onları görmesi ile bağlantılı olarak gönderdiği yardımı gibi savaşın en belirgin unsurları çiziliyor

Bu özetten sonra savaşın ayrıntılı biçimde anlatılmasına, en ince noktasına kadar tasvir edilmesine geçiliyor:

10- "Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi; gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyor-dunuz'

11- "İşte orada mü'minler denenmiş, şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı"

12- "Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler: Allah ve Resulü bize sadece boş vaadlerde bulundu" diyorlardı"

13- "Onlardan bir grup ta demişti ki; "Ey Medine halkı, artık tutunacak yeriniz yok, geri dönün': Onlardan bir topluluk da "Evlerimiz düşmana açıktır" diye izin istemişlerdi 0ysa onların evleri düşmana açık değildi Sadece kaçmak istiyorlardı"

Burada Medine'yi baştan başa saran korku, şehri bütünüyle saran ve hiç kimsenin elinden kurtulamadığı dayanılmaz sıkıntı tablolaştırılıyor Şehir Kureyş ve Gatafan müşrikleri ve Beni Kureyze yahudileri tarafından her yönüyle; yukarısıyla, aşağısıyla sarılmıştı Aynı korkuyu ve sıkıntıyı duyma bakımından kalpler arasında bir farklılık yoktu Farklı olan nokta bu kalplerin gösterdikleri tepkiydi Allah hakkında besledikleri düşünceydi, zorluk anında sergiledikleri tavırlardı, değerlere, sebep ve sonuçlara ilişkin düşünceleriydi Bu yüzden sınav sonuç bakımından eksiksizdi, imtihan her şeyi en ince noktasına kadar ölçüyordu Mü'minlerle münafıklar arasındaki ayırım kesindi ve hiçbir kuşkuya yer bırakmıyordu

Bu gün baktığımızda o anı bütün karakteristik çizgileri ile, bütün heyecanları ile, bütün duyguları ile ve bütün hareketleri ile bu kısacık ifadenin satırları arasında somut olarak görüyor gibi oluyoruz

Bakıyoruz ve durumu dışarıdan seyrediyoruz: "Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi"

Sonra bakıyoruz ve bu durumun ruhlar üzerindeki etkilerini görüyoruz: "Gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti" Bu, korku, sıkıntı ve felaket anını yüz ifadeleri ile kalplerin hareketleri ile çizen tasvirli bir ifadedir "Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz" Ama bu zanların ne olduğu açıklanmıyor Duygu ve düşüncelerdeki karmaşık durumu, herkesin bir yol tutmasını, değişik kalplerde yer eden farklı düşünceleri tasvir etsin diye bu şekilde kısa bir ifade ile yetiniliyor

Sonra durumun karakteristik çizgileri daha da belirginleştiriliyor, olayın korku ifade eden özellikleri biraz daha netleştiriliyor: "İşte orada mü'minler denenmiş, şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı" Mü'minleri sarsan korku, dehşet verici ve çetin bir korku olmalı

Muhammed b Mesleme ve başkaları şu rivayette bulunmuşlar: Hendek savaşı sırasında gecemiz gündüz olmuştu Müşrikler aralarında nöbetleşiyorlardı Bir gün Ebu Süfyan arkadaşları ile birlikte saldırıyordu Öteki gün Halit b Velid saldırıyordu Bir başka gün Amr b As komutasında saldırıya geçiyorlardı Bir diğer gün Hubeyre b Ebu Vehb müşriklere komuta ediyordu Ardından başka bir gün de İkrime b Ebu Cehil saldırıyordu Öteki gün bu sefer Dirar b Hattab saldırıyordu Böylece bela daha da ağırlaşıyor, halk şiddetli bir korkuya kapılıyordu Makrizî'nin "İmta'ul esma" adlı eserinde yer alan bir rivayet müslümanların o günkü durumunu şu şekilde tasvir etmektedir:

"Sonra müşrikler gün doğarken aniden saldırdılar Peygamber efendimiz ve arkadaşları savaş durumunu aldılar ve gecenin geç vakitlerine kadar çarpıştılar Peygamber efendimizle birlikte hiçbir müslüman mevzisini terk edemiyordu Bu yüzden Peygamberimiz, öğlen, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılamamıştı Ashab "Ya Resulallah, vallahi namaz kılamadık" diyorlardı Peygamberimiz de "Vallahi ben de kılamadım" diyordu Nihayet yüce Allah müşrikleri uzaklaştırdı, her grup karargahına geri döndü Useyd b Hudeyr iki yüz kişiyle birlikte hendeğin kenarında beklemeye koyuldu Halit b Velit komutasındaki müşrik süvarileri de atlarını ileri geri sürerek karşı tarafa geçmek istiyorlardı Useyd b Hudeyrin komutasındaki ikiyüz kişilik grup bir saate yakın onlarla savaştılar Bu sırada Vahşi, Tufeyl b Numan b Hansa el-Ensari es-Sulemiye bir mızrak fırlattı ve Uhut'ta Hz Hamza'yı ra öldürdüğü gibi onu da öldürdü Peygamber efendimiz şöyle diyordu: "Müşrikler bizi orta namazı, ikindi namazını kılmak-tan alıkoydular Allah içlerini ve kalplerini ateşle doldursun"(Cabir'den rivayet edilen hadiste, Peygamber efendimizin sadece ikindi namazını kılamadığı belirtili-yor Oysa bu durum birkaç kere tekrarlanmıştır Bir keresinde ikindi namazını kılamamış ve bu duayı yapmıştır Bir keresinde de sözü edilen bütün namazları kılamamıştır)

Müslümanlardan iki gözcü grup bir gece keşfe çıkmış ve birbirleri ile karşılaşmışlardı Birbirlerini düşman sanmışlardı Aralarında çarpışma çıkmış, ölen, yaralanan olmuştu Sonra islam ordusunun parolasını söylemişlerdi: "Ha - mim Lâ ünserûn" Böylece birbirleri ile savaşmaktan vazgeçmişlerdi Peygamber efendimiz "Yaralanmanız Allah yolundadır, sizden öldürülenler de şehittir" buyurmuştu

Müslümanların en büyük sıkıntıları, hendek içinde müşrikler tarafından kuşatılmışken arkadan Beni Kureyze'nin kendilerine başkaldırmalarından kaynaklanıyordu Çünkü bir an olsun müşriklerin hendeği aşıp saldırıya geçmeleri ve yahudilerin üzerlerine yürümeleri endişesinden kurtulamıyorlardı, kendilerini güvenlikte hissetmiyorlardı Çünkü nihai ve sonuç alıcı bir savaşla köklerini kazmak amacı ile üzerlerine yürüyen güçler arasında azınlık durumundaydılar

Bunun yanı sıra gerek Medine'de gerekse savaşçılar arasında münafıkların moral bozucu komploları ve bozguncuların entrikaları da büyük sıkıntılara neden oluyordu:

"Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler: "Allah ve Resulü bize sadece boş vaadlerde bulundu" diyorlardı"

Onlar, herkesi derinden sarsan bu sıkıntı anını, insanın dayanma gücünü aşan bu ağır meşakkati içlerindeki gizli duyguları açığa vurmak için bir fırsat bilmişlerdi Çünkü herhangi bir kimsenin kendilerini kınamayacağından emindiler Bu panik havasını Allah , ve Peygamberinin verdiği sözü küçümsemek, alaya almak, bu konuda insanların içine kuşku salmak için bir fırsat olarak değerlendirmişlerdi Çünkü söyledikleri sözlerden dolayı herhangi bir kişinin gelip kendilerini sorguya çekmeyeceğini düşünüyorlardı Realite de görünüşü itibariyle gevşeme ve kuşkulanma noktasında onları doğrular mahiyetteydi Bunun yanı sıra onlar kendi ruhları ve duyguları karşısında da mantıklıydılar; çünkü korku üzerlerindeki gösterişten ibaret ince perdeyi ortadan kaldırmıştı Ruhlarında öyle bir panik baş göstermişti ki, zayıf imanlarının tutunmasına imkan kalmamıştı Bu yüzden gösterişe ve gizlemeye gerek duymadan gerçek duygularını açığa vurmuşlardı

Bu tip münafıklara ve bozgunculara her toplumda rastlamak mümkündür Sıkıntı anında, zorluklar çepeçevre kendilerini kuşatınca işte bu kardeşlerinin tutùmunu takınırlar Onlar zaman durdukça her kuşakta ve her toplumda ortaya çıkan birer örnektirler!

"Onlardan bir grup da demişti ki; "Ey Medine halkı, artık tutunacak yeriniz yok, geri dönün"

Onlar, hendeğin önünde bu şekilde birbirlerine kenetlenerek dikilmelerinin yersiz ve gereksiz olduğu, üstelik gerideki evlerinin tehlikeye açık olduğu bahanesi ile Medine'lileri safları terk etmeye, evlerine dönmeye teşvik ediyorlardı Ruhları en zayıf noktasından; kadınlar ve çocukların başına bir şeyin gelmesine ilişkin korku gediğinden yakalayıp içeri sızan son derece iğrenç bir propagandaydı bu Tehlike kapıdaydı, korku ise her tarafı sarmıştı Kuşkular ise dur durak bilmiyordu:

"Onlardan bir topluluk da "Evlerimiz düşmana açıktır" diye Peygamberden izin istemişlerdi"

Evlerinin düşmanın saldırabileceği şekilde açıkta olduğu ve korumasız olarak bırakıldığı gerekçesiyle izin istiyorlardı

Tam bu noktada Kur'an-ı Kerim gerçeği açıklayarak mazeretlerini, bahanelerini geçersiz kılıyor:

"Oysa onların evleri düşmana açık değildi"

Onları yalan, hile, korkaklık ve kaçma girişimi içinde kıskıvrak yakalıyor: "Sadece kaçmak istiyorlardı"

Denildiğine göre; Beni Harise kabilesi Evs b Kayzi'yi Peygamber efendimizin yanına göndererek "Evlerimiz düşmanın saldırısına açıktır", Ensardan hiç kimsenin evi bizimkilere benzemiyor Bizi Gatafanlıların saldırısından koruyacak hiç kimse yok İzin ver evlerimize dönelim Çocuklarımızı, kadınlarımızı koruyalım " diye izin istemişlerdi Peygamber efendimiz de onlara izin vermişti Sa'd b Muaz bunu duyunca: "Ya Resulallah onlara izin verme Allah'a andolsun ki, onlar bu şekilde davranıp geri dönmezlerse bize de onlara da bir zorluk ulaşmaz" demişti Bunun üzerine Peygamber efendimiz bunların izin isteklerini geri çevirmişti

Kur'an-ı Kerim'in "Sadece kaçmak istiyorlar" diye karşılık verdiği bu adamlar işte böylesine olumsuz bir tavır takınıyorlardı

Ayetlerin akışı, kargaşa, panik ve korkulu kaçışmaların egemen olduğu ortamı tasvir eden bu çarpıcı ve edebi ifadenin yanında duruyor Bu münafıkların ve kalplerinde hastalık bulunanların ruhsal durumlarını yansıtan bir tablo çizmek üzere duruyor İnancın gevşekliğini, kalbin kapaklıyı ve düşmanla yüz yüze gelinir gelinmez herhangi bir şeyde kararlı olmaya, ya da etrafa gösteriş yapmaya gerek duymaksızın saffı terk edebileceğini ortaya koyan psikolojik ve içe dönük bir tablodur bu:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



14- "Eğer Medine'nin etrafından üzerlerine saldırılsaydı, sonra da kendilerinden dinlerinden dönmeleri istense, çok azı hariç hemen dinlerinden dönerlerdi"

15- "Oysa arkalarına dönüp kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi Allah'a verilen sözden sorumluydular"
Düşman henüz Medine'nin dışındayken ve henüz kendilerine saldırmamışken böyle yapıyorlardı Ya birde üzerlerine saldırıp Medine'yi tamamen kuşatmış olsalardı ne olacaktı durumları, nasıl bir sıkıntıya ve paniğe kapılacaklardı? Çünkü olmuş tehlike beklenen tehlikeye benzemez "Sonra da kendilerinden dinlerinden dönmeleri istense" Dinlerini terk etmeleri istense "Dinlerinden dönerler" Oyalanmadan, tereddüt geçirmeden çabucak irtidat ederler "Çok azı hariç" çok az zaman beklerlerdi Ya da çok azı çağrıya karşılık vermeden, teslim olmadan, küfre dönmeden önce bir süre oyalanırdı Çünkü onların inançları gevşek ve içlerinde tutunamayan bir inançtır Onlar da direnç gösteremeyen ödleklerdir

İşte Kur'an-ı Kerim onları bu şekilde ortaya çıkarıyor, ruhlarını her türlü perdeden soyutlayarak, orta yere koyuyor Sonra da onları anlaşmayı bozmakla, sözlerinden dönmekle suçluyor Hem de kiminle? Bundan önce yüce Allah'a daha değişik bir söz vermişlerdi, fakat bu sözlerini tutmamışlardı:

İbn-i Hişam tarihçi İbn-i İshak'ın sîretine dayanarak şöyle der: Burada söz konusu edilenler Beni Harise kabilesidir Bunlar Uhud savaşında Beni Seleme kabilesi ile birlikte bozguna uğrayıp geri kaçmaya yüz tutmuşlardı Sonra da bir daha bu şekilde düşman karşısında bozguna uğrayıp geri kaçmayacaklarına ilişkin olarak Allah'a söz vermişlerdi İşte burada kendiliklerinden verdikleri söz hatırlatılıyor

Şu kadarı varki Uhud savaşında yüce Allah rahmetiyle, gözetimiyle onları kuşatmış, içlerine güven duygusunu akıtmıştı Böylece onları yenilginin ağır faturalarından kurtarmıştı Uhud savaşında meydana gelen bu olay, cihad aşamasının haşlarında yaşanan eğitime yönelik bir dersti Ama bugün, aradan uzun bir zaman geçmişken ve yeterli deneyime sahip olmuşken böyle bir davranışta bulunmak sorumluluğu gerektirmektedir İşte bu yüzden Kur'an-ı Kerim onları bu kadar sert bir ifadeyle uyarıyor

Bu bölümün yanı başında -onlar da tehlikeden kurtulmak, korkudan emin olmak arzusuyla yüce Allah'a verdikleri sözden dönmüşken- Kur'an-ı Kerim tam zamanında kalıcı değerlerden birini açıklıyor; onları anlaşmayı bozmaya ve savaşta düşmandan kaçmaya iten yanlış düşüncelerini düzeltiyor:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



16- "De ki: "Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız kaçmak size fayda vermez Kaçsanız bile az zaman yaşatılırsınız"

17- "De ki: "Allah size bir kötülük dilerse veya bir rahmet isterse, O'na karşı kim sizi koruyabilir? Allah'tan başka dost ve yardımcı bulamazsınız "

Yüce Allah'ın önceden belirlediği kader bütün olaylara ve olayların sonuçlarına egemendir Olayları ve gelişmeleri önceden çizilmiş yolda yönlendirir ve onları kaçınılmaz akıbete noktalandırır Ölüm veya öldürülme zamanı gelince karşılaşılması kaçınılmaz olan bir kaderdir Bu zaman bir saniye öne alınamadığı gibi geciktirilemez de Kaçmak kaçınılmaz kader karşısında kaçana hiçbir yarar sağlamaz Eğer kaçacak olurlarsa yakın bir zamanda önceden yazılmış ölüm vaktinde akıbetleriyle yüz yüze geleceklerdir Çünkü bu dünyada geleceğine ilişkin söz verilen her an yakındır ve bu dünyadaki zevkü sefa süresi çok kısadır Allah'a karşı onları koruyacak ve onlara ilişkin iradesinin önüne geçecek hiç kimse yoktur O dilerse onlara kötülük eder, dilerse onlara merhamet eder Kendilerini koruyacak ve Allah'ın kaderine karşı savunacak Allah'ın dışında bir dost ve yardımcı bulamazlar

Şu halde teslimiyetse teslimiyet, itaatsa itaat, Allah'a verilen söze bağlılıksa bağlılık Bütün bunları hem darlıkta hemde genişlikte yapmak gerekir O'na dönmek, her yönüyle O'na dayanıp güvenmek zorunludur Sonra yüce Allah neyi nasıl dilerse öyle yapar

Ardından yüce Allah'ın insanları savaştan alıkoyanları bildiğine ilişkin bir açıklama ile mesele tekrar gündeme getiriliyor Bunlar cihattan geri kaldıkları gibi "Artık tutunacak yeriniz yok, geri dönün" diyerek başkalarını da evlerinde oturmaya davet eden kimselerdir Bu arada onların ruhsal durumlarını yansıtan nefis bir tablo çiziliyor Bu tablo -gerçeği yansıtmakla beraber- insanlar arasında hiç eksik olmayan bu tiplerin gülünçlüğünü, içine düştükleri komik durumu ortaya koymaktadır Zorluk anında korkanların, bir kenara sinenlerin, telaşlanıp, paniğe kapılanların; güvenli ve rahat ortamda ise böbürlenenlerin, bol keseden atanların tablosudur bu Bu tabloda bir de onların iyilik yapma hususunda çok cimri davrandıkları, bu konuda en ufak bir çaba göstermedikleri, uzaktan bir tehlike sezdikleri an derhal korkuya kapıldıkları, ne yapacaklarını şaşırdıkları ortaya konuyor Kur'an'ın ifade tarzı bu nefis tabloyu olağanüstü sanat fırçası ile çiziyor Ayetlerin mucizevi akışı dışında bu tabloyu yansıtabilmek, içeriğini aktarmak mümkün değildir

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



18- "Allah içinizde savaştan alıkoyanları ve kardeşlerine "Bize gelin zorlanmadıkça savaşmayın" diyenleri gerçekten bilir Zaten bunlardan pek azı savaşa gelir"

19- "Geldikleri zaman da size karşı çok hassastırlar, size yardım etmek istemezler Ancak savaşta bir korku gelince, onların üzerine ölüm baygınlığı çökmüş insan gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün Korku gidipte sıra ganimetleri paylaşmaya gelince, mala düşkünlük göstererek, sizi sivri dilleriyle incitirler Onlar inanmamışlar, bu yüzden Allah onların işlerini boşa çıkarmıştır Bu Allah'a göre kolaydır"

20- "Bunlar, düşman birliklerinin (Medine'den) gitmediklerini sanıyorlardı Bu birlikler tekrar gelmiş olsalardı, kendilerini çölde bedevilerin yanında bulunup, sadece sizin haberlerini sormayı dilerlerdi İçinizde olsalardı, pek azı savaşırlardı"

Bu ayetler, yüce Allah'ın müslüman safları dağıtmaya çalışan ve kardeşlerini evlerinde oturmaya çağıran böylece insanları savaştan alıkoyan kimseleri kesinlikle bildiğini vurgulayarak başlıyor "Zaten bunlardan pek azı savaşa gelir" Yani arada sırada cihada katılırlar Onlar da, hileleri de yüce Allah tarafından bilinmektedir

Ardından harikalar yaratan fırça bu tiplerin karakteristik çizgilerini çizmeye başlıyor:

"Size karşı pek cimridirler" İçlerinde müslümanlara karşı bir çekememezlik, cihada ve onların elde ettikleri mala karşı bir kıskançlık, müslümanlara yönelik duygu ve düşüncelerinde bir cimrilik vardır

"Ancak savaşta bir korku gelince, onların üzerine ölüm baygınlığı çökmüş insan gibi, gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün" Psikolojik durumları somutlaştıran son derece canlı bir tablo Çizgiler adeta hareket ediyor Ama aynı zamanda gülünç bir tablo Bu korkaklar grubunun içine düştükleri komik durumu yansıtıyor Tabloda somutlaştırılan hareketler ve tavırlar tir tir titreyen, ödleri kopan korkakların dehşet anındaki durumlarını anlatıyor

Bu tablonun en komik tarafı ise korku gidip yerini güvenliğe bırakmasından sonraki durumlarını yansıtan tarafıdır: "Korku gittikten sonra sizi sivri dilleri ile incitirler"

Korku dağılınca bunlar saklandıkları deliklerinden çıkarlar Biraz önce korkudan tir tir titreyen bu adamlar seslerini yükseltmeye başlarlar Kabararak etrafa caka satarlar Korkudan bir köşeye sindikten sonra güvenli ortamda ortaya çıkıp şişinirler; utanmadan nasıl savaşta zorluklarla karşılaştıklarını, ne yararlı işler becerdiklerini, büyük bir cesaretle savaş alanına atıldıklarını anlatıp dururlar

Ayrıca onlar: "İyilik yapma hususunda da cimrilik yaparlar" Bütün bu iddialara, övünmelere ve bol keseden atmalara rağmen iyilik adına güçlerini, çabalarını, mal ve canlarını harcamazlar, fedakârlıkta bulunmazlar

Bu tip insanlar bir kuşakla, bir toplumla sınırlı değildirler Sürekli bulunurlar Bunlar güvenlikte oldukları sürece, kendilerini rahatta hissettikleri sürece cesurdurlar, her yerde konuşurlar ve hep ön plana çıkarlar Ama korku varsa, iddet söz konusuysa korkaktırlar, suskundurlar, bir köşeye sinmişlerdir Üstelik onlar iyiliğe ve iyilik taraftarlarına karşı cimridirler Laftan başka bir şey vermezler onlara

"Onlar inanmamışlar, bu yüzden Allah onların işlerini boşa çıkarmıştır"

İşte ilk sebep budur Sebep, iman aydınlığının kalplerine yansımamış ol ması, iman nuru ile yollarını bulmamış olmaları ve imanın öngördüğü hayat sistemine uymamış olmalarıdır "Bu yüzden Allah onların işlerini boşa çıkarmıştır" Hiçbir sonuç elde edememişlerdir Çünkü olumlu bir sonuç elde etmenin asıl unsuru yok ortada

"Bu, Allah'a göre kolaydır"

Allah'a zor gelen hiçbir şey yoktur Allah'ın emri hemen yerine gelir Ahzap günündeki tutumlarına gelince, surenin akışı gülünç ve küçük düşürücü bir tabloda durumlarını tasvir ederek devam ediyor:

"Bunlar, düşman birliklerinin (Medine'den) gitmediklerini sanıyorlardı Onlar hâlâ korkudan titriyorlardı Birbirlerini yalnız bırakıp bir köşede sinme çabasındaydılar Düşman birliklerinin gittiklerine, korkunun gidip güvenliğin geldiğine bir türlü inanamıyorlardı!

"Bu birlikler tekrar gelmiş olsalardı, kendilerinin çölde bedevilerin yanında bulunup, sadece sizin haberlerinizi sormayı dilerlerdi"

Ne alaycı bir ifade! Ne kadar küçük düşürücü bir tasvir? Ne komik bir tablo Eğer bu birlikler tekrar gelmiş olsalardı, bu korkaklar, hiçbir zaman Medine'de oturmuş olmamayı tercih ederlerdi Medinelilerin hayatlarına ve akıbetlerine ortak olmayan Bedevi Araplardan olmayı isterlerdi Medine'de neler olup bittiğini bilmemiş olmayı, aradaki uzaklığın ve ayrılığın boyutlarını vurgulamak ve orada yaşanan dehşet dolu anlardan uzak bulunmak bakımından Medine'ye ilişkin bilgileri bir yabancının diğer bir yabancıdan sorması gibi edinmeyi isterlerdi

Evlerinde oturmuş, savaştan uzak olmalarına ve doğrudan savaşa katılmamış olmalarına rağmen bu tür komik temennilerde bulunuyorlardı Bunlarınki uzaktan duyulan bir korkudur Savaşa girmedikleri halde, ondan uzak bulundukları halde paniğe kapılmış, yürekleri ağızlarına gelmişti: "İçinizde olsalardı, pek az savaşırlardı"

Bu son fırça darbesi ile birlikte tablonun çizimi tamamlanıyor Medine'de yeni kurulan islam toplumu içinde yaşayan, ondan sonra da her kuşakta ve her toplumda aynı nitelikleri ve karekteristik çizgileri koruyarak yaşayacak olan bu tiplerin tablosu tamamlanıyor Tablonun çizimi tamamlanırken gönüllerde bu tiplere yönelik bir küçümseme, onlarla alay etme, onlardan uzak olma duyguları yerediyor Allah ve insanlar yanında değersiz oldukları düşüncesi canlanıyor zi-, hinlerde

İşte münafıkların, kalplerinde hastalık bulunanların, düşman karşısında dikilmiş saflarda bozgunculuk çıkaranların durumu Ve işte onların aşağılık tabloları Ne varki korku, sıkıntı, zorluk ve şiddet bütün insanları aynı aşağılık pozisyona düşürmez Karanlık ortamlarda son derece aydınlık tablolar da var İnsanların sarsıldığı ortamlarda kendilerine olan güvenlerini yitirmeyen, Allah'a sıkı sıkıya bağlı olan, O'nun vereceği hükme önceden razı olan, yaşanan korku, kargaşa ve karışıklıktan sonra Allah'ın yardımından ümitlerini kesmeyen sağlam karakterli kimseler de mevcuttur

Bu aydınlık tabloyu anlatan ayetlerin akışı önce Peygamber efendimizi anlatıyor:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



21- "Andolsun ki, Allah'ın elçisinde sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah'ı çok anan kimseler için en güzel bir örnek vardır"

Peygamber efendimiz dehşetin ürkütücülüğüne, sıkıntının dayanılmaz boyutlarda olmasına rağmen müslümanlar için kendilerini güvenlikte hissettikleri bir sığınak konumundaydı Bu korkulu ortamda güven, ümit ve huzur kaynağıydı Onun bu büyük olay esnasındaki tavrında toplumları ve davet hareketlerini yönetenlere yollarım gösterecek dersler vardır Peygamber efendimiz Allah a ve ahiret günü ile buluşmayı uman, kendisi için iyi bir örnek isteyen, Allah ı sürekli hatırlayan vé O'nu unutmayan kimseler için en güzel bir örnektir

Burada daha fazla detaya giremeyeceğimiz için, Peygamber efendimizin o günkü tavrına örnek olsun diye birkaç işaret aracılığı ile değinmekte yarar görüyoruz

Peygamber efendimiz müslümanlarla birlikte hendek kazma işinde çalışıyor, kazma sallıyor, kürekle toprak atıyordu Küfelere doldurulan toprağı hendeğin dışına taşıyordu Bu çalışma esnasında şarkı söyleyenlere katılıyordu Müslümanlar çalışırken yüksek sesle recez (Aruz vezninde bir şiir kalıbı) bahrinden şiirler okuyorlardı Peygamber efendimiz de nakarat kısmında onlara katılıyordu Meydana gelen olayların etkisi ile basit şarkılar mırıldanıyorlardı Örneğin, ismi Cuayl olan bir müslüman vardı Peygamber efendimiz adamın ismini beğenmemiş, ona Ömer' demişti Hendek kazma işinde çalışanlar da bu olayı şu basit şiire konu etmişlerdi:

Onu Cuayl'den sonra Ömer diye isimlendirdi

Bu gün zavallıya yardımcı oldu

Bu şiiri okurken "Ömer" kelimesini tekrarlarken Peygamberimiz de tekrarlıyordu Aynı şekilde "zehran" kelimesini söylerlerken Peygamberimiz de tekrarlıyordu

Artık müslümanların çalıştığı, Peygamber efendimizin aralarında kazma salladığı, kürekle toprak attığı, toprağı küfeye doldurup taşıdığı, onlarla birlikte bu şiiri mırıldadığı bu atmosferi bugün tasavvur edebiliyoruz Bu atmosferin müslüman ruhlara nasıl bir enerji sağladığını, içlerinde hoşnutluk, fedakarlık, güven ve onurluluk duygularını doğuranın nasıl bir kaynak olduğunu düşünebiliyoruz

Zeyd b Sabit hendek kazımı sırasında toprak taşıyanlar arasında bulunuyordu Peygamber efendimiz onun için "Ne iyi çocuktur" demişti Bir gün uyku ağır gelmiş, hendekte uyuya kalmıştı Çok şiddetli bir soğuk ta vardı Umare b Hazm silahını almış, ama o bunun farkına varmamıştı Uyanınca çok korkmuştu Peygamber efendimiz "Ey uykucu, uyudun silahın gitti" demişti Sonra da "Bu çocuğun silahından haberi olan var mı?" diye sormuştu Umare "Ya Resulallah, silahı bendedir" demişti Bunun üzerine Peygamber efendimiz "Silahını geri ver" demiş ve müslümanların korkutulmasını, şaka olsun diye eşyalarının alınmasını yasaklamıştı

Bu olay da, müslüman saflarda yer alan büyük-küçük herkesin göz ve kalp uyanıklığını, ayrıca Peygamber efendimizin şakacı, tatlı, şefkatli ve yüce ruhunu tasvir ediyor: "Ey uykucu, uyudun silahın gitti" Son olarak bu olay müslümanların en ağır koşullarda, Peygamberlerinin koruyucu kanatları altında yaşadıkları o atmosferi de tasvir ediyor

Sonra Peygamber efendimiz uzakta beliren büyük zaferi seyrediyordu Kazma darbeleri ile kayalardan çıkan kıvılcımlardan bu zaferi gözleri ile görüyordu Bunu müslümanlara haber veriyor, içlerine güven aşılıyordu Korkularını dindirip kesin haberlerle ruhlarını yatıştırıyordu

Tarihçi İbn-i İshak Selman-ı Farisi'nin (ra) şöyle dediğini anlatır: "Hendeğin bir tarafını kazmaya çalışıyordum O sırada sert bir kaya çıktı karşıma Peygamber efendimiz de bana yakın bir yerdeydi Toprağı kazdığımı ama çok zorlandığımı görünce, inip kazmayı elimden aldı Kayaya bir darbe indirdi Kazmanın değdiği yerden bir kıvılcım parladı Sonra bir daha vurdu Yine bir kıvılcım çıktı Sonra kayaya üçüncü bir darbe indirdi Bu seferde kazmanın değdiği yerden kıvılcım çıktı "Anam, babam sana feda olsun ya Resulallah, sen kayayı parçalarken kazmanın ağzından çıkan kıvılcımlar neydi?" dedim "Yoksa sen onları gördün mü ya Selman?" diye buyurdu "Evet" dedim "Birinci kıvılcımda yüce Allah bana Yemeni sundu İkinci kıvılcımda Şam ve Mağrib'i, üçüncüsünde ise doğuyu sundu" dedi

Makrizi'nin "İmta'ul esma" adlı eserinde anlattığına göre, Peygamber efendimizin bu dedikleri Hz Ömer'in halifeliği döneminde ve Selman-ı Farisi'nin hayatta olduğu sırada gerçekleşmiştir

Bu gün düşündüğümüzde, tehlike kapıya dayanmışken, her yandan korku çemberine alınan o kalpler üzerinde bu tür bir sözün ne büyük etki bıraktığını görür gibi oluyoruz

Bu aydınlık tablolara düşman birlikleri hakkında bilgi toplamaktan dönen Huzeyfe'yi de eklememiz gerekir Huzeyfe yolda çok üşümüştü Peygamber efendimiz de eşlerinden birine ait bir örtünün altında namaz kılıyordu Ama Peygamberimiz namazında, Rabbi ile iletişim halindeyken, Huzeyfe'nin namazın sonuna kadar soğuktan titremesine gönlü razı olmuyor Aksine tutuyor, ayaklarının arasında ona yer veriyor, ısınsın diye örtünün bir ucunu üzerine atıyor, sonra da namazına devam ediyor Namazı bitirince, Huzeyfe edindiği bilgileri O'na anlatıyor Peygamberimizin kalbinin önceden bildiği haberi müjdeliyor Çünkü Peygamberimiz, düşman birliklerinin geri döndüklerini bildiği halde Huzeyfe'yi olup bitenleri görmesi için göndermişti

Peygamber efendimizin bu korkulu atmosferdeki cesaretine, dayanıklılığına, kararlılığına ilişkin haberler ise, hikayenin tümünde son derece belirgindirler Bizim ayrıca bunları anlatmamıza gerek yoktur Hepsi de bilinen ve yararlanılan şeylerdir

Hiç kuşkusuz yüce Allah doğruyu söylemiştir: "Andolsun Allah'ın elçisinde sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah'ı çok anan kimseler için en güzel bir örnek vardır"

Sonra imanın, güven verici ve huzur aşılayıcı tablosu ile mü'minlerin korku karşısındaki, tehlike ile yüz yüze geldiklerindeki durumlarını tasvir eden tablolarına sıra geliyor Nitekim bu tehlike mü'min gönülleri sarsmıştı Ama onlar bu tehlikeyi güven, bağlılık, müjde ve iç huzuru için kullanılacak bir etken olarak algılıyorlar:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



22- "Mü'minler düşman ordularını gördükleri zaman; "Bu Allah'ın ve Resulünün bize vaad ettiği zaferdir Allah ve Resulü doğru söylemiştir" dediler Bu, onların sadece imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı"

Müslümanların bu büyük olay karşısında içine düştükleri korku, yüz yüze geldikleri zorluğun doğurduğu sıkıntı, üzerlerine saldıran zorlu düşmanın neden olduğu panik onları şiddetle sarsacak kadar büyüktü Nitekim her zaman en doğrusunu söyleyen yüce Allah onların bu durumunu şu şekilde anlatmaktadır:

"İşte orada mü'minler denenmiş, şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı"

Kuşkusuz onlar da insandılar İnsanın gücü ise sınırlıdır Bu yüzden yüce Allah insanlara güçlerini aşan sorumluluklar yüklemez Yüce Allah'ın en sonunda kendilerine yardım edeceğine ilişkin derin güvenlerine rağmen; yine Peygamber efendimizin, içinde bulundukları bu sıkıntılı atmosferin boyutlarını aşan Yemen'in

Şam'ın, Mağrib'in ve Maşrik'in fethedileceğini ima eden müjdesine rağmen Bütün bunlara rağmen karşı karşıya kaldıkları korku, onları sarsıyor, huzursuz ediyor, canlarını sıkıyordu

Bu durumu en güzel Huzeyfe'nin sözleri tasvir etmektedir Peygamber efendimiz arkadaşlarının durumunun farkındadır Ruhsal durumlarını görüyor Bu yüzden: "Kim gidip düşmanın ne yaptığını görecek, sonra da gelip bize haber verecek -Peygamberimiz burada o kişinin geri döneceğini garantiliyor- Onun cennette benim arkadaşım olmasını Allah'tan dileyeceğim" diyor Dönüş garantisine rağmen, cennette Hz Peygamberle arkadaş olmaları yönünden yapılan duaya rağmen kimse Peygamberimize cevap vermiyor Hz Huzeyfe'ye bizzat ismi ile hitap edildiği zaman da şöyle diyor: Peygamber efendimiz beni çağırınca kalkmaktan başka çarem yoktu! Dikkat edin, böyle bir şey ancak sarsıntının son noktaya vardığı durumlarda olur

Ne varki, sarsılmanın, gözlerin korkudan kaymasının, yüreklerin ağızlara gelmesinin yanı sıra, Allah'la aralarında kopmayan bir bağlantı vardı Yüce Allah'ın olaylara egemen olan yasalarına ilişkin şaşmaz bir anlayışları vardı Bu yasaların değişmezliğine, başlangıçları gerçekleştirdiğine göre sonuçlarının da gerçekleşeceğine ilişkin sonsuz güvenleri vardı Bunun için mü'minler meydana gelen sarsıntıyı yardımı beklemenin nedeni olarak algılıyorlardı Çünkü onlar, daha önce yüce Allah'ın şu sözünü doğrulamışlardı: "Acaba sizden öncekilerin başlarına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeksizin, cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine ağır sıkıntılara ve zorluklara uğradılar, öylesine sarsıldılar ki, Peygamberleri ile çevresindeki inanmışlar "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" dediler İyi bilin ki, Allah'ın yardımı yakındır" (Bakara Suresi, 214)

Şu anda onlar da sarsılıyorlar, şu halde Allah'ın yardımı onlara da yakındır! Bu yüzden şöyle demişlerdi: "Bu Allah'ın ve Resulü'nün bize vaad ettiği zaferdir" "Allah ve Resulü doğru söylemiştir" "Bu, onların sadece imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı" "Bu, Allah'ın ve Resulü'nün, bize vaad ettiği zaferdir"

Allah ve Resulü, bu korku, bu zorluk, bu sarsıntı ve bu sıkıntı karşısında bize zafer vaad ettiler Şu halde Allah'ın yardımının gelmesi kaçınılmazdır: "Allah ve Resulü doğru söylemiştir" Allah ve Resulü zaferin belirtileri hususunda doğru söylemiştir Bu belirtilerin ifade ettikleri anlam hususunda doğru söylemiştir Bu yüzden kalpleri Allah'ın yardımı ve vaadine yönelik sarsılmaz bir güvenle doludur: "Bu, onların sadece imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı"

Kuşkusuz onlar da insandı İnsana özgü duygulardan, zaaflardan kurtulmaları mümkün değildi Zaten kendi cinslerinin sınırlarını aşmaları, bu cinsin çerçevesi dışına çıkmaları, doğal özelliklerini ve yeteneklerini yitirmeleri istenmiyordu Çünkü yüce Allah onları bu nitelikleri için yaratmıştır İnsan olarak kalsınlar; başka bir cinse, örneğin meleğe, şeytana, hayvana yahut taşa dönüşmesinler diye yaratmıştır Evet onlar da insandılar, bu yüzden korkuyorlardı, bir zorlukla karşılaştıklarında sıkılıyorlardı, insan gücünü aşan bir tehlike ile yüz yüze geldiklerinde sarsılıyorlardı Ama, bununla beraber onlar, kendilerini Allah'a bağlayan, düşüp parçalanmalarını önleyen, içlerindeki ümidi tazeleyen, onları ümitsizlikten koruyan sağlam, güvenilir bir kulpa bağlanmışlardı Bu ve şu durumlarıyla onlar, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş eşsiz bir örnektiler'

Yüzyıllar içinde tanık olunan bu eşsiz örneği kavrayabilmemiz için, bu gerçeği kesinlikle algılamamız gerekir Onların insan olduklarını, güçlülüğüyle, zayıflığıyla insan tabiatından soyutlanmadıklarını kavramamız gerekir Onların sahip oldukları ayrıcalığın; göklerin kulpuna yapışmış olmakla beraber yeryüzündeki insana özgü nitelikleri korumalarından, kendi insanlıkları çerçevesinde insanoğlu için hazırlanan en yüksek zirveye ulaşmış olmalarından kaynaklandığını göz ardı etmememiz gerekir

Bu açıdan, bir gün içimizde zaaf baş gösterdiğini yahut sarsıldığımızı, ya da

korktuğumuzu veya tehlikenin, şiddetin, sıkıntının ve dehşetin etkisiyle sıkıldığımızı görürsek, hemen karamsarlığa kapılmamalıyız, telaşlanıp artık helâk olduğumuzu sanmamalıyız Veya artık hiçbir zaman büyük bir sorumluluk yüklenemeyeceğimizi, buna layık olmadığımızı düşünmemeliyiz Ancak, insan oluşumuzdan kaynaklandığı gerçeğinden hareket ederek kendi zaafımızın yanında durmamamız gerekir Bizden daha iyi olanlarda baş gösterdi diye kendi zaafımızda ısrar etmemeliyiz Çünkü ortada sağlam ve güvenilir bir kulp var Göklerin kopmaz kulpu var Sürçmekten kurtulmamız için ona sarılmalıyız, güven ve bağlılık tazelemeliyiz, içimizde baş gösteren sarsıntıyı gelecek yardımın müjdesi olarak algılamalıyız Böylece direncimizi ve kararlılığımızı korumuş, daha,güçlü ve kendinden emin olarak yolumuza devam etmiş oluruz

İşte islamın ilk yıllarındaki bu eşsiz örnekte meydana gelen denge budur Kur'an-ı Kerim bu eşsiz örnekten, geçmişteki tutumlarından, imtihanı başarıyla geçmelerinden, Allah yolunda giriştiği cihattan, kimilerinin Allah'la buluşmasından, kimilerinin de bu buluşmayı beklemesinden şu şekilde söz ediyor:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



23- "Mü'minler arasında öyleleri varki, Allah'a verdikleri sözde dururlar Kimileri sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimileri de şehitlik beklemektedir Onlar hiç sözlerini değiştirmediler"

Bu, daha önce işaret edilen ve savaşta düşman karşısında geri dönüp kaçmayacaklarına ilişkin olarak Allah'a söz veren, ama Allah'a verdikleri bu sözü tutmayan kimselerin durumunu anlatan örneğe karşılık olarak yer alıyor: "Allah'a verilen sözden sorumluydular"

İmam Ahmed, Sabit'ten şunları aktarır: Amcam Enes b Nadr Peygamber efendimizin yanında Bedir savaşma katılmamıştı Bu durum zoruna gidiyordu "Hz Peygamberin yaptığı ilk savaşa katılmadım Eğer yüce Allah bundan sonra bana Peygamber efendimizle birlikte bir savaşa katılmayı nasip ederse neler yapacağımı görecektir" diyordu ve bundan fazlasını söylemekten de korkuyordu Nihayet Peygamber efendimizin yanında Uhud savaşına katıldı Savaşın devam ettiği bir sırada Saad b Muaz'a "Ey Ebu Amr, cennetin kokusu ne hoş Uhud'un ötesinden bu kokuyu duyuyorum" dedi ve öldürülene kadar müşriklerle savaştı Cesedinde seksen küsür ok, kılıç ve mızrak yarası tespit edilmişti Kız kardeşi -Hâlâm Rubbiy binti Nadr- "Kardeşimi ancak parmaklarından tanıyabildim" demişti Bunun üzerine şu ayet inmişti: "Mü'minler arasında öyleleri varki, Allah'a verdikleri sözde durdular" Sahabeler bu ayetin Enes ve arkadaşları hakkında indiği düşüncesindeydiler (Müslim, Tirmizi ve Nesai)

Mü'minler arasında yer alan bu tiplerin aydınlık portreleri burada, münafıklık, zaaf ve sözlerinden dönenlerin tablolarına karşılık yer alan iman tablosunu bütünlemek için sunuluyor Bunda, olaylar ve Kur'an aracılığı ile eğitme sahnesindeki karşılaştırmanın gerçekleşmesi amacı güdülüyor

Bunun üzerine imtihanın hikmetini, verilen sözü tutmanın ya da dönmenin akıbetini açıklamak ve bütün bunlarda meseleyi Allah'ın iradesine bağlamak suretiyle bir değerlendirme yapılıyor:

24- "Bu sebeple Allah, doğruları doğrulukları ile mükafatlandırır; münafıkları da dilerse azaplandırır veya tevbelerini kabu1 eder Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir"

Bu değerlendirme cümlesi, olaylar ve sahnelere ilişkin tasvirli anlatımın arasında yer alıyor Amaç, bütün meseleyi Allah'a bağlamak, olaylar ve gelişmeler üzerindeki perdeyi kaldırıp ilahi hikmeti ortaya koymaktır Şu halde, bu olay ve gelişmelerin hiçbiri boşuna değildir Raslantı sonucu meydana gelmemiştir Hepsi de önceden planlanan bir hikmet ve belli bir amaç doğrultusunda meydana gelmektedir ve yüce Allah'ın dilediği sonuçlara varacaklardır Bunun yanı sıra tüm olaylarda ve gelişmelerde yüce Allah'ın kullarına yönelik rahmeti belirginleşmektedir Çünkü onun merhameti ve bağışlaması daha yakın ve daha büyüktür: "Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir"

Büyük olaya ilişkin bu açıklama olayın, mü'minlerin Rabbleri ile ilgili düşüncelerini doğrulayan, münafık ve bozguncuların sapıklıklarını, yanlış düşüncelerini ortaya koyan sonuç kısmı ile noktalanıyor Aynı zamanda pratik bir sonuçlandırma ile imani değerler yerleştiriliyor:

25- "Âllah, o kafirleri hiçbir şey elde edemeden öfkeleriyle geri çevirdi Allah'ın yardımı savaşta mü'minlere yetti Allah güçlüdür, mutlak galiptir"

Savaş başlamış, gelişmiş ve bir sonuca ulaşmıştı Ama savaşın dizgini Allah'ın elindeydi, istediği gibi yönlendiriyordu Kur'an-ı Kerim bu gerçeği kendine özgü ifade yöntemi ile vurguluyor Bu gerçeği pekiştirmek, onu kalplere yerleştirmek, gerçek islami düşünceyi açığa kavuşturmak için meydana gelen tüm olayları ve sonuçları doğrudan doğruya yüce Allah'a dayandırıyor

Savaş sadece Kureyş ve Gatafan müşriklerinin yenilgisi ile sonuçlanmamıştı Müşriklerin müttefiki olan yahudi Beni Kureyze kabilesi de hezimete uğramıştı:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



26- "Allah, kitap ehlinden onlara yardım eden Kureyze yahudilerini de kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü Onlardan bir kısmını öldürüyorsunuz, bir kısmını da esir alıyordunuz"

27- "Topraklarını, evlerini, mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadığınız yerleri Allah size miras olarak verdi Allah'ın gücü her şeye yeter"
Bu ayetlerin işaret ettiği gelişmeleri anlayabilmek için yahudilerle müslümanların ilişkilerine bir göz atmakta yarar vardır

Medine'de yaşayan yahudiler, müslümanların gruplar halinde buraya gelişlerinden sonraki kısa bir süre dışında müslümanlarla barışık bir hayat sürdürmediler Peygamber efendimiz Medine'ye gelir gelmez onlarla bir barış antlaşması imzalamıştı Bu antlaşmada Peygamberimiz onlara yardım etmeyi, onları korumayı garantilemişti Ancak antlaşmayı bozmamalarını, bozgunculuk çıkarmamalarını, başkalarının ayıplarını araştırmamalarını, düşmana yardımcı olmamalarını, kimseyi incitecek davranışlarda bulunmamalarını şart koşmuştu
Ne varki yahudiler, çok geçmeden yeni dinin, ilk ehli kitap toplum olmaları bakımından sahip oldukları geleneksel ayrıcalıklı konumlarına yönelik tehlikesini sezdiler Yahudiler bu niteliklerinden dolayı Medine'liler arasında sahip bulundukları saygın konumlarından büyük kazançlar sağlıyorlardı Aynı şekilde İslam dininin Peygamber efendimizin önderliğinde toplum için öngördüğü yeni sosyal düzenin de kendileri açısından ne denli tehlikeli olacağını sezmişlerdi Çünkü yahudiler, Medine'de en etkin, en yüce söz kendilerine ait olsun diye Evs ve Hazreç kabileleri arasındaki ihtilafı istismar ediyorlardı Fakat İslam Evs ve Hazreç kabilelerini saygın Peygamberlerinin önderliğinde birleştirince, artık yahudiler iki grup arasında avlanacakları bulanık suyu bulamaz oldular
Onların belini kıran en büyük darbe, bilginleri ve hahamları olan Abdullah b Selam'ın müslüman olmasıydı Yüce Allah onun göğsünü islama açmış ve müslüman olmuştu Ailesini davet etmiş onlar da müslüman olmuşlardı Fakat, müslüman olduğunu açıklayacak olursa yahudilerin aleyhinde dedikodu çıkaracağından korkuyordu Bu yüzden Peygamber efendimizden kendisinin müslüman olduğunu yahudilere bildirmeden önce kendisini onlara sormasını istedi Peygamberimiz onun nasıl biri olduğunu yahudilere sorunca: "Bizim efendimizdir, efendimizin oğludur Hahamımızdır, bilginimizdir" dediler Bu sırada Abdullah b Selam ortaya çıkıp kendisinin inandığı şeye onların da inanmalarını istedi Buna çok bozuldular ve hakkında kötü söz söylediler Yahudi ailelere ondan uzak durmalarını tembih ettiler Dini ve siyasi egemenliklerine, rejimlerine yönelen gerçek tehlikeyi sezdiler Ve Hz Muhammed'in (sas) işini bitirmek için kesintisiz komplolar düzenlemeye karar verdiler
İşte bugüne kadar müslümanlarla yahudiler arasında bir gün olsun durmayan savaş o günden itibaren başlamış oldu

Bu günkü deyimiyle ilk önce soğuk savaş başladı Hz Muhammed (sas) ve islam aleyhine propaganda savaşı başladı Yahudiler uzun tarihleri boyunca geliştirdikleri tüm taktikleri uyguladılar bu savaşta Hz Muhammed'in (sas) Peygamberliği hakkında kuşku uyandırma, yeni inanç sisteminin etrafında çeşitli şüpheler yayma taktiğine başvurdular Bazı müslümanların aralarını bozma yolunu tuttular Bazan Evs ve Hazreç kabilelerinin, bazan muhacirlerle ensarın arasını bozmaya çalıştılar Müşrikler hesabına müslümanlar aleyhine casusluk yaptılar
Müslüman görünen bir grup münafıkla işbirliği yönüne giderek onlar aracılığı ile müslüman saflar arasına fitne sokmaya çalışırlar En sonunda da maskelerini indirip Ahzap savaşında olduğu gibi müslümanlar karşısında oluşan düşman saftaki yerlerini aldılar
En önemli toplulukları Beni Kaynuka, Beni Nadr ve Beni Kureyze'ydi Bu toplulukların her birinin gerek Peygamber efendimizle gerekse müslümanlarla belli bir ilişkisi vardı
En cesurları Beni Kaynuka kabilesi idi Bedir'de büyük bir zafer elde etmelerinden dolayı müslümanlara kin besliyorlardı İğneleyici sözler söylüyor, daha önce Peygamberimizle yaptıkları antlaşmayı inkar ediyorlardı Bu tutumları, Hz Peygamberin Kureyş'le yaptığı ilk savaşta galip geldikten sonra bir daha karşı koyamayacakları şekilde etkinlik kazanmasından, gücünün artmasından korktuklarının belirtisiydi

İbn-i Hişam, İbn-i İshak kanalı ile onların durumlarını şu şekilde anlatır: "Peygamber efendimiz Beni Kaynuka kabilesini pazarda toplayıp onlara şöyle seslendi: "Ey yahudiler, Kureyşlilerin başına gelen felaketin aynısını başınıza indirmesi konusunda Allah'tan sakının ve müslüman olun Çünkü siz, benim Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber olduğumu biliyorsunuz Bunu kendi kitabınızda ve yüce Allah'ın sizinle yaptığı sözleşmede görüyorsunuz" Buna karşılık olarak yahudiler: "Ey Muhammed, sen bizi kendi kavmine benzetiyorsun Savaştan anlamayan bir toplumla karşılaşıp onları yenmiş olman seni aldatmasın Allah'a andolsun ki, eğer biz seninle savaşmış olsaydık, nasıl insanlar olduğumuzu sana öğretirdik" dediler
İbn-i Hişam Abdullah b Cafer'e dayanarak şunları anlatır: Beni Kaynuka ile ilgili gelişmelerden biri de şudur: Bir Arap kadını gidip Beni Kaynuka pazarında süt satar, sonra da bir kuyumcu dükkanında oturur Orada bulunanlar kadından yüzünü açmasını isterler, kadın itiraz eder Kuyumcu kadının elbisesinin eteğini elbisenin üst tarafına düğümler Kadın ayağa kalkınca ayıp yerleri görünür Yahudiler gülüşürler Kadın bağırır Bir müslüman, kuyumcunun üzerine atılır ve onu öldürür Kuyumcu yahudi olduğu için diğer yahudiler hep birlikte o müslümanı öldürürler Öldürülen müslümanın ailesi de yahudilere karşı müslümanları yardıma çağırır Bunun üzerine müslümanlar öfkelenirler Böylece müslümanlarla Beni Kaynuka kabilesi arasında büyük bir kavga başlamış olur

İbn-i İshak bu olayın gelişimini şöyle tamamlar: Peygamber efendimiz vereceği karara boyun eğeceklerini bildirene kadar onları ablukaya aldı Yüce Allah Peygamberimize yahudilerin aleyhine fırsat vermişken Abdullah b Ubeyy b Selul kalkıp şöyle dedi: Ey Muhammed, dostlarıma iyi davran -Beni Kaynuka kabilesi Hazreç kabilesinin müttefiki idi- Peygamberimiz duymazlıktan geldi Tekrar "Ey Muhammed, dostlarıma iyi davran" dedi Peygamberimiz onu dinlemedi, yüzünü bir tarafa çevirdi Bu sefer elini Peygamberimizin zırhının cebine soktu Peygamberimiz "Bırak beni" dedi Peygamberimizin yüzünün rengi değişecek kadar öfkelenmişti "Yazıklar olsun sana, bırak beni" dedi "Hayır, vallahi dostlarıma iyi davranmadığın sürece bırakmam seni Bunlar dörtyüz zırhsız, üçyüz zırhlı savaşçıdır Kızıla ve karaya karşı korurlardı beni Sense bir gün de kılıçtan geçirmek istiyorsun Allah'a andolsun ki, ben çıkacak felaketlerden endişeleniyorum" dedi Bunun üzerine Peygamber efendimiz "Onları sana bağışladım" dedi
Abdullah b Ubeyy o güne kadar kabilesi arasında etkinlik sahibi birisiydi peygamber efendimiz Beni Kaynuka kabilesi hakkında aracılık yapmasını kabul ederek, onların silahları hariç diğer mallarını yanlarına alarak Medine'yi terk etmelerine izin verdi Böylece Medine önemli bir güce sahip yahudilerin bir kısmından kurtulmuş oldu
Beni Nadr kabilesine gelince; Peygamber efendimiz Uhud savaşından sonra Hicri dördüncü senede, daha önce aralarında vardıkları bir antlaşma uyarınca öldürülen iki kişinin diyetine katkıda bulunmalarını istemek üzere yaşadıkları bölgeye gitti Peygamberimiz bulundukları yere gelince: "Tamam ey Ebul Kasım, sana istediğin miktarda yardımda bulunacağız" dediler Sonra aralarında yalnız kalınca: "Bu adamı bir daha bu durumda bulamazsınız -Peygamber efendimiz onların evlerinden birinin duvarının dibinde oturuyordu- Kim bu evin üzerine çıkıp, üzerine bir kaya indirerek bizi ondan kurtaracak?
Ardından bu alçakça komployu uygulamaya başladılar Peygamber efendimiz onların yapmak istedikleri şeyi sezdi ve hemen oradan ayrılıp Medine'ye döndü Onlara karşı savaş hazırlıklarının başlatılmasını emretti Onlarda kalelerine kapandılar Münafıklığın elebaşısı Abdullah b Ubeyy b Selul, "Direnin ve kendinizi savunun, sizi kesinlikle teslim etmeyeceğiz Eğer ölürseniz biz de sizinle ölürüz Eğer sürgün edilirseniz biz de sizinle şehri terk ederiz" diye onlara haber gönderdi Ama münafıklar sözlerinde durmadılar Yüce Allah Beni Nudayrlıların içine korku saldı Onlar da savaşmadan, direnmeden teslim oldular Peygamber efendimizden, şehri terk etmelerine izin vermesini, canlarını bağışlamasını, silah hariç yanlarında bir deve yükü mal alıp gitmelerine müsaade etmesini istediler Peygamberimiz de bu şekilde hareket etti Çıkıp Haybere gittiler Bazıları da Şam'a gitti Haybere giden ileri gelenleri arasında Selam b Ebu'l Hukeyk, Kenane b Rebi b Ebu'l Hukeyk ve Huyey b Ahtab vardı Ahzap savaşında Kureyş ve Gatafan müşriklerinin müslümanlara karşı birlik oluşturup saldırıya geçmeleri gündeme getirildiği sırada onlardan da söz edilmişti
Şimdi Beni Kureyze savaşına gelmiş bulunuyoruz Daha önce bunların Ahzap savaşındaki tutumlarına değinilmişti Başta Huyey b Ahtap olmak üzere Beni Nudayr kabilesinin ileri gelenlerinin teşvikleriyle müşriklerle birlik olup müslümanlar aleyhine oluşan ittifaka katılmışlardı Beni Kureyze kabilesinin bu ortamda Peygamber efendimizle daha önce yaptıkları saldırmazlık ve savunma işbirliği antlaşmasını bozmaları, düşman birliklerinin Medine'nin dışında giriştikleri saldırılardan daha ağır gelmişti müslümanlara
Şu rivayet, o sırada müslümanlara yönelen tehdidin büyüklüğünü ve Beni Kureyze'nin antlaşmayı bozmasından dolayı duyulan korkunun boyutlarını çok güzel tasvir ediyor: Peygamber efendimiz haberi duyunca, Evs kabilesinin lideri Saad b Muaz, Hazreç kabilesinin lideri Saad b Ubade ile birlikte Abdullah b Revaha ve Havvat b Cubeyri ra göndererek şöyle buyurdu: "Gidin bakalım bunlara ilişkin olarak duyduğumuz şeyler doğru mudur değil midir? Eğer söylenenler doğruysa, sadece benim anlayacağım şekilde gizlice anlatın, halka duyurmayın Ama eğer bize verdikleri sözde duruyorlarsa bunu halka duyurun" (Bu sözler, Peygamber efendimizin bu haberin nefislerde bırakacağı kötü etkilerden endişelendiğini gösteriyor)
Heyet Beni Kureyze'nin bulunduğu yere gelince, onları Peygamber efendimizden onlara ilişkin duyduklarından da beter bir durumda gördüler: "Resulullah da kimdir? Muhammed'le aramızda herhangi bir antlaşma, bir sözleşme yoktur" dediler Bunun üzerine heyet döndü ve durumu Peygamber efendimize açıklamadan işaretle bildirdiler Bunun üzerine Peygamber efendimiz "Allahu ekber, müjdeler olsun ey müslümanlar" buyurdu (Kötü haberin saflarda yayılmasına karşı müslümanlara güven aşılamak için böyle davranmıştı)
İbn-i İshak diyor ki: "Bundan sonra imtihan ağırlaştı Korku gittikçe arttı Müslümanlar hem yukarıdan, hem aşağıdan düşmanla çevrilmişlerdi Hatta müslümanlar en olmadık olumsuzlukları düşünmüşlerdi Bazı münafıklar da ortalığı karıştırıyorlardı"
Ahzap savaşının başlangıcında durum bundan ibaretti
Yüce Allah, yardımı ile Peygamberini destekleyince, düşmanlarını hiçbir sonuç elde edemeden gerisin geri gönderince ve yüce Allah mü'minleri savaştan koruyunca, Peygamber efendimiz zaferle Medine'ye döndü İnsanlar silahlarını bırakmışlardı Peygamber efendimiz Ümmü Seleme'nin ra evinde cephenin tozlarından yıkandığı bir sırada Cebrail as geldi ve "Silahını bıraktın mı ya Resulallah?" dedi Peygamber efendimiz "Evet" dedi Cebrail as "Ama melekler henüz silahlarını bırakmadılar Şimdi o kavmin üzerine yürümenin zamanıdır" dedi Sonra da şunları ekledi: "Yüce Allah Beni Kureyze kabilesinin üzerine yürümeni emrediyor" Beni Kureyze'nin yurdu Medine'den birkaç mil uzaktaydı Bu olay öğlen namazından sonra meydana geliyordu Peygamber efendimiz "Beni Kureyze'nin yurduna varmadıkça hiç kimse ikindi namazını kılmasın" Ardından müslümanlar yola koyuldular İkindi namazının vakti onlar yoldayken girdi Bazısı namazı yolda kıldı ve "Resulullah sırf acele etmemiz için böyle söylemiştir" dediler Diğerleri de Beni Kureyze'nin yurduna varmadıkça ikindi namazını kılmayacağız dediler Peygamberimiz iki tarafa da sert bir tepki göstermedi
Peygamber efendimiz Ümmü Mektum'u (Hakkında "Abese vetevella encaehul'a'ma" =Surat astı ve döndü Kör geldi, diye= ayeti inen kör sahabe) Medine'de kendisine vekil bırakarak peşlerinden gitti Bayrağı Ali b Ebu Talib'e verdi Sonra Peygamber efendimiz yurtlarının önünde savaş düzeni alarak yirmibeş gece onları ablukaya aldı Bu abluka uzun sürünce Evs kabilesinin lideri Saad b Muaz'ın hakemliğini kabul ettiler Çünkü cahiliye döneminde Evs kabilesinin müttefikleri idiler Onlar Saad b Muaz'ın kendilerine iyi davranacağına inanıyorlardı Nitekim Abdullah b Ubeyy b Selul dostları olan Beni Kaynuka kabilesi için öyle yapmış, aracılık yaparak onları Resulullah'ın elinden kurtarmıştı İbn-i Ubeyy'in Beni Kaynuka için yaptığı aracılık gibi Saad'ın da kendileri hakkında aracılık yapacağını sanmışlardı Saad b Muaz'ın hendek savaşının sürdüğü günlerde, (koptuğu zaman kolun hareket etmesine engel oluşturan bir damara) ok isabet etmek suretiyle yaralandığını bilmiyorlardı Resulullah bu damarım dağlamış ve yakından ilgilenmek için onu mescidin bir tarafına yatırmıştı O sırada Saad b Muaz Allah'a şöyle dua ediyordu: "Allah'ım eğer Kureyşle bundan sonra yine savaşmamızı takdir etmişsen, bizi o güne yetiştir Eğer bizimle onlar arasındaki savaşın bitmesini takdir etmişsen onların birliğini parçala, darmadağın et Beni Kureyze kabilesi hakkında da gözlerimi aydın etmedikçe canımı alma" Yüce Allah Saad'ın bu duasını kabul etmiş ve kendi kendilerini onun hakemliğini kabul etmelerini takdir etmişti
Bu sırada Peygamber efendimiz onların hakkında hakemlikte bulunması için onu Medine'den çağırttı Bindirildiği bir merkebin sırtında çıkagelince Evs kabilesinden olanlar etrafını sarıp şöyle demeye başladılar: "Ey Saad, bunlar senin müttefiklerindir, onlara iyi davran" Onu yumuşatmaya, onlar hakkında merhametli davranmasını sağlamaya çalışıyorlardı O ise sessizce söylenenler i dinliyordu Fazla ısrar edince: "Şimdi Saad'ın Allah için yapacağı bir işte kınayanın kınamasından korkmayacağı andır" dedi Bunun üzerine Saad'ın onları sağ bırakma taraftarı olmadığını anladılar
Saad b Muaz ra Peygamber efendimizin içinde bulunduğu çadıra yaklaşınca, Peygamber efendimiz "Büyüğümüze yardım edin" dedi Müslümanlar hemen kalkıp onu merkebin sırtından indirdiler Peygamberimizin ona karşı bu şekilde davranması, vereceği hükmün daha etkin olması için karar verme yetkisine sahip olduğu bir ortamda ona saygı gösterilmesini, onurlandırılmasını sağlama amacına yönelikti
Saad oturduğu zaman, Peygamber efendimiz ona şöyle dedi: "Şu adamlar -Beni Kureyze'yi göstererek- senin hakemliğini kabul ettiler Onlar hakkında istediğin kararı verebilirsin" Saad "Benim vereceğim karar onlar hakkında geçerli midir?" Peygamberimiz "Ev;t" dedi Peki "Şu çadırda bulunanları da kapsıyor mu?" "Evet" dedi Peygamberimiz Bu sefer Peygamber efendimizin bulunduğu tarafı göstererek, "Bunları da içine alıyor mu?" dedi (Peygamberimize bakarken yüzü sevgi ve saygı ile parlıyordu) Peygamberimiz "Evet" dedi Bunun üzerine Saad b Muaz ra "Ben savaşçılarının öldürülmesine, mallarına ve ocuklarına el konulmasına hükmediyorum" Peygamber efendimiz "Kuşkusuz sen, yüce Allah'ın yedi kat göğün üstünden verdiği hükmün aynısı ile hükmettin" dedi
Sonra Resulullah sas yerde çukurların kazılmasını emretti Yahudiler bağlı olarak getirilip boyunları vuruldu Yediyüz, sekizyüz kişi civarındaydılar Tüyü bitmemiş olanları (yani erginlik çağına ulaşmamış delikanlıları) kadınlarla birlikte esir alındı, mallarına el konuldu Huyey b Ahtab da aralarındaydı Daha önce onlara verdiği sözü tutarak onlarla birlikte kalelerine sığınmıştı
O günden sonra yahudiler hep aşağılandılar Bunun sonucu Medine'deki münafıklık hareketi zayıfladı Münafıkların başları önlerine eğildi Yapa geldikleri şeylerin çoğundan korkmaya başladılar Bu ve öteki olayların ardından müşrikler bir daha müslümanlara saldırmayı düşünecek fırsat bulamadılar Bundan sonra hep müslümanlar saldırdılar Nihayet Mekke ve Taif fethedildi Yahudilerin, münafıkların ve müşriklerin faaliyetleri arasında bir paralellik vardı Yahudiler kovulduktan sonra bu paralellik bozuldu Aynı zamanda bu olay islam devletinin kurulup oturması açısından iki dönemi birbirinden ayıran en belirgin gelişmedir
Yüce Allah'ın şu sözü de bunu doğrulamaktadır:
"Allah, kitap ehlinden onlara yardım eden Kureyze yahudilerini de kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü Onlardan bir kısmını öldürüyorsunuz, bir kısmını da esir alıyorsunuz"
"Topraklarını, evlerini, mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadığınız yerleri Allah size miras olarak verdi Allah'ın gücü her şeye yeter"
Ayetin orjinalinde geçen Seyâsî = kaleler demektir Müslümanların miras aldıkları ama bundan önce ayak basmadıkları topraklardan maksat bulundukları bölgeden uzak Beni Kureyze'ye ait araziler olabilir Diğer malları ile birlikte bu araziler de müslümanlara geçmişti Öte yandan bununla, Beni Kureyze'nin kendi topraklarını savaşmadan teslim etmelerine de işaret edilmiş olabilir Bu durumda ayetin orjinalinde geçen "Vata'a" kelimesi savaş anlamında kullanılmış olur Çünkü savaşta düşman bölgeleri çiğnenir
"Allah'ın gücü her şeye yeter"
İşte bu, olayın mahiyetini ve mesajını somutlaştıran bir değerlendirmedir Bu değerlendirmede her mesele Allah'a döndürülüyor Nitekim, savaşı anlatan ayetlerin akışı; olayı bütünüyle Allah'a döndürmek, savaştaki eylemleri doğrudan doğruya Allah'ın iradesine dayandırmak biçiminde gelişmişti Amaç, bu büyük gerçeği pekiştirmektir Yüce Allah'ın yaşanan olaylar ve olayların ardından inen Kur'an ayetleri aracılığı ile müslümanların gönüllerine yerleştirdiği bu büyük gerçeği ön plana çıkarmaktır Böylece islam düşüncesinin ruhlarda bu büyük gerçeğe dayanması hedeflenmektedir
Bu büyük olayın sunuluşu böylece sona erdi Bu sunuş, Kur'an-ı Kerim'in hem müslüman toplumun kalbine hem de pratik hayatına yerleştirmek için geldiği ilahi yasaları, değerleri, direktif ve kuralları kapsamıştı
Böylece olaylar eğitme amacına yönelik birer unsur işlevini görmüş oluyorlar Kur'an'da hayata ve hayattaki gelişmelere, hayatın amaç ve düşüncelerine rehberlik ve tercümanlık yapmış oluyor Sonuçta Kur'an ve imtihanlar aracılığı ile değerler yerleşir, kalpler yatışır, huzura kavuşur
Ahzab, suresinde yer alan bu üçüncü ders, bütün müslüman erkek ve kadınların alacakları ödüle ilişkin son açıklamanın dışında bütünüyle Peygamber efendimizin eşlerine ayrılmıştır Peygamber efendimizin eşlerinin bu surenin başlarında "Mü'minlerin anneleri" olarak isimlendirildiklerini görmüştük Kuşkusuz bu ana'lığın birtakım yükümlülükleri vardır Bu sıfatı hakketmelerine neden olan yüksek derecenin birtakım yükümlülükleri vardır Peygamber efendimizin yanında sahip oldukları yüce mevkinin birtakım yükümlülükleri vardır Bu derste bu yükümlülüklerden bazıları açıklanacaktır Bunun yanı sıra yüce Allah'ın, Peygamberin tertemiz evi tarafından temsil edilmesini, onlara dayalı bir hayat sürdürmesini, insanların yolunu aydınlatan bir meşale işlevini görmesini dilediği değerlerde yerleştirilmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



28- "Ey Peygamber! Eşlerine söyle: "Eğer dünya hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin size boşanma bedelinizi vereyim ve güzellikle salıvereyim"

29- "Eğer Allah'ın Peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi davrananlara büyük mükâfat hazırlamıştır"

Peygamber efendimiz hem kendisi hem de ailesi için sade bir hayat seçmişti Kuşkusuz bu sadelik dünya nimetlerinden yararlanamamaktan kaynaklanmıyordu Nitekim Peygamber efendimiz henüz hayattayken geniş araziler fethedilmiş, çok sayıda ganimet ve bol zenginlik kaynakları elde edilmişti Bu sayede daha önce malı ve serveti bulunmayan birçok kişi zengin olmuştu Buna rağmen bir ay boyunca Peygamberimizin evlerinde ateşin yanmadığı olurdu Bununla birlikte sadaka vermede, bağışta bulunma ve hediye etmede son derece eli açıktı Ancak bu tavır dünya hayatının nimetlerinin üstüne çıkma ve içtenlikle yüce Allah'ın katındaki nimetleri arzulama duygusundan kaynaklanıyordu Mal mülk elde etme imkanına sahip bulunduğu halde sakınan, yeryüzünün nimetlerini geride bırakan, Allah katındaki sonsuz ve kalıcı nimetleri seçen birinin arzusuydu bu Peygamber efendimiz inancı ve inancının öngördüğü şeriatı açısından hem kendisine hemde aile fertlerine böyle bir hayat yaşatmakla yükümlü değildi Çünkü onun inancına ve şeriatına göre güzel ve temiz şeyler haram değildi Nitekim peşlerine düşmeden, arzuyla kavrulmadan, tamamen içine dalmadan, onlarla uğraşmadan, zorlanmaksızın kendisine sunulan şeyi, beklenmedik bir şekilde tesadüfen eline geçen şeyi kendisine haram kılmazdı Ayrıca kendisi için seçtiği bu sade hayatı yaşamaya da ümmetini zorlamazdı Ancak dileyen bunu seçebilirdi Dünya zevklerini ve nimetlerini aşmak, onların ağırlıklarından kurtulmak, nefsin istek ve eğilimlerinden bağımsız tam bir özgürlük elde etmek isteyenler bu yolu seçebilirdi

Ancak, Peygamberimizin eşleri de kadındılar, insandılar Her insanda bulunan duygulara onlar da sahipti Üstünlüklerine, saygınlıklarına ve yüce Peygamberlik kaynağına olan yakınlıklarına rağmen dünya nimetlerine yönelik doğal arzu içlerinde canlılığını korurdu Yüce Allah'ın Peygamberine ve mü'minlere bol nimetler bahşettiğini görünce; kendilerine verilen nafakanın arttırılması konusunda Peygamber efendimize başvurdular Ne varki Peygamberimiz bu başvuruyu memnunlukla karşılamadı Tam tersine üzüldü ve hoşnutsuzluğunu belirtti Çünkü O, kendisi için tercih ettiği hayat biçimi ile serbest, yüce ve hoşnutluk içinde yaşamak istiyordu Dünya nimetlerinden yararlanmak gibi bir mesele ile en alt düzeyde ilgilenmek, hem kendi hayatının hemde yakınlarının hayatının, dünyanın her türlü gölgesinden ve lekesinden arı, yüce ve aydınlık ufuklara yükselmesini istiyordu Peygamber efendimiz bu olaya helal ve haram açısından yaklaşmıyordu -Çünkü helal ve haram olan şeyler açıklanmıştır- Basit yeryüzünün baştan çıkarıcı cazibesine kapılmadan, özgür, serbest ve bağımsız bir hayat sürdürme meselesidir bu

Peygamber efendimiz eşlerinin kendisinden nafaka istemelerinden dolayı o kadar üzülmüştü ki, arkadaşları ile görüşmek istememişti Hz Peygamberin onlarla görüşmek istememesi ashabın ağırına gidiyordu Hiçbir mesele bu kadar önemli değildi onlara göre Yanına gitmek istiyorlardı ama izin verilmiyordu İmam Ahmed, Cabir ra'den şöyle rivayet eder: Ebubekir kalkıp Resulullah'ın yanına gitmek için izin istedi -O sırada sahabeler Peygamberimizin kapısında oturuyorlardı Peygamberimiz de içerde oturuyordu- Ama Ebu Bekir'e girmek için izin verilmedi Sonra Ömer geldi izin istedi, ona da izin verilmedi Ardından Ebubekir ve Ömer'e -Allah onlardan razı olsun- birlikte izin verildi Onlar da içeri girdiler Peygamberimiz sessizce oturmuş, eşleri de çevresinde toplanmışlardı Hz Ömer: "Ben, Peygamber efendimize bir şey söyleyeyim de belki onu güldürebilirim" dedi Sonra şunları söyledi: "Ya Resulallah, eğer Zeyd'in kızı -Ömer'in karısı biraz önce benden nafaka istemiş olsaydı, kesinlikle boynunu koparırdım" Bunun üzerine Peygamber efendimiz azı dişleri görünecek kadar güldü Ve şöyle dedi: "Şu etrafımdakiler de benden nafaka istiyorlar" Hz Ebubekir ra Hz Aişe'yi dövmek için Hz Ömer ra de Hz Hafsa'yı dövmek için kalkıp şöyle dediler: "Yanında olmayan bir şeyi mi Hz Peygamberden istiyorsunuz?" Peygamber efendimiz onların kızlarını dövmelerine engel oldu Sonra Peygamberimizin eşleri: "Allah'a andolsun ki, bundan sonra, sahip olmadığı bir şeyi Resulullah'tan istemeyeceğiz" dediler Bunun üzerine yüce Allah eşlerini dünya nimetleri ile kendisi arasında dilediklerini seçmekte serbest bırakmasını emrettiği ayetleri indirdi Peygamber efendimiz önce Hz Aişe ra'den başladı: "Sana bir şey söyleyeceğim, ama anne ve babana danışmadan acele ile karar vermeni istemiyorum" dedi Hz Aişe: "Ne söyleyeceksin?" dedi Peygamber efendimiz: "Ey Peygamber! Eşlerine söyle" ayetini okudu Hz Aişe: "Senin hakkında anne ve babama mı danışacağım, kesinlikle, Allah'ı ve Peygamberini tercih ediyorum Bir de benim hangisini tercih ettiğimi diğer eşlerine söylememeni istiyorum" dedi Bunun üzerine Peygamber efendimiz: "Allah beni güçlük çıkarmam için göndermedi Beni bir öğretici, kolaylaştırıcı olarak gönderdi Onlardan biri senin hangisini seçtiğini sorarsa söyleyeceğim" dedi (Müslim, Zekeriyya bin İshak'tan aktarmıştır)

Buhari doğrudan Ebu Seleme b Abdurrahman'dan şu hadisi aktarır Ebu Seleme der ki: "Peygamber efendimizin eşi Hz Aişe ra şöyle dedi: Yüce Allah Peygamberimize eşlerini serbest bırakmasını emredince, Peygamberimiz önce benden başladı ve şöyle dedi: Sana bir şey söyleyeceğim, anne-babana danışmak için acele karar vermemende bir sakınca yok -Kuşkusuz Peygamberimiz anne babamın kendisinden ayrılmanı istemeyeceklerini biliyordu- Sonra, Peygamber efendimiz yüce Allah'ın "Ey Peygamber! Eşlerine söyle" diye başlayan iki ayeti indirdiğini söyledi Ben de "Bunlardan hangisi için ana-babama danışacağım? Ben Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorum" dedim

Kuşkusuz Kur'an-ı Kerim, islamın hayat düşüncesinin temel değerlerini belirlemek için inmiştir Bu değerlerin pratik ve canlı tercümelerinin Hz Peygamberin evinde ve özel hayatında bulunması, en ince ve açık şekliyle bu evde gerçekleşmesi gerekir Çünkü bu ev, islam ve müslümanlar için bir meşaledir ve yüce Allah içindeki her şeyle birlikte tüm yeryüzüne varis olana kadar öyle kalacaktır

İki şıktan birini tercih etmeye ilişkin bu iki ayet izlenecek yolu belirliyor: ya dünya hayatı ve bu hayatın göz alıcı süsleri Ya da Allah, Peygamberi ve ahiret yurdu Ama bir kalp iki hayat görüşünü birden barındıramaz Çünkü yüce Allah bir insanın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır

Peygamber efendimizin eşleri "Bu andan itibaren, sahip bulunmadığı bir şeyi Resulullah'tan istemeyeceğiz" demişlerdi Ama sorunun esasının açığa kavuşması için Kur'an ayetleri indi Çünkü bu, bir şeyin onun yanında bulunması ya da bulunmaması meselesi değildi Mesele, ya Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu seçmek ya da süs ve zevkleri seçmekti Yoksa tüm yeryüzü hazinelerinin ellerinin altında olması ile evlerinde yiyecek bir şeyin bulunmaması arasında bir fark yoktur Nitekim onlar kesin olarak iki şıktan birini tercih etme durumunda bırakıldıktan sonra Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu tercih ettiklerini açıkça bildirmişlerdi Böylece onlar Peygamberin yanındaki saygın yerlerine, o büyük Resulün evine yaraşır yüce ufuktaki yerlerine layık olduklarını kanıtlamışlardı Bazı rivayetlerde, Peygamber efendimizin eşlerinin bu tercihinden dolayı sevindiği belirtilmektedir

Bu olayın üzerinde bir miktar durup değişik açılardan irdelemek istiyoruz: Bu olay, islamın değer yargılarına ilişkin düşüncesini net bir şekilde ortaya koymaktadır Dünya ve ahiretin algılanış yöntemini çizmektedir Müslümanın kalbinde dünya değerleri ile ahiret değerleri; toprağa yöneliş ile göğe yöneliş arasındaki tüm tereddütleri, tüm yalpalanmaları durdurmaktadır Bu kalbi, onu sırf Rabbine yönelmekten, başkasına değil sadece Rabbine özgü olmaktan alıkoyan her türlü yabancı bağdan kurtarmaktadır

Olayın bir yanı bu Öte yandan bu olay, Peygamber efendimizin ve onunla birlikte yaşayanların, ona bağlananların yaşadıkları hayatın gerçek mahiyetini bize tasvir etmektedir Bu gerçeğin en güzel yanı da Peygamberimizin yaşadığı hayatın bir insanın hayatı olduğunu, onunla birlikte bulunanların diğer insanlar gibi yaşadıklarını, insanlıklarından, duygularından ve insan olmalarından kaynaklanan özelliklerinden soyutlanmadıklarını ortaya koymasıdır Bununla beraber onlar yüce, eşsiz ve büyük bir zirveye ulaşmışlardır, kendilerini her yönüyle Allah'a adamış, ondan başkasından soyutlanmışlardır Çünkü bu ruhlardaki insani duygular ve beşeri arzular ölmemiştir Sadece yücelmiş, dış etkenlerden arınmışlardır Geride insanlığın kendine özgü tatlı tabiatı kalmıştır Ama bu beşeri tabiat bu insanların, bir insan için önceden planlanan en yüksek olgunluk-kemal derecesine yükselmelerine engel oluşturmamıştır

Bizler Peygamber efendimizi ve sahabelerini gerçek dışı ya da eksik bir tabloda tasavvur ettiğimizde çoğu zaman yanılırız Onları her türlü insani duygudan ve beşeri arzudan soyutlarız Bununla onları yücelttiğimizi, bizim eksiklik ve zaaf olarak algıladığımız şeylerden arındırdığımızı zannederiz

Bu yanlış algılama, onlar için realiteye uymayan bir tablonun çizilmesine neden olur Bu tablo birtakım anlaşılmaz, karmaşık hallerle örtülmüş bir görünümdedir Bunların arasından onların temel insani belirtilerini görmemiz imkansızlaşıyor Bu yüzden bizimle onlar arasındaki insanlık bağı kopuyor Onların bu hallerle çevrilmiş kişilikleri bizim kafamızda dokunulmaz, elle tutulmaz hayallere yakın efsanevi varlıklar olarak kalıyor Onları bizden farklı, değişik bir varlık türü, melekler veya her halükarda onlar gibi beşeri duygulardan ve arzulardan uzak bir varlık olarak düşünürüz Bu hayal ürünü tablo şeffaf olmakla birlikte, onları bizim çevremizin dışına çıkarmaktadır Artık onları örnek almaz, onlardan etkilenmeyiz Onlara benzeme, onlara pratik hayatta uyma ümidimiz kalmaz Bu yüzden Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının hayatı harekete dönük en önemli unsurunu, dinamizmini yitirir Duygularımızın onları örnek almaya, onları taklit etmeye yönelik olarak harekete geçmesi durumu ortadan kalkar Bunun yerini hayranlık duymak ve büyülenmek gibi, pratik hayatımızda somut hiçbir etkinliği bulunmayan, anlaşılmaz, kapalı ve büyüleyici bir duygusallık alır Sonra bizimle bu büyük kişilikler arasındaki canlı iletişimi de kaybederiz Çünkü iletişim ancak, onların gerçek insanlar olduklarını, tıpkı bizim sahip olduğumuz duygu, arzu ve heyecanlar gibi gerçek duygu, arzu ve heyecanlara sahip olduklarını algıladığımız an gerçekleşebilir Şu kadarı varki, onlar sahip oldukları bu beşeri özellikleri yüceltmiş, bizim duygularımıza bulaşan lekelerden arındırmışlardır

Yüce Allah'ın Peygamberlerini, melekler veya insanlardan başka bir varlık türü arasından seçmeyipte insanlar arasından seçip göndermesindeki hikmeti açıktır Amaç Peygamberlerin hayatı ile onlara uyanların hayatları arasındaki gerçek bağın sürekli olmasıdır Peygamberlere uyanların, Peygamberlerin kalplerinin de daha temiz daha arı ve daha yüce olmakla beraber normal insanlarınki gibi duygu ve arzularla dolu olduklarını bilmeleridir Böylece onları, bir insanın diğer bir insanı sevmesi gibi severler Küçük bir insanın büyük bir insanı taklit etmesi gibi onları izlemeye koyulurlar

Peygamber efendimizin eşlerinin iki şıktan birini tercih etme durumunda bırakılmaları meselesi çerçevesinde, Peygamberimizin eşlerinin içlerindeki dünya nimetlerine yönelik doğal arzu karşısında biraz duruyoruz Bu arada Peygamber efendimizle eşlerinin ev hayatın yansıtan tabloyu gözlemliyoruz; burada gördüklerimiz nafakalarının arttırılması için kocalarına başvuran kadınlardır! Bu başvuruları kocalarının canını sıkıyor ama, bu baş vurudan dolayı Hz Ebubekir'le Hz Ömerin Hz Aişe ra ile Hafsa ra'ı dövmelerini kabul etmiyor Çünkü mesele, beşeri duygu ve eğilimlerin arındırılması ve yüceltilmesi meselesidir, uyuşturulması ya da öldürülmesi değil Peygamber efendimizle eşleri arasında baş gösteren bu mesele yüce Allah'ın Peygamber efendimize eşlerini iki şıktan birini tercih etmeleri durumunda bırakmalarını emretmesine kadar bu şekilde kalıyor Bu emirden sonra onlar da Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu tercih ediyorlar Ama herhangi bir zorlama, bir şiddet, bir baskı söz konusu olmadan bu kararı veriyorlar Eşlerinin kalplerinin bu aydınlık ve yüce ufka erişmiş olmasından dolayı Peygamberimizin de gönlü neşeleniyor, seviniyor

Ayrıca, Peygamber efendimizin kalbinde yer eden tatlı beşeri arzuya da değinmek istiyoruz: Peygamberimiz açıkça Aişe'yi seviyor ve yüce Allah'ın hem kendisi hem de ev halkı için dilediği değerli düzeye yükselmesini istiyor Bu yüzden eşlerinin iki şıktan birini tercih etmeleri meselesini önce Aişe'ye açıyor Yücelmesi ve arınması için ona yardım etmek istiyor; anne ve babasına danışmadan karar vermede acele etmemesini tavsiye ediyor -Aslında Peygamberimiz, Hz Aişe'nin de dediği gibi onun anne ve babasının kocasından ayrılmasını istemeyeceklerini biliyor- Hz Aişe, Peygamber efendimizin gönlündeki bu tatlı arzunun farkındadır Bunun için seviniyor ve sözleri ile bu sevgiye önem verdiğini ortaya koyuyor Bu konuşma esnasında Peygamber efendimiz küçük eşini seven, kendisinin yaşadığı yüce ufka onun da yükselmesini, hep birlikte orada kalmayı, duygularında yer eden ve yüce Allah'ın hem kendisi hem de ev halkı için dilediği asil değerleri onunla paylaşmak isteyen bir insan olarak ön plana çıkıyor Aynı şekilde Hz Aişe de eşinin kalbindeki yerinin sağlam oluşundan dolayı sevinen bir insan olarak beliriyor Peygamberimizin kendisine yönelik arzusundan, kendisine duyduğu sevgiden ve yüce ufku tercih etmesi dolayisiyle kendisiyle birlikte aydınlık ufukta kalması için anne ve babasının yardımına başvurmasını istemesinden dolayı duyduğu sevinci gizlemiyor Bu arada onun kadınlık duygularını da gözlüyoruz: Peygamberimizden, diğer eşlerine bu meseleyi açınca kendisinin yaptığı tercihi onlara söylememesini istiyor! Onun bu isteğinin altında tercih meselesinde yalnız kalma, diğer eşlerinden ayrıcalıklı olma, en azından bu konumda bazısından farklı olma duygusu yatıyor Öte yandan Peygamber efendimizin Hz Aişe'ye verdiği cevapta Peygamberliğin yüceliğini gözlemliyoruz Şöyle diyor Peygamber efendimiz: "Allah beni güçlük çıkarmam için göndermedi Beni bir öğretici, kolaylaştırıcı olarak gönderdi Onlardan biri senin hangisini seçtiğini sorarsa kesinlikle söyleyeceğim" Çünkü Peygamberimiz herhangi bir eşinden kendisini iyi bir sonuca götürecek şeyi gizlemek, onu şaşırtacak, işini zorlaştıracak bir imtihana sokmak istemiyor Tam tersine, nefsinin isteklerini aşmak, yeryüzünün çekici güzelliklerinden ve dünya nimetlerinin aldatıcı görünümlerinden kurtulmak için yardım isteyen herkese yardım elini uzatıyor

Peygamber efendimizin ve ashabının hayatlarını sunarken insanlara özgü bu gibi önemli belirtileri örtbas etmemeliyiz, onları ihmal etmemeliyiz, değerlerini küçümsememeliyiz Bunları gerçek mahiyetleriyle kavramamız, bizimle Peygamber efendimizin ve seçkin sahabelerinin şahsiyetleri arasında canlı bir bağ kurar Bu bağda, insan kalbini fiili örnek olmaya, pratik olarak izlemeye yönelten karşılıklı etkileşim ve iletişim mevcuttur

Bu kısa ayrılıktan sonra tekrar Kur'an ayetlerine dönüyoruz Dünya ve ahiret meselelerine ilişkin değerlerin belirlenmesinden ve yüce Allah'ın "Allah bir insanın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır" sözünün Peygamber efendimizin ve ehli beytinin hayatında pratik olarak gerçekleşmesinden sonra Evet bundan sonra, Kur'an ayetlerinin bu açıklamanın ardından, Peygamber efendimizin eşleri için hazırlanan ödülü, açıkladığını görüyoruz Onların yüce makamlarına ve Allah'ın seçkin Peygamberinin yanındaki saygın yerlerine uygun düşecek şekilde hem lehlerine hemde aleyhlerine olan özellikleri vurguladığını görüyoruz

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



30- "Ey Peygamber hanımları! Sizden kim açık bir edepsizlik ,y,aparsa, onun azabı iki kat olur Bu Allah'a kolaydır "

31- "Fakat sizden kim Allah'a ve Resulüne uymaya devam eder ve yararlı iş yaparsa ona da mükafatı iki kat veririz ve cennette onun için bol bir rızık hazırlamışızdır "

Kuşkusuz bu, onların sahip bulundukları saygın yerin bir sonucudur Çünkü onlar Hz Peygamberin eşleridirler, mü'minlerin anneleridirler Bu iki nitelik onlara ağır görevler yüklemektedir Aynı zamanda onları kötülüğe yaklaşmaktan da korumaktadır Sözgelimi onlardan biri, gizli saklı tarafı bulunmayan apaçık bir edepsizlik işleyecek olursa, iki kat azabı hakkedecektir İşte bu varsayım onların bulundukları saygın yerin kendilerine ne büyük bir yükümlülük getirdiğini ortaya koymaktadır: "Bu Allah'a kolaydır" Onların, Allah'ın seçkin Peygamberinin yanındaki konumları yüce Allah'ın onları cezalandırmasına engel oluşturamaz, bu konuda yüce Allah'a zorluk çıkaramaz Nitekim bazı zihinlerde böyle bir düşünce uyanabilir!

"Sizden kim Allah'a ve Resulüne uymaya devam eder ve iyi iş yaparsa" Ayetin orjinalinde geçen "Kunût" kelimesi; uymak, boyun eğmek demektir Salih amel ise, uymanın ve boyun eğmenin fiili tercümesidir: "Ona da mükafatı iki kat veririz" Nitekim açık bir edepsizlik işlenmesi durumunda da verilecek azap ikiye katlanacaktır "Ve cennette onun için bol rızık hazırlamışızdır" Kat kat ödülün yanı sıra bol bir rızık da hazırlanmış onu bekliyor Yüce Allah'tan bir lütuf, bir iyilik olarak

Sonra "mü'minlerin annelerine" başka kadınlarda bulunmayan özellikleri açıklanıyor; insanlarla ilişkilerinde uymaları gereken görevleri, Allah'a ibadet hususundaki yükümlülükleri, ev içindeki görevleri belirtiliyor; yüce Allah'ın bu saygın evi özel olarak gözettiğine, onu kuşatıp pisliklerden koruduğuna değiniliyor Bunun yanı sıra onlara kendi evlerinde okunan Allah'ın ayetleri ve hikmet (Peygamberin sünneti) hatırlatılıyor Bunların da onlara özel yükümlülükler getirdiğine ve onları dünyadaki diğer kadınlardan farklı kıldığına işaret ediliyor

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.