11-04-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Dünya Yapılan İlk Çicek Aşısı(Türklerin Sayesinde Tabii)
Lale Devrinde zamanın başkenti Edirnede yaşayan İngiliz İmparatorluğu Sefiri Edward Monteguenın eşi Lady Mary Wortley Montegue, 1718 yılında bavullarıyla Londraya döner Britanya adası o yıllarda kıtaları dahi aşan ve toplu ölümlere neden olan çiçek hastalığı salgınıyla boğuşmaktadır Lady Montegue, belki bütün Britanya İmparatorluğunu değil, ancak o an için Kraliyet Ailesinin nefes almasını sağlayacak bir formülle yurduna dönmüştür Lady, eşinin sefaret görevi sırasında Osmanlı İmparatorluğundaki tabiplerin çiçek hastalığına çare bulduğunu keşfetmiştir Önce arkadaşı Saraya bir mektupla dönemin ölümcül hastalığı çiçekten ölenleri sorar Çaresinin Osmanlıda bulunduğunu yazar Dünya tıp tarihine aşı ile ilgili ilk kayıtlardan birini de bu mektupla düşmüş olur Edirnede saraylarda çiçek hastalığına karşı aşı yapıldığına şahit olan Montegue, İngiltereyi bu hastalıktan kurtaran formülü de götüren isimdir
Hastalığı geçiren insanların kollarından sıvı alınıp güneşte kurutulduğunu, kuruyan sıvının da sulandırılarak iğneyle cildin çizilip üzerine damlatıldığını anlatır mektupta Lady, eşinin görevi bittiğinde ise varilasyon adı verilen yöntemle yapılan aşıları ülkesi İngiltereye götürür Aşının ilk defa Osmanlıdan Batıya geçişi de bu şekilde olur
Aşı ile tedaviyi geliştirenlerin Türkler olduğunu kanıtlayan ilk belge işte bu hikaye ile kayıtlara geçer
Aradan bir asır geçer Louise Pasteur, Fransanın ünlü kimyagerlerinden biridir Kendine ait mütevazı laboratuarında çeşitli çalışmalar yapar 1885in Temmuz ayında Fransada Jupille isimli bir çocuk, kuduz köpek tarafından ısırılır Pasteur, laboratuarında ürettiği kuduz aşısını ilk defa bu çocuğa uygular ve başarılı olur Olay akademik çevreler tarafından duyulsa da, “Kuduzun da aşısı mı olurmuş!” denilerek tıp otoriteleri tarafından hiçbir destek gelmez Fransa hükümetinden de destek alamayan Pasteure sadece bir kişi el uzatır O da zamanın Osmanlı padişahı Abdülhamitten başkası değildir Abdülhamit gelişmelere seyirci kalmayıp Pasteuru çalışmalarını geliştirmek için İstanbula davet eder Pasteur, ihtiyar olduğunu öne sürerek davete icabet etmez Fakat Abdülhamitin, Sana üç adamımı göndersem eğitebilir misin?” ricasını Büyük bir şerefle! diyerek kabul eder Tabii bu dönemlerde kuduz Osmanlıda ölümlere yol açmakta ve insanlar ölmektedir
Abdülhamit hiç vakit kaybetmeden Askeri Tıb Mektebinden Zoeros Paşa, Hüseyin Hüsnü ve Hüseyin Remzi Beyi Pasteurun yanına gönderir Gitmeden önce Abdülhamit üç kişiyi yanına çağırarak devletin en yüksek liyakat madalyası olarak bilinen, “ilmiye ve askeriyede mümtaz kişilere” verilen Mecidiye Nişanını Pasteure vermelerini söyler Ayrıca Pasteure Fransada insanların yararına bir Aşı Hayırhanesi kurması için de 800 lira gönderir (O gün o parayla İstanbulun en gözde semti Bebekte yaklaşık 160 orta halli ev alınabiliyordu ) Yaklaşık yedi aylık eğitimden sonra, 1887nin Ocak ayında Zoeros Paşanın kliniğinde Daûl-Kelp Ameliyathanesi (Kuduz Tedavi Müessesesi) kurulur 1888in Kasım ayında ise Pasteur, Abdülhamitin de desteğiyle mütevazı laboratuarını genişleterek bir enstitü kurar
|
|
|