Prof. Dr. Sinsi
|
Hiroşima Ve Nagazakide Abd Nükleer Terörü
62 Yıl Sonra: Hiroşima ve Nagazakide ABD Nükleer Terörü-I
Saçlarım tutuştu önce
Gözlerim yandı kavruldu
Bir avuç kül oluverdim
Külüm havaya savruldu
Nazım HİKMET
“Şimdi artık sadece savaşı kökünden dönüştürmekle kalmayacak, aynı zamanda tarihin ve uygarlığın da seyrini değiştirecek bir silaha sahiptik ”
Harry S Truman
6 Ağustos 1945 günü saat sabah 8:15te bir ABD uçağı Japonyanın, 350,000 kişinin yaşadığı Hiroşima kentinin üzerine “Little Boy” (=Küçük Oğlan) adı takılmış olan atom bombasını bıraktı “Küçük Oğlan” 80,000 kişiyi anında öldürdü Atom bombasının yaydığı korkunç sıcaklık, patlama gücü, basıncın etkisiyle ilk elde ölenlerin çoğunun cesetlerinden geriye hiçbir iz kalmayacaktı Bedenleri radyasyonun ve ısının etkisiyle yanan, ancak anında ölecek kadar talihli olmayanlar, ya kendilerini kentin içinden geçen ırmağa atarak, ya da korkunç acılar içinde can çekişerek öleceklerdi Bunu izleyen haftalarda ise onbinlerce insan, gerekli tedavi olanaklarının bulunmaması, radyasyondan kaynaklanan hastalıkların tedavisi konusunda bilgi eksikliği ve Japonyanın altyapısının ve sağlık tesislerinin büyük ölçüde tahrip edilmiş olması nedeniyle yavaş yavaş ve büyük acılar çekerek can verecekti 1950 yılına gelene dek “Küçük Oğlan”ın patlaması sonucunda yaralanan ve hastalanan 200,000 kişi daha yaşamını yitirecek, 1950-1980 yılları arasında ise gene bu son nedenden ötürü 97,000 kişi daha ölecekti Yani, Hiroşimaya atılan atom bombası toplam 377,000 kişinin ölümüyle sonuçlanacaktı 9 Ağustos 1945te 270,000 kişinin yaşadığı Nagazakiye atılan ikinci atom bombası, yani “Fat Man” (=Şişko) ise, 1980 yılına kadar toplam 200,000den fazla insanın canına mal olacak, böylelikle iki atom bombasının yol açtığı ölü sayısı 580,000e yaklaşacaktı (1) Bu arada 1945te, yaklaşık 1,000,000 kişinin yaşadığı Kyoto kentinin bir nükleer felaketten adeta bir rastlantı sonucu kurtulduğu daha sonra ortaya çıkacaktı Atom bombasına ilişkin çalışmaları gerçekleştiren Manhattan Projesinin yöneticisi General Leslie Grovesin yoğun itirazlarına rağmen ABD Savaş Bakanı Henry Stimson Kyotoyu hedef listesinden çıkarmış ve yerine talihsiz Nagazakiyi geçirmiş ve böylece ilk evrede en az 800,000 kişinin yaşamını yitireceği bu kenti “kurtarmıştı” Manhattan Projesinin yöneticisi General Groves, daha sonra kaleme aldığı anılarında Kyotonun hedef listesinden çıkarılmasından duyduğu hayal kırıklığını şöyle dile getirecekti:
“Daha önce de söylemiş olduğum gibi, ben özellikle Kyotonun hedef olarak kullanılmasını istedim; çünkü burası, atom bombasının etkileri hakkında tam bir fikir sahibi olabilmemize olanak verecek büyüklükteydi Nagazaki bu bakımdan aynı ölçüde doyurucu değildi ” (Leslie Groves, Now It Can Be Told (Story of the Manhattan Project), Andre Deutsch, Londra, 1963, s 275)
Hiroşima ve Nagazakide ölü sayısının artmasının bir başka nedeni de, kent sakinlerinin daha önceden hiçbir biçimde uyarılmamış olmasıydı ABD Hava Kuvvetleri, 17 Haziran-5 Ağustos 1945 tarihleri arasında 58 ayrı Japon kentine karşı konvansiyonel bombaların kullanıldığı yoğun hava bombardımanları gerçekleştirmişti ABD, yüzbinlerce insanın yaşamını yitirdiği ve büyük tahribata yol açan bu bombardımanlardan önce, göstermelik olarak da olsa, insan kaybını azaltmak amacıyla, uçaklardan bildiri atmak suretiyle kent sakinlerini uyarıyor ve onların hedef bölgelerden uzak durmalarını anımsatıyordu Ancak, Hiroşima ve Nagazakinin bombalanması sırasında bu standart prosedür uygulanmadı O sıralar (Manhattan Projesinin bir parçası olan) Metalürji Projesinin başında bulunan Dr Arthur Compton bunu daha sonra şu sözlerle itiraf edecekti:
“Hiroşimaya hiçbir spesifik uyarı yapılmamıştı Halk habersiz yakalanmıştı Herkes sokaklarda günlük olağan işleriyle meşguldu ” (Arthur Compton, Atomic Quest, Oxford University Press, Londra, 1956, s 254-255)
ABD Başkanı Trumanın yüzbinlerce insanın bir anda korkunç bir biçimde ölmelerine yol açan nükleer patlamaya reaksiyonu ilginç ve öğreticiydi Joseph Stalin ve Britanya Başbakanı Winston Churchill ile birlikte katıldığı Potsdam Konferansından Augusta kruvazörüyle ABDne dönüşü sırasında Başkan Trumana ivedi bir mesaj ulaştırılacaktı Mesajda “HİROŞİMA BOMBALANDI” yazıyordu Hiroşimanın bombalanmasını “Bu tarihin tanık olduğu en büyük olay” diyerek sevinçle karşılayan Truman geminin içinde koşarak haberi herkese duyuracaktı Trumanın biyografisini kaleme alanlardan Donovan, Conflict and Crisis adlı kitabında bunu şöyle anlatacaktı:
“O üzerinde hiç kafa yormadan, şimdiye kadar yaptığı hiçbir açıklamanın kendisini bu denli mutlu etmediğini söyledi ” (Aktaran Tim Weiner, Blank Check, Warner Books, New York, 1991, s 23)
* * *
Nükleer fizik alanında araştırmaların daha Birinci Dünya Savaşı sonrasında belli ölçüde gelişmiş olduğu ABDnde atom bombasına ilişkin çalışmalar, ilk kez 1939da başladı Bu çalışmalar, 1942 yazından itibaren “Manhattan Projesi” kod adıyla Nazilerin zulmünden kaçan ve ABDli bilim adamlarının yanısıra Britanya ve Kanadanın da katılımıyla son derece gizli bir biçimde sürdürüldü Churchill ile Roosevelt nükleer alanda işbirliği yapmayı ilk kez 20-25 Ocak 1942de yapılan ve Sovyetler Birliğinin temsil edilmediği Washington Konferansında kararlaştırdılar Onlar, 17-24 Ağustos 1943de Kanadanın Quebec kentinde yaptıkları bir başka konferansta, aralarındaki nükleer işbirliğini, faşist bloka karşı bağlaşıkları durumundaki SSCBnden gizli tutma konusunda da anlaştılar Açıkça dile getirmemekle birlikte, iki taraf ta savaşın gidişatının faşist blokun aleyhine döndüğünün ortaya çıkmış olduğu bu dönemde, atom bombasını gelecekteki düşmanları olan SSCBne karşı bir askeri tehdit ve bir diplomatik koz olarak kullanmayı düşünüyorlardı 1942 yazından itibaren Manhattan Projesinin başına getirilen General Leslie Groves şöyle diyecekti:
“(Projenin- b n ) Yönetimini üstlenmemin üzerinden daha iki hafta geçmeden kafamda, Rusyanın düşmanımız olduğu ve bu Projenin bu temelde yürütüldüğü konusunda hiçbir yanılsama kalmadı ”
ABD yetkilileri, önemli bir bölümü anti-faşist eğilimli olan nükleer bilimcilerin duraksamalarını gidermek ve bir an önce böyle bir silahı üretmelerini sağlamak için Nazi Almanyası ile bu alanda sıkı bir yarış olduğu kanısını uyandırmaya çalışmışlardı Tarihçi Kenneth C Davis şöyle diyordu:
“Birçoğu Hitler Avrupasından kaçarak ABDne sığınmış olan ve New Mexiconun Los Alamos kentinde çalışan nükleer bilimciler, bir Nazi bombası geliştirmekte olan Almanlarla yarıştıklarını sanıyorlardı ” Daha sonraları gizlilikleri kaldırılan belgeler, Nazilerle yarışın uydurma olduğunu gösterecekti SISin (=Britanya İstihbarat Servisi) resmi tarihine göre, bu örgüt, savaşdışı ülkelerdeki bilimadamlarıyla bağları sayesinde 1943 ortalarına gelindiğinde, Almanların nükleer bomba üretme programı diye bir şey olmadığını öğrenmişti
ABD, hükümet üyelerinin büyük bölümünden bile saklanan bu projeye 1941-1945 yılları arasında gizli fonlardan 2 milyar doları aşkın kaynak ayırdı General Leslie Grovesin komutası altında, yürütülen bu çalışma, sonunda 16 Temmuz 1945te New Mexico eyaletinin Alamogordo kentinde dünyanın ilk başarılı nükleer denemesinin yapılmasıyla taçlandı
Eylül 1944de Roosevelt ile Churchill, başarıyla denenmesi halinde atom bombasının ilk evrede “belki, iyice ölçülüp biçildikten sonra Japonlara karşı kullanılabileceği” konusunda genel bir görüş birliğine varmışlardı Rooseveltin 12 Nisan 1945de, yani İkinci Dünya Savaşının sonuna yaklaşıldığı günlerde ölümünden sonra yerine yardımcısı Harry S Trumanın geçtiği dönemin koşulları, bir önceki dönemin koşullarından farklıydı; faşist bloka karşı SSCB-ABD-Britanya arasında bir askeri bağlaşmaya duyulan gereksinim ortadan kalkmaya yüz tutmuş, emperyalist ülkelerin Sovyetler Birliğine ve dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarına karşı birleşik cephesi politikası bir kez daha öne çıkmaya başlamıştı Bu koşullarda ABD ve Britanyanın atom bombasını, bu siyasal amaçlarının bir dayanağı haline getirmeyi düşünmemeleri olanaksızdı Peki ama, Hiroşima ve Nagazaki hangi gerekçelerle bu cehennem silahının hedefi haline getirilecekti?
Gerekçeler…
Öteden beri ABD emperyalistleri ve onların borazanları Hiroşima ve Nagazakiye atom bombası atılmasını, bu yolla yüzbinlerce, hatta milyonlarca ABD askerinin yaşamını kurtarmış oldukları savıyla meşrulaştırmaya çalışmışlardır Ama bu savların gerçeklerle hiçbir ilişkisi olmadığı bilinmektedir Ağustos 1945e gelindiğinde, hatta ondan aylar önce Japonya fiilen yenilmiş bir ülkeydi; faşist bağlaşıkları İtalya çoktan ve Almanya 9 Mayıs 1945te teslim olmuş, hava ve deniz kuvvetleri hemen hemen tümüyle tahrip edilmiş ve etkisizleşmiş, ekonomisi çökme noktasına gelmiş, savaş sırasında işgal ettiği yerlerin hemen hemen tümünden ağır kayıplar vererek çekilmek zorunda kalmış ve Sovyetler Birliğinin de kendisine savaş ilan etmeye hazırlandığı Japonya teslim olmaya hazırdı ve zaten bu amaçla birtakım diplomatik girişimlerde bulunuyordu ABD Başkanı Truman, Aralık 1945te Hiroşima ile Nagazakinin bombalanması sayesinde 250,000 ABD askerinin yaşamının kurtarıldığını söylerken, 12 Ocak 1953te yaptığı bir konuşmada bu rakamı 1 milyona çıkarmış ve 28 Ocak 1959da yaptığı bir başka konuşmada “bombaların atılması… milyonlarca insanın yaşamını kurtardı” demişti Oysa, Trumanın buyruğu üzerine ABD askeri makamlarının Haziran 1945te hazırladığı bir rapora göre, Japon adalarına karşı gerçekleştirilecek genel bir saldırının 40,000 dolayında ABD askerinin yaşamına mal olacağı tahmin edilmişti
Bu gerekçenin hiçbir iler tutar yanı yoktu Hatta, bazı öndegelen Amerikalı askeri ve siyasal yetkililer de bunu teslim etmişlerdi ya da kendilerini Hiroşima ve Nagazakide işlenen savaş suçundan uzaklaştırmak için bir süre sonra bunu teslim edeceklerdi Örneğin, resmi bir kuruluş olan ABD Stratejik Bombardıman Ölçümü, 1946da yaptığı bir değerlendirmede şu sonuca varmıştı:
“Japonya; atom bombaları atılmamış, Rusya savaşa girmemiş ve hatta bir işgal planlanmamış ya da düşünülmemiş olsa bile kesinlikle 31 Aralık 1945ten ve büyük olasılıkla 1 Kasım 1945ten önce teslim olacaktı ” (Aktaran Barton Bernstein, The Atomic Bomb: The Critical Issues Boston, Little Brown, 1976, s 52)
Başkan Roosevelt ile Başkan Truman dönemlerinde genelkurmay başkanlığı görevinde bulunmuş olan Donanma Amirali W D Leahy ise aynı konuda,
“Bu barbarca silahın Hiroşima ve Nagazakide kullanılmasının, Japonyaya karşı sürdürmekte olduğumuz savaşa hiçbir somut yararı olmadı Fiili deniz ablukası ve konvansiyonel silahlarla gerçekleştirdiğimiz başarılı bombardımana bağlı olarak Japonlar zaten yenilmişlerdi ve teslim olmaya hazırdılar ” (W D Leahy, I Was There: The Personal History of the Chief of Staff to Presidents Roosevelt and Truman, Victor Gollencz Ltd , Londra, 1950, s 429) demişti
Nükleer silahların geliştirilmesini Başkan Rooseveltle birlikte kararlaştırmış ve desteklemiş olan Britanya Başbakanı Winston Churchill bu değerlendirmeye katılıyordu O, İkinci Dünya Savaşını anlatan kitabında şöyle diyordu:
“Japonyanın yazgısını nükleer silahların belirlediğini düşünmek yanlış olacaktır Daha ilk atom bombası atılmadan Japonyanın yenilgisi kesinleşmişti ve bunu sağlayan da çok üstün deniz gücü oldu ” (Winston S Churchill, The Second World War, Cilt VI: Triumph and Tragedy, Houghton Mifflin Company, Boston, 1953, s 646)
Japonyaya karşı nükleer silah kullanılmasına gerek olmadığı yolunda görüş bildirenler arasında, Avrupadaki ABD kuvvetlerinin komutanı ve daha sonra Trumandan başkanlık koltuğunu devralacak olan General Dwight D Eisenhower da bulunuyordu O anılarında, ABD, Britanya ve Sovyetler Birliği arasında Temmuz 1945de yapılan Potsdam Konferansında şöyle dedi:
“(ABD Savaş Bakanı- b n ) Henry Stimsona…, Japonyanın zaten yenilmiş olduğu ve dolayısıyla atom bombasının atılmasının tümüyle gereksiz olduğu yolundaki kanıma dayanarak ciddi kaygılarımı ilettim ” (Dwight D Eisenhower, Mandate for Change: 1953-1956, Doubleday & Company Inc , New York, 1963, s 312-313)
Eisenhower, 1963de Newsweek dergisinin kendisiyle yaptığı bir röportajda,
“Japonlar teslim olmaya hazırdı ve bizim onları vurmamız son derece kötü bir şeydi” diyerek bu görüşünü bir kez daha yineleyecekti
İkinci Dünya Savaşı sırasında Güneybatı Pasifik Bölgesi Bağlaşık Kuvvetleri Başkomutanı olan ve sorumluluk bölgesinde atom bombalarının kullanılması sırasında kendisine danışılmayan General Douglas MacArthur da Hiroşima ve Nagazakiye atom bombası atılmasını gerekli görmeyenler arasındaydı 1950-53 yılları arasındaki Kore Savaşı sırasında saldırgan ABD birliklerine komuta eden, Korenin tüm kentlerini yerle bir etmek ve yüzbinlerce sivilin katletmekle kalmayıp, Kore halkına yardıma gelen Çin Halk Cumhuriyetine karşı atom bombası kullanmayı öneren bu azılı gerici, yıllar sonra yaptığı bir basın toplantısında,
“Japonyaya karşı Bombayı kullanmaya gereksinimimiz yoktu” (New York Times, 21 Ağustos 1963, s 30) diyecekti MacArthur daha sonra, anılarında aynı görüşü şu sözlerle yineledi:
“Kurmaylarım, Japonyanın çökme ve teslim olma noktasında olduğu konusunda görüş birliği içindeydiler Hatta ben, başka askeri operasyonlara girişilmeksizin Japonyanın barışçı bir biçimde işgali planlarının hazırlanması yolunda direktif vermiştim ” (Douglas MacArthur, Reminiscences, McGraw Hill Book Company, New York, 1964, s 260)
Bu arada, Şikago Üniversitesindeki “Metalürji Projesi” laboratuarında çalışan bilim adamlarının atom bombasının Japonyaya atılması konusunu kendi aralarında tartıştıklarını, başında Nobel ödüllü James Franckın bulunduğu bir bilim adamları komitesinin ABD hükümetine, gücünü göstermek için atom bombasının, kimsenin yaşamadığı, boş bir adaya atılmasını önerdiğini, ancak bu önerinin dikkate bile alınmadığını anımsatayım
Ve Gerçekler
Peki, Hiroşima ve Nagazakide uzun erimde yarım milyondan fazla insanın canını alan saldırının gerçek nedeni ve amacı, Japon adalarının işgali sırasında şu ya da bu kadar ABD askerinin ölmesini önlemek olmadığına göre neydi? Burada bu sorunun hiç de tek ve basit olmayan yanıtını vermeye çalışacağım Ama öncelikle şu gerçeğin altı çizilmelidir: Hiroşima ve Nagazakide gerçekleştirilen nükleer terör, önemli bir sembolik anlam taşıyordu ABD, bu eylemiyle can çekişmekte olan Japon militarizmi, daha doğrusu Japon halkı üzerinden tüm dünyaya tarihsel bir mesaj vermekteydi: “Artık dünyanın efendisi benim!”
Aslında yukardaki sorunun yanıtı, emperyalizmin doğasında ve gerek İkinci Dünya Savaşından önce ve gerekse bu savaştan sonra kapitalist-emperyalist sistemin dünya işçi sınıfı ve komünist hareketine, onun önderi konumunda bulunan Leninin ve Stalinin sosyalist Sovyetler Birliğine ve ezilen uluslara ve onların ulusal kurtuluş hareketlerine karşı genel tutumunda yatmaktadır Koşullar (özellikle Nazi Almanyasının, faşist İtalyanın ve militarist Japonyanın nüfuz alanlarının yeniden paylaşımını dayatan saldırgan politikası) ve “kendi” işçi sınıfı ve halklarının anti-faşist öfkesi, ABD ve Britanyayı 1941de Sovyetler Birliği ile anti-faşist bir bağlaşmaya girmek zorunda bırakmıştı Ancak, bu iki emperyalist devlet, proleter diktatörlüğü devletiyle istemeden girdikleri bu bağlaşmayı her zaman bir yük olarak görmüş ve anti-faşist savaşı yer yer sabote etmekten de kaçınmamıştı Onlar daha savaş biter bitmez, Nazi sürülerine karşı savaşta 25 milyondan fazla şehit veren işçilerin ve emekçilerin anayurduna karşı yeni bir savaşın hazırlıklarına girişmiş, yani 1941 yılı öncesinin politikalarına geri dönmüşlerdi Onları böyle davranmaya zorlayan bir başka faktör de, gerek Avrupada ve gerekse Asyada Alman ve İtalyan faşizmine ve Japon militarizmine karşı kararlılıkla savaşan Komünist Partilerinin ve diğer devrimci güçlerin siyasal etki ve prestijlerinin büyük ölçüde artmış, bir dizi ülkede işçi sınıfı ve ezilen halkların ayağa kalkmış ve önemli devrimci mevziler ve kazanımlar edinmiş olmalarıydı Bu gelişmeler, küresel güç dengesinin belli ölçüde devrimci ve anti-emperyalist güçler yararına değişmesine yol açmıştı ABD ve Britanyanın daha savaşın hemen ertesinde, Alman, İtalyan ve Japon faşizminin kalıntılarıyla işbirliğine girişmesinin, hatta daha savaş sona ermeden anti-Sovyetik komplolar tezgahlamalarının ve Soğuk Savaşın zeminini oluşturmaya başlamalarının altında yatan neden de buydu
Ne var ki, bu devrim ve sosyalizm korkusu büyük ölçüde abartılmıştı Kapitalist-emperyalist sistemin istikrarını sarsan bütün bu gelişmelere rağmen, en azından kısa erimde ABDnin başını çektiği kapitalist-emperyalist sistemin bir “Sovyet tehdidi”nden ve/ ya da yakın bir proleter devriminden çekinmesini gerektirecek güçlü nedenler yoktu Savaşta 25 milyondan fazla insan kaybeden Sovyetler Birliğinin ekonomisi ve altyapısı acımasız Nazi işgali nedeniyle çok büyük bir yıkıma uğramıştı Üç aşağı beş yukarı aynı şey, Sovyetler Birliğinin ve Komünist Partilerinin nüfuzunun büyük olduğu Doğu Avrupa ülkeleri için de söylenebilirdi Fransa ve İtalya başta gelmek üzere Batı Avrupa ülkelerinde Komünist Partileri önemli bir güç haline gelmişlerdi; ancak onlar da kapitalist sistem için yakın bir tehdit oluşturacak durumda değillerdi
Dahası, savaşta sadece 300,000 dolayında asker yitiren ABDnin toprakları savaşın yıkımından asla nasibini almadığı gibi, 1930lı yılların ortalarının New Deal politikalarının yardımıyla toparlanmaya başlayan ülke ekonomisi savaş siparişlerinin de etkisiyle hızlı bir büyüme göstermişti Sovyetler Birliği, ne modern bir deniz kuvvetlerine, ne ABDninkiyle boy ölçüşebilecek stratejik bir hava kuvvetlerine, ne de -1949 yılına kadar- atom bombasına sahipti Kaldı ki ABD ile SSCB arasındaki askeri güç dengesizliği bu tarihten sonra da sürecek, 1944 ile 1962 yılları arasında ABD, Sovyetler Birliği karşısında gerek nükleer ve gerekse konvansiyonel silahlar bakımından ezici bir askeri üstünlüğe sahip olmaya devam edecekti Bütün bunlara, savaşın ekonomisinde, toplumsal yapısında ve halklarında yol açtığı olağanüstü maddi ve manevi yıkımın, kan kaybının ve yorgunluğun üstesinden gelme gereksiniminin de Sovyetler Birliğinin, ABD ve diğer emperyalistler karşısında bir gerilim politikasından olabildiğince uzak durmasını gerektirdiğini eklemeliyiz
62 Yıl Sonra: Hiroşima ve Nagazakide ABD Nükleer Terörü-II
Ancak bütün bunlar, kapitalist-emperyalist dünya sisteminin lideri konumundaki ABDnin, temel politikalarını, devrim ve sosyalizm düşmanlığı tabanına oturtmasına engel olmayacaktı ve olmadı Olmadı; çünkü İkinci Dünya Savaşının ardından Hitler faşizminin çizmelerini giyen ABD emperyalistlerinin gerek “kendi” işçi sınıfı ve halkına, gerek sosyalist Sovyetler Birliğine ve ezilen ulusların kurtuluş hareketlerine saldırmak ve gerekse emperyalist-militarist saldırı ve çılgınca silahlanma politikalarını meşrulaştırmak için korku üretmeye ve yaymaya gereksinimi vardı Bu korku üretme ve yayma çabası, ABD tekelci burjuvazisinin sınıfsal çıkarlarının doğrudan bir sonucuydu Bu sınıfın bazı açıksözlü temsilcilerinin de itiraf ettiği gibi, bu ülkede 1920lerin sonları ve 1930ların başlarında olduğu gibi burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişmenin keskinleştiği ve dolayısıyla proleter devrimi “tehlikesi”nin uç vermeye başladığı koşulların oluşmasına izin vermemek gerekiyordu
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Dean Acheson 1944de bu konuda şunları söyleyecekti:
“Ekonomik ve sosyal sistemimiz bakımından çok kapsamlı sonuçlar doğurmaksızın, 1920lerin sonları ve 1930ların başlarını kucaklayan on yılda yaşadıklarımızı bir kez daha kaldıramayız ” (William Appleman Williams, The Tragedy of American Diplomacy, Dell Publishing Co , Inc , New York, 1972, s 202)
Hiroşima ve Nagazakiyi hedef alan nükleer terörün asıl hedefini anlamak için tanıklarımıza başvurmaya devam edelim ABD Başkanı H Trumanın kızı Margaret Truman, F D Rooseveltin –henüz Almanya ve Japonyaya karşı savaşın sürdüğü- 12 Nisan 1945 tarihinde ölmesinden sonra başkanlık koltuğuna oturan babası için şunları söyleyecekti:
“Bu ilk haftalarda en başta gelen kaygısı, Rusyaya karşı izlenecek politikaydı ”
Atom bombasının geliştirilmesinde ve Hiroşima ile Nagazaki üzerinde kullanılmasında belirleyici rol oynayan kişilerden ABD Savaş Bakanı Henri Stimson, 11 Eylül 1945te atom bombasının “diplomatik bir silah” olduğunu ve Âmerikan devlet adamlarının, göze çarpacak biçiimde kalçalarının üstüne yerleştirdikleri bu bombayla Rusları korkutmakta çok istekli”
olduklarını söylemişti
Manhattan Projesinde çok önemli bir rol oynayan nükleer bilimci Leo Szilardın anlattığına göre ABD Dışişleri Bakanı James Byrnes, atom bombasının kullanılması olasılığıyla ilgili kaygılarını kendisine ileten bu bilim adamına şunları söyleyecekti:
“Byrnes… Rusyanın savaş-sonrası dönem içindeki tutumu konusunda kaygılıydı… Amerikan askeri güç gösterisi yoluyla etkilenmesi halinde Rusya daha kolay denetlenebilirdi ve bombanın gücünün sergilenmesi Rusyayı etkileyebilirdi ” (Aktaran Spencer Weart and Gertrud Weiss Szilard, ed , Leo Szilard: His Version of the Facts, s 184)
Geçtiğimiz günlerde, iki tarihçinin hazırladığı ve Britanyada yayımlanan New Scientist adlı dergide yer alan bir rapor, bu apaçık gerçekliği bir kez daha perçinledi Peter Kuznick ve Mark Selden bu raporlarında, “Hiroşima ve Nagazakiye atom bombası atılması kararının, İkinci Dünya Savaşını sona erdirmekten ziyade (Washingtonun savaş sırasındaki bağlaşığı Sovyetler Birliğine karşı) Soğuk Savaşı başlatmak amacıyla alındığını gösteren yeni kanıtlar ele geçirdiklerini yazıyorlardı ABD, Japonya ve Sovyetler Birliğinin diplomatik arşivlerini inceleyen Selden ile Kuznick, Hiroşimaya atom bombası atılmasından üç gün önce Trumanın kendisinin de, Japonyanın “barış istediğini” itiraf ettiğini ortaya çıkardılar Ama atom bombaları gene de atıldı; çünkü ABD emperyalistleri açısından, Seldenın deyişiyle “Rusyayı etkilemek savaşı bitirmekten daha önemliydi ”
ABD Başkanı Trumanın Yalta Konferansının, daha önceden saptanmış olan açılış tarihinin bir kaç gün ertelenmesini istemesi ve bu arada New Mexicodaki Manhattan Projesi görevlilerine çalışmalarını bir an önce bitirmeleri ve bombayı patlatmaları direktifini vermesi de, Sovyetler Birliğini korkutma amacına yönelikti Böylelikle Yalta Konferansının 17 Temmuzda, yani 16 Temmuzda Alamogordoda ilk başarılı denemesi yapılan atom bombasından hemen sonra başlatılması sağlandı Ancak Stalin, Trumanın atom bombasının başarıyla denenmesine ilişkin verdiği haberi sükunetle karşılayacaktı (2)
Soğuk Savaşın kışkırtıcılarından, Moskovadan gönderdiği “Uzun Telgraf”ıyla ünlü Amerikan diplomatı George F Kennan ise daha sonraları,
“O günün Rusyası konusunda en basit bir bilgiye sahip bir insan Sovyet liderlerinin kendi silahlı kuvvetlerini kullanarak askeri saldırılarla kendi davalarını yayma niyetlerinin olmadığını açıkça görebilirdi ” (Aktaran Hugh Higgins, Koza Yayınları, İstanbul, 1975, Soğuk Savaş, s 67) diyecekti
ABD emperyalistlerinin nükleer terörizm yoluyla Sovyetler Birliğini ve dünya işçi sınıfı ve halklarını korkutma amaçları, Japon militaristlerinin bir an önce teslim olma girişimlerinin görmezden gelinmesini ve sabote edilmesini de gerektiriyordu Savaşta yenilmiş olduklarını ve durumlarının umutsuz olduğunu çoktan görmüş olan Japon militaristleri, teslim olmak için aylardır çeşitli kanallardan muhataplarıyla temas kurmaya çalışıyorlardı
Örneğin, ABDnin ele geçirdiği ve şifresini çözdüğü 5 Mayıs tarihli bir telgraf mesajında Tokyodaki Alman elçisi, Japon silahlı kuvvetlerinin geniş kesimlerinin, koşulları çok ağır olmamak kaydıyla teslim olmaya hazır olduğunu bildiriyordu Daha sonra adı CIA olarak değiştirilecek olan Stratejik Hizmetler Bürosunun (=Office of Strategic Services) direktörü William Donovan 12 Mayıs 1945te Başkan Trumana sunduğu bir raporda, Japonyanın İsviçre elçisinin, İmparator Hirohitonun tahtını muhafaza etmesi koşuluyla, Japonyanın teslim olmaya hazır olduğunu söylediğini bildirdi Amerikalılara benzer bir rapor da Portekizdeki bir Japon görevli aracılığıyla ulaştırıldı Haziran ortalarında Amiral William D Leahy, Japonya tarafından kabul edilebilecek ve ABDnin Pasifik bölgesinden gelebilecek bir saldırıya karşı savunmasını güvence altına alabilecek bir teslim olma anlaşmasının yapılabileceğini söylüyordu Başkan Trumanın, gizliliği 1979da kaldırılan günlük notlarında ise, Temmuz 1945te Stalinin kendisine, “Japon İmparatorundan barış talebinde bulunan bir telgraf aldığını” bildirdiği ortaya çıkacaktı Öte yandan, Temmuz 1945de, SSCB, ABD ve Britanya liderlerinin Potsdamda biraraya gelmelerinden önce, Japon hükümetinin, Moskovadaki elçisi Naotake Satoya gönderdiği mesajlarda barışın sağlanması için –o sıralar Japonyaya henüz savaş ilan etmemiş olan- Sovyetler Birliğinin aracılık etmesini istediği de biliniyordu Japon askeri şifrelerini çözmüş olan ABD emperyalistleri, daha Sovyetler Birliği bu mesajı kendilerine aktarmadan onların içeriğinden haberdar olmuşlardı
Ancak, askeri kayıplarını en aza indirmek gerekçesiyle Japonyaya atom bombası atmakta kararlı olan ABD yetkilileri, bu Japon önerilerini duymazdan ve görmezden geldiler Aksi takdirde bu güç gösterisini yapma olanağını yitireceklerdi ABD Savaş Bakanı Stimson 6 Haziranda, yani Hiroşimanın bombalanmasından 2 ay önce Başkan Trumana, ABD Hava Kuvvetlerinin sürdürmekte olduğu yoğun hava bombardımanının yarattığı büyük ölçekli yıkımdan yakınıyor, bunun atom bombalarının etkisini gözler önüne serilmesini önleyeceğini söylüyordu! Stimson daha sonraları anılarında, Japonların teslim olma önerilerinin hiçbirinin ciddiye alınmadığını itiraf edecekti
Potsdam Konferansı sırasında, ABD, Britanya ve –başında henüz Çan Kay-şekin bulunduğu- Çin, 26 Temmuzda Japonyaya kayıtsız-koşulsuz teslim olma çağrısı yaptılar Ama onlar bu çağrıyı yaparken, Japonyanın teslim olmak için, ülkede adeta kutsal ve yarı-tanrısal bir kişilik olarak kabul edilen İmparator Hirohitonun sembolik olarak tahtında kalması koşulunu görmezlikten ve duymazlıktan geldiler Bunun nedeni, ABD ve Britanya emperyalistlerinin İmparator Hirohitoya ya da onun tahtını muhafaza etmesine karşı olmaları değildi Değildi; çünkü işgalden sonra ABD işgal yetkilileri İmparator Hirohitoyu tahtında tutmakla kalmadılar; onlar aynı zamanda Japon savaş suçluları, militaristleri ve tekelci kapitalistleriyle açık bir işbirliğine girdiler Dolayısıyla, bu çağrı tümüyle demagojik bir nitelik taşıyordu Onların amacı, kabul edilmesi hemen hemen olanaksız koşullar ileri sürerek Japonyanın teslim oluş tarihini geciktirmek ve bu arada Tokyonun Bağlaşıkların teslim olma koşullarını kabul etmedikleri gerekçesinin arkasına saklanarak atom bombasını kullanmaktı
Asıl amacı Japonyanın kayıtsız koşulsuz teslim olmasını sağlamak olmuş olması halinde ABDnin, Hiroşimada meydana gelen yıkımın boyutlarını gözleriyle görmeleri ve bu yıkımı yerinde doğrulamaları için Japon yetkililerine bir süre tanıması ve ardından kayıtsız koşulsuz teslim çağrısını yinelemesi beklenirdi Ama ABD bunu yapmadı ve Hiroşimanın bombalanmasından üç gün sonra, yani 9 Ağustosta bu kez de Nagazakiyi nükleer terörün hedefi haline getirdi
Bu arada, atom bombalarının Hiroşima ve Nagazakide kullanılmasının daha spesifik bir diğer nedenine de değinmek gerekiyor Roosevelt, Churchill ve Stalinin katılımıyla 4-11 Şubat 1945te gerçekleştirilen Yalta Konferansında Bağlaşıklar diğer şeylerin yanısıra, Sovyetler Birliğinin Almanyanın yenilmesinden üç ay sonra, Japonyaya karşı askeri harekata girişmesi ve böylelikle ABD kuvvetlerinin üzerindeki yükün hafifletilmesi konusunda anlaşmışlardı Aslında Kızılordunun Uzakdoğuda Japonyaya karşı savaşa girmesini öteden beri talep eden ABDnin ta kendisiydi Temmuz 1943de Kızılordunun Wehrmacht karşısında Kurskda kazandığı büyük zaferin ardından Moskovadaki Amerikan Askeri Misyonunun başında bulunan Tuğgeneral John Deane, “Almanyanın yenilmesinden sonra Rusyanın Japonyaya karşı savaşa tam katılımının büyük önemi”nden sözetmiş, Pasifik bölgesindeki ABD kuvvetlerinin komutanı General MacArthur ise, Kızılordunun Mançuryada Japonlara karşı savaşa katılmasının kendi kuvvetleri üzerindeki yükü hafifleteceğini söylemişti Başkan Rooseveltin kendisi de Kasım 1943deki Tahran Konferansında Staline, Nazi Almanyasının yenilgiye uğratılmasından sonra Kızılordunun Uzakdoğuda konuşlandırılıp konuşlandırılamayacağını sormuştu 1945 Şubatındaki Yalta Konferansından sonra General MacArthur, bir kez daha Sovyet askeri desteği talebinde bulunacaktı Dolayısıyla Sovyetler Birliği, Nazi Almanyasının 9 Mayıs 1945de yenilgiye uğratılmasından sonra, bağlaşıklarının talebi ve Yalta Konferasında alınan ortak karar uyarınca Kızılordunun bir bölümünü Uzakdoğu cephesine aktarmaya başlamıştı
16 Temmuz 1945de ilk atom bombasının başarıyla denenmesinin ardından 17 Temmuzda başlayıp 2 Ağustosta sona eren Potsdam Konferansına gelindiğinde ise ABD-Britanya ile SSCB arasındaki ilişkiler önemli ölçüde soğumuş ve Batılı emperyalistler atom bombasına sahip olmanın avantajını kullanarak Yalta Konferansında alınan bu kararın yaşama geçirilmesini önlemeyi ve böylelikle kafalarına Sovyetler Birliğinin Uzakdoğuda nüfuz edinmesini önlemeyi koymuşlardı ABD emperyalistleri, yapacakları nükleer güç gösterisiyle Sovyetler Birliğini Mançurya ve Kuzey Çindeki Japon ordularına karşı harekete geçmekten alıkoyabilecekleriini düşünüyorlardı Bu nedenledir ki Truman güncesine, “Japonyaya atom bombası atmamız, Rusyayı Uzakdoğudaki konumunu yeniden düşünmeye zorladı” notunu düşecekti (3) Ama ABD emperyalizminin şefi yanılıyordu Uzakdoğu cephesinde gerekli yığınağı yapan Kızılordu, kararlaştırılan tarihte, Japonyaya karşı savaş ilan ettikten sonra Japonların bu bölgedeki Kwantung ordusuna karşı askeri harekat başlattı Bir kaynakta bu konuda şunlar söyleniyor:
“9 Ağustos 1945de Sovyetler Birliği, Yaltada alınan karar uyarınca Japonyaya savaş ilan etti… Moğol birlikleriyle işbirliği yapan Sovyet ordusu, düşmanın savunma sistemini yararak Kwantung ordusunu teslim olmaya zorladı Sovyet saldırısı karşısında Kuzeydoğu Çin, Kuzey Kore, Güney Sakhalin ve Kurildeki son Japon direnci de kırıldı ” (N V Yelisiyeva-A Z Manfred, Yakın Çağlar Tarihi, Konuk Yayınları, İstanbul, 1978, s 523)
Sonunda, 9 Ağustos günü sabah saat 11:00de Başbakan Kintaro Suzuki Japon hükümeti adına yaptığı açıklamada, ABDnin Potsdam konferansında yaptığı kayıtsız koşulsuz teslim çağrısını kabul ettiklerini ve savaşı sona erdirdiklerini açıkladı
Soğuk Savaşın İlk Salvoları
Daha Ekim 1942de, yani, asıl yükünü Sovyetler Birliğinin çektiği anti-faşist savaş bütün şiddetiyle sürmekteyken Başbakan Churchill, İngiliz hükümetine gizli bir memorandum sunmuştu O, bu memorandumda, “Rus barbarlığının Avrupanın köklü devletlerinin kültür ve bağımsızlığının üzerine çökmesi halinde meydana gelecek büyük felaketi” önlemek için, faşist İspanya ve despotik Türkiyeyi de kapsayacak bir Avrupa Birleşik Devletlerinin oluşturulmasını savunuyordu (Andrew Rothstein, A History of the USSR, Penguin Books, 1951, s 355) Churchillin sözleri, bu azılı anti-komünistin ve onun temsil ettiği Britanya tekelci burjuvazisinin anti-faşist savaşta takındığı ikircimli tutumun bir yansıması ve savaş sonrasında takınacağı gerici politikanın bir müjdecisiydi
Almanya-İtalya-Japonya faşist blokuna karşı sürdürülen savaşta zaferin kazanılmasından hemen sonra ABD-Britanya kampı ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin önce daha yavaş ve üstü örtülü bir biçimde, sonraları daha hızlı ve açık bir biçimde bozulacaktı Britanya Başbakanı Churchillin, daha Almanyanın teslim olmasından önce, Sovyet, Amerikan ve İngiliz birliklerinin Nazi Almanyasının sınırlarına dayandığı Nisan 1945de,
“Birinci olarak, Sovyet Rusya hür dünya için öldürücü bir tehlike olmuştu İkinci olarak da, hiç vakit geçirmeksizin, Sovyetlerin ilerlemesini durdurmak üzere yeni bir cephe kurmak gerekir ” (A Maurois-L Aragon, Amerika-Rusya, Cem Yayınevi, İstanbul, 1969, İkinci cilt, s 146) dediği biliniyordu ABD ise Almanyanın teslim olduğu, ama Uzakdoğuda Japonyaya karşı savaşın henüz sürmekte olduğu 9 Mayıs 1945 günü Ödünç Verme ve Kiralama programını Moskovayı önceden bilgilendirmeye bile gerek duymaksızın tek yanlı bir eylemle yürürlükten kaldırarak Sovyetler Birliğine yapmakta olduğu askeri malzeme yardımını durduracaktı
2 Ekim 1998de Milliyette yayımlanan “Churchill, 3 Dünya Savaşını Çıkartacakmış” başlıklı haberde bu konuda başka ilginç, ama hiç de şaşırtıcı olmayan bilgiler sunuluyordu Zafer Arapkirlinin Londradan geçtiği haberde aynen şöyle deniyordu:
“İkinci Dünya Savaşının hemen sonunda İngiltere Başbakanı Winston Churchillin, Sovyetler Birliğine karşı Üçüncü Dünya Savaşını başlatmanın planlarını yaptığı bildirildi İngiliz arşivlerinde ortaya çıkan gizli belgelere göre, Sovyet lideri Stalinin, güneye inerek Türkiye, Yunanistan, İran ve Irakı işgal edeceği varsayılarak hazırlanan planlarda, ABD ve İngiliz kuvvetlerinin yanısıra, mağlup Alman kuvvetlerinin de Sovyetlere karşı taarruza geçmesi planlanmıştı
“The Daily Telegraph gazetesinin dün manşetten verdiği haberde, 29 sayfadan oluştuğu belirtilen gizli raporun ayrıntıları yeraldı Churchillin Operation Unthinkable (Akla Bile Gelmeyecek Harekat) adını verdiği harekatla ilgili planların, 22 Mayıs 1945 tarihinde, yani Avrupada savaşın sona ermesinden sadece 14 gün sonra hazırlandığı bildirildi 1 Temmuz 1945 tarihinde başlayabileceği tahmin edilen Üçüncü Dünya Savaşının Dresden ve Baltık kıyıları arasında bulunan toplam 47 İngiliz ve Amerikan tümeninin taarruzuyla başlamasının da planlandığı kaydedildi
“Belgelerde, Churchillin General Montgomery ve General Eisenhower ile birlikte yeni savaş planları hazırlamasına neden olarak, savaşın sona ermesinden kısa bir süre sonra Sovyet ordusunun 29 Haziran 1945 tarihinde yeniden Topyekun savaş alarmına geçirilmesi gösteriliyor Ancak daha sonraki gelişmeleri izleyen İngiliz hükümetinin, savaş fikrinden vazgeçip, bunun yerine savunma planlarına yöneldikleri de anlaşılıyor ”
Trumanın anılarında yazdığına göre, Japonyanın Nagazakinin bombalanmasının ardından kayıtsız koşulsuz teslim olmasından sonra, ABD Genelkurmayı, “Bombanın gizliliğinin muhafaza edilmesinin ve sürdürülmesinin şimdi her zamankinden daha fazla gerekli olduğu”nu düşünüyordu Hiroşimanın bombalanmasının üzerinden dört hafta bile geçmeden ABD Genelkurmayı, “saldırganlık güçlerinin bize karşı mevzilendiği netleşir netleşmez… gerektiğinde ilk darbeyi indirmeye” (Aktaran Tim Weiner, Blank Check, Warner Books, New York, 1991, s 24) hazır olunması gerektiğini ileri sürüyordu (4)
Anglo-Amerikan emperyalistlerinin niyetlerini açığa vuran bir başka veri, Martin Walkerın 1993de yayımlanan bir kitabında sunuldu Buna göre, ABD Genelkurmayı, İkinci Dünya Savaşının bitiminden yalnızca on hafta sonra Sovyetler Birliğinin en büyük 20 kentine atom bombaları atmayı planlamıştı (The Cold War: And the Making of the Modern World, Londra, s 26-27)
Kuşkusuz Soğuk Savaşın ilk salvoları arasında ABD ve bağlaşıklarının, Sovyetler Birliğine, dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarına karşı Alman ve İtalyan faşizminin kalıntılarının yanısıra Japon militarizminin kalıntılarıyla işbirliği yapmayı da içerecekti Çinde, Korede ve Güneydoğu Asya ülkelerinde gerçekleştirdikleri katliamlarla Alman Nazilerinden hiç de “geri” kalmadıklarını kanıtlamış olan Japon militaristleri Nazi liderlerinkini andıran sembolik bir yargılamayla yakalarını kurtaracaklardı İkinci Dünya Savaşının bitiminde ABDnin işgali altına giren Japonyanın başkenti Tokyoda toplanan askeri mahkeme, milyonlarca insanın kanını döken Japon militaristlerinin sivil ve askeri önderlerinden yalnızca yedisini darağacına çıkarabildi İmparator Hirohitonun başını çektiği bu savaş suçluları İkinci Dünya Savaşının ertesinde ve özellikle Soğuk Savaşın başlamasından hemen sonra, ABDnin önderlik ettiği “Hür Dünya”nın saygın kişilikleri oluverdiler
Asıl misyonları kapitalist-emperyalist dünya sistemini ayakta tutmak ve dünya işçi sınıfına, diğer emekçilere ve ezilen uluslara karşı, devrim ve sosyalizm “tehlikesini” önlemek amacıyla acımasız bir savaşım sürdürmek olan ABD emperyalistlerinin, Alman, Japon ve İtalyan faşizminin kalıntılarını kendi kanatları altına alması, nesnelerin doğası gereğiydi Anti-faşist savaşın temel hedeflerinden birisi olan denazifikasyon, yani faşizmden ve faşist öğelerden arınma ve emekçi halka karşı en korkunç katliamları gerçekleştirenlerin yargılanması ve cezalandırılması gibi Potsdam Konferansı tarafından da karara bağlanmış olan ilkesel yaklaşımlar, ancak Sovyet Kızılordusunun girdiği ve/ya da halk iktidarlarının kurulduğu ülkelerde gerçekleştirilebildi Buralarda, faşizmin sosyal dayanağını oluşturan büyük toprak sahipleri ve gerici burjuvazi mülksüzleştirildiler ve siyasal iktidardan uzaklaştırıldılar O günden bu yana yaşanan tarihsel deneyim, işçi sınıfının büyük öğretmenlerinin çok önceleri dile getirmiş olduğu bir gerçeği yeniden ve yeniden doğruladı: Sadece sömürüye ve zulme değil, kapitalist sınıf egemenliği sisteminin ürünü olan savaşlara son vermenin yolu da bu sistemi yıkmaktan, insanın insanı sömürmesine ve ezmesine son vermekten geçmektedir
|