Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
topluluklari, türk

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Türk Topluluklari

Afganistan Türkleri

Nüfusları 1800000 civarında olup yaşadıkları şehirler, Farab, Belh, Samangan, Kunduz, Tahhar ve Bedahşan'dır Bunlar Özbekler, Türkmenler, Kazaklar ve Kırgızlar olarak alt gruplara ayrılmış olup sürekli bir iç savaşın yaşandığı ülkede durumları belirsizdir Ancak Özbek General Raşid Dostum komutasındaki Özbekler, Taliban vb gruplara karşı mücadele vermektedirler

Afganistan'da Türk dilini konuşanlar genel nüfusun % 10'unu kapsarlar Türkçe burada üçüncü sırada dil grubudur Afganistan'da sağlıklı bir nüfus sayımı yapılamadığı için verilen değerler tahminidir Afganistan'daki Türk grupları şunlardır;

Özbekler: Afganistan'da, Farab, Belh, Mezar-ı Şerif, Samangan ve Kunduz'da yaşamaktadırlar Sayıları 1 ile 15 milyonu bulduğu sanılmaktadır Çiftçilikle ve hayvancılıkla uğraşırlar

Türkmenler: Ülkenin Kuzeybatısında yaşarlar Tahmini sayıları 200 bin civarındadır Bunlar Teke, Şalar, Sarık, Çekra, Mavrı, Tarık aşiretleridir Genellikle göçer vaziyette yaşamaktadırlar

Kırgızlar: Afganistan'ın kuzeybatısında Tahhar ve Bedahşan bölgelerine yerleşmişlerdir Sayıları 90 bin civarındadır Büyük çoğunluğu hayatlarını göçebe olarak sürdürmektedirler
Kazaklar : Sayıları azdır Tamamı göçebe olarak yaşarlar Çin bölgesinden göçebe olarak geldikleri zannedilmektedirAfganistan'da Türk dili konuşanların okuma-yazma oranları çok düşüktür Ekonomileri pamuk ve şeker pancarına dayanmaktadır Ayrıca hayvancılık önemli bir yer tutar Karakul koyunu ve el halıcılığı revaçtadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Ahıska Türkleri

1578 yılından 1828 Rus işgaline kadar Anadolu'dan bölgeye yerleştirilen ve Anadolu Türklüğü'nün ayrılmaz bir parçası olan Ahıska Türkleri'nin asıl vatanı bugünkü Gürcistan Cumhuriyeti'nin toprakları içinde kalan ve Türkiye ile komşu olan Ahıska, Ahılkelek, Aspinza, Adıgen ve Bogdanovka vilayetleridir Buraya yerleşen Türkler'e Ahıska Türkleri denmesinin sebebi ise bu vilayetleri içine alan bölgenin coğrafi isminin Ahıska olmasından ileri gelmektedir

Son 70 yılda 3 defa sürgüne uğrayan ve 1944 yılında kanlı diktatör Stalin'in hışmına uğrayan ve sürgüne tabi tutulan bir Türk grubu da Ahıska Türkleri'dir Ahıska Türkleri bu kanlı sürgünde SSCB'nin birçok bölgelerine dağıtılmışlar ve binlerce şehit vermişlerdir
Ahıska Türkleri bugün 13 Cumhuriyetin 264 değişik bölgelerinde yaşamaktadırlar Rusya Federasyonunu 28 yerleşim biriminde 70 bin, Kazakistan'da 145 bin, Azerbaycan'da 106 bin, Kırgızistan'da 57 bin, Özbekistan'da 30 bin, Ukrayna'da 18 bin, Türkiye'de 200 bin, çeşitli ülkelerde 3000 olmak üzere 629 bin Ahıska Türkü yaşamaktadır Bunların sosyal, kültürel ve eğitimle ilgili pek çok problemleri mevcuttur

Bulundukları ülkelerde oluşturdukları kültür merkezlerinde Ahıskalılar kimliklerini koruma mücadelesi vermektedirlerÖzbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan'da Ahıska Türklerinin kurduğu çok sayıda Türk Kültür Merkezinde bu çaba gösterilmektedirÖzbekistan'da bulunan Ahıskalılara ait kültür merkezi, Özbekistan Medeniyet Vakfı bünyesinde 1992 yılı başında "Türk Medeniyet Merkezi" adı ile kurulmuştur Merkezin başında Dr Ömer Salman bulunmaktadır Kazakistan Ahıska Kültür Merkezi 1991 yılında Dr Tevfik Kurdayev Haşimoğlu tarafından Almatı'da kurulmuştur Merkezde Türkçe, din bilgisi gibi dersler verilmektedir Ayrıca merkez, Türkiye'den Kazakistan'a giden Türk vatandaşlarına da kapılarını açmaktadırlarKırgızistan'da bulunan Ahıska Türkleri tarafından 1991 yılında kurulan Türk Medeniyet Merkezi'nin başında eski milletvekili İzzet Maksudov bulunmaktadır Bu üç merkezin stratejik açıdan önemleri çok büyüktür Türk, Kazak, Kırgız, Özbek kardeşlikleri arasında nifak tohumları ekmek isteyenlere karşı bu merkez mühim görevler üstlenebilecek yapılanmalar haline getirilebilir

Ahıska Türkleri'nin neden sürgüne tabi tutuldukları tam 47 yıl gizli tutuldu Gerekçe olarak bu 47 yıl boyunca ileri sürülen ise yalnızca tahmin edilen, varsayılan gerekçelerdi 1991 yılında sürgünle ilgili belgelerin önemli ölçüde yayınlanmasıyla konu açıklık kazandı SSCB'nin Halk İçişleri Komiseri Gürcü asıllı Lavrentiy Beriya, savaş sebebiyle bütün yetkileri elinde toplayan Devlet Savunma Komitesi Başkanı Gürcü İ V Stalin'e gönderdiği teklif niteliğindeki mektubunda (24 Temmuz 1944) "Gürcistan SSC'nin Türkiye sınırlı bölgelerinde oturan Türk nüfusun önemli bir kısmı yıllardır Türkiye tarafındaki akrabalarıyla temas etmek suretiyle muhaceret eğilimi içerisinde olup, kaçakçılık yapmakta, Türk istihbarat organları için casus angaje etme kaynağı oluşturmakta ve eşkiyaya insan gücü temin etmektedir" diyerek, bu sebeple 16700 hanenin (86 bin kişilik nüfus, bazı kaynaklarda bu rakam 91 bin olarak ifade ediliyor, ayrıca 40 bin kişi de askerde) Ahıska bölgesinde Orta Asya'ya sürülmesini ve bunların yerine de Gürcistan'ın toprak sıkıntısı çekilen kazalarından 7000 Gürcü hanenin iskan edilmesini teklif ediyordu

Bu teklifini bir hafta sonrasında Stalin tarafından imzalanan yukarıda zikredilen tarih sayılı Devlet Savunma Komitesi Kararıyla da "sürgün" başlıyordu İşin ilginç tarafı Beriya'nın hazırladığı gerekçeli teklif ile Stalin'in imzaladığı gerekçeli kararın aynı ifadelerden oluşmasıydı Şüphesiz ki bütün bunlardan daha ilginç olanı gerek teklifte, gerek kararda yer alan iddiaların gerçek dışılığı ve ciddiyetten uzaklığıdır

Türk toplulukları içerisinde kendi yönetimi olmayan tek Türk topluluğu olan Ahıska Türkleri kendi okulları ve yayın organları yoktur Yeni yeni kültür merkezleri, dernek veya cemiyet kurmaya başlamışlardır Geniş bir alana sürüldükleri halde Türklüklerinden hiçbir şey kaybetmemişler, bugüne kadar Türk adını şan ve şerefle yaşatmışlardır

Dede Korkut Kitabı'nda "Ak-Sıka" (Ak Kale), 481 yılına ait kayıtlarda "Akesga" adlarıyla anılan eski Oğuzlar beldesi Ahıska, Gürcüce "Yeni Kale" anlamına gelen Ahal-Thise'nin Türkçe ve Farsça şekli olarak da yorumlanmaktadır İslamın ilk fetihleri esnasında Hz Osman'ın hilafetine rastlayan dönemde Şam valisi Muaviye'nin kumandanlarından Habib b Mesleme tarafından ele geçirilen Ahıska, 1267-68 yıllarında da Moğolların hakimiyeti altına girmiş, daha sonraki yıllarda bölgenin yarı bağımsız valileri "Atabeğ"ler tarafından yönetilmiştir

Ahıska, Atabeğleri Lala Mustafa Paşa'nın, Çıldır Savaşı (1578) sonunda Osmanlı idaresine girdiler Son atabek Minüçihr Osmanlı'ya bağlılığını bildirerek müslüman oldu ve Mustafa Paşa adını aldı Bu tarihten sonra Ahıska yeni kurulan Çıldır eyaletinin merkezi haline getirildi ve tahriri yapıldı Ancak, Çıldır'ın savaşlarda harap olması üzerine Ahıska eyalet oldu, bir ara Safevilerin de eline geçen şehir, 1635 yılında tekrar Osmanlı hakimiyetine girdi 1828 yılında Rusların idaresine girinceye dek tam 250 yıl Osmanlının serhat şehri olarak kalan Ahıska Türkiye sınırlarından kopunca bu bölgede yaşayan Serhat Türklerinin kötü talihi de işlemeye başladı

1853-1856 Osmanlı-Rus savaşı esnasında bir kısım Ahıskalı Osmanlı ordusuna yardımcı oldukları gerekçesiyle üzerlerinde yoğunlaşan baskılardan kaçarak Erzurum'a sığındılar Yine bu savaş sonrasında Kars'ın Osmanlı sınırlarından koparılmasıyla Ahıska Türkiye sınırından bir hayli uzakta kaldı Bu dönemde Kuzey Doğu Anadolu'dan Ahıska bölgesine doğru bir Ermeni göçü yaşandı

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Balkanlarda Yaşayan Türkler

Türkler'in Balkanlara yerleşmesi çok eski tarihlere dayanmaktadır Türkler Balkanlar'a iki ayrı yoldan gelmişlerdir Birincisi Hazar Denizi-Karadeniz kuzeyinden, ikincisi ise güneyden Anadolu üzerindendir
Balkanlar'a gelen ilk Türk kavimleri MS 300 yıllardan itibaren Karadeniz'in kuzeyden geçerek bölgeye yerleşmişlerdir Bunlar Oğur (Utrugur, Kutrugur), Bulgar, Peçenekler, Oğuzlar, Kumanlar (Kıpçaklar) gibi Türk boylarıdır Ancak bu Türk kavimlerinin büyük bir çoğunluğu hıristiyanlığı kabul ederek Slavlaşmışlardır Sayıları yediyi bulan bu Türk boyları tarihçiler tarafından "Kayıp Türk Kavimleri" veya "Asimile Kavimler" "olarak adlandırılmıştır Tarihçilere göre Orta Asya'daki göçebe hayatını devam ettiren, bir türlü yerleşik ve organize olmayan bu boyları birbirleri ve/veya bölgedeki Bizans, Slav, Lâtin vb gruplarla girdikleri amansız çatışmalar, özellikle Slav ve Bizanslıların ideolojik baskıları sebebi ile kimliklerini kaybetmişlerdir

Balkanlar'a giren ikinci Türk kuşağı ise Anadolu üzerinden olmuştur Orta Asya'dan gelip Anadolu'ya yerleşen Türkler, Osmanlı Beyliği zamanında Çanakkale boğazını geçerek Balkanlar'a ayak basmış, 1526 yılında kazanılan Mohaç zaferi ile Balkanlar'da kesin ve mutlak Türk egemenliği başlamıştır Anadolu'dan seçme aileler Batı Trakya, Bulgaristan, Makedonya, Eski Yugoslavya ve Romanya'ya yerleştirilmiştir XIXnci yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamaya başlaması ile Balkanların yavaş yavaş yitirilmesi ve 1830 yılında Yunanistan'ın, 1878 Berlin Anlaşması ile Sırbistan, Romanya ve Karadağ'ın bağımsızlığının kabulü, 1909 yılında yapılan Petersburg anlaşması ile Bulgaristan'ın, 1911-12 Balkan Savaşı esnasında Arnavutluğun bağımsızlığını kazanması sonucu Balkanlar Türk hakimiyetinden çıkmıştır

Özellikle 1830 yıllarından sonra Balkanlar Türk insanı mezbahası haline gelmiş, Türk şehirleri yakılıp yıkılmış, Türk mal varlığı yağmalanmış, Anadolu'ya akın akın göç başlamıştır Bütün bunlar sonucu Türkler Balkanlarda kimliklerini muhafaza etmeye çalışan azınlık haline düşmüştür

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Batı Trakya Tüklüğü

Balkanlardaki Türk Kültürel varlığı şu andaki bilgilerimizin ışığı altında milattan hemen önceki yıllara kadar uzanmaktadır Bundan önceki dönemlere ait bir takım veriler son zamanlarda ortaya çıkmakla beraber kesin bir değerlendirme yapabilmek için yeterli görülmemektedir Balkanlardaki Türk kültürel varlığı iki koldan gerçekleşen kitlevi göçler sonucunda oluşmuştur Kuzeyden Onogur-Bulgar, Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak göçleri, güneyden de Oğuz Türklerinin göçleri ve yerleşmeleriyle Balkanlar Türkleşmeye başlamış, 14 ve 15 yy da tamamen Türk kültürünün hakim olduğu bir bölge haline gelmiştir
Bundan daha sonraki gelişmeler sonucunda Balkanlardan bir med-cezir hareketi gibi bir çekilme söz konusu olmuş, dünyadaki değişmeler, gelişmeler, kuzeydeki Slav kültürünün gelişmesi ve buradan gelen baskı ve çatışma, hem de politik mücadeleler ve aynı zamanlarda büyükçe bir sömürge imparatorluğu kurmuş olan İngiltere'nin baskıları arasında kalma sonucunda Balkan savaşına kadar Osmanlı adım adım geri çekilerek bugünkü Türkiye sınırlarına kadar ulaşmıştır 1912-1913 yıllarından sonraki gelişmelerle de son sınırlar çizilmiş, bununla beraber Türk kültürel varlığı bölgedeki hem Oğuz hem Kıpçak Tüklerinin bakiyeleri şeklinde hayatlarını devam ettirmektedir
Tabii bunların bir kısmı Türkiye üzerinden göçerek Balkanlarda iskan edilen Evlad-ı Fatihan torunları, Oğuz Türkleridir Diğerleri de yine kuzeyden gelerek yerleşen, Onogur-Bulgar, Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak Türkleridir Bütün bu Türkleridir Bütün bu Türk toplulukları günümüzün Türk kültür varlığını teşkil etmekle beraber aralarındaki çok küçük farklılıklar, içinde yaşadıkları kültürlerin yöneticileri tarafından kullanılarak birbirlerine düşman edilmeye de çalışılmıştır
1950'li yıllardan sonra Türkiye'deki siyasal değişime paralel olarak uygulanan yanlış politikalar sonucunda Balkanlardan Türkiye'ye göçler büyük ölçüde devam etmiş, göçmenleri oy deposu olarak gören bütün siyasi partiler belki de bilmeden Balkanlarda Türk kültür varlığının budanmasına, azalmasına yol açmışlardar Bütün bu gelişmelere rağmen, yine de Türkve Müslüman kültürel varlığı Balkanlarda aşağı yukarı 12 milyonluk bir nüfusu oluşturmaktadırlar
Günümüzde, Balkan ülkelerindeki Türk kültür evleklerinin yukarıda kısaca anlatılmaya çalışılan özellikleri sebebiyle teker teker ele alınarak değerlendirilmeleri de bir zaruret olarak ortaya çıkmaktadır Son 60-70 yıllık dönem içinde Balkan ülkelerinin büyük bir çoğunluğu komünist rejim baskısı altında kültürel açıdan deforme olmuş, bunun dışında kalan Yunanistan ise, Batı Bloku'na dahil olmasına rağmen, daha acımasız asimilasyon politikalarını uygulayarak Türk varlığının demografik verilere göre: normal nüfus artışıyla 500-600 bin kişiyi bulması icabederken, günümüzde 120 bin civarında bir Türk kültür varlığı Batı Trakya bölgesinde kalmış durumdadır Bu da; iki farklı ekonomik politikaya sahip olan kültürlerin bir noktada birleştiğini gösteriyor
Kültürel açıdan her iki rejim de aynı şekilde asimilasyon politikaları uygulanmıştır Yunanistan'nın uyguladığı asimilasyon politikaları daha ziyadre psikolojik olarak yıldırma, güven duygusunu azaltma, insanlar arasındaki güvensizliği aşılama, yaygınlaştırma ve bu şekilde göçe zorlama şeklinde olmuştur Buradaki soydaşlarımızın büyük bir kısmı Türkiye'ye diğer bir kısmı da Avrupa'nın değişik yerlerine ve bunun dışında kalan bir kısmı da Avustralya'ya yerleşmek, göç etmek zorunda kalmışlardır Buradaki kültürel kimlik savaşı halen devam etmektedir Bölgede kurulmuş olan hükümet dışı organizasyonların isimlerindeki Türk ismi, son yıllarda kaldırılmış, buradaki bütün hükümet dışı kuruluşlar, gönüllü kuruluşlar baskı altında varlıklarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar
Ayrıca, buradaki bütün soydaşlarımızın devlet memuriyetleri dahi engellenmekte, "Dikatsa" adı verilen kuruluş tarafından diploma denklikleri ve çalışma izin belgeleri soydaşlarımıza verilmemektedir Buna bağlı olarak Türkiye'ye doğru yönelmiş olan göç, hızlanmaktadır Eğitim de bu göçü hızlandırıcı bir faktör olarak yer almaktadır Yunanistan'daki liselerde ve üniversitelerde okuma imkanları elinden alınan soydaşlarımız büyük ölçüde Türkiye'ye göç ederek, gelecekleriyle ilgili eğitim imkanlarını pekiştirme çalışmaları içindedirler Bu da tehcir ve asimilasyonunun bir başka yönünü teşkil etmektedir
Lozan antlaşması (1923), Türk-Yunan Kültür antlaşması (1951), Türk-Yunan Kültür Protokolü (1968) başta olmak üzere en son AGİT tarafından kabul edilen Paris Şartı(1991) ve diğer deklerasyonlar gibi çeşitli milletlerarası hukuk belgesi tarafında güvence altına alınan ekonomik, sosyalve kültürel hak ve satatüleri itibariyle, Batı Trakya Türkleri, milletlerarası hukuk kuralları yönünden bir "etnik", yani milli "azınlık grubu" dur Söz konusu hak ve statülerinin gasp ve ihlal edilmesi, kısaca "azınlık" haklarının yanında "insan" ve "vatandaş" haklarından mahrum bırakılarak baskı ve ayrımlara tabi tutulması ise, bu grubun sosyolojik manada da etnik "azınlık grubu" statüsünde bulunduğunu ortaya koymaktadır
Çünkü, Louis Wirth'in de ifade ettiği gibi, fiziki ya da kültürel karakteristikleri sebebiyle ayrımcı ve eşit olmayan muamelelere hedef olan, tecrit edilen, bu sebeple de kendilerine kollektif ayrımcılığın özneleri olarak gören/diğerleri tarafından böyle görülen insan kategorisi, sosyolojik manada "azınlık" demektir Herhangi bir ülkede etnik, dini veya ırki bir grup hakkında böyle bir tanımın geçerli olması, o grubun diğer vatandaşlarla aynı haklara sahip olmadığına delalet etmektedir Yunanistan'da, Batı Trakya Tüklerinden başka Makedon, Arnavut, Ulah gibi "dini" grupların da sosyolojik manadaki "azınlık" statüsüne tabi oldukları gözönüne alındığındı, bu ülkedeki "demokrasi ve insan hakları" probleminin ne boyutta olduğu açıkça ortaya çıkar
Batı Trakya Türkleri'nin birçoğu kronikleşen ve artık toplum yapısını dezorganizasyona çözülmeye, dağılmaya uğratma yönünde sosyal ve kültürel etkilerde bulunan, bu itibarla da acil olarak çözüme kavuşturulması gereken başlıca problemleri ana hatları ile şöyle özetlenebilir;
Türk azınlığa yönelik Yunan politikasında başvurulan şu dört yol ya da yönteme dikkat çekmek gerekmektedir Kısaca Yunanistan;
a) İkili ve çok taraflı milletlerarası hukuk belgelerini doğrudan ihlal etmektedir
b) İkili ve çok taraflı milletlerarası hukuk belgelerinin hükümlerine ve ruhuna uygun olarak daha önce çıkardığı kanun, karaname, yönetmelik, tüzük vb iç hukuk düzenlemeleri iptal etmekte ve maksada uygun madde değişikliklerine giderek sözkonusu belgelerin hükümlerine ve ruhuna aykırı hale getirmektedir
c) Boşluk olan yerlerde, ihlal ve gaspları temin eden yeni iç hukuk düzenlemelerine başvurmaktadır
d) Daha önce ve özellikle de iç savaş (1945-1949) yıllarında kuzeyde gerilla savaşı yürüten gruplara, bağımsız Makedonya mücadelesi veren Makedonlara ve İtalyanlar ile birlikte ülkenin orta kesimlerinde bir Ulah devleti kurma savaşı veren Ulahlar'a ve bunların mal varlıklarına karşı çıkarılmış olan iç hukuk düzenlemelerini Türk azınlığa yöneltmektedir
Batı Trakya Türkleri'nin başlıca resmi temsil organı statülerine sahip olan 3 müftülük (İskeçe, Gümülcine ve Dimetoka) makamı, bilindiği gibi "kukla müftüler" tarafından işgal altında tutulmaktadır İşgale ilişkin senaryo, Gümülcine Müftüsü Hüseyin Mustafa'nın 1984'te, İskeçe Müftüsü Mustafa Hilmi'nin de 1990'da vefatı üzerine uygulamaya konmuştur Ortaya çıkan durum üzerine gerek İskeçe'de ve gerekse Gümülcine'de azınlık organlarının girişimi üzerine, 2345/1920 sayılı kanunun hükümlerine ve ruhuna uygun olarak camilerde seçim yapılmak suretiyle Mehmet Emin Aga, İskeçe, İbrahim Şerif Gümülcine müftüsü olarak resmi makamların onayına sunulması ihtilafına, her iki makam da kukla müftüler olarak bilinen Mehmet Emin Şinikoğlu ve Meço Cemali tarafından doldurulmuştur
Yukarıda izah ettiğimiz gibi, Yunan devleti, azınlığın en önemli kurumları olarak bilinen müftülükler üzerindeki bu haksız tasarrufu, 2345/1920 sayılı "Müftüler ve Başmüftü Seçimiyle, İslam Cemaatlerine Ait Evkaf Gelirlerinin Yönetilmesine Dair Kanun"'u iptal ederek, yerine 182/1991 sıyılı "Müftülük Müessesesi ve İlahiyat Okulu Kurulmasına Dair Esasları Düzenleyen Kanun Hükmünde Kararname'yi getirmek suretiyle gerçekleştirmiştir
Azınlık iradesinin hilafına gerçekleşen müftülük problemi, 182/1991 sayılı yeni düzenlemenin, azınlığın hak ve statülerini güvence altına alan milletlerarası nitelikteki hukuk belgelerinin hükümlerine ve ruhuna uygun olmadığına açıkça delil teşkil etmektedir
Çünkü, Tük azınlığın, diğer problemleri hakkında da geçerli olan bu durum Lozan antlaşmasının "Azınlıkların korunması bölümü"ndeki en can alıcı maddeyi teşkil eden 37 Madde tarafından adeta yasaklanmaktadır Yunanistan'a uyarlandğında, bu ülkenin şöyle bir yükümlülükle karşı karşıya olduğu açıkça görülmektedir
"Yunanistan, 38 Maddeden 44 Maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı hükümlerin temel kanunlar olarak tanınmasını ve hiçbir kanunun, hiçbir tanınmasını ve hiçbir kanunun, hiçbir yönetmeliğin (tüzüğün) ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını ve hiçbir yönetmelik (tüzük) ve hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir"
Kaldı ki, bu ülkenin At'ye üyeliğinde esas teşkil eden Yunan Anayasası'nın (1975) 28 Maddesi de, sözkonusu yükümlülüğü daha genel manada pekiştirmekte ve teyid etmektedir
Buna göre Yunanistan;
"Devletler Hukuku genel ülkelerinin ve onaylanak yürürlüğe giren uluslar arası anlaşmaların, Yunan milli hukukunun bir parçası olduğunu ve kendilerine ters düşen kanun hükümlerine nazaran önceliğe sahip bulunduklarını" kabul etmektedir
Cemaat İdare Heyetleri (CİH)ne gelince, müftülükler bünyesinde, azınlık vakıf mal ve mülklerinin idaresinden sorumlu olan bu kurallara yönelik çirkin Yunan emellerine dair ilk müdahale çok erken yıllarda daha 1946 yılında gerçekleştirilmiştir Bu yıl işbaşına gelen Panagi Ksaldaris hükümeti İskeçe'deki Cemaat İdare Heyeti'ni dağıtmış, yerine 1950 yılına kadar görev yapacak olan "işbirlikçi" bir komisyon atamıştır
Türkiye ile Yunanistan arasındaki temkinli olmakla birlikte başlayan yakınlaşma politikası, 1960 ve 1964'teki ertelemeler hariç, CİH seçimlerinin 1967'ye dek düzenli olarak devam etmesini sağlamıştır Müdahaleler, 1967'de işbaşına gelen Albaylar Cuntası tarafından yoğunlaştırılmıştır Cunta idaresi, bir yandan "Türk" ibareli okul levhalarını yerinden sökerken, diğer yandan da CİH'ni dağıtmaya, 20 küsur yıl sonra yerlerini alacak olan " kukla müftüler"e hazırlık mahiyetinde "kukla CİH" atamaya başlamıştır Bu çerçevede, Dedeağaç'taki müftülük makamının münhal bulunmasından istifade ederek "Dedeağaç'ta müftülük bulunmadığı" gerekçesiyle, burada görev yapmakta olan CİH'nin lağvedildiğini duyurmuştur
CİH konusunda şunu ilave etmek gerekmektedir ki, Tükler'in daha yoğun olarak yaşadıkları Gümilcine'deki kukla CİH'nin kukla Başkanı Hafız Yaşar adı, Türk azınlık arasında "baş hain" sıfıtı ile özdeşleşmiştir Şu kadarını söylemek gerekirse, onun tayin edildiği dönemde Başkanlığını yaptığı CİH tarafından işletilen öğrenci yurdundaki 79'u fakir 113 öğrenciye azınlığın hali vakti yerinde aileleri tarafından yapılan yardım durdurulmak zorunda kalmıştır
Ezcümle, müftülükler gibi, Batı Trakya'daki CİH de bugün kukla üyeler ve başkanları tarafından idare edilmektedir Gümülcine CİH'nin başı ise Hafiz Yaşar'ı aratmayacak keyfiyete ve yetki genişliğine sahip Abdülhalim Dede tarafından doldurulmuş bulunmaktadır
Batı Trakya Türkleri arasında Lozan antlaşmasının hemen akabinde ortaya çıkan "Türk" adı altındaki birlikler-dernekler; Türk azınlığın daha çok erken yıllarda TC Devleti'ndeki oluşuma paralel olarak "ümmet" değil "millet" şuuru taşıdığına ve bu şuura istinad eden bir sosyo-kültürel değişme sürecine girdiğine delil teşkil etmektedir "Ümmet" şuuru esasına dayanan birliklere-derneklere azınlık arasında gösterilen cılız itibar giderek tamamen ortadan kalkar ve bu fikir sahiplerinin birçoğu "millet" şuurunu benimserken, 1927'de ortaya çıkan "İskeçe Türk Birliği", onu 1928'de izleyen "Gümülcine Türk Gençler Birliği" ve 1936'da kurulan "Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği"nin, sosyal ve kültürel fonksiyonları vasıtasıyla azınlık arasında toplumsal birlik ve bütünleşmenin gelişmesinin gelişmesine yaptıkları katkılar inkar etmek mümkün değildir İşte bu önemli fonksiyonları itibarıyla üç kardeş olarak bilinen bu birlikler-dernekler aleyhindeki ilk Yunan işlemi 1984 yılında başlatılmış, 1988 yılında da varlıklarına resmen son verilmiştir
Seneryo, önce bu derneklerin isimlerinde yeralan "Türk" ibaresinin "Batı Trakya'da Tük vatandaşları bulunduğuna dair izlenim verdiği" gerekçesiyle kaldırılması (Kasım, 1984), ardından "zararlı faaliyet gösterdikleri" gerekçesiyle kapatılması (Mayıs, 1985) istemiyle Gümilcine Valisi N Papadimas tarafında davalar açılması suretiyle uygulamaya konmuştur Bilindiği gibi, nihai temyiz mahkemesi niteliğindeki Yunanistan Yüksek Mahkemesi (Areios Pagos) 20 Kasım 1987 tarihinde "Batı Trakya'da Türk olmadığı" (başlangıçtaki gerekçe bu şekle dönüştürülmüştür) gerekçesiyle üç birliğin-derneğin isimlerindeki "Türk" ibaresinin kullanılmasının yasaklanmasına ve 5 Ocak 1988 tarihinde de bu birliklerin-derneklerin "zararlı faaliyet gösterdikleri" gerekçesiyle kapatılmasına dair mahkeme karalarını onaylamıştır
Bilindiği gibi, Batı Trakya'da Türk varlığını ve bu varlığın 1927'den itibaren uluslar arası hukuk belgelerinin hükümlerine ve ruhuna uygunluk arzeden Yunan kanunlarına göre sosyal ve kültürel faaliyet gösterdiğini inkar anlamına gelen bu iki karar, azınlık tarihinde ilk kez Türklük mitinginin düzenlenmesine ( 29 Ocak 1988) vesile teşkil etmiştir Yine çok iyi hatırlanacağı üzere, Türklük mitinginin 2 Yıldönümü olan 29 Ocak 1989 tarihi, Yunan gizli teşkilatları tarafından harekete geçirilen çapulcu Yunan fanatikleri tarafında azınlık tarihine "Yunan vandalizmi " olarak geçmiştir Çapulcu ve fanatik Yunanlılar tarafından düzenlenen taşlı-sopalı saldırılarda 30 Türk yaralanmış, 270 Türk dükkanı tahrip ve yağma edilmiştir
Dünya hukuk tarihinde skandal ve ulusal hukuk açısından kabul edilemez çelişki olarak söz konusu iki kararın iptal edilmeleri için başlatılan girişimlerin acilen devam ettirilmesi gerekmektedir Türk azınlığın hak ve statülerini güvence altına alan ikili ve çok taraflı düzenlemeler ile söz konusu kararların kesinlikle bağdaşmadığı açıkça ortadadır Ulusal hukuk açısından baktığımızda, bu kararlar, iptal edilmiş olmasına rağmen, Yunan hukuk tarihinde yerini alan 3065/1954 sayılı (Mareşal Papagos Kanunu olarak bilinen) "Azınlık Okulları Eğitim Kanunu" ve bu kanunun uygulanmasına dair hassasiyeti ortaya koyan Trakya Genel Valisi F Fessopoulos'un A 1043 ve A202 sayılı genelgeleri yanyana düşünüldüğünde komedi açıkça ortaya çıkmaktadır
İlgili kanun, azınlık okulların levhalarında nerede varsa "Müslüman/Müslümanca" ifadelerinin, doğrusu olan "Türk/Türkçe" ifadeleriyle değiştirilmesini öngörmekte, genelgeler ise eski haliyle kalmaya devam eden birkaç okul levhasındaki ilgili değişikliğin derhal yapılmasını emretmektedir
Azınlık hakkı olması yanında, Batı Trakya Türk çocuklarının bir insan ve vatandaş hakkı olarak sahip olmaları gerektiği düşünülen eğitim hakkının ve buna istinaden tecelli eden Türk anne-babaların çocuklarını eğitim veren kurumlara (okullara) gündeme hakkının kullanılması görevinin yerine getirlmesi, Yunan makamları tarafından öteden beri engellenmektedir
Yunan makamları, eğitim sahasına ilk müdahelesini 1972 yılında gerçekleştirmiş, yukarıda geçen 3065/1954 sayılı "Azınlık Okulları Eğitim Kanunu"un bazı maddelerini değiştirmek suretiyle "Türk/Türkçe" ibarelerin yerine, Yunanca'da "azınlık" ve "müslüman" kelimelerinin kısaltılmışı olan ancak tam olarak hangisini karşıladığı belli olmayan "M/kon" ibaresinin kullanılmasına dair düzenlemedir Yine, 695/1977 sayılı "Azınlık Okulları ile SÖPA Öğretim ve Denetim Kadrosunun Meselelerinin Çözümüne İlişkin Kanun" çıkartılmak suretiyle, azınlık üzerinde bazı emeller istikametinde kurulmuş bulunan "Selanik Özel Pedagoji Akademisi" mezunlarının azınlık okullarına öncelikli olarak atanmaları sağlanmıştır
Bu çerçevede, zaten 1960'lı yıllardaki öğretmen kıyımına ek olarak, Türkiye'den görev yapmak üzere gelecek TC vatandaşı öğretmenlerin ve yine Türkiye'deki öğretmen okullarından mezun olan Yunan vatandaşı Türk öğretmenlerin azınlık okulların girişleri kapatılmıştır Neticede, Elmalı ve Karaçanlar Türk okullarında örnek olay niteliğinde görülen Türk velilerin ilkokul öğrenimi yapmak üzere çocuklarını Türkiye'ye gönderme süreci başlamış ve bu durum günümüze dek genişleyerek gelişmiştir Hiç şüphesiz, bu velilerin büyük çoğunluğu, çocuklarınınTürkiye'de yerleşmesini istemekte, bu durum ise kendilerini göçe ya da Türkiye'de yasal olmayan bir şekilde ikamet etmelerine yol açmaktadır Bu çerçevede, azınlığa mensup SÖPA mezunları arasında kendilerine tevdi edilmek istenen bol kazançlı "propaganda amaçlı eğitim hizmeti"ni reddetme yönündeki eğitimin giderek güçlenmekte olduğunu gözardı etmemek gerekmektedir
Çünkü bilindiği gibi 1991 yılında merhum Dr Sadık Ahmet tarafından "Yunanlı Türk'e Türkçe Öğretemez" sloganı ile başlatılan Yunan tarihine, bayrağına sevgi aşılamaya ve Türk çocuklarında Yunan milli şuuru oluşturmaya yönelik muhtevaya sahip Yunanlılar tarafından Türkçe okuma kitaplarını boykot hareketine çok sayıda SÖPA mezunu da katılmıştır Yunanistan'da zorunlu eğitim 6 artı 3 temelinde 9 yıl olarak uygulanırken, Türk azınlık çocukları için bu 6 yıl(ilkokul) ile sınırlıdır Türçe kitapların muhteva ve sayı itibarıyla yetersizliği, azınlık okullarında ihtiyaç duyulan başlıca eksikliktir
Mevcut iki azınlık oraöğretim kurumunda (İskeçe Karma Azınlık Lisesi ve Gümilcine Celal Bayar Lisesi) had safhaya ulaşan bu eksiklik, Türk öğrencilere Türkçe okudukları derslerde Yunan dilinde imtihana girmeleri yönünde getirilen değişiklik ve öğrenci taleplerinin kura ve imtihan ile karşılanması şeklindeki uygulama, söz konusu iki öğretim kurumunu zaman zaman kapanma noktasına getirmiştir Bugün, bu okullarda okumakta olan öğrenci sayısı iyimserlik yaratmakla birlikte, mevcut meselelerin söz konusu her an kapanma noktasına getirebilceği gözardı edilmemelidir Şu kadarını ilave etmelidir ki, her yıl Türkiye'deki üniversite giriş sınavlarına katılan 600-800 arasındaki Batı Trakyalı Türk öğrencilerin 40-50'si dışındakilerBatı Trakya'daki değil, Türkiye'deki liselerden mezun olmuşlardır
Bunların yanısıra Batı Trakya Türkleri'nin karşı karşıya oldukları problemler, toprak ve arazi gasplarından, seyahat hürriyetinin kısıtlanmasına, tedhiş ve saldırı olaylarına kadar uzamaktadır Bu konular, başlı başına bir araştırma konusu olacak kadar geniş ve karmaşıktır 21 Yüzyıla girerken, demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden, gerçekde dönem dönem Rus sömürgeciliğinin, bazen de Batılı imparatorluk kalıntılarının oyuncağı olan Yunanistan'ın insan hakları ihlalleri konusunda dünya kamuoyunda yeterince teşhir edilemediği ortadadır Bu konu ile ilgili olarak hayatına Batı Trakya Türklüğü'nün insan hakları davasına adayan ve acı bir tesadüf sonucu, Lozan antlaşmasının ve Yunanistan'da demokrasiye geçişin yıldönümü olan 24 Temmuz 1995 tarihinde şehit olan büyük Türkçü, dava ve mücadele arkadaşımız Dr Sadık Ahmet'i bir kere daha rahmetle anıyoruz

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Bulgaristan Türkleri

Kısa Bilgi

Nüfusları 1200000 olup bulundukları başlıca şehirler :Sofya, Şumnu, Kırcaali, Filibe, Dobruca, Varna, Rusçuk, Silistre, Plevne, Tınova, Sofya

Tarihçe
Güney Rusya bozkırlarından 7 yüzyılın başlarından itibaren çeşitli sebeplerle göç eden ve Balkan Yarımadasına gelen Bulgarlar, aslında Türk soyludurlar Ancak yeni geldikleri bu bölgede zaman içinde Slav halkları tarafından asimile edilmişler, kültürel kimlik bakımından büyük çoğunluğu Slavlaşmıştır15 yüzyıldan sonra Osmanlı Devleti Anadolu'dan Türk nüfusu getirerek bölgeye yerleştirmiştir Buna rağmen genel nüfus içinde Türkler hep azınlıkta kalmışlardır

Nüfus
Bulgaristan 1940'ta Türk nüfusun yoğun olduğu Dobruca'yı yeniden elde etmiş ve o günden sonra da sınırlarda değişiklik olmamıştır Dobruca bölgesinde Türklerden başka Türk dili konuşan iki Türk azınlık daha bulunmaktadırBunlar, sayıları 7 bin kadar olan Tatarlar ve Gagavuzlardır Bulgarlar ülkedeki azınlıkları sürekli asimile etmeye çalışmış; 1984-1985 yıllarında ise Türkçe isimleri yasaklayarak göçe zorlamıştır Türkler bu hadiseye tepki göstermiş; ancak, 1989 yılında 160000 kadar Türk Türkiye'ye göç etmiştir Sonraki yıllarda bu sayı 300 bine ulaşmıştır1985 yılından sonra Bulgaristan'da kalan Türkler, bazı alanlarda Bulgar yurttaşların hak ve hürriyetlerine sahip olmuşlardır1965 nüfus sayımı verilerine göre Türkler 850 bin'e yakın sayıları ile genel nüfusun % 10'unu oluşturmaktaydılar 1985 sayımında ise Türk nüfus 1600 bin civarına ulaşmıştı Bu durumda Türkler, genel nüfusun % 15'ini teşkil ediyorlardı Bu nüfus yoğunluklarıyla Bulgaristan'da Türk toplumu en kalabalık azınlık durumundaydı 1989'dan sonra gerçekleşen göçler, bu sayıyı aşağı çekmiştirNüfusun büyük çoğunluğu çiftçilik ve hayvancılıkla geçimini sağlamaktadır

Göçler
Balkan Türklüğü, 1940 tarihinden itibaren sürekli olarak Türkiye'ye göç vermiştir 1944'e kadar 140 bin kişi, 1950-1951'de 155 bin kişi, l978 yılında ise 130 bin kişi Türkiye'ye gelmiştir 1989 yılındaki göçmen sayısı ise 160 bin civarındadır Bu göçlerden sonra Bulgaristan Türkleri kırsal alanlarda kalmışlardır

Siyasi Varlıkları
1993'den sonra Bulgaristan'da Türklerin "Hak ve Özgürlükler Partisi" Bulgar Parlamentosu'nda yerini almış ve üçüncü siyasi güç olarak 15 milletvekili çıkarmıştır Ülkede halen 27 Belediye başkanı, 653 köy muhtarı Türk'türDevlet dinî kurumları denetim altında tutmakta ve dini çalışmaları yönlendirmektedir2001'de yapılan seçimlerde ise 30 milletvekili çıkararak Bulgaristan'da ciddî manada siyasî bir güç olmuştur

Eğitim
Bulgaristan'da eğitim devlet denetimindedir Ülkede konuşulan Türkçe, Türkiye Türkçesine oldukça yakındır Türkçe ilk yıllarda azınlık okullarında öğretim dili olarak okutulurken daha sonra kaldırılmıştır (1960) 1939' da Türklerin yüzde 15'i okula giderken 1957' de bu oran yüzde 97'ye çıkmıştır 1993'ten sonra ise yeniden Türkçe eğitim başlamıştır Bulgar Millî Radyosu'nda Türkçe yayınlar başlamış, "Filiz Gazetesi" adlı Türkçe bir gazete yayına girmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Bulgaristan Türkleri

BULGARİSTAN

1989 yılından itibaren dışa açılma ve liberalizasyon sürecine giren Bulgaristan Cumhuriyeti 110910 km2'lik yüzölçümüne ve 1995 verilerine göre % 0,3 nüfus artışı oranıyla 8,4 milyon nüfusa sahiptir Nüfusun % 85'i Bulgar, % 8,5 Türk, % 2,6 Çingene, % 2,5 Makedon, % 0,3'ü Ermeni, % 0,2'si Rustur
Kuzey ve güneydoğu bölgeleri dağlık olan Bulgaristan'ın diğer bölgeleri ise ovalıktır 608 kmsi Romanya Cumhuriyeti, 494 kmsi Yunanistan Cumhuriyeti, 318 kmsi Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, 240 kmsi Türkiye Cumhuriyeti ve 148 kmsi Makedonya Cumhuriyeti'yle olmak üzere 1808 km kara sınırına sahiptir Başlıca doğal kaynakları boksit, bakır, kurşun, çinko, kömür, kerestedir Arazinin % 34'ü ekilebilir alan (Devamlı ekilen alan %3-5 arasında değişmektedir), % 18 mera ve otlaklar, % 35'i ise ormanlık alandır

İdari açıdan 9 bölgeye ayrılan Bulgaristan, tek taraflı 240 üyeli Ulusal Meclise sahiptir 19 Nisan 1997 tarihinde yapılan erken seçimde halkın % 52,23 oyunu alan Birleşik Demokratik Güçler lideri İvan Kostov başkanlığında 21 Mayıs 1997'de kurulan hükümet görev yapmaktadır240 sandalyeli Bulgaristan Parlamentosunda Ulusal Selamet İttifakı içinde yeralan Hak ve Özgürlük Hareketine mensup 15 Milletvekili ile Birleşik Demokratik Güçler içinde yeralan 1 milletvekili olmak üzere Türk azınlığından toplam 16 Milletvekili bulunmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Ekonomik Durumu

Belirtileri daha önceden ortaya çıkmakla birlikte 1997 yılı Bulgaristan için önlenemez bir kriz yılı olmuş ve Bulgaristan hiperenflasyon yaşamıştır Ocak 1997'de leva güç kaybederek, bir $ karşılığı 3270 Leva'ya kadar yükselmiş, seçim kararının alınmasıyla birlikte mart ayında $ leva paritesi 1588'ye kadar düşmüş, Şubat 1997 ayında yaşanan aylık %242,7 enflasyon oranından mart ayı enflasyonu %12,27'ye inmiştir
Bu aşamada, IMF krizin kontrol altına alınmasıyla ilgili destek vermiş, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği'yle birlikte, ülkeyi seçime götürecek geçici Hükümetle anlaşmaya varılarak gerekli kredi ve yardım sağlanmıştır Kısa süre içerisinde Şubat 1997 ayında 400 milyon $' düşen döviz rezervleri Mayıs 1997 ayında 1,640 milyon $'a yükselmiştir 21 Mayıs 1997 tarihinde yapılan seçimlerle birlikte Hükümet, İvan Kostov başbakanlığında, Demokratik Güçler Birliği tarafından kurulmuştur Ciddi bir ekonomik krize sürüklenmiş Bulgaristan'da yıl içerisinde ekonomik dengeler yeniden kurulmaya başlamıştır IMF ve Dünya Bankasının önerisiyle 1 Temmuz 1997'de uygulamaya geçen Para Kurulu'yla birlikte bire bir sabit pariteyle bin Leva bir Alman Markına endekslenmiş ve yılın ilk üç ayında 1000 seviyesinde gerçekleşen enflasyon kontrol altına alınmış ve yıl sonunda % 578,6'lık bir enflasyon oranına ulaşılmıştır Gayrı Safi Milli Hasıla'nın 6,3 olarak öngörülen 1997 bütçe açığı % 3,1 olarak gerçekleşmiştir Harcamalar kısıtlanmış, Katma Değer vergisi %18'den % 22'ye yükseltilmiş ve bütün ürünler için aynı rakam öngörülmüştür Vergi toplanması işlemine ağırlık verilmiştir 1996 yılında %10,6 oranında düşen GSMH, 1997yılına da % 7,4 oranında düşme göstermiş ve 9,2 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir

Döviz rezervleri 1997 yılında 2,4 milyar dolara yükselerek aynı zamanda Bulgaristan'ın tarihindeki en yüksek rezerv miktarına da ulaşılmıştır Bulgaristan ekonomisindeki bir başka sorun 9,7 milyar Dolar olan dış borçtur Dış borçların büyük çoğunluğunu yüksek faizli ticari krediler oluşturmaktadır Kısa vadeli borçların toplamı dış borç yükü içerisinde % 13'dür 1998 yılı için 1 ,2 milyar dolar dış borç ana para ve faiz ödemesi yapılması öngörülmüştür1992 yılından buyana yapılan özelleştirme kapsamında Bulgaristan'daki işletmelerin % 20,5 özelleştirilmiştir Sanayi üretiminde özel sektörün payı % 30'lar seviyesindedir Özel sektörün genel ekonomi içerisindeki payının üç yıl içerisinde % 70'i aşması beklenmektedir Hükümet önceliklerini özelleştirme ve yabancı yatırıma vermiş bulunmaktadır 1992 yılından buyana gelen yabancı sermaye 1,4 milyar Dolardır 1997 yılında 636 milyon dolar olmuştur 1997 yılı içerisinde ilk sırayı 262 milyon dolarlık yatırımla Federal Almanya almaktadır

Bulgaristan ekonomisi mali istikrarın sağlanması ile büyüme ikilemi arasında kalmıştır 1994 yılında % 1,8, 1995 yılında % 2,1 olarak gerçekleşen büyüme oranı 1996 yılında % -10,9 olmuş ve 1997 yılı büyüme oranı ise gene negatif olarak belirmiş ve % - 8' seviyesinde kalmıştır Hükümet 1998 yılı için % 4'lük büyüme beklentisindedir
Türkiye-Bulgaristan Dış Ticareti 1987 yılına kadar Bulgaristan ile olan ticari ilişkilerimizde ihracatımız, bazı yıllar artış göstermişse de ithalatımız genelde ihracatımızın üstünde gerçekleşmiştir

1987 - 1989 döneminde Türkiye lehine bakiye veren dış ticaret dengesi, Bulgaristan'da görülen dışa açılma ve liberalizasyon sürecine bağlı olarak iki ülke arasındaki ekonomik işbirliğinin gelişmesine yol açmış, 1990 yılından itibaren bu ülkeden yapılan yüksek ithalata paralel, dış ticaret dengesi bu defa Türkiye aleyhine gelişme göstermiştir
1990 yılında 42 milyon dolar olan iki ülke dış ticaret hacmi , 1991 yılında % 414'lük bir artış göstererek 216 milyon dolara ulaşmış, 1993 yılında ise 329 milyon dolar seviyesine gelinmiştir Ancak 1993 yılı içerisinde Türkiye'nin Bulgaristan'a ihracatı 862 milyon dolar iken, bu ülkeden ithalatı 2432 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir

1995 yılı değerlendirildiğinde ise, ihracatımızın bir önceki yıla göre yaklaşık % 37 oranında artış gösterdiği, buna karşılık ithalatımızın % 106 oranında arttığı gözlenmiştir Böylece 1990 yılından itibaren sürekli artan dış ticaretimizdeki bu açık, takip eden yıllarda da devam etmiş ve 1995 yılında en yüksek rakama ulaşmıştır1996 yılında ülkemiz verilerine göre, Bulgaristan'a yönelik ihracatımız 152,9 bin dolar, ithalatımız ise 358 bin dolar olarak gerçekleşmiş, 511 bin dolarlık ticaret hacmine ulaşmıştır 1997 yılında ise, gene ülkemiz verilerine göre, Bulgaristan'a yönelik ihracatımız 170,0 milyon dolar, ithalatımız ise 366,5 milyon dolar olmuştur Bu çerçevede ticaret hacmimiz 536,5 milyon dolar olarak gerçekleşmiş, 196,5 milyon dolarlık dış ticaret açığı verilmiştir

Ülkemiz dış ticaret rakamlarıyla farklılıklar arz eden Bulgaristan Ulusal İstatistik Enstitüsü rakamlarına göre 1996 yılı sonu itibariyle Bulgaristan'dan Türkiye'ye yapılan ihracat toplam 368 milyon dolar olarak gerçekleşirken, Türkiye'den yapılan ithalat 91 milyon dolar olarak gerçekleşmiş, iki ülke ticaret hacmi 459 milyon dolara ulaşmıştır 1997 yılında ise, Bulgaristan ülkemizden 101,6 milyon dolarlık ithalat gerçekleştirmiş, karşılığında 442,3 milyon dolarlık ihracat yapmıştır
1997'de Bulgaristan'ın en çok ihracat yaptığı ülkeler arasında Türkiye 442,3 milyon dolarla 3 sırada yer almıştır ilk iki ülke 575,1 milyon dolarla İtalya, 468,1 milyon dolarla Almanya'dır Türkiye'ye ihracatı Bulgaristan'ın toplam ihracatının % 9'unu teşkil etmiştir
1997'de Bulgaristan'ın en çok ithalat yaptığı ülkeler arasında ise, Türkiye 10 sırada yer almıştır İlk dokuz ülke 1374,8 milyon dolarla Rusya, 563,2 milyon dolarla Almanya, 347,1 milyon dolarla İtalya, 206,4 milyon dolarla Yunanistan, 181,2 milyon dolarla ABD, 176,6 milyon dolarla Fransa, 126,9 milyon dolarla İngiltere, 118 milyon dolarla Avusturya'dır Türkiye'den ithalatı, Bulgaristan'ın toplam ithalatının %2,08'ini oluşturmuştur

Bulgaristan, 1997 yılında en çok ticaret fazlasını 340,7 milyon dolarla Türkiye'yle ticaretinden elde etmiştir bu hususta Türkiye'yi 228 milyon dolarla İtalya, 199,5 milyon dolarla Yunanistan, 104,1 milyon dolarla İspanya, 71,9 milyon dolarla Makedonya'yla ticaretten sağlanan fazlalar izlemektedir Türkiye'yle ticaretten elde edilen fazlalık Bulgaristan'ın 1997'de toplam 28,1 milyon dolarlık fazlalığının 8,24 katını teşkil etmiştir

Türkiye'nin Dış Ticaretinde Bulgaristan'ın Yeri: 1995 yılı genel ihracat toplamı 216 milyar dolar olan Türkiye'nin ihracatında, ilk on ülke 134 milyar dolarlık ihracat ile % 62'lik bir paya sahip iken, 183 milyon dolarlık ihracat ile Bulgaristan, % 08'lik bir payla 24 sırada yer almaktadır

Buna karşılık, 1995 yılında 357 milyar dolar olarak gerçekleşen Türkiye'nin genel ithalatının 231 milyar dolarlık kısmı, ihracat sıralamasında ilk on sırayı alan ülkelerden gerçekleştirilmiş olup, genel ithalat sıralamasında 402 milyon dolarlık ithalatla 19 sırada yer alan Bulgaristan'ın bu sıralamadaki payı % 11 civarındadır 1996 yılında Türkiye'nin 23,224 milyon dolarlık genel ihracatı içerisinde Bulgaristan'a ihracatımız 153 milyon dolar, 42,627 milyon dolarlık genel ithalatımız içinde ise Bulgaristan'a ithalatımız 358 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir

1997 yılında ise, 26,245 milyon dolarlık genel ihracatımız içinde, Bulgaristan'ın 170 milyon dolarlık ihracat, 48,585 milyon dolarlık ise ithalat payı bulunmaktadır Türkiye ve Bulgaristan arasında var olan coğrafi yakınlık ve diğer olumlu etkileşimlerin, ticari ilişkilerin gelişmesinde iki tarafın lehine olacağı düşüncesini oluşturmakla birlikte, Türkiye Bulgaristan dış ticaret rakamlarına bakıldığında, karşılıklı olarak her iki ülkeyi de etkileyen çeşitli nedenlerden ötürü, ticari ilişkilerde istenilen seviyelere ulaşılamamıştır

Türkiye ve Bulgaristan arasında ithalat ve ihracata konu olan mal gruplarına bakıldığında, Türkiye Bulgaristan'dan ağırlıklı olarak petrokimya ürünleri, kimyasal madde, hububat ve demir çelik sektörlerinde hammadde ve yarı mamul ithal etmekte buna karşılık dokumacılık ürünleri, muhtelif gıda maddeleri, elektronik ekipman ve yedek parça gibi nihai ürün ihraç etmektedir Nitekim, görüşülen yetkililer Bulgaristan'ın ülkemizin bir hammadde temin eden ülke uzantısı olmasından endişe ettiklerini belirtmektedirler Yabancı yatırımlar bakımından diğer Doğu Avrupa Ülkeleri kadar itibar görmeyen Bulgaristan'da , yabancı yatırımların ülkelere dağılımında Türkiye 1626 yatırımla birinci sırada yer almaktadır Ancak yapılan yatırımlar büyüklükleri itibariyle değerlendirildiğinde 17 sırada yer almaktadır

Diğer taraftan reformların başlamasından itibaren Bulgaristan'da yapılan yabancı yatırım tutarı 1997 yılı sonu itibariyle 1,2 milyar dolar olup, istatistiklere göre Türk yatırımcıları tarafından yapılan yatırım tutarı 14,7 milyon dolardır (3091998 tarihi itibariyle 34,5 milyon $)

Bulgaristan iç pazarında satılan gıda, tekstil ürünleri, cam ürünleri ve temizlik maddelerinin büyük bir kısmının ülkeye bavul ticareti yoluyla sokulduğu bilinmekle birlikte kayıt dışı ticaretin boyutları konusunda istatistiki bilgi bulunmamaktadır Bu yolla ülkeye sokulan malların bir kısmının kalitesiz olması, ülkede Türk mallarına karşı olumsuz bir imaj doğmasına neden olmuş, ancak bu olumsuz etkileşim son yıllarda pazara giren büyük Türk firmalarının getirmiş oldukları ürünlerle kırılmaya çalışılmaktadırBulgaristan'da, Bulgaristan Ticaret ve Sanayi Odasına kayıtlı olan ancak verilerin eksikliği nedeniyle kendilerine tesbit amaçlı ulaşılması da oldukça zor olan 1378 civarında Türk sermayeli şirket mevcuttur Bu şirketler ağırlıklı olarak küçük ve orta ölçekli şirketlerdir Ancak, uzun ve zahmetli bir süreçten geçerek kurulan bu şirketlerin büyük bir bölümü göstergelik olarak kurulmuş olup, işlem hacimleri yoktur

Bulgaristan'daki firmalarımızın sayısı bilinmemektedir Bulgaristan Ticaret ve Sanayi Odası'na kayıt zorunluluğu bulunmadığından, kaynak olarak kayıtlarına asla ulaşılamayacak olan Yabancılar Polisi ve Vergi Daireleri kalmaktadırÖte yandan, işlem hacimleri bilinememekle birlikte Ülker, Kent Şekerleme, Petposan Şirketler Grubu, Efes Pilsen, Global Menkul Değerler, Penta Dış Ticaret, Kelebek Mobilya,Beko, Eczacıbaşı gibi büyük gruplarımız da firma yada temsilcilik olarak Bulgaristan'da faaliyet göstermektedir
22-24101997 tarihleri arasında Sofya'da düzenlenen Bulgarian Investment Form'a ülkemizden katılan Alp Petrol Ürünleri İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd Şti, Alpler Turizm Sanayi Ticaret Ltd Şti, Altay Otomativ Gıda Tekstil Ltd Şti, Camiş Madencilik, Erser İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd Şti, , Hema Hidrolik makina Sanayi ve Ticaret AŞ, Işıklar Holding, Nicol AŞ, Nurol ve Zihni Holding'in Bulgaristan'da varlık gösterdikleri de bilinmektedir

Özelleştirme Ajansı ile bağlantıya girerek, Bulgaristan'daki büyük işletmelere talip olan firmalarımızın dışında, ülkedeki küçük ve orta ölçekli firmalardan bir kısmı da sermayeleri ve yapılanmaları itibariyle, Bulgaristan'daki küçük ve orta ölçekli işletmelerin yaklaşık % 80'ini elinde bulunduran belediyeler ile bağlantı kurarak, belediyeler bünyesinde özelleştirilecek olan, inşaat, turizm, tekstil ve gıda sektörüne yönelik işletmeler ile ilgilenmektedirler Bu firmaları yada yaptıkları yatırımları takip etme imkanı ancak duyumlarla veya yardım gereksinmeleri halinde Müşavirliğimize ya da Büyükelçiliğimze yaptıkları başvurularla tesbit edilebilmektedir

Bulgaristan'da teknoloji düzeyi ve kapasite kullanım oranı yüksek önemli sayıdaki işletmenin bugün özelleştirme kapsamına alınmış olması, teknik alanda eğitim görmüş çok sayıda kalifiye elemanın bulunması, düşük ücretler, Bulgaristan'ın az gelişmiş ancak gelişme potansiyeline sahip olan eski Sovyet Cumhuriyetleri, Doğu Avrupa Ülkeleri ve Orta Doğu'daki bazı pazarlarla var olan bağlantıları, ülkenin çözümlenmiş altyapısı ve enerji girdisinin nisbeten düşük oluşu gibi fırsatlar Bulgaristan'da gerek doğrudan ve gerekse de özelleştirme yoluyla yatırım yapmak için önemli fırsatlar niteliğindedir Bunun yanısıra ülkedeki ekonomik istikrarsızlık, ağır işleyen bürokrasi ve özelleştirme prosedürünün açılabilmesi için gerekli bazı destekleyici düzenlemelerin çıkarılamamış olması da yatırımcıların yatırım yapma kararını yeniden gözden geçirmelerine neden olan en önemli unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır

Bulgaristan piyasasının avantaj ve dezavantajları değerlendirildiğinde; Bulgaristan önümüzdeki birkaç yıl içerisinde önemli ataklar yapacak ülkeler arasında yeralmaktadır Bu çerçevede, Bulgaristan'a yatırım yapmayı amaçlayan Türk yatırımcılarına, uygun finansal koşullarla Bulgaristan piyasasında kısa sürede önemli pozisyon elde edebilme imkanı sağlamasının gerek olduğu düşünülmektedir Avrupa Birliği'ne üyelik başvurusu olan, 1998 yılında CEFTA ülkeleriyle ticari ortaklık kurması beklenen Bulgaristan, İMF ve Dünya Bankası kaynaklı kredileri de yerinde değerlendirmekte, ve olumlu ekonomik göstergelere sahip bir ülke olma sürecine girmektedir Bulgaristan'ın ticaret hacmi küçük olmakla birlikte, en önemli ticari partnerlerinin Avrupa Birliği üyeleri olduğu ve üye ülkelerin yetkililerinin ve Bulgaristan'ı ziyaret eden Komisyon yetkililerinin Bulgaristan'a yönelik olumlu ifadeleri dikkate alınırsa, ülkemizden Bulgaristan'a yapılacak yatırımlar Avrupa'nın da kapısını açacaktır

Ülkede sistem değişikliği öncesinde, ağırlıklı olarak eski COMECOM pazarı düşünülerek oluşturulan büyük ölçekli işletmeler, Bulgaristan'ın bu pazarı kaybetmesiyle birlikte , teknoloji ve sermaye yetersizliği gibi nedenlere de bağlı olarak atıl kalmış veya ancak % 30 - 40 lık kapasitelerde çalışmaya devam edebilmişlerdir Ülkedeki enerji, işgücü gibi girdilerin Türkiye'ye kıyasla daha düşük maliyetli temini mümkün olup, Bulgaristan'daki Türk varlığı, doğrudan ulaşım ağı ve Ülkenin Avrupa Topluluğu üyeliğine giriş sürecinin başlamış olması gibi olumlu etkileşimler de düşünüldüğünde , atıl kalan işletmelerin satın alınması veya bu işletmelerde özellikle tekstil, makina imalatı, muhtelif gıda maddeleri gibi konularda ortak üretim veya fason üretim yaptırmak mümkündür

Diğer taraftan Bulgaristan'daki küçük ölçekli işletmelerin % 80'inin 28 belediyenin elinde bulunduğu ve daha çok hizmet, inşaat ulaşım ve turizm alanlarındaki bu işletmelerin özelleştirme yoluyla belediyelerden satın alınması da dikkate alınması gereken bir diğer hususturBulgaristan'da Dresdnerbank, Raiffeisenbank, İNG Bank gibi büyük bankaların faaliyette olduğu ve Nestle, Kraft Jakobs, Danone gibi dünya firmalarının özelleştirme kapsamında yatırım yapmaları da Bulgaristan'ın riskli yönlerinin yanı sıra yatırımcılar için avantajlı ve pazarda pay sahibi olabilme konusunda uzun vadeli planların yapılmasının gerekli olduğunun bir diğer kanıtlarıdır

Bulgaristan'ın sistem değişikliği öncesinde en büyük pazarının eski Doğu Bloku ülkeleri olduğu dikkate alındığında ise, Bulgar firmalarının bu ülkeler ile olan geleneksel ilişkileri ve kurulmuş olan iyi ilişkilerinin de Türk firmalarının bu ülkelere Bulgaristan üzerinden açılmalarında bir fırsat niteliğindedir

Bulgaristan pazarında gıda, ev ve ofis mobilyaları, tüketim malları gibi konularda Yunanistan , Almanya ve İtalya pazara hakim olup, Türkiye'nin ekonomik potansiyeli bu ülkeler ile pazarda rekabet etmeye yeterlidir Ancak yeni pazarlara ilk giren ülkeler olmaları sebebiyle , bu ülkeler yarışta avantajlı konum arzetmektedirler Bu avantajın bizim aleyhimize giderek büyümemesi için en kısa sürede resmi ve özel kuruluşlar olarak harekete geçilmesi gerekmektedir Zira, Bulgaristan hemen yanıbaşımızda , kaybedilmemesi gereken ve geniş potansiyeli olan bir ülkedir
Bu cümleden hareketle, Türk ihraç ürünlerinin tanıtımı, pazarlanması, butün bunların etkin bir şekilde yapılabilmesi için Ticaret Merkezi kurulması da gündem de tutulması gereken bir husustur Kurulacak Ticaret Merkezi tarihsel nedenlerle zaman zaman kırılamayan Türk mallarına yönelik olumsuzluk ile bavul ticaret yoluyla gelen bir kısım kalitesiz mal nedeniyle oluşan olumsuz Türk malı imajının da bertaraf edilmesini sağlayabilecektir Piyasanın tanınması, tüketicinin eğilimlerinin anlaşılması ve önceden tesbiti ile dağıtım, fiyatlandırma gibi kolaylıkları getirebilecek olan Ticaret Merkezi, para, zaman ve emek kaybını da önleyecektir

Bilindiği üzere, 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren Avrupa Birliği ile ülkemiz arasında Gümrük Birliği gerçekleştirilmiştir Bu anlaşma gereği ülkemiz, üçüncü ülkelerden yaptığı ithalatta, gümrük vergilerini AB ile aynı seviyeye çekmiş, tarifelerin Ortak Gümrük tarifesi düzeyine getirilmesi ile Bulgaristan da Türkiye'ye yönelik ihracatında önemli avantajlar sağlamıştır Öte yandan, Bulgaristan'ın AB'yle yaptığı anlaşma ile AB ülkelerinden birçok mal Bulgaristan'a düşük oranlı gümrük vergileriyle ithal edilirken Türkiye'den yapılan ithalat iki ülke arasında yapılması gereken Serbest Ticaret Anlaşmasının akdedilememesi sonucu yüksek gümrük vergileri nedeniyle zorlanmakta, hatta imkansız hale gelmektedir

Bu çerçevede, uzun bir aradan sonra 3-5 Eylül 1997'de Sofya'da başlayan Serbest Ticaret Anlaşması görüşmeleri, 26-28 Mayıs 1998 tarihinde Ankara'da, 17-19 Haziran 1998 tarihlerinde Sofya'da sürdürülmüş, iki tur görüşmenin ardından 19 Haziran 1998 tarihinde parafe edilmiştir 11 Temmuz 1998 tarihinde Devlet Bakanımız Sayın Işın Çelebi ve Ticaret ve Turizm Bakanı Sayın Valentin Vasilev tarafından imzalanmış olan olan Anlaşma 111999 tarihinde yürürlüğe girmiştir

Bulgaristan'la ticari ilişkilerimizin geliştirilmesinde önemli olabilecek diğer bir husus ise, Bulgaristan'da kurulacak olan bir Türk Bankasının varlığıdır Bulgaristan'da herhangi bir Türk Bankası veya banka şubesinin mevcut olmaması, Türk işadamlarının Bulgaristan'a olan ilgisini ve rahat iş yapabilme kabiliyetini azaltan unsurların başında gelmektedir Bankacılık faaliyetlerinin olmaması ülkemizle ticaret yapan Bulgar işadamlarını da olumsuz etkilemektedir Bulgaristan'ın güvensiz ortamında yüklü peşin dövizle çalışmak zorunda kalan yada muhabir banka aracılığına başvuran firmalar bu olumsuz durumu sıklıkla dile getirmektedirler Bu durumun giderilmesine yönelik olarak, iki ülkenin Siyasi Otoritelerinin de gündemde tuttukları, Türk bankalarının Bulgaristan'a gelmeleri girişimleri hızlandırılmalıdır

Bu konuda Müşavirliğimize yapılan başvurular çerçevesinde bazı özel bankalarımıza Bulgar Bankacılık Mevzuatı ve gerekli yasal düzenlemeler intikal ettirilmekte olup, 11 Temmuz 1998 tarihinde Şubesinin açılışı, Başbakan Sayın Mesut Yılmaz tarafından yapılmış olan TC Ziraat Bankası'nın yanısıra, 1966 yılından bu yana temsilci bazında Bulgaristan Bankacılığıyla ilgilenmekte olan Demirbank da Bulgaristan Merkez Bankasına Banka açmak için 25 Haziran 1998 tarihinde başvurusunu yapmıştırKesin lisansına 12 mart 1999 tarihinde alan Demirbank-Bulgaria'nın açılışının da 22-23 Mart 1999 tarihlerinde Bulgaristan'a resmi ziyarette bulunacak olan Cumhurbaşkanımız tarafından gerçekleştirilmesi beklenmektedir

Ülkemizin Bulgaristan'la ticari ilişkilerinin geliştirilmesinde ele alınması gereken diğer bir husus da, Eximbank Kredileridir Bulgaristan, içinde bulunduğu ekonomik zorlukları aşma sürecindedir Gerek yabancı yatırımcılarca, gerekse IMF, Dünya Bankası gibi kurumların yetkililerince de değişik platformlarda ifade edildiği üzere, enflasyonu azaltmada, büyümeyi sağlamada, dış borçlarını ödemede önemli adımlar atılmaktadır Özelleştirme hızlı bir şekilde yürütülmeye çalışılmakta, yabancı yatırımlar için ülke yasal mevzuatı da dahil olmak üzere gerekli düzenlemeleri yapmaktadır Ekonomik göstergelerinin iyiye gidiyor olması, Bulgaristan'la ticari ilişkileri artırmayı sağlayacak finansman desteğinin ülkemizce yeniden gözden geçirilmesi gereğini ortaya koymaktadır Bu çerçevede, Bulgar bankacılığındaki zorluklar bilinmekle birlikte, Bulgaristan'a yönelik ülke kredisinin yeniden açılmasında ve ihracatçının kullanımına verilmesinde yarar görülmektedir Bu arada, Türkiye ile Bulgaristan arasında gerçekleştirilen 13 Dönem Karma Ekonomik Komite toplantısı protokolünde Türk Eximbank kredileriyle ilgili bir düzenleme yapılmıştır Buna göre, Türk müteahhitlerince üstlenilecek alt yapı projelerinin gerçekleştirilmesi karşılığında kullanılmak üzere, ülkemizce 50 milyon dolar tahsis edilmesi niyeti belirtilmiştir

İki ülke arasında ticari ilişkilerin geliştirilmesinde önemli rolü olacak Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması 18 Eylül 1997 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması da yürürlüktedir Ayrıca, İki ülke arasında ticari bazı aksaklıklara yol açan, sınırda bekleme ve belge değiştirilmesi sorunlarına çözüm olabilecek ortak sınır kontrol bölgesi yaratılmasına ilişkin bir Protokol de 14111997 tarihinde imzalanmış, iki ülke Gümrük yetkililerince çalışmalara başlanılmıştır

Tüm bu olumlu gelişmelerin ışığı altında, gerek ülkemizde, gerekse Bulgaristan'da, kamuoyu, yatırım yapılması, özelleştirme çalışmalarına katılınması, ticari ilişkilerin arttırılması amacına yönelik olarak bilgilendirilmeli, ciddi güvenilir Türk firmalarının kaliteli, standardlara uygun üretimleriyle Bulgaristan'a gelmeleri özendirilmelidir Bu cümleden olmak üzere, Türk İşadamları Heyetlerinin Bulgaristan'a organize olarak gelişlerinin sağlanmasının ve ülkemizin tanıtımının yapılmasının uygun olacağı düşünülmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Osmanlı Eyaletinden Üçüncü Bulgar Çarlığına

Bulgarlar, "Ogur" adı verilen, çeşitli Türk boylarından meydana gelen bir boylar birliğidir Bu boylar içerisinde, Onogur, Oturgur, Saragur ve Kutrigurlar başta gelmektedir Önceleri Asya Hun İmparatorluğu'nun batısında oturmakta iken, Hun İmparatorluğu'nun parçalanmasından sonra, II Yüzyılın sonunda Kafkasya'ya geldiler Burada iki yüzyıl kadar kaldıktan sonra, Karadeniz'in kuzeyinde Büyük Bulgar Hanlığı'nı tesis ettiler Fakat Hazar Devleti'nin baskısına dayanamayarak, Tuna havzasına yerleştiler 681 yılında Tuna Bulgar Devleti'ni kurdular ve yüksek bir kültüre sahip olduklarından, buradaki halklara üstünlük sağladılar Yalnız çevredeki Slav milletleri değil, Bizans'ı bile etkilediler
Fakat kendileri Türk boylarından meydana geldikleri halde geniş bir Slav-Ortodoks kitleye egemen olmuşlardı Sayılarının azlığı, zamanla onların bu geniş Slav-Ortodoks kültüründen etkilenmelerine sebep oldu 864 yılında Hristiyanlığın Ortodoks mezhebini kabul ettiler Slavca resmi dil oldu Türkçe ünvanlar atıldı Bu sırada Sırplar ile sıkı bir mücadeleye girişildi X Yüzyılda devlet zayıfladı ve 1018'de Bizans'ın egemenliği altına girdi Böylece, Birince Bulgar Çarlığı ortadan kalktı Bu tarihten sonra, Karadeniz'in kuzeyinden gelen Kuman, Kıpçak ve Peçenekler, Bulgaristan'ın nüfus yapısına katkıda bulundular 1185 yılında Bizans'ın etkisinden kurtulup, Misya'da İkinci Bulgar Çarlığı'nı kurdular İkinci Bulgar Çarlığı, 200 yıl kadar bağımsız olarak yaşadı Fakat sonra, daha büyük ve kalıcı bir gücün etkisi ile karşı karşıya kaldı Bu güç, Osmanlı Devleti idi
XIV yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rumeli'ye geçmeye başlayan Osmanlılar, Çimpi kalesinin alınması ile başlayan fetihlerine, Gelibolu ile devam ettiler Daha sonra, İstanbul, Vize ve Edirne yönünde üç koldan ilerleyerek, yeni topraklar elde ettiler Bu ilerleyişi desteklemek için Anadolu'dan savaşçı oymaklar getirildi ve uçlar gittikçe, geride yeni yerleşim alanları kuruldu Daha önce ıssız ve güvensiz olan kırsal bölgeler, sosyal ve ekonomik bir canlılık içerisine girdi

Özellikle vakıf sistemine dayanan dini ve ticari kurumlar, hem yeni yerleşim birimlerinin kurulmasında, hem de var olanların gelişmesinde, önemli bir rol oynadı Edirne, Filibe, Serez, Üsküp, Sofya, Silistre, Tırhala, Yenişehir ve Manastır, bu türlü yerleşim merkezlerinin başında gelir Osmanlı Devleti, küçük devletler ve derebeylerin elinde parçalanmış bulunan Balkan topraklarını, kendi idaresinde ve güçlü bir devlet çatısı altında birleştirdi Bu arada Bulgaristan, 1363-1393 yılları arasında verilen mücadeleler sonunda, bir Osmanlı toprağı haline geldi Bu şekilde, İkinci Bulgar Çarlığı da tarihe karışmış oluyordu
Bulgaristan , Osmanlı yönetimi altında" güzide bir vatan toprağı" olarak işlem gördü Çünkü Bulgaristan , Rumeli'de bulunuyordu ve bu bölge, Osmanlı fetih politikasına göre bir "dârü'l-cihâd" idi Anadolu, Selçuklular zamanında Türk-İslâm karakterini kazanmıştı Artık sıra, Rumeli'deydi Bulgaristan da, Rumeli'nin İstanbul'a en yakın bölgesi olarak, bu politikadan nasibini aldı

Şenlendirmek amacıyla kitleler halinde yapılan göçlerden sonra, Timur istilası bu göçleri daha da artırdı Kısa zamanda Trakya, Doğu Bulgaristan, Meriç vadisi ve Dobruca, Türk nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeler konumuna geldi Filibe başta olmak üzere Vidin, Rusçuk, Ziştovi, Silistre ve Niğbolu gibi şehirler, imparatorluğun önemli merkezlerini oluşturdu Fetih öncesinde derebeylerin elinde parçalanan topraklar birleştirildi ve "devlet malı " haline getirildi Onu işleyen köylüler de, sürekli bir kiracı konumuna girdi Köylü, bu kiraya ait belli birkaç vergiyi ödedikten sonra, hiçbir şekilde angarya ile yükümlü tutulmadı Kısaca Bulgar halkı, uzun zamandan beri unutulmuş bir rahatlığın tadına kavuştu
Kurulan yeni yerleşim birimleri; çeşitli adlar, aldı Bunlar, kurucusunun ,yerleşen Türk oymağının, Anadolu'dan geldikleri yerin adlarıyla veya bir başka şekilde anıldı Bu konuda, Kayı ,Menteşeli, Turahanlı, Doğancı, Hacı-Timurhan, Burhan Baba, Selman Dede ve Eskice -Pazar gibi adları sayabiliriz Zaviyeler ve Türk dervişleri, Rumeli'nin sosyolojik fethi bakımından çok önemli bir görevi yerine getirdiler Asıl Müslüman nüfusu, Anadolu'dan gidenler oluşturdu Ayrıca, hem inanç tercihi, hem de hakim unsur zümresine dahil olmanın avantajlarından faydalanmak amacıyla, İslamiyet'i kabul edenler oldu

Bulgaristan, Osmanlı İmparatorluğu'nun içinde, Rumeli Eyaleti'nin önemli bir bölümü olarak yer aldı Klasik dönemde Bulgaristan'ı, Sofya, Silistre, Vidin, Köstendil, Niğbolu, Vize ve Çirmen sancaklarına ayrılmış olarak görüyoruz Bu dönemde Bulgaristan'ın önemli yerleşim birimleri şu şekildedirAhyolu, Akçakızanlık, Çırpan, Eskizagra, Filibe, Hırsova, Karinabad, Niğbolu, Pravadi Razgrad, Ruskasrı, Silistre, Şumnu, Tırnova, Varna, Yenizagra
Bulgaristan, XVII Yüzyıldan itibaren çeşitli idari birimlere bölündü Hatta Silistre ve Niğbolu, Rumeli Eyaleti'nden ayrılarak, yeni kurulan Özi Eyaleti'ne bağlandı
Türk İdaresi ile birlikte Rumeli'ye çeşitli tarım ürünleri de geldi Bakır, Kurşun, Altın, Demir ve özellikle de Gümüş gibi madenlerin işletilmesinde önemli artışlar görüldü Osmanlı ordusunun savaş hazırlıkları için yapılan geniş ölçüdeki satın almalar, bölge ürünlerinin değerlendirilmesi açısından olumlu etkiler yaptı

Diğer taraftan saray, köprü, han, kervansaray, imaret, çeşme, su kemeri, sebil, cami, mescid, tekke, mektep, medrese, hamam, kaplıca, ılıca, bedesten, çarşı, dershane, hastahane, kütüphane ve saat kulesi olarak, Bulgaristan'da yapılan eserlerin sayısı, 3500 civarındadır Bu eserler, yalnız Türklerin değil, gayri müslümlerin ihtiyaçlarına yönelik sosyal kurumlar olarak da hizmet verdi Dini eserler bir tarafa bırakılacak olsa bile, Bulgaristan'da 273 mektep, 142 medrese, 116 han, 113 hamam, 24 köprü, 75 çeşme ve 16 kervansaray yapıldığını görüyoruz

Osmanlı Devleti, XVIII Yüzyıl boyunca, Rusya ve Avusturya ile iki cepheli olarak çeşitli savaşlar yapmak zorunda kaldı Bulgaristan, büyük ölçüde bu savaşlara sahne oldu Diğer taraftan Fener Patrikhanesi'nin Bulgarları asimile etmek isteyen politikası ve yere yöneticilerin çeşitli yolsuzlukları Rumeli gibi, Bulgaristan'ı da olumsuz yönde etkiledi Bunların sonucunda merkezi otoritenin etkisini kaybetmesi üzerine, Osmanlı idaresi ile sağlanan huzur yavaş yavaş kaybolmaya başladı 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması'ndan sonra Bulgaristan, diğer bir adlandırma ile "Tuna Boyu" Osmanlı Dünyası'nın Avrupa serhaddini meydana getirdi Artık Bulgaristan Rus orduları tarafından bir geçiş güzergahı haline gelecektir

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Bulgaristan'da Türk Varlığı

Osmanlı gazilerinin Gelibolu yarımadasına çıkmalarıyla başlayan Şark Meselesi önce Türklere karşı Avrupa topraklarını nasıl koruyabilmek ve 1683 Viyana bozgununndan sonra Türkleri Avrupa topraklarından nasıl atabilmek sorularına cevap aramak endişesiyle yaratılmıştı Bu süre içinde, Türk dinamizminden ürken Hristiyan dünyası Türkün çirkin bir görünümünü yaratmak istemiş, gerek edebiyat ve gerekse sanatında bu konuyu özellikle işlemişlerdi XVIII yüzyılın sonuna doğru yaklaşıldığında bünyesinde ekonomik, kültürel ve teknolojik değişmeyi geliştirerek güçlü ülkeler arasına katılan Rusya, Fransa ve İngiltere ile birlikte karşısında ortak bir sorun bulmuştu: Gerilemekte olan Osmanlı İmparatorluğu'nun geleceği XIX Yüzyılla birlikte sorun Türk'ü Avrupa topraklarından atmaktı ancak bununla yetinilmezdi Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda 31 Ekim 1918'den sonra 21 ay 11 gün boyunca uzun süren pazarlıklar Türkiye'nin paylaşılmasını gündeme getiriyordu Ancak, Türkün şanlı istiklal mücadelesi buna imkân vermedi Şark Meselesini halletmek üzere olduklarını düşünenler, genç ve kuvvetli Türkiye Cumhuriyeti'yle karşılaştılar
Fuad Köprülü'den bu yana artık kuruluş şartları pek iyi bilinen ve bir yandan eski Türk geleneğine, diğer yandan da İslâmî esaslara dayanan Osmanlı devletinin gelişme yönü, sürekli Batıya doğru olmuştur 1345'e doğru kendisi gibi bir gazi beylik olan Karesioğullarının ilhâkı, Osmanlılara Edremid Körfezi ile Kapıdağı arasındaki bölgeyi kazandırarak, onları Avrupa toprakları karşısına getirdi Karesi gazileri, bu önemli uç bölgesine atanan Orhan Bey'in enerjik oğlu Süleyman'ı Rumeli'de fütuhata teşvik ettiler 1346'dan 1352'ye kadar geçen süre içinde Osmanlılar, Aydınoğlu Gazi Umur Bey de haçlılarla uğraştığı için bu bölgede gazayı yürüten tek kuvvet olarak Balkanlardaki Bizans'ın durumundan yararlandılar ve 1352'de adım attıkları Rumeli'de sürekli ilerlediler

Bu ilerlemede Osmanlıların hemen bir uç oluşturarak orayı yeni bir hayat ve faaliyet alanı olarak belirlemelerinin büyük rolü olmuştur Kronolojiyi kısaca hatırlarsak, 1357'de Süleyman Paşa'nın ölümü üzerine Şehzâde Murad'ın lalası Şahin ile birlikte bu bölgeye gelmesi 1361'de Edirne'nin fethi, Kuzeye doğru fütuhatı ilerletmek için oluşturulan uç kollarının faaliyetini hızlandırdı 1366'da artık Rumeli'de yeterince kalabalıklaşmışlar ve sağlam bir şekilde tutunmuşlardı Bu göç hareketi fetihleri adeta zorlamaktaydı XV yüzyıl ortalarına ait paşa sancakları nüfus tahrir defterleri bu bölgelerde nüfusun % 80-90'a varan büyük çoğunluğunun daha o zamanlarda Müslüman Türklerden ibaret olduğunu göstermektedir Bu deliller, Gregoras ve Dukas gibi Bizans kaynaklarının, "Türklerin kitle halinde yerleşmek üzere geldikleri" hakkındaki ifadelerinin mübalağalı olmadıklarını göstermektedir Esasen Osmanlılar bunun için Selçuklular tarafından da geniş ölçüde kullanılmış, eski bir kolonizasyon usulü olan ve sürgün denilen yöntemden yararlanarak Türkmen gruplarını özellikle istila yolları üzerinde ve uçlarda yerleştirmişlerdi Diğer taraftan XV yüzyıla ait vakıflar ve tahrir defterleri, çiftçi halkın da geniş ölçüde kolonizasyon yaptığı ve yüzlerce köyün kurulduğuna tanıklık etmektedirler

Gelen Müslüman Türklerin genellikle Hristiyan köyleere karışmayarak müstakil köyler kurdukları görülmektedirFetihlerin ilerlemesiyle uçlarda yeni sınırlara ulaşılmakta ve yeni ilerleme kolları düzenlenmekteydi Edirne'nin fethinden sonra sol kolda Evranos Gazi komutasında İpsala, Gümülcine, Serez, Selanik yönünde ilerlenirken orta koldaki uç beyi idaresinde Edirne merkez olarak Filibe, Sofya yönünde; sağ kolda da Zağra, Karinabad, Dobruca, Silistre'ye doğru hedefler belirlenmişti Uçların bu taksim şekli, eski Türk geleneğine bağlı olup ileride Rumeli'deki sancaklar sağ, sol ve orta kol sancakları olarak üçe ayrılacaktır

I Murad'ın saltanatı döneminde bu ilk üç istikametteki Balkanların başlıca yolları ve merkezleri, Osmanlılar tarafından ele geçirilmiş bulunuyordu Orta kolda Meriç vadisi, sağ kolda Tunca vadisi izlenerek Balkan dağları eteklerine daha 1366 yılında varılmıştı Oradan Sofya'ya, 1385'lerde ulaşıldı 1386'da Niş zaptolundu Fetihler sürüp gitti Osmanlılar birbirleriyle rakip olmaları yüzünden müttefik bulmada zorluk çekmediler Mesela 1365-66'da Bulgaristan'ın kuzeyinden Macarlar ve Eflak Beyi tarafından istilaya uğraması, Bulgar Kralı Şişman'ı Osmanlılara tâbi hâle getirmiştiDiğer taraftan Osmanlılar Balkan anarşisi içinde birleştirici dinamik bir kuvvet olarak meydana çıktıktıkları zaman Bizans ve Balkanlar yalnız siyasî bakımdan değil, sosyal ve dinî bakımdan da derin bir ayrılık içindeydi Merkezî otoritenin yokluğu, iç harpler, eyaletlerde senyörlerin toprak ve köylü üzerinde çok sıkı ve keyfî tasarruf ve tahakkümünün yerleşmesi sonucunu vermişti Toprağa bağlı köylü, senyöre mahsul vergisinden başka bir takım angarya hizmetler de yapmak zorundaydı Odun ve saman temini, öküzlerle senyör için haftada iki veya üç gün hizmet, bunların en yaygın ağırlarıydı

Çiftçinin toprağından kaçması ve senyörler arasında köylüyü kendi toprağına çekmek için rekabet ve mücadele, bu kötü şartların doğurduğu bir sonuç idi Osmanlı yönetimi gelince, şu prensipleri tatbik ederek Balkanlarda adeta sosyal bir inkılabın temsilcisi oldu Öncelikle bütün tarım toprakları üzerinde devletin yüksek mülkiyet haklarını tesis ettiler, başka bir deyişle toprağı sıkı şekilde devlet kontrolü altına aldılar Mahallî senyöriyal hakları ilga ettiler ve mahallî senyörlükleri kaldırdılar Bunun doğal bir sonucu olarak senyörlerin ve manastırların köylü üzerindeki angarya ve imtiyazlarını lağvettiler Mesela odun, saman, taşıma, senyörün toprağında çalışma angaryaları karşılığında 22 akça çift resmi denilen bir vergi koydular Feodal hizmetlerin suistimallere açık uygulamalarına karşı, bu kolay ödenebilir vergi, başlı başına bir inkılap olmuştur

Kısacası Türk rejimi Bizans'ın son döneminde ve Stefan Duşan İmparatorluğu parçalandıktan sonra Balkanların büyük bölümünde ve Frank egemenliği altındaki Yunan topraklarında görülen feodalleşmeye karşı köylüyü etkili koruma altına alan, tarafsız, yerli halkın haklarına saygılı, kuvvetli bir merkezî idareyi ve onun getirdiği bir güveni temsil etmekteydi
Balkan feodal dünyasında genel olarak devlet gücünün belli ölçüde yok olarak yerini senyörlerin dallanıp budaklanmasına ve birbirlerinin içine girmesine bıraktığı görülür Buna karşılık, Osmanlı padişahı, veziriazam ve divanın yardımlarıyla köklerini imparatorluğun dört bir yanına kadar uzatan bir yönetim piramidinin tepesinde yer almaktadır Merkezî iktidarın uygulayıcıları, yani ehl-i örfü, yargı gücünün temsilcilerini denetim altında tutmaktadır Osmanlı devleti feodal sistemde olmayan bir dizi özellik arzetmekteydi Tımarlardan yararlanma hakkının ancak hizmet karşılığı devredilmiş olması ve bu hakkın çiftçilerin bizzat kendileri üzerinde değil, reayanın devlete yükümlü olduğu mali haklar üzerinde tesis edilmiş bulunması, belirtilmesi gereken en önemli niteliklerdir

Özelliklerini kısaca açıkladığımız bu yönetim düzenini kuran Türklerin başvurdukları fetih sistemi, komşu devletlerdeki hükümdarlıkları ele geçirip buralarda yerleşmek, sonra yerli hanedanları tedrici şekilde yok ederek o bölgeler üzerinde kontroller kurmaktı Bu, o bölgedeki yaşayan ahalinin assimile edilmesi, ihtida ettirilerek kimliklerinin yokedilmesi demek değildir Ortadan kaldırılan feodal yöneticilerdir Türk yönetiminin iledi düzeni buradaki yerleşiklerin hayat şartlarında olumlu tesirler yapmıştır Bu hususta da tımar sisteminin rolü büyüktür Tımar sistemi bir yandan yerli ahaliyi etkilerken diğer yandan da merkezî otoriteyi getirdiği için Türk göçünü de kolaylaştırmıştır Nitekim, tımar sisteminin uygulandığı bölgelerde Türkleşme uygulanmayan bölgelere göre daha fazladır Bu iki yönlü gelişmenin örneklerini şöyle sıralayabiliriz:

Bir Arnavut tarihçi olan Selami Pulaha tarafından 1974 yılında Tiran'da yayınlanan 1485 Tarihli İşkodra Tahrir Defteri'ni (Defter-i Mufassal-ı Liva-i iskenderiye) incelediğimiz zaman ilk göze çarpan husus, yer ve şahıs adlarının orijinalitesini koruduğudur Mesela II cildin 5'inci sayfasında sekiz tane dinî ibadet yeri görülmektedir Bunlardan beşi manastır, ikisi kilise, biri de keşişliktir İpek nahiyesinde bir Müslüman, altı tane de gayrimüslim mahalle vardır Aynı nahiyenin köylerinde de nüfus çoğunluğunu Müslüman olmayanların oluşturduğu görülmektedir İpek nahiyesinde yerleşim merkezi olan manastırlar bulunmaktadır Sayıları on kadar olan bu manastırların bir kısmının isimleri: Manastır-ı İstasi, Manastır-ı Şumti Bogovaç, Manastır-ı Nikola şeklindedir Eserin 30'uncu sayfasında bulunan Karye-i Komnende de aynı manzara görülmektedir 36'ıncı sayfada bulunan Kumaron nahiyesinde de bir manastır bulunmaktadır

Bu defterdeki örnekler Osmanlıların fethettikleri bölge halkını, dil, din ve ırk açısından serbest bıraktıklarının açık bir delilidir Aslında Arnavutluk'a ait olan bu defterlerde Müslüman olmayanların çok oluşu, defterin ilk dönemlere ait olmasından kaynaklanmaktadır Çünkü Osmanlılar, İslamiyeti teşvik için bazı kıstaslar koymuşlardır Yerli halkın bazı görevlere gelebilmesi için askerî kadroya girmek veya bazı görevlere gelebilmek için Müslüman olması gerekmektedir Böyle olunca özellikle Arnavutluk ve Bosna gibi bazı bölgelerde zorlama olmaksızın dikkate değer ölçüde İslamlaşma görülmektedir Ancak Arnavutlar ve Boşnaklar İslamiyeti kabul ettikleri halde milliyetlerinde bir değişiklik olmamamıştır Yani Türkleşmemişlerdir Nitekim Arnavut tarihçisi Selami Puhala bir çok araştırmasında bu hususu açıkça dile getirmektedir

Dr Gyula Kaldy-Nagy'nin 1971 yılında yayınlamış olduğu Kanunî Devri Budin Tahrir Defteri (1546-1562), Macaristan'daki Türk hakimiyetini daha yakından tanımaya imkân vermektedir "Nahiye-i Budun der liva-i Paşa" başlığı altında Nefs-i Budun'daki şahıs adlarının ve mahallelerin büyük bir kısmının gayrimüslimlerden oluştuğu görülmektedir Halbuki daha sonra bahsedeceğimiz Sofya Tahrir Defteri'ne göre, Sofya şehrinde nüfus çoğunluğu Müslüman Türklerdir Hatta defterin önsözünde de belirtildiği gibi bazı Macarca kelimelerin defterde kullanıldığı görülmektedir Mesela biro=muhtar, diak= kâtip, varos= şehir gibi

Mc Govan, Bruce W tarafından 1983 yılında yayınlanan Sirem Sancağı Mufassal Tahrir Defteri, Osmanlılar devrinde Sirem'in nasıl yönetildiği hakkında geniş bilgi vermektedir Belgede Türklerin fetih politikaları ile ilgili oldukça ilginç kayıtlar bulunmaktadır Burada ilgimizi çeken husus, Osmanlıların en belirgin fetih ve yerleşme politikası olan; bir bölgeyi aşamalı olarak merkezî yönetim altına alma yöntemidir
Sirem sancağının sakinleri Sırplar olduğu için yer ve şahıs adlarının çoğu Slavcadır Sirem sancağında da nahiye ve köy adlarının büyük bir kısmı eski yer adlarının devamıdır ve yayınlayan tarafından da belirtildiği gibi çoğu Slavcadır Burada Masanstır-ı İstari ve Kızıl Kilise gibi yerleşim merkezleri vardır Sancağın İlok kasabası şehir merkezi olarak çoğunlukla Müslüman Türklerden oluşmaktadır ancak az sayıda da olsa gayrimüslim isimlere rastlanmaktadır Aynı kazanın köylerinden ikisi Müslüman Türk, 37'si gayrimüslim ve üçü de karışıktır Müslüman Türk olmayan köylerin bir kısmında bir veya iki hane Müslüman Türk bulunmaktadır Pek çok kazası olan Sirem sancağının öteki kazalarının da durumu İlok ile benzerlik göstermektedir

Buraya kadar sıraladığımız örnekler, Osmanlıların Balkanlardaki egemenliği gerçekleşirken bugünkü bazı tarihçilerin iler sürdükleri gibi sistemli bir ihtida, yani İslamlaştırma politikası takip etmediklerine delildir Nitekim Batılı bir Osmanlı tarihçisi olan Machicl Kiel, 1985 yılında yayınladığı Art and Society of Bulgaria in tihe Turkish Period adlı eserinde bu görüşleri aynen desteklemektedir Zaten böyle bir zorlamayı gerektirecek bir davranışa yönelmeleri söz konusu olmazdı Şöyle ki,

1 Osmanlı devleti, Orta-Doğu İmparatorluklarının çoğu gibi bir takım kaynaklardan beslenen, özellikle eski Türk geleneğinden etkilenen bir yönetim anlayışını, İslami teoriye dayandırmıştı İslam hukuku olan fıkıh, temel olarak Müslümanların ilişkilerini düzenleyen kurallar getirmiş olmasına rağmen Müslüman olmayanların da İslam halifesinin otoritesini tanıdıkları takdirde zimmî statüsüne alınarak hangi esaslara tabi olacaklarını belirlemişti Yönetim açısından onların gayrimüslim olmaları, herhangi bir zorluk yaratmıyordu O nedenle İslama davet ya da kendiliğinden hidayete erme, ancak sevinçle karşılanan bir olgu olarak değerlendirilmekte ve bu tür yeni din kardeşleri hüsnü kabul görmekteydi
2 Balkanların fethinde biraz önce de açıkladığım gibi Osmanlılar "uç" geleneğinin itici gücünden yararlanmışlardı Uç hayatının hoşgörülü, elektrik nitelikleri, zimmî denerek, padişahın koruyuculuğu altına alınan gayrimüslimlere karşı hinterlanddan daha toleranslı bir davranışa sebep olmaktaydı
3 Ayrıca, gayrimüslimlerden alınan şerî vergi cizyenin, nakdî bir vergi olması dolayısıyla bu gelirler doğrudan merkezî hazineye aktarılabilecek cinsten olduğu için devletin bu açıdan da zorla İslamlaştırma politikası uygulaması söz konusu değildi
4 Fethedilen ülkelerin yine İslamî teori açısından dârü'l-İslama, İslam toprağına dönüşmesinden dolayı buraları Türk-İslam nüfus açısından da yerleşmeye açık hale geliyordu Nitekim gelişmenin bu ikinci yönünün bol sayıda delilini sıralamak mümkündür:

Fethedilen bölgelere Türk-İslam nüfusun akımı, başlıca şu yollarla oldu:
1 Osmanlıların Balkanlara geçip ilerlemeye başladıkları andan itibaren Türkmenlerin de orada yerleşmeye başladıklarını görüyoruz Bu iş ilerledikçe buna uygun olarak Türkmen taifelerinin sayıları ve önemleri artmış, daha sonra da bunları askerî bir teşkilata bağlamak, kendilerine mahsus bir nizam ve kanun meydana getirmek gereği ortaya çıkmıştır Bu vakıanın delillerini hem kroniklerde, hem de tahrir defterlerinde bulmak mümkündür Mesela, Aşıkpaşazâde, daha 1335'de "Karesi vilayetine gelen göçer evlerin Rumeli'ye geçirildiğini, bunların bir müddet Gelibolu civarında sâkin olduklarını" kaydetmekte ve Hayrabolu'ya giderek yurt tutup gaza ile meşgul olduklarını ilave etmektedir Bunu fethin ilerdeki safhalarında Balkanların bütün bölgelerinde görüyoruz

Rumeli'de tamamen yayıldıktan sonra tahrirlerini ve yükümlülük altına alınmalarını kolaylaştırmak amacıyla, Türkmenler ya yoğun olarak bulundukları mevki ve merkezin adına, ya herhangi bir niteliklerine, ya da o cemaatin reisliğini yapan kişinin adına göre adlandırılmışlar ve resmî işlemlerde böylece tanınmışlardır Diğer taraftan, bu Türkmen gruplarına göre ayrı ayrı defterler düzenlenmiş, bunların birer suretleri merkeze gönderilmiş, diğer suretleri de Türkmen beylerine verilmiştir Daima başvurulan, gerektiğinde sureti çıkartılarak ilgili kişilere gönderilen bu defterler zaman zaman yenilenmiş yeni durumları tam ve doğru olarak aksettirecek yeni tahrirler yapılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Naldöken Türkmenleri

Bunlar, Türkmen gruplarının en önemlilerindendir Özellikle şimdiki Bulgaristan'da hemen her yerde rastlanan Naldöken Türkmenleri, XVII yüzyıl başlarına kadar teşkilatını ve bütünlüğünü korumuş, hatta sayıları sürekli olarak artmıştır Mesela 1543'te yalnız 196 ocak mevcut iken altmış sene sonra, 1603'te 243 ocak olmuş ve tahrir edilenlerin toplamı 8763 kişiye yükselmiştir Defterlere kaydedilmeyenle, herhangi bir sebeple, bu teşkilatlattan ayrılmış olanları da hesaba katmak şartıyla Naldöken Türkmenlerinin kadın, erkek bütün nüfusunu bu sırada yaklaşık olarak 50000 kabul etmek mümkündür
Bunların en fazla bulunduğu yerleri de belgelerden belirleyebiliyoruz Mesele, Eskihisar-Zağra'da 66 ocak, Filibe'de 46 ocak, Tatarpazarcık'ta 19 ocak Türkmen kaydedilmiş durumdadır Bunların yanında İhtiman, İzladi, Tatarpazarı, Çirmen, Yanbolu, Şumnu, Varna, Pravadi, Hirsova, Tekfurgölü, Silistre, Aydos, Çernova, Tırnova, Niğbolu, Hasköy, Çırpan, Kazanlık'taki Naldöken Türkmenleri dikkate değer görülenlerdir

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Tanrıdağı Türkmenleri

Sayıları ve Rumeli'de yayıldıkları alanın genişliği ile bu alanların nüfus ve kolonizasyon hareketlerinde çok büyük ve enemmiyetli bir rol oynamışlardır Bu grup Naldökenlere nazaran daha kalabalık olduğu gibi Rumeli'de daha geniş bir alana yayılmışlardır Edirne, Kırkkilise, Bender, Akkerman gibi bir kaç yer dışında, Naldökenlerin bulunduğu her yerde mevcut olduktan başka Rusçuk, Tırnova, Razgrad, Niğbolu gibi Kuzey Bulgaristan'da yoğun olarak Batı Trakya'da fazla sayıda Kavala, Drama, Demirhisar gibi kısmen Makedonya'da yerleşmişlerdir
1591 yılı defterlerinde toplam olarak 3000 ocak kaydedilmişlerdir 1584-1591 yıllarında Tanrıdağı Türkmenlerinin eşkinci ve yamakları toplamı, yani askerî ve malî yükümlülük altında bulunanların sayısı 16835'tir Bu miktar Naldöken Türkmenleri mevcudunun en fazla bulunduğu adedin yaklaşık iki mislidir Kayıtlı olmayan serbest haymeneleri de hesaba katmak şartıyla bu grubun genel nüfusunun XVI yüzyıl sonunda XVII yüzyıl başında yaklaşık 100000 kişi olduğunu kabul etmek herhalde yanlış olmayacaktır

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Ofçabolu Türkmenleri

Ofçabolu, bilindiği üzere Üsküp ile İştip arası bölgeye verilen addır Buranın adıyla anılan Türkmenler, imparatorun eski Kosova ve Manastır vilayetlerinde dört mahalde yoğun olarak ve Bulgaristan ve Dobruca'da değişik yerlerde görülmektedir

Vize Türkmenleri

Bu gruplar, Dimetoka ve Hasköy dışında Rumeli'nin çeşitli yerlerinde ve Bulgaristan'da görülmektedir Sayıca, daha önce zikrettiklerimizden azdırlar Türkmenlerden başka bir de Tatarlar vardır ki, aynı hukukî statü içinde ve aynı mâlî yükümlülük altında Türkmenlerle birlikte ve onların yazılı bulundukları defterlerde tahrir edilmiş, bunlardan her grup, yakınlığına göre bir Türkmen subaşısına tabi kılınmış ve onun zeameti arasında anılmıştır Bunlara da Bulgaristan'ın ve diğer Balkan topraklarının çeşitli yerlerinde rastlanmaktadır

Kocacık Türkmenleri

Kısmen Naldöken ve Tanrıdağı Türkmenlerinin bulunduğu Doğu Trakya, Bulgaristan ve Doğu Rumeli'nin doğu tarafları, bütün Dobruca ve Bender, Akkirman mıntıkalarında yaşayan Kocacık Türkmenleri, oldukça ehemmiyetli bir grup teşkil etmişlerdi
Türkiye Cumhuriyeti Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü ve Türkiye Cumhuriyet Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde mevcut Anadolu ve Rumeli'ye ait tahrir defterlerinde yaptığımız ve toplam nüfusu belirleme çalışmalarımızın sonucu, tahminlerimize göre bu saydığımız Türkmen gruplarının asgari 500000 dolayında olduklarını göstermektedir Tarihî demografi ile uğraşanların yakından bilecekleri üzere, defterlere kayıtlı yükümlülerin sayısı, çoğu kez gerçeği en alt düzeyde göstermektedirler Çeşitli nedenlerle defter dışında kalanların sayısı bazen çok büyük sayılara ulaşmaktadır

Defter dışı kalanların sayıca pek fazla olmayacağı düşünülse bile, Türkmen gruplarının sadece Bulgaristan toplam nüfusu içinde küçümsenmeyecek bir oranda olduğu kendiliğinden anlaşılır Oysa Balkanların demografik yapısı içinde yalnızca Türkmenler bulunmaktadır Tahrir defterleri, şehirlerin, köylerin de büyük ölçüde Türk-Müslüman nüfusu barındırdığını göstermektedir2 Balkanlarda Türk-Müslüman nüfusunun yerleşmesinde gözlenen ikinci olgu, şehirlerin yeni yapılar etrafında oluşan Müslüman mahaleler yoluyla yeniden iskânı ve tekke ve zaviyelerin nüfus çeken odaklar olarak belirmesidir Bu olgunun delilleri olabilecek örnekleri, Bulgaristan tahrir defterlerinde görebiliriz

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Osmanlı Yönetimindeki Bulgarların Kültürel Faaliyetleri

Osmanlı egemenliği altına girdikten sonra Bulgar halkının kültürel ilerlemesi durmadı Ancak, karakterinde, biçimlerinde ve ideolojik içeriğinde değişiklikler oldu, şöyle ki kültürel hareketler tamamıyla halka dönük ve demokratik hale geldi Artık politik gücün birleşmesine ve yok edilmiş bulunan Bulgar feodal sınıfının sınıf üstünlüğüne hizmet etmiyordu Osmanlı egemenliği altında geçen yüzyıllar içerisinde Bulgar Kültürünün ana merkezleri manastırlardı Bulgaristan'da yaklaşık 150 manastır vardı, bunların pek çoğu XV Yüzyılın sonunda ve XVI Yüzyılda yeniden inşa edildiler Bunların en ünlüleri Rila, Baçkovo, Poğanovo, Slepçon, Etropole, Çerepiş, Kuklen ve diğerleri idi Mt Athos'daki Hilendar ve Zograf manastırları, Osmanlı egemenliği altındaki Bulgar Kültürel hayatında özellikle önemli bir rol oylamışlardır
Büyük manastırların pek çok kasaba ve köylerde şubeleri vardı, buralara dinsel hizmetleri ve dinsel törenleri yerine getirmek ve bağış toplamak için papazlar gönderilmişti Manastırlarda ve şubelerinde papazların, keşişlerin, yazıcıların, ağaç oymacılarının, ressamların ve diğer meslek dallarındaki kişilerin yetiştirilmesi amacıyla okullar açılmıştı Manastırlar Rus Ortodoks Kilisesi ile bağlarını sürdürüyorlardı Bunun Bulgar Kültürünün gelişmesi konusunda yararlı bir etkisi vardı Rahip sınıfından olmayan kişilerce de zanaatkar yetiştirmek amacıyla özel okullar açılmıştı Bu kişiler işlerini terk etmeksizin çocuklara, gelecekteki işleri ve toplumsal aktiviteleri doğrultusunda okuma, yazma ve matematik öğretirlerdi Bu okullardaki temel eğitim kaynağı kilise ve dinsel kitaplardı

Yabancı egemenliği altında yaşanan yüzyıllar süresince, Bulgar ulusal özelliklerinin canlı kalmasının önemli bir nedeni, ta Orta çağdan beri devam etmekte olan edebi geleneklerin korunmuş olmasıdır Bu arada Osmanlı idaresinin, bütün öbür tebaasının olduğu gibi, Bulgarların din, dil görenek, gelenek gibi kültür unsurlarına hiçbir şekilde müdahale etmemesinin, onların bir millet olarak devamını sağlamış olduğunu da unutmamak lazımdır Manastırlar aynı zamanda, ayin ve dua kitaplarının Bulgarca yazıldığı ve Hıristiyan dini ve kuralları konusunda yazılmış ders notu koleksiyonlarının derlendiği yerlerdi Bu eserlerin yazarları genellikle kilise mensupları idi, ama bunların arasında kiliseden olmayanlar da vardı Zaman geçtikçe, yazarların sayısı, Bulgar şehir nüfusunun büyümesine paralel olarak arttı Belli başlı yazarlar arasında Gramer Uzmanı Vladislav, Peder Peyo, Matey Lambadori ve diğerleri vardı Gregori Tsamblak, Konstantin Kosteneşki ve diğer bazı yazarlar Bulgaristan dışında çalışoyorlardı Bulgarca basılan ilk kitap, XVI Yüzyılın en başında Romen şehri Tırgovişte'de yayımlandı Daha sonra Venedik'te de Bulgarca kitaplar basıldı

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Ulusal Bilinçlenme

XVIII yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası olan Bulgar toprakları, basit maların üretiminde süratli bir gelişmenin yanı sıra, dağınık ve merkezileşmiş üreticiler ve çiftçilerdeki parayla tutulmuş işçiler şeklinde, kısıtlı bir ölçüde kapitalist bir üretim modeline sahne oldu Ülke içi ticaret ve dış dünya ile ticari ilişkiler yoğunlaştı Yaklaşık 30 yıl süresince Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa rakipleri arasında barış hüküm sürdü ve bu da Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlar'da sahip olduğu ülkelerin ekonomik gelişmelerini kolaylaştırdı 17 yüzyılın sonundaki Avusturya-Osmanlı Savaşı sırasında, pek çok Bulgar Batıya, Macaristan'a, Slovakya'ya, Transilvanya'ya ve Habsburg Hanedanı'nın yönetimi altında bulunan diğer ülkelere kaçtılar Oralarda kendi ülkeleri ile ticaret yaptılar
Yine XVIII Yüzyılda, Sofya, Vidin, Tırnovo, Şumen, Provadia, Plovdiv, Stara, Zagora (Eski Zağra), Manastır, Üsküp vb gibi şehirlerdeki Bulgar nüfusu önemli ölçüde artarken, pek çok yeni zanaatkarın yetiştiği ticarî merkezler olan Gabrovo, Kotel, Tryavna, Teteven, Koprivştitsa, Panagyürişte, Kızanlık, Kalofer, Karlovo, Sopot, Samokov, Dupnitsa, Gorna Djumaya (Cuma-i Bala), Nevrokop, Pirlepe, İştip ve pek çok diğer şehirde süratli bir gelişme kaydedildi Zanaat ve ticaretle uğraşan Bulgarların sayısı arttı ve bunlar ekonomik ve toplumsal yaşam içerisinde yerlerini aldılar

Toplumsal üretim tarımı da içine alacak şekilde genişledi Tarımsal üretimin düzenli bir şekilde artan bir bölümü satış için ayrıldı Bu da tarımsal ilişkilerde değişmeler yol açtı Askerî-feodal tarımsal üretim modeli yerini, rençberlerin toprak sahibi olma hakkından yoksun bırakıldığı ve ücret ödenmeyen ortakçı durumuna getirildiği çiftlikler sistemine bıraktı Çiftlikler, ürünlerin pazarda kolaylıkla satılabileceği limanlara ve önemli kentlere yakın, verimli arazilerde kurulan ve büyük çapta mal üreten arazilerdi

Mal üretimindeki gelişme aynı zamanda iç ve dış ticaretin gelişmesine de yol açtı Sınaî ve tarımsal ürün değişiminde aracı rolü oynayan önemli sayıda küçük ve büyük Bulgar tüccarları köy ve kasabalara geldiler Bazı Bulgarlar da devlet vergilerinin toplanmasında tahsildar, büyük kentlere ve orduya kesimlik hayvan temininde ve Türkiye'nin diğer ülkelerle olan ticaretinde aracı olarak çalıştılar XVIII Yüzyıl sırasında Bulgar topraklarında basit mal üretimi ve ortaya çıkan kapitalizme dayanarak yeni bir sosyal sınıf, Bulgar burjuvazisi biçimlenmeye başladı Bu sınıfın büyük çoğunluğu küçük zanaatkarlar ve tüccarlardı Bunlardan daha iyi durumda olanlar ise büyük tüccarlar ve tefecilerdi Bunların Yunan tüccarları ve tefeci burjuvazisi ile ilişkisi olup onlara ve İstanbul Patrikliğine bağımlı idiler

Bu nedenledir ki Yunanlı gibi davranırlar ve Yunanlı kabul edilmek hoşlarına giderdi
Mal üretiminin gelişmesi ve kapitalizmin ortaya çıkışı, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki askerî, idarî sistemin kurumlarını zayıflattı ve bunun sonucu olarak, XVIII Yüzyılın sonlarında, sistem büyük bir krizin içine düştü İmparatorluğun, daha önceki güç ve görkemi giderek azaldı ve parçalandı Aynı zamanda kapitalizmin belirmesi sonucu yeni sosyal güçlerin ortaya çıktığı Balkan halkı ve Osmanlı yönetimi altındaki diğer Balkan Milletleri ulusal uyanış ve kalkınma dönemine girdiler

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Topluluklari

Eski 11-04-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Topluluklari



Milli Bağımsızlık İdeolojisinin Doğuşu

Bulgarların Milli Uyanış dönemine girmelerinin nedenleri, XVIII Yüzyılda ekonomik ve sosyal yaşamda olan değişikliklerde ve özellikle yeni bir sosyal sınıf olan burjuvazinin ortaya çıkışında aranmalıdır Uyanış dönemi, Bulgaristan'da, kapitalizmin ortaya çıkış ve eski sistemin çöküş dönemi ve aynı zamanda Bulgar ulusunun formasyonu ve ulusal özgürlük için çaba dönemi oldu Uyanış, Bulgar ulusal özgürlük ideolojisinin olgunluğa ulaştığı dönemdir
Bulgar halkının ulusal kalkınması konusunda ilk bilinçli kavgacı ve milli bağımsızlık ideolojisinin kurucusu Hilendar'lı Paisiy idi Halk için çalışmayı seven zanaatkar ve tüccarların yerleşme merkezi olan Bansko'da doğup büyüyen Paissiy, dönemin değişmekte ve Bulgaristan'da yeni bir sosyal sınıfın bilinçlenmekte olduğunu daha çocukluğunda hissedebilmişti Bansko tüccarları Mesta ve Struma nehirleri vasıtasıyla halka çeşitli malar getiriyorlardı Aynı zamanda Ege sahillerindeki üreticilerden pamuk getirip bunu Avusturya ve Bohemya'daki tekstil üreticilerine satan büyük ve girişimci tüccarlar da vardı Sonraları, Zograf ve Hilendar manastırları keşişleri olarak ve dinsel amaçla seyahat eden grupların lideri sıfatıyla çalışan Paisiy, halkının özlemlerini ve onların varlığını tehdit eden tehlikeleri hissetti Voyvodina'da Sremski Karlovtsi'ye gitti ve orada, Bulgarların da dahil olduğu Slav'ların tarihi konusunda kitaplar okudu Bu onu büyük, yurtsever, kahramanca girişimine zorladı

Paisiy, 1762'de Bulgar halkının gelişiminde yeni bir çağın öncüsü olan, ünlü "Slav-Bulgar Tarihi" kitabını tamamladı Bu kitapta, Bulgaristan'ın bağımsız bir devlet olduğu zamanlardaki görkemli geçmişinin ulusal onurunu dile getiriyordu Aynı zamanda Osmanlı fatihlerinin ve İstanbul Patrikliği'nin egemenliği altındaki halkının o günkü durumunu ortaya koyuyordu Paisiy'e göre, siyasi özgürlükten ve kilise bağımsızlığından yoksun ve büyük Helen burjuvazisi tarafından yüzüstü bırakılmış Bulgar halkı, bağımsız ırkî varlıklarının yok edilmesi tehdidi ile karşı karşıya idi Bu gerçek, Paisiy'in kendi kökenlerini ve ana dillerini unutanlara ve kendilerine Bulgar demekten utananlara karşı sesini güçlü bir biçimde duyurmasına neden oldu "Oh mantıksız ve aptal insanlar, niçin Bulgar olmaktan utanıyorsunuz ve niçin kendi öz dilinizi okuyup konuşmuyorsunuz?" diye soruyor ve bunun yanıtını da veriyordu Bu, mantıksızlıktı, anlamsızdı, çünkü Bulgarlar görkemli bir geçmişe sahiptiler ve Avrupa'nın devlet otoritesine ve kendi kültürüne sahip en eski uluslarından biri idiler Paisiy'nin, Bulgar kökenli olmaktan utanan insanlara böyle seslenişi, kendi Bulgar milliyetini korumaktaki çabasının bir anlatımı idi Bu nedenledir ki "Slav-Bulgar Tarihi" kitabında, ilk ulusal özgürlük programının yani, milli uyanış, bağımsız bir Bulgar Kilisesi ve Politik özgürlüğe ulaşmanın hedeflerini açıkladı

Hilendar'lı Paisiy'nin fikirlerinin kitleler üzerinde çok güçlü bir etkisi oldu
Paisiy'nin tarihi Bulgaristan'ın her yerinde çok sayıda çoğaltıldı ve geniş ölçüde okundu Kitaba Paisiy'nin yandaşları tarafından bazı eklemeler yapıldı ve yurtseverlik ve milli bağımsızlık kavgasının esin kaynağı olarak tanıtıldı ve yayıldı Kitabın bu güne dek kalmış 60 kopyası ve düzeltilmiş baskıları yapıldı Tarih'i çoğaltanlar arasında en önemli kişi ve Paisiy'nin bu işe en çok kendini adamış yandaşı, Kotel'li bir papaz olan ve daha sonraları Vratsa piskoposluğuna getirilen Sofronius idi Bulgar tarihinde, Ulusal Kalkınmanın başlangıç dönemlerinde, en önemli olayların merkezinde rol almış, özellikle ulusal-özgürleşme amacına Rusya'nın desteğini sağlamak için girişilen hareketi düzenlemişti

Bulgarların Millî uyanış hareketi XVIII Yüzyılın sonlarında ve XIX Yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu'ndaki kargaşalıklar yüzünden gecikti Bu kargaşalıklar, askerî idarî sistemin bölünmesini ve buna karşılık merkezî hükümetin, imparatorlukta politik ve askerî reformlar yapma çabalarını birlikte getirdi Reforma yeniçeriler ve bazı bağımsızlık yanlısı yerel yöneticiler karşı çıktılar Barış içinde yaşayan Hıristiyan ve Müslüman halkı yaklaşık 20 yıldır yağma ve talanlarıyla huzursuz eden, silahlı eşkiyaların göçebe kolları bu durumdan yararlanıp her yeri ateşe verdiler ve kılıçtan geçirdiler Bunlara karşı mücadelede Bulgarlar da rol aldı Silahlanmalarına ve kendilerini korumak için yerleşme merkezlerinin çevresine istihkam duvarları inşa etmelerine izin verildi Bu da kendilerine olan güvenlerini artırdı ve savaşma ilhamı verdi

Asi yerel yöneticilerin direnişi kırıldıktan, yeniçeriler ve silahlı eşkıya yok edildikten sonra, huzursuzluk sona erdi Buna XIX Yüzyılın 20'li yıllarında ulaşıldı ve merkezî hükümet III Selim'in tasarladığı, ancak yapmayı başaramadığı reformları gerçekleştirmeye ve politik üst yapıyı, değişen sosyo-ekonomik koşullara göre ayarlamaya karar verdi Askerî hizmetlerine karşılık sipahilere toprak verme sistemi 1832 ve 1834 yılları arasında kaldırıldı Tarımda çiftçilik modelinin gelişmesi ve pek çok sipahi eyaletinin sivil idareye, Müslüman tüccarlara ve tefecilere geçmesi ile sayıları azalmış olan sipahilerin, köylüleri idare etme ve feodal kirayı onlardan alma hakları elerinden alındı Bunun yerine, devlete destek olacakları kabul edildi Sipahi süvarileri ve yeniçeri piyadeleri dağıldılar ve bunun yerine, batı modeline göre düzenlenen, silahlandırılan ve eğitilen yeni bir ordu aldı

Sultan, 1839'da yayınladığı Hatt-ı Şerif olarak bilinen bir karar ile, imparatorluğun buyruğu altındaki herkesin can, mal, ırz dokunulmazlığı ile vicdan hürriyeti ve kanunlar karşısında eşitlik hakkına sahip olduğunu açıkladı Osmanlı İmparatorluğu'nun askerî-idarî bir sistemden, merkezîleştirilmiş ve bürokratik bir devlet haline dönüştürmeyi amaçlayan bir dizi yasa, bu kararı izledi ve insan gücünün serbest göçünü sağlayan koşullar yaratıldı Bu, mal üretiminin ve ticaretin gelişmesini kolaylaştırdı Bununla birlikte reformlar, eski sistemi tamamen yok edip merkezî devlet sistemine dönüştüremedi Bu nedenledir ki, reformlardan sonra bile, kapitalist üretim modelinin gelişmesini hızlandıracak koşullar yoktu
XIX yüzyılın başlarında, Bulgar ulusal özgürlük hareketi, Türklerin yönetimi altında bulunan diğer Balkan ülkelerindeki ulusal özgürlük hareketlerine paralel ve onlarla ilişkili olarak gelişti Yüzyılın başında Sırbistan'da patlayan ayaklanmaya pek çok Bulgar katıldı Yüzyılın 20'liyıllarında Yunanistan'da bir başka ayaklanma patlak verdi Bu ayaklanmaya Bulgarlar çok daha geniş bir ölçüde katıldılar Yunan ayaklanmasına adını veren Etniki Eteria desteğindeki gruplar pek çok kasabaya yerleştiler ve Bulgar gönüllüleri Yunanlılarla omuz omuza savaştılar

Milli ruhu destekleyen ve ulusal özgürlük çabasına güç katan bir başka dış etken de, Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu'na karşı güttüğü politika idi ki bunun sonucu olarak XIX Yüzyılın başlarında iki ülke arasında iki savaş yapıldı Yüzlerce Bulgar gönüllüsü, ya ayrı ordu birimleri veya Rus ordusu birimlerinin üyeleri alarak savaştılar 1806-1812 yılları arasında süren Osmanlı-Rus savaşında Bulgarlar önemli ölçüde rol aldılar Bu savaş sırasında Vratsa'dan Sofronius St Petersburg'a bir delegasyon gönderilmesini organize etti ve ulusal bağımsızlık çabasına Rusya'nın desteğini istedi Napolyon'un Rusya'ya saldırısı Bulgarların planlarını bozdu Aynı olay, 1829'da da oldu, Rus orduları Türkiye'nin Avrupa kesiminin ta içlerine kadar girip Türkiye'yi Edirne Barış Anlaşmasını imzalamaya zorunlu bırakmışlardı Ancak Anglo-Fransız düşmanlığı nedeniyle Ruslar geri çekildiler ve bu olay Bulgarların kütleler halinde doğdukları yerleri terketmelerine ve Besarabya ve Ukrayna'da yerleşmelerine neden oldu

Ancak Rus çabalarının, özgür bir Bulgaristan kurulmasından çok bu perde altında aslında kendilerine tabi ve Rus çıkarlarına hizmet edecek bir Bulgaristan kurulması amacını güttüğünü de unutmamak gerekir Bulgar Ulusal Kalkınma konusunda en önemli rolü Bulgar okulları oynadı Değişen koşullara ve gereksinimlere artık cevap veremeyen eski Manastır okulları Ulusal Uyanış Döneminde birer birer ortadan kalktılar Bulgar gençleri kendilerine rasyonel bir biçimde, doğa toplum ve hümanite bilgileri veren Yunan, Sırbistan ve Romanya okullarına gitmeye başladılar Ülkelerine dönüşlerinde dine bağlı olmayan yeni okullar açtılar ve bu okullardaki öğrenci sayısı hızla yükseldi Bu, XIX Yüzyılın ortalarına dek sürdü Daha sonra öğrenmeye istekli Bulgar gençlerine en çekici gelen merkez Rusya oldu Bir çokları da okumak için Batı'ya, esas olarak Fransa'ya, Bohemya'ya, Almanya'ya, İsviçre'ye ve diğer bazı ülkelere gittiler

Bulgaristan da dini amaçlar dışındaki ilk okul 1835'de Gabrovo'da açıldı Bu okulda eğitim, karşılıklı eğitim metodu diye adlandırılan temele dayanıyordu, yani öğretmen büyük öğrencileri eğitiyor, buna karşı onlarda daha küçükleri eğitiyorlardı Sınıfları olan okullar daha sonra kuruldu Erişkinlerin eğitilmesi amacıyla kültürel merkezler kuruldu Bu merkezlerde toplumun yararlanması için Bulgar ve yabancı kitaplar, dergiler, gazeteler vardı Eğitimin gelişmesiyle ortaya çıkan bir grup Bulgar aydını, yurtseverlik ruhunu geliştirdiler Bu aydınlar arasında öğretmenler, rahipler, ikon ressamları, kitap yayıncıları, gazeteciler, dergi yayıncıları, bunları satan memurlar Bulgar belediye görevlileri vb vardı
Bulgar dini bölgeleri eğitim alanında önemli rol oynadılar Başlangıçta Bulgarlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altındaki diğer ortodokslarla birlikte dini bölgeler oluşturdular Bunlar "Bizans Bölgeleri" olarak bilinir

Ancak kalkınma çabası güç kazandıkça, hiçbir ulusal nitelik taşımayan bu birimler yerlerini tümüyle Bulgar bölgelerine bırakmaya başladılar Bu bölgeler "çorbacı" denilen bölge başkanlarının yönettiği 5 ila 12 yaşlı üyeden oluşan konseylerce yönetilirdi Bölge konveyleri, devlet vergilerinin dağıtımı ve toplanmasında Bulgar halkı ile Türk yetkilileri arasında aracı olarak hareket ederlerdi Aynı zamanda her iki toplum arasındaki ilişkilerde ve İstanbul Patrikliği ile olan ilişkilerde de aracılık ederlerdi Kiliselerin ve okulların yapılması ve yönetilmesi, toplum düzeninin ve ahlak törelerinin gözlenmesi ve benzeri işlerle ilgilenirlerdi Bölge konseyleri sayesinde Bulgarlar siyasi güce ve kilisenin gücüne bireysel olarak değil, bir topluluğun üyeleri olarak karşı çıktılar ve bu da onları kendilerine güven duymaya, özel ve toplumsal çıkarlarını korumak üzere birleşmeye yöneltti

Bu yeni güç ve birleşme ruhu, özellikle, bağımsız bir ulusal kilisenin kurulma çabasında kendini gösterdi Bu savaşın, XIX Yüzyılın ikinci çeyreğinde, Aratsa, Üsküp Samokov ve başka yerlerde yerel Yunan piskoposlarına karşı protesto kampanyaları ile başladı Sonraları hareket, amacına ulaşarak Yunan Piskoposların yerini Bulgar Piskoposları aldı, kilise vergileri ve halktan toplanan harçlar düşürüldü 40'lı yıllardı hareketi Neofit Bozveli yönetiyordu Bu sırada mücadelenin merkezi, Bozveli'nin Bulgar zanaatkarlar ve tüccarlardan oluşan geniş topluluğun içinde önemli destekler bulduğu İstanbul'a kaydırıldı İstanbul'un Fener bölgesinde bir Bulgar toplumu kurulması ve bir Bulgar kilisesinin açılışı ile mücadelede bir adım daha atılmış oldu

Bağımsız bir ulusal kilise için mücadele başlatılıncaya kadar, Osmanlı yetkilileri bulgarla'a ayrı bir halk gözüyle bakmıyorlardı Onlar Rum Milleti (Bizans halkı)'nın bir parçası olarak kabul ediliyor ve etnik bir topluluk olarak değil dini (Ortodoks) bir topluluk olarak muamele görüyorlardı XIX Yüzyılın ilk yarısından kalma bazı dini bölge mühürlerine bakılırsa, Bulgarlar kendileri bile dini bölgelerine "Bizans", yani Ortodoks Hıristiyan adını takmışlardı Bununla birlikte, kilise bağımsızlığı için mücadelenin başlangıcından sonra durum değişti İstanbul'daki ve kalkınma hareketinin güç kazanmaya başladığı bütün Bulgar topraklarındaki Bulgarlar, kendilerini Bulgar milleti olarak adlandırmaya ve ayrı bir millet olarak tanınmayı istemeye başladılar

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.