10-24-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Çöldeyim Susuzum...|Makaleler-Denemeler
Bir geldin Hasretini bıraktın zindanıma Karanlık karanlığa düştü Gece gecenin üstüne indi
Parmaklıklar dağıldı; yüzün esir aldı beni Taşlar toz oldu; özlemin taş kesildi Gözlerine zincirlediler gözlerimi Gidişin hüzünlü bir sonbahardı, unutmadım
Yıldırımlar düşürdün bakışından göğsüme… Saçlarım beyaz alev aldı Yandım Taş üstünde taş oldum Suskunluğum utançtan duvarlar ördü Sağnak sağnak yağmur oldum, yağdım küskünlüğümün çölüne Çığ olup kendi yalnızlığıma katlandım Uzaklığını yorgan yaptım çıplak ruhuma Sözün güneşin yüzünü güldürürdü, unutmadım
Sessizliğin yeniden yeniye yanmış bir kül gibi Rüzgâr aldı nefesimi Buzdan sütunlara çarpıldı sesim İçimin içinde bir gurbet oldun Sen gittin gideli, dağlar yollardan saklanır oldu Öyle derinleşti ki vadiler; gölgeler içine girmeye nazlandı Bütün çöllerin tozlarını yutmuş gibi dudaklarım, ah etmekten bile usandı Susuşun ibret dolu bir kitaptı, unutmadım
İçimde hep su sesi arıyorum Denizler kurumuş… Lâl dudaklar susmuş Kıyılardan çekilmiş hayat; kemikler un ufak olmuş Çöllerinden geçiyorum sensizliğin Sessizliğin çığlığını büyütüyorum yüreğimde Gelişin bir taze bahardı, unutmadım Kalbine girdiğim yollara pusular kurulmuş İnsan insana kavuşmuyor artık Anka kuşları dirilmiyor yeniden Küller bile yanmış yakılmış; ateş yeniden kendine gebe kalmıyor artık Hıçkırıklar yalanın harmanına karışmış; gelmiyor gelemiyor yittiği yerden Bakışın canlara can katardı, unutmadım
Bütün bağlardan kurtuldum Geceleri gecelerin koynuna sürdüm Bütün ışıkları gözlerinin karasına çaldım Yanağının kıyısına geldim Ellerinin ateşinden serinlik umdum Gözlerim seni gördüğü için güzel Işık senin yüzüne vurduğu için aydınlık Yağmur senin göğsüne dokunduğu için serin Rüzgâr senin tenine vurduğu için nefeslenir Dualar senin dudağına dokundu diye göklerin kapısına dayanır Duruşun dağların başını dik tutardı, unutmadım
Günahlarımı biliyorum, utanıyorum İsyanlarım çok oldu; yüzüme bakamıyorum O kadar unuttum ki, unuttuğumu hatırlamıyorum Bana nasıl bakacağını merak ediyorum Ürperiyorum Ürperiyorum Ya tanımazsan beni… “O beni sevmedi!” dercesine görmezden gelirsen ağlayan gözlerimi? Hayır, hayır, böyle olmayacak, emin olmak istiyorum Senin müşfik bakışında, toprağın yağmura doyması gibi sonsuz bir serinliğe kavuşacağım Senin bakışında sonsuz bir hülyânın eteğine varacağım Özlemin cennetin kokusu bana, sana susadım
Ne hüznü eksilir ne sana doyar bu gönül Sen gittin, çiçekler ezildi dünyada Sen gittin, rüyaları boğuldu bebelerin Sen gittin, sesi duyulmaz oldu derelerin Sen gittin, yüreklerden kan çekildi Sen gittin, can tenden usandı Sen gittin, dağ dağa küstü Sen gittin, alev üşüdü Sen gittin, aşk kalplerden çekildi Kıyılara vurdu aşıkların cesedi Vuslatın cennet çiçeği bana Baharlardan hep seni sordum
Senin serinlettiğin suları içiyor ceylanlar Martılar senin yürüdüğün göklerde geziniyor Kelebekler senin yüzünün değdiği bahçelere yayıyor kanatlarını Bebelerin senin tebessümünü içiyor ana sütünden evvel Şu dar göğsümün kozasından çıkmaya çalışıyorum Sonsuz genişliklerin sırrı iki dudağının arasında saklı Bir kelâm söyle n’olur! Her hecenin arefesinde seni duymak istiyorum Hitabın denizleri taşırıyor kıyılarıma, nereye baksam sana dokunuyorum
Sev beni cananın olayım İçimden aksın bütün ırmaklar Senin kıyılarını kucaklayan kocaman bir derya olayım Rüzgârlar savursun beni, yağmurların hepsi alnıma düşsün, taşların hepsi göğsüme düşsün Senin ayaklarını öpen kocaman bir dağ olayım Çöller savrulsun, dağlar aradan çekilsin, yokuşlar ve inişler bitsin ki yürüdüğün yollara toz olayım Senin hasretinle yanar her yanım, bütün ufuklardan seni umarım
Çöldeyim, susuzum Dudağın bana Leylâ Kuyularda Yusuf’um Sözlerin bana Züleyhâ Ateşlerde İbrahim’im Gözlerin bana deryâ Sancılar içinde Meryem’im Bakışın bana İsâ Yaralar içinde Eyyub’um Hasretin bana şifâ Ölüler içinde bir ölüyüm Ellerin bana musallâ
Senai Demirci
|
|
|