Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hikaye, hikayeleri|masal, serdar, yıldırım, özetleri

Serdar Yıldırım Hikayeleri|Masal Ve Hikaye Özetleri

Eski 10-23-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Serdar Yıldırım Hikayeleri|Masal Ve Hikaye Özetleri




GEZGİN ŞEHMUZ İLE FAKİR PADİŞAH

Gezgin Şehmuz geze geze yoklar, yoksulluklar ülkesine varmış Gezdikçe, insanların nasıl bu kadar yoksul olduklarına şaşırıp kalmış Giydikleri elbiseler eski, yamalı, yırtık pırtıkmış Ayaklarında ise, birer tahta çarık, yalınayak dolaşanlar bile varmış Köyler, kasabalar ve şehirlerdeki evler tek katlı, ahşap yapılarmış Tarlalar, bağlar, bahçeler belirli yerlerde bulunuyor, fakat ülkenin genişliğine oranla az yer kaplıyormuş Başkente gitmiş Padişahın sarayının nerede olduğunu sormuş İlerde, ağaçlar arasında demişler Ağaçlığın kenarında atından inmişAğaçların arasından yürümüş, sonunda yolu geniş bir düzlüğe çıkmış Bakınmış ortada iki katlı ahşap bir evden başka bina görememiş Ahşap binanın çevresinde beş altı kişi, ellerinde kazmalarla toprağı kazıyorlar, ekim - dikim işiyle uğraşıyorlarmış Yanlarına yaklaşmış:

“ Kusura kalmayın ağalar, sarayı burada diye tarif ettiler Acaba yanlış mı geldim? “ diye sormuş

“ Doğru gelmişsin, beyim!Bizim padişahın sarayı işte burası “ demiş köylülerden birisi ve eliyle iki katlı ahşap yapıyı işaret etmiş

Gezgin Şehmuz, iliklerine kadar titrediğini hissetmiş Koca bir ülkenin padişahı, nasıl olur da bu eski binada hüküm sürer?Aklına, hayallerine sığdıramamış Başı dönmüş, bakışları bulanmış, olduğu yere çöküvermiş Az biraz dinlendikten sonra, başını elleri arasına almış, düşünceye dalmış ‘ Vah bana, vahlar bana Nasıl oldu da düşünemedim? Onca yoksulluk varken, bu yoksulluğu yöneten padişahın da yoksul olacağını, fakir padişah olacağını Çok yerler gördüm, çok insanlar tanıdım Demek ki, tecrübe de bazı durumlarda pek işe yaramazmışNeyse, kalk bakalım, ŞehmuzGidelim, görelim şu fakir padişahı, yoksulluğunun derecesini ölçelim ‘ Etrafında toplananlara:

“ Yok bir şeyimYorgunluktan herhalde başım döndü Padişahınızla görüşmek isterimGezgin Şehmuz geldi deyin kendisine“ demişOradakiler, sevinçle birbirlerine bakınmışlarİçlerinden birisi dönmüş Koşarak, padişaha haber vermeye gitmiş

Gezgin Şehmuz, biraz sonra padişahın odasına girmiş Orta yaşlı padişah, kendisini ayakta karşılamış, gülerek:

“ Hoş geldin!Sefalar getirdin Demek Gezgin Şehmuz sensin Yıllardır hakkında anlatılanları can kulağıyla dinlerimGittiğin yerlere hareket, bereket getirirmişsinBilgine,sözüne,sohbetine doyulmazmış Ben seni daha yaşlı zannederdim; pek gençmişsin

“ Hoş bulduk, padişah hazretleri Hakkın ihsanları üzerinize olsun efendim On beş yaşlarında ilk gezilerimize başladık, bir o kadarı da, yollarda geçti Yıllar yollarda kaçar, yollarda yılları kovalar dururum Gezerim, dolaşırım, sorarım, öğrenirim Öğrendiklerimi, bilmeyenlere öğretirim Bilgiyi bilen yerlerden, bilgiyi bilmeyen yerlere bilgi taşırım Benim yaptığıma bir nevi bilgi hamallığı denebilir

“ Doğru dersin Şehmuz, öğretenin olmadığı yerde bilginin varlığı bilinmiyor, hiçbir şey de öğrenilemiyor Neyse, yorgunsundur Buyur, geç otur şöyle, rahatına bak” diyerek padişah,
Şehmuz’a tahta bir sandalye uzatmış, kendisi de başka bir sandalyeye oturmuş

“ Şehmuz, sanırım buraya gelene kadar ülkemin birçok kasabasını, köyünü görmüşsündür Halkımın çok yoksul oluşu, şehirlerde tüccar bulunmayışı, toprakların büyük kısmının verimsiz oluşu mutlaka dikkatini çekmiştir Yabancı ülke tüccarları gelmezler benim ülkeme Mal getirseler kime satacaklar? Halkım kendi karnını doyuramazken elbise mi, ayakkabı mı
düşünecek O boş gördüğün topraklarda çok denemeler yaptık, her türlü ürünü yetiştirmeyi denedik Sonuç sıfır…”

“ Değerli padişahım Arazilerinizin büyük kısmı killi toprak tabir edilen cinstenKilli topraklar geçirimsiz topraklardır Bu toprağa dikilen nebatların kökleri hava ile temas edemez Yağan yağmur suları bitkinin köklerine ulaşamaz Hava ve su olmayınca da bitkiler yaşayamaz Ülkeniz topraklarının verimli olan küçük bir bölümü kumlu topraklardır Kumlu topraklar, bazı sebze ve meyvelerin yetişmesine elverişlidir Fakat, kum oranı biraz fazlacadır Uygun yerlerde killi toprakları kumlu topraklarla karıştıralım Bu karışım gübre ile desteklenirse humuslu toprak oluşur Humuslu topraklar verimli topraklardır Bol ürün elde edilir Ayrıca suni göletler yapılırsa, buralarda balık nesli çoğaltılabilir Ülke insanlarının et ve protein ihtiyacı karşılanabilir Zamanla ihtiyaç fazlası ürünler ve balıklar komşu ülkelere satılıp para bile kazanılabilir

Gezgin Şehmuz’un anlattıklarını dikkatle dinleyen padişah:

“Aman be Şehmuz,yeter ki kendimizi doyuralım, para kazanması eksik kalsınDuymadığımız, bilmediğimiz nice şeyler söylersin Ağzından bal akar Demek ziraat işlerinde böylesine metotlar geliştirilmiş İki yarımın toplamı bir değil, dört edermiş, beş edermiş demek ki Hiç vakit kaybetmeye gelmez Şehirlerden, kasabalardan, köylerden temsilciler gelsin Burada yapmaları gerekenleri öğrensinler Öğrendiklerini gittikleri yerlerde öğretsinler Şu andan itibaren ülkemde genel tarım seferberliğini başlatıyorum “ demiş

Ekim-dikim işlerinin başladığı günlerde, Gezgin Şehmuz’un gelişi, fakir ülke için büyük bir şans olmuş Herkes, Gezgin Şehmuz’un anlattıklarını can kulağı ile dinlemiş Bilenler, bilmeyenlere anlatmış Günlerce, haftalarca arabalarla kumlu toprak taşınmış Yumuşak bir toprak çeşidi olan killi toprakla karıştırılmış Hazırlanan tarlalar sürülmüş, gübrelenmiş, tohumlar atılmış Su kanalları açılmış Tarlalar sulanmış Sonbahar yağmurları toprağın sulanma işine kesin çözüm getirmiş Ekim-dikim işleri bittikten sonra uygun yerlerde suni göletler hazırlanmış Buralarda balık yetiştirilmeye başlanmış Aradan zaman geçmiş Ülkenin birçok yerinde başaklar boy atmaya, sebzeler olgunlaşmaya başlamış Herkes, sevinç içindeymiş Sebzeler ve meyveler toplanmış Ambarlar ürünle dolmuş Büyük ve küçükbaş hayvanlar çayırlarda, çimenlerde otlamışlar Eskiden, zayıflıktan kemikleri sayılacak halde olan hayvanlar gelişmişler, semizleşmişler

Ertesi yıl, tarım yapılan topraklar daha da genişletilmiş Tarlalara yeni tarlalar katılmış Kendilerine yetecek kadar yiyecek yiyen fakir ülkenin insanları daha bir hırsla, azimle işlerine sarılmışlar Çok çalışmışlar Hasat mevsiminden sonra ürün fazlasını elbise, ayakkabı, kumaş, ev eşyası gibi acil ihtiyaçlar karşılığında komşu ülkelerle takas etmişler Önceleri bu ülkenin adını bile anmayan yabancı tüccarlar gelir, gider olmuşlar Ticaret gelişmeye başlamış

Daha ertesi yıl ürün bol olmuş Elbise, ayakkabı gibi ihtiyaçlarını karşılayan halk, ürünlerini parayla satmışlar Eski ahşap evler yıkılıp, yerine taştan, tuğladan, sağlam, iki üç katlı evler yaptırmaya başlamışlar Padişah ise, iki katlı ahşap sarayının tam karşısına büyük bir saray yaptırmış Bu saraya taşınmış Eski saray Gezgin Şehmuz’un ricası üzerine yıktırılmamış Kapısına büyükçe bir levha asılmış Levhaya Gezgin Şehmuz’un şu sözleri yazılmış

“ Yok vardır Var yoktadır Önemli olan, yoktan varı ayırıp çekip almaktır Yok bir tanedir Bir yok, iki yok olmaz Var yoktan ayrılırsa çoğalır: İki olur, üç olur, beş olur…Yok varın gelişmesini önler, hapseder Var yokun yokluğunda var olur, varlık olur

Gezgin Şehmuz, üç yıldır bu ülkede olduğunu, ülkede yaşayan insanlara biraz olsun yardımcı olabildiyse kendisini bahtiyar ve mutlu hissedeceğini; öğrenme, inceleme, araştırma ile çıkar gözetmeksizin çok çalışmanın toplumları kalkındıracağını söyleyerek, padişahtan gitmek için izin istemiş Padişah ve halk, her şeylerini borçlu oldukları, yoksulluğu yok eden bu değerli adamın kalması için fazla ısrar etmemişler Biliyorlardı ki , O, bir gezgindir Yardıma, öğrenmeye ihtiyaçları olan başkaları da bulunabilir Gezgin Şehmuz padişah ile vedalaşıp saraydan ayrıldıktan sonra, padişah gözyaşlarını tutamamış Evet…Bir padişah ağlıyormuş

Yazan: Serdar Yıldırım


Alıntı Yaparak Cevapla

Serdar Yıldırım Hikayeleri|Masal Ve Hikaye Özetleri

Eski 10-23-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Serdar Yıldırım Hikayeleri|Masal Ve Hikaye Özetleri




AYŞECİK İLE YASEMİN SULTAN

Ayşecik’ in babası sarayın sütçüsüydü Saray yakınlarındaki bir kasabada küçük bir çiftliği vardı Her sabah saraya taze süt götürürdü Çiftliklerinden saray rahatça görülüyordu İki yıldır Ayşecik arada sırada, “ Baba ben de seninle geleyim Sarayın nasıl bir yer olduğunu çok merak ediyorum “ der dururdu Fakat babası Ayşecik’ in kaybolacağından korkar,
“ Biraz büyü de o zaman ” derdi

Günlerden bir gün, sabah kahvaltısından sonra babası kızına şöyle dedi: “ Ayşecik artık on yaşına girdin Kocaman bir kız oldun Yarın sabah hazır ol bakalım Sen de benimle beraber
geliyorsun “ Ayşecik bu habere çok sevindi Hemen babasına sarıldı, onu yanaklarından öptü Annesi kızının bu coşkulu sevincine katıldı, üçü bir sevgi yumağı meydana getirdiler

Ayşecik gün boyu pek neşeliydi İçi içine sığmıyordu Heyecandan yerinde duramıyor, eli ayağı birbirine dolaşıyordu Öğle üzeri mutfakta annesine yardım ederken, iki çay bardağı ile üç yemek tabağını kırmıştı Tabii ki bunları isteyerek yapmamıştı Zaten annesi hiç mi hiç kızmamıştı Sadece kendisine, “ Ayşecik, ben yemeği sofraya getirebilirim İstersen masada oturup yemeğin gelmesini bekleyebilirsin, oldu mu canım kızım? ” demişti Annesinin kızması için sebep yoktu ki…

Ayşecik ertesi sabah süt güğümlerinin at arabasına yüklenmesine yardımcı oldu Arabaya bindi ve babasıyla birlikte saraya doğru yola koyuldular Ayşecik sarayın bu kadar büyük olduğunu tahmin etmiyordu Sarayın iç avlusunda babası süt güğümlerini teslim etmeden önce babasına sarayın içini görmek istediğini söyledi Bunun üzerine saray görevlilerinden bir kadın Ayşecik’ e yardımcı verildi Ayşecik kadınla beraber sarayın odalarını, salonlarını gezdi, dolaştı Bir koridordan geçerken karşıdan gelmekte olan beş kız gördüler Görevli kadın, Ayşecik’ e en öndekinin Yasemin Sultan olduğunu, bir şey sorarsa cevap vermesini,
sözlerine dikkat etmesini usulca söyledi Yasemin Sultan arkasında nedimeleri olduğu halde
yanlarına yaklaştı Ayşecik’ i bir süre süzdükten sonra görevli kadına dönerek,

“ Evet, misafirimiz kim oluyor? ” diye sordu Görevli kadın:

“ Efendim, bu kız sütçünün kızı Saraya ilk kez geliyormuş Benden kendisini sarayın içinde gezdirmem istendi

Yasemin Sultan:

“ Ya demek öyle…Ne kadar güzel ” dedikten sonra Ayşecik’ e dönerek:

“ Sarayı beğendiğinizi umarım, arkadaşım Adınızı öğrenebilir miyim? “

Ayşecik kendisi ile aynı yaşlarda olan Yasemin Sultan’ ın dostça tavırlarından çok memnun olmuştu Hele kendisine ‘arkadaşım‘demesi yok mu?Bir dakika önceki heyecanını üzerinden
atıverdi, rahatladı ve sesine tatlı bir çeşni vererek:

“ Efendim, adım Ayşecik’ tir Bizim evden saray rahatça görülüyor Hep merak ederdim, acaba nasıl bir yer diye İşte sonunda bu amacıma ulaştım Geldim, sarayı gezdim, gördüm Gerçekten büyük ve güzel bir yermiş Hayran olmamak elde değil Burasını çok sevdim Bizim evimiz buraya göre oldukça küçük Fakat ben evimi de çok seviyorum “ deyince
Sultan’ ın arkasında duran nedimeler gülüştüler Yasemin Sultan şöyle bir arkasına dönüp baktıktan sonra hafifçe tebessüm ederek,

“ Ayşecik, gel istersen odama geçelim, orada konuşmamıza devam ederiz ” dedi

Ayşecik ile Yasemin Sultan, iki saati aşkın bir süre konuştular, dertleştiler Sonra nedimeleri öğle yemeği için padişahın beklediğini Sultan’ a haber verdiler Ayşecik ile Yasemin Sultan, yarın sabah yeniden buluşmak dileğiyle ayrıldılar Ayşecik babasıyla sarayın iç avlusunda buluştu Süt güğümleri at arabasına yüklenmiştiArabaya binip evlerine doğru yola koyuldular Yemekten sonra padişah, Yasemin Sultan‘ a sütçünün kızı ile odasında görüştüğünden haberi olduğunu, bunu yanlış bir davranış biçimi olarak değerlendirdiğini, bir Sultan’ ın alelade bir köylü kızıyla arkadaş olmasının saray erkanı tarafından hoş karşılanmayacağını söyledi

Bunun üzerine Yasemin Sultan:

“ Ayşecik sizin tarafınızdan biraz olsun tanınsaydı, onun hakkındaki düşünceleriniz mutlaka olumlu olurduAyşecik, alelade değil,fevkalade bir köylü kızıdırİnsanlar giydikleri elbiselere, yaşadıkları çevreye bakılarak değerlendirilemez Ayşecik…” diye konuşurken padişah sinirli bir şekilde ayağa kalktıktan sonra; “ Ayşecik veya Fatmacık, kim olursa olsun…Onunla bir daha görüşmeyeceksin! İşte bu kadar! ” diye bağırınca Yasemin Sultan ayağa kalktı ve ağlayarak uzaklaştı

Ertesi sabah babası süt güğümlerini görevlilere teslim ederken Ayşecik, saray avlusunda boşu boşuna bekledi Öğle vakti babasıyla birlikte eve dönerken, cevabını düşünüp bulamadığı soru şuydu: Yasemin Sultan ile görüşmelerinin hangi sebepten ötürü engellendiği?

Yasemin Sultan Ayşecik ile görüştürülmemesine çok üzüldü Yemeden, içmeden kesildi Birkaç gün sonra hastalandı Yatağında devamlı olarak “ AyşecikAyşecik” diye sayıklıyor, günden güne sararıp soluyordu Ülkenin en iyi doktorlarının çabası boşuna oldu Sonunda padişah Ayşecik’ in saraya getirilmesini istedi

Yasemin Sultan Ayşecik’in gelmesine çok sevindi Onun berrak bir su kadar temiz ve tatlı sesi hastalığının en iyi ilacı oldu

Ağlayan gözleri güldü
Yanağında güller açtı
Bir hafta geçti, geçmedi
İyileşti, ayağa kalktı

Padişah da onu pek sevdi
“İkinci kızım sensin“dedi
Sevgiyle bağrına bastı
Hatasını bağışlattı…

Yazan: Serdar Yıldırım


Alıntı Yaparak Cevapla

Serdar Yıldırım Hikayeleri|Masal Ve Hikaye Özetleri

Eski 10-23-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Serdar Yıldırım Hikayeleri|Masal Ve Hikaye Özetleri




ŞAMPİYON ÖRDEK

Bir gölün çevresinde binlerce ördek yaşıyordu Bu ördekler çeşitli yarışmalar düzenlerler, centilmence mücadele ederler ve birinci gelenleri ödüllendirirlerdi Son birkaç yıldır yapılan yarışmalarda birinciliği Gadro kazanıyorduYüzme yarışı olsun, dalma olsun, güzel yürüme yarışması olsun Gadro hep önde, hep birinciydi Gadro, arkadaşları oyun oynarken tek başına antrenman yapmış, hırsla kendini büyük bir şampiyon olacağım diyerek yetiştirmişti Birinci olamamak diye bir şeyi düşünemezdi Zaten her şeyden emin olmadan yarışmalara katılmamış ve girdiği ilk yarışmadan zaferle çıkmıştı

Gadro, son günlerde arkadaşlarına yakında buralardan gideceğini söylemeye başladı Zaten burada sıkışıp kalmıştı Dünya bu kadar küçük değildi Çekip gitmeli dünyaya Gadro’yu tanıtmalıydı Gadro, bir gün ansızın çekip gitti Hızlı adımlarla yürüyüp giderken, dönüp arkasına bakmadı Gadro, gölden uzaklaştıkça kalbini kemirmeye başlayan huzursuzluğun gitgide büyümekte olduğunu fark etti Ne zaman birkaç orman hayvanını bir arada görüp yanlarına gitmeye kalksa huzursuzluğu çoğalıyordu Çünkü onlar Gadro’ya sıradan biriymiş gibi davranıyorlar, bazı konularda ileri sürdüğü fikirlere gülüp geçiyorlardı

Gadro, bir süre sonra yürüyüşünün bile gülümsemelere neden olduğunu görünce canı iyiden iyiye sıkılmaya başladı Bunlar da kimdi böyle? Kim oluyorlardı da onun çapında birine gülüyorlardı? O, koskoca bir şampiyondu Göl kıyısında yaşayan binlerce ördek arasında adı bir ilah gibi anılıyordu Ya bunları kim tanıyordu? Daha birbirlerini tanımak değil, kendi kendilerini bile tanımıyordu bunlar Kendi adını unutmuş biri, Gadro’nun namını işitmiş olsa bile, şimdi hatırlamasına olanak var mıydı? Zavallıydı bunlar, hepsi zavallıydı

Gadro, pek çok yeri gezip dolaştıktan tam beş yıl sonra göl kıyısına geri döndü Artık eskisi gibi göl kıyısında dolaşmıyor, geceleri gölde yüzme, dalma antrenmanları yapıyor, gündüzleri ise, gölü rahatça görebileceği bir tepeye çıkarak, gölde yüzen ördekleri seyrediyordu Gadro, bir gün yine bu tepeye çıkmıştı Biraz sonra kırk elli ördeğin göl kıyısına gelerek, bunlardan ayrılan beş ördeğin göle girip birbirleriyle yarıştıklarını gördü Arada bir, tek tük alkış sesleri duyuluyordu Herhalde antrenman yapıyorlar, diye düşündü, Gadro Aradan biraz zaman geçtikten sonra yaşlı bir ördeğin gelmekte olduğunu gören Gadro, tanınmaması için giydiği şapkasını gözlerinin üstüne kadar indirdi Yaşlı ördek, selam verdikten sonra, Gadro’nun yanına oturdu:

“ Yarışmalara bu yıl da ilgi pek az” dedi “ Baksana beş ördek yarışıyor, taş çatlasa elli ördek onları alkışlayıp gayrete getirmeye çalışıyor

Gadro şaşırmıştı:

“ Ne dediniz?Bunlar yarışıyorlar mı şimdi?Hayret, ben antrenman yaptıklarını sanmıştım!

Bunun üzerine yaşlı ördek:

“ Yarışıyorlar evlat, yarışıyorlar “ dedi “ Hem bu yarışma yılın en büyük yarışması Büyük ödülü bu yarışı birinci bitirecek uzun mesafe yüzücüsü ördek kazanacak Eskiden bu gölde ne yarışmalar yapılırdı Bu tepe, şu yandaki tepeler, şu gerideki tepeler, tıklım tıklım dolardı Her yarışmaya yüzlerce ördek katılırdı Yarışmalar, büyük bir çekişme içinde günlerce devam ederdi Son gün yapılan final yarışmalarıyla birinciler belli olur, alkışlar arasında ödüllerini alırlardı Ne zaman ki, O, buralardan gitti, yarışmalardaki tüm heyecan bitti Böyle giderse birkaç yıla kalmaz, yarışacak sporcu bulunmaz Seyirci olmayınca yarışacak sporcu bulmak zor oluyor, evlat

Gadro, tanımasın diye yaşlı ördeğin yüzüne bakmıyordu Yaşlı ördek sözlerini tamamlayınca, Gadro, tanınma korkusunu unutarak başını çevirirken şöyle konuştu:

“ O gittikten sonra yarışmalardaki tüm heyecan bitti dediniz O dediğiniz kimdi ki? “

“ Bana bu soruyu sormakta yerden göğe kadar hakkın var, evlat “dedi yaşlı ördek“ Zaten sen sormasan da, ben onun adını söyleyecektim Senin yabancı olduğun, çok uzaklardan buralara geldiğin belli Yoksa kimden söz ettiğimi anlardın O, dediğim Gadro’ydu, evlat Gadro, büyük bir şampiyonduİlk girdiği yarışmadan son girdiği yarışa kadar hep birinci olduHerkes, Gadro’yu seyretmeye gelirdi Binlerce seyircinin yaptığı tezahürat korkunç olurdu O yarışırken dağ-taş ( Gadro…Gadro…) diye inlerdiGadro gideli beş yıl oldu ama, onu bir türlü unutamadık Aradan bunca zaman geçmesine karşın birkaçımız nerede bir araya gelsek hemen Gadro’dan bahsetmeye başlarız Gadro başkaydı canım, Gadro bambaşkaydı

Yaşlı ördek sözlerini tamamlarken Gadro duygulanmış ve göz pınarlarında biriken yaşları silmek için şapkasını biraz yukarıya kaldırmıştı Kendisini yarışırken ve göl çevresinde gezerken pek çok defa gören yaşlı ördek karşısındakinin kim olduğunu anlamıştı Bu, büyük şampiyon Gadro’ydu İnanılır gibi değildi Demek Gadro yıllar sonra geri dönmüştü İlk anlarda inkar etmesine, Gadro olmadığını söylemesine karşın, yaşlı ördeğin uzun süren ısrarlarına dayanamayan Gadro, sonunda geri döndüğünün herkes tarafından bilinmesine razı oldu

Ertesi gün gölde binlerce ördek toplanmıştıHepsi, büyük bir sabırsızlıkla Gadro’yu bekliyordu Gadro, onları fazla bekletmedi, geldi, göle girdi, yanında yaşlı ördek olduğu halde, ördeklerle tanıştı, hal hatır sordu, iltifatlar etti, onlarla kısa süren konuşmalar yaptı, gönüllerini aldı Daha sonra düzenlenen yarışmaya kadar Gadro, genç ördeklere gölde antrenman yaptırdı Onların iyi birer yarışmacı olmaları için sonsuz gayret gösterdi Düzenlenen her yarışmaya Gadro da katılıyordu Eskiden olduğu gibi, yine her yarışmaya yüzlerce ördek katılıyor, yine yarışmaları binlerce ördek seyrediyor, yine dağ-taş ( Gadro…Gadro diye inliyordu Gadro yarışmalarda birincilikler alıyordu fakat bazı final yarışmalarında Gadro’nun geçildiği görülüyordu ve bunu Gadro’nun yeni şampiyonlar ortaya çıkması için yaptığını herkes biliyordu

Gadro, yirmi dört yaşına girmiş ve iyice yaşlanmıştı Birkaç yıldır sadece kısa mesafeli yüzme yarışlarına katılıyordu Son yarışında ilk metrelerde fenalık geçirmesine karşın, yarışı bırakmadı En geride kalmıştı Diğer ördekler yarışı tamamlayıp geriye dönüp baktıklarında Gadro’yu gördüler Efsanevi şampiyon Gadro, ileri doğru yüzmeye çalıştıkça sırtüstü düşüyor, kendini kaybetmiş bir halde debelenip duruyordu Yarışmacıların hepsinin üstünde Gadro’nun emeği vardıO, gece gündüz demeden kendilerini bu yarışa hazırlamıştı Hoca zor durumdaydı Yardım etmeliydi Yarışmacı ördekler, bir çırpıda Gadro’nun yanına gelip, onu kucakladılar Yarı baygın durumdaki Gadro mırıldanıyordu“Yarışı bitirmem lazım çocuklar, yarışı bitirmem lazım…” Gadro, binlerce ördeğin derin bir sessizlik içinde ayakta izlediği son yarışını diğer yarışmacıların kolları arasında bitirmeyi başardı

Normalde bir ördeğin ortalama yaşam süresi yirmi beş yıldı Fakat Gadro daha uzun yıllar yaşadı Yarışmalarda yarışamasa bile yarışmalar yapılırken Gadro hep oradaydı

Yazan: Serdar Yıldırım






Alıntı Yaparak Cevapla

Serdar Yıldırım Hikayeleri|Masal Ve Hikaye Özetleri

Eski 10-23-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Serdar Yıldırım Hikayeleri|Masal Ve Hikaye Özetleri




AHTAPOT

Gizem dolu, sır dolu, pek çok bilinmezliklerle dolu kainatın bilmem nerelerinde sessizce dönüp durmakta olan sevgili dünyamız Üzerinde yaşamalarına, hayat bulmalarına, barınmalarına olanak tanıdığın on binlerce yıldan beri her şeyi ile belki de sadece sende var olan canlı varlıklar Özgün düşünme yetenekleriyle, hayal güçleriyle, inatçılıklarıyla her zaman, her yerde ortaya çıkabilen ve bir bilinmezi bilmek için, problemlerin çözümüne yardımcı olmak için şevkle, istekle; kendilerinin yaşamaları lazım gelen hayatın normalitesinden arınarak, normalitenin bir parça üstüne çıkarak ve o geride bıraktıkları normalitecilerin yararına bir takım çabalar, arayışlar içine giren idealistler

Denizin engin maviliklerinde aylardır pek çok yeri gezip dolaşmasına karşın gördükleri ona hiç de yabancı gelmeyen, o gördüklerine daha önceden biliyormuşçasına ilgisiz ve bu denize sularını akıtan ırmağı ilk fark ettiğinde düşüncesinde oluşan tutkunun harekete geçirdiği, ırmağın çıkışına, kaynağına ulaşmaya karar verdirttiği bir genç ahtapot

Genç ahtapot ırmakta ağır ağır ilerlemeye başladı Daima yüzeyde bulunmaya özen gösterdiği için, ırmak kenarında bulunan ağaçları, otları, çiçekleri, kuşları ve küçüklü, büyüklü canlı yaratıkları yakından incelemek olanağını buluyordu Günler birbiri ardına geçip gittikçe, ırmağın genişliği daralmaya, sular daha bir coşkun akmaya ve meyil artmaya başladı Genç ahtapot, akıntıya karşı yüzdüğü için, her geçen gün biraz daha fazla zorlanmaya başladığını fark etti Hani sıkıntıya katlanamayıp kendini bırakıverse hiç yorulmadan denize geri dönebilecekti Fakat, bu onun yapamayacağı bir işti Mademki bir idealistti ve bir idea uğruna buralara kadar gelmişti, kesinlikle geriye dönüş söz konusu olamazdı

Genç ahtapot çok uzaklarda zorlukla fark edilen karlı dağın yamaçlarına ulaştığında önüne oldukça yüksekten suların döküldüğü bir çağlayan çıktı Bu çağlayanı aşıp yoluna devam etmesi gerekirdi, ama nasıl? Yaptığı bir iki deneme bu işin şimdilik olanaksız olduğunu gösterdi Zaten yorgundu
Günlerdir dur durak bilmeden,gücünün sınırlarını sonuna kadar zorlayarak buralara kadar gelmişti “ Bir zaman için dinlenmeli, gücümü toplamalı, bu çağlayanı aşmayı başarabileceğime inandığım an gelip çağlayanı geçer yoluma devam ederim, diye düşündü Dün gelirken gördüğüm kollardan birine sapar, orada günlerimi sakin geçirebileceğim bir yer ararım Çağlayan şimdilik bekleyedursun

Genç ahtapot geriye dönüp, ırmağın kollarından birine girdiYok şurası, yok burası derken,sonunda bir göle vardı Genç ahtapotun göldeki sakin yaşantısı oldukça uzun sürdü Gerçekte bir idealist için zamanın fazla bir önemi yoktu Zaman bırak geçsindi Önemli olan geçen zamanı ustaca değerlendirebilmekti Devamlı olarak fikir bakımından bir büyüme, bir ilerleme içinde olacaktın Bu idealistçilik zaten sende doğuştan vardı Sen istemesen de şartlar seni buna zorlardı Bir ideanın peşinden gitmeye başladığın yani sen bir idealist olduğun zaman, dikkatli bir şekilde geçmişini düşünürdün ve şimdi anımsamak istemediğin o mutsuz, o karamsar, o kederli günlerinin bile seni nasıl eğitmiş olduğunu, deneyim sahibi yaptığını fark eder de şaşar kalırdın

Aradan yıllar geçmiş,geçen yıllarla birlikte genç ahtapot büyümüş,olgun bir ahtapot olmuştuGölde ve gölün çevresinde yaşayan canlı varlıklarla daima iyi ilişkiler kurmuş, onların anlattıklarına kendi gözlemlediklerini de ekleyerek epey bir bilgi birikimine sahip olmuştu Her şey çok güzeldi, belki de çok daha güzel olacaktı Eğer göl kıyısına insanlar kamp kurmasalardı Ahtapot insanları göl kıyısında görür görmez, içgüdüsünden gelen dikkat et sesine kulak vermiş, gölün dibindeki mağarasına çekilmişti Günlerini mağarasında geçiriyor, ara sıra da, gölün derinliklerinde dolaşıyordu Bazı günler göl yüzeyinde bir iki kayık görüyor, fakat kayıklardaki insanların kürek çekişlerini gölün derinliklerinde yüzerek seyretmekten başka hiçbir şey yapmıyordu

Günlerden bir gün, bir kayık gölün ortalarına yakın bir yerde giderken ortalık kararıverdi Şiddetli bir yağmur başladı Gittikçe daha sert esmeye başlayan rüzgar gölde büyük dalgalar oluşturuyordu Kayıkta bulunan insanların yaklaşan fırtınadan kaçmak için gösterdikleri çabalar boşuna oldu Kayıklarının alabora olarak batmasını bir türlü engelleyemediler Ahtapot yaklaşan fırtınayı önceden hissetmiş, kayıkta bulunan insanlar tarafından görülme tehlikesini göze alarak kayığın birkaç metre altına kadar sokulmuştu Kayık battığında dev dalgalar arasında çırpınıp duran iki insanı güçlü kollarıyla sıkıca kavrayıp, onların boğulmalarına engel olmak için, yüzeye çıktı ve süratle kıyıya doğru yüzmeye başladı Baygın durumdaki iki insanı kıyıda emin bir yere bırakan ahtapot, gölün derinliklerindeki mağarasına çekildi

Bu olayı takiben geçen on gün içinde göl yüzeyinde hiç kayık göremeyen ahtapot insanların gitmiş olabileceklerini düşünerek yüzeye çıkıp çok uzaklardan kampın bulunduğu kıyıya doğru baktı İlk dikkatini çeken şey, kıyıdaki kocaman demir kayıklar oldu İnsanlar ayrıca kampın bulunduğu çadırların yanına tahtadan barakalar yapmışlardı Çok insan vardı kıyıda Gölün fazla sularını ırmağa akıtan kola doğru yüzmeye başladı Kıyıdaki insanlara fark ettirmeden gölden çıkıp gitmeyi planlıyordu Fakat çıkışa vardığında etrafta gitmesini engelleyen dikenli teller olduğunu üzülerek gördü Bir hata yapmaktan korkuyordu Bu dikenli telleri parçalayıp atar, yoluna devam edebilirdi İşin içinde yaralanmak,çaptan düşmek olasılığı da vardı Irmaktaki çağlayan zaten yolunun üstünde bir büyük engeldi Çağlayanın karşısına çıktığında güçsüz durumda bulunmak yakışık almazdı

Sonraki günlerde göl yüzeyi birdenbire hareketlendi İnsanların göl kıyısına kadar kamyonlarla getirdikleri parçaları birbirine monte ederek yaptıkları gemiler vızır vızır gidip gelmeye başladı Gemilerden dalgıçlar göle girerek, gölün dibini taramaya başladılar Dalgıçların ellerindeki zıpkınlar görülür görülmez ahtapota yöneltilecekti Gölde her kolunun uzunluğu beş metreyi bulan sekiz kollu dev bir ahtapot vardı ve bu ahtapotu öldüren ödüllendirilecekti İşte burada biraz düşünmek gerekirdi Katledilmek istenen bu ahtapot fırtınalı bir havada iki insanı mutlak bir ölümden kurtarmıştı Onlar bayılmadan önce kendilerini kurtaranı görmüşler, ötekileri ahtapotun varlığından haberdar etmişlerdi Ötekiler ötekilere, ötekilerde ötekilere durumu bildirmişler ve son ötekiler, ortaya bir ödül bile koymuştu Bu durumu çıkışı olmayan bir labirent biçiminde algılamak gerekmektedir

Ahtapot artık gölde barınmasının olanaksızlığını anlamıştı Tüm iyi niyetine karşın insanlar onun bu gölde biraz daha fazla araştırma yapmasına izin vermeyeceklerdi Zaten gölde bir süre daha yaşamak gereksizdi Öğrendikleri yeter de artardı bile Ahtapot mağarasından hınçla dışarı fırladı Korkunç bir süratle kampın önünde demirli bulunan gemilerin tam karşısında su yüzeyine çıktı Günlerdir arıyordunuz işte buradayım ve sizden korkmuyorum der gibi kabardıkça kabarıyor, gölde yapay dalgaların oluşmasını sağlıyordu Aniden soluna doğru yöneldi Kıyıdaki insanların hayret dolu bakışları altında göl çıkışındaki dikenli telleri paramparça ederek kola girdi ve bir süre sonra ırmağa ulaştı Irmağın akıntılarına rahatça karşı koyarak çağlayanın önüne geldi ve iki kolunu uzatarak oradaki kayalara tutunup yukarıya çıktı

Daha sonraki günlerde ahtapot ırmağın kaynağına ulaşmak için gösterdiği yoğun çabayı devam ettirdi Kaynağın bulunduğu karlı dağın yamaçlarında daracık boğazlardan zorlukla geçiyor, derinliğin yüzmesine olanak tanımadığı yerlerde de adım adım ilerliyordu Yamaçlarda yağan yağmur havanın giderek soğumasıyla birlikte kara dönüşüyor, yağan kar altında buz gibi soğuk suda titremek ona dağlarda yaşamın ne derece zorlu olduğunu öğretiyordu Ahtapot daha ileriye gitmenin mümkün olmadığını düşünmeye başladığı bir sırada ırmağın kaynağını buldu Kaynak, kayaların arasından, mağara gibi bir yerden, yeryüzüne çıkıp doğuyordu

Ahtapot konuyu özetle toparladı: “ Demek kaynak burasıymış Su bu daracık yerden yeryüzüne çıkıyor, yağan kar ve yağmur sularıyla besleniyor, çevreden kimi dereciklerin sularını alarak çağlayana kadar iniyor Çağlayan geçildikten sonra sağdan soldan pek çok kol alan su gittikçe büyüyerek bir ırmak halinde benim doğduğum denize varıyor ve denizle bütünleşiyor Uzun bir süre içinde yaşadığım göl de fazla sularını ırmağa bir kol aracılığıyla akıtan büyükçe bir su birikintisinden başka bir şey değilmiş

Dönüş yolunda, çağlayana yaklaştıkça, ahtapotu bir düşüncedir aldı Acaba insanlar onu oralarda bekleyebilirler miydi? Bu yüzde elliye yüzde elliydiYani bekleyebilirlerdi de beklemeyebilirlerdi de Onun orası belli olmazdıAhtapot, kesinlikle korkmuyordu Zaten böyle durumlarda bir idealist için korku en son akla getirilecek bir şeydi Korkmak için hiçbir neden yoktu Ahtapot, şöyle bir durum değerlendirmesi yaptıktan, ne olursa ne şekilde hareket edeceğini hesapladıktan sonra, çağlayandan aşağı indi Suların üstünden, göğsünü gere gere yüzerek, gölün ırmakla bağlantısını sağlayan kolun yanından geçti, gitti

Ahtapot, birkaç gün sonra denize vardı Yıllar önce, genç bir ahtapotken, bir idea uğruna yola çıkmış; yıllar sonra, büyük, olgun bir ahtapot olarak işte geriye dönmüştü Fakat, idea, ideal değildi henüz Bir idealist, öğrendiklerini başkalarına da öğreterek, onları da bilgilendirmeliydi Ben, bana yetecek kadar bilgi sahibiyim fazlasını öğrenmesem de olur diyemediğin gibi, ben herkesten çok daha fazla bilgiliyim varsın benim bildiklerimi başkaları bilmeyiversin de diyemezdin Ahtapot, kısa bir süre dinlendikten sonra girişimlerine başlamak istiyordu Öğrendiklerini başkalarına da öğreterek onları da bilgilendirecekti Beyninde kendisinin bilip de başkalarının bilmediği tek bir bilgi kalmayana kadar…

Yazan: Serdar Yıldırım


Alıntı Yaparak Cevapla

Serdar Yıldırım Hikayeleri|Masal Ve Hikaye Özetleri

Eski 10-23-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Serdar Yıldırım Hikayeleri|Masal Ve Hikaye Özetleri




OT YİYEN KAPLAN

Genç kaplan kafesinde, demir parmaklıklar ardında, sinirli ve hızlı adımlarla gidip geliyordu Nedense bugün yüreğini sanki dikenli tel halatıyla sıkıyorlardı Bu kafese kapatıldığından beri güneş birçok kereler doğup batmıştı Bir aylık ya vardı ya yoktu Ormanda gezintiye çıktığı gün avcılar yakalayıp bu hayvanat bahçesine satmışlardı Daha o zamanlar boyu irice bir kedi boyu kadardıZamanla gelişip güçlendiKafesi dar değildi,ama o burada yaşamak istemiyordu Özgür olmak, adını bile unutmaya başladığı, hayali gözlerinin önünden gitmeyen ormana kavuşmak, hayatına kendisi yön vermek istiyordu İnsanlar akın akın geliyorlar, kafesin önünde durup dakikalarca, hayranlık dolu bakışlarla kendisini seyrediyorlardı

O akşamüstü ziyaretçilerin azaldığı zamanda bakıcı kafesi temizleyip, yıkadı Akşam yemeği olarak yarım koyunu kafesin içine bıraktı Kapıyı kilitledi, gitti Bakıcısı kapıyı kilitleyip giderken, genç kaplanın beyninde bir şimşek çaktı Kilidin yuvasına oturuşu ve anahtarın çevrilirken çıkardığı ses alışılmışın dışındaydı Oldukça hassas kulakları onu yanıltmıyorsa, kapı tam olarak kilitlenmemişti Kafese bırakılan eti yedikten sonra, her zamanki voltalarına başladı Ziyaretçiler tekrar çoğalmaya başladılar İnsanlar akşam yemeklerini yemişler, eğlenmek, dinlenmek için parklara, bahçelere gidiyorlardı Genç kaplanın yüreğini saran sıkıntı gitmiş, gitmiş kilidin anahtar deliğinde sıkışmış kalmıştı Gece yarısı, biraz da şansı yardım ederse, kafesten kaçıp ormanına, özgürlüğüne koşmayı deneyecekti

Hava iyice kararmış, vakit gece yarısını geçeli çok olmuştu Görünürde kimseler yoktu Genç kaplan güçlü pençeleriyle kapıya hızla asıldı Tam olarak kilitlenmemiş kapı açılıverdi Kafesten süratle dışarı fırladı Sağ yola saptı Bu yol ilerdeki ağaçlıkta son buluyordu Kafeste gidip gelmek, dışarıda koşmaya benzemiyorduOldukça yorulmuştuDurup dinlendikten sonra hayvanat bahçesi duvarından atladı Ormana doğru koşarak karanlıklarda kayboldu

Genç kaplan dağlar, tepeler aştı, soğuk sulardan içti Üç gün üç gece sonra, sabah güneş doğarken, daha çok küçükken yakalanıp götürüldüğü büyük ormana vardı Özgürdü artık, içi içine sığmıyordu Neşeli neşeli yürürken karnının acıktığını hissetti Kaçtığından beri heyecandan üç gündür bir şey yememişti Sadece su içmişti Kafeste sabah akşam bakıcısı et getirirdi Avcılar yakalamadan önce annesi beslerdi Fakat bu uçsuz bucaksız ormanda yaşam çok farklıydı Şimdi ne annesi vardı, ne bakıcısı vardı Kafesten kaçmadan önce düşünemediği bir şeydi bu: Ne ile karnını doyuracaktı?

Böyle düşünüp yürürken, ilerdeki otlukta bir geyik gördü Geyik, arada sırada etrafına bakınıp tekrar ot yemeğe başlıyorduGeyik, aniden koşmaya başladıAynı anda yan taraftaki çalılıktan iki kaplan fırladı Biraz sonra geyiğin önüne iki kaplan daha çıkınca geyik dört yandan sarılmıştı Belli kaplanlar geyiği yakalamak için tuzak kurmuşlardı En iyi savunma hücumdu Cesur geyik, son bir gayretle ileri atıldıKendisine en yakın kaplana sivri boynuzlarıyla müthiş
bir kesme vurdu Kaplan kanlar içinde sırtüstü yuvarlandı Hafif yana döndü Önündeki ikinci kaplana da aynı şekilde vurmak istedi Fakat tutturamadı Peşinden gelen diğer kaplanlar da
yetişmişti Geyik, ne kadar kuvvetli olursa olsun, üç tane kaplanla baş etmesi olanaksızdı Kaplanlar, güçlü pençeleriyle vurarak geyiği yere yuvarladılar ve öldürüp yediler Daha sonra çekilip gittiler

Genç kaplan, olduğu yerde donmuş kalmıştı İnanılmaz gözlerle bakıyordu Gördüğü bir vahşetti Fakat orman kanunları böyleydi Zayıf daha kuvvetliye yem oluyordu“ Demek ki ” dedi, “ kaplanlar böyle karınlarını doyuruyorlarmış Ben de kaplan olduğuma göre benim de canlıları avlayıp yemem lazım Ben karnımı doyurmak için diğer hayvanları öldüremem Kimse beni öldürmeye alıştırmadı Öldürmeyi bilmiyorum ve öldürmenin gerekliliğine inanmıyorum Geyik ot yiyerek besleniyordu Gücü kuvveti yerindeydi Ot yiyen hayvanlar güçlü oluyormuş Başka çarem yok, ya aç kalacağım ya da ot yiyeceğim Varsın “ kaplan ot yer mi “ varsın “ ot yiyen kaplan olur mu “ desinler

Aradan bir ay geçti Ot yiyen kaplan ormanda aradığı huzuru bir türlü bulamadı Kaplanlar onu aralarına kabul etmişlerdi ama ormandaki yaşam ot yiyen kaplana ters geliyordu Neden geyik, karaca, tavşan gördüklerinde aniden saldırganlaşıyorlardı Onlar öldürmek için programlanmışlardı, yaşamak için öldürmek zorundaydılar Bu tarafta bir kaplan ot yiyerek yaşıyordu, bunu da düşünmek lazımdı Ot yiyen kaplan bir gün ormanda gezerken karşısına bir tavşan çıktı Tavşanın kendisini görüp de kaçmamasına şaşırdı Hayret, tavşan üstüne doğru geliyordu Kenara çekilmek istedi, çekilemedi Ayakları tutulmuştu Tavşan, ot yiyen kaplana çarpıp sırtüstü düştü Daha sonra yattığı yerden doğrulup onun yüzünü elledi, yanaklarını okşadı “ Sen ot yiyen kaplan mısın? “ diye sordu Ot yiyen kaplan gık diyemedi Dili damağına yapışmıştı

Tavşan: “ Tabii canım, sen ot yiyen kaplansın Ağzın öteki kaplanlar gibi kan kokmuyor Bak ot yiyen, şöhretin kulağıma kadar geldi Sen ormana alışamazsın, hayvanat bahçesine dönmelisin Duyduğuma göre, kaplanlar senin gözlerinin önünde bazı hayvanları öldürüp, seni de öldürmeye alıştırmak isterlermiş Eğer öldürmeye alışamazsan kaplanlar seni öldürürler Sen beni dinle ve çek git buralardan “ dedikten sonra yürüyüp gitmek isterken az ilerdeki bir çukura düştü Ot yiyen kaplan tavşanı çukurdan çıkardı ve onun yüzüne dikkatle bakınca göz çukurlarının boş olduğunu gördü Gözleri yoktu bu tavşanın Kör bir tavşan diye geçirdi içinden Onu sırtına bindirdi ve yuvasına götürüp bıraktı

Ertesi gün kör tavşanı yuvasında ölü olarak bulan ot yiyen kaplan gözyaşlarını tutamadı Şimdiye kadar kör tavşana dokunmayan kaplanlar onu ot yiyen kaplanın sırtında giderken görünce kıskanmışlar ve öldürmüşlerdi Ot yiyen kaplanın yüreği nefretle doldu Bu kadarı da fazlaydı artık Ne istemişlerdi garip bir tavşandan Son sürat koşarak kaplanların arasına dalan ot yiyen kaplan otuzdan fazla kaplana rest çekti “ Kör tavşanı öldürmek kolay, sıkıysa gelin beni de öldürün “ Kaplanların beklediği buydu zaten Ot yiyen kaplanı çileden çıkarıp üstlerine saldırtacaklar sonra parça parça edeceklerdi Evdeki hesap her zaman çarşıya uymazdı Aniden ortalık karardı ve şiddetli bir yağmur başladı Şimşekler çakıyor, yıldırımlar düşüyordu Kaplanlar sağa - sola kaçıştılar ama ot yiyen kaplan kaçmadı Sırılsıklam oluncaya kadar bekledi Yarım saat sonra yağmur dindi Güneş açtı, ortalık aydınlandı Ot yiyen kaplan gece yarısına kadar oralarda gezindi Gelen giden olmadığını görünce beklemekten bıkıp uzaklaştı gitti Orman işi buraya kadardı O, şimdi hayvanat bahçesine dönmeye kararlıydı

Birkaç gün sonra sabaha karşı bakıcısı onu kafesin önünde beklerken buldu Ot yiyen kaplan biraz sonra kafese girecek ve bakıcısı kapıyı üstüne kilitlerken, “ Kilit yeni değişti, bir daha kaçma numarasına kalkışamazsın, çünkü artık imkânsız “ demesine karşılık, içinden “ Yuvam burası, ben kafes kaplanıyım Hem istesem de ormana gidemem Bana göre değilmiş orası “ dedi İki ay sonra kafesine dişi bir kaplan getirilince yüreği kıvançla doldu genç kaplanın Eş oldular birbirlerine ve kaynaşıverdiler Gün döndü, günler döndü, zaman geçti ve iki tane yavruları oldu Neşelendi, mutlandı, huzur doldu yüreği ve genç kaplan artık kafesinde, demir parmaklıklar ardında sakin ve yavaş adımlarla gidip geliyordu

Yazan: Serdar Yıldırım


Alıntı Yaparak Cevapla

Serdar Yıldırım Hikayeleri|Masal Ve Hikaye Özetleri

Eski 10-23-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Serdar Yıldırım Hikayeleri|Masal Ve Hikaye Özetleri




ANNE GÜVERCİN

Güzel bir yaz günüydü Batur elinde sapan evlerinin yakınındaki ağaçlıkta kuş avına çıkmıştı Gözleri radar gibi dikkatle çevreyi tarıyordu Birden arkasında bir ses duydu: ’Vurma kuşları’ Döndü, baktı Seslenen yabancı değildi Mahalle arkadaşı Sarper’di: “ Ne istersin şu küçük yaratıklardan bilmem ki? Ne zararı var onların sana? Bırak ötsünler, uçsunlar, kanat çırpsınlar “ Batur: “ Sarper yine mi sen? Bu kaçıncı? İşime karışma demedim mi ben sana? Bak kuşları ürküttün, kaçıp gittiler Kuş vurmak yasak mı yani? “ Sarper: “ Yasak tabii Şu sıralar kuş yavrularının büyüme zamanı Batur: “ Amma yaptın ha Yasakmış Yasaksa yasak Kim bilecek benim kuş vurduğumu? Çevrede bir yığın kuş var Bir kuş vursam kuş kıtlığına kıran girmez ya, kuş nesli tükenmez ya Bana bak Sarper, sen iyi bir arkadaşsın, fakat şu kuş işine karışma “ dedi ve ses çıkarmamaya dikkat ederek usul usul ilerlemeye başladı Yirmi metre kadar gittikten sonra bir ağacın altında durdu Sapanını yukarıya doğru kaldırdı İyice nişan aldıktan sonra sapanındaki taşı fırlattı Taş hedefini bulmuştu Kuş yere düşerken aynı anda havalanan bir başka kuşun kanat sesleri duyuldu Batur az ötesinde yere düşen kuşu aldı Kuş can çekişmekteydi Hemen kuşun kafasını kopardı Kendisine doğru yürümekte olan Sarper’e dönerek: “ Nasıldım ama? Tek atışta hedef on ikiden Tık kafa gitti Tüylerini yoldum mu, küçük bir ateş yakarım Cız bız Sonra deyme keyfime “ dedi

Arkadaşının sözlerine aldırış etmemesine içerleyen Sarper: “ Ne desem, ne söylesem boşuna Başkalarının senden daha iyi düşünebileceğini hiçbir zaman kabul etmezsin zaten Vurduğun bir yabani güvercin yavrusu Yirmi gram et ya çıkar, ya çıkmaz Hem düşünmediğin bir şey var Bu yere düşerken kanat sesleri duymuştuk Herhalde anne güvercindi uçan Yabani güvercinler bildiğim kadarıyla kin tutarlar Yavrusunu vurmakla hiç iyi yapmadın “ dedikten sonra geriye dönerek hızlı adımlarla oradan uzaklaştı Batur daha sonra ağaçlığın kenarında küçük bir ateş yaktı Buraya gelirken yavru güvercinin tüylerini yolmuş ve iç organlarını temizlemişti Kuşu pişirmeye başladı Fakat arka tarafındaki ağaçlardan birinde üzgün ve yaşlı bir çift gözün kendisini izlediğinin farkında bile değildi

Anne güvercin bir taraftan yavrusunu vuran çocuğu seyrederken, bir taraftan da düşünüyordu: “ Aslında elinde bir çocuğun bize doğru yaklaştığını görmesek, duymasak bile hissederiz Fakat biz kuşlar, ağaç dalları üzerinde otururken dalar gideriz Geçmişi düşünürüz Hatıralar gözlerimiz önünde canlanır Doğrularımız, yanlışlarımız aklımıza gelir Çoğu zaman da hayaller kurarız Bunlar genellikle tadını damağımızda hissedeceğimiz hayallerdir Yani gerçek olmasını istediğimiz İşte bu gibi durumlarda bir sapanın veya bir tüfeğin bize doğru nişanlandığını görmemiz yahut yaklaşan birinin hışırtısını, ayak seslerini duymamız mümkün değildir Biricik yavruma uçmayı öğretiyordum Yavrum çok yorulmuştu Bir ağacın dalına konduk, dinleniyorduk Etraftaki ağaçlar kuş doluydu ve sanırım çoğu da benim gibi hayallere dalmıştı Küt diye bir ses duydum ve yavrumun feryadı ile kendime geldim Baktım yavrum vurulmuş düşüyordu Kanatlarımı çırptım ve uçtum Havada geniş bir daire çizdikten sonra olayın olduğu yere döndüm Çevrede kuş yoktu, hepsi kaçıp gitmişlerdi Olayın nasıl olduğunu kuşlardan sorar, öğrenirim Neyse bırakayım şimdi bunları düşünmeyi Yavrumu vuran çocuk kalktı, gidiyor Gözden kaybetmeden takip edeyim şunu Evinin nerede olduğunu öğrenirim hiç olmazsa

Batur yolda gördüğü bir arkadaşıyla konuştuktan sonra oturdukları apartmanın kapısından içeriye girdi Oturdukları daire 4 kattaydı Anne güvercin karşı sokaktaki bir apartmanın çatısında saatlerce bekledi Akşam olunca odaların, salonların ışıkları yanmaya başladı Yavrusunu vuran çocuğun girdiği binanın oda ve salonlarını kontrol etmeye başladı Örtülmeyen veya aralık bırakılan perdelerin arkasından içeri bakıyordu 4 kattaki balkonun korkuluk demirlerinin üzerine kondu Şöyle bir etrafına bakındı, bir tehlike var mı diye Sonra ağır ağır başını pencere tarafına doğru çevirdi Perdesi kapatılmamış pencereden içerisi rahatlıkla görünüyordu Ve onu gördü…tam karşıda oturmuş, yanındaki birkaç kişiye bir şeyler anlatıyordu El-kol hareketleri yapıyor, kahkahalarla gülüyor, etrafındakileri güldürüyordu Onun son derece neşeli hali içini sızlattı Bu sahneyi daha fazla görmeye dayanamadı, kanatlarını çırptı ve simsiyah gökyüzüne doğru uçup gitti Daha sonraki günlerde Batur evlerinin yakınındaki ağaçlıkta sık sık kuş avına çıktı Fakat hayret!Her zaman pek çok kuşun bulunduğu bu ağaçlıkta bir tek kuşa rastlayamıyordu

Batur, yine bir gün elinde sapanıyla buraya geldi Çevreden çıt çıkmıyordu, etrafta hiç kuş yoktu Tam yavru güvercini vurduğu ağacın altına gelmişti ki, aniden kanat sesleri duydu Şaşırmıştı Üzerine doğru dalışa geçen kuşu son anda fark etti Elleriyle yüzünü kapatması onu yaralanmaktan kurtardı Kuş çığlıklar atarak hemen ikinci defa saldırıya geçti Bu saldırı birincisinden çok daha şiddetli oldu Kuşun kanat vuruşları birer tokat gibi yüzüne gelen Batur, sırtüstü yere yuvarlanırken eliyle kuşa sert bir darbe indirdi Kuşun ilerdeki çalılıkların arasına düştüğünü gören Batur, arkasına bile bakmadan kaçıp gitti Batur o gece hiç uyuyamadı Yatağında devamlı olarak bir o yana, bir bu yana döndü, durdu Sabaha karşı şafak sökerken o kuşun kim olduğunu ve kendisine neden saldırdığını anlamıştı O kuş, birkaç gün önce vurduğu yavru güvercini annesiydi Demek ki anne güvercin yavrusunu vuranı unutmamış, devamlı olarak takip etmişti Kuş vurmak için ağaçlığa gelirken orada bulunan kuşların kaçıp gitmesini sağlamıştı Bu birkaç gündür ağaçlıkta hiç kuş görememesinin nedenini ortaya çıkarıyordu Korkunç bir takip altındaydı Eğer kuş vurmaya devam ederse anne güvercinin felaketine neden olacağını anladı Zararın neresinden dönülürse kardı Bir daha kuş avına çıkmazsam anne güvercin belki peşimi bırakır diye düşündü Zaten sapanını anne güvercin ile boğuşurken düşürmüştü Bundan sonra kuş vurmayacağına söz verdi

Anne güvercin ise, Batur ile yaptığı mücadeleden sonra yerde bulduğu sapanı gagasının arasına kıstırıp uçup gitmiş, uzaklara, çok uzaklara, kimsenin onu bulup bir daha kuş vurmasına imkan bulamayacağı kadar uzaklara giderek oralarda bulduğu bir çukura sapanı atmış ve üzerine toprak, yaprak ne bulduysa doldurarak gömmüştü Anne güvercin daha sonraki günlerde ağaçlığın kenarında nöbet tutmaya devam etti Birisi buraya gelmeye kalksa hemen ağaçlar üzerinde dinlenen, uyuklayan veya hayal kurmakta olan kuşları uyaracak ve bu ağaçlıkta kimsenin kuş vurmasına izin vermeyecekti Böylece aradan haftalar geçti Sonbaharın gelmesiyle havalar soğumaya başladı Bütün göçmen kuşlar gibi anne güvercin de grubuyla birlikte kışı geçirmek için sıcak ülkelere göç etti Ertesi yıl nisan ayında anne güvercin grubuyla birlikte tekrar bu ağaçlığa geldi Günler çok sakin ve olaysız geçiyordu Anne güvercin fırsattan istifade ederek üç tane yumurta yumurtladı Bu yumurtaların üzerinde günlerce kuluçkaya yattı Sonunda yumurtalar çatladı ve üç tane minimini yavru sahibi oldu Yaz mevsimi boyunca yavrularını büyüttü, onlara uçmayı öğretti Hayatta kendilerine yönelebilecek tehlikelere karşı daima uyanık durumda bulunmayı öğütledi Batur verdiği sözü tuttu Bir daha onu kuş vururken gören olmadı

Yazan: Serdar Yıldırım






Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.