Prof. Dr. Sinsi
|
Hanefi Mezhebi Hakkında Genel Bilgi
Ebû Hanife'nın az hadis bildiğini, hadise gereken önemi vermediğini veya hadislere muhâlefet ettiğini, ya da zayıf hadisleri aldığını öne sürenler, mezhep imamlarının hadisleri kabul için ileri sürdükleri şartları tetkik etmeyen kimselerdir Fitne ve yalanın yaygın olduğu bir devirde, Hz Peygamber şöyle buyurdu, diyerek hadis nakleden herkesin rivâyet ettiği hadîsi kabul edenler, Hanefîlerin hadislere muhâlefet ettiğini sanırlar Halbuki onlar, kitap, sünnet ve sahâbilerin hükümleri gibi nass'ların kaynaklarını araştırmada son derece titizlik göstermişler; nass'a dayanan ve kabule lâyık görülen, birbirine benzer meseleleri çıkardıkları temel prensibe dayandırarak bir kaide altında toplamışlardır Tarafsız âlimlerin incelemesini göre, Ebû Hanife'nin ictihad şûrâsında kendisine yardımcı olan hadis hâfızlarının bulunduğu ve ictihadlarında bizzat üstadlarından öğrendiği dört bin kadar hadis kullandığı açığa çıkmıştır Onun bazı hadisleri reddetmesi, hadisin sıhhati için ileri sürdüğü şartlara bu hadislerin uymaması yüzündendir Ebû Hanife sahih hadîsi reddetmek bir yana, mürsel ve zayıf hadisleri bile kıyasa tercih etmiştir (İbn Hazm, el-İhkâm fi Usüli'l-Ahkâm, Nşr A M Şakir Mısır (t y ), s 929; el-Kevserî, Te'nîb, s 152; Mekkî, Menâkıb, II, 96)
Ebû Hanife ictihadlarında kıyas ve istihsana çok yer vermiştir Kıyas; hakkında Kur'ân ve sünnette hüküm bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak illet dolayısıyla, hakkında nass bulunan meselenin hükmüne bağlamak demektir Aslında daha önce sahâbe devrinden müctehid imamlar devrine kadar kıyasa başvurulmuştu Ebû Hanife'nin yaptığı, kıyası kaideleştirmek, çok kullanmak ve henüz meydana gelmemiş hâdiselere de uygulamaktan ibarettir (İbnü'l-Kayyim, İ'lâmü'l-Muvakkıîn, l, 77, 227)
Kıyas uygun düşmeyen yerde Ebû Hanife istihsan yapardı Ebû'l-Hasen el-Kerhî (ö 340/951) İstihsânı şöyle tarif eder: "Müctehidin daha kuvvetli gördüğü bir husustan dolayı, bir meselede benzerlerin hükmünden başka bir hükme başvurmasıdır" (Ebû Zehra, a g e , s 262) İmam Mâlik; "İstihsan ilmin onda dokuzudur" derken; İmam Şafiî, istihsanı şer'i bir delil saymamı ve onu " Bir kimsenin keyfine göre bir şeyi beğenmesi, hoş ve güzel bulmasıdır"sözleriyle reddetmiştir Hattâ o, el-Ümm adlı eserinde, "Kitâbü İbtâli'l-İstihsân" başlıklı bir bölüm ayırarak, istihsâna hücum etmiştir (bk el-Ümm, VII,267-277) İbn Hazm'a göre istihsan; "Nefsin arzuladığı ve beğendiği şekilde hükmetmektir" (İbn Hazm el-İhkâm, s 22; İbn Hazm İbtâlü'l-Kıyâs, s 5-6)
Ancak hiçbir İslâm hukukçusu, bu arada Hanefiler istihsânı bu şekilde anlamamışlardır Aksi görüşte olanlar yanlış anladıkları için tenkitte bulunmuşlardır Kıyası kabul edenler arasında Hanefilerin kastettiği anlamda istihsan yapmayan yoktur Şafiilerin istihsânın aleyhinde öne sürdükleri deliller, doğru bulunursa, bu onların benimsediği kıyası da geçersiz kılar (M Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, s 270 vd )
el-Kevserî'nin, Ebû Bekir er-Râzi'den (ö 370/980) nakline göre, istihsan iki alanda cereyan eder a) İctihad ve re'yimize bırakılmış miktarların miktar ve tespitinde re'yimizi kullanmak Mehir, nafaka, tazminat bedeli, yasak ava karşılık kesilecek hayvanın takdirlerinde olduğu gibi b) Daha kuvvetli bir delilden dolayı kıyası terketmek es-Serahsî (ö 490/ 1097) bunu şöyle açıklar: "Gerçekte istihsan iki kıyastan ibaret olup, birisi açık (celî) ve etkisi zayıftır Buna "kıyas" adı verilir Ötekisi kapalı (hafî) ve etkisi kuvvetlidir Buna da "İstihsân" adı verilir, yani "kıyas-ı müstahsen" denilir Bunlarda tercih, tesire göre olup, açıklık ve kapalılık sebebiyle değildir" (es-Serahsî, el-Mebsût, X, 145; el-Kevserî a g e , I, 24-27)
Yukarıdaki kıyasa şu örneği verebiliriz: Kurt vb yırtıcı hayvanların etleri haram olduğu gibi, içtikleri suyun artığı da haramdır Aynı şekilde yırtıcı kuşların da hem etleri, hem de artıkları haramdır Bu zâhir (açık) kıyasın bir sonucudur İstihsana göre ise, hafi (gizli) kıyas yoluna gidilerek, başka bir sonuca ulaşılır Şöyle ki; yırtıcı hayvanların artıkları salyaları karıştığı için pistir, çünkü salyaları onların pis olan etlerinden meydana gelmektedir Yırtıcı kuşlar ise, suyu gagalarıyla içtikleri için artıkları salyalarıyla temas etmez Gagaları de kemik olduğu için artıkta herhangi bir eser bırakmaz Buna göre, istihsânen yırtıcı kuşların artığı olan su pislenmez, ancak ihtiyat bakımından böyle bir suya mekruh denilir
Bazan şer'i bir delille çatışan kıyas terkedilerek istihsan yoluna gidilir Kıyasa göre, unutarak yiyip içen kimsenin orucu bozulur, fakat bu kimsenin orucunu bozulmayacağına dair Hz Peygamber'den rivâyet edilen bir hadis (Buharî, Savm, 26; Müslim, Sıyam,171) sebebiyle kıyas terkedilmiştir Yine namazda kahkaha ile gülenin, kıyasa göre yalnız namazının bozulması gerekirken, hadisle abdestinin de bozulacağı bildirilmiştir (Zeylaî, Nasbu'r-Raye, I, 47) İstisnâ' (sanatkâra bir iş ısmarlama) akdinde, akde konu olan şey, akid sırasında mevcut olmadığı için kıyasa göre akdin bâtıl olması gerekirken, her devirde bu türlü akitle muâmele yapılageldiğinden, onun sıhhati üzerinde icmâ' veya örf teşekkül etmiş ve bu yüzden kıyas terkedilmiştir Bazan zarûret yüzünden kıyas terkedilerek istihsan yapılır Meselâ; kadının bütün vücudu mahremdir Fakat, hastalık hâlinde doktorun onun bazı uzuvlarına bakması câiz olur Burada, "zarûretler haram olan şeyleri mübah kılar" kaidesi uygulanır Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi, Hanefilerin uyguladığı istihsan ya nass'a, ya kıyasa, ya icmâ'a yahut da zarûrete dayanmaktadır Bu temele dayanan istihsânı, başka kavramlar altında da olsa Şâfiîlerin de kabul etmesi gerekir Şâfiî'nin itirazları belki, sadece örf sebebiyle istihsan çeşidini içine alabilir Çünkü örfün hüküm istinbâtı için bir temel teşkil edip etmemesi bu iki mezhep arasında ihtilâflıdır (bk eş-Şâfiî, el-Ümm, VII, 267 vd ; el-Kevserî, a g e , I, 23-27; es-Serahsî, el-Mebsût, X, 145; es-Serahsî, el-Usûl, II, 201; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, s 263-273)
Hanefî mezhebi Irak'ta doğmuş ve Abbâsîler devrinde ülkenin başlıca fıkıh mezhebi olmuştur Mezhep özellikle doğuya doğru yayılarak Horasan ve Mâverâunnehir'de en büyük gelişmesini göstermiştir Birçok ünlü Hanefî hukukçu bu ülkelere mensuptur Mağrib'te Hanefîler V yüzyıla kadar Mâlikîlerle beraber bulunuyorlardı Sicilya'da ise hâkim durumda idiler Abbasîlerden sonra Hanefi mezhebinde bir gerileme görülmüşse de, Osmanlı devletinin kurulmasıyla yeniden gelişme olmuş; Osmanlı sınırları içinde, halkı başka bir mezhebe bağlı olan yerlere bile, İstanbul'dan Hanefi mezhebine sâlik hâkimlerin gönderilmesi, mezhebe buralarda resmîlik kazandırmıştır (Mısır ve Tunus'ta olduğu gibi) Günümüzde Afganistan, Pakistan, Türkistan, Buhara, Semerkand gibi Orta Asya ülkelerinde hanefîlik hakimdir Bugün Türkiye ve Balkan Türkleri", Arnavutluk, Bosna-Hersek, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya müslümanları genel olarak Halefîdirler Hicaz, Suriye Yemen'in, Aden bölgesindeki müslümanların bir kısmı da Hanefidir (Ebû Zehra, Ebû Hanife, terc O, Keskioğlu, İst 1966, s 473 vd )
Hamdi DÖNDÜREN
|