Zafer Yahut Hiç Kitap Tavsiyesi |
11-03-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Zafer Yahut Hiç Kitap TavsiyesiZafer Yahut Hiç, Usta yazar Mustafa Kutlu'nun yeni kitabı Zafer Yahut Hiç, bir aşk hikâyesi Mustafa Kutlu öykücülüğünün son halkasında yazarın yolu bu kez İstanbul'un gecekondu semtlerinden birine düşüyor Kitapta, yine her Kutlu öyküsünde olduğu gibi sosyolojik bir fotoğraf beliriyor ZAFER YAHUT HİÇ, MUSTAFA KUTLU, DERGAH YAYINLARI, 197 SAYFA, 10 TL Modern Türkiye öykücülüğünün asude bir adası olan Mustafa Kutlu ustadan mutadı üzere yeni bir kitap geldi: Zafer Yahut Hiç Mutadı üzere diyorum, zira Kutlu, nicedir her yıl, kutsal Ramazan'a doğru, belki onun bereketiyle, önümüze yeni bir öykü sofrası seriyor İyi ki de seriyor, çöle dönüşen edebiyat dünyamızda Kutlu'nun hikayeleri, buz gibi soğuk ve su gibi berrak geliyor Serap değil tabii bu Kutlu, modern toplumun kalbindeki derin krizi aşmanın yolunun saflıktan, samimilikten, düşüncesi ile eylemi bir olmaktan geçtiğini biliyor Usta diyorum ya, Kutlu'nun en değerli özelliği, Turgut Uyar'ın söz ettiği ustalaşma' tehlikesine düşmeyen bir usta olması İlk günkü gibi yazıyor Halis, içten, yalın… Yunus Emre'nin, Karacaoğlan'ın, Ömer Seyfettin'in dilini bugünün meselelerini ve hikâyesini anlatırken yeniden üretiyor Nietzsche'nin değil, Şark'ın aşkı… Zafer Yahut Hiç'in adının öyküsüne bakalım ilkin: Makedonya kralı İskender, Dara'yı yendikten sonra doğuda ilerlemektedir Dara'nın kızı Rukzan hüviyetini gizleyerek Pencap hükümdarı Eşber'in sarayına sığınır Eşber'in kız kardeşi Sumru, İskender'i görmeden ona âşık olmuştur Gizlice buluşan ve sevişen Sumru ile İskender arasında gidip gelirken Rukzan da İskender'i sever İskender, Sumru'nun bütün ricalarına rağmen Pencap ülkesine yürür Sumru sevgilisine söz geçiremeyince ağabeyini bu savaştan vazgeçirmek ister ancak Eşber halkına karşı sorumlu olduğunu bilir Savaşır ve bir hain sandığı Sumru'yu öldürür Bu haber İskender'e ulaşınca kral kendisine engel olmak isteyen Rukzan'ı atıyla çiğneyerek geçer Pencap düşer, Eşber zincire vurulur Eşber'in kahramanlığına hayran kalan İskender onu serbest bırakır ve kılıcını geri verir Kılıcı alan Eşber intihar eder Etrafı Eşber'in, Sumru'nun ve Rukzan'ın cesetleriyle çevrili olan İskender, bunun mânâsını hocası Aristo'ya sorar Aristo'nun cevabı şudur: “Zafer yahut hiç!” Kutlu'nun bu nefis göndermesi, hikâyenin yani aşka dair hikayâtın mantığını da ele veriyor Nietzsche'nin, “Her aşk trajiktir”inden çok, Şark'ın “Aşk, kavuşma arzusuyla yanmaktır”ı bu… Tabii, toplumsal ve siyasal kirlenmeden yeterince nasiplenmiş olanların da içinden geçen/geçtiği bu hazin aşk hikâyesi, Uzun Hikâye ile bizi canevimizden vurmuş olan Kutlu öykücülüğüne yeni, değerli bir halka eklemiş oluyor Bu sessiz yürüyüşte yazarın yolu bu kez İstanbul'un gecekondu semtlerinden birine düşüyor Aşk'ın dibinde yine her Kutlu öyküsünde olduğu gibi sosyolojik bir fotoğraf belirmeye başlıyor Kutlu, bunu her zamanki gibi iddiasız görünen bir anlatımla yapıyor, zaten asıl gücü ve etkisi de buradan geliyor Bir dolu sosyolojik teori ve analize gerek duymayan ama toplumun adeta ruhi bakımdan röntgenini çeken bir anlatım bu Süha Yıldız'ın da belirttiği gibi (Zaman, 17 Temmuz 2010): “Kitabın zaten Gide gide şehir bitti' cümlesiyle başlaması, nerede konaklayacağınıza dair bir ipucunu barındırıyor Sıcak, tozlu, yapış yapış bir günde döküntü bir minibüsün şehrin eteğine yapışmış yaşayan gecekondu mahallesine' dalmasıyla başlayan Zafer Yahut Hiç!, minibüsün içindeki Avrupa'dan dönen Doktor Ferit'in, Tepeköy'de belediye başkanı olan amcası Samet Görmüş'ü ziyareti ile kendini açmaya başlıyor Aslında açıyor mu, yoksa Kutlu'nun aktardığı kahramanların tanıdık hikâyeleriyle daha mı açmaza sarıyor bilinmez Tepeköy Sağlık Ocağı'nın her şeyi hemşire Neriman, onun en yakın arkadaşı ve sırdaşı öğretmen Oya Garip, bu öğretmene abayı yakmış ve onun gibi dul ve tek çocuklu komiser Bulut Evet, tahmin edebileceğiniz gibi Tepeköy'e amcasını ziyarete gelen Doktor Ferit'in, bir olay sonucunda Oya Hanım'a gönlü kayınca ve bu da karşılıksız kalmayınca alevlenen bir aşk Ama arada komiser Bulut var Oya Hanım'ı o güne kadar koruyup kollayan, birlikte kendi yaralarına merhem olan bir dost Üstelik Oya'ya kara sevdalı…” Öykünün belki de en can alıcı karakteri, Canan Adı belli ki tesadüfî değil Aşkın umarsızlığı ve imkânsızlığı, hikâyenin hüznü besleyen boyutu buradan akıyor Kutlu bize bunu hep yapar (bu kez, Zafer Yahut Hiçi okurken Şeyh-i Ekber'in bir çilingir gibi yine o umarsızlığı ima eden cümlesi yedeğimde idi: “Ayrılığa ulaşabilseydik, ona kendi acısını tattırırdık”) Onun hikâyelerinde, âdeta gündelik yaşamın, güzeran' kelimesiyle ifade edebileceğimiz akışı içerisindeki, küçük gibi görünen ama daima koyu bir hüzne neden olan çelişkileri karşımıza çıkar Kelimeleri öyle seçiyor, tasvirleri, tasvir izlenimi vermeksizin o denli yalın ama etkili bir sinematografik dil atmosferinden yapıyor ki, kişiler ve olaylar dipdiri biçimde karşımıza çıkıveriyor Bu içten ve gerçekçi fotoğrafın bir de şiirsel yönü, tadı var Kutlu'nun yalınlık içindeki şiirselliği, okurken ruhumuzu bir anda sarıp sarmalayarak bizi öykünün içine çekiyor, kitabı bir çırpıda okuyor, dış dünyadan tümüyle kopuyoruz Başlıca imkân: Gelenek Son olarak kitabın kurgusuna değinmek isterim Kutlu, ilk iki kitabı dışta tutulacak olursa, aslında bizim tahkiye geleneğimizin yapısına uygun olarak, bağımsız görünse bile aynı büyük hikâyeyi anlatan, bir anda okunduğunda bir roman'ın bölümleriymiş izlenimini veren bir yapı kuruyor Bu, Kelile ve Dimne'nin, Binbir Gece Masalları'nın, Kerem ile Aslı'nın, Mesnevi-i Şerif'in, Mantıku't-Tayr'ın ve başka geleneksel eserlerin yapısının modern zamanlarda sürebileceğine ve sürmesi gerektiğine ilişkin bir düşünce de uyandırıyor Kutlu, bu anlamda modern soru(n)ların cevabını ararken geleneğin başlıca imkân olduğunu ima etmiş oluyor Kutlu ustamızın gönlüne, diline bereket; Allah'tan kendisine uzun ömürler diliyorum, bize nice hikâyeler sunmasını niyaz ediyorum SADIK YALSIZUÇANLAR |
|