Prof. Dr. Sinsi
|
Felsefe-Sanattaki Felsefe
İnsanın olduğu her yerde felsefe vardır
Felsefe tüm insan yaşamında, ama özel olarak kendisinin de içinde bulunduğu kültür alanlarında etkindir Bilim, sanat, felsefe ve siyaset kültürü oluşturan eşit ağırlıkta araştırma alanlarıdır Aralıksız insan araştırması yapan bu dört alan sürekli olarak etkileşirler Felsefe öbür kültür alanlarına kendilerini bir bütün olarak temelden tartışma olanağı sağlar Bu yüzden felsefe sanatın zorunlu bir öğesidir
Gerçekte kültürün hiçbir alanı yoktur ki öbüründen bir şey almasın Bu alanlardan birine sıkışıp kalmak verimsizliği, açmazlara düşmeyi, tutarsızlıklara uğramayı göze almaktır Gerçekte tüm kültür alanları amaçları ortak olan alanlardır:
insanı araştırırlar, insanın ne olup ne olmadığını ortaya koymaya çalışırlar Bu ortak amaçlı alanların ne olmadığını ortaya koymaya çalışırlar Bu ortak amaçlı alanların yöntemleri elbette ayrı ayrıdır
Felsefenin yöntemi kavramsal araştırma yöntemidir Bilim tek tek olgulardan yasalara yükselmeye çalışır Sanat duygusal –düşünsel çerçevede insanı bir bütün olarak ele alır Siyaset toplumsal örgütlenme biçimlerinden giderek insan değerlerini tartışır
İnsanların bir bölümü kültüre dolaylı olarak ya da şöyle bir katılır, bir bölümü de doğrudan doğruya kültür etkinliği içindedir
Kültür etkinliği gösteren insanlar kültür alanlarından yalnızca biriyle ilişkili olsalar da öbür alanlara da yönelmek gereksinimi duyarlar; tek bir alanda sıkışıp kalmak onlara yetmeyecektir Bu da bize bilimin, sanatın, felsefenin ve siyasetin tek başına bir anlama gelmediğini gösterir Bu alanlardan birinde göstermelik değil de gerçek bir etkinlik içindeyseniz kendinizi öbür alanlardan da destek almak zorunda duyarsınız Bu alanlardan birinin öbüründeki görünümünü belirlemek her zaman olasıdır
Bilimin sanattan, sanatın felsefeden, siyasetin bilimden ya da daha doğrusu bunların birbirinden neler alabileceklerini göstermek hiç de zor olmayacaktır Biz burada yalnızca sanattaki felsefeyi belirlemeye çalışacağız
Her sanatçının yetkin bir sanatsal görüye ulaşmış olması gerekir Sanatçıyı gören adam diye tanımlayabiliriz Buradaki görme gözle olmaktan önce bilinçle görmedir
Sanatçının bilinci özel olarak sanat için geliştirilmiştir Sanatçının bilinci yetkin duyarlıkları ve kavramsal zenginliğiyle belirgindir Sanatçı insanı duygu ve düşünce düzeyinde iyi tanıyan kişidir Sanatçının bilinci düşünsel yetkinliğini her şeyden önce felsefenin sağlayacağı verilerden kazanacaktır Demek ki sanatçının göz olması ya da özel bir görüye ulaşmış olması büyük ölçüde felsefenin katkısıyla sağlanabilir Bu da bize şunu gösterir:
her sanatçı, her gerçek sanatçı kendi koşulları içinde bir filozoftur
Elbette sanatçıdan bütün bir felsefenin sorumluluğunu bekleyemezsiniz ya da ondan meslekten bir felsefe adamının yükümlülüklerini bekleyemezsiniz Her düzeyli insanın olduğu gibi sanatçının da düşüncelerini felsefi bir temele dayamak gibi bir zorunluluğu vardır
Gerçek sanat yapıtları bize insanı felsefi bir derinlikte gösterirler Felsefedeki felsefe başkadır, sanattaki felsefe başkadır Felsefedeki felsefe insana insanı tartışarak gösterir, felsefede her zaman gidimli düşünce geçerlidir Sanat insanı bize sezgisel bir düzeyde duyurur Bu, insanın gösterilmesidir
Sanat yapıtının felsefi derinliği birbiriyle çözülmez bir bütün oluşturan niteliklerin karşılıklı konumunda, onların karşılıklı ilişkilerinde, biçimlerin altında kımıldanan anlam öbeklerinde kendini gösterir Bir sanat yapıtı felsefesini olduğu gibi sunmaz ama derinden derine duyurur Yapıttan izleyiciye uzanan bu etkinlikte sanatçı doğrudan doğruya belirleyici rolü oynamaz Her şey dolaylı bir iletişimde gerçekleşir
Çehov’un bütün felsefesi kişilerinin sözlerinde, tutumlarında, davranışlarında belirir; yazar hiçbir biçimde bu anlatım düzeyinde belirleyici görünmez O kişileri karşısında soğuk, yantutmaz, ilgisiz görünür Yaşamla, insan ilişkileriyle, dünya düzeniyle ilgili olarak onun ağzından tek bir söz alamazsınız Ama kişilerinin ne yapacağına karışmaz o Kişileri bazen acımasız eleştirilere yönelebilirler Çehov buna karışmaz, öyleyse öyledir Çehov’un Vanya Dayı’sı şunları söyler Serebriyakov’la ilgili olarak:
“ Bak şimdi, tam yirmi beş yıldır sanattan hiçbir şey anlamaksızın sanat üzerine dersler veriyor ve yazılar yazıyor Yirmi beş yıldır başkalarının gerçekçilik üzerine, doğalcılık üzerine, başka benzer saçmalar üzerine fikirleriyle geviş getiriyor Yirmi beş yıldır, akıllı insanların zaten bildiği, ahmaklarınsa hiç mi hiç ilgilenmediği şeyler üzerine dersler veriyor, yazılar yazıyor Kısacası yirmi beş yıldır boşuna vakit harcıyor”
Her sanatçının felsefesini ortaya koyuş biçimi başka başkadır
Dostoyevski’nin felsefesi romanlarının gerçek kişilerinden ya da birinci kişilerinden çok sıradan kişilerinde, ikincil hatta üçüncül kişilerinde yansır Karamazov Kardeşler’de en önde Dimitri’yi, sonra İvan’ı görürsünüz Bu iki kardeş, hele İvan, hele de hummalıyken sürekli olarak filozofça sözler ederler, ancak yakından bakıldığında bu sözler birer sayıklamadan başka bir şey değildir
Oysa felsefi incelik ya da felsefi derinlik Alyoşa’nın suskunluğunda, ölçülü davranışlarında kümelenmiştir Daha basite gittikçe daha derine ulaşırsınız Romanın en önemli kişisi belki de Staretz Zosima’dır O bir bilgedir, davranışlarıyla hatta ölümüyle insanı şaşırtır Gaddar bir askerken son derece yumuşak ve öngörülü bir din adamı olmuştur
“Geleceği acılarla dolu olacak” gerekçesiyle Dimitri gibi birinin karşısında diz çökebilen biri olmuştur Gruşenka’dan başlayarak romanın en çarpıcı kişileri en baş kişileridir Gene de, neresinden bakarsanız bakın, Dostoyevski’nin romanlarında insanın eksıkliğini, günaha eğilimini duyarsınız
Dostoyevski de Çehov gibidir, kişilerinin işine karışmaz, yaşamı kendi kafasına göre belirlemeyi düşünmez
*
Alıntı
|