Şu Destanı - Yöresel Halk Hikayesi |
10-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Şu Destanı - Yöresel Halk HikayesiŞu Destanı Şu Destanı, Türkler'in en eski destanlarından biridir Destanın kahramanı olan Şu, bilginlerin tahminlerine göre MÖ dördüncü yüzyılda yaşamış bir Türk kaganıdır Şu Destanı'nın konusu, Makedonyalı İskender'in Asya içlerine doğru ilerlerken Türkler'le yaptığı savaşlardır (?) Ama, türkolog Zeki Velidi Togan'a göre, destanda adı geçen İskender'in Makedonya'lı İskender ile bir ilgisi yoktur ve Şu Destanı'nın konusu Makedonyalı İskender'in istilası değil daha önceki yüzyıllarda oluşmuş bir Aryani istilasıdır Destanda Türk boylarının oluşumu ve Türkler'in kent yaşamına geçmeğe başlamaları da anlatılmaktadır Ayrıca, ulusunu bir istiladan korumak için çaba gösteren bir kaganın kaygılarının ince bir biçimde işlenmesi, destana ayrı bir özellik katmaktadır Şu Destanı, kendisinden sonra oluşacak Türk destanlarının ana çizgilerini ve süslemelerini belirlemiştir Şu Destanı, kimi bilginlere göre Saka Türkleri'nin destanıdır Şu destanında müzik ve ezgi önemli bir rol oynar; ama bu müzik insan sesine değil, sazların sesine dayanır Destanın kahramanı genç kagan Şu, Türk destanlarının yerinde durmayan hareketli ve atak yiğitlerinden daha değişik bir yapıdadır Kagan Şu, beden ve ruh yapısı ile daha çok, Osmanlı hakanı 3 Selim'i andırır Şu Kagan, 3 Selim gibi içli, sanatçı, düşünceli ve mantıklı bir kimsedir Sarayının kapısında günde 365 nöbet çalınır Şu Destanı'nın özeti aşağıda yer almaktadır: Şu Kalesi'ni, Balasagun yakınlarında genç kagan Şu yaptırmıştı Kagan Şu'nun sarayı ise Balasagun'da idi Kalede ve Balasagun'da çok güçlü bir ordu bulunuyordu Balasagun kenti çok zengindi Şu Kagan'ın sarayının önünde ordu beğleri için her gün 365 nöbet vurulurdu Bu sırada, Zülkarneyn (İskender) doğu seferine çıkmış, Ön Asya'dan İran içlerine kadar önüne çıkan tüm orduları yenmiş, ülkeleri işgal etmişti Zülkarneyn, Semerkand'a değin ilerlemiş, Türk illerine yaklaşmışt Şu Kagan'ın gözcüleri, Zülkarneyn'in Balasagun'a ve Şu Kalesi'ne yaklaştığını bildirdiler Gözcüler, Şu Kagan'a şöyle dediler: ''Zülkarneyn denilen, gün batısından kopup gelen bir kıral ordusuyla bize yaklaşmaktadır Önüne çıkan orduları dize getirmiş, yerle bir etmiştir Bize ne buyurursun? Onunla savaşalım mı?'' Genç kagan Şu, habercilerin sözlerini dinlemez gibi göründü Çünkü daha önceden, en güvendiği yiğitlerden kırk kişiyi seçmiş, Hucend Irmağı kıyılarına gözcülük etsinler diye göndermişti Yiğitler, kimseye görünmeden gizlice giderek Hucend kıyılarına yerleştikleri için, ordu habercileri durumu bilmiyorlardı Getirdikleri kötü haberden Şu Kagan'ın kaygılanmamasına, kılını bile kıpırdatmamasına şaşırdılar Şu Kagan gönlü ise rahattı Şu Kagan'ın gümüşten bir havuzu vardı Havuzu, işten anlayan ustalara yaptırmıştı Havuz, istenildiğinde taşınabiliyordu Şu Kagan, savaşa bile gitse gümüş havuzunu yanına alırdı Konakladığı yerlerde içine su doldurtur, su dolu bu gümüş havuza kazlar, ördekler salar, onlara bakardı Kazların, ördeklerin gümüş havuzda yüzüşlerini seyretmek kendisini dinledirir, dinlenirken de ulusunun geleceği ile, sefer ve savaşlar ile ilgili tasarılar hazırlardı Şu Kagan, haberciler geldikleri sırada yine gümüş havuzda yüzen kazları, ördekleri seyrederek dinleniyordu Habercilerin: ''Ne buyruk verirsin kaganım? Zülkarneyn ile savaşa tutuşalım mı?'' Diye sorup buyruk beklemeleri üzerine onlara havuzu ve havuzda yüzen kazlar ile ördekleri gösterek şöyle dedi: ''Bakın Görüyor musunuz Kazlarla ördekler suda ne güzel yüzüyor, nasıl dalıp dalıp çıkıyorlar?'' Haberciler, kaganlarının bu biçimde konuşmasını garip karşıladılar Ona kuşku ile baktılar ''Herhalde kaganımızın hiç bir hazırlığı yok Onun için ne yapacağını bilemiyor'' diye düşündüler O sırada, Zülkarneyn'in ordusu Hucend Irmağı'nı geçmişti vakit gece yarısına geliyordu Hucend Irmağı kıyılarında gözcülük yapan, Şu Kagan'ın kırk yiğidi atlanıp, yıldırım gibi Şu Kalesi'ne geldiler Şu Kagan'ın katına varıp Zülkarneyn'in Hucend Suyu'nu geçtiğini, Balasagun yolunda ilerlediğini bildirdiler Daha önceki habercilerin sözlerini dinlerken kılı kıpırdamayan Şu Kagan, kırk yiğidin sözleri üzerine hemen göç davulunun çalınmasını buyurdu Davulun çalınması ile birlikte doğuya doğru hızla yola koyuldular Bu durum halkı şaşırttı Gündüzün hazırlık yapılmadan, gece vakti göçün başlamasından korktular Ellerine ne geçtiyse toplayıp bulabildikleri atlara atlayan millet, kaganla birlikte yola düştü Gün doğarken, kentte kimse kalmamıştı Yalnızca bomboş ve düz bir ova görünüyordu Bütün millet, Şu Kagan'ın ardından gitmişti Ancak, binecek bir şey bulamayan yirmi iki kişi, Şu Kalesi'nde kalmıştı Bunlar ne yapacaklarını düşünürlerken yanlarına iki kişi daha geldi Bu iki kişi kap kacaklarını toplayıp sırtlarına vurmuşlardı Yorgundular Fakat, pek duracağa benzemiyorlardı Önceki yirmi iki kişi, bu yeni gelenlere bir yere gitmemelerini, kendileri gibi kalede kalıp beklemelerini söylediler ''Zülkarneyn denilen her kim ise, burada uzun süre kalamaz, geldiği gibi geri dönüp gider Burası bizim yurdumuz, yine bize kalır'' dediler İşte bu yüzden, bu iki kişinin adı Kalaç olarak kaldı Bu iki kişiden olan çocuklar ile torunları de Kalacı adıyla anıldılar Ama bu iki kişi, yirmi iki kişinin sözlerini dinlemeyerek onları bırakıp gittikleri için Zülkarneyn'in geldiğini görmediler Zülkarneyn gelip de kalede kalan uzun saçlı yirmi iki kişiyi görünce ''Türk mânend'' dedi Bu söz, ''Türk'e benziyorlar'' anlamına geliyordu Bu yüzden, yirmi iki kişinin soylarının adı da Türkman (Türkmen) olarak kaldı Giden iki kişi, gittikleri için tam anlamıyla Türkmen sayılmadılar Böylece oluşan yirmi dört boydan, yirmi ikisi Türkmen, öteki ikisi de Kalaç diye bilindi Bu olaylar olurkan Şu Kagan, ordusu ve yanındakilerle birlikte Çin sınırına değin ilerlemişti Çin'e yakın Uygur iline vardıklarında Şu Kagan, artık Zülkarneyn'i karşılayabilecek durumda olduğuna, onu asıl merkezinden çok uzaklara çektiğine karar verdi Çünkü, kendi soydaşları arasında bulunduğu için Zülkarneyn'den daha güçlü durumua gelmişti Şu Kagan, çerilerinin en gençlerini ayırdı; onları Zülkarneyn'in üzerine yollamayı düşündü Veziri, gidecek olanların tümünün genç olduğunu, deneyimlerinin bulunmadığını, başaramazlarsa işin kötüye varacağını söyledi Şu Kagan, vezirine hak verdi Yaşlı, deneyimli bir subaşını çerileriyle birlikte gönderdi Şu Kagan'ın çerileri bir zaman sonra Zülkarneyn'in öncü birlikleriyle karşılaştılar Türk çerileri, Zülkarneyn'in öncü birliklerine bir gece baskını yaptılar Baskın çok kanlı oldu Bir ölüm kalım savaşı yapıldı Zülkarneyn'in öncü birlikleri bozguna uğradılar Türk erlerinden biri, Zülkarneyn'in çerilerinden birini tek kılıç vuruşuyla ikiye böldü Çerinin kemerine bağladığı altın torbası parçalandı; içindeki altınlar yere saçıldı, çerinin kanıyla kızıla bulandı Ertesi gün, gün ışıkları bu kanlı altınları parlattı Bunu gören Türk erleri birbirlerine bakıp ''Altın kan! Altın kan!'' diye bağrıştılar O günden sonra, bu baskının yapıldığı yerin yakınında bulunan dağa Altın Kan (Altun Han) dendi Baskından sonra Şu Kagan ile Zülkarneyn daha savaşmadılar, barış yaptılar Barış, iki taraf içinde iyi sonuçlar doğurdu Burada bir çok kent kurulmağa başlandı Uygur Türkleri ile öteki Türk boyları bu kentlere yerleştiler Şu Kagan da Balasagun'a döndü Şu Kalesi'ni sağlamlaştırdı Balasagun kentinin geliştirdi En sonunda da kaleye bir tılsım koydu Bu öyle bir tılsımdı ki dörtbir yanda duyuldu Leylekler kente dek geldiklerinde tılsım yüzünden daha uzağa uçamadılar, kenti aşamadılar |
|