10-24-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Bilyegöz - Masal Okuyun
BİLYEGÖZ
Develer tellal iken, pireler berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallarken, yani çok, ama çok eskiden, Kafdağı yamaçlarına kurulu bir memleket varmış Her yanında dereler çağlar, pınarlar ağlarmış o memleketin Zümrüt gibi uzanan kırları, binbir yemişle dolu meyve bahçeleri görülmeğe değermiş Kral Bilyegöz hüküm sürermiş orada Doğru su garip bir adammış kral Sarayından çıkıp gezmez, karısı ve biricik kızından başka kimseyle konuşmazmış Sinirli sinirli dolaşır, bilye gibi küçük gözlerini sağa sola çevirerek anlaşılmaz sözler söylermiş Diken üstünde oturuyor gibi rahat sız ve mutsuzmuş Kimse yüzünün güldüğünü görmezmiş Yüreğinde öylesine büyük bir hastalık varmış ki; onu hiçbir hekimin tedavi etmesi mümkün değilmiş
Çünkü "altın hastalığı" denilen garip bir derde tutulmuş Kral Aklı fikri daima altınlarda imiş Zamanlı zamansız kalkar, bodruma iner, hazinelerini kontrol edip, saatlerce orada durur da zamanın nasıl geçtiğini fark etmezmiş Kocaman avuçlarına altınlarını doldurur, onları çocuğunu sever gibi öpüp okşar, bıkmadan usanmadan defalarca sayarmış Karısı ve kızı onun bu haline çok üzülür, bazı günler ona: " Siz bu ülkenin kralısınız  Her türlü zenginliğe sahip kudretli bir insansınız Altınlara karşı böyle hastalık derecesine varan ilginiz bir felakete sebep olabilir Hiç olmazsa bazı günler sarayın bahçesine inip açık havada dolaşın Bir çiçek cennetini andıran bahçenizde gezerseniz belki gönlünüz aydınlanır " derlermiş Kral Bilyegöz gülüp geçermiş onlara  Sözleri bir kulağından girer,öbüründen çıkarmış Bir sabah erkenden uyanmış Pencereyi açıp dışarı bakmış Çiçek açmış ağaçların yanında yemyeşil uzanan setlere çiğ yağdığını görmüş Her şey öylesine güzel ve iç açıcıymış ki Kral Bilyegöz bir lahza altınlarını unutup bahçeye çıkmayı düşünmüş Karşıdaki nar ağacı üzerinde öten bülbül onu hayata çağırıyor gibiymiş Süratle giyinip kapıya yürümüş Ayakları altında gıcır gıcır sesler çıkaran mermer salonları hızla geçmiş Merdivenleri inip çıkış kapısına yönelmiş Birden yüreğini kaplayan o hain hastalık ses vermiş: "Dur, bahçeye çıkma! Çıkacaksan bile altınlarını yanına al  " diyormuş bu ses
Bilyegöz bu sesi susturamayacağını anlayınca hemen dönüp hazinelerinin bulunduğu mahzene koşmuş Kalın ve ağır kapıları bir bir açıp altınlarına erişmiş Koltuğuna sığabilen, içi mücevher dolu işlemeli bir kutuyu kapıp çıkmış Az sonra güneşin yavaş yavaş ısıtmağa başladığı o muhteşem bahçenin içine girmiş Çiçek tarhlarının, gül fidanlarının, lale setlerinin arasında dolaşmağa başlamış Uzun bir süre gezinmiş Fakat gördüğü bunca güzellik bile ona altınlarını unutturamamış Bahçenin kenarında toprağa oturup mücevher kutusunu açmış Göz kamaştırıcı bir aydınlıkla parıldamış altınlar, inciler  Bilyegöz kıymetli taşlarla süslü mavi gerdanlıkları, zümrüt yeşili mercanları ve çil çil altınları seviyor, okşuyor, onlarla bir çocuk gibi oynuyormuş Birden dalıp gittiği o garip alemden uyanmış Hemen arkasında bir çıtırtı duymuş Korkuyla dönüp bakmış Elbiseleri yamalı, pabuçları eski, boynu bükük bir zavallı adam duru yormuş karşısında Ellerini birbirine kavuşturmuş, çatlak dudaklarını büzmüş adam Yüzünde koca bir çaresizlik, yoksulluk ve gariplik okunuyormuş Saygıdeğer kralım, diye başlamış söze Sizinle karşılaşmam Allah'ın bir lütfu bana Yoksulluk içinde kıvranan zavallı bir insanım ben Karım ve çocuklarımın boğazına günlerdir bir lokma ekmek girmedi Bana yardım eder, fazla değil bir altın bağışlarsanız ömür boyu duacınız olurum Ne o!ur boş çevirmeyin beni  Kral Bilyegöz şaşkınlıkla bakmış dilenciye Altın sözünü duyunca mücevher kutusuna sıkıca sarılmış Hayır! diye bağırmış Sana hiç bir şey veremem! Dilenci duyduklarına inanmak istemiyormuş: Lütfen demiş, bir tek altından ne çıkar O sizin için bir kıymet ifade etmez ama beni ve çocuklarımı açlıktan kurtarır Lütfen  Kral Bilyegöz belki her şeyi yapsa bile bu işi yapamaz, hiç kimseye bir gram ağırlığında bile olsa altın veremezmiş İyice sinirlenmeye başlamış Küçük gözlerine tiksinti ve nefret dolmuş Defolup git başımdan Beni rahat bırak, altınlarıma göz dikme Bir tane bile olsun vermem Anladın mı pis dilenci! diye haykırmış Zavallı dilenci ümitlerini yitirivermiş Anlamış ki bu cimri kral asla kendisine yardım etmeyecek Yüreği acıyla sızlamış, gözlerinden bir kaç damla yaş yuvarlanmış yere Gönlünün derinliklerinden kopup gelen bir sesle garip bir dua etmiş Daha doğrusu bir beddua  
|
|
|