Prof. Dr. Sinsi
|
Felsefi Terimler Sözlügü O-Ö
Felsefi Terimler Sözlügü O-Ö
OLAYBİLİM = FENOMENOLOJİ: (Os Mebhasi şüûn, İlmi tetkik ve tavsifi hâdisât; Fr Phénoménologie, Al Phenomenologie, İng Phenomenology, İt Fenomenologia) Olayların ideal varlığını inceleme ve betimleme yöntemi  Olay (Fr Phénoméne) ve bilim (Fr Logie) sözcüklerinden yapılmış olan olaybilim (Fenomenoloji) deyimi Lambert, Kant, Hegel, Hamilton, Hartmann taraflarından çeşitli anlamlarda kullanılmış ve Alman düşiinürü Edmund Husserl (1859-1938) tarafından öznel idealist felsefe yönteminin adı olarak ileri sürülmüştür Deyimin günümüzdeki yaygın anlamı, ona Husserl'in verdiği anlamdır
Husserl, bu yöntemiyle, nesnelerin ideal yapılarını betimleyerek felsefeyi bir bilimler bilimi'ne dönüştüreceğini savunmuştur Kant'ın ve onun temelleri üstünde yükselen Auguste Comte olguculuğunun bir anlamda yasakladıklan felsefe, Husserl'e göre böylelikle yeniden ve en yetkin biçimde kurulmuş olacaktır Husserl, bu anlayışııda, Platon idealizmiyle Leibniz ve Brentano öğretilerine dayanmaktadır Ona göre gerçek, Platon'un da ileri sürdüğü gibi, saltık olmalıdır Eşdeyişle her nesnenin, bizim ona verdiğimiz anlamın ve yakıştırdığımız özeiliklerin dışında, kendine özgü ve kendinde olan, her zamanda geçerli ve değişmez bir yapısı vardır Nesne, insanların değil, insanların dışında öncesiz ve sonrasız bir nesneler dünyasının varlığıdır Fiziğin ürünü olmadığı gibi metafiziğin ürünü de değildir Kendi saltık ideal yapısı içindedir Gerçek, böylesine ideal bir yapı taşıyanın niteliğidir Görüldüğü gibi bu sav, tümüyle Platoncu bir savdır Böyle bir savdan yola çıktığı halde Husserl, fenomenoloji yönteminde, gene de nesneleri, kendilerine yönelttiği bireysel insan bilincinin aynasında seyredecek ve kendi savıyla çelişkiye düşerek betimlemeye çalışacaktır
Husserl'e göre felsefe, nesnelere yöneltilmiş bilinç yoluyla nesnelerin özünü kavramak ve betimlemek bilimidir Demek ki öznesiz nesne ne kavranabilecek ne de betimlenebilecektir Dönüp dolaşıp Berkeley öznelciliğine gelmek metafizik düşüncenin zorunlu sonucudur, Husserl de bu zorunlu sonuçtan kaçınamamaktadır
Husserl, saltık gerçek saydığı Platon'un saf öz'lerine ulaşabilmek için özetle şöyle demektedir: Kendime bakıyorum Çeşitli bilgilerle doluyum Bu bilgilerden öte çeşitli sanılarım da var Bilgilerimle sanılarımın gerektirdiği davranışlarla yaşıyorum Bilgiler, sanılar, davranışlar ortasında kendimi yitirmişim Bilgilerimin, sanılarımın, davranışlarımın dışında acaba ben neyim? Özümün saf bilgisine —yani saltık gerçeğe, Platon'un deyişiyie saf öze— varabilmek için bütün bilgilerimi, sanılarımı, davranışlarımı unutmam gerekir Kendimi araştırırken bende ve çevremde dünyalı olarak ne varsa bir çantaya koyup ortadan kaldıracağım Bütün verilmişlerden soyunacağım Böylece, hiç bir kuşkuya kapılmaksızın saltık olarak var diyebileceğim biricik varlığı, ben'imi inceleyip betimleyebileceğim
Bu, bir ruhbilimsel araştırma değildir Çünkü ruhbilim beni bilgilerim, sanılarım, davranışlarımla birlikte ele alır Bense bütün bunlardan soyunuyor, sadece bir görünen (fenomen) olarak kalıyorum O halde yapacağım bu inceleme, fenomenolojik bir incelemedir Kendimi, sadece bir fenomen olarak inceleyeceğim ve betimleyeceğim Kendimdeki ve çevremdeki bütün dünyalıları —eşdeyişle bilgileri, sanıları, davranışları— bir çantaya koyup ortadan kaldırınca (Husserl buna parantez içine almak diyor) ortada saltık bir ben (Absolut Ego) kalıyorum Kendimden başka hiç bir şeyin bilincine varamam Evreni kavramak için önce kendimi kavramalıyım Kaldı ki kendimden başka hiç bir şeyi kavrayacak durumda da değilim (Buradaki öncelik Husserl'e göre bir zaman önceliği değil, bir düşünce düzeni önceliğidir, çünkü zaman da paranteze alınmıştır) Kendimi kavramam için bir bilinç eylemi gerçekleştirmeliyim Ben'im için kendini belli eden tek şey vücudum'dur Vücudum, bütün nesneler içinde biricik nesnedir Vücudum ne türlü bir nesnedir? Dıştan bakıyorum, gördüğüm bir cisimdir İçten bakıyorum, gördüğüm bir organdır, cisimden bambaşka bir şey olan canlı bir organizmadır Demek ki vücudum, hem cansız bir cisim hem de canlı bir organizmadır Başka türlü bir deyişle canlı organizmam cansız cisimli bir şeydir
Bu bir ikilik değil, bir tekliktir Organizmalıkla cisimlilik vücudunda birlikte vardır Ben, vücutlu-ruhlu bir bütünüm Ne vücudumu ruhumdan, ne de ruhumu vücudumdan atamam İkisini de bir birliktelik içinde taşımak zorundayım, çünkü ben ancak böylelikle ben' im Ben, somut psiko-fizik bir bütünüm Bir cisim, eşdeyişle bir madde olan vücudumun aynı zamanda bir algı organı olması, vücudumun kendi kendime verilişini açıklamaktadır Başkalarını algıladığım gibi kendikendimi de algılamaktayım Sol elim özne olur, sağ el nesnemi algılar; sonra sağ elim özne olur, sol el nesnemi algılar Vücudum bana çift olarak verilmiştir Vücudum, sadece bir algı organı değil, aynı zamanda bir irade organıdır Onu keyfimce —eşdeyişle irademe göre ve özgürce— kullanırım Ben'imi, vücudumun içinde bir buyuran varlık olarak yaşarım Her şeyi vücudumla denerim, evrene vücudumla açılırım Maddi ruhlu vücudum ölçümdür Bütün dünyalılar —eşdeyişle bilgiler, sanılar, davranışlar— onunla anlam kazanırlar Uzak ona göre, yakın ona göre, sağ ona göre, sol ona göre, ötesi ona göre, berisi ona göredir Bana verilen her şey vücudumla verilir, daha doğrusu her şeyle birlikte bana vücudum da verilir Başka'yı bilebilmek için, ben'i bilmek zorundayım (Husserl böylelikle bütün nesneleri ve tümelleri insan bilincine bağlamakta, bireysel insan bilinciyle özdeşleştirmektedir) Kendi ben (Ego, fenomenoloji zorunlu olarak bir egolojidir)'imden başkasının beni (Alter Ego)'ne nasıl geçebilirim? Başka ben, bana diranebilen bir bendir Başkasının vücudunun, ancak kendi vücudumla anlam kazanabileceğini öğrenmiş bulunuyorum Başkasını, ancak kendi vücuduma dayanarak algılayabilirim (Husserl buna anlam aktarması diyor
Ona göre bilgi, nesneye yönelen öznenin bilincidir) Ama başkasının vücudunu kendi vücudum olarak değil, başkasının vücudu olarak algılamalıyım İkisi arasındaki benzerlik'ten ötürü kendi vücudumdan aldığım vücut anlamını başkasının vücuduna aktarırım Başka vücudun, benim için başkasının vücudu olarak varolabilmesi, kendi vücudumun örneklik etmesiyle mümkündür Kendi vücuduma bakarak başka vücudun ne olduğunu bilebilirim İlk kurduğum vücut kendi vücudum olduğuna göre başkasının vücudunu kendi vücudumdan yapacağım bir aktarma ve çağrışımla kurarım Bu çağırışım, nesnelerden birinin kayarak öbürünün anlamıyla birleşmesidir Bilgilerimin, sanılarımın, davranışlarımın tümünü paranteze alıp ortadan kaldırmışım Görünen (fenomen)'den başka hiç bir bilgim, bilgim olmayınca hatırlamam da yoktur Dünyalı olarak hiç bir aracıdan yararlanmıyorum Fenomenolojik tasarımlarımı düşünsel bir soyutlamayla elde ediyorum (Husserl'e göre düşünme, ruhbilimsel bir akt değil, düşüncenin zamandan ve mekandan soyutlanmış içeriğidir) Yaşadığım dünyalı daha iyi kavramak ve yeniden kurmak için, fenomenolojik yöntemle çalıştığım sürece, yaşadığım dünyadan isteğimle vazgeçmişim Çalışmam, demek ki dünya-dışı bir çalışmadır Elde ettiğim tasarımları da bu açıdan değerlendirmek zorundayım; yani onlara hiç bir bilgi, sanı, davranış katamam Elde ettiğim fenomenler dünyalı fenomenler değildir, örneğin vücut derken sözünü ettiğim fizyolojik bir vücut değil, sadece cisimli-ruhlu saltık bir bütündür Kendi vücudumdan aldığım bir anlam aktarmasıyla başkasının vücudunu kuruyorum Şimdi iş, başkasının vücudundan başkasının beni'ne geçmektir Başka ben'i, ilkin, vücudumun algısına dayanarak bir cisim olarak buluyorum Onu denemeye başlayabilirim Denemelerim sırasında bu cisme ait olan bir ben görüyorum Sadece bir kanadını gördüğüm kapının görmediğim kanadını nasıl algılayabilirsem, vücudunu gördüğüm başkasının benini de öylece algılayabiliyorum
Bu, bir varsayım, bir tahmin, bir sezgi değildir; doğrudan doğruya bir algıdır Vücut, ruhlu bir cisimdir; ruh vücutta kendini verir Bu verilişi, kendi vücudumda nasıl yaşamışsam, başkasının vücudunda da öylece yaşarim Başkasının benini alagılayışım, elbette orjinal bir algılama değildir; başkasının benini dolaylı olarak, onun vücudu dolayısıyla algılamaktayım Bu algılayış, başkasının vücudunu denemekle gerçekleştirilmiştir (Husserl bu denemeye fenomenolojik einfühlung diyor) Başkasının benini, böylece, kendi benim gibi yaşamaya başlıyorum Kendi benimi hiç bir kuşkuya kapılmadan nasıl biliyorsam, başkasının benini de öylece bilmekteyim Bu bilgi, bana tek başıma yaşamadığımı öğretmektedir Ben, ego'sunun içinde kapanmış biricik ben değilmişim, fenomenolojik egonun uçsuz bucaksız alanında başka benlerle birlikteymişim Fenomenolojik anlamda başkası benim için öylesine temel bir varlık olmuştur ki artık onu kendi ben'imden ayıramam Artık biliyorum ki kendi ben'imin içinde bir yabancı yaşamaktadır, içimde başkaları var, bende başkaları var Demek ki ben onlarla birlikte ben'im Şimdi, kendimi de daha bir aydınlık görüyorum Kendimden başkasına gittim, başkasından da kendime geldim Artık biliyorum ki ben-insan, ancak başka-insan'larla birlikte vardır Varlığımı başkasına borçluyum Kendimi aydınlık olarak kavrayabilmem için başkalarıyla birlikte olmam gerekiyormuş Öyleyse dünya, benim için değil, bizim içindir (Husserl'in fenomenolojisi, böylece, egolojiden yola çıkarak sosyolojiye varmaktadır)
Bu sonuç, beni, evrensel bir birliktelik içinde bulunan insan-kültür-toplum-tarih dünyasını algılamaya götürüyor (Husserl buna geist dünyası demektedir) Ben, işte böylesine bir dünyada yaşamaktayım İnsanın çevresi, tek başına yaşayabileceği bir çevre değil Bu çevreyi çevre eden başkalarıdır Bu çevre, insanın başkalarıyla birlikte paylaştığı, ancak hakkı olan kendi payını alabileceği bir çevredir Bu çevrede benim tek başına yapabileceğim hiç bir şey yoktur Ne yapabilirsem, başkalarıyla birlikte yapabilirim Kendi ürünümde bile kendimi başkalarıyla birleştirmek zorundaşım Çünkü kendi ürünümde bile zorunlu olarak başkaları var Ben, insan olarak, özel bir varlık ortamında yer almışım Bu ortamda yer almak zorundaydım Bu zorunluk, tarihsellik'tir Başkalarının beni zorunlu olarak getirip bıraktıkları noktada zorunlu olarak bulunurum Konuştuğum dil, onlarındır; yediğim yemek, onlarındır; bağlı olduğu gelenek, onlarındır Varlığım, bu sayısız başkalıkların içinde kımıldamaktadır Kendimi denemem bana başkasını, başkasını deneme bana dünyayı, dünyayı denemem bana evreni, evreni denemem bana çok daha aydınlık olarak kendimi vermiştir Evren, dünya, başkaları ve ben birbirimizi denemekle aydınlanabiliriz
Husserl, böylece, fenomenolojik yöntemle inceleyip betimleyerek fenomenolojik bir felsefeye varmaktadır Bu felsefe, önsel idealist bir felsefedir Bu yöntemin ve felsefenin metafizik alanda yankıları ve etkileri pek geniş olmuştur Varoluşçuluk felsefesi bütünüyle bu temel üstüne kurulmuş bulunmaktadır Varlıkbilim ve yeni-gerçekçilik akımları geniş çapta onun etkisi altındadır Metafizik alan, nesneyi öznel bilince indirgeyip yeniden yarattığı savını ileri süren bu yöntem ve felsefeden yararlanmaktadır Husserl fenomenolojisinin bütün idealist ve usaaykırı sonuçları, çağdaş burjuva felsefesinin başlıca dayanaklarıdır Husserl fenomenolojisi, gerçeğin nesnelliğini yadsıyıp öznelliğine de karşı çıkarak üçüncü bir yol aramak isteyen ve sonunda zorunlu olarak —çünkü üçüncü yol yoktur— öznelliğe düşen felsefelerin ortak yanılgısını taşır
OLGU: Gerçekleşmiş olan her şey  Olam ve olay birer olgudur Olgu deyimi bu iki yakın anlamlı deyimden daha geniş kapsamlıdır ve ikisini de içerir Olam zaman ve yer özellikleriyle ele alınan olgu, olay zaman ve yer özelliklerinden sıyrılmış olgudur Olmuş olan her şey olgudur; bundan ötürü de olgu deyimi olası, olanaklı ve düşünsel, tasarımsal deyimleriyle karşıt anlamlıdır Çünkü bu deyimler henüz gerçekleşmemiş olanı dile getirirler; gerçekleşmeleri muhtemeldir, mümkündür ya da gerçekleştirilmeleri düşünülmektedir, tasarımlanmaktadır ama henüz olmamışlardır ve bundan ötürü de olgu değillerdir Cladue Bernard “deneyimsel düşünceye yol gösterecek ve aynı zamanda onu denetleyecek tek gerçek olgulardır” der Olay deneyim konusu olan olgu dur, ama onun deneyimini olgu denetler; çünkü olgu betimleyici ve somut, olaysa çözümsel ve soyuttur Olay deney konusu, olgu ise deney sonucudur Örneğin savaş, gerçekleşmiş olarak olgu , soyut olarak olay , belli bir yer ve zamanda geçmiş olarak olamdır Auguste Comte ve olgucu izleyicileri (pozitivistler) bizim algı dediğimize olgu derler Onlara göre sadece duyumlarımız ve algılarımız dolaysız verilerdir, bunları incelemekle yetinmemiz gerekir Kierkegaard ve varoluşçu izleyicilerine (egzistansiyalistler) göre insan anlaşılamayan ve hiçbir açıklanması bulunmayan bir salt olgudur Ve kendisine yabancı bir dünya içine atılmıştır Mantık açısından da bilim, olgulardan önermeler çıkarır ve bu önermeleri olgularla tanıtlar
Bir olguyu açıklamak demek, onu başka olgulara indirgemek demektir Ne var ki açıklanamayan, eş deyişle başka olgulara indirgenemeyen olgular da vardır Örneğin herhangi bir şeyin varlığı, böylesine bir olgudur Kızgın bir sobaya elinizi dokundurduğunuzda elinizin yandığından şüphe edemezsiniz, bunlar kesin olarak verilmiş olgulardır Doğa bilimleri ve genellikle bilim sadece olguları açıklamakla yetinmez, onları en yalın bir biçimde açıklamaya çalışır Bilim olguları sadece yasalara bağlamaya değil en yakın yasalara bağlamaya çalışır Olgular, deneyin sağladığı gerçek verilerdir Deneyimsel yöntemde olgulara dayanılır ve deneyimler ancak olgulara başvurularak denetlenebilir
OLGUCULUK (Pozitivizm): Alm Positivismus, Fr positivisme, İng, positivism, es t ispatiye
Araştırmalarını olgulara, gerçeklere dayayan, fizikötesi açıklamaları kuramsal olarak olanaksız, kılgılı olarak yararsız gören; deneyle denetlenmeyen soruları sözde soru olarak niteleyen felsefe doğrultusu
Terim olarak, A Comte'un felsefeye getirdiği bir kavramdır Olguculuğun temel kavramı olan olgu olgucular arasında türlü anlamlarda kullanılagelmiştir; ancak hepsinin birleştiği , doğa bilimlerinin evren tasarımına ve yöntemlerine uyma zorunluluğudur
Olguculuğu dizge olarak kuran A Comte'dur, ama Comte'dan önce D Hume, d'Alembert ve Turgot da aynı doğrultudadırlar; başka temsilcileri: Mill, Spencer, Mach, Avenarius vb
OLUMSUZLANMANIN OLUMSUZLANMASI: Eylemsel ve tarihsel özdekçi öğretinin açıkladığı üç büyük evrensel yasadan biri  Karşıtların birliği ve savaşımı yasası ile nicelikten niteliğe geçiş yasası adlarını taşıyan öteki evrensel yasalarla birlikte olumsuzlanmanın olumsuzlanması yasası doğanın, bilincin ve toplumun evriminde geçerli olan evrensel bir yasadır Sonsuz ve sınırsız evrim, tüm evrende bu üç yasanın izlemesiyle gerçekleşir
Sonsuz ve sınırsız evrende sonlu ve sınırlı nesne ve olaylar, bu yasalarla doğar, büyür ve ölürler Ne var ki ölümleri de yeni bir doğumu sağlamak, eş deyişle genel gelişmeyi gerçekleştirmek içindir Her yeni eskir ve yerini yenisine bırakır Eskinin yerini yeniye bırakması olumsuzlanmanın olumsuzlanmasıdır Çünkü eski bir zamanlar yeniydi ve kendisinden eski olanı olumsuzlayarak varlaşmış ve yeni olarak kendini meydana koymuştu Şimdi ise bu olumsuzlayan yeni, kendisinden daha yeni tarafından olumsuzlanmaktadır Bundan ötürüdür ki Marx “eski varoluş biçimleri olumsuzlanmadıkça hiçbir alanda gelişme olmaz ” der
Evrende her nesne, olay ya da süreç birbirlerini karşılıklı olarak yok etmeye çalışan çeşitli karşıt yönler ve eğilimler taşır Bu onların savaşımıdır Ama bütün bu karşıt yönler ve eğilimler, aynı zamanda birbirleriyle sıkıca bağımlıdırlar, biri olmadan öbürü de olmaz Bu da onların birliğidir Gelişme sürecinde yeninin eskiyi olumsuzlaması, karşıtlar arasındaki çelişkilerin çözülmesinden ve aşılmasından başka bir şey değildir
ONTOLOJİ: Varlığı bütünüyle inceleyen felsefe dalı; varlıkbilim Bir bütün olarak varlığı ele alan ve var olanların en temel niteliklerini inceleyen felsefe dalı Ontoloji terimi ilk kez 17 yüzyılda kullanılmakla birlikte, felsefi bir yaklaşım olarak ele alınması eski Yunana, özellikle Aristotelese değin iner
Aristoteles, sonradan Ta physike ( metafizik) adıyla derlenen metninde işlediği ve “ilk felsefe” adını verdiği disiplin için, “varlığı varlık olarak ele almak” deyimini kullanmıştı Ama Platonun idea öğretisi ya da Sokrates öncesi filozofların “arkhe” arayışları ontoloji alanında ilk bilgisel çabalar sayılabilir
Hıristiyanlığın egemen olduğu orta çağda Aquinolu Thomas Aristotelesin çalışmasından yararlanarak Tanrının varlığını savını temellendirmek için ontolojik yaralanmıştır ve Aristotelesin bu çalışmasını “Tanrının yarattığı varlıkların bilgisi” olarak tanımlamıştır Thomas, Katolik dogmalarına bir temel bulabilmek için bu Aristotelesçi felsefeden yararlanmıştır Böylece arta çağda ve yani çağda metafizik terimi, ontolojinin ele aldığı alana ilişkin kullanılmaya başlanmıştır Bu arada, yeniçağ biliminin gelişmesine koşut olarak gittikçe olumsuz bir içerik kazanan metafizik terimine, bilimdışı, anlaşılmaz konularda düşünmek gibi bir anlam yüklenmiştir
17 yüzyılda Alman düşünürü Wolf, ontolojiyi temel ilkeler bilimi olarak tanımlar ve duyu dışı özdeksiz bir varlık tasarımının temel yapısını, türlerini ve biçimlerini inceler Çağdaş ontolojici Hartmanna göre ontolojinin öteki bilimlerden başkalığı, öteki bilim dalarının bir iş bölümü anlayışı içinde var olanı çeşitli alanlara bölerek sadece o belli alanlarda araştırmalarına karşı ontolojinin var olanı bütünlüğü içinde ele almasıdır Örneğin astronomi gök varlıklarını, jeoloji madensel varlıkları incelediği halde ontoloji bütünüyle varlığın varoluş ilkelerini inceler
Tarihsel süreçte Kant, Schelling ve Hegel gibi büyük Alman idealistleri ontolojiye karşı çıkmışlardır Ontolojinin orta çağdan gelen kofluğu ne idüğü belirsizliği, inaksallığı gözlerinden kaçmamıştır Ontolojinin yerine Kant “deneyüstü felsefe”yi, Schelling “aşkın düşünceciliği”, Hegel “mantık”ı önermişlerdir Bu düşünürlerden sonra saf felsefe olarak ontolojik ya da metafizik yaklaşım bir yandan gözden düşerken, bir yandan da daha temelli bir biçimde ele alınmaya ve işlenmeye başlanmıştır Fenomonolojinin kurucusu Edmund Husserl ontolojiyi “anlamlı davranışların içeriğini inceleyen” felsefe dalı olarak tanımladı Buna göre ontoloji, felsefede var olan nesnelere ulaşmayı sağlayan davranışları inceleyen disiplin idi Husserlin öğrencisi, Heidegger, varlığın temel bir varlıksal anlam taşıdığı bir varlık türünü arayarak buna, insan ya da kişi yerine “ orada olmak” adını vermiştir
ÖDEV AHLAKI: Kant'ı ahlak görüşü Ahlaki eylemde bulunmayı ahlak yasasına uyma olarak kabul eden öğreti
ÖNCESİZLİK-SONRASIZLIK: Başı ve sonu olmayan süreklilik Zamandan bağımsız olma Ezeliyet-ebediyet
ÖNSEZİ: Temellendirilemeyen duygu Bilinmeyenin, gelecekle ilgili olanın önceden duyulması, doğru gibi sayılması
ÖZ: Bir nesneyi neyse o yapan gereçlerin tümü Tarih boyunca öz için değişik tanımlar yapılmıştır
1) Platon göre idea anlamında kullanılmıştır Ona göre bütün varlıkların özleri ideadır
2) Aristoteles bu deyimi metafiziğinde ve mantığında değişik anlamlarda kullanmıştır Aristoteles metafiziğinde öz deyimi töz ile anlamdaştır, “özdekle bitişik olmayan töz öz diyorum” der Bu anlamda öz deyimi, töz deyiminden soyut ve varlık deyiminden düşünsel olmasıyla ayrılır Buna karşı Aristoteles mantığında öz somut varlıktır, “sözgelimi insan, at özdür ”der bu somut özleri de birinci ve ikinci özler olmak üzere ikiye ayırır Birinci özler bireysel olarak, ikinci özlerse türdel olarak ele alınan özlerdir Şöyle der “ikinci öz diye birinci anlamda alınan özlerin içinde bulundukları türlere denir Ne var ki bu türlere cinslerini de eklemek gerekir Sözgelimi birey olarak insan, insan türünün içine ve türün cinsi de hayvandır Öyleyse ikinci öz diye bu sonuncu özler, yani tür olarak insan ve hayvan gösterilir
3) Fransız varoluşçusu Sartrea göre öz, varlaşmayla meydana gelir ve varoluştan önce yoktur İnsan, kendini ne yapar ve nasıl yaparsa odur İnsandan başka bütün varlıklar önceden belli bir öze göre varlaşırlar Örneğin bir masa yapmak için önce masanın özünü tasarlarız, sonra testereyi ve keresteyi alıp o özü varlaştırırız Bir bezelye taneciği bezelye özünden, bir papatya yaprağı papatya özünden meydana gelir İnsansa bir insan özünden meydana gelmez, insanın özü varoluşundan sonradır Sartrea göre öz, varlığı belirleyen anlamındadır ve varlığın herhangi bir özle belirlenmediği dile getirilmiştir
4) Alman düşünürü Kanta göre öz, kendinde şey ve phenomenon karşıtı olarak noumenondur Asla bilinemez Bizler sadece nesnelerin görünüşlerini bilebiliriz, kendinde ne olduklarını bilemeyiz
ÖZDEKSİZCİLİK: Alm Immaterialismus, Fr immaterialisme, İng immaterialism, es t gayr-i maddiye
1 Özdeğin kendine özgü bir gerçekliği olmadığını kabul eden öğreti
2 Evrenin temelinin ve genellikle gerçekliğin özünün cisimsel olmadığını öne süren öğreti
3 Ruhun cisimsei olmadığını öne süren öğreti (Özdeksizcilik teriminin yaratıcısı olan Berkeley, bu sözcüğü kendi felsefesi için kullanmıştır )
Özdeş: Bir ve aynı olan, bir ve aynı anlama gelen Örneğin Panteizmde Tanrı ile Doğa özdeştir
Öznel İdealizm: Nesnel varlığı insansal bilincinin ürünü sayan idealizm anlayışı, öznel idealizm, varlığın kaynağını insansal ruha indirger ve maddeyi düşüncenin ürünü sayar
Nesnel idealizmcilerle öznel idealizmcilerin savları hemen hemen yok gibidir Her ikisi de tanrı bilime felsefesel bir temel sağlamada birleşirler, her ikisi de metafiziktir, her ikisi de felsefenin temel sorununun da ruha öncelik tanıyıp nesnel gerçekliği yadsırlar, gerçeklikten yola çıkmayı düşünsel varsayımlar oluştururlar, her ikisi de gizli ya da açık, bilime karşıdır ve bilinemezcidir
Öznel düşüncellik tarihsel süreçte çeşitli biçimlerde ileri sürülmüştür: Şüpheciliği yöntem olarak kullanan bütün Yunan düşünürleri, başta Protogoras olmak üzere hemen bütün sofistler , başta Pyrrrhon ve Ainesidemos olmak üzere bütün şüpheciler, başta Arkesilaos ve Karneades olmak üzere bütün Sokratesçi şüpheciler öznel düşüncelciliğe düşmekten kaçınmamışlardır Bunun nedeni de bütün şüphecilerin; duyumların, nesnelerin niteliklerini yansıttığı olgusunu yadsımalarıdır Usçuluğun kurucusu Fransız düşünürü Rene Descartesin metafiziği, nesneyi, insan zihninin bir tasarımı saymakla tümüyle öznel düşünceci bir öğretidir
Nesnel gerçekliği yadsıyan ve tek geçerliğin insan duyumlarından ibaret olduğunu savunan İngiliz düşünürü David Humein, Alman düşünürü Imanuel Kantı hazırlayan şüpheci öğretisi de açık bir öznel düşünceciliktir Öznel düşünceci öğretilerden biri de Fransız düşünürü Auguste Comteun olguculuğudur Çeşitli öznelci öğretilerde çeşitli adlar altında ileri sürülen algıların olguculuktaki yeni adı da olgudur Olgucular olgular sözünden algıları anlarlar Onlara göre bize araçsız olarak verilen tek bilgi olgular,eş deyişle algılarımız ve duyularımızdır Bilim bunlarla yetinmeli, başkaca bilgiler edinme isteğine boşuna kapılmamalıdır Bu ise nesnel dünyadan kopmayı ve kendi bilinci içine kapanmayı, eş deyişle öznel düşünceciliğe düşmeyi dile getirir Heideggere göre “evren, ancak, içinde insan bulunduğu oranda vardır ” Demek ki nesnel gerçekliği yaratan insandır ve insansız nesnel gerçeklik yoktur
|