Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Sözlük Ağı

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
felsefi, sözlügü, terimler

Felsefi Terimler Sözlügü A

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Terimler Sözlügü A



Felsefi Terimler Sözlügü A

ABSÜRD
Anlamsal öğeleri birbiriyle bağdaşmayan Mantık açısından mantık kurallarına aykırı olanı dile getirir Saçma bir düşünce , öğeleri birbirini tutmayan , birbiriyle bağdaşmayan düşüncedir Saçma bir yargı kendi içinde tutarsızlığı olan ya da tutarsızlığı içeren bir yargıdır
Anlamsız ile saçma aynı anlamda değildirler Saçmanın bir anlamı vardır fakat yanlıştır anlamsızın ise hiçbir anlamı yoktur Saçma, felsefede usa aykırılığı dile getirir Usa aykırı olan her şey saçmadır Saçma doğru ile yanlış arasında yer alan üçüncü bir kavramdır Yanlış ile karıştırılmamalıdır Her yanlış saçma olmayabilir

AGNOSTİSİZM
İnsanın, kendi deneyimleriyle elde ettiği olguların ötesinde hiçbir şeyin varlığını bilemeyeceğini ileri süren öğreti Agnostisizm hem bir terim , hem de felsefi kavram olarak Thomas Huxley tarafından ortaya atıldı Huxley agnostik sözcüğünü hem geleneksel Yahudi-Hıristiyan tanrıcılığını, hem de tanrıtanımazlık öğretisini reddederek Tanrının varlığı sorununu ortada bırakan düşünürler için kullandı Terim daha sonra geriye götürülerek bütün bilinemezci öğretileri kapsamıştır Agnostisizm, tarihsel olarak bilimin denetiminden yoksun insan düşüncesinin düştüğü büyük yanılgılara bir tepki olarak ortaya çıkmıştır İlk tepkiyi Yunan antikçağ bilgicilerinden duyumcu sofistler vermiştir Onlara göre bilgi duyuların sonucudur ve duyular dışında bilgi edinemez ve herkes için geçerli bilgi olamaz

AHLAK
İnsanların toplum içindeki davranışlarını ve birbirleriyle ilişkilerini düzenlemek amacıyla başvurulan kurallar dizgesi, başka insanların davranışlarını olumlu ya da olumsuz biçimde yargılamakta kullanılan ölçütler bütünü Tarih boyunca her insan topluluğunda ahlak dizgesi var olmuştur Bu dizge toplumdan topluma ve aynı toplum içinde çağdan çağa değişiklik gösterirNesnel ya da toplumsal ahlak, insanın toplumun öteki bireylerine karşı ödevini içerir Bu kurallar yazılı olmadığı için biçimsel bakımdan hukuktan farklı olmakla birlikte, gene de ahlak ile hukukun örtüştüğü, hatta özdeşleştiği durumları vardır Toplumsal yaşama egemen olan hukuk kurallarıyla nesnel ahlak arasında sıkı bir bağ vardır Toplumun genel ahlak görüşlerine ve toplumsal vicdana uygun düşmeyen hukuk düzenlemeleri, kendilerinden beklenen toplumsal işlevi yerine getiremeyeceğinden uzun ömürlü olmaz

AHLAK DUYGUSU
Ahlaki davranışların kaynağı olan duygu

AKADEMİ (Akademia)
Platon'un kurduğu felsefe okulunun adı

AKILCILIK
Bu dünyadaki bilgileri(akılcıların güvenilmez buldukları) duyu ve algılarımıza dayanarak değilde, aklımızı kullanarak elde edebileceğimizi ileri süren görüştür
Bu dünyanın bilgisine duyu ve algılarımızı kullanmadan ulaşamayacağımızı savunan karşı görüş ise deneycilik olarak bilinir

AKIL YASALARI
Aklın özdeşlik, çelişmezlik, yeter neden ilkeleri

ALGI
(Os İdrak, Şuur, Teferrüs, Fr Perception, Al Perception, Wahrnehmung, Empfindung, Erfassung, İng Perception, İt Percepzione) Nesnel dünyayı duyular yoluyla öznel bilince aktarma

1 Etimoloji : Algı terimi, dilimizde de, Batı dillerinde de olduğu gibi almak kökünden türetilmiştir Batı dillerindeki perception terimi, Hint-Avrupa dil grubunun almak anlamındaki kap kökünden gelir, ilkin Latinceye aynı anlamda capere sözcüğüyle geçmiştir

2 Felsefe : Algı, dış dünyanın duyumlarla gelen imgesinin bilinçte gerçekleşen tasarımıdır Nesneler duyu örgenlerini etkiler Bu etki bilince aktarılır Ne var ki algı, arı duyumlardan, ansal bir işlevi gerektirmesiyle ayrılır Örneğin görme duyumuz, her iki gözümüzde ve çeşitli planlarda beliren iki ağaç imgesi getirir Bu iki ağaç imgesi ansal bir işlevle tekleşir Tekleşen bu imgeye, bellekte biriken esli algılardan gerekli olanlar da çağrışım yoluyla eklenkikten sonra ağaç algısı gerçekleşmiş olur Özellikle görme, işitme ve dokunma duyuları insanın bilincine kavram ve düşünce yapımı için algısal gereçler taşırlar Algı işlemini tarihsel süreçte duyumcular aşırı bir savla sadece duyuların, uscular da aynı aşırılıkta başka bir savla sadece usun ürünü saymışlardır Oysa algı duyusal-ansal bir işlevdir Alman düşünürü Leibniz'e göre de algı, bilinçdışı bir işlevdir Algı, gerçek anlamında, öznenin, kendisinin dışında olanı alması demektir Bununla beraber ruhbilimciler ruhsal edimlerle ilgili olarak, dış algı'ya karşı bir de iç algı'nın sözünü ederler Felsefede algı terimi üç anlamda kullanılır : Algılama gücü, algı işlevi, algı olgusu

3 Ruhbilim : Ruhbilimde bir deneğin belli bir süreden birbirinden ayırdedilebilen tepkiler gösterebildiği çevrenin tümüne algı alanı (Fr Champ de perception), algının beyinde gerçekleştiği süreye algı süresi (Fr Temps de perception), algının parçaları arasındaki ilişkilerden oluşan yapıya algısal yapı (Fr Structure perceptionelle), çeşitli nesnelerin bir bütün olarak ya da bir nesnenin özelliklerine ayrılmaksızın algılanmasına algısal birlik (Fr Unite perceptionelle), duyularla gelen algısal gereçlerin bütünlenmesine ve anlamlandırılmasına algılaştırma (İng Perceptualisation), ses iletiminin bozulmasından doğan sağırlığa algılama sağırlığı (Ing Perception deafness), algılayarak öğrenmeye algısal öğrenme (Ing Perceptual learning), belli bir örneğe uygun olarak algılama eğilimine algısal kurgu (Ing Perceptual set), denir Bk Duyu, Duyum, Bilinç, Algıcılık, Algılanır, Algılanmaz, Algın, Algı Karşıklığı, Algı Işığı

ALİENATİON (Yabancılaşma)
İnsanın çevresinden, işinden, emeğinin ürününden ya da benliğinden uzaklaşma ya da ayrılma duygusunu dile getiren kavramÇağdaş yaşamın çözümlenmesinde çok kullanılan bu kavram değişik anlamlara gelir

1)Güçsüzlük: İnsanın geleceğini kendisinin değil, dış etkenlerin, yazgının, şansın ya da kurumların belirlediğini düşünmesi

2)Anlamsızlık: Herhangi bir alanda etkinliğin kavranabilirlik ya da tutarlı bir anlam taşımadığı ya da genel olarak yaşamın amaçsız olduğu düşüncesi

3)Kuralsızlık: Toplumca benimsenmiş davranış kuralarına bağlılık duygusunun yokluğu ve dolayısıyla davranış sapmalarının, güvensizliğin, sınırsız bireysel rekabetin yaygınlaşması

4)Kültürel Yaygınlaşma: Toplumdaki yerleşik değerlerden kopma duygusu

5)Toplumdan Yalıtlanma: Toplumsal ilişkilerden dışlanma ya da yalnız kalma duygusu

6)Kendine Yabancılaşma: İnsanın şu ya da bu şekilde kendi gerçekliğini kavrayamaması

Terimi en iyi bilinen anlamıyla Karl Marx kullanmıştır Marxa göre bu kavram, insansal ürünlerin insanı boyunduruğu altına alan karşıt güçler haline gelmeleri ve bunun sonucu olarak da insanı insan olmayana dönüştürmeleri sürecini dile getirir Tarihsel süreçte insan , tarihsel ve toplumsal yasaların bilgisini edinip onlara egemen olamamasından ötürü, toplumsal gelişmeyi insansal özünü geliştirici bir biçimde geliştirememiştir Toplumsal yasaların bilincine varmadan toplumsal gelişmeyi bilinçle ve insanca yönetmek olanaksızdı Bu bilgisizliğin sonucu olarak, tarihsel süreçte hep kendisine yabancı, eş deyişle insansal olmayan ürünler ortaya koymuştur Bundan ötürü insan, yarattığı özdeksel ve tinsel dünyasını durmadan zenginleştirdiği halde bizzat kendisini özdeksel ve tinsel olarak durmadan yoksullaştırmıştır Bunun sonucu olarak insan , bizzat kendi kendisine yabancılaşmış ve insan olmayana dönüşmüştür

ALOGİSME
(Fr Mantık) Mantıkdışıcılık Gerçeğe sezgi ya da inanla varabileceğini ileri süren öğretiler, gerçeğe mantıksal uslamlamayla varılabileceğini yadsıdıkları için bu adla anılmışlardır Özellikle usaykırıcılar, inancılar ve sezgiciler, genellikle de gizemciler bu adla nitelenirler Bk Mantıkdışı, Sezgicilik, İnancılık, Gizemcilik

ALTBİLİNÇ
(Os Tahteşşuur, Matahteşşuur, Nimemşuur, Gayrı meş'urun bih, Şuuraltı, Fr Subconscient, Al Unterbewusst İng Subconscios, İt Subcosciente, Subcoscio) Bilinç süreçlerini etkileyen bilinçdışı ruhsal süreçler Dilimizde daha çok bilinçaltı deyimiyle dilegetirilmektedir Kimi sözcüklerde (Örneğin Bk Lalande, Vacabulaire de la Philosophie, Paris, 1926, c II, s 805) güçsüz bilinç (Os Zayıf şuur, Fr Faiblement conscient) olarak tanımlanmış ve bilinçdışı (Os Gayrı şuur, Fr İnconscient) deyimiyle anlamdaş sayılmıştır Bk Bilinçaltı, Bilinçdışı, Bilinç, Fröydcülük

ALTIK
(Os Mütedahil, Arazi, Madun, Tekabülü basit; Fr Subelterne, Al Subeltern, Subelternirt, Untergeordnet; İng Subaltern, Subalternate; İt Subalterna, Subalternata) Tümel ve tikel karşıtlığını taşıyan önermelerin birbirlerine göre durumu Altık önermeler, nicelikçe karşıolumlu önermelerdir

AMORAL
Ahlak dışı

AMPİRİZM
Bilginin tek kaynağının deney olduğunu ileri süren öğreti Bu öğreti bilginin sadece duyumlardan geldiğini ve deney dışında hiçbir yoldan bilgi edinilemeyeceğini savunur Bilginin duyumlara dayandığı savı, ustan ve doğuştan bilgi olmadığı anlamını içerir Ampirizm, duyumdan ayrı bilgi prensipleri olarak aksiyomların, akli prensiplerin, doğuştan fikirlerin ve kategorilerin varlığını inkar eder Dolayısıyla bütün bilgimizin dayandığı esasların duyulabilir tecrübenin eseri ve mahsulü olduğunu ileri sürer Önsel (apriori) olan hiçbir şeyi kabul etmez

Ampirizm, insanın doğuştan bir takım bilgi esasları olduğunu iddia eden idealizm ve rasyonalizmin karşısındadır Ampirizme göre akıl, mantıki bir role sahiptir, yani olaylardan değil, müşahedelerden elde edilen önermeleri, tutarlı bir sistem halinde tanzim etmek rolüne sahiptir

Ampirizm, şu önemli yanılgıları taşır: diyalektikten yoksun olduğu için tek yanlıdır, bilgi sürecinde deneyin rolünü metafizik bir tutumla saltıklaştırır İkinci olarak ve bundan ötürü bilgi sürecinde düşüncenin rolünü küçümser Üçüncü olarak ve bundan ötürü bilgi sürecinde düşüncenin göreli bağımsızlığını yadsır Dördüncü olarak ve bunlardan ötürü de öznel öğrenme sürecini etkin bir süreç olarak değil, edilgin bir süreç olarak görür

Ampirist John Locke doğuştan, önsel, bir bilgi olmadığını tanıtlamak için “boş levha ( tabula rasa) deyimini kullanmıştır Locke göre insan beyni, doğduğu anda, boş bir levha gibidir Bu levha, yaşandıkça, duyular yoluyla elde edilen algılarla dolacaktır Bu yüzdendir ki yeni doğan çocuk hiçbir şey bilmez ve aptalların levhaları ömür boyu boş kalır Çünkü doğuştan bilgi yoktur Bilgi, ancak duyularla elde edilebilir Kendisine sözü edilmeyen bir şeyi kendiliğinden bilen bir tek kişi gösterilemez Anadan doğma körde renk bilgisi yoktur, çünkü rengi algılayamamaktadır

AMPİRİK DEYİ
(Tr Marksbilim) Kuramsal deyi karşıtı, eylemsel deyi Herhangi bir olgunun kuramsal deyimi, ampirik deyiminden başkadır Örneğin, ekonomide değer kuramsal deyi, fiyat aynı olgunun ampirik deyimi'dir Artık-değer ve kar deyileri de böyedirler Birincisi aynı olunun kuramsa deyimini, ikincisi ampirik deyimini dilegetirirler Ampirik deyi'le kuramsal deyi , her zaman, birbirine uygun düşmezler Örneğin değer ve fiyat aynı değildirler, bir malın değeri on kuruş olduğu halde fiyatı on beş kuruş olabilir Ampirik olgu, kuram (Fr Téorie)'dan uzaklaşabilir ama kuramsız anlaşılmaz Bu iki deyi biçimi arasındaki önemli farkın anlaşılmaması, ekonomi alanında birçok yanlış sonuçlara varılamsının nedeni olmuştur

ANABOLİSME
(Fr Foster) Besinlerin protoplazmaya dönüşmesi Yaşambilim bilgini profesör Michael Foster, metabolizma olayını ikiye ayırmış ve bunlardan hücrelerin yıpranışına katabolisme, bu yı5;pranışı onarmak için hücre içinde besinlerin protoplazmaya dönüşmesine anabolisme andını vermiştir Bu, İngiliz düşünürü Spencer'in intégration adını verdiği bir özümleme olayıdır Foster'e göre her iki yaşambilimsel işlem birbirine karşı ters yönde işlerler Bk Metabolisme, Katabolisme, Özümleme

ANALİTİK FELSEFE
Açıklığa ulaşmayı; örneğin, kavramları, önermeleri, yöntemleri, savları ve kuramları özenle parçalarına ayırmak yoluyla netleştirmeyi amaçlayan bir felsefe görüşüdür

ANALİTİK ÖNERME
Doğruluğu veya yanlışlığı, önermenin kendisinin çözümlenmesiyle belirlenebilecek olan önermedir Karşıtı sentetik önermedir: Doğruluğunun belirlenebilmesi için kendi dışındaki olgulara gereklilik duyan önerme

ANARŞİZM
Başta devlet olmak üzere bütün baskıcı kurumları ortadan kaldırmayı öneren öğreti

Anarşizme göre devlet egemen sınıfın çıkarlarını korumakla görevlendirilmiş gereksiz bir kurumdur Özgürlüğü gerçekleştirmek için en başta devlet yıkılmalıdır Devlet hiçbir zaman yeni bir toplum çağını başlatmak için kullanılamaz Temsilcilik, gerçeklere dayanmayan bir düşçülüktür; bu gibi düşçülükler insanları insan dışılığa dönüştürür Baskı yerine özgür işbirliği, korku yerine kardeşlik ve sevgi gerçekleştirilmelidir Devlet yerine işbirliğinin doğuracağı dernekler ve bu derneklerin birleşmesiyle meydana gelen federasyonlar kurulmalıdır Uyum bu birleşmelerin doğal dengesiyle gerçekleşecektir Çeşitli birlikler her an yön ve biçim değiştirerek her an etkin yönü ve biçimi kullanacaklardır Devlet ile birlikte her türlü baskıcı kurum yok edilmelidir İnsan; bir üretici olarak anamalın otoritesinden, bir vatandaş olarak devletin otoritesinden, bir birey olarak dinsel törenin otoritesinden kurtulmalı ve özgür bir gelişme olanağına kavuşmalıdır Bütün insansal yetenekler ancak başsızcı (anarşist) bir toplumda, hiçbir baskıyla engellemeksizin, özgürce gerçekleşebilir

ANDIRIM
(Os Münasebet, Tecanüp, Mücaneset, Müşareket, Müşabehet, Mümaselet, Temsil, Münasele, Müteşabihat, Teşbih, Delili Şebeh, Kıyası Fıkhi, Müşakele; Fr Analogie, Al Analogie, İng Analogy, İt Analogia) Oranlar arasında benzerlik

1 Etimoloji : Avrupa dillerinde Yunancanın nisbet anlamındaki analoyia sözcüğünden türetilmiştir Bilimsel terim olarak nisbet bakımından benzerlik anlamını verir Türkçede andırım, eşanlamlı olarak andırış, andırışma terimleri andırmak kökünden türetilmiştir Aynı anlamda örnekseme terimi de kullanılır

2 Mantık : Andırım terimini, günümüzde de kullanıldığı anlamda, oranlar arasındaki benzerlik olarak antikçağ Yunan düşünürü Aristoteles tanımlamıştır Andırım, niceliksel olabildiği gibi niteliksel de olabilir Nitekim mantık, daha çok niteliksel andırımlarla uslamlama yapar Ne var ki niceliksel oranlar arasındaki andırım kesindir, kuşkulanılamaz Niteliksel oranlarsa aynı ölçüde kesin değildirler Öyleyse uslamlamada tümdengelim ve tümevarım'la birlikte andırım aynı kesinlik ve pekinlikle kullanılabilir mi? Ortaçağın skolastik mantıkcıları, görgücülüğün karşısında usculuğu pekiştirmek için, temevarım'a karşı tümdengelim ve onun yanında da andırım'ın üstünlüğünü tanıtlamaya çalışmışlardır Çünkü tümevarım deneyciliğin işidir, çeşitli tikel deneylerden elde edilen sonuçlardan genel bir sonuç çıkarılır Tümdengelim'se o zamanlar usculuğun işi sayılmaktadır, çünkü genel ilkeler deneylerden değil düşüncelerden çıkarılmaktadır Andırımsal kanıt (Os Burhanı temsili, Fr Argument analogique)'ın güçlendirilmesi de usculuğun yararına olacaktır Bu konuya koca bir ortaçağ boyunca gereğinden çok önem verilmesinin nedeni budur Bk Andırımlı Uslamlama

2 Eleştiricilik : Bk Analogien der Erfahrung, Deney Andırımı, Principe de la Permanence de la Substance, Principe de la Succession des Phénoménes, Principe de la Simultanété des Substances

3 Yaşambilim : Günümüz yaşambiliminde, andırışlar kuramı'ndan farklı olarak, aynı kaynaktan gelmedikleri halde aynı görevi gördüklerinden ötürü birbirine benzeyen örgenlere andırımlı örgenler denilmektedir Örneğin kuşların kanatlarıyla böcelerin kanatları böyledir, her ikisi de uçmaya yarar, oysa aralarında hiç bir özdeşlik yoktur Bk Andıran Örgenler, Andırışlar Kuramı, Benzetili

4 Estetik : Antikçağ Yunanlılarından beri, yakın zamanlara kadar, güzel yazı ya da şiirlere benzer (Os Nazire) yazmak ustalık sayılmış, bu bakımdan güzel sanat yapıtları örnek tutulmuştur Günümüz sanatında bu, sadece bir taklit sayılır ve sanatdışı bir olgudur

5 Tanrıbilim : Bk Analogie Propre, Analogie Métaphorique, Analogon Rationis

6 Dilbilim : Andırım, dilbilimin başlıca yöntemlerinden biridir Yeni sözcükler örneksemelerle türetilir

7 Fizik : Bilinen benzeyişlerden bilinmeyen benzeyişleri çıkarmada kullanılan mantıksal andırım yöntemi, fizik biliminde de başarıyla kullanılmıştır Örneğin bunlar gücü, önceden bilinen beygir gücüne benzetilerek ölçülmüştür

8 Astronomi : Fizikte olduğu gibi astronomide de, aynı mantıksal benzetme yöntemiyle, önemli sonuçlar elde edilmiştir Örneğin dünyamızdaki fizik ve kimyasal koşullara benzer koşullar bulunduğu için, Ay'a adam göndermeye girişilmiştir

9 Bilgi kuramı : Andırım yöntemi, benzeyişten sonuç çıkarmada, tanımlamada ve sınıflandırmada yararlıdır Örneğin Claude Bernard, et yiyicilerin kırmızı ve ot yiyicilerin sarı renkli idrar çıkardıklarına bakarak ot yiyici tavşanın aç bırakılınca kendi kendin yediği, eşdeyişle yedek besinleriyle beslenerek ot yiyicilikten et yiyiciliği geçtiği sonucunu çıkarmıştır Huygens, ışığın bir dalga olduğunu ses titreşimleriyle ışık titreşimleri arasındaki benzeşmeye dayanarak bulmuştur Andırım yöntemi, ortak özellikleri bulunan nesnelerde, birinde bulunan başka bir özelliğin ötekine de bulunabileceği olasılığına dayanır Ne var ki bu bir olasılıktır ve bilimsel kesinlikten yoksundur Bundan ötürüdür ki yüzyıllar boyunca deney ve gözlem yerine kullanılmış olan andırış yöntemi, birçok başarılı sonuçlar elde etmesine rağmen bugün kullanılmamaktadır Bununla beraber kimi bilginler, başka yöntemlerle de denetlemek koşuluyla andırış yönteminin bugün de kullanılabileceği ve yararlı sonuçlara yol açabileceği kanısındadırlar Ne var ki andırım, tek başına bir tanıt olamaz ve başka yöntemlerle denetlemediği hallerde güvenilir bir tanıtlama değildir Tanıtlama sorunun dışında, andıranını yapma yoluyla bir çok yeni buluşları gerçekleştirebilir

ANIKLIK
(Os İstidat, Layık, Kabiliyet, Ehliyet, Muvafakat, Fr Aptitude, Al Eigung, İng Ability) Doğal yetenek

1 Etimoloji : Anıklık terimi, Uygurca hazır, tamam, yetkin anlamlarına gelen anığ kökünden türetilmiştir Osmanlıcada bu terim çeşitli karşılıklarla bir hayli karıştırılmıştır Örneğin Ahmet Naim İlmünnefis çevirisinde Fransızca aptitude terimini kabiliyet terimiyle çevirdiği gibi passibilité, capacité, faculté, receptivité, vacation terimlerini de aynı karşılıkla karşılamıştır Oysa Fransızca aptitude terimi, Hind-Avrupa dil grubunun bağlamak, tutturmak, dokunmak, yetişmek, çıkmak anlamlarını kapsayan ap kökünden Latinceye aynı anlamlarla apere sözcüğüyle geçmesinden türemiştir Türkçede tam karşılığı doğal elverişlilik ya da doğal yetenek (Os İstidat)'tir

2 Ruhbilim : Anıklık, bir işi daha az çabayla ve daha yetkinlikle yapmayı sağlayan doğal elverişliliği dilegetirir Bk Alışkanlık, Yatkınlık, Edinilmiş Anıklık

3 Tanrıbilim : Ruhbilimsel anlam Tanrı vergisi olarak nitelenir Gönülde duyulan Tanrı çağrısı (Os Hidayet, Fr Vocation) anlamında da kullanılır Bk Yetenek

ANIMSAMA
Platon felsefesinde, ruhun bedene girmeden önceki varlığında görmüş olduğu ideaların bilince dönüşü

ANLAM BİLİM
Anlamları inceleyen bilim Semantik olarak da bilinir Anlambilim felsefi ya da mantıksal ve dilbilimsel olmak üzere iki farklı açıdan ele alınabilir Felsefi ya da mantıksal yaklaşım, göstergeler ya da sözcükler ile bunların göndergeleri arasındaki bağlantıya ağırlık verir ve adlandırma, düz anlam, yan anlam, doğruluk gibi özellikleri inceler Dilbilimsel yaklaşım ise, zaman içinde anlam değişiklikleri ile dilin yapısı, düşünce ve anlam arasındaki karşılıklı bağlantı gibi konular üstünde durur

Felsefe ve dilbilim alanlarında anlambilim, bir dilin göstergeleri ile bunların anlamları arasındaki bağlantının incelenmesidir Anlambilime farklı yöntem ve amaçlarla yaklaşılsa da, her iki alan da insanların dilsel anlatımlardan nasıl anlam çıkardıklarını açıklamaya çalışmıştır

Felsefe sorunları bir dil içinde ifade edilmek zorunda olduklarından, sonunda dilin kendisi ile ilgili soruşturmalar haline dönüşürler 1920lerde ve 1930larda olgucu okulun mantıkçıları, dile matematik ve mantıkta bulunan kesinliği ve açıklığı getirmeye çalışmışlardır Onlara göre “doğal diller” açıklıktan ve kesinlikten uzaktır Bu nedenlerden belirsizlik ve çokanlamlılıktan arınmış “ideal” bir dil üzerine kurulu bir anlambilim kuramı geliştirmeye çalışmışlardır

ANTİMORAL
Ahlak karşıtı

ANTİNOMİ (Çatışkı)
Saltığı çözümlemek için usun düşmek zorunda bulunduğu çelişki Kant terimidir

Alman düşünürü Kanta göre saltığın alanındaki bütün önermeler çatışıktır Çünkü bu önermeler üzerinde deney yapılamayacağı için karşılıkları da aynı güçle ileri sürülebilir Sözcük oyunlarına dayanan kozmolojik tanıtlarsa her iki karşıt önerme için ileri sürülebilir Kant nesneye olduğu gibi özneye de kesin bir bilinemezlik yakıştırır ki bu gibi kozmolojik önermelere saf usun çatışkıları adını verir ve bunları dört ana çatışkı da toplar

1) Nicelik çatışkısı:”Evren sınırlıdır-evren sınırsızdır “

2) Nitelik Çatışkısı:”Özdek bölünmez atomlardan yapılmıştır-özdek sonsuzca bölünebilir

3) Bağıntı çatışkısı: “Her şey zorunlu olarak bağıntılıdır-hiçbir şey zorunlu olarak bağıntılı değildir

4) Kiplik çatışkısı: “Evrenin nedeni olan zorunlu bir varlık vardır-evrenin nedeni zorunlu bir varlık değildir

Kanta göre anlık duyumsal deneyin sınırlarını aşamayacağından duyumsal deneyin dışında kalan bu gibi önermelerin savı kadar karşı savı da aynı kesinlikle tanıtlanabilir, bu halde hem savı hem karşı savı doğru saymak gerekir ki bu bir çatışkıdır

ANTROPOMORFİZM
İnsan niteliklerini başka bir varlığa, özellikle Tanrıya aktarılması

İlkel insanlarda başlayan bu tasarım, önce cansızları canlı saymakla başlamıştır Daha sonra, tanrılara, çeşitli mitolojilerde görüldüğü gibi, insan biçimi ve nitelikleri yakıştırılmıştır Bu anlayış, antikçağ Yunanlılarında, Homeros-Hesiodos ikilisinin tanrıları insan biçiminde ve insan niteliğinde olarak düşünmeleriyle başlamıştır Homeros-Hesiodosun mitolojik tanrıları, insanlar gibi; sevişirler, düşünürler, kıskanırlar, acı çekerler ve birbirlerinin ayaklarını kaydırırlar Bu anlayışın nedeni, Yunanlıların her şeyi canlı, devimli biçimli düşünme eğilimleridir ve ilkel canlıcılığın izlerini taşır Antropomorfizmin örnekleri ilahi dinlerde de görülür Örneğin Hıristiyanlığın Andians tarikatı, kutsal kitaptaki sözlerin gerçek anlamıyla anlaşılmasını önerir ve örneğin tanrının eli deyimini etki anlamında değil insanlardaki al anlamında anlar Müslümanlık ve Yahudilik de bu örtülü bir biçimde gerçekleşmiştir

A POSTERİORİ
Deneyden sonra ve onun ürünü olarak elde edilendir Deneyden önce ve ondan bağımsız olarak anlamını dile getiren Latince apriori deyimiyle birlikte kullanılır Kantın felsefesinde önemli yer tutar

A PRİORİ
Deneyden önce alan Deneyden sonra olan anlamındaki Aposteriorinin (sonsal) karşıtıdır

Deneyden çıkarsamadığı ve bundan ötürü de deneyden önce olduğu varsayılan bilgi sorunu antikçağ yunan düşüncesinde oluşmuş, skolastiklerce geliştirilmiştir, Alman düşünür Kantın sisteminde önem kazanmıştır Her iki terimi de ortaya atan XIV Yüzyıl skolastiklerinden Albert le Grande de Saxetır Antikçağda Aristoteles tümelden tikele yapılan uslamlamayı önsel kanıt (apriori) ve buna karşı tikelden tümele yapılan uslamlamayı sonsal kanıt (aposteriori) saymıştır Çünkü birincisinde ussal bir ilkeden, ikincisindeyse duyumlarla algılanan ve bundan ötürü de deneysel olan bilgilerden yola çıkılıyordu Birincisi önsel bilgiden yola çıkan bir tümdengelim uslamlama, ikincisi sonsal bilgiden yola çıkan bir tümevaran uslamlamaydı Özellikle Hıristiyan metafiziği, tanrının varlığını kanıtlamak için deneyden yaralanmak imkansız bulunduğundan, zorunlu olarak ussal ve bundan ötürü de önsel olan(apriori)dan yararlanmıştır Gerçekte hiçbir önsel bilgi bulunmadığı halde önselliğin yüzyıllarca savunulmasının gerçek nedeni bu zorunlulukta yataridealist felsefe tarihi bir bakıma böylesine bir savunmanın tarihidir Fakat bilimsel açıdan hiçbir önsel bilgi yoktur

ARANEDENCİLİK (Okasyonalizm)
Bütün olayların tek gerçek nedeninin Tanrı olduğunu öne süren, insana neden gibi görünen bütün öbür şeylerin Tanrının istencini yansıtan birer araneden olduğunu savunan felsefe öğretisi

Descartes'ın ruh ve beden ikiliğini çıkış noktası olarak alan aranedencilik, bu tözler arasında ancak Tanrının aracılığıyla bağ kurulabildiğini söyler
(Savunucuları: Batı felsefesinde: Geulincx, Malebranche; İslam felsefesinde: Gazali)

ARİSTOTELESCİLİK
Alm Aristotelismus, Fr aristotelisme, İng Aristotelism, es t Aristetalisiye (Felsefe ve Tanrıbilimde) Yunan filozofu Aristoteles'e dayanan, deneysel gerçekçi eğilimli, aynı zamanda ereksel bir dünya görüşü niteliğindeki düşünce doğrultusu

ARKHE
Batı Anadolu kıyılarındaki kentlerde yaşamış Sokrates öncesi filozofların ilke “temel” “ana madde” anlamı kazandırdıkları sözcüktür, unsurdur Antik çağda Anadolu Yunanlıları düşünsel çabaya bir ilk nedeni araştırmakla giriştiler İlk kez iki her zaman dört ediyorsa bunun tanrıların keyiflerinin üstünde bir ilk ve değişmez nedeni olmalıdır Dünya nasıl yapılmıştır? Bitkiler, hayvanlar, insanlar nasıl oluşmuşlardır? Bütün bu varlıkların başı, kökü, kaynağı nedir? Gibi sorular sorulmuştur

Bilinen tarih içinde sözcüğü felsefi anlamda ilk kullanan Batılı anlamda ilk filozof sayılan Thalestir Thales her şeyin arkhesi su demiştir Thales sözcüğü her şeyin “ana maddesi”,”dayandığı ilk”,çıktığı kaynak” gibi anlamlarda kullanıp, doğaya ve doğadaki gelişmeler kendi içlerinde bulunan doğa ötesi açıklamalar gerektirmeyen bir kaynağa geri götürme çabasından söz eder Böylece bilimsel düşüncenin öncüsü sayılır Daha sonra Anaksimandres bu ilk nedenin belirsiz bir cevher, Aneksimenes ise bunun hava olduğunu söylemiştir
Aristoteles ise arkhe her şeyin temeli özüdür Bütün öteki şeyler ondan çıkar, ama o hep var olmakta devam eder

Metafizik idealist felsefede bütünüyle bu ilk (arkhe) düşüncesine dayanır Metafiziğin en belli ve açık biçimi olan dinsel düşünceye göre bu ilk tanrıdır

Arkhe düşüncesi “ilk”leri “başlangıç”ları “temel”leri arayan düşünüş biçimiyle daima iç içedir

AŞKIN (transcendant)
Üstün olan, insanlık düzeyinin üstüne çıkan (Tanrı)

ATEİZM
Tanrının varlığını yadsıyan görüş Ateizm, ruh, ölümden sonra yaşam vb her türlü metafizik inançların yadsınmasını kapsar Ateizm, Tanrıyı ne tinsel varlıkları kabul eden teizmin karşıtıdır Ayrıca ateizm, Tanrının var olup olmadığı sorusunu karşılıksız bırakan, bu sorunun yanıtsız ya da yanıtlanamaz olduğunu savunan agnostizimden ayrılır Ateistlere göre, tanrının var olmadığı kesin bir doğrudur Ateizmin felsefesel temeli, özdekçilik ve bir ölçüde şüpheciliktir

AUGUSTİNUSÇULUK
Alm Augustinismus, Fr augustinisme, İng Augustinism
Bir yandanPlatonculuk ve Yeni Platonculukla Hıristiyan düşüncesini birleştirmeye, öte yandan felsefenin ağırlık noktasını öznel-ruhsal alana (içdeney fizikötesine) kaydırmaya çalışan, Augustinus'a bağlı öğreti
// Bu öğreti Aristotelesçilikle karşıtlık içindedir mayacağımız şey Gerçekliği aşan, doğa üstü

--------------------------------------------------------------------------------

AYDINLANMA ÜZERİNE
Aydınlanma çağı, 18 yüzyıl Avrupa'sına damgasını vuran;toplumsal, bilimsel, fdselsefdsi vb alanlardaki köklü değişimleri ve gelişmeleri sağlayan bu çağa "Akıl Çağı" demek yerinde olacaktır Çünkü Aydınlanma çağı, fdseodal bağların ve kurumların topa tutulduğu, fdseodalizmin içinde ortaya çıkan ve olgunlaşan burjuvazinin amaçlarının gözetildiği büyük değişimlerin görüldüğü bir çağ Bugünü anlamak istiyorsak geçmişi gözardı ederek yapamayız bunu ve günümüz dünyasını, hızla "globalleşen" dünyamızı -ya da Samir Amin'in deyişi ile "Kaos İmparatorluğu"nu- anlamak istiyorsak ve evrenin ve insanın yitişi karşısında daha fdsazla sessiz kalınamayacağı kanaatini taşıyorsak anlayamadan, bilmeden değistiremeyeceğimizi biliyorsak, anlama ve anlamlandırma çabasından kaçmamalıyız İşte bu nedenlerden ötürü günümüz burjuva toplumlarını ve ideolojisini tanımlayabilmek için, burjuva siyaset kuramının oluşturulduğu döneme, fdselsefdsi söylemin çoklukla burjuvaziye hizmet ettiği ya da burjuvazinin bu söylemi kendi çıkarları için kullandığı, Aydınlanma Çağı'na bakmak gerekir

"Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır Bu ergen olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fdsakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır Sapere aude!* Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır"** diyor Kant Aydınlanma ile gerçekten de insan aklı üzerindeki dinsel, siyasal, geleneksel kurumların ve otoritelerin ipoteği kaldırılmaya çalışılmış, insan aklının başka insanlar, güçler ya da kurumlar tarafdsından yönlendirilmesi ve idare edilmesi kıyasıya eleştirilmiş, aklın özgürleşmesi için metafdsizikle, skolastik fdselsefdse ile ve -mevcut üretim ilişkileri kendi gelişimine ayakbağı olmaya başlayan, güçlenmekte ve iktidar talebini haykırmakta, sesini yükseltmekte olan, burjuvazinin istemine paralel olarak-monarşik yönetim biçimi ve üzerinde yükseldiği fdseodal üretim ilişkileriyle mücadele edilmiştir İnsan aklının bilgi ölçüsü olarak alındığı, insan ve kültür sorunlarının gündeme getirildiği, bilginin topluma yayılmasının amaçlandığı, geleneklerin ve inançların bir "akla uygunluk" ilkesi ile değerlendirildiği, Engels'in "Din, doğa anlayışı, toplum, devlet örgütü, herşey en acımasız bir eleştirinin konusu oldu; herşey, aklın mahkemesi önünde kendini savunmak zorunda kaldı ya da mahkum oldu" dediği bu çağla birlikte insanlığın gelişimi önündeki bir çok engel kaldırılmış oluyordu

Aydınlanma düşünürlerinin, insan aklını esaretten kurtarma çabaları gerçekten takdire değerdir Ve Aydınlanma hareketi, çağının koşullarında ilerici, devrimci olarak adlandırılabilecek bir sınıfdsa burjuvaziye omuz vermiştir "Aydınlanma düşünürlerinin ekonomi alanındaki görüşleri akılcı bir biçimde örgütlenmiş burjuva işletme modeline dayanıyordu Adam Smith'in The Wealth ofds Nations (Ulusların Zenginliği) adlı yapıtında övdüğü "manüfdsaktür" modeli üzerine inşa edilmiş genişleyen işbölümüne dayalı işletme yapısı, fdsizyokratların ve Ansiklopedistlerin insan çalışmasını ve emeğini akılcı bir biçimde örgütleme eğilimleriyle uyum halindeydi Diğer yandan, burjuva özgürlükleri monarşi döneminde hatırı sayılır ölçüde gelişmiş, Kralın ve merkezi otoritenin darbeleri altında yola getirilmiş aristokratik sınıfların zararına evrensel bir özgürlük anlayışının vazgeçilmez kurumları olarak yüceltilmişlerdir"***

Şimdi şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki: Aydınlanma, insanın amaçlarının evrimleşmesi sürecinde önemli bir yerde durur sakat bu evrimleşme yüzyıllardır araç olan insanın artık araçlığa son verip kendisini amaçlaştırması halini alamamıştır, yine de bu yolda bir aşamadır Halkın büyük çoğunluğunun araç, din adamları ve aristokratların amaç olduğu sosyo-ekonomik düzen değişmiş, Aydınlanma hareketiyle mevcut egemen güçlerin karşısında iktidar sahiplerine karşı burjuvazinin önünü açacak düşünceler oluşmuş ve halk kitlelerinin yine araç ama bu sefdser burjuvazinin amaç olarak tanımlandığı bir sistemin siyasal, felsefi, düsünsel zemini hazırlanmıştır Ya da burjuvazi tarafdsından Aydınlanma düşünürlerinin düşünceleri bu amaçta kullanılmıştır

18 yüzyıl Aydınlanması üzerine bunları söyledikten sonra, klasik fdselsefdse tarihlerinde Antik Aydınlanma ya da Yunan Aydınlanması adıyla geçen ve IÖ V yüzyılda Sofdsistlerin gerçekleştirdikleri bir Aydınlanmanın varlığından da söz etmek gerekir Bu iki çağı, fdsarklı asırlara karşılık gelen iki dönemi isimlendiren, Aydınlanma adını veren Alman fdsilozofdsu Immanuel Kant'dır

AYDINLANMA ÇAĞI DÜŞÜNÜRLERİ

18 yy "Aydınlanma Çağı" düşünürlerine geçmeden önce, ilkçağ aydınlanmacıları olarak adlandırılan sofistlere bir göz atmak anlamlı olsa gerek

SOFİSTLER:

İÖV ve IV yüzyıl düşünürleridir felsefesi düşüncelerinin merkezine insanı koydukları için Yunan fdelsefesinde doğa felsefesi, önemce ikinci sıraya düşmüş, insan felsefesi birinci sıraya yükselmiştir

Yunan aydınlanmasının düşünürleri olan sofdstler, inanç üzerinden yükselen geleneksel Yunan düşünüşüne karşın herşeyi akıl süzgecinden geçirme yolunu tutmuşlardır

"Bütün şeylerin ölçüsü insandır" diyen Protagoras, "Hiçbir şey yoktur, varsa bile kavranılamaz, kavranılır olsa da öteki insanlara bildirilemez ve anlatılamaz" diyen Georgias'ı "tabiattan hepimiz her şey'de aynı yaratılmışsızdır, Hellen olsun, barbar olsun" diyen Antiphon, "Hak kudretlinindir" diyen Thrasymakhos, İS 19 yüzyılın düşünürü Nietzsche'nin "Ubermensch" (insan-üstü) doktrinin hatırlatan düşünceleriyle Kallikles, en önemli temsilcilerindendir

"Sofistlik için antik "aydınlanma devri" denir ve bu haklıdır, zira gerçekte onunla İS 18 yüzyılın aydınlanması arasında, hem de bütün ruh yapısı bakımından sıkı bir akrabalık görülüyor Bu sonraki aydınlanma da derine doğru inen eleştirisi ile özellikle Descartes ile Leibniz'in sistemlerinin oluşturdukları büyük spekülatif felsefe devrinden sonra gelmiştir O da ön yargılamadan ve uzlaşımdan (konventiondan) kurtulma ve "doğaya dönme" için dövüşüyordu; o da yepyeni bir gençlik eğitimi getirmek istiyordu; onun da genişlemesine olan etkisi geçip gelmiş şekillerin devrim-doğuran, tehlikeli, bir yıkılışı idi fdsakat yine burada da bu aydınlanma ile gerçek "aydınlatıcı" ve klasik felsefenin kurucusu Immanuel Kant'ın etki gösterebilmesi için gereken koşullar yaratılmıştır"(2)

Aydınlanma çağı düşünürlerini veren bu yazının amacı, söz konusu düşünürlerin genel bir portresini çizmek, Aydınlanma hareketi içinde yer alan aydınların birbirlerinden ne denli farklılaşabildiklerini bir nebze de olsa gözler önüne sermektir

JOHN LOCKE (1632-1704)

Yaşamının ergin dönemini 17 yüzyılın ikinci yarısında yaşamış, felsefesi ve siyasal yapıtlarını bu yüzyılın sonlarına doğru vermiş olan bir İngiliz filozofudur 18 yüzyıl içerisinde sadece dört yıl yaşamış olmakla birlikte fikirlerinin ileriliği ve niteliğiyle Aydınlanma çağı düşünürlerinden sayılmıştır

Locke'un genel felsefesi epistemoloji (bilgi kuramı) alanında-ön kabullenmeleri doğuran -bilgilerimizin deney- öncesi (a-priori) olduğunu kabul eden feodal aristokratik söylemin dogmatik tutumunun yadsınmasına dayanır Skolastik felsefenin bilgilerin kaynağını kitabı Mukaddesteki dogmalar olarak kabul edişine karşı Locke bilgilerimizi gözlemlerimize, duyularımıza yani deneye dayandırır Ayrıca zihnimizde doğuştan getirdiğimiz bilgilerinde varolduğunu söyleyenleri eleştirir ve insan zihninin başlangıçta boş bir beyazkağıt (tabula rasa) gibi olduğunu ve deneyimle dolduğunu söyler

John Locke insan zihninde doğuştan gelen bilgilerin olmadığını söylemekle birlikte mutluluğa, iyiye gelen bilgilerin olmadığını söylemekle birlikte mutluluğa, iyiye yönelip acıdan kaçma duygularının doğuştan geldiğini söyler ve ahlak felsefesini, herkesin kendi zevkleri ve mutluluğu peşinde koşması gerektiği ilkesine dayandırır ki bu görüşle de "laissez faire" (bırakın yapsınlar) felsefesinin to

Bilgilerimizin deney ile elde edildiğini öne süren John Locke uygar toplum öncesinde doğa durumunda yaşadıklarını kabul ettiği insanların, eşitliliğin, özgürlüğün ve mutlu bir hayatın egemen olduğu bu doğa durumunu akıllara Tanrı tarafından yerleştirilmiş bir doğa yasası ile sürdürdüklerini söyler İnsanların birbirlerine zarar vermemelerini sağlayan ve yaşama hakkı, özgürlük vb doğal hakların korunmasına hizmet eden bu yasanın bir duygu değil bilgi olması Locke'un genel felsefesiyle siyaset felsefesi arasındaki çelişkilerden biridir: bir taraftan tüm bilgilerimizin kaynağının deneyim olduğunu söylemekte diğer taraftan siyaset felsefesinde Tanrının insan beynine kondurduğu bir bilgi olan doğa yasasından sözetmektedir Yine, genel elsefesinde bilgilerimizi deneyimden elde ettiğimiz Locke bahis siyaset felsefesi olunca hangi deneyimden çıkardığını ve hangi tarihsel belgeyle kanıtladığını anlayamadığımız bir "toplum sözleşmesi"nden söz etmekte, doğa durumundan uygar topluma geçişi sağlayan -ve doğa durumundaki insanlar arasında kolayca savaş durumuna yol açabilecek olan "saldırganı yargılama ve cezalandırma hakkı"na herkesin sahip oluşu ilkesinin doğurduğu kargaşalardan kurtulma çabasıyla düzenlenen- bir sosyal sözleşmenin varlığı iddiasını taşımaktadır

Locke, kralların adem soyundan geldiklerini ve bu yüzden de, kalıtımsal bir tanrısal hak elde ettiklerini söyleyenlere, Adem'in soy çizgisinin çoktan yitmiş olduğunu söyler Yönetimin kaynağının tanrısal hak değil halk olduğunu, insanların doğa durumundan uygar topluma geçişlerini sağlayan bir toplum sözleşmesi yapmış olduklarını kabul ederek kanıtlayamaya çalışır bu bu sözleşmenin tarihsel gerçekliğine dair bir kanıtlama çabasına girişmez "bu durumu ile Locke'un sözleşme kuramı, İngiltere'deki anayasal (parlamenter) monarşinin yasallığını savunan ve kendinin siyasal görüşlerini ortaya dökmekte yararlandığı hukuksal bir fiksiyondur (yapıntıdır, uydurudur)(3)

MONTESQUIEU (1689-1755)

fransız düşünürü Aydınlanma çağı düşünürlerinden Charles de Secondant de Montesquieu, mutlak monarşi karşısında aristokrasininin geleneksel haklarının ve çıkarlarının savunuculuğunu yap

Montesquieu'nun siyaset kuramının aristokrasinin çıkarları üzerine ustalıkla kurulduğunu, bir başka deyişle aristokrasinin kazanımlarını korunması gerekliliği doğal ve zorunlu sonucuna ulaşmayı kaçınılmaz kıldığını söyleyebiliriz

Montesquieu, siyaset kuramında Locke ve Rousseau gibi spekülatif bir "doğa durumu" "doğa yasası" ve uygar topluma geçişi sağlayan bir "toplum sözleşmesi" iddiasından uzaktır ve siyasal düzenlerin ortaya çıkışını, siyasal kurumların biçimlenmesini iklimsel, çevresel, geleneksel, maddi ve tinsel birçok nedene bağlamaktadır Siyasal sistemlerin oluşumu, siyasi, sosyal ve ekonomik kurumların varlaşması konusunda, siyasal düşüncelerinde iklim ve çevresel koşullara yaptığı vurgu, siyaset kurumunun en önemli noktalarından olup, bu koşulların belirleyiciliği iddiası üzeriden, evrensel, her ülkeye uygunluk durumu içinde bulunabilecek bir sosyo-ekonomik sistemin geçerli olamayacağını, her ülkenin kendi koşullarını değerlendirerek, kendine uygun ve özgün bir sistem bulması gerektiğini söylemektedir

Montesquieu'nun "kuvvetler ayrımı" ilkesi, 19 ve 20 yüzyıl burjuva liberal devlet kuramının klasik bir örneğini oluşturmuştur Montesquieu, kuvvetler ayrımı fikrini 1748 tarihinde yayınlanan Yasaların Ruhu, adlı yapıtında işlemiştir

VOLTAİRE (1694-1778)

fransız düşünürü Tüm aydınlanma düşünürlerince bu hareketin babası olarak kabul edilmiş olan françois Marie Voltaire'ın çalışmaları, 16 ve 17 yüzyılda yepyeni bir kimlik kazanan Doğal Hak anlayışının -Protagoras'ın tarihsel sürece bakışını hatırlatan- insan deneyiminin tarihsel süreçte durmadan gelişip, yetkinleştiği görüşü ile (aklın tarihsel evrimi anlayışı ile) birleşip burjuvazinin istemleri ve çıkarlarıyla çelişmeyen bir toplum ve devlet düzeninin kurulmasında kurumsal bir dayanak durumuna gelişine örnektir

Voltaire'da diğer aydınlanma çağı düşünürleri gibi insan doğasına yaraşır bir düzenin, bir tek koşulla, aklın, batıl inançların insan üzerindeki egemenliğini kırmasıyla bilimin, korkunun, özlemsel düşünüşün ve baskının doğurduğu, boş inançları ortadan kaldırmasıyla kurulabileceğini söyler Buunla birlikte Voltaire'in din üzerine düşünceleri, özünde akla uygun bir doğal din ya da doğadini anlayışından beslenen sıkı bir Hıristiyanlık eleştirisi veren ve evreni yarattıktan sonra, bir daha dönüp arkasına bakmayan bir tanrı tasarımı oluşturan deizme karşılık gelir Aslında aydın bir despotizm yönetimi ile kurucu monarşi yönetimi anlayışlarını birlikte sürdürmüş, aydınlanmış bir monarkın (tekerkin) yönetimini ideal bir yönetim tarzı olarak yaşamının sonuna değin savunmuş olan Voltaire'da din, halkın aydınlanmış bir seçkinler öbeği, aydın bir azınlık tarafından yöneltilmesi düşüncesine -Sokrates'teki entellektüel elitizmini akla getiriyor- destek sağlayıcı bir öğedir

Voltaire toplumsal düzende sınıfların varlığını çok doğal karşılamış, zengin ve fakirlerin olmasının kaçınılmaz olduğunu söylemiştir fakat, herşeye rağmen onun feodalizmin köleleştiren düzenine, keyfi yönetime, sansürü ve siyasal baskıya, kilisenin hoşgörüsüzlüğü ve dogmatizmine karşı kararlı direnişi ve karşı çıkışı, onun sınıfsal soruna bakış açısındaki yetersizliğiyle gölgelenemeyecek denli takdire değerdir

JEAN-JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)

Rousseau'nun Yaşamı: Rousseau 1712 yılında Cenevre'de yoksul bir saatçi ve dans öğreticisinin oğlu olarak doğmuştur Calvin'in püriten ahlak anlayışının yerleştiği bir kent olan Cenevre'de, püriten bir eğitim anlayışıyla yetiştirilmişti Bu onun eşitlikten, ilkellikten, arılıktan yana olan düşüncelerinin oluşmasında etkili olmuş, yine püriten ahlakın baskıcı, tutucu ve sıkı kurallarla örülü yapısı karşısındaki tepkisi ise özgürlükçü görüşlerini etkilemiştir Rousseau'nun siyasal görüşleri, yaşadığı kentten kaynaklanan, bir kent devleti modeline oturtulmuştur

Yedi yaşında Plutarkhos'un yapıtlarını dinleyen Rousseau, bu yazarın özellikle -yalın ve eşitlikçi yapısı kafasında derin izler bırakacak olan- Sparta toplumu ve yasa koyucu Lykurgos'u anlatan yapıtından etkilenmiştir

Annesinin Rousseau doğarken ölmesi, babasının da Cenevre'de ayrılması üzerine tek başına kalmıştı On yaşındayken eğitimini yarıda bırakarak bir papazın yanında çalışmaya başladı Bu sayede Latince öğrenen Rousseau daha sonra farklı işlerde de çalıştı

Venedik büyükelçisinin yazmanı olarak çalıştığı sıralarda siyasal konularla ilgilenmeye başladı

Kaldığı otelde çalışan Therese Levasseur adındaki bir hizmetçiyle tanışan Rousseau onunla evlenmemekle beraber evlilik hayatı yaşar ve ileride, bulunmuş çocuklar yurduna bırakmak zorunda kalacağı beş çocuğu olur

Aydınlanma düşüncesinin ürünü olan Ansiklopedi'ye müzik vb konularda makaleler yazmaya başlaması 1745'de Diderot ile tanışmasıyla başlar 1750 yılında Dijon Akademisinin açtığı "Bilimler ve Sanatların ilerlemesi Törelerin Bozulmasına mı Arınmasına mı Yardım Etmiştir?" konulu yarışmada, bilimsel ve sanatsal gelişmelerin erdemi yok ettiğini, ortaya çıkardığı yeni gereksinimlerle köleliğe kaynaklık ettiğini ileri sürdüğü, "Bilimler ve Sanatlar Üzerine Konuşma" adlı yazısıyla yarışmayı kazanır Onun bu yapıtı, uygarlığın gelişimine paralel artan eşitsizliğin insani değerlerin yıkımını gitgide artırması gerçeğine karşı, aşağı sınıfların uygarlığa karşı çıkma biçiminde şekillere tepkisini dile getirir

1755 yılında, Ansiklopedi'ye "Ekonomi Politik" makalesini yazar Siyasal düşünüşünün merkezinde yer alan "genel irade" kavramını ilk kez burada kullanmıştır Aynı yıl İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı adlı kitabı yayımlanır

Başkent yaşamından zaten sıkılmış olan Rousseau, Cenevre halkının çağrısını kabul ederek ülkesine döner 1761'de özgürlükleri savunduğu ve aristokratik ahlakı eleştirdiği "Yeni Güneş" adlı yapıtını, 1762'de ise, siyaset üzerine "Toplum Sözleşmesi" ve terbiye üzerine "Emil" adlı yapıtlarını yayımlatmıştır

Emil'in bir bölümünde bir papazın ağzından sunulduğu "deist" görüşlerinden ötürü, parlamento hakkında soruşturma açılmasını ister Paris piskoposu kendisine karşı buyrultu yayınlar Cenevre'de ise cezaya çarptırılır Bir ara Almanya'da kaldıktan sonra David Hume'un çağrısı üzerine İngiltere'ye geçer fakat onunla da bozuşur ve bir süre orada burada dolanmak zorunda kalır Nihayet 1770 yılında Paris'te yerleşme izni alır Portekiz ve Polonya için kendisinden istenen anayasa taslaklarını hazırlar Kendi yaşantısını anlattığı itiraflar'ını yazmaya başlar Tamamlayamadan, 1778 yılında yalnızlık ve yoksulluk içinde ölür

Jean-Jacques Rousseau'nun çağının ilerisine geçmiş bir aydın olduğunu söylemek yanlış olmaz Montesquieu, tarihin silmekte olduğu bir sınıfın, aristokrasinin çıkarlarını savunmaya kalkarak zamanın gidişine ters düşen bir duruma düşmüş ve çağının gerisinde kalan bir ideolojiyi temsil etmiştir Oysa Rousseau zeminini 19 yüzyılda bulacak olan bir ideolojinin görece temsilcisi olmuş ve ileride işçi sınıfının önderlerine ve ideolojisine hizmet edecek düşünceler üretmiştir

Eşitsizlikçi toplum eleştirisini, insanların özgür ve eşit oldukları, mutluluğun egemen olduğu -ve antropologların anlattıkları ilkel yabanıl sürü toplumlarına pek benzemeyen, kendi kafasında biçimlendirdiği- bir ilkel topluluk modelini ülküleştirerek oluşturmuştur Bu açıdan baktığımızda çağımızın çok gerilerinde kalmış bir döneme duyduğu özlem üzerinden yaptığı uygar toplumun eşitsizlikçiliği eleştirisi yetersiz kalmakta ve Rousseau da çağının gerilerinde kalmaktadır

İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağını, yani doğa durumundan uygar topluma geçişin kaynağını özel mülkiyette bulur ve şöyle der: "Bir tarlanın etrafını çitleyip 'burası bana aittir' diyen ve bu söze inanacak kadar saf kişiler bulan ilk insan uygar toplumun kurucusu olmuştur" (İnsanlar arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, II Bölümün ilk sözü)

Rousseau, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı'nda, uygar topluma özel mülkiyetin doğa durumu eşitliğini bozmasıyla geçildiğini söylemekle birlikte, Toplum sözleşmesi adlı yapıtında bu geçişin bir sosyal sözleşmeyle yapıldığını söyleyerek, birbirinden farklı iki görüş öne sürmüş olur

Toplum sözleşmesi kuramında Rousseau, hem doğa durumundaki özgürlüklerini korumak isteyen, hem de doğa durumunda ortaya çıkan kavgalara son verecek bir egemenin yönetimi altına girmek isteyen insanın, herkesin tüm haklarını topluma devrettiği ve aslında hiç kimseye devretmediği, kendi kendine itaat ettiği bir durum doğuracak bir toplum sözleşmesiyle bu problemi çözdüğünü öne sürer

"Rousseau'nun ideali, toplumsallaştırılmış büyük üretimin değil de küçük mülk sahiplerinin toplumculuğudur"(1) Eşitliğin ve özgürlüklerinin korunduğu toplumsal yapının işleyişini ise toplumsal (ortak) yarara karşılık gelen bir genel irade egemenliği sağlayacaktır

DİDEROT (1713-1784)
fransız düşünürü Denis diderot "yaygın olan düşünüş tarzını değiştirmek için kurulmuştur" dediği Ansiklopedi'yi, Aydınlanma'nın temel metni haline getirme uğraşısı veren en önemli düşünürlerdendir Aydınlanmaya verdiği önem, bitmez tükenmez enerjisi ve ilgilerinin çeşitliliği ile Voltaire'e benzetilir "Sağlam bir hümanist kültür edinmiş, İngiliz edebiyatı, güzel sanatlar ve müzik alanında kazandığı bilgilerle kültürünü daha da zenginleştirmesini bilmiştir"(4)

Bilgi dünyasının enginliği ve savaşçı ruhuyla çok güçlü bir düşünür olan diderot, "belli bir felsefesi sistem ya da düşünsel bütünlüğe sahip değildi Bu açıdan da en azından fransız Aydınlanması'nın "filozof" tipinin uygun bir örneğini oluşturuyordu"(5) D'Alembert'in materyalizminden etkilenmiş; d'Holbach'la birlikte duyumcu bir bakış açısı yakalamış, ancak sonunda atomist, panteist ve deneysel yaklaşımın üstünlüğünü ileri sürerek eklektik bir tavırla dünyayı anlama çabasına girişmiştir

Diderot, Hristiyanlık dinini reddetmiş ama insan tabiatına ve doğaya uygun bir din anlayışını kabul etmiştir Bağnazlığın karşısına aklı ve eleştirel düşünceyi çıkarmış olan düşünürün 1746 yılında yazdığı filozofça düşünceler adlı yapıtı, pek çok din adamının saldırısına hedef olmuş Jansenist mahkemesince eser yaktırılmıştır

Diderot'un ahlak anlayışına gelince, yine din konusundaki görüşlerini oluşturan tabiata uygunluk ilkesinin devreye girdiğini görürüz Tabiat kendi içinde insan için en iyi olanı barındırdığına göre, ahlak kuraları da doğaya uygunluk içinde olmalıydı

Bütün bunların yanında Diderot, tiyatro alanında da birçok yenilik getirmiş, gerçeği ve toplumsal sorunları sahneye sokmaya çalışmış, kimilerince modern tiyatronun gerekçi ve toplumcu kolunun öncüsü sayılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.