Prof. Dr. Sinsi
|
Hz.Ebubekir(R.A.)
Peygamberlerden sonra insanların en üstünü:
Hz EBÛ BEKR-İ SIDDÎK
Hz Ebû Bekir, daha Müslüman olmamıştı Çok te’sîrinde kaldığı bir rü’yâ gördü Gökten dolunay inip, Kâ’be-i muazzamaya gelmiş ve sonra parça parça olmuş, parçalar Mekke’deki her evin üzerine düşmüş, sonra da tekrar bir araya gelip göğe yükselmişti Fakat, kendi evine düşen ay parçası evde kalmış tekrar göğe yükselmemişti Hz Ebû Bekir, evin kapısını kapayarak, ay parçasının çıkmasına mâni olmuştu
Kavminden Peygamber gelecek
Sabahleyin heyecanla uyanan Hz Ebû Bekir, hemen bir Yahûdî âlimine gidip, rü’yâsını anlattı O da dedi ki:
- Bu rü’yâ karışık rü’yâlardan biridir Bunun ta’bîri yapılamaz
Fakat bu söz O’nu tatmin etmemişti Devamlı bu rü’yânın ta’bîrini düşünüyordu
Bir zaman sonra ticâret maksadıyla gittiği yerde, râhip Bahîra’ya rü’yâsını anlattı Rü’yâ Bahîra’nın çok dikkatini çekti Bunun için Hz Ebû Bekir’e sordu:
- Sen nerelisin?
- Kureyş’tenim
- Tamam Şimdi rü’yânı ta’bîr edeyim Mekke’de, bu kavimden bir peygamber gelecek, O’nun hidâyet nûru her yere yayılacak Sen, O hayatta iken O’nun vezîri, vefâtından sonra da Halîfesi olacaksın! 
Hz Ebû Bekir ne yapacağını şaşırmış hâldeyken, râhip Bahîra sözlerine şöyle devam etti:
- Şimdi sen hemen memleketine dön! O’na ulaş! O’na vahiy gelmeye başladığında, git herkesten önce O’na îmân et!
Hz Ebû Bekir bu ta’bîri kimseye anlatmadı Peygamber efendimiz, peygamberliğini teblîğe başlayınca sordu:
- Peygamberlerin, peygamber olduklarına dâir delîlleri vardır Senin delîlin nedir?
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Peygamberliğime delîl, o rü’yâdır ki, bir Yahûdî âliminden ta’bîrini istedin O âlim, “Karışık bir rü’yâdır, i’tibâr edilmez” dedi Sonra râhib Bahîra, doğru ta’bîr etti Yâ Ebâ Bekr, seni Allahü teâlâya ve Resûlüne îmân etmeğe da’vet ederim
Bunun üzerine, Hz Ebû Bekir, kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu Zaten bir gece önce şöyle düşünmüştü:
Aklıma yatmıyor
“Baba ve dedelerimizin seçtiği din, hiç aklıma yatmıyor Zîrâ hiçbir zarar ve fayda vermeye kâdir olmayan bir heykele tapınmak, ibâdet etmek akıllıca bir iş değildir Bu kadar muazzam bir kâinâtın bir yaratıcısı olması lâzımdır Fakat bunu kendi aklım ile bulmam mümkün değildir Yarın gidip durumu Muhammed aleyhisselâma anlatayım Bu durumu ancak O’na arz edebilirim Zîrâ, olgun ve akıllı, doğru görüşlü, hiç yalan söylemiyen bir kimsedir Herkes O’ndan Muhammed-ül emîn diye bahsetmektedir O, ne yapmamı isterse ona göre hareket ederim ”
Resûlullah efendimiz de, aynı gece, Hz Ebû Bekir’i İslâm’a da’veti düşünmüştü Sabah olunca her ikisi de aynı düşünce ile birbirlerinin evine gitmek üzere evlerinden çıktılar Yolda karşılaştıklarında, “Sözleşmeden birleştik” dediler
Hz Ebû Bekir, Peygamber efendimizin huzurlarında Müslüman olur olmaz, hemen yakın arkadaşları hatırına geldi:
- Yâ Resûlallah, müsâade ederseniz, yakın arkadaşlarımı da huzûrunuza getirip, onların da Müslüman olmalarını arzû ediyorum Onların da ebedî saâdete kavuşmalarını istiyorum, diyerek arkadaşlarına koştu
Arkadaşlarım dediği, Hz Osman, Hz Talhâ bin Ubeydullah, Hz Zübeyr, Hz Abdurrahmân bin Avf, Hz Sa’d bin Ebî Vakkâs ve Hz Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi, ileride Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenenlerden olacak kimselerdi
Gelin îmân edin
Hz Ebû Bekir, yeni Müslüman olmasının aşk ve şevkiyle, Mescid-i Harâma vardığında, dayanamayıp, müşrikler tarafına dönerek seslendi:
- Bütün kâinâtın yaratıcısı olan Allahü teâlâyı bırakıp, niçin gidip, bu âciz putlara tapıyor, onlara yüz sürüyorsunuz Gelin, Allaha ve O’nun resûlü Muhammed aleyhisselâma îmân edin!
Bunun üzerine müşrikler, hep birlikte üzerine yürüdüler Kendisini çok fecî şekilde dövdüler Kabîlesinden gelen ba’zı kimseler, kendisini baygın bir hâlde evine götürdüler
Hz Ebû Bekir, uzun bir süre kendisine gelemedi Ayılması için yapılan bütün gayretlerden bir netîce alınamıyordu Artık, ümitsiz bir şekilde başında beklemeye başladılar Nihâyet akşam üstü biraz kendine gelir gibi oldu Gözünü açar açmaz, ağzından çıkan ilk kelâm şu oldu:
- Resûlullah, ne yapıyor, O ne hâldedir? O’na birşey oldu mu?
Annesi Ümmülhayr sevinç içinde dedi ki:
- Yavrum, bir şey arzû eder misin, yiyip içmek ister misin?
- Anneciğim, ben Resûlullaha birşey oldu mu diye soruyorum O’nun hakkında bana bilgi getirmediğin takdîrde, ne bir lokma yerim, ne de birşey içerim
- Evlâdım, vallahi, O’nun hakkında bir bilgim yok Onun için sana cevap veremiyorum Sen biraz ye, kendine gel Sonra O’nun durumunu öğrenirsin
- Hayır anne! Sen Ümm-i Cemil’e git ve de ki: Oğlum Ebû Bekir, senden Resûlullahı soruyor Acaba ne hâldedir?
Annesi de îmân etti
Annesi hemen gidip, Ümm-i Cemil’e durumu anlattı
Daha sonra, annesi ve Ümm-i Cemil’in yardımıyla, yavaş yavaş Hz Erkam’ın evine vardı Peygamber efendimizi sağ sâlim görünce çok sevindi, Resûlullaha sarıldı Artık bütün ağrılarını unutmuştu Peygamber efendimize dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Bu benim annem Selmâ’dır Ona duâ etmenizi istiyorum O da hidâyete kavuşsun!
Peygamber efendimiz duâ buyurdu Böylece annesi de, îmân ile şereflendi ve ilk Müslümanlardan oldu
Resûlullah efendimiz Mi’râca çıktıktan sonra, ertesi gün, Kâ’be yanında mi’râcını anlatınca, işiten müşrikler, inkâr edip, alay etmeye başladılar Müslüman olmaya niyetli olanlar da vazgeçtiler
Müşrikler, “Tamam, bu defa bir koz yakaladık” diyerek Hz Ebû Bekir’e gidip sordular:
- Ey Ebâ Bekr! Sen çok defa Kudüs’e gidip geldin İyi bilirsin Mekke’den Kudüs’e gidip gelmek, ne kadar zaman sürer?
- İyi biliyorum Bir aydan fazla
Mi'râcınız mübârek olsun!
Kâfirler bu söze sevindi “Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur” dediler Gülerek, alay ederek ve Hz Ebû Bekir’in de kendi kafalarında olduğuna sevinerek, “Senin efendin, Kudüs’e bir gecede gidip geldiğini söylüyor” diyerek, Ebû Bekir’e sevgi, saygı gösterdiler
Hz Ebû Bekir, Resûlullahın mübârek adını işitince;
- Eğer O söyledi ise, inandım Bir anda gidip gelmiştir, deyip içeri girdi
Kâfirler neye uğradıklarını anlıyamadı Önlerine bakıp gidiyorlar ve bir taraftan da diyorlardı ki:
- Vay canına, Muhammed ne yaman büyücü imiş Ebû Bekir’e de sihir yapmış
Hz Ebû Bekir hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Mi’râcınız mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi Parlıyan yüzünü görmekle ve kalbleri alan, rûhları çeken tatlı sözlerini işitmekle ni’metlendirdi Yâ Resûlallah! Senin her sözün doğrudur İnandım Canım sana fedâ olsun!
Böylece Hz Ebû Bekir, o gün tereddüde düşen Müslümanların tereddütlerini giderdi, diğerlerinin ma’nevîyatlarını güçlendirdi Böyle tereddütsüz îmân etmesinden dolayı Resûlullah, o gün Hz Ebû Bekir’e Sıddîk dedi Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi
Beraber hicret ederiz
Mekke’de müşriklerin, Müslümanlara yaptıkları baskılar ve işkenceler üzerine, Müslümanların çoğu, Resûlullah efendimizin izniyle Medîne’ye hicret etti Hz Ebû Bekir de hicret için izin istediğinde, Resûl-i ekrem buyurdu ki:
- Sabreyle Ümîdim odur ki; Allahü teâlâ bana da izin verir Beraber hicret ederiz
- Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Böyle ihtimâl var mıdır?
- Evet vardır
Peygamber efendimizin bu cevapları, Hz Ebû Bekir’i sevindirmişti Bunun üzerine Hz Ebû Bekir hazırlıklara başladı Hicret için iki deve satın aldı ve o günü beklemeye başladı Artık Mekke’de sadece; sevgili Peygamberimiz ile Hz Ebû Bekir, Hz Ali, fakîrler, hastalar, ihtiyârlar ve müşriklerin hapse attığı mü’minler kalmıştı
Diğer taraftan Medîneli Müslümanlar, ya’nî Ensâr, hicret eden Mekkelileri ya’nî Muhâcirleri çok iyi karşılayıp, misâfir ettiler Aralarında kuvvetli bir birlik meydana geldi
Resûlullah efendimiz, hicret gecesi, Allahü teâlânın emriyle evinde Hz Ali’yi bırakıp, müşriklerin üzerine toprak saçarak uzaklaşıp, Hz Ebû Bekir’in evine gitti Hz Ebû Bekir’e buyurdu ki:
- Hicret etmeme izin verildi
Hz Ebû Bekr-i Sıddîk heyecanla sordu:
- Mübârek ayağınızın tozuna yüzümü süreyim yâ Resûlallah! Ben de beraber miyim?
Efendimiz cevap verdiler:
- Evet 
Anam-babam fedâ olsun
Hz Ebû Bekir sevincinden ağladı Gözyaşları arasında dedi ki:
- Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Develer hazır Hangisini murâd ederseniz, onu kabûl buyurunuz
- Benim olmayan deveye binmem Ancak bedeliyle alırım
Bu kesin emir karşısında mecbur kalan Hz Ebû Bekir, devenin bedelini söyledi
Hz Ebû Bekir, Abdullah bin Üreykıt isminde, kılavuzluğu ile meşhûr olan zâtı çağırıp, yol göstermesi için ücretle tuttu ve develeri üç gün sonra Sevr dağındaki mağaraya getirmesini emretti
Safer ayının 27’si perşembe günü, Peygamber efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk, yanlarına bir miktar yiyecek alarak yola çıktılar İzleri belli olmasın diye parmaklarına basarak gidiyorlardı Hz Ebû Bekir, Resûlullahın çevresinde, ba’zan sola, ba’zan sağa, öne, arkaya gidiyordu Peygamberimiz, niçin böyle yaptığını sorunca dedi ki:
- Etraftan gelecek bir tehlikeyi önlemek için Eğer bir zarar gelirse önce bana gelsin Canım yüksek zâtınıza fedâ olsun yâ Resûlallah!
- Yâ Ebâ Bekr! Başıma gelecek bir musîbetin, benim yerime, senin başına gelmiş olmasını ister misin?
- Evet yâ Resûlallah! Seni hak dinle, hak peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, gelecek bir musîbetin, senin yerine, benim başıma gelmesini isterim
Mağara kapısı önüne geldiklerinde, Hz Ebû Bekir dedi ki:
- Allah için yâ Resûlallah, içeri girmeyin! Ben gireyim, orada zararlı bir şey varsa, bana gelsin, mübârek zâtınıza bir keder, bir elem değmesin
Ayağını yılan soktu
Sonra içeri girip, süpürüp temizledi Sağında, solunda irili ufaklı birçok delikler vardı Hırkasını parçalayıp, delikleri kapadı, fakat biri açık kaldı Onu da ökçesi ile kapayıp, Resûlullahı içeri da’vet eyledi
Peygamber efendimiz içeri girdi ve mübârek başını Hz Ebû Bekir’in kucağına koyup uyudu O zaman, Hz Sıddîk’ın ayağını yılan soktu Resûlullahın uyanmaması için sabredip, hiç hareket etmedi Fakat gözyaşı Resûlullahın mübârek yüzüne damlayınca buyurdu ki:
- Ne oldu yâ Ebâ Bekr?
- Ayağım ile kapattığım delikten, bir yılan ayağımı soktu
Resûlullah efendimiz, Ebû Bekir’in yarasına, iyi olması için mübârek ağzının yaşından sürünce, acısı hemen dindi, şifâ buldu
Resûlullah efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk içerde iken, müşrikler, iz takip ederek mağaranın önüne geldiler Mağaranın ağzının bir örümcek tarafından örüldüğünü ve iki güvercinin de yuva yaptığını gördüler İz sürücü Kürz bin Alkama dedi ki:
- İşte burada iz kesildi
Müşrikler dediler ki:
- Eğer, onlar buraya girmiş olsalardı, kapının üzerindeki örümcek ağının yırtılmış olması lâzım gelirdi Bu örümcek, ağını, Muhammed doğmadan önce örmüştür
İçeri bakmadan geri döndüler
Müşrikler kapı önünde münâkaşa ederken, içeride Hz Ebû Bekir endişeye kapıldı Kâinâtın sultânı efendimiz buyurdu ki:
- Yâ Ebâ Bekir! Üzülme! Şüphesiz Allahü teâlâ bizimledir
Müşrikler içeri bakmadan geri döndüler
Mağarada üç gece kalıp, pazartesi gecesi yola çıktılar Eylül ayının 20 ve Rebî’ul-evvelin 8 pazartesi günü Medîne’de Kubâ köyüne geldiler O gün, Müslümanların Hicrî şemsî sene başlangıcı oldu
Hz Ebû Bekir, hazerde ve seferde Resûlullahtan hiç ayrılmadı Ona her zaman arkadaşlık etti Her zaman, malını, canını fedâ etmeye hazır hâlde yanında beklerdi
Bedir savaşında bir ara, İslâm askeri zorlanmaya başladı Bunun üzerine, Peygamber efendimiz, Sa’d ve Sa’îd hazretlerini gönderdi Sonra Hz Ebû Zer’i gönderdi Daha sonra da Hz Ömer’i gönderdi Bir saat geçtiği hâlde, zorlanma devam ediyordu Bunu gören, Hz Ebû Bekir, kılıcını çekip atına binmek isteyince, Peygamber efendimiz elinden tutup buyurdu:
- Yanımdan ayrılma yâ Ebâ Bekr! Bedenime ve kalbime gelen her sıkıntı, senin mübârek yüzünü görmekle hafifliyor Seninle kalbim kuvvetleniyor
Peygamber efendimiz, Hz Ebû Bekir’i ağlarken görünce buyurdu ki:
- Yâ Ebâ Bekir, ağlama! Arkadaşlığı ve malı, bana, senden daha bereketli olanı yoktur
Hz Ebû Bekir'in îmânı
Hz Ebû Bekir, diline hâkim olmak, lüzûmsuz hiçbir şey konuşmamak için mübârek ağzına taş koyardı Mecbûr kalmadıkça aslâ dünya kelâmı konuşmazdı Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Ebû Bekir’in îmânı, bütün mü’minlerin îmânı ile tartılsa, Ebû Bekir’in îmânı ağır gelir )
Peygamber efendimizin ilk halîfesi ve peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmak fazîleti, üstünlüğü, sadece Hz Ebû Bekir’e nasîb olmuştur O, dîni kuvvetlendirmek, Peygamber efendimizi memnûn etmek için malını vermekte, düşmana karşı cihâd etmekte, hep önde olmuştur
Hadîd sûresinde meâlen buyuruldu ki:
(Mekke-i mükerremenin fethinden önce, malını veren ve cihâd eden kimseye, fetihten sonra malını dağıtan ve cihâd edenden daha büyük derece vardır Allahü teâlâ hepsine Cenneti va’detti )
Bu âyet-i kerîmenin, Hz Ebû Bekir’in fazîletini ve derecesinin yüksekliğini gösterdiğini âlimlerimiz söz birliği ile bildirmişlerdir
Tevbe sûresinde de, önce îmâna gelenlerden, her fazîlette öne geçenlerden, Allahü teâlânın râzı olduğu bildirilmiştir
Tebük gazâsında, Resûlullah, herkesin yardım yapmasını emir buyurunca, herkes malının bir kısmını getirip verdi Hz Ömer, her zaman en çok yardımı yapan Hz Ebû Bekir’i, bu defa geçeyim diye, malının yarısını alıp getirdi Sonra Hz Ebû Bekir de malını getirip teslîm etti Peygamber efendimiz sordu:
- Yâ Ömer, evine ne kadar mal bıraktın?
- Yâ Resûlallah, bu kadar da eve bıraktım
Allah ve Resulünü bıraktım
Sonra Hz Ebû Bekir’e dönüp sordu:
- Yâ Ebâ Bekr, sen evine ne bıraktın?
- Yâ Resûlallah, evime birşey bırakmadım Tamamını buraya getirdim Onlara Allah ve Resûlünü bıraktım
Resûlullah efendimiz Hz Ömer’e dönerek buyurdu ki:
- İkinizin arasındaki fark, cevaplarınız arasındaki fark kadardır
Hz Ebû Bekir’in, Peygamber efendimizin vefâtından sonra da çok büyük hizmetleri oldu Zîrâ Peygamber efendimiz vefât edince, Eshâb-ı kirâmın aklı başından gitti Mescidde ağlaşmaya başladılar Hiç kimsenin inanası gelmiyordu
Hele Hz Ömer tamamen kendinden geçmiş bir hâlde idi Peygamber efendimizin mübârek yüzüne bakıp diyordu ki:
- Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok ağır
Ölüm sözünü ağzına almadığı gibi, kimsenin de söylemesini istemiyordu Dışarı çıkıp dedi ki:
- Kim “Resûlullah öldü” derse, kılıcımla boynunu vururum!
Resûlullah da vefât edecektir
Hz Ebû Bekir ile Hz Abbâs’ın Eshâb-ı kirâm arasında bir ağırlığı vardı Eshâb-ı kirâmı ancak bunlar teskin edebilirdi Bunun için beraber mescide gittiler Hz Ebû Bekir buyurdu ki:
- Ey insanlar! Resûlullahın, “Ben vefât etmiyeceğim” dediğini içinizde duyan var mı?
- Hayır, böyle bir söz duymadık
Sonra Hz Ömer’e dönüp sordu:
- Yâ Ömer, bu husûsta sen birşey duydun mu?
- Hayır duymadım
Sonra Eshâb-ı kirâma dönüp buyurdu ki:
- Hiç kimse, Resûlullahın vefât etmiyeceğini söyliyemez Cenâb-ı Hakka yemîn ederim ki, Resûlullah ölümü tatmış bulunmaktadır Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, “Muhakkak, sen de öleceksin, onlar da ölecektir” buyurmaktadır Resûlullah, İslâmiyetin bütün hükümleri tamamlandıktan sonra, aramızdan ayrıldı Artık kendimize gelip, defin işlerini tamamlayalım
Sonra, Hz Abbâs da buna benzer konuşmalar yaptı Böylece Eshâb-ı kirâmın aklı başlarına geldi
Sevgili Peygamberimiz bir gün Eshâb-ı kirâm ile sohbet ederken, “Şehîdliğin fazîletlerini” anlatıyorlardı Şehîdlerin şefâ’ati hakkında buyurdu ki:
- Kıyâmet gününde şehîdler, mahşer yerine gelirlerken, orada bulunan Peygamberler ayağa kalkarlar Onlar, çocukları, akrabâları ve dostlarından 70 bin kişiye şefâ’at ederler
Gazânız mübârek olsun
Bu sözleri işiten Hz Nevfel, Resûlullah efendimizden, şehîd olmak için duâ istedi Resûlullah efendimiz de duâ ettiler
Bir müddet sonra, muhârebeye çıkıldı Peygamber efendimiz de aralarında bulunuyordu Bu muhârebe Hz Nevfel’in duâsından sonraki ilk muhârebe idi Ve bu muhârebede Hz Nevfel şehîd düşerek, arzûsuna kavuştu
Peygamber efendimiz ve Eshâbı, muhârebeden dönüyorlardı Karşılamaya gelenler arasında, Hz Nevfel’in hanımı, çocukları ve yaşlı annesi vardı
Yaşlı annesi, “Gazânız mübârek olsun” dedikten sonra Resûlullaha, oğlunu sordu Peygamber efendimizin gözleri nemlendi Oğlunun şehîdlik haberini vermeye mübârek kalbi dayanamadı Elleriyle arkayı işâret edip, yoluna devam etti
Hz Nevfel’in annesi, Peygamber efendimizin hemen arkasından gelen, Allahın arslanı Hz Ali’ye de aynı şekilde oğlunu sordu O da şehîdlik haberini veremeyip, arkayı işâret etti
Yaşlı kadın daha sonra, Hz Ömer’e ve Hz Osman’a rastladı Onlara da oğlunun durumunu sordu Onlar da cevap veremeyip Resûlullahın yaptığı gibi arkayı işâret ettiler
En son gelen Hz Ebû Bekir idi Kadıncağız büyük bir ümitle sevgili Peygamberimizin azîz arkadaşına yaklaşarak aynı şeyleri sordu
Hz Ebû Bekir kendi kendine düşündü:
“Yâ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayım Eğer doğruyu söylersem, mahzûn kalbleri üzmüş olacağım Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz çekindi O’na nasıl aykırı davranabilirim Sen bana öyle bir şey ilhâm et ki, bu gariplerin yüreği daha fazla yanmasın Allahım!”
Yâ Allah! Yâ Nevfel! 
Daha sonra, Hz Ebû Bekir, bütün kalbiyle:
- Yâ Allah! Yâ Nevfel! diye bağırdı
İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi bir atlı, yıldırım hızıyla yanlarına yetişerek dedi ki:
- Buyur yâ Sıddîk, beni mi çağırdın?
Bu atlı, Hz Nevfel’den başkası değildi
Sonra, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimize şunları söyledi:
- Yâ Resûlallah! Hak teâlânın selâmı var “Eğer Peygamberin mağara arkadaşı Sıddîk, bir kere daha (ALLAH) deseydi, yüceliğim hakkı için, bütün şehîdleri diriltirdim Çünkü, Ebû Bekir, câhiliyye devrinde bile yalan söylememiştir” buyurdu
Bu hâdiseden sonra, Hz Nevfel senelerce yaşadı Nihâyet, “Yemâme” cenginde tekrar şehîdlik şerbetini içti
|