Psikolojiyi Yeniden Düşünmek |
10-15-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Psikolojiyi Yeniden DüşünmekPsİkolojİyİ yenİden dÜŞÜnmek "Psikolojiyi yeniden düşünmek” başlığının bize neleri çağrıştırdığı üzerinde durmaya çalışacağım Bu bağlamda, psikolojiyi bir araştırma ve öğretim alanı olarak ele almak, ardından da psikolojiyi topluma/kamuya yönelik çalışmalarda bir biçimlendirme, dönüştürme aracı olarak görmek, başlangıç noktasını oluşturabilir Araştırma alanı olarak kökleri Eskiçağa kadar, Aristoteles’in Peri tes Psykhes’ine, daha yaygın Latince adıyla De anima’sına kadar giden psikoloji; insan ve toplum bilimleri, sosyal bilimler ya da kültür bilimleri veyahut da manevi bilimler öbeğinde yerini almaya çalışmaktadır Bir bilgi dalı olarak psikolojinin konusunun ne olduğu, konusuna nasıl yaklaştığı, nasıl bir dil kullandığı türünden sorular, psikolojinin “theoria”sıyla, kuramıyla ilgilenenlerin gündeminde öncelikli olarak yer almaktadır Bu sorunlar aynı zamanda psikolojinin de içinde bulunduğu bilimler öbeğinin genel yapılanmalarına ilişkin sorunlardır Farklı bilim anlayışları, elbette toplumla bağlantısı içinde özellikle insanla, onların davranışlarını, zihin süreçlerini anlamaya çalışan psikolojiyi yakından ilgilendirmektedir Tam da bu noktada bilimlerin dayandığı varsayımların çok ayrıntılı olmasa da neler olduğunu anımsamakta yarar var: [1] Her bilimin, bilgisel yapının kendine özgü nesneleştirme biçimi, onu diğerinden ayıran temel bir ölçüt olarak kabul edilebilir Bu bağlamda ontolojik ve epistemolojik belirlemeler büyük önem taşımaktadır <idiografik) ve doğa bilimlerine daha yakın duran “sosyal bilim” (nomotetik) bulunuyordu Bilginin, her biri farklı bir epistemoloji benimsediği için giderek daha katı biçimde ikiye ayrıştığı bir süreçte sosyal gerçeklikleri inceleyenler kendilerini bu çekişmenin tam ortasında buldular ve onlar da epistemolojik konularda kendi içlerinde bölündüler[2] Özellikle 19 yüzyılda üniversitelerde, araştırma enstitülerinde ve derneklerde kurumsallaşan insan ve toplum bilimlerinin en büyük isteği özerkliğini ilan etmekti Kayıtlara göre de bunu ilk başaran tarih oldu Ancak insan ve toplum bilimlerinin sınırlarını çizmek, onların nerelerde, nasıl kurumsallaşacağı konusunda belirlemeler yapmak hiç de kolay değildi Örneğin coğrafya, hukuk, iktisat da içinde olmak üzere bu bilim öbeği birçok sorun içeriyordu Yapılan yorumlara göre sorunlu bilim bölgelerinden biri de psikolojiydi (…) bu disiplin de yeni bir bilimsel biçim kazanmak üzere felsefeden ayrılmıştı Ancak uygulamada psikolojinin sosyal alandan çok tıbbi alanda yer aldığı kabul edildiğinden, meşruluğu daha çok doğa bilimlerine olan yakınlığına bağlıydı Ayrıca Auguste Comte’un varsayımını benimseyen pozitivistler (…) psikolojiyi bu yöne doğru ittiler Birçok kişinin gözünde bilimsel bakımdan meşru kabul edilebilecek tek psikoloji, fizyolojik hatta kimyasal psikolojiydi Bu psikologlar “sosyal bilim”in ötesine gidip “biyolojik” bir bilim olmayı hedefliyorlardı, dolayısıyla çoğu üniversitede psikoloji sosyal bilimler içinde değil, doğa bilimleri bölümünde demir attı Tabii ağırlığı toplum içinde bireyi çözümlemeye veren başka psikolojik teoriler de vardı Bu sosyal psikolog denilen akademisyenler, sosyal bilim kampında kalmaya çalışıyorlardı Ancak sosyal psikoloji kurumsal özerkliğini tam olarak kazanmayı genellikle başaramadı ve psikolojiye göre, iktisat tarihinin iktisada göre düştüğü marjinal konuma benzer bir konumda kaldı Birçok durumda, bir alt disiplin olarak sosyolojiye katılarak varlığını sürdürebildi Psikolojinin kendi içinde de pozitivist olmayan, geisteswissenschaftliche psikolojisi (Windelbrand) ve Gestalt psikolojisi gibi çeşitli ekollerin bulunduğu açıktır Psikolojinin kendini sosyal bilim olarak tanımlamasıyla sonuçlanabilecek en güçlü ve etkili teori olan Freudculuk, iki nedenle bunu başaramadı İlk olarak Freudcu teori tıp pratiği içinden doğmuştu; ikinci olarak başlangıcında skandal yaratan niteliği onu bir tür parya durumuna düşürdü ve psikanalistler kurumsal yeniden üretimlerini tümüyle üniversite sisteminin dışında oluşturdukları yapılarla sağlamaya çalıştılar Bu ise, psikanalizin bir pratik ve düşünce ekolü olarak ayakta kalmasını sağlamakla birlikte, üniversite içinde Freudcu kavramların kendilerine daha çok psikoloji dışı bölümlerde yer bulabilmesi anlamına geliyordu[3] Görüldüğü gibi sorun, yine theoria-praxis ekseninde düğümleniyor Yakın tarihlerde yapılan bu çalışmanın dışında, konuya dikkati çekenlerden biri de Husserl’dir Doğalcılığın dışavurumlarından biri olarak doğa bilimlerine öykünen psikolojiyi büyüteç altına alan Husserl, deneysel psikoloji olarak psikolojinin her türlü bilimsel yapılanmanın temeli olma istemini eleştiri yoluyla gözler önüne serer [4] Bu ironik tavır çerçevesinde Husserl bir dizi itirazda bulunur Çünkü ona göre psişik olan kendi başına bir dünya değildir (…) o Ben olarak ya da (…) Ben yaşantısı olarak verilmiştir ve böylesi şeyler, deneysel bedenler denen belli fiziksel şeylere bağlı olarak görünürler (…) Doğa ilişkisinin bir kenara itilmesi, psişik olanın nesnel-zamansal olarak belirlenebilir doğa olgusu, kısacası psikolojik olgu olma özelliğini yok etmiş olur[5] Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde söz konusu olan belli bir psikolojizme karşı, fenomenolojinin sesi yükselmekteydi Bu doğruysa, o zaman psikolojinin fiziksel doğabiliminden daha çok felsefe olmadığı ve olamayacağı hakikatine zarar vermeksizin, psikolojinin önemli bazı nedenlerden dolayı (…) felsefeye daha yakın olması ve kaderinde felsefeyle içiçe örülmüş kalması gerektiği sonucu çıkar[ |
|