|  | Türk Büyüklerimizden Fuzûli |  | 
|  10-24-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Türk Büyüklerimizden FuzûliFUZÛLÎ Fuzûlî, Irak'ın Hille kasabasında 1494 yılında doğdu  Soyca Türk Bayat aşiretindendir  Hille Müftüsü Süleyman'ın oğludur  Asıl adı Mehmet'tir  Ömrünü Bağdat ve Kerbelâ'da geçirip Irak'tan dışarı çıkmadı  Hazret-i Hüseyin'in türbesinin kandilciliğiyle geçinirdi  Hocası Rahmetullah Efendi'nin kızı Rahime ile evlendi ve Fazlullah adında bir oğlu oldu  En tanınmış eseri, Doğunun efsane dolu aşk hikayesi olan Leyla ile Mecnun'dur  Bu değerli eser pek çok dile çevrilmiştir  Fuzuli 1555'te Kerbela'da vebadan öldü  Türbesi halen oradadır  Mehmet, o kadar alçak gönüllü bir insandı ki, şiirlerinde Fuzûlî (fazlalık) adını kullanırdı  Neden böyle yaptığı sorulduğunda; "Herkes başkasının şiirini kendi malı gibi gösteriyor  İsmim bu olunca kimse benimkilere tenezzül etmez, ya da başkasının şiiri benim sanılmaz" diye karşılık vermiştir  Fuzûlî son derece bilgili ve çalışkan bir insandı  Oğlu Fazıl'ın da öyle olması için çok çalışmıştı  Ama, olmadı  Çünkü Fazlullah, gayet tembel, kabiliyetsiz bir çocuktu  Bunun üzerine zamanın şairlerinden biri Farsça: Fazlî peder ü püser Fuzûlî Yani, asıl erdemli olan babası, oğlan tamamıyla fazlalık, mısraını söylemişti  Bütün şiirlerinde kendini Tanrı aşkına adamış olan Fuzûlî, geçim sıkıntısı içinde kahroluyordu  Bağdat'ı Kanunî fethedince, onun komutanına, padişah için kasideler, övgü şiirleri sundu  Bu sayede Bağdat vakıflarının ziyadesinden, yani vakfa harcadıktan sonra artakalan paradan günde dokuz akçe maaş bağladılar  Zavallı Fuzulî, hiç bir zaman bu parayı alamadığı için sonunda, Bağdat'ta barınamadı  Biraz daha dış mahalle kabul edilen Hille'ye çekildi  Hazret-i Hüseyin Türbesi'nin bekçiliğiyle geçinmeye çalıştı  Ancak, Kanunî'nin fermanlarına tuğra yapan Nişancıbaşı Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye de Şikâyetnâme adıyla ün yapmış, dokunaklı bir eleştiri örneği olan mektubunu yollamadan edemedi  Bu eser, o zamanın resmî dairelerinde insanların nasıl çalışmadıklarını gösteren dili sanatlı, edebiyat değeri yüksek bir belgedir  Bu şikayetnamedeki "Selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar" sözü, hala yaşayan bir gerçektir  Fuzûlî daha önce, Safevî Hükümdarı Şah İsmail Bağdat'ı zaptedince, ona Beng ü Bâde (Afyon ve içki) adlı bir mesnevi sunmuştu  Fuzûlî, bu eserde afyonla şarabı konuşturur ve bunlardan her biri, kendini över  Fuzulî'nin bu mesneviyi yazmasındaki amaç, aslında Yavuz ile Şah İsmail arasındaki mektup düellosuna bir edebî şekil kazandırmaktır  Bu bakımdan semboller yerini bulmuştur: Şah İsmail, eserde afyonla, Yavuz ise şarapla temsil edilmiştir  Kerbelâ olayını anlatan Hadîkatü's-Süedâ adlı eserinden başka, şairin en önemli eseri "Leylâ vü Mecnun" mesnevîsidir  İslâm dinini kabul etmiş toplumların edebiyatlarında ortak konular çok görülür  Nitekim XV  yüzyılda Ali Şir Nevâî gibi gerek Türk, gerek Arap veya İranlı birçok şair bu konuyu işlemiştir  Ama hiç birisi, Fuzulî'nin ulaştığı "Neoplatonik aşk" anlayışına, tasavvuf görüşüne ve ifade lirizmine ulaşamamıştır  Denilebilir ki, dünya edebiyatında Fuzulî'nin Leylâ ve Mecnun'u tektir: Git, derdime sen devâ değilsin Bigânesin, âşina değilsin Gördü ki bir avcı dâm kurmuş Dâmına gazâller yüz urmuş Bir âhu esir-i dâmı olmuş Kan yâşı karâ gözüne dolmuş Boynu burulu ayağı bağlu Şehlâ gözü nemlü cânı dağlu Sayyâd sakın cefa yamandır Bilmezsin mi ki kana kandır? gibi mısraları bu eseri baştan başa şiir hâline getirir   Fuzûlî, Dîvân'ının önsözünde "Şiirsiz ilim, esası yok duvar gibidir  " der   Fuzûlî şiirleriyle aşkı yüksek ve ilahi bir düzeye ulaştırdı  Ona göre şiirin kaynakları ilahidir  Tanrı vergisi ve yardımı olmadan şiir söylenemez  "Aşk imiş her ne var alemde, ilim bir kil-ü-kal imiş ancak" mısraları da aşkı her şeyden üstün tuttuğunu gösterir  Ona göre ruh, ıstırap, elem ve hicranla yoğruldukça olgunluğa doğru yönelir  Bu hal içinde yaşadığı halkın daimi acılar, yoksulluklar ve değişimler çekmelerinden ileri gelir   Aynı asırda İstanbul'da yaşayan Baki'nin şiirlerinde ihtişam, gurur, büyüklük ve renk vardır  Daha sonra yine İstanbul'da yaşayan Divan edebiyatımızın üçüncü zirvesi Nedim'in şiirlerinde de hayat, neşe, renk ve cümbüş bulunur  Fuzûlî'nin şiirlerinde ise çöllerin hasretle dolu enginliği, hayal dolu ıssızlığı, yakıcılığı ve yoksulluğu yaşar  Büyük şairimiz Fuzûlî'yi, zaman zaman Araplar ve İranlılar kendilerine  maletmek istemişlerdir  Oysa o, özbeöz Türk'tür  Oğuzlar'ın Bayat kabilesinden gelir  Farisî divanının giriş bölümünde, kendisinin hâlis Türk olduğunu gayet açık bir dil ile belirtmiştir  Fuzulî, bu girişte şöyle der: "Aslım Türk, ana dilim Türkçe'dir  Arapça'yı ilmî mübahaseler esnasında, Farisi'yi de arzu ettiğim zaman kullanırım  Çocukluğumdaki şiirlerim, daima ana dilimle, yani Türkçe sâdır olmuştur    " Fuzûlî, devrinin fen ve tıp ile ilgili bilgilerini de iyi öğrenmişti  Nitekim, onun Ruhnâme yahut Sıhhat ve Maraz isimli risalesi şairin hekimlik ilmiyle de uğraşmış bulunduğunu gösterir  MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK Büyük asker, cumhuriyet ordumuzun Atatürk’ten sonraki tek mareşali 1876 yılında İstanbul'da, Cihangir'de doğdu  Asker bir ailenin çocuğudur  Soğuk, çeşme Askeri Rüştiyesi ve Kuleli İdadisinde okuduktan sonra l898'de kurmay yüzbaşı olarak tahsilini tamamladı  Ordunun çeşitli kademelerinde görev aldı  Birçok savaşlara girip çıktı  Sakarya zaferi ile mareşal rütbesini aldı  1944 yılına kadar Genelkurmay Başkanlığı görevindeydi  1950'de öldü  Fevzi Çakmak bir asker çocuğu idi  Babası, Miralay Sırrı Bey'di  Çakmakoğulları'ndan Sırrı Bey'in üç oğlu da onun yolunda yürümüşlerdi  Biri Manastır'da, diğeri Çanakkale'de şehit düşmüştü  Bu kardeşlerin üçüncüsünün adı Fevzi idi   Kurmay yüzbaşı rütbesiyle ordu saflarına katıldığı zaman önce Erkân-ı Harbiye Dördüncü Şubesi'ne atandı  Sonra da Rumeli'ye tayini çıktı  Balkanlarda geçen sekiz yıllık başarılı hizmet sonunda albaylığa yükseldi Çakmakoğullarından Fevzi Bey  1908'de Hürriyet ilan edildiği zaman Taşlıca Mutasarrıfı ve 35'nci fırkanın kumandanı idi  Ancak gülünç bir iddia ile, albaylığa terfiinin bir “saray iltiması” olduğu ileri sürülerek rütbesinden iki yıldız geri alındı  Bu düpedüz bir haksızlıktı  Fakat Fevzi Bey mert bir asker ve olgun bir insandı, uğradığı bu haksızlık karşısında dahi bir infial göstermedi  Ancak haksızlıkla elinden alınan yıldızlarını pek kısa bir zamanda yine alnının teri ile geri almasını bildi   1910 yılında Kosova Kolordusu Kurmay Başkanlığı'na, kısa bir süre sonra da Garp Kolordusu Kurmay Başkanlığına tayin edildi  Balkan Savaşında Vardar Ordusu Erkânı Harbiye Harekat Şubesi Müdürlüğü görevinde idi  Savaştan sonra merkezi Ankara'da bulunan Beşinci Kolordu Kumandanlığına getirilirken rütbesi büyümüş ve adı da Fevzi Paşa olmuştu  Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman Fevzi Paşa, emrindeki kolordu ile Çanakkale'nin savunmasına katıldı  Oradan İkinci Kafkas Kolordusu Kumandanlığına tayini çıktı  Koca bir ömür harp alanlarında geçiyordu  Balkanlar'dan Kafkaslar'a kadar uzayan bu savaş hayatı daha sonra Suriye'de devam etti  Burada ferikliğe (Korgeneralliğe) terfi etti  Mütarekeyi müteakip İstanbul'a tayini çıktı  Bir süre İstanbul Büyük Erkân-ı Harbiye Reisliğinde bulunduktan sonra 1920 yılı başlarında Harbiye Nazırlığı'na getirildi  Böylelikle Salih Paşa'nın kurduğu hükümette kısa bir süre Nazırlık da yapmış oldu  Bu makamı işgal ederken, Anadolu'ya askeri eşya ve cephane göndermek suretiyle Milli Mücadele'ye büyük katkılarda bulundu  Bu millî harekât aleyhinde şiddetli tedbirler almak üzere iktidara getirilen Damat Ferit Paşa kabinesinin kurulmasından önce Harbiye Nazırlığı görevinden ayrıldı  Doğruca Ankara'ya giderek millî harekete katıldı  1920 yılı Nisan ayında Ankara'ya gelen Fevzi Paşa, bir ay sonra Ankara Hükümeti'nin Millî Müdafaa Vekilliği'ne getirilirken Vekiller heyetine de reis oldu   İkinci İnönü zaferini mütekaip orgeneral rütbesi verilen Fevzi Paşa 1921 yılında Erkân-ı Harbiye Reis Vekili oldu  1922 yılı Temmuz ayına kadar on bir ay süre ile bu vazifede ve Vekiller Heyeti Reisliği'nde kaldı  Sakarya'da kazanılan büyük zaferdeki üstün hizmetlerinden ötürü Birinci Ferik (Orgeneral) Fezvi Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kararı ile Müşir (Mareşal) rütbesini aldı  Mareşal Fevzi Çakmak büyük zafer ve cumhuriyetin ilanından sonra Genelkurmay Başkanı oldu  Yalnız ordunun değil, bütün bir milletin en sevip saydığı bir insandı da  Benliğini saran engin tevazu, sürdürdüğü alabildiğine sade ve tertemiz özel hayatı ona ayrı bir özellik vermekteydi  Bir sembol, bir bayrak olmuştu milletin kalbinde  12 Ocak 1944 günü yalnız binbir şan ve şerefle dolu askerlik yaşantısının değil, hayatının da en hazin gününü yaşadı Mareşal Fevzi Çakmak  O gün, emekliye sevkedilmişti  55 yıl sırtında şerefle taşıdığı üniformasına veda günüydü o gün    Genelkurmay Başkanlığı görevine ve vücudunun bir parçası olmuş bulunan ünifarmasına veda etti  Bir süre evinde sakin bir hayat yaşadı  Memleket çok partili bir devreye girince o sıralarda kurulmuş bulunan Millet Partisi'ne girdi  Demokrasi mücadelesine katıldı  Sembolleşmiş insan, büyük asker Mareşal Fevzi Çakmak, 10 Nisan 1950 günü İstanbul'da hayata gözlerini yumdu  Vefatı memlekette öylesine içten kopup gelen büyük bir üzüntü yaratmıştı ki, İstanbul Radyosu'nun müzik neşriyatını kesmemesi yüzünden radyo evi önünde iki gün süre ile büyük nümayişler yapıldı   Ve cenazesi 12 Nisan 1950 günü mahşerî bir kalabalığın da katılmasıyla kaldırıldı  Eyüp Sultan kabristanında toprağa verildi  | 
|   | 
|  | 
|  |