Prof. Dr. Sinsi
|
Agop Dilaçar - Kimdir Kısaca Hayatı
Agop Dilaçar
Agop Dilaçar Martanyan (1895-1979) Büyük Türkiye Ansiklopedisi Başredaktörü Türk Dil Kurumu üyesi Yozgat ayanı Çobanoğullarının kahyası Ohan Aslanoğlu’nun torununun oğludur Robert Koleji’ni bitirdi Dilde uydurmacılık adı verilen hareketini uygulayarak türkçeyi bozanların başında gelmektedir Bu nedenle uydurukçaya Agopça adı da verilir
Gazeteci yazar Mehmet Şevket Eygi, Batı (Osmanlı) Türkçesi’nin, Arapça ve Farsça’nın güzelliklerini, tatlılıklarını alarak bünyesinde eriterek topladığını belirterek, ‘Türkçe dünyanın en tatlı, şirin, en haşmetli lisanıydı” der İkinci Meşrutiyet’ten sonra Batı medeniyetinin teknik, sosyal, felsefi istılahlarının (terim) dilimizi etkilemeye başladığını ifade eden Eygi, sözlerini şöyle sürdürüyor; “Batı Türkçesi, şahikasına 1900’lerden sonraki yirmi beş yıl içinde çıkmıştır Ondan sonra, Agop Dilaçar’ların ve hempalarının devlet terörüyle lisan ve edebiyata müdahaleleri neticesinde Türkçemiz büyük yaralar almış, çok kan kaybetmiş, şiiriyetinden ve zenginliğinden arınarak bir gecekondu dili haline düşmüştür Türkiye’deki dil ve yazı devrimi, İslam’a ve Müslümanlara karşı yapılmış bir harekettir”
“Türkiye’de dil devrimi yapılınca, Sofya’da bulunan Martayan, Atatürk tarafından yurda davet edilir Ancak, Agop’un yurda girmesini önleyecek pek çok pürüz vardır Çünkü, Agop daha önce Türkiye’de yaşamaktadır ve vatandaşlıktan çıkarılmıştır Atatürk, bütün bu pürüzlere rağmen Agop’u yurda getirtmekte ısrar eder Vatandaşlıktan çıkarıldığı için gittiği ülkeden de pasaport alamamıştır Sonunda Sofya Konsolosluğu, Agop’un elindeki ‘vatansız’ belgesine vize damgası atar ve her ihtimale karşı da eline, ‘Gerekli kolaylık gösterilsin Atatürk’ün özel davetlisidir” diye bir mektup verir ” ( ) Bu şekilde yurda gelen Agop’un soy ismi de Atatürk tarafından değiştirilerek ‘Dilaçar’ soyadı verilir Agop Martayan Dilaçar, 1979’da ölene kadar TDK’nın ‘Genel Yazmanı’ olarak vazife yapar
Suriye'de Osmanlı ordusunda yedeksubay olarak görev yapan Martayan, Osmanlı Türkleri’nin esirlere iyi davranmadığını iddia ediyor Atatürk’le nasıl karşılaştığını ise şöyle anlatıyor; "1 Dünya Savaşı başladığında 19 yaşındaydım ve askere çağrıldım Önce Kafkas cephesine gönderdiler, ancak biz Ermeni askerlere güvensizlikten beni Suriye cephesine gönderdiler Kısa süre sonra, 1915 Nisan'ında 'Büyük Tehcir' başladığında bu yer değiştirmelerin nedeni anlaşılır oldu Hepimiz şaşkındık ve sarsılmıştık Orada esir İngiliz subayların karşılaştığı zorluk ve eziyetlere tanık oldum Bu subaylar İngilizce bildiğimi öğrendiklerinde esirlere böyle davranılmaması için aracılık etmemi rica ettiler Bu ricalarını yerine getirmek isterken Türkler beni vatan haini ilan edip zincire vurdular ve komutana götürdüler Bu koşullar içinde artık kurtuluşum olmadığına kanaat getirmiştim Bu nedenle de beni bekleyen tehlikeyi cesurca karşılamaya karar verdim Beni baştan aşağı süzen komutan kararını vermek üzere iken tüm cesaretimi toplayıp böyle barbarlıkla, eziyet ve işkence yoluyla Türkiye'nin medeni bir ülke olamayacağını, gerçek, ileri ülkelerde hiçte böyle davranılmadığını, bunun sultanlık yönetimini amaçlayan yöneticilere has bir davranış olduğunu söyledim Herkes şaşkınlıkla ne yapacağını beklerken, kumandan sözlerimi dikkatle dinledikten sonra beni getirenlere ellerimi çözüp odadan gitmelerini emredip, oturmamı söyledi Merakla sonucu bekliyordum Komutan çay ikram ederek demokratik sistem konusunda konuşmamı istedi Beni merakla dinlemesi şaşırmama neden olmuştu, zira o dönemde Türk ordusunda onun benzerleri nadirdi Uzun süren sohbetimiz sonunda sık sık kendisini ziyaret etmem için gereken emri verdi ve elimi sıkarken dost olmamızı istediğini söyledi Bana bir oyun oynandığından kuşkuluydum, ancak böyle olmadı Daha sonra bu meraklı ve sorgulayan komutanın Mustafa Kemal Paşa olduğunu öğrendim "
Agop Dilaçar’ın, ‘Türk Diline Genel Bir Bakış’ adlı eseri Türk Dil Kurumu yayınlarınca 1964, ‘Dil Diller ve Dilcilik’ adlı kitabı ise 1968'de yayımlandı Azeri Türkçesi (1950), Batı Türkçesi (1953) Agop Mikaelyan, bir yazısında Türkiye’de Agop Martayan Dilaçar’ın yeterli ilgiyi görmeyişinden şöyle yakınıyor; “Türk dili konusunda binlerce makale, araştırma yayımladı Türk dili aşığı, yüce önderin dil başuzmanı bu büyük insan 1979’da hayata gözlerini kapattığında, o zaman tek radyo olan TRT, saat 13 haberlerinde; ‘Türk dili başuzmanı A Dilaçar öldü’ diye bir iki kısa cümle olarak geçiştirmekle kalmayıp adı yokmuş gibi Agop ismini A harfi ile geçiştirmişti Yıllar yılı Türk diline katkısını bir yana bırakın, hiç olmazsa yüce önderin baş uzmanı diye adını söyleme nezaketini gösterseydiniz A Dilaçar yerine Agop Dilaçar deseydiniz doğruyu söyleseydiniz Türkiye mi batardı? Yüce önder öldükten sonra bu zihniyetlerin köşe başlarını tutma gayretleri sonucu, bugünkü istenmeyen gelişmelerle karşı karşıya kaldık İnsanların kökenleri, dinleri ne olursa olsun yeter ki ülkesine, insanlarına yararlı olsun Medeni ülkeler bu konuları çoktan aşmışken bizim bazı aklıevvellerimiz basit şeyleri uğraş edinip ülkemizin bocalayıp durmasında önemli rol oynamaktadırlar Yüce önder gibi basiretli; ileri görüşlü, medeni devlet adamlarına öylesine gereksinmemiz var ki; keşke 10-15 yıl daha yaşasaydı Tanrı, yüce önderi de baş uzmanını da nurlar içinde yatırsın Cumhuriyet’e omuz veren bu büyük insanları rahmet ve hasretle anıyorum ” ( )
|